SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Özgürleşmek İçin Nelerden Vazgeçebilirsin?

İlk kitabı ‘Adapsız Kadınlar Hayasız Erkekler’le edebiyat dünyasının ilgisini çekti. Kitabı, tam 18 baskı yapan Yelda Kırçuval, bir yıllık yoğun hazırlık sürecinin ardından ikinci kitabı ve aynı zamanda ilk romanı ‘İnsanı İnsan Acıtır’la yeniden gündeme oturdu. Günümüz insan ilişkilerini, “Acıyan da acıtıyor başkasının canını, acıtan da besleniyor acıttığı her bedenle” diyerek dile getiren Yelda Kırçuval, aynı zamanda içinde bulunduğumuz tuhaf kaosun da tarifini yapıyor.

- Yeni kitabınız ‘İnsanı İnsan Acıtır’ inanılmaz bir ivme ile yayıldı. Sizin aldığınız ilk tepkiler nasıl?

Acı eşiği bu kadar duyarsızlaşan bir dünya düzeni içinde, bu hikaye aslında dile getirilemeyen yüzleşmeler şeklinde yansıdı okuyucuya. Öyle ki, acıtmak ve acımanın zıtlığının aksine, aynı değerde bir aşınma var toplumda. Acıyan da acıtıyor başkasının canını, acıtan da besleniyor acıttığı her bedenle. Tuhaf bir kaos. “Şu an aslında tam da İşte bunu yaşıyorum” diyen sayısız geri dönüş alıyorum. Roman, içeride ve dışarıda biriken tüm acıların bir yansıması olduğu için kapalı kapılar ardındaki acıların da bir reçetesi aslında.

- Türkiye’de bir ilke imza atarak kitabınız için bir teaser hazırladınız. Nasıl doğdu bu fikir?

Aslında fark yaratmayı ve gelişimin ve değişimin en etkili tarafını olabildiğince gerçekleştirme taraftarıyım. Türkiye’de hiç yapılmamış bir şey, yazdığınız bir kitaba sinematografik bir teaser çekmek. Yazdıklarınızı 200 belki 300 sayfada anlatırken, 1 dakikaya vurucu ve kelâmınızı daha fazla kitleye ulaştırmak neden olmasın... Dünyayı takip ediyorum, yurtdışına gidip oranın hızlı teknolojisini neden kendi ülkemde de okuyucum ve izleyicimle paylaşmayayım. Aynı vizyonda olan değerli yönetmen Mustafa Özen’le yollarımız kesişti ve ilk paylaştığımda aynı dili konuştuğumuzu anlayıp hemen çalışmalara başladık. Ciddi bir prodüksiyon ve animasyonla bir teaser çektik. İnsanı insan nasıl acıtıyor? Neden böylesi bir kobay hayatı yaşıyoruz? Nereye kadar kaçacağız kendimizden? sorularını bilim-kurgu ve fantastik öğelerle çekip hayata geçirdik. Çok mutluyum ki kolaydan ziyade fark yaratmak için her türlü zorluğu göğüsleyecek bir ekibim var. Ortaya Türkiye’de bir çığır açacak iş çıkardık.

"ÖZGÜRLEŞMEK İÇİN ÖNCE UÇURTMANIN İPİNİ KESMEK GEREKİR"

- Kitabınızın gelirini yetenekli olup öğrenim fırsatı bulamayan ihtiyaç sahibi çocuklara aktarıyorsunuz. Bu naif davranış çocukları çok mutlu edecek.

Hem de nasıl... Sinema-TV Bölüm Başkanı olduğum Mimar Sinan Güzel Sanatlar Lisesi’nde yetenek sınavıyla aldığımız genç sanatçılarımızın hayallerini yok saymak ne mümkün. Zaten elimden geldiğinde destek olduğum öğrencilerime gücümün yetmediği noktalarda böyle bir şey yapmam olmazsa olmazdı. Kitabımın tüm gelirini ekonomik koşullar sebebiyle sanat eğitimi alamayan genç yetenekli sanatçılarımıza adadım. Onların hayalleri ülkemiz için çok önemli ve eğitime katkı sağlamak beraberinde geleceğimiz olan gençlerimizi daha güçlü kılacaktır. Bu konuda bana desteklerini esirgemeyen bir video çekerek sosyal medyada paylaşan tüm dostlarıma da sonsuz teşekkürler.

- Kitap tanıtım günleriniz olacak mı?

Evet… Özellikle ulaşılamayan noktalarda olacağım. Fuarlar ve ülkemin dört bir köşesine gideceğim. Ayrıca yurtdışında da ülkemizi temsilen yer alacağım. Bana ulaşan herkese yanlarında olarak kitabımla onlarla birlikte olacağım. Şu anda 10 imza gününü 10 farklı şehirde gerçekleştirdik.

