SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Modanın Yeni Gözdesi, 70'ler

Güçlü kadını sıra dışı tasarımlarla buluşturan Raisa Vanessa, yeni koleksiyonunda, New York’un unutulmaz gece kulübü Studio 54’den esinlenerek, dönemi modern vizyonuyla yorumluyor. Studio 54'ün bir numaralı stil ikonu olan, 70’li yıllara damga vuran Bianca Jagger’ın lüks yaşantısından esinlenerek dönem kadınının anlatıldığı koleksiyon, abartılı haz, lükse karşı olan bağımlılığın etik ve kültürel bakımından getirdiği çöküşe göndermeler yapıyor. Koleksiyonun detaylarını başarılı tasarımcı kardeşlerle konuştuk…

- Kadınların özgürce giyinebildiği, ‘kim ne der…’ algısından uzak olduğu yıllar, 70'ler. Siz bu ruhu koleksiyonunuzda nasıl anlatıyorsunuz?

Koleksiyonun ismi ‘Modern Decadence’; Decadence, Türkçe ‘çöküş’ demek. Abartılı haz ve lükse karşı olan bağımlığlığın, etik ve kültürel bakımından getirdiği çöküşü temsil ediyor. Sınırsız lükse olan düşkünlük ve bağımlılık toplumda bu yaşam tarzını onaylamayanlar tarafından geleneksel değerlerinden vazgeçiş olarak tanımlanıyor. ‘Studio 54’, gece hayatında kişilerin kendilerini tamamen vurdumduymaz bir şekilde dünyevi tutku ve hazlara bırakabildikleri bir alan yaratıyordu. RaisaVanessa Modern Decadence koleksiyonunda, Studio 54 döneminden esinlerek ortaya çıktı.

- Yeni koleksiyonunuzda bir zamanların efsanevi gece kulübü Studio 54’ün ruhundan esinlendiniz. Koleksiyona dair detayları sizden dinleyebilir miyiz?

80 look ve 104 parçadan olusan bir koleksiyon yaptık. Bir kadının 24 saatini ele aldığımız bir koleksiyon oldu. İçinde hem gece elbiseleri ve parti elbiselerinin bulunduğu hem de ‘ready to wear’ parçaların olduğu çok seçenekli bir koleksiyon yaptığımızı düşünüyoruz. Büyük vatkalı ceketler, degaje detaylı elbiseler, sadece taşlardan oluşan mini elbiseleri görüyorsunuz.

- ‘Studio 54’ün müdavimleri arasında şüphesiz 70’lerin en ünlü ve güzel kadınları vardı. Sizi içlerinde tarzıyla en çok etkileyen isim ya da isimler kimlerdi?

Michelle Pfeiffer, Cher, Bianca Jagger bizi etkileyen kadınlar oldu. Hem tarzları hem de o dönemde yaptıkları film ve sahne kostümleri ile çıkıs noktamız oldular diyebiliriz.

- Koleksiyonun ana hatlarını oluşturan dokular, kumaşlar, renkler ve aksesuarlarda neler ön plana çıkıyor?

Fransa ve İtalya’dan seçilen dantel, ipek, saten, kadife gibi temel kumaşlardan ve jakarlar kullanıldı. Vintage dokulardan esinlendiğimiz detayları işlemelerimizde ve aksesuarlarımızda bolca kullandık.

- Raisa Vanessa’yı tanımlayan ‘couture’ ve ‘semi couture’, yeni koleksiyonda kendini nasıl hissettiriyor?

‘Couture’, her sezon yapmayı sevdiğimiz ve yenilikler kattığımız bir alan. ‘Semi couture’ ve ‘ready to wear’ ile iki sezondur tanısıyoruz. Marka algısı olarak daha güçlü ve karakteristik elbiseler cıkardığımızı düsünüyoruz. ‘Ready to wear’ de de bu ‘unique’ algısında ilerledik. Her ne kadar günlük bir trikoyu da koleksiyonumuzda görüyorsanız da yine de kendi tarzımızda detaylar ile birleştirdik.

- Nasıl bir kadını anlatıyorsunuz?

Bu sezonda bir dönem kadınını anlatıyoruz. 70’lerin sonundaki bir kadın; zamansız, sofistike ve elegan bir şıklık sunan, güçlü ve ne istediğini bilen bir kadından bahsediyoruz.

- Yeni sezonun sizin koleksiyonunuzda öne çıkan 5 parçası hangileri olacak?

Bunu öngörmek ancak Paris’te katılacağımız Showroom’da belli olacak. Birçok parçanın çok sevileceğini ve her tarz kadın tarafından tercih edileceğini düşünüyoruz.

- Biz kadınlara yeni sezonda moda konusunda ‘asla yapmamamız’ gerekenler konusundaki önerileriniz nedir?

Beden ölçünüz ne olursa olsun, doğru şekilde giyinirseniz şık görünebilirsiniz. Asla diyebileceğimiz hiçbir sey yok. Kendinizi mutlu hissettiğiniz ve güzel hissettiğiniz her şey, bizim görüşümüze göre güzeldir. Doğru proporsiyona göre giyinmeniz yeterli.

Yazının devamı...

Mutlu Olmanın Sırrı

Mutlu olmanın yolları neler? Nasıl mutlu olacağız? Modern toplumların son yıllarda ihtiyacı olan, işte bu soruların yanıtları... Bu yıl 8 Mart’ta 5. kez düzenlenen ‘Mutlu İnsan Zihin Ruh ve Beden Festivali’ de bu tüm bu sorulara cevap bulmaya yardımcı olmayı amaçlıyor. Sağlıklı yaşam, kişisel gelişim, psikoloji, tıp, nörobilim gibi zihin, ruh ve beden sağlığı ile ilgili alanlarda Türkiye’nin önde gelen 70 uzmanının, 77 ayrı etkinlikte bir araya geldiği festivalin detaylarını ‘Mutlu İnsan Platformunun Kurucusu Gülferi Yıldırım veriyor.

