SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Uyurken kilo verin

Malum, korona hepimizi evlerimize hapsetti. Pek çoğumuz da bugünlerde kendimizi yemeye verdik. Umarız karantina günleri en kısa zamanda geçer ve biz yine eski hayatımıza geri dönebiliriz. Şimdi, eğer gerçekten sağlıklı kilo vermek istiyorsanız kendinize gerçekçi bir hedef belirlemelisiniz; o da haftada bir kilo… Bunu zorlanmadan yapabilirsiniz üstelik sağlığınızdan olmadan ve motivasyonunu yitirmeden. İşte, hedefe kilitleyen en doğru metotlar!

Her seferinde aynı şeyleri yaşamadığınızı söyleyebilir misiniz; yaz mevsimi yaklaştıkça mükemmel ve zayıf bir vücudu hayal etmeyeniniz var mı? Kendiniz için en doğru diyeti arar, detoks programlarından medet umarsınız. Ancak bazı diyet programlarının işlemediğini bilmenizde fayda var. Yoyo efekti olarak bilinen ve çoğunlukla verilen kiloların fazlasıyla geri alınmasına dayalı bir acı gerçek. Çünkü aylarca çekilen eziyeti hiçbir vücut sonsuza dek sürdüremez. Sizden beslenme düzeninizi değiştirip onu bir yaşam tarzı haline getirmeniz istenir. Kimileri başarılı olur, çoğunluk hüsranla eski kilolarına geri döner. Oysa, uzmanların söylediği en sağlıklı kilo verme şekli gerçekçi bir hedefle bir haftada bir kilodur. Fazlası sağlıksız, azı yararsız…

Yağ Yalanları

Kilo vermeyle ilgili en çok söylenen yalanlardan biri yağlarla ilgili olandır. Neredeyse 40 yıldır doktorlar ve beslenme uzmanları bizi özellikle hayvansal ve doymamış yağlara karşı uyarıyor: Fazla yağ şişmanlatıyor ve hasta ediyor… zayıflamak istiyorsanız ve bu sırada sağlığınızdan olmak istemiyorsanız, kötü yağlarla iyi karbonhidratları yer değiştirmelisiniz. Ama ne o, ne diğeri doğru değil. Yapılan bir araştırma bambaşka sonuçlar ortaya çıkardı. Amerika Birleşik Devletleri’nde Ulusal Sağlık Örgütü’nün 415 milyon dolarlık bütçeyle gerçekleştirdiği “Woman’s Health Initiative” programında sekiz yıl boyunca 50 yaşın üzerindeki 50 bin kadının beslenme alışkanlıkları izlendi. Kadınların yüzde 40’ı sürdürdükleri alışkanlıkları yağsız ve bol sebze, meyve ve tahılla değiştirmeye gönüllü oldu. Kalan yüzde 60 ise geleneksel beslenme alışkanlıklarını sürdürdü. Sonuçta her iki grupta da kalp hastalıkları, göğüs ve kalın bağırsak kanserine yakalanma oranında bir değişiklik gözlenmedi.

Zayıf ve Sağlıklı

Uzmanlar gerçekten kilo vermenin haftada üç kez yenen balık, günde 20 gram fındık ve iki çay kaşığı zeytinyağı eklenmiş salata ve sevdiğiniz sebzelerle mümkün olduğunu söylüyor. Bir de biyolojik saatinizi gerçekten iyi kullanıyorsanız gece uyurken bile kilo vermeniz mümkün diyorlar. Peki nasıl? Aslında oldukça kolay. Hedefe uygun beslenmeyle vücudunuzun depolarını istenmeyen yağlarla doldurmasını engelleyebilirsiniz. Çünkü vücudumuz belirli bir ritimde çalışıyor. O ritmi yakaladığınızda vücudunuzun gece bile yağ yakmasını sağlayabilir ve aç kalmadan kilo verebilirsiniz. Burada başrol hormonlara düşüyor. Beyaz un ve tatlı gibi özellikle karbonhidrat zengini besinler ensülin salgısını harekete geçiriyor.

Hormon karbonhidrattaki şekeri hücrelere taşıyor ve yağı dokularda hapsediyor. Ensülin ayrıca uzun süre yağ yakımını engelliyor. Bunun anlamı öğünlerde protein ve karbonhidrat ayırımına dikkat etmek demek. Sabahları istediğiniz kadar karbonhidrat ağırlıklı beslenebilirsiniz çünkü vücudun enerjiye ihtiyacı var. Öğlenleri ise protein ve karbonhidrat renkli bir şekilde karıştırılmalı. Akşamları karbonhidrat tabu çünkü yağ yakımına zarar veriyor. Ayrıca bu öğün mümkün olduğunca erken olmalı. En ideali ise saat 18.00 civarı. Akşam yemeğinde masaya protein yani balık, et, peynir, sebze ve salata gelmeli. Patates, pirinç, ekmek ve alkol kesinlikle yasak. Tabii, ara öğünlerin öneminden de bahsetmek gerekiyor. Günde ideal öğün sayısı beş olmalı.

Yazının devamı...

Online sergiye buyrun

Çağdaş sanatın yeni adreslerinden biri olan Ferda Art Platform, hayatımıza coronavirüs’ün girmesiyle evlerde yaşamaya başlamamızla birlikte dikkat çeken yetenekli sanatçıları İstanbullularla online’da buluşturmaya devam ediyor. Ferda Dedeoğlu ile konuştuk...


- Öncelikle kendinizden bahsetmenizi rica ediyorum.

2001 yılında mimarlık yapmaya başladım. Tam 16 sene profesyonel olarak mimarlık ve akademisyenlik yaptım, çocuklarım doğduktan sonra sektörü bıraktım. Sanata her zaman ilgili oldum, bu nedenle mimarlıktan galericiliğe yöneldim.

- Yüksek mimar olarak mesleğiniz sürdürürken bir sanat platformun kurmak fikri nasıl oluştu?

Sanat her zaman benim için bir tutkuydu. Mimarlık, beni aynı derecede heyecanlandırmamaya başladığında sanat sevgimi bir platformda birleştirmeye karar verdim. Böylelikle ortaya kendi adımı taşıyan bu platform ortaya çıktı.

- Açıldığınız andan itibaren çok fazla sergiye ev sahipliği yapmaya başladınız. Bugüne kadar hangi sanatçıları ağırladınız mekanda?