- Daha önce de kitap çıkardınız. Ona olan ilgi nasıldı?

İlk kitabım ‘Adapsız Kadınlar Hayâsız Erkekler’ 18 baskıyla yine toplumsal değerlerin bireysel istekle nasıl yok edildiği ve kişinin neden adapsız olmayı tercih ettiğini beş kadın hikaye örgüsüyle yansıttığım bir kitaptı. Hayatı ve hikayeleri gözlemleyen ve irdeleyen biri olarak mutsuzlaşan ve duygusal çöküntü içinde olan silüetlerin seçimlerinin bizzat kendileri tarafından irdelendiği yaşanmış hikayelerden oluşmuştu. Aslında haberci kimliğimin avantajlarını yaşadığım bir kitaptı aslında bir dosya haberiydi.. Tek farkı kural koyucu kişinin bizzat kendisiydi. Bu yönüyle de bir yansıma oldu okuyucumda ve aslında karşılığını da buldu.

"BENİM BESİN KAYNAĞIM, KALEMİM..."

- Edebi yönünüz çok geniş, bunu sadece eğitim ve tecrübe ile sağlamadığınızı düşünüyorum. O kadar güzel sözleriniz var ki, duygusal yönünüz bunda etkili mi?

Hayatı iyi okumanın ve farkındalığın avantajı diyebiliriz aslında. Algılarınız açıksa, beraberinde nokta atışı halden anlamalarınız kaçınılmaz oluyor. Yüzeysel iletişimlerden her zaman uzak durmayı tercih eden biriyim. Her silüet bir hikaye, her hikaye bir hayata dokunmanıza sebep oluyor. Tabii eğer isterseniz... Ben isteyenlerdenim. Besin kaynağımla kaleme aldığım her kelime birlikte yol aldığımız hikayemizi oluşturuyor. Hiç tanımadığınız insanların duygularına tercüman olmak için yüzeysel yaşamdan uzak, her kelâmı iliklerinizde hissetmeniz gerekiyor. Bu bakış açısında olmak insan olabilmenin en önemli erdemlerinden...

-Yapmış olduğunuz işler arasında sunuculukta var? Yakın zamanlarda sizi ekranlarda tekrar görebilir miyiz?

Sunuculuk da benim gözlemlediğim hayat hikayelerinin sesli ve görüntülü versiyonları aslında. Çok sevdiğim ve mesleğimin de önemli bir parçası. Gelen teklifler var ve ben kendimi birikimimi en doğru ifade edebileceğim işi seçmekten yanayım. Ama çok yakında yine bir televizyon projesiyle izleyicimin de karşısında olacağım.

- Son olarak okurlarınıza vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Hayat bu kadar kısayken siz siz olun kimsenin acısına seyirci kalmayın. Şunu unutmayın ki, her acıya seyirci kalışınızın bir karşılığı mutlak surette olacaktır. Sizin de seyirci kitlenizin bir gün çoğalmayacağının bir garantisi var mı? Sevgiyle kalın ama varlığınızı canlıdan insan olmaya geçirebileceğiniz bir hayatla kalın.

Yazının devamı...

Tasarımcı Ayşe Rodoslu’dan Zeytin Dalı Koleksiyonu

Mücevher tasarlamaya, yaptığı resimlerde kullandığı figürleri uyarlayarak başladı. Ayşe Rodoslu, 2011 yılından beri kendi tasarımlarını yapıyor. “Tasarım benim için, duygularımın dışa vurumudur” diyen tasarımcı, yeni koleksiyonunda zeytin ağacından ilham almış. Ünlü tasarımcıyla buluştuk.

- Önce, Genç Yönetici ve İş İnsanları Derneği’nin ‘Geleceğin İş Kadını’ sosyal sorumluluk projesi için tasarladığınız takıyla başlayalım. Bu takı neyi simgeliyor?

GYIAD’ın Kadın Çalışma Grubu, kadınların sosyal ve ekonomik hayata entegrasyonunu sağlamak ve toplumsal cinsiyet eşitliğini desteklemek hedefiyle ‘Geleceğin İş Kadını’ sosyal sorumluluk projesini hayata geçirdi. Bana da bu projenin sembolü bir takı tasarlamam teklif edildi. Gerçekten çok heyecanlandım. Toplumun yarısını oluşturan biz kadınların, ekonomik ve toplumsal hayatta ve karar alma mekanizmalarında yeterince yer almadığı bir gerçek. Sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde de bu böyle malesef. Bu konuda farkındalık yaratarak, kadına gücünü hissettirecek ve harekete geçmesine ilham verecek proje yararına ‘eşitlik zamanı’ bilekliklerini tasarladım. Mor ve siyah renklerde ‘eşittir’ işaretinin altın ve gümüş üzerine uygulandığı tasarım bileklikler, kadının toplumdaki dönüştürücü gücünü simgeliyor.