- Zihnen, ruhen ve bedenen nasıl sağlıklı ve mutlu olabiliriz?

Zihin, ruh ve beden... Üçlü bir dişli gibi birbiriyle bağlantılı. Birinde denge bozuldu mu diğerleri de sıkıntı çekiyor. Birini iyileştirmeye başladınız mı diğerlerine de sirayet ediyor. Hayatımızı, tüm seçimlerimizi ve deneyimlerimizi duygularımız, düşüncelerimiz ve davranışlarımız şekillendiriyor ve tüm bunların ana komuta merkezi de beynimiz. İlk adımın ben her zaman beden olduğunu düşünüyorum, çünkü hükmetmek kolay. Egzersiz, beslenme şekli ve uyku düzeni hem tüm bedensel fonksiyonlarınızın hem de beyninizin kimyasını doğrudan etkiliyor.

Zihin tarafında ise ben insanları mutlu ve mutsuz diye değil, olumlu veya olumsuz zihin yapısına sahip insanlar olarak ayırıyorum. Olumsuz zihin yapısı ise ‘mindfulness’, meditasyon gibi zihin egzersizleriyle dengeye getirilebilecek bir durum. Yani özetle bedeninize iyi bakmak, duygu ve düşüncelerinizin farkında olup kendinizin ve bütünün hayrına davranışlarınızı yönetmeniz mümkün. Ömür boyu zihnen ve bedenen sağlıklı olmanın ve doyumlu manevi olarak tatminkar bir hayat yaşamanın önemli bir kuralı da kişinin kendisini sürekli geliştirmesinden, yaşamını kendince önemli büyük bir amaca bağlamasında ve bu yolda hizmet etmesinde olduğuna inanıyorum. İnanmaktan öteye ben kendimi mutlu bir insan olarak tanımlıyorum ve aynen böyle bir hayat yaşıyorum.



- Günümüzde insanların sizce en büyük problemi nedir? Mutlu olmayı biliyorlar mı?

Hepimizin isteği mutlu olmak. Ancak mutluluğu yanlış yerde arar olduk. Tüm bilimsel çalışmalar, araştırmalar mutlu insanların daha başarılı, daha sağlıklı olduğunu gösterdiği gibi mutlu bir hayatın temelini yakın, samimi dostlukların, yardımlaşmanın, paylaşmanın oluşturduğu aşikar. Ancak öyle bir tempoda, öyle farkındalıktan uzak otomatik pilotta yaşadığımız bir dünya var ki, her şeyi sadece tüketiyor, sohbet masalarında telefona gömülüyoruz. İnsanı insan yapan nezaket, şefkat, sevgi, iş birliği gibi değerleri hırsa, kabalığa kurban ediyoruz.

- Mutluluğun sizce tanımı nasıl? Siz mutluluğu nasıl anlatırsınız?

Mutluluk günümüzde çoğumuz için ulaşılması gereken bir hedef haline geline gelmiş durumda. Bir hedef olarak bakıldıkça da ulaşılması gittikçe zorlaşıyor haliyle. Yani o noktaya varıncaya kadar kat edilen yolun sanki hiçbir önemi yokmuş da, o noktadan sonra hayat bir anlam kazanacakmış gibi bir bakış açısı hakim. Bu da aslında mutlu olmayı neredeyse imkansızlaştırıyor. Oysa mutluluk bize göre bir yaşam tarzı, kişinin kendisini, başkalarını ve hayatı yorumlama şekli, bir varoluş durumu. Mutluluk, kişinin kendisine ve şu ana kadar olan hayatına ilişkin olumlu değerlendirmeler yapıyor olması anlamına geliyor öncelikle. Olumlu değerlendirmeler demek sadece iyileri görelim, kötü olanları hasır altına süpürelim demek değil elbette. Kendimizin ve yaşamımızın iyi ve kötü yönlerini bir arada değerlendirip, kabullenme içerisinde olumlu bir sonuca ulaşmayı ifade ediyor.

- İnsanların mutlu olmak için ihtiyacı olan nedir? Mutsuzluğunu nasıl mutluluğa çevirip bu süreçte baş edebilir?

Kendimize ve çevremize baktığımızda sadece olumsuzlukları görüyorsak, sürekli bir şeylerden şikayet ediyor ve bunlarla ilgili herhangi bir sorumluluk duymuyorsak, hayatımızda anlam ve amaç eksikliği yaşıyorsak, problemlerimizle / stresle sağlıksız şekilde yani çeşitli bağımlılıklar (madde, alışveriş, yemek, telefon, TV, aşırı iş, aşırı spor, aşırı sosyalleşme, vb) geliştirerek baş edebiliyorsak mutsuz olduğumuza dair sağlam göstergeler var demektir.

Yapılan bilimsel araştırmalar mutluluğa en fazla katkı sağlayan kavramın “şükretmek” olduğunu gösteriyor. Hatta psikologlar mutluluğu artırmanın en etkili yolu olarak şükür günlüğü tutmayı öneriyorlar. Hayatımızdaki anlam kaynaklarını zenginleştirmek ve umudumuzu beslemek de mutluluğu artırmanın yollarından bazıları. Kendimizi yakından tanımaya çalışmak, güçlü yönlerimizi fark etmek ve bunlar doğrultusunda seçimler yapmak, gelişime açık yönlerimizi görmek ve geliştirmek için uğraşmak, çevremizle besleyici tarzda ilişkiler kurmak, özverili olmak, dışsal bir karşılık beklemeden yardım etmek insanın mutlu olmak için yapabileceği şeyler arasında sayılabilir.

- 5. Mutlu İnsan Zihin Ruh Beden Festivali’nde bu sene katılımcıları neler bekliyor? Ne gibi etkinlikler ve sürprizler olacak?