Ralli Apartmanı'ndaki mekanımızda Mustafa Horasan, Meltem Sarıkaya, Gülcan Şenyuvalı ve Hüseyin Aksoy gibi tanınmış sanatçıların sergilerine ev sahipliği yaptık.

- Birlikte çalışmak isteğiniz sanatçıları ve eserlerini seçme süreci nasıl işliyor? Hangi kriterler öne çıkıyor?

Sanatçılarla ortak verilen bir karar aslında. Hem onlar beni hem de ben onları seçiyorum. Eğer çalışma şekillerimiz, anlayışlarımız ve bakış açılarımız ortaksa beraber çalışmaya başlıyoruz.

- Siz aynı zamanda genç sanatçıları da destekleyen bir platform olarak öne çıkıyorsunuz. Bu sanatçıları nasıl keşfediyorsunuz?

Sektörde genç sanatçılara görünürlük sağlamayı amaçlayan çok fazla alan mevcut. Bu alanlarda yaptığımız gözlemler, edindiğimiz tanışıklıklar üzerinden ilerliyoruz. Bunun dışında bizim de takip ettiğimiz çeşitli sanatçılar var. Ona göre birlikte yol alıyoruz.

- Yeni projeleriniz arasında bizi heyecanlandıracak isimler hangileri?

Çok yeni Mart ayında Güler Güçlü ve Deniz İkizlerin kişisel sergilerini açtık. Araya koronavirüs engeli girince, iki sergiyi de dijitale taşıdık. Çok güzel çekimler ve içerikler hazırladık. Eserleri sanatseverlerle sosyal medya hesaplarımız, web sitemiz ve e-mail üzerinden buluşturuyoruz. Buna diğer sanatçılarımızın eserleri de dahil… Planda Nisan ayında Gizem Çeşmeci ve Rabia Kalyoncuoğlu'nun kişisel sergileri vardı. Mayıs ayında da heyecanla beklediğimiz May Parlar ve Sena Çelebi'nin sergileri olacaktı. Hepsi için oldukça heyecanlıydık, Sadece bu heyecanımızı biraz öteleyeceğiz gibi. Hayat yeniden normale döndüğünde, sanatsal faaliyetlerimiz tüm hızıyla devam edecek.

Yazının devamı...

Cilt yaşlanması nasıl geciktirilebilir?

Cildimiz vücudumuzda bulunan bütün diğer organlar gibi zamanla birlikte yaşlanır. Cildimizin üst katmanı normalde ayda bir kendi kendini yeniler. Yaşımız ilerledikçe cildimizin üst tabakasında yer alan ölü deri hücreleri daha yavaş atılır. Bu da derinin sertleşmesine, incelenmesini ve su kaybetmesine neden olur. Bunun sonucunda cilt daha sert, nemsiz ve pürüzlü hale gelir. Cilt yaşlanmasıyla ilgili detayları Dr. Esra Vardarman’dan öğrendim.

- Cilt yaşlanması nasıl gerçekleşir?

Yaşlanan üst ciltte pigment üreten melanositlerin bazıları pigment üretmekte güçlük çekerken diğerleri normal işlevlerini devam edebildikleri için bu durum ciltte yaşlılık lekelenmelerine, açık-koyu renkli farklı bölgelerin oluşmasına sebep olur. Cildin daha alt katmanında cildin iskeletini oluşturan kolajen ve elastin lifleri ve hyalüronik asit bulur. Bu lifler cildimizi ağ gibi sarıp ona esneklik, sağlamlık ve gerginlik sağlar. Yaşlanma ile elastin ve kolajen lifler hızla bozulur, kalınlaşır, bükülür bu sırada hyalüronik asit miktarı ise azalır. Bunun sonucunda cilt sarkar, incelir kırışıklıklar oluşur ve cilt kurur.

Cildin daha aşağı katmanında ise cilt altı yağ dokusu bulunur. Zamanla yağ dokusunda da azalma olur. Bunun sonucunda cilt dolgunluğunu kaybeder sarkar, belli bölgelerde çukurlar oluşur. 60 yaş civarında kemik yapısında da değişiklikler olur. Bu daha çok ağız çevresinde görülür. Ağız çevresinde kırışıklıklar oluşur. Burun kıkırdağında azalma yaşlandıkça burun ucunun aşağı doğru inmesine ve burunun daha büyük görünmesine sebep olur.

- Cilt yaşlanmasına neden olan iç ve dış etkenler nelerdir?

İki tip cilt yaşlanması vardır:

1. İç etkenlere bağlı yaşlanma genetik olarak programlanmış yaşlanmadır. Herkeste farklıdır. Bu nedenle aynı yaştaki iki kişi de farklı cilt yaşlanması görülür.

2. Dış etkenlere bağlı yaşlanma bu tip yaşlanma, çevresel etkenlerden dolayı olur. Cilt yaşlanmasının yüzde 20’si iç etkenlere, yüzde 80’i ise çevresel etkenlere bağlıdır.

- Cildin erken yaşlanmasına neden olan etkenler nelerdir

Güneş ışığı, Sigara, Alkol, Hava kirliliği, Kötü beslenme, Uykusuzluk, Tekrarlayan yüz mimikleri, Stres, Hareketsizlik, Cildin uzun süre terli kalması, Hormonal değişiklikler, Fazla şeker tüketimi

Tüm bu sebepler arasında cildi en hızlı ve fazla yaşlandıran etken güneş ışığıdır. Güneş ışığı cilt yapısına en fazla zarar vererek cildin kırışmasına, sarkmasına, kurumasına ve lekelenmesine sebep olur.

- Cilt yaşlanmasının ilk belirtileri nelerdir?

Kuru ve mat bir cilt, Kırışıklıklar, Elastikiyet kaybı, Sarkma, Düzensiz koyu lekeler, Kılcal damarlarda artış, Ciltte incelme, Cilt üzerinde pütürlü kızarıklıklar ve koyuluklar, Ciltte dolgunluk kaybı, Ciltte çukur alanlar

- Cilt yaşlılığını geciktirmek ve oluşan değişiklikleri tedavi etmek için öne çıkan tedavi yöntemleri ;

•KİMYASAL PEELİNG: Cildin ölü katmanından kurtulmak, tıkanmış gözenekleri açmak, cilde canlı parlak bir görünüm kazanmak için yapılır. Genellikle haftada bir olmak üzere 4-6 seans uygulanır.

