SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

İç Giyim Mücevheri Olur Mu?

Zeynep Bölükbaşı, bir medya profesyoneli. Uzun yıllar sürdürdüğü gazetecilik ve dergi yazarlığının ardından bu tecrübesini iletişim sektöründe sürdürüyor. Şimdi de kendini tanımladığını belirttiği sevgi, merak ve tutku duygularından yola çıkarak yarattığı bir kavram ve mücevher markası var: layla bralery… ‘Bralery’ kelimesi, ‘iç giyim mücevheri’nin karşılığı olarak ürettiği yeni nesil bir aksesuar konsepti. Bölükbaşı ile bu buluşunu ve ardında yatan fikri konuştuk.

- İç giyim ve mücevheri birleştirmek nereden aklınıza geldi?

Biz akıllı ve kendinden fazlasını düşünen kadınlarız. Bu dünyada yalnız olmadığımı biliyorum. Benim gibi düşünen, hisseden pek çok kadın olduğuna inanıyorum. Uzun yıllardır iletişim sektöründeyim. Değişimi yakından gözlemliyorum; artık ürünler konuşuyor. Her şeyin temeli, karşındaki tüketicide bir duygu uyandırabilmek. Aşk mektuplarından vücudumuza dövmeyle hikayeler yazdığımız, emoji’lerle anlaştığımız günlere geldik. Doğaüstü bir varlıkmış gibi aşırı bir hızla yaşıyoruz. Bütün bunlar anlam arayışını aşırı önemli hale getiriyor. Bizi koruyacağına inandığımız objeler, bize bir şey hissettiren dövmelerzamanındayız.

- İç giyim mücevheri fazla gizemli değil mi? Yani neredeyse sadece sizin görebileceğiniz bir obje...

İç giyimi de, mücevheri de severim; ancak kullandığım her şeyin anlamı olmalı. Gizem severim, onun orada olduğunu ben bileyim; tıpkı birinin kalbimizde olmasını sadece bizim bilmemiz gibi.Bütün bunlar birleşince ‘iç giyim mücevheri’ yaratmak aklıma geldi.

- Gözlemleriniz, hemcinslerinizle aranızda özel bir ilişki kurmanıza da vesile oldu anlaşılan...

Bu fikri kadınlarla aramızda bir şifre olsun diye yarattım ve tabii ki kendimden yola çıktım. “Benim yakıtım aşk, sembolüm kalp; seninki ne?” ya da “Sana yaşadığını hissettiren şey ne?” diye soruyorum. Yeni iç giyim mücevher koleksiyonlarını da gelecek cevaplara göre oluşturmak istiyorum. Ayrıca bir kadın platformu olması için de çalışıyorum.

- Aynı zamanda yeni bir tanımı da moda sözlüğüne sokmuş oldunuz: ‘Bralery’ ne demek, özel bir tanımı var mı?

Kelimeleri seven, gücüne inanan ve uzun yıllar yazarak var olmuş biriyim. ‘Bralery’ kelimesini de ‘bra’ ve ‘jewellery’ kelimelerinin birleşiminden oluşturdum: İç giyim mücevherinin karşılığı olarak ürettiğim yeni nesil bir aksesuar konsepti...

- Biraz da koleksiyondan bahsedelim...

İlk koleksiyon ‘heartbeat’, kalp şeklinde, 925 ayar gümüş üzerine sarı, pembe ve beyaz altın kaplama olarak tasarlandı. Harfli, nazar boncuklu, taşlı ve incili seçenekler de bulunuyor. Ayrıca sipariş üzerine kullanıcıların istediği gibi özelleştirebiliyor, tamamını altın olarak da üretilebiliyor.

Yazının devamı...

Diyetin 10 Altın Kuralı

Artık biliyoruz ki, fazla kiloların nedeni, gereğinden fazla beslenmeniz ve gereğinden az hareket etmeniz. Avcı-toplayıcı olan ilksel atalarımızın yiyecek bulabilmek için kadınlar günde ortalama 9 km., erkekler 11 km. yürüyormuş. Bulabildikleri yiyecekler de kökler, saplar, otlar, yabani meyveler ve şanslılarsa av eti imiş. Bir anlamda ‘insan’ denilen organizmanın ayarları böyle dengelenmiş. Ölçüler kaçınca dengenin bozulması bu yüzden... Geçtiğimiz günlerde 2. kitapları ‘Beslenme Reçeteleri’ çıkan Dr. Yasemin Arslan ve Dt. Şule Arslan Anadolu’dan, bu dengeyi doğru ayarlamanın 10 altın kuralını öğrendik.