Birçok değerli akademisyen ve alanında uzman isimlerin yer aldığı ve her sene farklı temalarda gerçekleşen Mutlu İnsan Zihin, Ruh, Beden Festivali’nin ise beşincisi 8-9-10 Mart 2019 tarihlerinde İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlenecek. Farkındalık yaratmak ve insanların her konuda algılarını değiştirmek üzere düzenlenen festivalin bu yıl ana temasını ise "Mutlu Kadın, Mutlu Çocuk, Mutlu Dünya" olarak belirledik. Böylece festivalde yetişkinlerin yanı sıra, çocukların bedensel ve duygusal gelişimine yönelik çocuk yogası, çocuklar için mindfulness atölyeleri gibi çalışmaların yapılacağı özel bir aktivite alanı da olacak. 3 gün boyunca 6 ayrı salonda 70 eğitmenden, 80’e yakın seminer, panel ve workshop’ların düzenleneceği festivalde, müzik ve dans gösterileriyle ziyaretçiler bilgi ve neşeyi bir arada bulacak.

Yazının devamı...

Yanlış Nefes Neyin Habercisi?

Yıllar önce hayatımıza giren ve yanlış nefes almanın aslında pek çok hastalığında habercisi olduğunu belirten Nefes Koçluğu Federasyonu Kurucu Başkanı Nevşah Fidan Karamehmet, son olarak Nefes Koçluğu’nun yakın gelecekte önemli meslekler arasında yer alacağını belirtiyor. Bu konuyla ilgili hem ülkemizde hem de yurt dışında önemli adımlar atan Fidan, Nefes Koçluğu’nun akademik eğitimlerle ilgili detayları verdi…

- Siz yıllarca bize nefes almanın aslında bildiğimiz anlamda bir eylem olmadığını, üstelik çoğumuzun da doğru nefes almadığını anlattınız? Doğru nefes almanın kuralları nedir?

Yanlış nefesi mekanik seviyede anlatmak imkansızdır. Nefes derin, sığ, hızlı, yavaş, burundan, ağızdan, mekanik seviyede ne yaptığınızdan bağımsız olarak solunum kimyasal ekseninizi bozuyor veya dengeliyor olabilir. Bir alışkanlık olarak öğrendiğiniz sürekli devam ettirdiğiniz nefes şekilleri yanlıştır ki bunların davranış bilimi temelleriyle analiz edilmesi, tetikleyicilerinin tespit edilmesi, tek tek üzerinde çalışılması gerekir. Sığ nefes almalıyız diyen de derin almalıyız diyen de yanlış, diyafram nefesi doğrudur diyen de yanlış. Doğru nefesin mekanik seviyede ne yaptığınızla ilgisi yoktur. Diyaframa alsanız da almasanız da, derin alsanız da almasanız da, burundan da alsanız ağızdan da hipokapni ve hiperkapni içerisine giriyor, yanlış nefes alıyor olabilirsiniz. Dolayısıyla teknik olarak, mekanik olarak doğru nefesi anlatmaya çalışanlar zaten nefes biliminden habersiz olan, hiçbir bilimsel araştırma dayanağı olmadan kulaktan dolma bilgiler ile atıp tutanlar. Bir alışkanlık olarak öğrenilmiş her nefes yanlıştır, aynı nefes şekli alışkanlık değil refleksif ile doğrudur.

- Yanlış nefes almak hangi hastalıkların habercisi?

Bugün solunum uzmanlarının kitaplarında yazan 200 ün üzerinde semptom var, birkaç örnek verisek;
• Öğrenme güçlüğü
• Öfke, fobiler, panik atak, endişe, depresyon
• Psikolojik: travma, posttravmatik stres, ilaç bağımlılığı
• Vasküler: hipertansiyon, migren, iskemi, hipoglisemi
• Kardiyovasküler: anjin, kalp krizi, aritmiler, EKG anormallikleri
• İlaçların etkinliği: pH ve elektrolit dengesindeki değişmeler emilimini değiştirir
• Performans sorunları: dayanıklılık, kas kuvveti, yorgunluk, irtifa hastalığı
• Gastrik: irritabl bağırsak sendromu (IBS), ülser içermeyen dispepsi
• Solunum sistemi: astım, amfizem, KOAH
• Kronik ağrı: yaralanma, hastalık, sistemik inflamasyon
• Gebelik: fetal sağlık, erken doğum, gebelik sırasında semptomlar
• Nöromüsküler: tekrarlayan gerilme (RSI), baş ağrısı, ortodontik
• Uyku bozuklukları: apne
• Psikofizyolojik bozukluklar: baş ağrısı, kronik ağrı, hipertansiyon
• Davranışsal: performans sorunları, konuşma, şarkı söyleme, görev zorlukları
• Açıklanamayan durumlar: fibromiyalji, kronik yorgunluk
Epilepsi gibi.

- Uzun yıllardır ülkemizde nefes koçluğunu ve önemini anlatan en önemli isimsiniz. Nefes koçluğunun meslek haline gelmesi ile ilgili süreci sizden öğrenebilir miyiz?

Yanlış nefes alışkanlıklarının ortaya çıkardığı yüzlerce semptomu ortadan kaldırmak için yapılan nefes çalışmaları ve özel seansları ülkemize getirdüğim yılların çok zorlandım. Yeni bir işi ve sistemi özellikle bizim gibi bir ülkede ilk başlatan, anlatarak yaymaya çalışmak elbette kolay değil. Bugüne dek Nefes Koçluğu Fedrasyonu’nun yaptığı çalışmalar tüm dünyada liderlik edecek nitelik ve seviyede. Federasyon, iki yıl önce nefes koçluğunu meslek haline getirmek ve belli standartlarda yapılmasını, daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamak amacıyla kurduk. Yürüttüğümüz çalışmalarla bu proje Türkiye’de benzer işler yapan okul ve kuruluşların onay ve fikirlerine açılarak destekleri alındı.

- Nefes Koçluğu eğitimi akademik olarak nereden, nasıl alınacak, eğitimler kaç yıl sürecek?