- Son koleksiyonunuzda zeytin dalından esinlendiniz. Sizden biraz detay alabilir miyim?

Zeytin ağacı yüzyıllardır umudun, barışın, ölümsüzlüğün ve sevginin sembolü, yetiştiği yere canlılık ve coşku verir. Ben de buradan yola çıkarak 2018 koleksiyonumda, masallara, efsanelere ve kutsal kitaplara konu olan zeytin dalını yorumladım. Sezonda zeytin ağacından figürler, koleksiyonda iki farklı model kolye, küpe, bileklik ve yüzük ile hayat buldu.

- Tasarımcılığınıza dönecek olursak, tasarım yapmaya nasıl karar verdiniz?

Ege Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra kurumsal iş hayatı içerisinde uzun süre yöneticilik yaptım. İş hayatının yoğun temposundan biraz da olsa kaçmak için çocukluğumdan bu yana hobim olan resme daha ciddi anlamda yer vermeye karar verdim. Çizim teknikleri ve yağlıboya resim eğitimi aldım. İçimdeki tasarım merakı ve beni daha mutlu edecek bir iş yapmaya karar vermemle kurumsal iş hayatı ile vedalaşarak tamamen resim ve tasarıma yöneldim. Yaptığım bazı resimleri, takı formunda hayata geçirmeye başladığımda tasarım serüvenim başlamıştı.

- Peki, resim hayatınızın neresinde kaldı, halen çizmeye devam ediyor musunuz?

Dediğim gibi, çocukluğumdan beri merakım vardı resim yapmaya. Halen de devam ediyorum. Evimin duvarları kendi resimlerimle dolu. Arkadaşlarımın da yoğun ilgisi var. Zaman zaman kendilerine hediye olarak yapıyorum. Asıl profesyonel olduğum alan ise mücevher tasarımı.

- Tasarımlarınızı yaratırken ilham kaynağınızı neler oluşturuyor? Trendlerden etkileniyor musunuz?

Seyahat etmeyi çok seviyorum, hayatımın olmazsa olmazı diyebilirim. İlham kaynağımı gezip gördüğüm yerler oluşturuyor. Ziyaret ettiğim her yerden mutlaka bir fikirle dönüyorum. Özellikle Ege’yi, denizi, günbatımı ve gündoğuşlarını tasarımlarımda yoğunlukla görmek mümkün.

- Tasarımlarınızda hangi malzemeleri kullanıyorsunuz?

Altın ve değerli taşlar kullanıyorum. Altının sıcaklığı, yakut, zümrüt, safirin göz alıcı renkleri, pırlantanın zarafetini çok seviyorum. Kendim kullanmadığım hiçbir tasarım yapmıyorum.

Yazının devamı...

Aşkı Bulmanın Garanti Yolu Var mı?

Yazar Demet Cengiz ile son kitabı Aşk Olsun üzerine konuştuk, Aşkı bulmanın garanti yolunu da anlattı.

- Son kitabınız ‘Aşk Olsun’u bir cümleyle nasıl anlatırsınız?
‘Aşk Olsun’ bir kadının içsel ve dışsal yolculuklarının güncesidir.

- Ne anlatıyor ‘Aşk Olsun’?
‘Aşk Olsun’, bir önceki kitabım gibi otobiyografik kesit. Yaşamımdan aşağı yukarı bir yıllık bir dönemi anlatıyorum. İçinde sınırları zorlayan, mucizelerle dolu aşk var, mana arayışı var, içsel ve dışsal yolculuklar var.

- ‘Aşk Olsun’, ilginç bir isim. Neden bunu seçtiniz?
Bu ismin üç anlamı var. Aşk olsun bir duadır, “Amin” demek gibi. Dervişlerin selamıdır ve günlük hayatta ise sitem etmek için söyleriz.

- Sizin kitabınız hangi anlamı içeriyor?
Orası tamamen okura kalmış. Dileyen bunu bir selam olarak alacak, dileyen dua, dileyen de sitem olarak.

"AŞK BİR DOPİNGTİR"

- Aşk bu kadar önemli bir konu mu?
Aşktan daha önemli hiçbir konu yok. Aşk en sıradan insandan bile bir şair, bir filozof, bir derviş yaratır. Fiziksel olarak da doping etkisi yapar. Bizi insanın sınırlarını aşacağı titreşime taşır. Ancak aşk ile ilişkiyi karıştırmamak lazım.

- Neden?
Aşk size hiçbir şey vaat etmez. Ne mutluluk vaadi vardır ne de sürdürülebilir bir ilişki. Aşk sadece kendini gerçekleştirir. Öğretisi büyüktür. Hediyelerini almayı bilene bir sihirli lambadır. Evrendeki tüm gizemi çözmenin anahtarıdır. Aşkın kendisi de bir gizemdir.