1- Hedefinizi doğru belirleyin

Aşırı kilolu değilseniz, 3 günde 5 kilo vermenin tıbbi olarak mümkün değil. Diyete başladığınız ilk hafta hızlı kilo verirsiniz. Ancak, 3. hafta kilo vermeniz tartıda durmuş gibi görünür. Oysa bu sırada yağ yakımı hızlanmıştır. Fakat yağlar (özgül ağırlıkları düşük olduğu için) tartıda az çektiğinden kilonuz çok değişmez, ancak bedeniniz daralmaya başlar. Diyete küsmek, tartıda az değişim olması nedeniyle en çok bu haftada görülür. Kilo hedefi, 3 kg-10 kg gibi değil vücut ağırlığının yüzde 5’i-yüzde 10’u gibi olursa, daha sağlıklı bir sonuç ortaya çıkar. Buna bir de kilonuzu vermek için yeterli bir zaman ayırırsanız, başarılı olacağınız kesin…

2- Yaşınıza uygun bir program seçin

Vücudun diyete ve spora verdiği cevabı, yaşla beraber değişir çünkü metabolizma aynı kalmaz. Aynı kişide 30’lu yaşlarda uygulanan programla, 45’li yaşlarda uygulanan program bu sebeple farklılık gösterir. Bu yüzden hastaya önerilen programlar da 45 yaş öncesi ve 45 yaş sonrası metabolizmasına göre düzenlenmelidir.

3- Hangi besinler size iyi geliyor, hafifletiyor, hangi besinler kilo vermenizi durduruyor, test edin

Vücut yapınız, genetik mutasyonlar sonucunda bazı besinlere daha iyi uyum sağlamış, bazı besin gruplarıyla hiç uyuşmuyor olabilir. Gluten duyarlılığı, laktoz duyarlılığı, maya duyarlılığı bunlara örnektir. Vücudunuz vejetaryen beslenmeye veya veganlığa daha yatkın olabilir. Bu durumu test etmenin en iyi yolu farklı besin gruplarını birer hafta deneyerek test etmektir. Hangi beslenme çeşidini uyguladığınızda daha kolay, zorlanmadan kilo verebiliyorsunuz, hangi beslenme şekli sizi ağırlaştırıyor, kabızlığa yol açıyor ya da tüm beslenme biçimleri sizinle uyumlu mu diye bedeninizi gözlemleyin. Çünkü bir yiyecek çeşidi genel anlamda sağlıklı olsa bile, sizin kilo vermenizi engelleyebilir. Metabolik faaliyetlerinizi gözlemlemek, binlerce dolarlık testlerden daha güvenilir olacaktır.

4- Düzenli egzersiz yapın

Düzenli egzersiz kas kütlesini önce artırır, sonra sabit tutar. Kas hücreleri daha çok enerji harcadığından dolayı, metabolizmanız da hızlanmış olur.

5- Kendinize ‘moral destek’ vermeyi ihmal etmeyin.

Güçlü bir psikoloji her alanda olduğu gibi zayıflarken de size yardımcı. Tavsiyemiz bu süreçte kimler size destek veriyorsa onlara daha yakın, kimler moralinizi bozuyor, sizi yoldan çıkarıyorsa onlara daha mesafeli olmanız…

6- Ufak kaçamakları sorun etmeyin

Diyetinizi yaparken arada ufak kaçamaklarınız olursa diyete küsmeyin, kaldığınız yerden devam edin.

7- Her gün aynı saatlerde yemeye özen gösterin

Böyle bir disiplini kazanmanız, bedeninizin daha iyi çalışmasını sağlar. Eğer tıbbi bir sorununuz yoksa, zaman zaman aralıklı açlık, oruç, akşam 18.00-sabah 10.00 arası açlık gibi programları uygulayın. 18.00-10.00 programında su, çay, bitki çayları ve sade kahveyi abartmamak kaydıyla içebilirsiniz.

8- Diyet katili içeceklere ve yeterli uykuya dikkat edin

Kafede çok masum görünen şekersiz latte, bazen küçük porsiyon bir tatlıya eşdeğer enerjiye sahip olabilir. Eğer günde birkaç tane latte, cappucino, macciato benzeri kahve içiyorsanız, dikkat! Yanında bir de minik kurabiye, tatlı yiyorsanız kendinizi derhal durdurun. Kahvenin tatlı algısını da körelttiğini, bu nedenle daha yoğun tatlarla kahve içtiğinizi unutmayın. ‘Light’ içeceklerin tehlikesini artık sağır sultan duyduğu için bahsetmiyoruz bile…Yetersiz uykunun da tatlı isteğini artırdığını belirtelim.

9- Günde 6-8 bardak su içmek, hem zayıflamanız hem genel sağlığınız için önemli

Yeterli miktarda su içmek enerji düzeyinizin yükselmesini, hücresel atıklarınızın daha iyi uzaklaştırılmasını, böbreklerinizin daha etkin çalışmasını dolayısıyla ödem atımının kolaylaşmasını sağlar, ayrıca cildinizi de güzelleştirir.

10- Tokluk ölçeği geliştirin ve düşük kalorili de olsa fazla yemeyin

Açlık-tokluk durumunuza 1den 10a kadar puan verin.

1; çok aç,

3; hafif açlık,

5; doygunluk,

8; çok doygunluk,

10; kusacak kadar doygunluk hissinizi belirtsin.

Diyet yaparken genellikle 1 durumuna gelmenizi öneriririz çünkü çok fazla yiyebilirsiniz. 2-3 durumunda yemek yiyebilirsiniz. 5 durumunda ise artık yemeyi bırakmalısınız. Bir diğer önemli konu da az kalorili olduğu düşünerek yemeği fazla kaçırmak. Bu durum da zamanla midenizi gereksiz yere büyütür ve süreç ilerledikçe açlık hissinizi artırır.

 

Yazının devamı...