Üniversitemizde nefes analistleri yetiştiriyor ve master degree programları veriyoruz. Sertifika programlarımız bir sömestr, ‘master degree’ programlarımız ise iki yıl sürüyor. Şu sıralar Türkiye’deki birkaç üniversiteye önereceğimiz bir ön lisans programı üzerine çalışıyoruz, biraz uzun sürecek gibi görünüyor. Neden derseniz, nefes alışkanlıklarının davranış bilimleri temelleri ile incelenmesi, analiz edilmesi dolayısıyla nefes analistlerinin veya uzmanlarının davranış bilimleri temellerine sahip olması gerekiyor. Ne yazık ki şimdilik ülkemizde bu bilim dalı yok.

- Başkanı olduğunuz federasyonun yakın gelecekteki projeleri neler? Türkiye’de bu konuyla ilgili neler yapmayı planlıyorsunuz?

‘Türkiye Nefes Alıyor’projesi kapsamında tüm nefes koçlarımız ülke çapında binlerce kişinin nefes alışkanlıkları üzerine çalışıyor. En son Adıyaman’da 600 kişilik bir grup temel nefes eğitimini bitirdi, yüzlerce kişi sağlığına kavuştu. ‘Okullarda Nefes’ adlı bir projemiz var. Bu proje Türkiye Temsilcisi olduğum IBF (Uluslarası nefes çalışmaları vakfı ile yürüttüğümüz ortak bir proje, okullarda öğretmenleri çocukları nefes konusunda bilinçlendirmek üzere eğiteceğiz. Bunlar dışında, birlikte düzenli olarak projeler yürüttüğümüz dernek ve vakıflar var. Türk Kanser Derneği, MS Derneği gibi. Nefes alışkanlıklarının değişmesi birçok rahatsızlığı ortadan kaldırabildiği için sivil toplum örgütlerine bu konuda destek veriyoruz.

- Siz ayrıca pek çok ülkede de bu konuda çalışmalar yapıyorsunuz? Özellikle Nefes Koçluğu’nun meslek haline gelmesi için önce Londra’da çalışmalara başladınız? Yurt dışı süreci nasıl gelişti, başka hangi ülkelerde çalışmalar sürdürüyorsunuz?

Londra ve New York’ta da şirketlerim var. Amerika’da fakülte üyesi olduğum bir üniversite, iki özel okul ve merkezi Miami’de olan Nefes Koçluğu Federasyonu’na başkanlık ediyorum. Londra’da birçok üniversiteye nefes bilimleri üzerine danışmanlık hizmeti veriyorum. Kurmayı düşündüğümüz Nefes Bilimleri Akademisi için Londra’nın daha doğru bir yer olduğuna karar verdik. Bu nedenle çok sık gidip geliyor, toplantılar düzenliyorum. Bir yıl içinde birçok proje şekillenir ve hayata geçer diye düşünüyorum. Nefes Bilimleri Akademisi, nefes koçluğu sisteminden çok çok daha ileri seviye eğitimler verecek. Nefes koçluğu çok yakın zamanda dünya çapında meslek olacak, fakülteleri açılacak. Nefes koçluğu ve sertifika programlarında ülkemiz diğer ülkelerden ileri durumda ve bu nedenle hızlıca meslek haline getirebildik. Ancak, Nefes Bilimleri davranış bilimi temelleri ile ilerlediği için ülkemizde ilerlemesi şu an için hemen hemen imkansız görünüyor.

Yazının devamı...

2019 Yazında Bu Saçlar Moda

Ünlü saç tasarımcısı Şenol Zeytinoğlu, 2019 yazında biz kadınlara birbirinden yaratıcı saç önerileri sunuyor. Bu yaz sıra dışı saç modellerinin dikkat çektiğini belirten Zeytinoğlu, yaz mevsiminde özellikle çikolata kahvelerinden gri baleyajlara kadar cesur renk tonlarının öne çıktığını belirtiyor.

- Platinden sıkıldınız mı?: Artık platin tonlarından sıkıldığınızı düşünüyorsanız, ama bir yandan da sizi tanımlayan bu renk tonundan ayrılmaya henüz hazır değilseniz, o zaman önerim beyaza yakın sarı gölgelerle iddianızı bir adım öteye taşımanız. Güneşin açtığı doğal tonlar ve bebe sarısı olarak adlandırılan tonda atılan doğal çizgilerle nasıl farklı görüneceğinize siz de inanamayacaksınız.

- Spice Girls geri döndü: 2019 yazında saçlarda renk yelpazesi oldukça geniş. Ama genel hatlarıyla bakıldığında bir Spice Girls karmasından söz edebiliriz: Ünlü tasarımcı Victoria Beckham’ın kullananlara gotik bir hava kazandıran egzotik siyah tonları, grup üyelerinden Emma Bunton’ın parlak platin sarısı ve yine grubun üyesi Geri Halliwell’ın ateş kızılı... Üçü de trendi yakalayan tonlar. Bu yıl, doğal kızıl tonlarının yanı sıra zencefil kızılının da yükselişte olduğunu belirtelim.

- Bu trend küllenmez: Gri bu sezon da tahtını korumaya devam ediyor. Ama bu kez saçın tamamında gri tercih etmek yerine trend, uçlara atılan kül grisi tonları baleyajlarla yorumlanıyor.

- Uzakdoğulu ‘Anime’: Japonların kendine has çizim yöntemi olan ve son dönemde dünyayı etkisine alan ‘anime’karakterler, çılgın saç renkleriyle de gündelik hayata taşınıyor. En çok tercih edilen ise pastel pembe tonları... Tabii özellikle aykırı seçimlerden korkmayan genç kızlar için bir seçenek. Koyu saçlar bu tonu açma işlemi sonrası uygulayabilir. Ancak saçın yıpranması konusunda endişesi olanlar için geçici boyalarla uygulama yapılabilir.

- ‘Bi Kahve’...: Bu yazın renk skalasındaki favori tonlardan biri de kahve tonları... Sarıdan sıkıldıysanız ya da açma işlemi nedeniyle saçlarınızın yıprandığını düşünüyorsanız, sizi kahveye davet ediyoruz. Çikolata kahvesi, hem bu yılın saç trendine uygun hem de kesinlikle zamansız bir saç rengi. Üstelik saçların parlak ve bakımlı görünmesi için bir saç yağı dokunuşundan ötesine ihtiyaç duymaz. Bir anda koyulaşmak istemiyorsanız önerim, bal tonlarıyla yumuşak geçiş yapmanız.