- Herkes aşkı arar. Sizce aşkı bulmanın garanti yolu var mı?
Bu soruyu bana sık sık soruyorlar. Aşkı bulmanın garantili yolu nedir? Söylüyorum: Sabah saat 8’de Bebek Parkı’nda olmak.

- Sahi mi?
Değil tabii ki! Aşkı bulmanın formülünü arıyorsanız, öyle bir formül yok. Aşk, size gelir. İsterse gelir. İsterse o sizi bulur. İstemezse tüm dünyayı gezin yine bulamazsınız. Arayan bulamaz, bulanlar arayanlardır.

AŞKTA ÖLÜMCÜL HATALAR

- Aşk ile en çok neyi karıştırıyoruz?
Aşk ile en çok şehveti, fiziksel arzuları karıştırıyoruz. Aşk ile ilişkiyi birbirine karıştırıyoruz. Dediğim gibi aşk size mutlu bir ilişki vaat etmez, asla garanti etmez. İçinde aşk olmayan gayet mutlu bir ilişkiniz olabilir. Ama o zaman hep başka birine aşık olma riski altındasınız, buradan uyarayım. Çok aşıksınız ama huzurunuz yok, bence huzuru seçin. Aşkın ömrü maksimum 2.5 yıl. Ve çok aşıkken evlenmemek tavsiye edilir.

- Neden?
Çünkü aşkın gözü kördür ama evlilik insanın gözünü açar. Aşk tıpkı Instagram’daki gibi hem aşık olduğunuz kişiyi, hem hayatı, hem de şartlarınızı filtreler. Pembe gözlükle bakarsınız. Gerçekçi olmama ihtimaliniz epey yüksek. Ancak aşkla başlayan bir ilişkinin etrafını sevgi, saygı, güven, sadakat ve ilgiyle örerseniz kendi cennetinizi yaratırsınız. Ancak bunu iki kişi yapacağınız için böyle söylendiği kadar kolay değildir.

- Aşkta yapılan en büyük hatalar neler?
Aşkta yapılan en büyük hata, onu kontrol etmeye çalışmak. Aşka izin verirsen onunla birlikte akarsın. Aşk ve ilişkilerde yapılan en büyük hata onu cepte görmek, özeni kaybetmek, sağıyı eksik etmek. Duygular da eşyalar gibi eskir. Gözün gibi bakmalısın aşkına, duygularına.

"DUYGULARIMDAN KAÇMAM"

- Siz ekonomi yazarlığından aşk yazarlığına geçtiniz. Son iki kitabınız kendi yaşamınızdan kesitler. Siz aşkı nasıl yaşıyorsunuz?

Çok güzel yaşıyorum. Böyle söyleyince sanki sayıca çok fazla olmuş gibi bir algı oluşmasın. Duygularımdan kaçmam. Geldikleri gibi kabul ederim.

- Kitabınızı yazarken kendi gerçek hikayenize dönüyorsunuz. Bunu tekrar yaşamak zor değil mi? Neler hissediyorsunuz?

Tekrar hissediyorsunuz. Ben bu kitabın yüzde 80’ini iki ayda yazdım. Hissederken yazdım. Sonra tabii, kitabı tamamlamadan birkaç kez elden geçiriyorum. O zaman yeniden o duygulara geçiş yapıyorsun.

-Kitapta yer alan spiritüel tarafınızı ne zaman keşfettiniz?
O tarafım hep vardı. İnsanın kendisine izin vermesi gerekiyor.

- Neden yazdınız bu kitabı?
Kitap yazmanın değil ancak yazmanın nedenleri vardır. Dert! Olumsuz anlamda kullanmıyorum bu kelimeyi ancak derdi olan insanlar yazar. Tıpkı derdi olan insanların şarkı söylemesi, bir müzik aleti çalması, beste yapması, resim yapması gibi yazmak da bir derdi anlatır.

- Sizin derdiniz neydi peki?
Bir bilsem. (Kahkahalar)

- Ben yardımcı olayım. Bir kadın bir kuşa âşık olmuş. Sahi nasıl oldu bu? Kuş bir metafor mu?
Kuş bir metafor değil. Bir adam! ‘Aşk Olsun’da anlattıklarımı anlatmak kolay değil. Kitabı okuyan herkesin anlayacağını da düşünmüyorum. İnsan zihniyle, algısıyla kavrayamayacağımız deneyimleri paylaştım.

- Ben de anlamadım. Bu adam kim? Kuş ne? Ne alakaları var?
Bir gün bir adamla karşılaşıyorsun ve ruhunun onu hatırladığını anlıyorsun. Ve bir zamanlar onun bir kuş olduğunu, Tanrı Dağları’nda onu kolunda taşıdığını hatırlıyorsun.

