SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Sevdiğin şeyleri yap!

Bazı anlamlı sözler vardır. Okurken insanın kalbine dokunur. Hemen yakınlarımızla paylaşmak isteriz. Bu tarz sözlerin arasından, en çok sevdiklerim ‘’Aşkla yap’’ ve ‘’Her şey güzel olacak’’dır. Bir de ‘’Sevdiğin Şeyleri Yap’’ sözü var tabii.

Severek yapacaklarınızın neler olabileceğini düşünmeksizin ‘’Sevdiğin Şeyleri Yap’’ sözüne odaklandığınızda, sözün enerjisi hemen kalbe iyi gelir, zihin aniden sakinleşir. Sevdiğimiz şeyleri yapmak, şifa çalışması yapmaya benzer. Sevdiğimiz şeyleri yaparken suçluluk hissi yok olur, acı ve ıstırabın üzerimizdeki gücü kaybolur. Dışarısı güzelleşir, kötülükler rahatsız edici olmazlar. Kısaca çok sevilesi bir insan haline geliriz.

Ne kadar çok istesek de sevdiğimiz şeyleri yapmaya çok fazla zaman ayıramıyoruz. Dışarıya adım atar atmaz, bir sürü meydan okumalarla karşılaştığımızda bu niyet kendiliğinden yok oluyor. Gerçek şu ki dışarıda gördüğümüz her şey zihnin bir yansıması. Bu yüzden zihnin gerisinde nelerin olduğunun, başka bir deyişle niyetin farkında olmak çok önemlidir. Maalesef çoğu zaman niyetin farkında olmuyoruz.. Halbuki niyet, hayatımızın her anında bizimle birlikte. Örneğin odamıza girmek için adım attığımızda gerisinde mutlaka bir niyet vardır. Kitap okumaya karar verdiğimizde, onun da gerisinde niyet vardır. ‘’Neden bu kadar çok tepki verdim, hiç gerek yoktu’’ nun gerisinde ise daha başka bir niyet. Bu niyetlerin sahip olduğu enerji frekansı çok ince olduğundan fark etmekte zorlanırız. Niyetimizi fark ettiğimizde hayatımızın kontrolü de biz de demektir. Bunun için zihnin gerisindekilerin dışarıya yansıdığı gerçeğiyle yaşamayı öğrenmeliyiz.

Bildiğiniz gibi zihnin gerisindekinin dışarıya yansıması yeni bir şey değil. Kuantum bilimi bu konuyu detaylı olarak açıkladı. Yine de anlamakta zorlanıyoruz. Yaşantımızı yanlış bir gerçeklik üzerine yapılandırıyoruz. Dışarıdakilerin zihninizin bir yansıması olduğunu basit bir uygulamayla size ispatlayabilirim.
Şimdi bir çikolata düşünün, çikolatanın tadı nereden gelir?

Çikolatadan mı? Zihinden mi?

Çikolatanın tadı zihinden gelir. Zihinden gelmeseydi, çikolata, herkes tarafından beğenilirdi. Halbuki çikolatayı sevmeyen birçok insan var. Mesela ben, son 10 seneye kadar çikolatayı hiç sevmezdim.

Canınız çikolata istedi diyelim, 1,2,3,4,5,6 bilemediniz 7 ya da 8.nci çikolatadan sonra çikolata çekiciliğini kaybeder. Çikolata tadı, çikolatadan gelmiş olsaydı, ne kadar çikolata yerseniz yiyin keyifle yemeye devam ederdiniz.

Pandeminin bize verdiği en güzel hediye ZAMAN. Bu zamanı iyi değerlendirmek için zihnin gerisindekileri farkına varmaya beş on dakika ayırmak çokta zor olmayabilir. Yok, bununla uğraşmak istemiyorum diyorsanız en azından zamanınızın bir kısmını sevdiğiniz şeyleri yapmaya ayırın. Şu an bazılarınızın zihninde yükselen ‘’sevmediğim bir işteyim, maalesef çalışmak zorundayım’’ seslerini duyabiliyorum. O zaman işinizi aşkla yapmanın bir yolunu bulun. İşinizi sevmemeniz, zihnin gerisinde var olanlarla ilgilidir. Şöyle bir araştırdığınızda aynı işi yaparak mutlu olan bir sürü insan bulacağınıza çok eminim.

Her Daim Sevgi ve Işıkla
Sibel KAVUNOĞLU

Yazının devamı...