- Kestane etkisi: Geleneksel kestane tonları, yeni sezonun saç trendinde yüzü çerçeveleyecek şekilde uygulanan açık kahverengi ya da altın sarısı geçişlerle modernize ediliyor.

Yazının devamı...

Abdülhamit’in Ressam Torunu

Sultan II. Abdülhamit’in torunu Ayşe Adile Nami Osmanoğlu Tars, 8-28 Şubat’ta uluslararası çağdaş sanat galerisi Gama Art Gallery’de görücüye çıkacak ‘Gördüğüm Gibi /Comme Je Vois’ adlı sergisinde, 15 parçalık koleksiyonunu sergiliyor. Koleksiyonda sanatçının Fransa’da yaşayan dört yaşındaki torunu geleceğin minik ressamı Anna Su’nun da çalışmaları yer alıyor.

Bugüne dek Türkiye'nin tanıtımı ile ilgili konularda çaba sarf ederek birçok sanatsal projeye imza attı. 1997 yılında Sultan 2. Abdülhamit Han'ın mühürlerinin Paris'ten alınarak İstanbul'da Topkapı Sarayı Müzesi’ne getirilmesinde rol oynadı. 1999 yılında Çırağan Sarayı’nda Osmanlı Devletinin 700. Kuruluş Yılı Kutlamaları’ sebebiyle organize ettiği ‘Çağdaş Gözde Mirasımıza Bakış’ adlı sergisi büyük ses getirdi. Geniş çaplı bu sergide, geçmiş ile günümüz arasında son derece ilginç ve başarılı bir köprü kuran Ayşe Adile Nami Osmanoğlu Tars, sanatın toplum hayatındaki değerini bir kez daha hatırlattı.

Sanatçının iki yıl önce çalışmaya başladığı çağdaş sanatın çarpıcı örneklerinin yer aldığı koleksiyondaki eserler çimento, tutkal gibi farklı malzemelerin yanı sıra akrilik ve yağlı boya çalışmalardan oluşuyor. Osmanoğlu, dünyanın son yıllarda geldiği karmaşa ve karamsarlığın dışına çıkmanın gerektiğini, bunu başarmak için kişilerin küçük çabalar harcamasının zor olmadığını, hayata iyi ve güzel yanından bakarak istediği iç huzur ve yaşamı yaratabileceğini anlatırken aynı zamanda maddi manevi yaşantısını tablolarında harmanlayarak kendi analizini çıkartıyor. Detayları kendisiyle konuştuk...

- Serginiz genel olarak ne anlatıyor?

Bu sergi bugüne kadar açtığım üçüncü sergim olacak, daha önceki sergilerimden birisi ‘Çağdaş Gözde Mirasımıza Bakış’, diğeri ise ‘Bu gözler Kimin’ adlı 36 Osmanlı sultanını resmettiğim sergilerdi. Şimdiki sergim ise tamamen ayrı çağdaş sanat eserlerinden oluşan tablolar. İçimden geldiği gibi yaşadığım, hissettiğim, düşündüğüm her şeyi tablolara aktardım. Maddi, manevi tüm yaşantımın kendi içinde analizi.

- Tabloları hangi tekniği kullanarak yaptınız?

Bazı tabloları çalışırken çimento ve tutkal kullandım, çok güzel ve farklı bir çalışma ortaya çıktı. Resim yaparken kendi akışında renklerle oynamayı, ahenk yaratmayı seviyorum. Akrilik boya ile renklerle çok oynadım. Akrilik ve yağlı boya karışımı, bazılarında çimento ve tutkal kullandım.

- Eserlerinizi kaç yılda oluşturdunuz?

2010 yılından beri sergi açmak üzere çalışma yapmadım. Hayatın akışı içinde sorumluluklar, gereklilikler vs derken arada küçük tablo çalışmaları yapmak dışında sanat olarak bir şeyler ürettiğimi söyleyemem. Ressam,‘haydi bir resim yapayım’ dediği anda resim yapamıyor maalesef, ilham gelmesi gerek. Resim yapmam için sakin, huzurlu ve çalışmaya hazır olmam gerekiyordu. O günden bu güne hayatımda birçok değişiklik oldu. Her şeyi yoluna koyup hazır hissettiğim anda iki yıl önce ‘Kader’ adlı tabloyla çalışmaya başladım.

- Resimleri yaparken duygularınız neydi, bu sergi neyi anlatıyor, bir mesaj içeriyor mu?

Her bir resmi yaparken değişken ruh halindeyim. Dünyanın genel gidişatı, Türkiye’nin son birkaç yıldır geleceğe yönelik önünü görememe durumu, belirsizlikler, insanlardaki endişe ve sevgisizlik gibi onlarca duygu ve düşünce. Böylesine karamsar ve olumsuz enerjinin içinde kaybolmamak, içinden çıkarak hayata biraz iyi tarafından bakmak gerekiyordu. İşte tam böyle hissettiğim zamanda çalışmaya başladım. Görünen dünyanın içine küçük renkler, ayrıntılar, mutluluklar katarak hayatın içinde iyi hissetmeyi ve var olabilmeyi anlatıyor. Hayatın anahtarı sizin elinizde, hayal edeceksiniz ki, gerçekleşsin.



- Serginin yurt dışına taşınma durumu var mı?

Daha önce hiç aklımda yokken Paris’te bir galeriden teklif geldi ancak o sıralar sergi açmak için hazır değildim. Bu serginin evsahipliğini Türkiye’nin en iyi çağdaş sanat galerilerinden birisi olan Gama Art Gallery yapıyor. Buradaki sergi sürecini tamamladıktan sonra Paris’teki galeri ile irtibata geçeceğiz.

- Ailenizde kimler yaptığı resim çalışmalarıyla biliniyor?