- Bu gerçek mi?
Dedim ya herkesin inanmasını beklemiyorum. Kitap kapağında bir kadın elinde bir kuş taşıyor. Nedeni bu.

- ‘Aşk Olsun’la ilgili bir kritikte mucizelerden söz ettiğinizi okumuştum. Mucize bu mu?
Bu ve başka şeyler (Gülüyor). Bu dünyada insan formunda bulunuyorum şu anda. Ve içinde yaşadığımız bu binalardan yani bedenlerimizden daha fazlası olduğumuzu biliyorum. Ruhumuz hep vardı. Hep olacak da! Ruhun daha önceki karşılaşmalarını hatırlaması neden tuhaf olsun ki? Zaten hayatımıza giren kimsenin tesadüfen girdiğini düşünmüyorum.

- Bu kitabı bir adam için yazmışsınız. Diğer röportajlarınızı okudum. Hiçbirinde bu adamdan söz etmiyorsunuz. Tuhaf değil mi?
Bu kitabı bir adam için yazmadım.

- E ama bir adam neden olmadı mı yazmanıza?
Oldu. O neden oldu ama onun için yazılmadı. Biliyorum bu söylediğim kulağa tuhaf geliyor ama bu kitabın, kitaptaki diğer ana kahramanla hiçbir ilgisi yok. Yazarken vardı ama o kitap bittikten sonra hiçbir ilgisi kalmamıştı artık.

- Nasıl yani?
Şöyle, düşün ki bir odaya girip düğmeye basıyorsun ve ışık yanıyor. O ışık kimindir? Düğmeye basan sensin diye senin midir? Hayır. O ışık oda kiminse onundur. Sen sadece bir aracısın, vesile oluyorsun.

- Yine de ondan hiç söz etmemeniz ilginç.
Ben anlatacağımı bir kitap yazıp anlatmışım. Kitabı anlatamam. Kitabı okura yazdım. Haklısınız söyleşiler genel olarak kadın-erkek ilişkileri ve aşk üzerine oluyor. Böylesi daha güzel. Kitap kendi hikayesini anlatıyor zaten.

- Ona kızgın mısınız?
Değilim. Kimseye karşı olumsuz bir his beslemek istemem. Bir kedinin kendini temizlemesi gibi temizler dururum kendimi. Olumsuzluk hissi yok olana kadar yalanırım yani (Gülüyor). Biliyorum yine kulağa tuhaf gelecek ama öyle biri hiç olmamış gibi.

- Kendi hayatınızdan bir bölüm yazarken başka insanları da anlatıyorsunuz. Örneğin Bay Kuş’u. Onun iznini aldınız mı?
Bir önceki kitabım çıkmadan önce o kitabın kahramanını bilgilendirmiştim. Onunla öyle bir hukukumuz vardı. Bay Kuş ile öyle bir hukuk yok. Zaten onları hep gizleyerek yazıyorum. Tanınmamaları için değiştiriyorum. Benim orada anlattığım o veya onun hikayesi değil, kendimle ilgili bütün her şey. Ancak Bay Kuş’a da yazdığımı söylemiştim. Şok edici bir bilgi değil sonuç olarak.

- Okumuş mudur kitabı? Ne düşünmüştür sizce?
Bilmiyorum, okumuş olabilir. Ben olsam okurdum. Ben birkaç kere okurdum herhalde (Kahkahalar).

- Bence de okur. Bir kitap yazılmış adama nihayetinde.
Döndük en başa. Tekrar mı edeyim ona yazılmadı (Kahkahalar). Zaten bu kitabı kendime adadım. Bir öncekini okuyana “Sana” diyerek adamıştım, bunu “Bana” diyerek kendime.

- Peki siz bu arada aşkı çözdünüz mü?
Aşkı çözen evreni de çözecek zaten. Gerçekten aşk evremdeki tüm gizemin, tüm sırrın kapısını açan bir anahtar… Çok yüce bir duygu. Her bünyedeki tesiri farklı. Bu yüzden tanımı farklı.

- Kitapta birinci kadınlar ve ikinci kadınlar diye bir tanımınız var. Bu nedir?
Evli erkeklerin eşleri birinci hanımlar oluyor. Bir de dışarıdaki ikinci kadınlar var. Ben de iki balkon konuşması yapıyorum. Biri birinci hanımlara ki onların kürkçü dükkanı sendromu var. “Adam benim, nasıl olsa buraya dönecek” diyorlar. Diğer balkon konuşmam ise saadetini birinci kadının gidişine bağlayan ikinci kadınlara. Bu iki kadının arasındaki mücadeleden erkek aklanarak çıkıyor. Her iki kadın da birbirini suçluyor, sanki adam masum.