Aman zihin uçmasın

Takıntı seviyesinde olsa da elimden geldiğince zihnime çalışırım. Daha doğrusu ailemden sonraki en büyük projem, zihnim diyebilirim. Zihnin uçmasına izin vermemek gerekiyor. Zihin uçtuğunda ne mi olur?

Gerçeklerden uzaklaşırız. Olabilecek dediklerimizle, inandıklarımız yaşayan kavramlardır. Hepsi değişime tabidir. Şu anda kalarak değişimin kaçınılmazlığına odaklanmak, uçmayı başka bir deyişle sahip olamadıklarımız ile olamayacaklarımızla ilgili endişelenmeyi bırakmak en akıllıca olandır.

Sahip olamadıklarımız için endişelenmek, korku paketine dahildir. Korku pişmanlıklara sebep olur, gücümüzü kaybettirir. Kime ya da neye inanacağımız, gerçekte olanlardan bağımsız nasıl hissedeceğimizi belirler. Nasıl hissettiğimiz, o anki gerçeğimizi başka bir deyişli nasıl bir insan olduğumuzu belirleyendir. Örneğin öfkeli bir insan olmanıza sebep olan geçmişte size karşı yanlışlık yapan kişiden çok ona karşı olan öfkenizle birlikte olma arzunuzdur. Sürekli olarak öfkelendiğiniz kişiyi düşündüğünüzde, tek kazanımız içinizdeki öfkeyi geliştirmek olacaktır. Korkunun bu anlamda sizi yönetmesine izin vermemek için değişimin varlığını iyice içselleştirmek (*) gerekir. Yaşamınızı şu anda hissettiklerinize göre, başka bir deyişle gerçek olmayan söylentilerden uzak tutarak şekillendirdiğinizde kendinizi öfkenin vereceği güçten daha güçlü hissedersiniz. Gerçekten anda kaldığınızda, yapılabileceklerle, yapılamayacaklar daha net görünürler. Yapabileceklerinizle yapılabilecekler netse doğal olarak da kendinizi daha güçlü hissedersiniz. Şu anda olanlardan farklı konulara odaklandığımızda enerjimizi boşa harcamış oluruz.

Bu yüzden de zihnin uçmasına izin vermemeliyiz. Topraklanmak çok önemli. Elimizde olan tek şey şu anda neler hissettiğimiz. Ve belki de güvenebileceğimiz tek şey. Şimdi de neler oluyorsa ona uygun hareket etmeyi alışkanlık haline getirmeliyiz. Biliyorum bunu yapmak hiç de kolay değil. Fakat şu anda gerçeklerle birlikte olmanın sizi daha güçlendireceği kesin. Zira iç gücünüzle şu andayken bağlantıya geçebilirsiniz.

Şimdi dilerseniz gözlerinizi kapatın ve bu anlamda iç gücünüzün ortaya çıkmasına izin verip vermediğinize bakın. Yanıt olumluysa bir sürü onunla birlikte kalın. Olumsuzsa kendinize şu soruyu sorun;

İç gücünüzün ortaya çıkmasına ne zaman izin verdiniz?

Yazdıklarım aklınıza yattıysa belli bir süre kendi kendinize şunları söylemeye var mısınız?

Her Daim sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOĞLU

(*) Değişimin varlığının içselleştirmekle ilgili basit uygulamayı ‘’İbaşlıklı yazımda paylaştım.

Yazının devamı...

Korkutuculuğa son ver!

Değişimin varlığını bilmenin ötesine geçtiğimizde başka bir deyişle değişimi gerçekten hissetmeye başladığımızda yaşam çok zor olmayabilir. Bunun için aklımızı değişim gerçeğine açmak gerekiyor. Aklın açık olması derken neyi kast ettiğimi basit bir uygulamayla anlatmak istiyorum.

Şimdi gözlerinizi kapatın. Hayatınızda olduğu için şükrettiğiniz bir insanı hayal edin. Seçtiğiniz bu insan şu sıralar hayatınızda olan bir kişi olsun. Şimdi, şu anda o kişinin hayatınızda olduğu düşüncesine zihninizi açın. Nasıl hissettiniz?

Şimdi de hayatınızda olduğu halde onu kaybedeceğiniz düşüncesiyle birlikte onunla olduğunuzu hissedin. Nasıl hissettiniz?