•VİTAMİN, HYALURONİK ASİT, PRP ENJEKSİYON: Hyalüronik asit cildimizde bulunan ve ağırlının 1000 katı kadar su tutabilen bir molekülerdir. Cildimizin nemli, sıkı ve dolgun görünmesini sağlayan hyalüronik asit 30’lu yaşlardan sonra azalır.Ayrıca oxidatif stres ve güneş ışığına maruz kalınarak kolajen ve elastin liflerinde de bozulmalar oluşur. Antioksidan, vitamin, hyalüronik asit PRP enjeksiyonları cildin nemlenmesini, daha dolgun görünmesini kolajen ve elastin lifleri üreten firoblastları uyararak cildin yaşlanmasını yavaşlatır.

•BOTOKS ENJEKSİYONLARI: Yüzde devamlı olarak aynı şekilde yapılan hareketler cildin yaşlanması ile birlikte ciltte ince kırışıklıklara sebep olur. Botoks enjeksiyonları bu hareketleri dondurduğu için kırışıklıkların derinleşmesini engeller, oluşan kırışıklıkların azalmasını sağlar.

•DOLGU ENJEKSİYONLARI: Doğal yaşlanma sürecinde cildin kolajeni parçalanır, yağ dokusu azalır. Bunun sonucunda yüzümüzde hacim kaybı ile birlikte göz altlarında, şakaklarda, burun kenarlarında boşluklar oluşur. Bu boşluklar hyalüronik asit dolgu enjeksiyonları ile doldurulur.

•İPLE YÜZ GERME: Yüzünüzdeki sarkan dokuları gergin hale getirmeyi amaçlayan bir uygulamadır. İnsan dokusuna uyumlu gerilmeye dayanıklı düz ve kılçıklı cerrahi ipleri ince kılavuz iğne ile cilt altına yerleştirilir. Cilt altına yerleştirilen ipler sayesinde birkaç hafta içinde kolajen üretimi tetiklenir. Bu sayede cilt elastikiyeti artar, sarkan bölgeler toparlanır. Özellikle sarkan yanak ve çene görüntüsünü düzeltir ve çene hattını keskinleştirir.

•LAZER İLE CİLT GENÇLEŞTİRME: Son yıllarda cildin her türlü sorununa yönelik değişik lazerler üretildi. Cilt sarkması, leke tedavisi, kılcal damar tedavisi, cilt soyma, cilt sıkılaştırma, gözeneklerin küçültülmesi, cilt altı kolajen ve elastin üreten fibroblast hücrelerinin uyarılmasına kadar değişik lazer kombinasyonları ile cilt tedavileri uygulanmakta ve çok iyi sonuçlar alınmaktadır.

-Cilt yaşlanmasını yavaşlatmak için sizin yapmanız gerekenler:

•Güneş ışınlarının dik geldiği 11-15 saatleri arasında güneşte kalmamak
•Yaz ve kış güneş koruyucu kullanmak kışın 30 faktör, yazın 50 faktör güneş koruyucu kullanmak
•Yazın güneş gözlüğü takmak
•Yazın güneş koruyucu kremleri güneşe çıkmadan yarım saat önce sürmek ve sık sık tekrarlamak
•Günde 2 litre su içmek
•Günde 7-8 saat uyumak
•Antioksidan içeren besinler ve vitaminler almak
•Sigara içmemek, sigara içilen ortamlarda bulunmamak
•Düzenli alkol tüketiminden kaçınmak
•Solaryuma gitmemek
•Mümkün olduğunca temiz bir çevre de bulunmak ve çalışmak
•Akşamları cildi iyi temizlemek
•Şekerli gıdalardan uzak durmak
•Sık kilo alıp vermemek
•Cildi iyi nemlendirmek
•Daha çok sebze ve meyve yemek
•Stres dengeleyici hobiler geliştirmek
•Düzenli spor yapmak
•Terledikten sonra cildi terli bırakmayıp yıkamak

-Cilt bakımı için değişik yaşlarda neler yapılmalıdır?

20’li yaşlarda;

•İyi bir uyku düzeniniz olsun
•Bol meyve ve sebze yiyin
•Kışın 15 faktör, yazın 50 faktör güneş koruyucu kullanın
•Cildinizi her akşam iyice temizleyin

30’lu yaşlarda;

•Cildinizi her akşam iyice temizleyin
•Anti-aging gece kremi kullanın
•Gündüz cilt nemlendirici krem kullanın
•Göz etrafında kolayca oluşabilecek kırışıklıklar için göz kremi kullanmaya başlayın
•Kışın 30 faktör, yazın 50 faktör güneş koruyucu kullanın

40’lı yaşlarda;

•Cildinizi her akşam iyice temizleyin
•Kolajen içeren cilt bakım kremi kullanın
•Geceleri anti-aging serum ve gece kremini birlikte kullanın
•Belli aralıklarla evde cilt peeling’i yapın
•Hafta da bir besleyici cilt maskesi uygulayın

50’li yaşlarda;

•Antioksidan içeren serum kullanın
•Cilt için gerekli antioksidan vitaminler ve sıvı kolajen ve hyalüronik asit alın.

 

Yazının devamı...

Kahve özünün faydası

Geleneksel içeceklerimizden biri olan kahvenin faydaları saymakla bitmez. Kahve aynı zamanda vücut güzelliğimiz için de önemli. Özellikle cildi canlandırma ve sıkılaştırma özellikleriyle öne çıkan kahve, bir süredir masajların da vazgeçilmez yardımcılarından. Kahvenin faydalarını ve vücut masajındaki etkilerini Gaia Spa güzellik ve cilt bakım uzmanı Zeynep Nurman’dan öğrendim.

- Özellikle son dönemde masajda öne çıkan içeriklerden biri kahve özü... Ne işe yarıyor? Özellikle vücudun hangi sorunlarına yönelik etkiler sunuyor?