Genlerin Mesajı Var

Dünya, kişiselleştirilmiş tıp alanında ilerliyor, Türkiye’de de bu konuda önemli ilerlemeler kaydediliyor. Konuyla ilgili ‘Kişiselleştirilmiş Tıp' doktoru Sibel Özgül ile görüştük.

Dünyada 15 yıllık bir geçmişe sahip ‘kişiselleştirilmiş tıp’ bir süredir ülkemizde de gündemde. Koruyucu hekimlik ve kişiye özel tedaviler pek çok hastalığı daha oluşmadan önlemeyi hedefliyor ve bu da daha az hasta, daha az ilaç ve daha az sağlık bütçe yükü demek. Gen haritalarımızda var olan kişisel verilerimizin geleceğimize ışık tutacağı bir dönem yaklaşırken, Dr. Sibel Özgül ile koruyucu hekimlik ve kişiselleştirilmiş tıp üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.

- Kişiselleştirilmiş tıp nedir?

Kısaca kişiselleştirilmiş tıp; genetik testler ışığında kişinin hastalığı için doğru tedaviyi almasını sağlamak ve hatta mümkünse kişi hastalanmadan riskleri tespit ederek koruyucu önlemler ile bunu engellemektir. Bunu aslında bir örneklemeyle anlatmak istiyorum. Eve aldığımız herhangi bir makineyi düşünün, ilk ne yaparız? Kullanma kılavuzunu okuruz, öyle değil mi? Çünkü bütün özelliklerini bilmeden deneme yanılma yoluyla keşfetmek makineye zarar verebilir ya da yanlış kullanım ömrünü kısaltabilir. İşte aslında kişinin de bir kullanma kılavuzu var. Bu kılavuz kişinin genlerinde gizli.

Milyonlarca yıllık bilgi deneyim veya zafiyet genlerimiz aracılığı ile bugünü belirliyor. Dolayısıyla şöyle düşünmek gerekiyor: Benim DNA kodlarım bana özel ve benim ihtiyaçlarımı, yol haritamı belirliyor. O halde bunları bilip ona göre yaşamalıyız. Yani sadece moda oldu diye kolajen kullanmamalıyız ya da her ilaç, her diyet bize uygun olmayabilir. Kişiselleştirmek şart...

- Genlerinizin size mesajı var derken tam olarak anlatılmak istenen nedir?

DNA sarmalımızda 250 ile 500 arası bazı standart dışı sapmalar varyant ile doğuyoruz. Genetik testler ile tespit edilen bu mutasyonlar ve varyantlara göre, yakalanma riski taşıdığımız hastalıkları, karakterimizi, nasıl beslenmemiz gerektiğini, hangi ilaçları kullanıp kullanmamamız gerektiğini ve hatta hangi sporu yapmamız gerektiğine kadar belirleyebiliyoruz. Bu veriler doğrultusunda kişiyi yönlendiriyoruz. Yani genlerimizde saklı bilgiyi, genetik bilimci ile çalışarak size aktarıyoruz.

- İlaç pasaportundan bahsediyorsunuz, bu tam olarak nedir?

Kullandığımız ilaçların farmakogenetik testi ile bizim genetiğimize uygun olup olmayacağını belirleyebiliyoruz. Farmakogenetik inceleme, ilaç etkinliğinin genetik yapıya dolayısıyla kişilere göre değişimini gösteren bir testtir. Genlerimiz kısa mı yoksa uzun boylu mu, esmer mi yada kızıl saçlı mı olacağımızı belirlediği gibi, vücudumuzun ilaçlara vereceği yanıtı da belirler. İlaçlar vücudumuzda ilerlerken binlerce proteinle etkileşime girerler.

Bu moleküllerin bileşimindeki veya miktarlarındaki küçük farklılıklar, ilaçların işlerini yapma şeklini değiştirebilir. Dolayısıyla bunu bilmeden ilaç kullanımı eksik ya da yanlış olabilir. İstediğimiz etkileşimi sağlayamayabiliriz. Size özel hazırlanacak bir ilaç pasaportu ile kullanacağınız ağrı kesiciden, antibiyotiğe, kanser durumunda alacağınız kemoterapiye kadar genetiğinize göre uygun tüm ilaçları belirleyebiliyoruz.

- Gerçekten hastalanmadan hastalığın tedavisi mümkün mü?

Hiçbirimiz kusursuz değiliz. Taşıdığımız varyantlar, mutasyonlar, VUS’lar bizi biz yapıyor. Bu durumda modern tıpta hastalık ortadan kalkıyor hasta merkeze oturuyor. Eğer bu kodlar doğru deşifre edilip, klinik anlamını doğru tanımlanırsa taşıdığımız hastalık risklerinden bunları engellemek için nasıl beslenmemiz gerektiğine; hangi egzersiz biçimine hangi kadar pek çok konuya vakıf olabiliyoruz.