- Aldatma oranı yüksek mi Türkiye’de?
Cinsel Sağlık Enstitüsü’nün araştırması var. Ülkemizde aldatma oranı yüksek. Hem erkekler de yüksek hem de kadınlarda. Zaten bu iki oran birbirinden çok farklı olamaz. Mümkün değil!

- Neden farklı olamaz. Erkekler daha çok aldatmıyor mu?
Daha fazla aldatıyordur da hep mi bekar kadınlarla aldatıyor? Matematik bize diyor ki bu iki rakam birbirine eşit olmalı.

- Erkekler de aldatılıyor yani?
Evet! Ancak onlar biz kadınlar kadar yaygara yapmıyor. Biz kadınlar ağlıyoruz, anlatıyoruz, içimizi döküyoruz. Pek çok erkek var kalbi kırılan veya başka bir erkek için terk edilen.

- Onlar yaygara yapmıyor mu?
Yok genellikle yapmıyorlar ama bazen çok kötü bir şey yapıyorlar. Bu durumu kabullenemeyip şiddete baş vuruyorlar.

- Kitapta ‘Erkekler neden aramaz?’ diye bir bölüm var. Biraz bahsetmek ister misiniz?
Bir önceki kitabım daha matraktı. Bu kitapta da hayatımda olağanlaşan absürtlükler var ancak daha duygusal, daha şiirsel… İçimdeki şaire, dervişe ve filozofa engel olamadım. Biraz komiklik olsun diye kadınların o en merak ettiği sorunun peşine düştüm ve oluşturduğum erkekler kuruluna ilk randevudan sonra neden aramadıklarını sordum. Komik ama acı cevaplar geldi. Aramıyorlar çünkü bir ilişki istemiyorlar. En yaygın cevap bu oldu.

- Bugünlerde ilişkileri sorunlu kılan ne?
Bencillik ve özensizlik… Her şeye kolayca erişmenin getirdiği şımarıklık ve tatminsizlik sonucu zahmete girememe.


Yazının devamı...

Işığın Ucundaki Sonsuz Gençlik

Pek çok kadın cildinin olduğundan daha pürüzsüz, olduğundan daha genç görünmesi için teknolojinin sunduğu çeşitli yenilikleri deneyimlemek istiyor. Yeni yöntemler sayesinde, artık genç bir cildi hayal ederken yaşlanma sürecine genetik anlamda da müdahale etmek mümkün. İşte bu teknolojilerden biri olan ve son dönemde öne çıkan yeni nesil ışık teknolojisi BBL Forever Young, gençliğin kontrolünü elimize almamızı sağlıyor. Söz, Dr. Mustafa Karataş’ta...

Modern dünyanın bizlere sunduğu photoshop etkisi, son dönemde yeni nesil bir ışık terapisi olarak tabir ettiğimiz BBL’le mümkün. Bu teknoloji cilde daha gergin, daha pürüzsüz ve daha parlak bir görünüm kazandırıyor. Üstelik, bu değişim sadece cilt yüzeyiyle sınırlı kalmıyor, genetik olarak da gerçekleşiyor.

Yaşlı Hücreler Gençliklerini Hatırlıyor
Kim, yaşlanmanın genetik bir kader olduğunu ve bu süreci durdurmanın mümkün olmadığını düşünüyorsa yanıldığını belirtiyor Dr. Mustafa Karataş ve Stanford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmayla bu savın çürütüldüğünü müjdeliyor. Karataş’a göre hayatımızda güneş, hava kirliliği, sigara gibi çevresel faktörler olmasa bile vücudumuz genetik olarak yaşlanmaya programlı. “Işık terapisinin (Broadband light therapy/BBL) ciltteki etkilerini inceleyen klinik bir çalışma, bu genetik kodlanmayı değiştirmenin mümkün olduğunu gösteriyor” diyor. “Araştırmada BBL, cilt yaşlanmasıyla yakından ilişkili genleri etkiliyor. Yani yaş almış cilt hücrelerinin genç cilt hücreleri gibi davranmalarını sağlıyor.

Kolajen Üretimi Harekete Geçiyor
Genetik yaşlanma, birçok farklı şekilde görülüyor. Cilt elastikiyeti azalıyor, ince çizgiler oluşuyor, lekeler ve cilt renginde bozulmalar başlıyor. Ancak cildi genetik anlamda kontrol etmeyi başardığınızda, ciltteki diğer tüm sorunlara da müdahale edebiliyorsunuz. Dr. Mustafa Karataş, BBL teknolojisinin çalışma mekanizmasını şöyle açıklıyor: “BBL’in ilettiği ışık enerjisi, cildin üst tabakalarını hafifçe ısıtıyor. Böylelikle cildin kolajen üretimi harekete geçiyor. Ciltte pürüzsüz ve sıkı görünüm ortaya çıkıyor. Çizgilerde, kırışıklıklarda ve lekelerde etkili bir azalma görülüyor. Karataş, BBL’in cildin yaşını geri çeviren bir etki yarattığını belirtiyor ve yaşla beraber belirginleşen kılcal damarların da yok olduğunu söylüyor.