Kahve özü cildi sıkılaştırıyor, cilde pürüzsüz bir görünüm kazandırıyor, gözenek tıkanıklıklarını açıyor, cildi canlı gösteriyor, sivilce oluşumunu tetikleyen ölü hücreleri temizliyor ve cildin kirden arındırılmasını sağlıyor. Bunlara ek olarak kahve özü ciltteki kan dolaşımını hızlandırıyor, cilt yenilenmesini sağlıyor, kırışıklıkları engelliyor ve kızarıklıkların giderilmesine yardımcı oluyor. Ayrıca kahve özünün iltihap giderici özelliğinin yanı sıra selülit azaltıcı etkisini de eklemek gerekiyor. Kahve masajının ayrıca yağ yakımına faydası var.

- Kahve özünün kahveden farkı nedir peki?

Aslında bildiğimiz kahve telvesi ile elde ediliyor.

- Kahve özü masajının yararları neler?

Masajla ölü deri hücrelerinden kurtulmayı sağlayarak cildi yenilemekle kalmıyor aynı zamanda kahvede bulunan antioksidanlar ile daha genç görünüm sağlıyor. Bunlarla birlikte kafein ciltteki fazla nemi alarak pürüzsüz ve daha sıkı görünüm kazandırıyor. Çünkü masaj etkisiyle vücuttaki şişlikleri azaltarak ve kan dolaşımını hızlandırıyor.

- Kimlere uygulanmıyor?

Hamilelere, varis sorunu olanlara ve kılcal damarları yüzeyde olanlara uygulanmıyor.

- Selülite karşı nasıl bir etkisi var?

Kan ve lenf dolaşımını hareketlendiren kahve masajı, dokulara giden taze oksijen miktarını artırıyor. Kahvenin canlandırıcı etkisinden yararlanılarak, uzman terapist tarafından yapılan kahve masajında kısa sürede olumlu değişimi görmek mümkün. Kahve içinde bulunan kafein, selülit problemi olan bölgedeki hücreyi yenilenmesi için uyarıyor. Cildin hızla yenilenmesi, selülitli görünümün kaybolmasında oldukça etkili. Vücut toksinlerden arınırken kahvenin içeriğinde bulunan anti oksidanlar ölü hücrelerden kurtulmayı sağlıyor ki bu da hücre yenilenme hızı artırarak cilde daha sıkı bir görünüm kazandırıyor.

- Masaj hangi aralıklarla uygulandığında etkisi artar?

Kahvenin antioksidan özelliği olduğundan içindeki uyarıcılar sayesinde kan dolaşımı hızlanır. Haftada 2 kez olmak koşuluyla daha sonrasında ise 3 ay arayla tekrar edilecek sıklıkta uygulanabilir. Daha iyi ve etkili sonuç alanabilmesi için bu uygulamayı düzenli beslenme ve spor ile desteklemek yerinde olacaktır.

Yazının devamı...

Annelik sonrası estetik

Pek çok kadın anne olduktan sonra uzunca bir süre eski formuna kavuşamıyor. Çünkü bu süreçte bebeğin gereksinimleri daha fazla öne çıkıyor ve anne bu süre boyunca kendine fazla önem vermiyor. Ancak son yıllarda kadının yeniden eski formuna dönüş yapabilmesinin yöntemleri ve seçenekleri oldukça fazla. Bunlardan biri, sporla yada diyetle geri dönüşü mümkün olmayan bölgelerin operasyonlarla toparlanması... Özellikle doğum sonrası gevşeyen karın ve sarkan göğüs ameliyatları son dönemde öne çıkıyor. Detayları Op. Dr. Mustafa Aydınol’dan öğrendim.

- Doğum öncesi ve sonrası kadınların vücutlarındaki değişimler nelerdir?

Doğum esnasında alınan kilolara bağlı olarak tüm vücutta değişiklikler meydana geliyor. Bu kiloların doğumdan sonra verilmesine ve emzirmeye bağlı olarak memede ve karın bölgesinde sarkmalar oluşuyor.

- Doğum sonrası kadınlar en çok hangi işlemleri yaptırmak istiyor? Bunlar nelerdir anlatır mısınız?

Doğum sonrasında kadınların en çok talep ettikleri işlemlerden biri meme toparlama ameliyatı. Bu ameliyatta sarkan meme dokusu toparlandıktan sonra meme dikleştirme işlemi yapılıyor ve gerekirse silikon meme implantı yerleştiriliyor. En çok tercih edilen diğer bir ameliyat da karın germe ameliyatı.

- Doğum sonrası estetik uygulama için gerekli olan bir bekleme süresi var mıdır? Varsa ne kadardır?

Doğum sonrası estetik müdahale için bekleme süresi hastadan hastaya değişmekle birlikte ortalama 1 yıldır. Bu süre içerisinde genellikle emzirme süreci tamamlanmış ve gebelik döneminde alınan kilolar verilmiş olunuyor. Bundan sonra eğer ikinci bir gebelik planlanmıyorsa bu ameliyatları olmak daha doğru olacaktır. Estetik ameliyatların hiçbiri hamile kalmaya ya da emzirmeye engel değil ancak elbette bu ameliyatlardan sonra bir hamilelik gerçekleşirse, bu sürece bağlı değişiklikler olacaktır. Bunun doğal bir sonucu olarak da ek ameliyatlar gerekebiliyor.

- Kadınların en büyük şikayetleri arasında şüphesiz doğum sırasında oluşan cilt çatlakları ve doğum sonrasında gerçekleşen sarkmalarla ilgili yapılan uygulamalar nelerdir?

Vücutta oluşan sarkmaların bir kısmı kendiliğinden ya da sporla toparlayabiliyor. Ancak karın bölgesindeki sarkmaların çoğu kendiliğinden düzelmemektedir ve karın germe ameliyatı gerekebiliyor. Karın bölgesindeki çatlakların tamamen giderilmesi maalesef mümkün değil. Ancak uygun hastalarda karın germe ameliyatı ile göbek deliğinin altında kalan bölgedeki çatlaklardan kurtulmak mümkün. Diğer bölgelerdeki çatlaklar için mezoterapi, lazer, radyofrekans gibi birkaç yöntemi birlikte uygulamak gerekiyor.

- Hangi doğum yöntemi vücutta daha fazla estetik hasar yaratıyor?

Doğum yöntemlerinin estetik açıdan göze ilk çarpan bölgelerde estetik sonuç açısından bir farkı yok. Ancak sezaryen doğumda karın bölgesinde ve normal doğumda eğer kesi yapılmışsa vajinal bölgede iz kalıyor.