Babaannem Ayşe Sultan’ın birçok minyatür çalışmaları var. Babam Sultanzade Osman Nami Osmanoğlu çok iyi bir ressamdı. Yaklaşık 350 tablosu bulunuyor, ancak Türkiye’de çok küçük bir kesim tarafından ressam olarak tanınıyor. Amcalarımda da resim yeteneği vardı. Kız kardeşim Dorothee Gülnur da resim konusunda çok kabiliyetli. Bir de ailemizin en miniklerinden dört yaşındaki torunum Anna Su oldukça kabiliyetli. Osmanlı ailesinin en bilinen ressamı Sultan Abdülaziz’dir.

- Resim çalışmalarınıza nerede devam ediyorsunuz? Günde ne kadar zamanınızı resim yapmaya ayırıyorsunuz?

Tarsus’ta bir çiftliğimiz var, eşim Ali Refik Tars, bana burada çalışmalarımı yürütebileceğim küçük bir atölye koordine etti. Yaz veya kış aylarında istediğim her zaman çiftliğe geliyorum, birkaç gün kalıyorum. Çalışırken müziği muhakkak açıyorum, müziksiz hiç çalışamıyorum.

- En son 2010 yılında Osmanlı sultanlarının yer aldığı bir sergi açmıştınız? Eserler ne oldu? Satıldı mı?

Büyük bir zevkle söyleyebilirim ki 36 parçadan oluşan ‘Bu Gözler Kimin’ adlı koleksiyonu önemli bir iş insanı tarafından satın alındı.

- Sergi açmak için neden bu kadar uzun süre ara verdiniz? Bu arada neler yaptınız?

Yedi yıl içinde hiç resim yapmadım değil, küçük çalışmalarım oldu. Yaptığım tabloları sevdiğim insanlarıma hediye ettim. Bir ara sık sık Fransa’da yaşayan teyzemle ilgilenmek için gidiş dönüşlerim oldu. Kendisi oldukça yaş almış yalnız kalmıştı. Kendisi de Türkiye’ye dönmek, son yıllarını kendi topraklarında yaşamak istedi. Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa’nın torunudur. Bir buçuk yıldır burada, Tarsus-Adana arası birlikte yaşıyoruz. Geçtiğimiz günlerde 99. yaşını kutladık. Bu sergiyi açabilmem için beni çok destekledi, her zaman büyük bir ressam olduğumu söyledi. Ve bu projede sergi sponsorum oldu.

Yazının devamı...

Yaza Kadar Fit Olabilir miyim?

Yaz mevsimine arzu ettiğiniz bir formda girmek istiyorsanız, şimdiden hazırlıklara başlamanı tam zamanı... Eminim, çoğunuz geçmişte benzer amaçlar ile spor salonlarına kayıt oldunuz. Elinize birkaç saat sürecek koşu bandı ve bisiklet gibi ekipmanlardan oluşan sıkıcı ve belirli bir süreden sonra işkence veya yük haline gelen programlar verildi. Bunlara makineler üzerine bir-iki izolasyon egzersizi, bir de gelişigüzel bir beslenme programı, işlem tamam. Buna da en fazla 1-2 hafta belki de birkaç ay dayanabildiniz. Daha sonra yoğunlaşan iş temposu, sosyal yaşantınız, aile hayatındaki koşuşturma, şehir hayatının getirdiği yorgunluk ve bitkinliği de ekleyince, spor hayatımızda hep en son sırada yer aldı.

Bu döngüyü kırmaya var mısınız? Fitroom Egzersiz Danışmanı Hakan Zaimoğlu’na göre önemli olan uzun süre çalışmak ve terlemek değil, verimli ve akıllı çalışmak, kasları doğru biçimde zorlamak... Peki, başka?

İşte, onun için de aşağıdaki önerileri sıralıyor...

Mükemmel Bir Vücuda Sahip Olmanın Kuralları

• Bir izolasyon egzersizinde birkaç kas grubu aktif olurken bir ‘deadlift’ hareketinde 120 ayrı kas birden çalışır. Bu da demektir ki, sadece 1-2 hareketi hakkıyla ve doğru formda yaparsanız bile neredeyse bütün vücudunuzu çalıştırmış olur ve buna bağlı olarak da zaman tasarrufu sağlamış olursunuz.

• Amerika'da yaşlısından gencine, kadınından erkeğine herkes mutlaka squat yapıyor. Buna örnek olacak bir söz; sonuca gitmek istiyorsanız en temel hareketimiz, çömelme! İşte bu noktada amaca ulaşmak için profesyonel yardımın önemi ortaya çıkıyor. Bu tip temel hareketlerin formunun doğru bir biçimde öğrenilmesi şart.

• Temel hareketler yanına, esnek bantlar ile yapılan esneme ve germe temelli hareketler ile programlarınızı süsleyebilirsiniz. Ayrıca ağırlık çalışma illa bar ve dumbell ile olacak diye bir şart da yok, kablolu makineler yardımıyla birçok egzersiz de yapılabilirsiniz.

• Aklınıza gelebilecek bir başka soru da, tekrar sayısı ne olmalıdır? Kasların büyümesi ve gelişmesi için optimum tekrar sayısı 6-12 arası belirlenmiştir. Ama kesin olan, sürekli yapılan yüksek tekrar düşük ağırlıklar kas gelişimi için faydalı olmadığı... Yani kaslarınızı dönem dönem doğru formda, vücudunuza uygun yüksek ağırlıklar ile zorlamanız gerekir.

• Karın kaslarını çıkarmanın tek yolu, çok yüksek tekrarlı mekik çekmekten geçmiyor. Belki şaşıracaksınız ama ‘squat’ ya da ‘deadlift’ gibi çok eklemli hareketler, karın kaslarını mekik hareketine göre çok daha fazla uyarırlar ve gelişim sağlarlar.

• Doğru bir ağırlık antrenmanının sonuna eklenecek ‘plank’ gibi birkaç temel hareket ve doğru bir beslenme ile hayalinizdeki karına ulaşmanız çok zor değil.