‘Kişiselleştirilmiş Tıp’ kapsamında hastalarımızın aile hikayesi ve mevcut ihtiyaçlarına göre seçerek yapılan genetik analizler ışığında, bireye özgün çözümler sunmak mümkün. Kolesterolümüz genetik olarak mı yükseliyor, kanser riski taşıyor muyuz, neden kilo veremiyoruz gibi her soru ve sorun genetik bilgiler ışığında bireysel olarak değerlendiriliyor. Bu sayede, kişinin genetiği de göz önünde bulundurularak uygun tedavi protokolünü planlamak, hastalığın tespit etmek veya önlemek mümkün olabiliyor. Bu sebeple son on yıldır özellikle gelişmiş ülkelerde koruyucu hekimlik ve tarama programlarını öncelik veriyor. Ümit ediyorum ki, sınırlı olan kişiselleştirilmiş hekimlik yaklaşımları orta vadede ülkemiz sağlık politikalarının da bir parçası olacaktır.

Yazının devamı...

Pantolon Takımın Tarihi

Son dönemin gözde trendlerinden biri olan pantolon takımların oldukça ilginç bir hikayesi var. Gelin hep birlikte geçmişe dönelim ve hikayeyi yeniden hatırlayalım...

19. ve 20. yüzyılların başında beden ölçüsüne göre dikilen takımlar –daha çok etek ceket takımlar- dönemin orta sınıf ve üst sınıf kadınları için adeta bir norma dönüşmüştü. Seçkin çevredeki kadınlar 1930’larda ilk kez pantolon takım giymeye başladılar. Sonrasında, 60’lı yıllarda bu maskülen moda iyice yaygınlaştığında ‘pantolon takım’ teriminin bu trendi diğerlerinden ayırmak için kullanılması bazı tartışmalara ve fikir ayrılıklarına yol açtı.

Pantolon takımıyla ilk fotoğrafı veren isim olan Alman asıllı Hollywood yıldızı Marlene Dietrich, Eylül 1933 tarihli Vogue dergisinde bol kesimli beyaz pantolonlu pozuyla hafızalara kazındı. Ama Marlene’den sonra Katharine Hepburn ve Greta Garbo gibi ünlü yıldızların pantolon ceket takımlarıyla cesurca dolaşmalarının o dönemde pek de coşku uyandırmadığını söylemek gerek. Çünkü zaten pantolon giymek kadınlar için tartışma yaratan bir konu iken bir debu tartışmaya bir ceketin dahil olması moda konusundaki bu değişimi daha da alevlendirdi.

Öyle ki, 1950’lere kadar pek çok kadına ‘erkek gibi’ olmaya özendikleri suçlamasıyla dava açıldı. Hatta bu yüzden tutuklamalar bile yaşandı.

İkinci Dünya Savaşı sorasında, pek çok kadın fiziksel olarak tehlikeli işlerde çalışmaya başlayınca, pantolon ve Tulum giyme oranı da aynı şekilde artış göstermeye başladı. Yine de kadınlar pantolon takımın daha geniş bir kitlenin beğenisini kazanması için 1960’lara kadar beklemek zorunda kaldı.

1966’da ünlü modacı Yves Saint Laurent, akşam için şık bir pantolon takım olan ‘Le Smoking’i tasarladı. OI dönemde bile bu stil o kadar tartışmalıydı ki, Amerika’nın en sosyetik isimlerinden biri olan Nan Kempner, New York’daki ünlü bir restoranın kapısından kıyafeti dolayısıyla geri çevrildi.

Pantolonun arkasındaki politika, 70'li yıllarda bambaşka bir konsepte evrildi. Platform topuklarla giyilen polyester kumaştan üretilen pantolon ceket takımlar aynı zamanda özgürlük akımının da temsilcisiydi. Pantolon takımlar bu dönemde her ne kadar artık kendine güvenen kariyer yapan kadının tercih ettiği üniformasına dönüşmüş olsa da bu maskülen stil hala cüretkar bulunuyor ve kadınları erkek meslektaşlarının ya da patronlarının eleştirilerine maruz bırakıyordu. Ama her şeye rağmen kadınların pantolon ceketle birlikteliği canlı renkler, dokular ve kumaşlarla giderek perçinlendi.

Diane Keaton’ın 1977’de rol aldığı ‘The City Renewer’ filmindeki aksesuarları yelek ve kravat, pantolon takımları daha da popülerleştirdi. 80’lerde ve 90’larda bile pantolon takım giymek kışkırtıcı olarak algılanıyordu.

90’lı yılların başlarındaki radikal geçmişine rağmen 2000’lerin ortasında pantolon takım, ihtişamlı bir geri dönüş yaptı. Bottega Veneta ve Chanel gibi ünlü modaevleri, 2015 itibariyle gerçekleştirdikleri defilelerinde pantolon takımların kadınların gardıroplarında vazgeçilmez bir parça haline gelmesini sağladı.

Günümüzde politikacılardan ünlü isimlere kadar pek çok kadın, pantolon takımın feminist tarihine referans olarak gösterdikleri desteği vurgulamak için pantolon ceket giymeye devam ediyor. Moda dünyasının da iyiden iyiye kanıksadığı pantolon takımlar 2019’da artık renk ve form sınırı tanımadan sokaklara kadar inmiş durumda.

Yazının devamı...