Kötü hissettiniz, öyle değil mi? Hatta bu kötü his, o kişinin hali hazırda hayatınızda olduğunu unutturmuş bile olabilir. Akıl, gerçeği saptırarak bu tarz oyunlar oynar. Elimizde olanı kaybedeceğimizi ya da elimizdekilerin sürekli elimizde kalacağını düşündürtür. Aslında bu ikisi de gerçek değildir. Bu yüzden de elimizde var olanın şimdi, şu an var olduğu, gelecekte bu durumun değişebileceği gerçeğiyle birlikte yaşamak yapılacak en akıllıca şey olacaktır.

Bu tarz bir bakış açısı, elimizde var olanların tadını çıkartmamızı sağlar. Sahip olduklarımızın kıymetini bilmeye başlarız. Kıymetini bilmek ile varlığından dolayı şükretme düşüncesi, günün birinde sahip olduklarımızı kaybedebileceğimiz düşüncesiyle baş etmemize yardımcı olur. Gerçeği bu anlamda bilerek yaşamak, kim olduğumuzu ve sahip olduklarımızın neler olduğunu bilerek hayatımızı şekillendirmemize ışık tutar. Peki, Sonuç ne olur?

Beklentiler azalır. Acıyla da, sevinçle de birlikte olmak kolaylaşır.

Buraya kadar paylaştıklarım aklınıza yattı ise size bir uygulama önerim olacak. Her gün geçmiş yıl hayatınızda nelerin değiştiği, aynı kalmadığı gerçeğiyle şimdi de kalmaya 5 dakikanızı ayırın. Zihniniz, bu gerçeği beş dakika süresince izlesin. Zihin bu deneyimi tekrarlar halinde izlediğinde değişimin pozitif tarafıyla karşılaşmaya başlarsınız. Bu uygulamaya, şu anda sahip olduklarınızdan ve kim olduğunuzdan memnun olma pratiği ismini verebiliriz.

Bu uygulamanın modern dünyada uygulanması en zor olan uygulamalardan biri olduğunu çok iyi biliyorum. Çünkü sürekli daha fazla tüketmeye teşvik ediliyoruz ya da kendi kendimizi buna teşvik ediyoruz. Bunu yaptığımızda daha mutlu olacağımızı düşünüyoruz. Bu düşünceye nasıl geldik, o bile belli değil.

Şu an kim olduğumuz, neye sahip olduğumuz konusunda daha topraklı olmak önemli. Zira kim olduğumuz ve neye sahip olduğumuz konusunda az donanımlı olduğumuzda, arzu ve hoşnutsuzluklar zihni işgal eder ve sürekli tekrarlar halinde oraya buraya itilip dururuz.

Hayatta her şeye sahip olmaktan daha fazlası olmalı. Bunu öğrenmenin 2 yolu var;

Birincisi, onların memnuniyet getireceği ümidiyle nesnelerini ve deneyimlerini sonsuz bir şekilde toplamaya devam etmek.

Diğeri ise kim olduğumuzdan ve şu anda sahip olduğumuzdan keyif almak için günde 5 dakikalığına geri çekilerek kim olduğumuzdan ve sahi olduklarımızdan memnun olma uygulaması yapmak.

Kendinizi bugün hangisini seçmek için hazır hissediyorsunuz? İkincisini seçtiyseniz korkutuculuğu yıkacak olanı seçtiniz, demektir.

Her Daim Sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Kaynak: 16 guidelines for happiness

Yazının devamı...

İçselleştirmek lâzım!

Zengini, fakiri, genci, yaşlısı, hiçbirimiz için yaşam eskisi gibi değil. Neyse ki tüm dünya hep birlikte aynı tecrübeyi yaşıyoruz. Kısaca hep birlikte aynı gemideyiz. Kovid, bakış açımızı dramatik bir şekilde değiştirmiş olsa da aklın (zihnin) oyunlarından korunmakta fayda var. Akıl (zihin), acıyla karşı karşıya kaldığında kendisini savunmaya geçer. Hemen şimdi olmasa da ileride bir tarihte acı ve ıstıraplı deneyimi sanki olmamış ya da hafif atlatmışız gibi gösterecektir. Daha fazla acıya maruz kalmamak adına unutmak ya da olanları hafifletmek doğal bir tepkidir. Fakat acıyı unutarak yok ettiğimizde acı yok olacağına daha derine iner. Bu ne anlama gelir?

Kovid’in yarattığı şiddetin acısı, geçmiş acılarla birleşir. Çektiğimiz acıyı başta kendimiz olmak şartıyla etrafımızdaki insanlardan çıkartırız. Kendimize ve diğerlerine karşı acımasızca davranırız. Acımasızlık, acımasızlığı getirir.