• Egzersizlerin kardiyo kısmı ile ilgili de bir bilgi vermek gerekirse; dönem dönem düşük tempolu bisiklet veya koşu bantları ile devam edilebileceği gibi, ara sıra nabzı yükseltip alçaltan HIIT (high intensity interval cardio) da eklenebilir.

• Fonksiyonel egzersizlerle kısa sürede çok daha fazla kalori yakabileceğiniz gibi, kardiyo rutinleriniz sıradanlıktan kurtarabilirsiniz.

• İp atlamak da hem kalori açığı oluşturmanızı kolaylaştırır hem de antrenmanlarınızı renkli ve eğlenceli bir hale sokar.

• Özet olarak, kardiyoyu sadece koşu ve bisiklet olarak sınırlandırmayın ve mümkün olduğunca vücudu şaşırtacak ve sizi monotonluktan kurtaracak çeşitli yöntemlere başvurun.

Yazının devamı...

Kitabı İçin Tam 10 Yıl Yürüdü

İstanbul’da tam 10 yıl boyunca yürüyerek şehrin en güzel yürüyüş rotalarını samimi ve eğlenceli bir üslupla kaleme alan seyahat yazarı Melih Uslu ile yeni kitabı ‘Yürüyerek İstanbul’ üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

- Sizi Hürriyet Seyahat ve Hürriyet Daily News’teki yazılarınızdan tanıyoruz ama kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdikten sonra yazı dünyasına adım attım. 2000’li yılların başından itibaren yaklaşık 20 yıl boyunca Skylife, SunTimes gibi global dergilerde editörlük ve yayın yönetmenliği yaptım. Yazılarım The Daily Telegraph, Le Figaro, Die Welt, Gulf News, Kommersant ve Pravda’nın da aralarında bulunduğu birçok prestijli gazetede yayımlandı. Galiba zahmetli kitapların yazarıyım.

İlk kitabımı yazabilmek için 25 bin 500 kilometre kat etmem, ikinci kitabım için ise 50 ünlü ile röportaj yapmam gerekti. 2018 sonbaharında çıkan son kitabı ‘Yürüyerek İstanbul’ için ise 10 yıl boyunca yürümem gerekti.

- Yeni kitabınız ‘Yürüyerek İstanbul’da neler var?

Bu kitap, ister doğma büyüme İstanbullu olsun, ister başka kentlerden veya ülkelerden ziyarete gelsin; araştırmayı, öğrenmeyi, tatmayı, izlemeyi seven her “gezgin ruh” için pek çok bilgi içeriyor. 10 yıllık yoğun emek ve titiz bir seçki ile yayına hazır hâle getirdiğimiz kitapta, İstanbul’dan seçilmiş her biri iki ile dört saatlik süreler arasında yürünebilen 34 farklı güzergâh anlatılıyor. Hemen belirteyim: Bu kitap, klasik bir şehir rehberi değil. Kitabın akıcı bir dilinin olmasını çok önemsedim. Bir roman gibi okunabilen, ahkâm kesmeyen, samimi ve açık sözlü bir kitap olsun istedik. ‘Yürüyerek İstanbul’un sevgiler ve çiftlerin birlikte okuyup şehri gezebileceği en iyi kitap olduğu söyleniyor. Buna yürekten katılıyorum. Bu kitap sevgileri bir parça da olsa mutlu edebilirse çok sevinirim. Unutmadan şu bilgileri de vermekte fayda var. Kitabın 400 sayfaya yakın kapsamlı bir içeriği var. Sıkıcı olmaması için kitabı renkli illüstrasyonlar ve fotoğraflarla süsledik. Dahası ünlülerden görüşlerle zenginleştirdik. Bu kitap, İstanbul’un şehir literatürüne bir arpa boyu kadar katkıda bulunursa çok mutlu olurum.

- İstanbul’da yürüyerek neler keşfederiz?

10 yıllık yoğun emek ve titiz bir seçki ile yayına hazır hâle getirilen bu kitapta, Haliç’ten Tarihi Yarımada’ya, Boğaziçi’nden Adalar’a İstanbul’un en iyi yürüyüş rotaları anlatılıyor. Adeta iğne ile kuyu kazmak misali bilgileri İstanbul yollarında yürüyerek toplanmış bu kitabı, sayısız olayın, heyecanın ve izlenimin belleği olarak nitelendirebilirim.

- Ne kadar zamandır yürüyorsunuz?

Yıllar önceydi. Anne ve babamın içini, üstünü ve bagajını tıklım tıkış eşya ile doldurduğu bir otomobilin arka koltuğunda, Kuzeybatı Almanya'dan İstanbul'a, 2 bin 500 kilometrelik bir yolculuğun zorunlu yolcusuydum. Henüz Berlin Duvarı yıkılmamıştı. Kimi zaman çeşitli aksiliklerle bir haftayı bulan yolculuk boyunca Avusturya, Yugoslavya ve Bulgaristan'ın içinden geçerdik. Almanya'nın steril şehirleri, tozsuz bir yeşilliğin arasından gülümseyen Doğu Avrupa kasabaları, Demirperde ülkelerinin asık yüzlü kentleri ve renkli Balkan köyleri otomobilimizin buğulu camlarından akıp giderdi. Birbirinden ilginç insan manzaralarına yelken açan bu yolculuklar, dönemin iki kutuplu dünyasını belgesel tadında sunardı çocuk belleğime… Galiba içimdeki gezme tutkusu o yıllarda filizlendi. O günden bu yana 40’tan fazla ülkenin yanı sıra, Türkiye'yi birkaç kez baştanbaşa gezme şansım oldu. Elbette sadece yürüyerek gezmedim. Ancak çoğu zaman yürümeyi ve toplu taşıma araçlarını tercih ettim. Çünkü gittiğiniz yeri en iyi biçimde keşfedebilmenin yolu buradan geçiyor.

- Yürümenin size nasıl bir etkisi oldu?