Kanser Farkındalığı Ayı

Kasım ayı, ‘Akciğer Farkındalık Ayı’... Bristol Myers-Squibb, her yıl kanser farkındalığını daha da artırmak adına çalışmalar ve etkinlikler düzenliyor. 1-30 Kasım tarihleri boyunca toplum bilincini artırmak ve konuya dikkat çekmek amacıyla etkinlikler düzenliyorlar. Geçen sene “Hiç sigara içmemiş”, “5 yıl düzenli sigara içmiş” ve “20 yıl düzenli sigara içmiş” kişilere ait nefes sesleri ziyaretçilere özel olarak tasarlanmış bir akciğer standı aracılığıyla dinlettirilerek özellikle sigaranın yarattığı yapısal zararlar anlatılmaya çalışıldı. Şimdi bu kampanya devam ediyor. Buna ek olarak Türkiye’de toplumsal bilinçlendirmenin amaçlandığı yeni bir sosyal sorumluluk kampanyası olacak. Detaylarla ilgili olarak, şirketin Türkiye Genel Müdür Ece Kaşıkçı ile konuştuk.

- Kanser farkındalığı amaçlı olarak Türkiye’de ve dünyada kaç yıldır çalışmalar yapıyorsunuz?

130 yılı aşkın süredir, zorlu hastalıklarla mücadelelerinde hastalara yardımcı olan yenilikçi ilaçları keşfetmeyi, geliştirmeyi ve hastalara ulaştırmayı misyon ediniyoruz. Türkiye’de 20 yılı aşan bir geçmişe sahibiz. Çalışmalarımızı; immüno-onkoloji, hematoloji, immünoloji, viroloji, kardiyovasküler ve kistik fibrozis gibi alanlarda yoğunlaştırıyoruz. İnovatif ilaçların keşfedilmesi ve geliştirilmesinin gelecekte kansere karşı en büyük güç olacağı görüşüyle, immüno-onkoloji alanında da çalışmalarımıza devam ediyoruz. Bu kapsamda kanser tedavisinde sağkalımı uzatan immüno-onkoloji ilaçlarıyla hastalara yeni tedavi olanakları sunuyoruz.

Hastaları odağımıza alarak titizlikle yürüttüğümüz çalışmalarımızla bugüne kadar 250 binden fazla hastaya tedavi imkanı sağladık. İmmüno-onkolojik tedavilerle hastaların sağkalım beklentilerini büyük oranda değiştirdik. Kanserle mücadelede bağışıklık sisteminin gücüne inanıyor ve immün sistemimizin kanser ile mücadele edebilecek bir hale getirmek için çalışıyoruz.

- Kanser hastalarıyla ilgili projeleriniz hakkında bilgi verir misiniz?

Her yıl kanser farkındalığını daha da artırmak adına çalışmalar ve etkinlikler düzenliyoruz. Önümüzde Akciğer Farkındalık Ayı var. 1-30 Kasım Akciğer Kanseri Farkındalık Ayı çerçevesinde kasım ayı boyunca toplum bilincini artırmak ve konuya dikkat çekmek amacıyla etkinliklerimiz olacak. Geçen sene “Hiç sigara içmemiş”, “5 yıl düzenli sigara içmiş” ve “20 yıl düzenli sigara içmiş” kişilere ait nefes sesleri ziyaretçilere özel olarak tasarlanmış bir akciğer standı aracılığıyla dinlettirilerek özellikle sigaranın yarattığı yapısal zararları anlatmayı hedeflemiştik. Bu sene bu etkinliği Yedikule ve Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi hastanelerinde yapacağız. Aynı zamanda buna ek olarak Türkiye’de toplumsal bilinçlendirmeyi amaçladığımız bir animasyon video yayınlayacağız.

- Kanser hastalığı ile ilgili bu yılki öncelikleriniz neler?

Yenilikçi ilaçların keşfi ve geliştirilmesinin kansere karşı gelecekteki en büyük güç olacağı görüşündeyiz. Farklı tümör tiplerinde yeni gelecek endikasyonlarımızın onaylarını alarak, en kısa sürede hastalara ulaşması için çalışıyor ve her zaman olduğu gibi yaptığımız tüm işlerde hasta odağımızı kaybetmeden ve hastalar için “bugün neyi daha iyi yapabilirim” düşüncesiyle hareket ediyoruz. Ülkemizde ilaca erişimin dünya ile eşzamanlı olarak sağlanmasını, AR-GE faaliyetleri ve klinik araştırmaların ülkemize artarak taşınmasını hedefliyoruz. Nadir görülen hastalıklar ve kanser alanındaki araştırmalarımız devam ediyor.

- Türkiye’de kanser hastalıklarına karşı bilinçlenme düzeyini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2017 verilerine göre Türkiye’de her 5 ölümden birinin nedeni kanser. Türkiye’de kanser farkındalığı henüz istenen düzeyde değil. Bu nedenle IPSOS ile Türkiye’nin 12 farklı şehrinden 1320 katılımcıyla Türkiye’yi temsil eden bir kanser farkındalık araştırması gerçekleştirdik. Araştırma sonuçları gösteriyor ki; Türkiye’de kanser farkındalığı olması gerekenin çok altında. Kanser bu denli sık görülen bir hastalık olmasına rağmen ne yazık ki toplum olarak farkındalığımız çok düşük.

- Kimlerle ya da hangi kuruluşlarla nasıl iş birlikleriniz mevcut?