Cildinize Egzersiz Yaptıran Uygulama: BBL
Cildinize genç bir görünüm kazandırmak istiyorsanız, BBL’i bir egzersiz olarak düşünebilirsiniz: 40’lı, 50’li yaşlarınızı genç bir ciltle karşılamanızı sağlayacak bir egzersiz... 30’larında henüz ciddi bir sorunla karşılaşmamış ciltler düzenli olarak yapılan BBL uygulamasıyla ileriki yaşlarını genç görünümlü bir ciltle karşılayabilir. Pigmentasyon, çil ve güneş lekeleriyle savaşıyorsanız, 20’li yaşlarda bile olsanız fayda sağlayacağınız bir işlem olduğunun altını çiziyor Karataş. BBL’in ciltteki tüm yaşlanma belirtilerine aynı anda etki ediyor olması da onu öne çıkarıyor. Kısacası, elastikiyet kaybı, renk düzensizliği, ince çizgiler, kırışıklar, kılcal damarlar gibi çeşitli sorunlarda etkisini kısa sürede göreceğiniz bir teknolojiyle karşı karşıyayız.

Yazının devamı...

Bir Diş Fırçası Çevreye Ne Kadar Zarar Verebilir?

Dünyada giderek daha fazla insan doğal ürünlere yöneliyor. Diş fırçaları da bu ürünler arasında önemli bir yere sahip. Son dönemde bambu bitkisinden üretilen diş fırçaları öne çıkıyor.

Hem doğaya hem de çevreye dost olan İsveçli Humble Brush, bir diş fırçası markası olmanın ötesinde önemli bir misyon da üstleniyor. Çevreye duyarlı ürünleri ile sosyal girişimini sistemli bir şekilde tüm dünyaya ulaştırmak amacıyla kurulan Humble Smile Vakfı’yla da geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkelerdeki ihtiyaç sahiplerine ulaşarak; ağız sağlığı konusunda destek veriyor. Vakıf, dünyanın dört bir yanında ihtiyacın en büyük olduğu bölgelerde profesyonel ve sürdürülebilir sağlık projeleri yürütüyor. Tüm bunları da doğrudan satılan her bir ürünü ile karşılıyor. Şimdiye kadar 35 ülkede 60 binden fazla çocuğa ulaşıldı. Türkiye’de bu misyonu üstlenen iki isim olan Gürsoy Sabitoğulları ve Barış Kılıçaslan ile buluştuk…

- Bir diş fırçası çevreye ne kadar zarar verebilir?
Her sene dünyada 5 milyar plastik diş fırçası üretiliyor. Daha da kötüsü, plastikler fosil yakıtlardan üretiliyor. Hiçbiri doğada çözünmüyor. Hepsinin sonu çöplükler ve/veya okyanuslar... Bu da bizi gezegenimize zarar veren bir kısırdöngüye sokuyor. İşte bu noktada ergonomik ve ekolojik diş fırçalarının önemi oldukça artıyor. Biz, “Plastiğe dur de! Mütevazı kal!” diyoruz… Değişim, her zaman bir devrimle gerçekleşmek durumunda değil. “Bazen ufak değişiklikler de dağları yerinden oynatır” misyonuyla hareket ediyoruz. Böylelikle tükettiğimiz her üründe doğru seçimler yapmamız konusunda farkındalık yaratmayı amaçlıyoruz. Türkiye’de de kullanımını yaygınlaştırmayı düşündüğümüz diş fırçalarının en önemli özelliği, bambu bitkisinden üretiliyor olması. Bu sebeple yüzde yüz doğal ve çevre dostu. Doğada tamamen çözünebilme özelliğine sahip.

- Marka aslında bir ‘sosyal girişim’ hareketi başlatmış ve bunun yaygınlaştırmak amacıyla da kendi vakfını kurmuş. Vakfın kurulma amacı ve bugüne kadar gerçekleşen projelerden bahsedebilir misiniz?
Marka, ağız bakım ürünleri pazarına kazandırdıkları sıra dışı ürünler, ambalajları ve üretim şekli ile tüm dünyaya örnek olabilecek nitelikteki bir sosyal sorumluluk girişimi başlatmış. Çevreye duyarlı ürünleri ile sosyal girişimini sistemli bir şekilde tüm dünyaya ulaştırmak amacıyla kurulan vakıf da, geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkelerdeki ihtiyaç sahiplerine ulaşarak ağız sağlığı konusunda destek veriyor. Dünyanın dört bir yanında ihtiyacın en büyük olduğu bölgelerde profesyonel ve sürdürülebilir sağlık projeleri yürütüyor. Şimdiye kadar 35 ülkede 60 binden fazla çocuğa ulaşıldı.