Ornitologlara göre ‘kuşlarda kanat ne ise insanlarda ayak odur’. Bu sözü şu şekilde de okuyabiliriz: ‘Dil için konuşmak ne ise şehir için yürümek odur.’ Dolayısıyla insanların şehirlerin içinde uçabilmesini sağlayan temel davranış yürümektir. Yürünemeyen şehirler, yaşanabilir olmaktan çıkmıştır. Unutmayalım! Antik çağda şehir kavramı, içerisinde rahatça yürünebilen kamusal alanları ifade ediyordu. Buradan hareket edersek bir şehri keşfetmenin ilk yolu, yürümektir. Ne kadar yürürseniz şehrin kılcal damarlarına o kadar kolay ulaşırsınız.

Yazının devamı...

İyi Yemeğin Sırrı İlk Çatalda Gizli

İstanbul'un önemli mekanlarından biri olarak öne çıkan ve ‘İyi yemek, iyi müzik ve sanat’ konseptiyle öne çıkan Hudson’ın mutfağı şimdilerde yetenekli şef Arda Önay’a emanet. Dünyanın en iyi üçüncü, İtalya’nın ise en iyi aşçılık okulu kabul edilen Apicius’da eğitimini tamamladıktan sonra ülkenin önde gelen mutfaklarından Paper Moon Giardino Milano, Kempinski San Clemente Venedik ile Toskana’nın en popüler otellerinden Una Hotel’de çalışan Önay’la buluştuk ve yemekle ilgili sırlarını öğrendik...

- Dünyanın en iyi üçüncü, İtalya’nın ise en iyi aşçılık okulu kabul edilen Apicius’da mezunsunuz. İyi bir eğitim mutfakta nasıl bir fark yaratıyor?

Son yıllarda popülerliğine popülerlik katan aşçılık mesleği, geçerli bir meslek klasmanına girmekle kalmayıp, bir doktorluk ve bir avukatlık gibi geleceği olan meslekler arasına girdi. Bu da doğal olarak piyasadaki meslektaşlarım arasındaki rekabeti üst seviyelere taşıdı. İyi bir eğitim almış aşçı bu yeni gastronomi dünyasında öğrenmiş olduğu bilimsel bilgiler sayesinde doğru neden sonuç ilişkileri kurarak, yemek pişirme eylemini ‘deneme yanılma’ tarzından uzaklaştırmış ve mutfağa daha bilinçli bir bakış açısı getiriyor. Aldığım iyi eğitimin bu anlamda çok katkısı gördüm. Yıllar içerisinde eklenen yeni deneyimlerle, bunun daha da önem kazanacağına inanıyorum.

- İtalya’da çok iyi mekanlarda çalışmışsınız. Nereler orası? Size ne gibi katkıları oldu?

Kuzeyinden Güneyine İtalya’da altı farklı şehirde çalışma imkanı buldum. Farklı mutfakları ve yemek yaklaşımlarını tecrübe ettim. Floransa ve Viareggio şehirlerinde çıraklık zamanımı tamamladıktan sonra, Venedik deneyimim açıkçası serüvenimde bir kırılma noktası oldu diyebilirim. Orada çalıştığım 5 yıldızlı bir oteldeki Alman şefim Sebastian Viegl, çalışma tarzımı ve tekniklerimi bir üst seviyeye taşımama yardımcı oldu. En son Milano’da çalıştığım yeni açılan Paper Moon Giardino ise İtalyan makarna yapımını ‘master’ ettiğim önemli bir basamak oldu.

- İyi bir yemek için sizce en önemli detaylar nedir?

İyi bir yemeği iyi yapan bir çok teknik detay var aslında. Alınan eğitimde bu detaylar bilimsel olarak aşçı adaylarına öğretiliyor ve profesyonel hayatta doğru uygulanmış teknik bilgiler büyük farklar yaratıyor. Fakat bence iyi bir yemeğin tanımı basit bir detayda saklı. Eğer ilk çatalımda tattığım yemeğin son çatalına ulaşmak dahi istemiyorsam ve ilk çatalımın hazzı son çatalımın hazzına eşit ise bu yemek benim için başarıyla hazırlanmış bir yemektir. Her yemekte bu detayı düşünerek hazırlanıyorum.

- Hangi semtlerde vakit geçiriyorsunuz?

Topağacı ve Cihangir gitmekten çok hoşlandığım yerler.

- Kendinizi geliştirmek için neler yapıyorsunuz?

Çoğu meslekte olduğu gibi aşçılıkta da okuma ve araştırma mesleki gelişim için çok önemli. Fakat bence gelişimin asıl ivme kazandığı nokta bu normların ötesinde. Gelişim bir önceki günden bir adım daha ilerlemiş olmaktır gün bittiğinde. Okuma ve bilgi edinme eylemleri onların hayata geçirilebildiği oranda sınırlı kalırlar. Ben de bol bol okuyup, bunları uygulamak için çabalıyorum.

- Örnek aldığınız şefler, yakından takip ettiğiniz mekanlar var mı?

Tabii ki aklıma gelen ilk isim. 90’lar sonu ve 2000’lerin başında Amerika ve dünyanın pişirme tarzına hükmeden ve başarısının yanında alçakgönüllülüğü ile de benim gönlüme hükmetmiş olan Thomas Keller.

- İstanbul’a ne zaman döndünüz? Hudson’la yollarınız nasıl kesişti?

İki ay önce döndüm. Döndükten iki hafta sonra da yollarımız kesişti. İtalya’ya taşınmadan önceki İstanbul’daki hayatımda zaten aşina olduğum bir mekandı. İtalya’dan döndükten sonra da birkaç kez müşteri olarak uğradığım mekanda, aslında kendiliğinden ve çok güzel bir tesadüf oldu. Mekanın sahibi Uğur Karabayır ile yaptığım birkaç görüşmenin ardından önce kendimi, sonra kafamdaki mönüyü anlattım. Her şey çok güzel bir şekilde hızlıca gelişti ve kendimi mutfakta buldum. Durumdan, sonuçtan ve gidişattan oldukça memnunum.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.