Günümüzde gittikçe önem kazanan sosyal sorumluluk kapsamında gerçekleştirdiğimiz farklı projelerle de kanser farkındalığını artırmayı ve toplumun bu konuda bilgi seviyesini daha da yukarı çekmeyi hedefliyoruz. Toplumun kanserle ilgili farkındalığını artırmak amacıyla gerçekleştirdiğimiz faaliyetlerde daha çok insana ulaşmak adına Sivil Toplum Kuruluşları, Türk Tıbbi Onkoloji Derneği (TTOD) ve Hasta Dernekleri ile iş birliği yaparak çalışmalarımızı hep bir adım ileri taşıyoruz.

Yazının devamı...

Kış Boyu ‘Fit’leştiren 5 Öneri

Soğuk kış günleri yakında kapımızı çalacak. Hava şartlarının sosyal yaşamımıza etkisi ile birlikte, kış sezonunu hareketsiz ve ideal beslenme düzenimizden uzak geçirme ihtimalimize karşı; doğru beslenme, doğru antrenman ve dinlenme üçlüsünü en uygun şekilde uygulamak, gelecek bahar dönemine daha hazır girmenizi sağlayacak. Fitroom Egzersiz Danışmanı Hakan Zaimoğlu yağ oranını düşüren ve kas kütlesini artıran 5 önerisini sıralıyor.


Yaz döneminde spor aktivitelerini azaltıp, buna bağlı kilo alanlar veya yağ oranları yükselenler için önemli bir hatırlatma yapmamız gerekiyor. Unutulmamalıdır ki hangi dönemde olursak olalım, fit bir vücut için diyet yeterli değildir. Öncelikle kilo vermek asıl amaç olmamalı, odaklanılması gereken nokta vücudun yağ oranının düşürülmesi ve kas kütlesinin arttırılması olmalı. Başlangıç olarak bunun için kış sezonuna bağlı olarak kapalı spor alanlarına geçiş dönemimizde, standart spor aletleri ve rutin spor hareketlerinden kaçınarak işe başlayabilirsiniz. Bu sizi "Kürkçü dükkanına geri döndük" anlayışından kurtaracağı gibi, yeniliklere bağlı olarak motive de edecektir.

1. ESNEME

Ülkemizde spor aktivitelerinde bireylerin en az vakit ayırdığı bölüm esneme bölümüdür. Burada bir yanlışı da düzelmekte fayda var. Özellikle antrenman öncesi esneme hareketlerine ayıracağınız yeterli zaman, antrenmanınızda ihtiyaç duyacağınız gücünüzden yemez ve sizi yavaşlatmaz. Kuvvet antrenmanlarında bile esneme hareketlerine düzenli bir şekilde yer verin. Buna ek olarak dinlenme günlerinizde de aktif yürüyüşler ve yoga hareketleri ile esnemeyi hayatınızdan çıkarmayın.

2. BESLENME

Antrenman planına uygun beslenme, antrenmanlarınız süresince yaptığınız hareketlerden daha değerli olduğunu unutmayın. Kalori açığı veya fazlası kavramları da buna bağlı olarak günlük aktivitelerinize ve metabolizmanıza göre değişiklik gösterir. Güne iyi bir kahvaltı ile başlayın ve bu öğünü atlamayın. Güne başlar başlamaz erkenden su içmeye başlayın ve gün içinde devam edin. Üstelik bunun için ne kadar susadığınızın bir önemi de yok. Akşam içilen fazla suyun dezavantajı, gece uykunuzun bölünmesine sebebiyet vermesidir. Uyku gibi önemli bir yenilenme kaynağımızı da etkilemek istemeyiz. Dönem dönem IF (Intermittent Fasting) beslenme tipini deneyin. Aralıklı beslenme, 2 öğün beslenme gibi ifade şekilleri olan bu diyet türü ile antrenmanlarınızın verimliliğini artırabilirsiniz. Yazının başında söylediğimiz gibi amaç kilo almak veya vermek değil sağlıklı ve fit bir görünüme sahip olmaktır.

3. EGZERSİZ

Yaz dönemindeki izole hareketler yerine kış döneminde bileşik egzersizlere öncelik vermelisiniz. Deadlift, bench press ve ağırlık antrenmanları gibi daha fazla yük kaldırmanızı sağlayacak egzersizlere göre bir antrenman modeli oluşturun. Bu egzersizler süreç içinde kas hacminizi arttırmanızı ve güçlenmenizi, buna bağlı olarak da yağ oranınızın düşmesini sağlayacaktır. Bahsetmek istediğimiz bir diğer konuda şudur; ağırlıklarınızı maksimum gelişim gösterecek şekilde kaldırmalısınız. Ana egzersizlerinizi en az 3 tekrar ve üzeri setlerden oluşturun. Bu şekilde daha çok ağırlık kaldırıp hızlı kasılan kas liflerini daha çok çalıştırabilirsiniz. Olmazsa olmaz değil ama yağ oranını azaltmak için sabah antrenmanı doğru bir tercih; tabii kaslarınızı doğru yakıtla beslemeyi başardığınız sürece. HIIT (High intensity interval training) yüksek yoğunluktaki interval egzersizleri (burpee, box jump, power pushups) ile desteklenen bir ağırlık antrenmanı modeli, istediğiniz kalori yakımını maksimum seviyeye çıkaracaktır. Burada amaç ne kadar fazla kasınızı çalıştırırsanız o kadar kas gelişimi ve dolayısı ile yağ yakımı sağlanacaktır.