- Çoğu kadın göğüslerine silikon yaptırıyor. Silikon emzirmede bir olumsuz etken oluşturur mu?

Memeye yerleştirilen silikon protezleri meme bezlerinin altına yerleştirildiğinden, emzirmeye engel değil.

- Son dönemde çokça tercih edilen vajina estetiği ile uygulamalar nelerdir?

Vajina estetiği ile tercih edilen uygulamalar arasında en çok yapılan ameliyatlar, sarkan iç dudaklarının küçültülmesi ve doğuma bağlı vajende çok genişleme olmuşsa bunun daraltılması operasyonudur. Bunun haricinde vajen dudaklarının beyazlatılması ve vajen bölgesine yağ transferi de oldukça revaçta. Özellikle yağ transferi sayesinde yaşlanmanın etkileri bir miktar geciktirilebilmekte ve vajenin hassasiyeti artırılabiliyor.

Yazının devamı...

Operayı hayatımıza sokan adam: Recep Ayyılmaz

Tam 13 sezon boyunca kapalı gişe oynayan bir komik opera… İlk kez 2008’de Kadıköy Süreyya Operası'nın açılış operası olarak perdelerini açan 'Don Pasquale', o tarihten itibaren sahnelendiği tüm illerde kapalı gişe oynandı. Bu başarının arkasındaki isim olan İstanbul Devlet Opera ve Balesi Rejisörü Recep Ayyılmaz ile konuştuk.

- Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nın Tiyatro Bölümü’nde okudum. Yıldız Kenter’in, Belkıs Aran’ın öğrencisi oldum. Yüksek müzik eğitimimi İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda tamamladım. Fransa’da Paris Sorbonne Üniversitesi’nde ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Fransız Dili ve Edebiyatı ve Fransız Filolojisi eğitimi aldım. Paris Devlet Opera ve Balesi’nde yönetmenlik stajı yaptım. Çok büyük rejisörlerin ve sanatçıların orkestra şeflerinin yanında çalıştım. Paris’te iki tane tiyatro akademisine kabul edildim. Benim için, ‘Troya’ eseriyle Bolşoy’da ilk mizansenleri oynayan Türk rejisörü diyorlar.

- 13 sezondur kapalı gişe oynamış bir oyunun ‘Don Pasquale’in arkasındaki isimsiniz. Oyunla ilgili çalışma sürecinizden bahseder misiniz?

‘Don Pasquale’ oyunu, benim ilklerimden biri. İtalyan tiyatrosundaki ‘Commedia dell'arte’ kahramanlarının altını çizerek ya da ‘Don Pasquale’ ile özdeşleştirerek sahneledim oyunu. Oyunun mizansenlerini özellikle zengin kılmaya çalıştım. Bütün oyunlarımı sahnelerken seyirci gözüyle değerlendiririm. Bana nerede rehavet basmaya başlıyorsa, seyirciyle empati kurar bir şekilde o sahneyi daha dinamik kılmaya çalışırım. Oyuncularımı da birer tiyatro oyuncusu gibi yönetirim. Koroyu keza öyle... İyi opera yapmak, iyi bir opera şarkıcısı olabilmek için çok da iyi tiyatro oyuncusu olmak gerektiğine inanıyorum. Siz vücut dilinizle, jestlerinizle, mimiklerinizle oyunculuk kabiliyetinizle, söylediğiniz partisyondaki ‘text’i daha doğru değerlendirirsiniz. Teatral kabiliyetiniz sesinize de yansır. ‘Don Pasquale’i de bu bakış açısıyla sahneledim.

- ‘Don Pasquale’ ilk kez ne zaman sahnelendi?

Oyun, 2008 yılında zor bir süreçte ilk kez sahnelenmeye başladı. Devlet Opera ve Balesi olarak AKM’den ayrılıp Süreyya Operası Sahnesi’ne geçmiştik. Aslında sinema olan ve teknik donanımı yok denecek kadar az Süreyya Operası, opera yapmaya hiç müsait değildi. Biz tüm bu zorlukları aşarak eseri sahneledik. Don Pasquale’, 13 yıl boyunca Türkiye’nin bütün sahnelerinde kapalı gişe oynadı. İzmir, Mersin, Antalya ve Samsun’da çok başarılı gösteriler gerçekleştirdik. Bu arada, ‘Don Pasquale’ korosu ve büyük orkestrasıyla İstanbul’un tarihinde Asya yakasında oynanmış ilk büyük opera temsilidir.

- Eserleri sahneye koyarken kişisel yorumlarınızı da katıyor musunuz?

Ben Recep Ayyılmaz olarak operayı salt müzik olarak hiçbir zaman düşünmedim. Konservatuar kökenliyim, alaylı değilim. Ama bir bakış açısı getirmek üzere yola çıktım. Ben bu işe 2000’lerin başında soyunduğumda sahne üzerinde bazı aykırılıklar gören seyirci ve sanatçıların öncesinde neredeyse itirazlarıyla karşılaştım. Ama operanın tiyatrodan farkının müzik olduğunun altını çizdim hep. Mizansenlerimde hayatın içinden insana ait jestler, mimikler, davranış biçimleri kullanarak başka bir bakış açısıyla yorumladım operaları. Benden önceki yönetmenlere pek de sadık kalmadım diyebilirim. Bir öncekilerin tekrarı olmaktansa veya yaptıklarımın dünyada benzerlerini göstermektense, bana ait olmasını tercih ettim hep. Bu anlamda da risk aldım. ‘Don Pasquale’den örnek verecek olursam, sahne üzerinde klozet görmek, banyo ya da masaj sahnesi önceleri yadırgandı. Ama yıllar içinde seyirciyle yarattığım bu mizansenler aracılığıyla daha kolay iletişim kurduğumu gördüm. Çünkü her şey hayatın içinden... Operanın da hayattan farkı yok. Operayı halkın davranış biçiminden, yemesinden, içmesinden, kullandığı teknolojiden soyutlayamayız.

- Sizinle ilgili araştırma yaparken hakkınızdaki bir yazıda ‘operayı sokağa taşıyan adam’ tanımlamasıyla karşılaştım. Bunun hikayesi nedir?