Aklın bu yapısı her insanda mevcuttur. İyi bir şeyler olabilmesi için elimizden geleni yapsak ortak bilinçten etkileniriz. Acıyı hissetmemek adına olanları unutmak için şiddetli bir istek duyarız. Unutmak, bu konuda bir şeyler yapabilme özgürlüğünü elimizden alır. Gerçek şu ki, acıyı unutmanın kendisi, acıyı getirir. İşte bu noktada içselleştirmek, başka bir deyişle öğrendiklerimizi geleceğe taşımak önemlidir. Bunun için gerçeğin doğasından faydalanmanızı tavsiye ederim. Bu nasıl mı olacak? Şöyle olacak;

Önce acı ve ıstırabın varlığını cesaretle kabul etmeliyiz. Başka bir deyişle acıyı hafifletme ya da yokmuş gibi davranma isteği olmamalıdır. Acıdan kurtulma niyetimiz hep bizimle olmalıdır. Sonrasında içselleştirme sürecini başlatırız. Peki, nasıl içselleştireceğiz?

Olanları unutmadan, yok saymadan bir kenara bırakırız. Geleceği bilgece yapılandırmak için elimizdeki tek güç şu anın gücüdür. Bunun içinde, şu andaki gerçeğin doğasına odaklanırız. Bu nasıl olacak derseniz, size basit bir uygulama önerim var. Bu uygulama çok basit görünebilir, hatta ‘’aman sende’’ diyerek uygulamayı bir kenara atabilirsiniz. Yapmamanızı öneririm. Denemeden neler olacağını bilemezsiniz.

Biraz sonra paylaştıklarımı okumanızı ve sonrasında rahatsız edilmeyeceğinizi düşündüğünüz bir zamanda uygulamanızı tavsiye ederim. Başlamadan önce birkaç derin nefes alıp verin ve okuduklarınızı bilfiil zihninizle birlikte bedeninizde deneyimleyin.

Şimdi bakın bakalım zihniniz ve bedeniniz nasıl?

Daha sakin değil mi?

Gerçeğin doğasını deneyimlemek zihne, bedene ve kalbe çok iyi gelir. Uygulama sonunda nefesiniz daha rahat bir hale geldiyse bu iyiye işarettir. Büyük bir ihtimalle kalbiniz biraz açılmıştır.

Bu içselleştirmeyi sürekli tekrar ettiğinizde olabilecekleri sizin hayal gücünüze bırakıyorum

Her Daim Sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOGLU

Yazının devamı...

Hepimizin aradığı bu değil mi?

Yeni başlangıçlar için pazartesi günü ya da herhangi bir mevsimin gelmesini bekleriz. Bana göre en verimli başlangıçlar yeni yılda yapılanlardır. Yeni yıl yaklaşırken, mutlaka yeni yılda gezip görmek istediğim yerler (bu sene bu başlıkta zorlanacağım kesin), içselleştirmeyi düşündüğüm konular, katılacağım eğitimler için hedef listesi hazırlarım. Yıl boyunca bu listeyi referans alarak hayatımı şekillendiririm. Zihninizin en çok sevdiği sağa, sola, oraya, buraya götürme alışkanlığından kendinizi korumak ve huzur içinde kalmak istiyorsanız siz de kendinize hedef listesi yapın.

Hedef listesinin gücünden faydalanmak isteyenlere küçük fakat kaplama alanı geniş bir hedef önerim olacak. Bu hedefi, ben de 2021 yılı hedef listeme ekledim. Hedefin ismi Bir başka deyişle bu sene, tolerans gösterme kapasitemi geliştirmek istiyorum. Göreve odaklı bir yapım var. Kolayca sorumluluk alabiliyorum. Bir şeyi aklıma koyarsam ondan vazgeçmiyorum. Bu yapı çok faydalı gibi görünse de bazen aşırı tutunma halini de beraberinde getirebiliyor.

Zihnin bir şeylere tutunma hali güçlendikçe, hem kendinize hem de çevrenizdekileri bir şeyleri empoze etme halini de beraberinde getirir. Empoze etme hali güçlendiğinde sadece bazı şeyler değil, aklınızda var olan her şey için empoze etme tehlikesi içinde olursunuz. Bu hali çok iyi bilirim. Bayağı stres yaratır. Stres uzun vadede kimseye iyi gelmez. Esnekliğin, tutunma halinin gücünü azaltacağına inanıyorum. Hatta şimdiden başladım. Neler mi yapıyorum? Kısaca özetleyeyim size;

Bazen kendime ‘ diyorum. Zihnim her neye takıldıysa onu tamamen rahat bırakıyorum. Rahat bırakmak, olanları net görebilmek için alan sağlar. Birazcık da olsa sizi rahatlatır. Böylece zihninizde var olan bir kavramı dışarıda yaratmak konusunda ısrarcı olmazsınız. Kendinize küçük erteleme anları yarattıkça olduğu gibi görme haline adım adım yaklaşabilirsiniz.