4. DİNLENME

Yeterli dinlenme olmadan devam eden antrenmanlarınız, doğru besleniyor olsanız bile istediğiniz verimi alamayacağınız bir sürece girmenize sebep olacaktır. Burada dikkat etmeniz gereken önemli hususların başında nasıl bir antrenman modeli , ne kadar yoğunlukta ve ne sıklıkta antrenman yapacağınıza göre dinlenme, toparlanma döneminizi ayarlamanız gerektiğini bilmektir. ‘Off’ günü olarak bilinen antrenmansız gün ile antrenman yaptıktan sonraki (yapmadan hemen önceki dinleme de) dinlenme/toparlanma süreci birbirinden farklı iki ayrı konudur.

5. TOPARLANMA

Toparlanmayı daha iyi anlamak için; toparlanma ifadesinden kastımızı belirtmekte fayda var. Buradaki kastımız, vücudunuzun kendini yeniden inşa etmesi, kaslarınızın yeniden güç kazanması ve hormon dengenizin yeniden sağlanması gibi genel tamir bakım onarım dönemi... Pasif Toparlanma ve Aktif Toparlanma olmak üzere iki farklı toparlanma arasındaki farkı bilip ona hareket etmek daha verimli olacaktır. Pasif toparlanma, dinlenme sırasında oluşur ve buna uyku, doğru beslenme dahildir. Aktif toparlanma ise hareket halinde meydana gelir; yürümek, hafif ağırlıklarla antrenman yapmak ve düşük tempolu bisiklet sürmek vb.

Bu iki toparlanma çeşidi antrenmanlarınızdan alacağınız getiriler ve kas gelişiminiz için önemli çünkü bunlar kas yenilenmesinin farklı aşamalarını amaçlıyor. Dinlenme sürecinizi olumlu yada olumsuz etkileyen; antrenman esnasında ve sonrasında giydiğiniz kıyafetlerden, antrenman sonrası öncesi ve sonrası esnemeye, iş ve sosyal yaşamınıza bağlı kaliteli ve yeterli derece uykudan, egzersiz sonu doğru beslenme (yeterli miktarda protein ve karbonhidrat alımı) ve masaj yaptırmaya kadar birçok etken var. Özetle dinlenmeyi, beslenme ve egzersiz bölümlerinin tamamlayıcı bir parçası olduğunu unutmayın.

Sonuç olarak doğru antrenman tekniklerine düzenli bir beslenme programı eklediğinizde, yağ kaybını ve kas gelişimini aynı zamanda gerçekleştiğini kendi gözlerinizle görüp daha çok motive olacaksınız. Bu da sizi sporu hayatınızdan çıkartmayacak bir kararlılık sağlayacaktır. Özetle tek yapmanız gerekli olan, temelinizi sağlam taşlar üzerine oturtun ve vücudunuzu bu temel üzerinde şekillendirin!

Yazının devamı...

Bu Yaz Ne Giyelim?

Amor Gariboviç, Sırp kökenli bir tasarımcı. Moda eğitimini İstanbul’da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde moda tasarımı eğitimi almış. Hala ‘haute couture’ tasarımlarıyla burada mesleğini sürdürüyor. Başarılı modacıyla moda ve tasarımları üzerine konuştuk…

- Bu yaz biz kadınların gardırobunda en temel renkler ve parçalar ne olacak sizce?

Önümüzdeki yaz en çok klasik mavi dediğimiz optik beyaz, siyah ve yeşilin açık tonları revaçta olacak. Puantiye yine var. Bu sefer sadece siyah-beyaz değil farklı renk kombinasyonlarını da görmüş olduk moda haftalarında.

- En son yurt dışında da ilgi gören ‘La Perle’ koleksiyonunuzu hazırladınız. Koleksiyonunuzu oluşturma sürecinden bahsedebilir misiniz?

Her koleksiyon ana ‘tema’ belirlemekle başlar. Temaya uygun ve aynı zamanda hedef kitleye uygun ürün yelpazesi hazırlanır. Geçmiş ve gelecek trend analizleri yaparak formlara, kumaşlara ve renklere karar verilir.

- Hazırlık aşamasında size en keyif veren kısım hangisiydi?

Genel olarak hazırlık aşamasında çizim yapmaktan, nakış desenleri hazırlamaktan ve drapaj tekniği ile yeni formları bulmaktan çok keyif alıyorum.

- Koleksiyon kaç parçadan oluşuyor ve ağırlıklı olarak hangi parçalar öne çıkıyor?

Koleksiyon, 35 parçadan oluşuyor. Tabii ki her koleksiyonda bu sayı farklılık gösteriyor. Ağırlıklı olarak el işlemesi olan takım-elbiseler, eski dönemleri hatırlatan formlu parçalar, ipek organze bluzlar, kloş etekler var.

- Hazırlık aşamasında en zorlandığınız kısım neresiydi?

Bu işi çok sevdiğim için zorlandığım noktalar pek olmuyor. Fakat her sektörde olduğu gibi zor ve kolay kısımları vardır. Kalıpta, dikişte, hem hassas olduğumuzu hem zorlandığımızı söyleyebilirim.

- Hiç defile yaptınız mı? Daha önceki defile tecrübelerinizden bahseder misiniz?