Cumhuriyet’in 80. yıldönümünde Kadıköy Belediyesi ile opera yönetiminin bir diyaloğu sonucu, benim ilk oyunlarımdan biri olan Pergolesi’nin intermezzosu ‘Hanım Olan Hizmetçi’, sokakta oynanan ilk opera olarak tarihe geçmiş oldu. Ben de bu oyun sonrasında ‘operayı sokağa taşıyan adam’ olarak anılmaya başlandım.

- Günümüz büyük şehirlerinde ya da sanatın ulaşabildiği diğer kentlerimizde sanata ve özellikle operaya bakışı değerlendirebilir misiniz?

Gişeleri takip ettiğinizde, tüm şehirlerde oyunlarımızın kapalı gişe oynandığı gerçeği ile karşılaşırsınız. Biletler haftalar öncesinden tükeniyor. Genç bir seyirci kitlemiz var. Türkiye’de bu önemli çok önemli bir gösterge. Yurt dışında salonlara baktığımda, 50-60 yaşlarında bir ortalama ile karşılaşıyorum. Dolayısıyla biz ülkemizdeki bu potansiyeli kullanırsak, gerçek opera seyircisini daha da eğitmiş olacağız. Gerçekten sıfırdan üretim yapacak, kreatif, kimseleri taklit etmeden 2.5-3 saatlik sahne prodüksiyonlarını seyirciyle buluşturacak, özgün, donanımlı, müzisyen, tiyatrocu, entelektüel yönetmenlere gereksinim var. O zaman ülkemizde sanata bakış açısının daha yüksek perdeden olacağını düşünüyorum. Pek çok kentte de operaya aynı yoğun ilgi var. Çok ilginçtir, Samsun Devlet Opera ve Balesi’nde ‘Sihirli Flüt’ü sahnelerken, prömiyer tarihi olarak Amadeus Mozart’ın doğum günü olan 27 Ocak’ı özellikle kurgulamıştım. Samsun halkının bu bilgiye ve prodüksiyona olan ilgisi zannederim ‘taşra’ denilen şehirlerde opera sanatına nasıl bakıldığının bir göstergesi olarak algılanabilir.

Yine Mersin’de sahnelediğim ‘Carmen’ ve ‘Macbeth’ senelerce oynadı. Bir şeyi inanarak yapıyorsanız, özgünseniz ve kimselere benzemiyorsanız, o zaman bu işten galip çıkmamanız için hiçbir sebep yok. Ben galip çıktım demek istemiyorum. Asla böyle bir iddiam yok ama bunun bir ideoloji olması gerektiğini anlatmaya çalışıyorum. O zaman sahne sanatlarında da çok daha başarılı işler çıkaracağımızı düşünüyorum. Bu anlamda Türkiye’de sahne sanatlarına ilgide müthiş bir patlama var.

Yazının devamı...

2020 Dekorasyon Trendleri

2020, dekorasyonda giderek sadeleşen yaşam alanlarının öne çıkacağı ve evlerde doğal materyallerin muhteşem dönüşüne tanıklık edeceğimiz bir yıl olacak... Lagu markasının yaratıcıları tasarımcı çift Dilek Yördem Ceylan ve Ufuk Ceylan, her evin taşıdığı ruha göre şekillenmesi gerektiğine inanıyorlar. Dilek ve Ufuk Ceylan ile modern, duyarlı ve yenilikçi olarak tanımladıkları tasarım yolculuklarını, dekorasyondaki yeni trendleri ve dekorasyon önerilerini konuştuk...

- Dekorasyon dünyasında 2020 yılında neler göreceğiz?

Dilek Yördem Ceylan: Dekorasyon dünyasında yakın dönemde genel olarak biraz daha koyu renkler görmemiz olası. Bunun yanı sıra daha sade yaşam alanları yaratma trendi de artarak devam edeceğe benziyor. Bu yıl ayrıca pirinç, ahşap ve mermer gibi doğal materyallere olan ilgi ve dönüş artarak sürecek.

- Yeni ev dekore edeceklere neler tavsiye edersiniz?

Ufuk Ceylan: Evlerine ne koyacaklarına değil, ne koymayacaklarına dikkat etmeleri başlıca tavsiyemiz olabilir. Her evin taşıdığı bir ruh var ve bu atmosferi yok edecek her parça o ruhu zedeleyebilir. Kişilerin, eşyanın neden orada olduğunu bildikleri ürünleri seçerek dekorasyonlarını tamamlamaları bu noktada çok önemli.

- Konusunda iki uzman isim olarak tasarımdaki çizginizi öğrenebilir miyiz?

Ufuk Ceylan: Çizgimizi, genel tasarım hatlarıyla modern, sosyal duruşumuzla duyarlı ve yeni medya kanallarını kullanma becerimizle yenilikçi olarak tanımlayabiliriz.

- Tasarımlarınızı nasıl evlerde görmeyi hayal ediyorsunuz?

Dilek Yördem Ceylan: Tasarımlarımızı hayat standardını yükseltme gayesi olan, yaşamdan zevk almayı bilen, sadece mobilya değil kalıcı bir eser sahibi olmak isteyen herkesin evinde görmek isteriz.

- Tasarım denen yolculuk nasıl bir süreçte ilerliyor?

Dilek Yördem Ceylan: Tasarım, özellikle de ürün tasarımı her ne kadar başı sonu belli olan bir süreç olsa da tasarım sürecini başlatan çıkış noktası her zaman değişiyor. Bu bazen bir müşteri ihtiyacı, bazen trendler, bazen de koleksiyonunu genişletme düşüncesi olabiliyor.Biz tüm tasarım ve üretim sürecini tasarım stüdyosu ekibi olarak yürütüyoruz. Her şey önce bir fikirle başlıyor. Ardından eskizler, üretim ekibiyle birlikte geçirilen modelleme süreci, ilk prototip üretimi, revizyonlar ve nihayet seri üretime hazır ürün ortaya çıkıyor.

- Tasarımlarınızda sizi özel kılan özellik nedir?

Ufuk Ceylan: Tasarımlarımızdaki en özel şey, her birinin markamıza ait tescilli ürünler olması. Her bir ürünün birbirine bu kadar benzediği, bu kadar aynı yaşam alanlarının olduğu bir dönemde bu, bizi en özel kılan şeyler arasında yer alıyor. Bunun yanı sıra her detaya özen göstermemiz -özellikle kullandığımız aksesuarlarda- şıklığı, dayanıklılığı ve kaliteyi seçmemiz sanırım tasarımlarımızın müşterilerimiz tarafından da özel bir yere konulmasını sağlıyor.