Sorumluluk aldığınızda aynı zamanda evrene de güvenmelisiniz. Sorumluluk alma konusunda aşırıya kaçtığınızda evrenin sizi desteklediğini gösteren işaretleri göremezsiniz. Şu an her neyi yaşıyorsak yaşamamız gerektiği için yaşadığımızı unutmamalıyız. Elimizden geleni yaptıktan sonra oluruna bırakmayı denemeliyiz.

Esneklik kapasitenizi geliştirme hedefini yeni yıl hedef listenize eklemeye ikna olduysanız, bir şeyler istediğiniz gibi gitmediğinde esnek olma hedefini kendinize hatırlatarak başlayabilirsiniz. Zorlu anlarınızda kendinize şu soruyu sorabilirsiniz.;

Elimden geleni yaptım mı?

Yanıt hayır olarak geldiyse,

Başka neler yapabilirim? Yapmayı planladığınız her neyse, gerçekten çözüm olacak mı? Sorularını sorabilirsiniz kendinize.

Yanıt evet olarak geldiyse, Yaşamanız gereken her neyse onu yaşadığınız konusunda güven duyarak zamanınızı geçirin. Artık o konuya kafa yormayı bırakın. Bırakın sizi baştan çıkaran düşünceler, duygularınız gelip gitsinler. Siz sadece onları izleyin, gelip gitmelerine izin verin. Yaşamanız gerekeni, yaşadığınız konusunda kendinize güvenin. Bu pratiği sürekli yaptıkça bir de bakmışsınız; zor durumlar ortaya çıktığında, onlara uyum sağlayabileceğimizden güven duymaya başlamışsınız.

Bu uygulamayı yaparken bazı zorlu durumlarla karşılaştığınızda kendinizi ne yapacağımızı bilmez bir durumda bulabilirsiniz. Bu tür anlarda gerçeğin doğasından çok iyi anlayan öğretmen/hoca ya da öğretilerden destek almak gerekir. Hali hazırda böyle bir kaynağınız yoksa yeni yıl listesine böyle bir kaynağı bulma hedefi de ekleyin.

Ben bu tür durumlarla karşılaştığımda Budist öğretilerden faydalanıyorum. Budist öğretiler yaşamdaki herhangi bir duruma olumlu bir şekilde adapte olabilmem için gerekli araçları sağlıyorlar. Beni geliştiriyorlar. Daha mutlu olmanın yolunu gösterirler. Kendimi anladıkça mutsuz olmamaya daha da yakınlaşıyorum. Zaten hepimizin aradığı şey bu, değil mi?


Yeni Yılda Hep Mutlu Olun,

Mutluluğun Sebebini Keşfettiğiniz Bir Yıl Olsun

Her Daim Sevgi ve ışıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Yazının devamı...

Yeni seneye yeni kararlar

Her şeyin an ve an değiştiği, aynı kalmadığı, var olan her şeyin birbiriyle bağlantısı olduğu, hiçbir şeyin yoktan var olmayacağı, bir sebebi olduğu gibi önemli dünya gerçekleri var. Bunların hepsinden haberdar olsak da karar alırken, birilerini severken, bir şeylerin peşinden koşarken onları göz ardı ediyoruz. Hayatımızdaki varlıkları sadece entelektüel seviyede kalıyor. Örneğin, zihnimizde öfke yükseldiğinde, öfke duygusunun sinir sistemimizi etkilediğini ve buna bağlı olarak kalp ve kan dolaşım sisteminin etkilenebileceğini göz ardı ediyoruz.

Birbirinden farklı birçok konuyla ilgili kurulmuş bir dizi alarm sisteminiz olduğundan eminim. Bunlardan bazıları şunlar olabilir;

- Evden dışarı çıkmadan önce hava durumu yağmur yağacak diyorsa kendinize ‘dersiniz.

- Eve hırsız girdiğinde ‘ demek yerine polisi çağırırsınız.

- Uzun süredir bilgisayar oyunu oynayan, çocuğunuza ‘ ya da ‘ dersiniz.