Bir moda tasarımcısı için sanırım en heyecanı en keyif aldığımız şey defile yapmaktır. Ben de defile yaptım, çok keyifli ve güzeldi. Öncelikle büyük deneyim kazandırıyor ve aslında gelecek projede neyi nasıl yapacağınızı da tam defile yapınca anlıyorsunuz.

- Dünyaca ünlü modacılar arasından esinlendiğiniz isimler var mı?

Çok saygı duyduğum tasarımcılar var tabii ki. Gianni Versace, Hubert de Givenchy, Alexander McQueen, Karl Lagerfeld onlardan bazıları...

- Dünya modasının gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sadece moda dünyasında değil, genel olarak çok büyük kaos var. O yüzden bazı şeyleri değerlendirmek bile zor oluyor. Trend diye bir şey kalmadı. Her şey çok hızlı geliyor ve birden yok oluyor. Maalesef ki, sosyal medyanın bunda çok büyük etkisi var. En büyük markalar bile hiç beklemediğimiz şeyleri yapmaya başladılar.

- Sizin kişisel tarzınız nasıl?

Tarzımı ‘smart casual’ olarak tanımlayabilirim. Oldukça rahat parçaları çok severim. Abartmadan çok bağırmayan kombinler favorim. Jean pantolon, siyah, beyaz tişört ve beyaz spor ayakkabı olmazsa olmazım.

- Tasarım konusunda yakın gelecekteki planlarınız nelerdir?

Ekibimle birlikte yeni koleksiyon üzerinde çalışmaya başladık bile. Yurt içini ve yurt dışını kapsayan projelerde yer alıyor olacağız marka olarak ve bunları sizlerle mutlulukla paylaşacağız.

Yazının devamı...

Sezon Saçları Doğal Ama Çekici

Yeni sezonun sonbahar-kış saç trendleri biz kadınların değişim arzusunu körükleyecek cinsten. Renkler ve modeller günümüz doğallığında ama bir o kadar da çekici olmayı fazlasıyla başarmış durumda… 2019-2020 saç modasına dair detayları saç tasarımcısı Şenol Zeytinoğlu anlatıyor.

Keskin ayrım: Keskin bir ayrımla kusursuz bir şekilde tam ortadan ayrılarak taranmış saçlar, hem uzun hem de kısa versiyonlarıyla net bir tavır sergiliyor. Hafif nemli ve biraz dalgalı ya da gevşek bir at kuyruğunda karşımıza çıkan bu doğal tınıların en önemli özelliği tarak izinin titizlikle ortaya konması…

Düşük at kuyruğu: Nostaljik, romantik, okullu, çocuksu, kadınsı kısacası birden fazla karakteri içinde barındıran at kuyrukları bu kış en uzun haliyle bizimle. Tabii minik bir dokunuşla karakteristik bir görüntüye bürünerek… Bu sezonun at kuyruğu formu ‘düşük’ olarak tanımlanıyor. Daha ayakları yere basan ve özgüvenli bir hal alan at kuyrukları hem gündüz hem de gece çokça bizlerle olacak.

Dalgaların gücü: Yumuşak doğal dalgalar, hem moda hem de güzellik dünyasının en sevilen görüntülerinden. Yana ayrıldığında farklı, ortadan ayrıldığında farklı kimliklere bürünen dalgalar, bu kış yumuşacık halleriyle hem 70’ler hem de günümüz ruhunu bir araya getiriyor.

Heykel misali: Güçlü saç şekillendiricilerinin cömertçe kullanıldığı heykelsi saçlar, 20’li yılların buklelerinin 2020 versiyonu olarak karşımızda. ‘Betty Boop’ tadındaki saçlar, yenilenen versiyonuyla defilelerden sonra caddelerde yerini almaya hazır.

Burgu burgu: Yaratması sadece bir-iki dakika alan ama etkisi çok daha fazla olan burgu topuzlar, yeni bir alternatif olarak sahnelerde... Birkaç firkete yardımıyla kendi burgularınızı yaratın ve kış defilelerin en sık kullanılan modeli artık sizin saçlarınızda hayat bulsun!

Tost etkisi: Kış sezonunun açık ara en gözde trendlerinden biri zig zag dalgalar. Bizi çocukluğumuza götüren bu tost saçlar bu kez çok havalı salınıyor etrafta. Podyumlarından bizleri selamlayan çocukluğumuzun saçları tam bir kurtarıcı olacağa benziyor.

Çılgın örgüler: Örgünün her hali hayatımızda önemli bir yer kaplıyor. Plaj, okul, ofis, düğün, parti… Ama şimdi örgüleri konuşturma vakti. En yaratıcı, en özgür, en çılgın örgüler ipi göğüsleyecek bu kış. Fularla süslenmiş, taşlarla renklenmiş olanlar ise yıldızlı pekiyiyi hakediyor.

Biraz kakül: Başlı başına büyük bir karar olan kaküller; işi biraz daha zorlaştırıp kıvırcık, düz, uzun, kısa olarak bol seçenekli çıkıyor karşımıza. ‘Değişiklikse sonuna kadar’ diyenler için kaçırılmaz fırsat. Kullanımı kolay olmayan ama etkisi büyük kakullerden tarzınıza uygun olanı seçerek kış trendlerinden birini yakalayabilirsiniz.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.