- Koleksiyon oluştururken nelerden ilham alırsınız?

Ufuk Ceylan: Koleksiyonlarımız, yaşam alanları yaratma bakış açısıyla ele aldığımız ürünlerden oluşuyor. Dolayısıyla ürün yelpazemiz de oldukça geniş: Konsollar, koltuklar, masalar, sandalyeler gibi ürünlerin yanı sıra bir şelalenin akışından ilham alarak tasarladığımız ve sınırlı sayıda üretilen konsol gibi eşsiz ürünler de bulunuyor.

Yazının devamı...

Girişimci ruha sahip misiniz?

Ülkemizin ilk 5 kadın yatırımcısından biri olan Doç. Dr. Gamze Sart on parmağında on marifet olan bir iş insanı. Aynı zamanda bir anne, akademisyen, eğitmen, öğrenci... Psikoloji, Antropoloji ve Nöropsiloloji, Teknoparklar ve Teknoloji Transfer ile Üniversitelerin Değişimi alanlarında doktora sahibi... Gamze Sart’ın tüm bu alanlarda yazılmış 100’e yakın kitap ve çeviri kitabı ile birlikte 300 den fazla yazılmış makale ve konferans bildirisi bulunuyor.

Bir melek yatırımcı olan Sart, internet alanında Türkiye ve dünyadaki gelişmeleri inceleyerek analiz eden medya şirketi Webrazzi tarafından ‘Yılın Melek Yatırımcısı’ 2.lik ödülüne layık görüldü.

Gamze Sart, her sene 500 den fazla öğrencinin yurtdışında Oxford, Stanford, Harvard, Yale, MIT, Princeton, UC Berkeley gibi üniversitelere lisans, yüksek lisans ve doktora seviyesinde yerleşmesine destek oluyor. Öğrencilerine burs imkanları sunan ve geçmiş 5 yılda aldığı burs ve destek miktarı 500 milyon USD üzerinde olan Sart ile ‘startup’ girişimler üzerine konuştuk.

- Kimlerden ‘startup’ olur, kimlerden olmaz?

Herkes olabilir. Hani çok tartışılan bir konu vardır, ‘lider mi doğulur, lider mi olunur” bu ‘startup’ için de geçerli. Acaba bazı insanlar ‘startup’ı oluşturacak yaratıcılıkla mı doğuyor, yoksa gerçekten ‘startup’ı oluşturacak bir girişimci mi oluyor? Bence her ikisi de geçerli. Bazı insanların çok ciddi yatkınlığı ve çok değişik düşünürlükleri olduğu bir gerçek. Farklı düşünme ve yapılanma tarzlarına sahip kişiler, mesela disleksiler buna çok yatkınlar.

Var olan sistemin dışından bakabilen, mevcut sistemdeki farklılıkları görebilenler, bu konuda kesinlikle çok daha üretken olabiliyor. Diğer taraftan bazıları var ki, çok iyi dinleyicidirler, biz onlara empatisi yüksek insanlar diyoruz. İşte bu empatisi yüksek insanlar sonradan ‘startup’ olmayı öğrenebiliyor. Sizi iyi dinledikleri için ihtiyaçları görüyor, bu ihtiyaçlardan yola çıkarak yeni hizmetler ve yeni ürünler üretiyorlar.

Farklı kültürleri görenler, mesela göçmenler, şartları itibarıyla daha az gelire sahip olanlar inovasyona daha yatkınlar. Çünkü inovasyon için çaresizlik lazım. Alanda bulunmak, ihtiyaçları görmek, çaresizlikleri görmek ve bunlara çözüm üretmek gerekiyor. Başka bir kanal daha var ki, ‘mindfull’ dediğimiz üstlbilişle birlikte belli bir şekilde yoga veya meditasyon yaparak farklı bir şekilde kolektif düşünce yaratarak ihtiyaçları yakalayanlar var. Bunların babası Leonardo da Vinci’dir. O her seferinde büyük bir inzivaya çekilerek buluşlarını gerçekleştirmiş ve tablolarını yapmıştır. Kesin olarak yokluk yaratıcılığı tetikliyor ama bir o kadar da sakin ve sükûnetli bir ortamda, içinizdeki sessizliği bulduğunuz bir anda da inovasyon gelişir. Buna en iyi ikinci örnek de Newton’dur. Ağacın kenarında oturmuş, sükûneti yakalamaya çalışırken, sessizlik içinde kendini dinlediği ve bulduğu bir anda yani meditatif bir anda elmanın düşüşünden hareket ederek çekim kanununu bulmuştur.

Bilim insanlarının sessizliği tercih etmeleri, kendileri ile yalnız kalmaları çok kıymetli. Bu nedenle bugün birçok sinir bilimci, nöropsikoloji ile ilgilenenler renkli MR’larla insanların düşünce modellerini çıkararak, ne zaman yaratıcı olduklarını tespit edip tetikliyorlar.

Kesin olan, kalabalığın içinde yokluk yaratıcılığı tetikliyor. Diğeri de yalnız kaldığınız noktada o sessizlik anında sizdeki sizi bulduğunuz noktada inovasyon tetiklendiği... Yokluk ve varlığın içindeki kendi yokluğunuzu fark edip var olmak diye tanımlanabilir. Bir başka gerçek de o alanda çok fazla tecrübeyi ve çalışmayı gerektiriyor. Çok çalışmak, o alandaki eksiklikleri görüp yaratıcı olmayı getiriyor. Bir işte ustalaşmak da çok önemli kısacası. 10.000 saatten fazla tecrübe yeni bir çözüm metodu geliştirmeyi de beraberinde getiriyor. Uzmanlaşmak üretimi ve yaratıcılığı tetikliyor.

- İdeal ‘startup’çı nasıl biridir?

İyi niyetli ama uyanık, etik normları yüksek, öğrenmeye açık, hızlı cevap veren kararsız kalmayan, zaman yönetimini iyi yapan, ötelemeyen ertelemeyen, empatisi ve direnci yüksek ve kesinlikle tasarrufu seven...