- Gece geç vakit birisi kapıyı çaldığında ya da telefonla aradığında dersiniz

- Ve daha birçokları…

Peki, zihninizde öfke yükseldiğinde ’ şeklinde bir alarm sisteminiz var mı?

Yok, öyle değil mi? Çoğunlukla öfkeyi kontrol etmek yerine öfkenin bizi kontrol etmesine izin veriyoruz. ’’ kıvamında her an öfkelenmeye hazır bir şekilde hayatımızı sürdürüyoruz. Mesela, sevdiklerimiz ve özellikle çocuklarımız söz konusu olunca öfkeye daha sık başvuruyoruz. Bu durum sevdiklerimizle aramızdaki güvenin, öfkeyi kullanma konusunda bizi cesaretlendirdiği sonucuna getiriyor!

Öfkeyle ilgili başka bir önemli konu daha var. Öfke yükseldiğinde bir müddet sonra yok olsa da bir parçası bedende kalır. Benzer durumlar tekrarlandığında yeniden ortaya çıkar. ‘anlarında, kalan bu parçanın parmağı vardır. Bildiğiniz gibi bedendeki hücreler 7/24 durmaksızın çalışırlar. Akciğerlerin, kalbinizin çalışması için size ihtiyaçları yoktur. Her ne olursa olsun her gün sizin için ellerinden geleni yaparlar. Kalbiniz, annenizin karnına düştükten 2 hafta sonra görevine başlar, siz ölene kadar da koşulsuz olarak size hizmet eder. Öfke, kalbinize hiç iyi gelmez.

Öfke bakış açınızın bir ürünüdür. Bakış açınızın ürünleri arasında sadece öfke yer almaz, iç değerler de yer alır. İç değerlerinizle birlikte zaman geçirdiğinizde zihninizin geldiği seviye, sakin ve huzur doludur. Öfkeninkinden tamamen farklıdır. İç değerlerinizle birlikte zaman geçirmek için de pozitif konsantrasyona ihtiyaç vardır. Pozitif konsantrasyon geliştirmek için en iyi teknik meditasyondur.

Aslında doğduğumuz andan beri meditasyon yapıyoruz. Mesela annemizin karnındayken ‘deneyimledik. Hayatımızın üçte biri uykuda geçiyor. Bu da bir tür meditasyon. Doğru olan hayatımızın her anı meditasyondaymış gibi yaşamak. Sabah yataktan kalkıp işe giderken attığımız her adımı, her düşünceyi, her duyguyu farkına olarak yaşantımızı sürdürebiliriz.

Meditasyon “aşina olma”, "tanıdık olma" şeklinde tanımlanabilir. Meditasyonla herhangi bir nesne ve olaya odaklanıp sezgilerimizi ve içimizdeki bilgeliği kullanarak gerçeği keşfederiz. Herhangi birisi bize karşı hak etmediğimiz şekilde, saygısızca davrandığında üzülebilir, hatta öfkelenebiliriz. Üzgün ve öfkeli olmamızın sebebi negatif davranış ve duygulara aşina olmaktır. Meditasyon yaparak negatif yerine daha fazla pozitife aşina olmayı, pozitifi daha kolay ve doğal olarak hayatımıza almayı öğrenerek saygısızca davranan kişiler karşısında daha sakin ve sabırlı olmayı hatta daha fazla sevgi ve şefkatte kalmayı başarabiliriz. Meditasyonla en zorlu ve acı dolu deneyimlerde dahi nasıl mutlu olunabileceği keşfederek günün birinde tatminsizlik, öfke, endişeden tamamen arınmış bir halde bulabiliriz kendimizi.

Zihninizde öfke yükseldiğinde kendinize özel alarm sisteminiz olsun diyorsanız. Ocak ayındaki meditasyon atölyelerime katılabilirsiniz. Kendi başıma bir şeyler üretebilirim diyorsanız, zihninizde öfke yükseldiğinde, birilerini yargıladığınızda ‘’ bu düşünce beni strese sokacak, stresin de bana hiç faydası yok’’ diyebilmenin yollarını araştırın derim.

Her Daim Sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Yazının devamı...

Ne sağa ne sola

Yaşadıklarımızı göz önünde bulundurursak, güvende olmak, biraz daha iyi hissetmek için bir sağa, bir sola gitme halindeyiz.