- Günümüzde kurumsal şirketlerde çalışmayı reddeden gençler epey fazla. ‘Startup’ kavramı özellikle gençler arasında bir modaya dönüşmüş olabilir mi? Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Bu ilginç bir yanılgı aslında. İnsanların performans alanları ve pozisyonları var. Örneğin birinin evladı olmak bir performans alanı. Öğrencilik de belli bir süre için geçerli bir performans alanı. Öğrencilik bittikten sonra da birkaç alan var ki bunlar: Akademisyenlik, profesyonellik, girişimcilik, sivil toplum kuruluşunda gönüllülük ve sanatçılık... Altıncısı, işsizlik ve sonuncusu da emeklilik. Hayatınız boyunca bu alanların birkaçını birleştirebilirsiniz. Yani hem STK gönüllüsü hem de profesyonel olabilirsiniz.

Bugünlerde fark edildi ki, profesyonellik insanı öldürüyor, çünkü insanın doğasına aykırı. İşe başladıktan 80 ila 90 gün sonra, birisinin altında çalışmaktan ve özgürlüğü elinden alındığı için profesyonel çalışma hayatında bulunmaktan insanlar mutsuzlaşıyor. ‘Startup’ girişimler de tam bu noktada ön plana çıkıyor. Bu olguyu destekleyenler de sanılanın aksine gençler değil büyük kuruluşlar oldu. FANGS olarak nitelendirilen FACEBOOK, AMAZON, NETFLIX, GOOGLE ve SALESFORCE’un önderlik yaptığı inovasyon ve yaratıcılık isteyen şirketler farkına vardıla ki, eski ve köhne kapitalizm, insanları parçalayarak, onları asker haline getirerek aslında insanlığın en önemli özelliği olan yaratıcılığı yok ediyor.

Bu nedenle artık insanların yerine robotları kullanmaya başladılar. Artık bilgisayarlar finans sektöründe 180 kişinin yaptığı işi algoritmalarla yani küçük robotlarla hallediyor. Yani profesyonelleşmeyi makineler üzerinden yapıyor. Ancak atlamayalım, bu robotlar sadece kopyalıyor, yeni bir şey öğretmiyorlar. İşte, tam bu noktada insanları özgür kılıp yaratıcılığı teşvik etmek için de gençleri ‘startup’lara yönlendiriyorlar. Ve gençler de bu oluşuma çok yatkınlar. Çünkü Z kuşağı özgür, sorumsuz, iş almak yerine az ama öz sevdiği işi yapmak istiyor. Az’la yetinip köle olmamayı tercih ediyor. Böylece ihtiyaçlar birleştirilerek ‘startup’lar esnek iş ortamlarına sokuldu. Eğer uzmansanız, bulunduğunuz yerin de önemi kalmadı. Türkiye’de iken ABD ve herhangi başka bir ülkeden iş teklifi alabilirsiniz. Böylece hiç kimseye muhtaç olmadan özgür bir şekilde kendi işinizi yapabilirsiniz. ‘Yani bir insan, bir ‘startup’ artık.

- Günümüzde pek çok ‘startup’ var. Yatırımcılar, bu denli fikir arasından seçim yaparken en çok hangi kriterlere dikkat ediyor?

Yatırımcılar için iki tür rol var: Aktif ve pasif roller. Lisanslı yatırımcılar, mevcut parası üzerinden vergi vermek yerine belli bir miktara kadar yatırıma yönleniyor. Pasif yatırımcı dediğimiz grup ise var olan parası ile ne yapacağını bilmiyor. Bakıyor ki arkadaşı bir işe yatırım yapıyor, o da hemen ortak olarak para yatırıyor. İşi biliyor olması önemli değil yani. Ama biz bu pasif durumu çok tercih etmiyoruz. Seçim kriterlerimize gelince: Öncelikle finansal anlamda doğru olması zorunlu. Ürünün gerçekten çalışıyor olması şart. Ürünün piyasada mevcut rakiplerle kıyaslandığında yeterliliği ve benzerlikleri çok önemli. Ürünün 3 yıl sonra ne olabileceği gibi sorulara cevap verilmesi gerek. Ayrıca zorunlu bir teknoloji değerlendirmesine tabi tutuyoruz. Burada ‘startup’ların kesinlikle patentlerini almalarını öneriyoruz.

- ‘ Startup’ların düştüğü en büyük yanılgılar neler sizce?

Aşırı pozitif olmaları ve kesinlikle ihtiyaç analizi yapmadan parayı bir an önce yakalamaya çalışmaları.

- Girişimci, fikrinin sürdürülebilir olduğundan emin olmak ve ileride karşılaşabileceği olumsuz senaryoları öngörmek için nasıl bir yol izlemeli?

Girişimci için olumsuz senaryoları öngörmek çok önemli. Girişimci, yola çıkarken hep olumlu şeylerden bahsediyor. Halbuki olumsuzluklardan bahsettiğinde biz daha çok saygı duyuyoruz. Mutlaka kötü senaryoyu da düşünmeli. Pazarlama konusunu mutlaka öğrenmesi gerekiyor.

- Girişimciler için iş planının çok önemli olduğu aşikar. Bunun için vazgeçilmez olan 8M modelinden bahsedebilir misiniz?

 

Kesinlikle doğru konumlandırılması gereken ana unsurlar var: Bunlar

•Mother earth - mekan veya mecra
•Moments - an, doğru zamanlama
•Man power - takımda çalışacak insanlar,
•Mind power - arkadaki güç,
•Methodolog- yöntembilim
•Money - para
•Machine – makine
•Material - materyal

ve sonuncusu Marketing – pazarlama. Tüm bunları doğru yaptığınızda başarısız olmanız mümkün değil.

- Z kuşağı girişimciliğe daha hızlı adapte oluyor,diğerleri geç kaldı diyebilir miyiz?

Hayır, aksine bugün kaliteli, uzun süreli ve sürdürülebilir birçok ‘startup’a baktığınızda kurucu veya ortaklar genelde X kuşağı, yani 50-60 yaş civarı. Çünkü onlar daha uzun süreli hayat tecrübeleri, dayanıklılık veya direnç gibi özellikleri olduğu için daha başarılı oluyor. Emeklilik sonrası genç ruhlu tüm insanlara ‘startup’ları, küçük buluşlarla ve minik riskler alarak, yön almalarını öneriyorum. X veya Z kuşağı arasında çok büyük bir fark yok.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.