‘’Sağa gitmezsem, başıma bir şey gelecek, sol taraf benim için iyi değil’’, diyoruz. Bir müddet sonra sağ tarafın sıkıntılarını deneyimlemeye başlıyoruz. Doğduğumuz andan itibaren sola, sağa, evet, hayır’a, doğru ve yanlışa gidip geldik. Bu tıpkı meditasyon yapmak gibi, meditasyon yaparken bacaklarımız rahatsız olur, pozisyonumuzu değiştiririz. Bir müddet sonra yeni pozisyon rahatsızlık verir. Sürekli belli bir pozisyonda kalmak rahatlatıcı olmaz. Zihin araya girer, rahat edeceğimiz bir pozisyonu ulaşmak diye bir şeyin mümkün olamayacağına bizi ikna eder. Sonra kendimizi söylevini yaparken buluruz.

Maalesef, bu yapı yaşantımızın her anında mevcut. Ortada bir referans noktası olmadan bir oraya bir buraya gidiyoruz. Aynı şekilde kurtuluş umuduyla bir spritüal teknikten diğerine gidiyoruz. Her seferinde bir tekniğin işe yarayacağını düşünüyoruz. Bir süre yeni şeyler öğrenmek iyi geliyor. Kendimizi sükunet içinde hissediyoruz. Sonra tekrar zihnimizde farklı bir teknik beliriyor ve onun peşinde gidiyoruz.

Tek yapmadığımız şey, her neyi deneyimliyorsak onunla birlikte kalmak. Her ne oluyorsa orada kalmak sanki DNA yapımızı değiştirmek gibi, gerçekliği algılama şeklimizi değiştirmek anlamına geliyor. Bunu yapmak maalesef cesaret gerektiriyor. Daha fazlasına sahip olmak için gösterdiğimiz çabaya dur demek hiç de kolay değil. Daha fazlasını hak ettiğimizi düşünerek daha fazlanın peşinden gidiyoruz. Fakat bu hal bizi tatminsiz yapıyor. Yalnızlık, can sıkıntısı, kaygı gbi duygularla birlikte kalarak rahatlamak yerine kendimizi mağduriyet ya da başarı özdeşleştirerek acının üstünü örtüyoruz. Üstü örtülen duygular da benzer deneyimler olduğunda geçmiş acı, yeniye yansıyarak daha acılı hale geliyor.

Aşırı çözüme odaklı bir kişi olarak diyebilirim ki, bir şeylerin çözümlenmesi sonuçlanması değil de, belirsizlikle gevşeyebilen açık bir zihin halini hak ediyoruz. Belirsizlikten kaçındığımız ölçüde, her zaman bir sorun olduğunu ve bir yerde birisinin bunu düzeltmesi gerektiğini düşünme ihtiyacı içinde kalacağız. Örneğin; Gönül yarasını kabul etmek alışkanlıklarımız arasında değil. Gerçeği kabul etmek yerine ya o kişinin bizi hak etmediği ya da sevilmeye layık olmadığımız fikrini kabul ediyoruz. Gerçeği kabul etmek neden bu kadar zor?

Çünkü bize böyle öğretildi. Sağa, sola koşuşturmak yerine gönül yarasıyla birlikte olabileceğimizi söyleyen olmadı. Yazdıklarım aklınıza yattıysa şu an her şeyi bırakın ve şu sıralar size üzen, ıstırap çekmenize sebep olan ne varsa ona bulun.

Sizi en çok korkutan ne? Yalnız mı hissediyorsunuz? Haksızlığa uğramış gibi mi hissediyorsunuz? Hiç kimsenin sizi sevmediğini mi? düşünüyorsunuz

Bunlardan birini şu ana davet edin ve onunla birlikte kalın. Onunla birlikte iken çözüm arayışı ya da memnuniyet, daha az arzu gibi beklentiler içinde olmayın. Ortada bir yerde onunla dinlenebildiğinizde, alışkın olduğunuz korku kalıplarından uzak, yalnızlık ile tehditkar olmayan bir ilişki, altüst eden ama rahatlatıcı ve serinletici bir yalnızlık halini deneyimleyin.

Sonrasında ne mi olacak? Her şeyi paylaşırsam geriye keşfedecek kalır ki!

Her Daim Sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Nefestr.com

Yazının devamı...

Sevgi mi? İyi niyet mi?

Sevgi, birçok kavramı içinde barındıran bir kelimedir. Ebeveynlerin çocuklarına gösterdiği özen ve ilgi gibi kalbin en iyi niteliklerinden bazıları sarılmak, özlem, sahip olma ya da başkalarının sorumluluğunu alma dürtüsü vb. gibidir. Kalbin iyi niteliklerinin bir de gölge tarafları vardır.. Örneğin başkalarının sorumluluğu alma dürtüsü abartıldığında gölge taraf ortaya çıkar. Sevdiklerimiz için en doğrusunu sadece ve sadece kendimizin bildiğini varsayarız. Sorumluluğunu aldığımız kişilere söz hakkı tanımaksızın ne söylersek onu hemen yapmalarını isteriz. Önceleri tepki vermeyip sessiz kalmayı tercih ederler. Bir müddet sonra öyle uzaklaşırlar ki artık neye ihtiyaçları olduğunu anlayamamaya başlarız. Gerçekte ortada anlaşılmayan bir şey yoktur. Her iki taraf, aynı şeye farklı pencereden bakmaktadır.

Kendi deneyimlerime bakarak söyleyebilirim ki, özellikle benim gibi yapma enerjisi yüksek bir insansanız sevginin iyi niteliklerinin suyunu çıkartma olasılığınız olabilir. Bu konuda kafamın karıştığı bir anda insan doğası ile yaşamın anlamını evrensel boyutlarda kavramış olduğuna inandığım Tulku Choekyi Nangpa Rinpoche başkalarının sorumluluğunu almakla ilgili şunları söyledi.

Dolayısıyla bundan sonrasında sevgiyi, iyi niyetli düşünce olarak tanımlamanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Diğerlerinin mutlu olmalarını dilediğinizde, onlar için her zaman orada olacağınız anlamına gelmez. Diğerleri size bağımlı olmaktan ziyade kendilerine güvenebileceklerini bildiklerinde daha mutlu olurlar. İyi niyetin gücüyle ilgili çok güzel bir hikayeyi paylaşmak istiyorum.

Taylandlı Budist rahip Ajaan Fuang, odasında bir yılanın hareket ettiğini keşfeder. Odaya her girdiğinde, yılanın dolabının arkasındaki dar bir alana gittiğini görür. Gündüz odanın kapısını açık bırakmayı denese de yılan odadan ayrılmaya istekli olmaz. Böylece üç gün birlikte yaşarlar. Üç gün boyunca yılanı ürkütmemeye ya da varlığıyla onu tehdit altında hissettirmemeye dikkat eder. Üçüncü günün akşamı meditasyon yaparken, zihninde sessizce yılana hitap eder

"Bak," der,

"Senden hoşlanmadığımdan değil, ama zihinlerimiz farklı şekillerde çalışıyor. Birbirimizi yanlış anlama olasılığımız çok fazla. Burada benimle yaşamanın tedirginliği olmadan ormanda rahatlıkla yaşayabileceğin pek çok yer var. " diyerek yılana iyi niyet düşüncelerini yaymayı niyetler. Bir müddet sonra yılan oradan ayrılır.

Ajaan Fuang, bu hikayeyi şöyle yorumluyor; yılana açık bir sevgi göstermiş, onu samimiyetle kucaklamaya çalışmış olsaydım, yılan bana saldırabilirdi. Çok basit bir iyi niyetin gücü tam da böyle bir durum için geçerlidir. Herkese karşısevgiyi ifade etme fikri, kulağa çok asilce görünse de bazen bunu yapmamak daha akıllıca olacaktır. Yılan gibi evrendeki birçok varlık sevginize şüphe ve korkuyla tepki verebilir, yalnız bırakılmayı tercih edebilirler.

Diğerleri de aynı şekilde sevginizden haksız bir şekilde yararlanmaya çalışabilir, yaptıklarını haklı göstermek için sevginizi zayıflığın bir işareti olarak gösterebilirler. Böyle bir durumda sevginiz kimseye gerçek mutluluğu vermeyecektir. İşte bu yüzden iyi niyetiniz en iyi başlangıç noktanız olabilir.

Her güne kendimiz ve başkaları için iyilik duygusunu hissederek başlayabilirsiniz. Bunun için her gün beş dakikanızı kendinize karşı iyilik dileme düşüncelerine ayırabilirsiniz. Ardından aynı dileği, sevdiğiniz insanlara, nötr hisler beslediğiniz insanlara en sonunda da sevmediğiniz insanlara yayabilirsiniz.

‘’Bugünüm Mutlu geçsin,

Stres ve Acıdan Uzak Bir Gün Geçireyim

Düşmanlıktan, Beladan, Baskıdan uzak bir gün olsun

Kendimle ilgilenecek zamanlar yaratabileyim’’

Her Daim Sevgi ve Işıkla

Sibel KAVUNOĞLU

Nefestr.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.