Vakıf, bugüne kadar profesyonel ve akademik çabalarıyla meslektaşları arasında saygınlık kazanmış, görüşleri ve katkılarıyla diş hekimliği mesleğinin geleceğini şekillendiren kişiler tarafından yönetiliyor. Kendilerini çevreye ve topluma duyarlı diş fırçalama amacı için çalışmaya adamış vakıf elçileri, şimdiye kadar, Hindistan, Gambiya, Etiyopya, Nepal, Mozambik, Nikaragua, Dominik Cumhuriyeti, Estonya, Meksika, Irak, Burkina Faso, Peru, Kosta Rika ve Guatemala’da onbinlerce ihtiyaç sahibi çocuğa ulaştı.

- Yollarınız nasıl kesişti?
Var olma sebebi ve vakıf aracılığı ile yaşattığı sosyal girişimciliği bizi çok etkiledi. Dünyada çok az örneği bulunan bu yapı, ürünleri ile de birçok ilki kapsıyordu.

Marka doğal, vegan ve ekolojik özellikleri ile 2015-2016 yıllarında üst üste Avrupa’da en iyi doğal ürün ödülünü aldı. Yine 2016 yılında Asya’da, 85 bin perakendeci tarafından ‘En İyi Doğal Ürün’ ödülüne layık görüldü. Umarız, Türkiye’de de dünyadaki bu misyonu sürdürme şansını yakalarız ve gelecek nesillerin sağlıklı dişlere sahip olmasına katkıda bulunabiliriz.

Yazının devamı...

Doğal Görünümlü Kış Makyajı Nasıl Olmalı?

Makyajda son zamanların trendi; mümkün olduğunca doğal görünmeyi sağlayan makyajlar... Soğuk kış günlerini karşılamaya hazırlandığımız şu günlerde ise değişen mevsime adapte olmak, hem cildimiz hem de uygulayacağımız makyaj açısından çok önemli. Estetisyen Bade Özavcı, porselen gibi duru bir ten, nude dudaklar, dolgun kirpikler, ışıltılı bazlar ve aydınlatıcılar ile bu kış doğal makyaj görünümlerinin öne çıktığını söylüyor. Özavcı, doğal görünümlü kış makyajının nasıl yapılması gerektiğine dair ipuçları da veriyor.

Açık tonları tercih edin

Doğal görünümlü bir kış makyajı için yapmanız gerekenler oldukça basit. Öncelikle makyaj yaparken açık tonları tercih etmeniz gerekiyor. Ten renginize uygun olarak seçeceğiniz pastel tonlar ile doğal ve çekici bir görünüme kavuşabilirsiniz. Özellikle kapatıcı kullanmak istiyorsanız su bazlı kapatıcılık özelliği bulunan ve fazla yoğun olmayan kapatıcıları kullanın. BB kremler de bir diğer seçenek olabilir.

Gözleriniz ışıldasın

Makyaj uygulamasında en dikkat çekici noktalardan biri de gözler. Kış aylarında hem doğal hem de daha canlı bir görünüme sahip olmak için far seçiminize dikkat etmeniz gerekiyor. Şeftali ve kahverengi tonlarında bir farı belli belirsiz bir şekilde göz kapaklarınıza uygulayın. Bu tonlardaki farlar gözlerinizin daha ışıltılı görünmesine olanak sağlayacak. Kirpiklerinizi belirginleştirmek içinse rimelinizi yoğun bir şekilde uygulayın.

Dudakları kurutmayan rujlar kışın en büyük kurtarıcısı

Sıra geldi ruj seçimine. Kış aylarında en çok dert yandığımız konulardan biri de kuruyan dudaklarımız. Dudakları kurutmayan, gün boyu nemli tutan ama aynı zamanda da doğal bir renk veren rujlar, kışın en büyük kurtarıcılarından. Nude tonlar, kahve tonlar, uçuk pembe ve turuncu tonları doğal görünümlü bir kış makyajı için çok ideal.

Ten renginize uygun allık seçimi önemli

Allık, makyajı tamamlayan en önemli unsur. Doğal tonlarda bir kış makyajı için allığınızın çok hafif tonlarda olması gerekiyor. Açık tenliyseniz açık pembe tonlarını, koyu ten rengine sahipseniz şeftali rengi tonlarını kullanmalısınız. Uygulama yaparken de dikkat etmeniz gereken püf noktaları var. Sadece elmacık kemiklerinizin üzerine, belli belirsiz sürmelisiniz.

Yazının devamı...

Kapanmayan Yara, Taciz

Talip Yıldırım, henüz 30’lu yaşlarında genç bir adam. Çiftçi bir ailenin oğlu. İlkokuldan üniversiteye kadar yatılı okumuş. Sonrasında bir yıl ABD’de eğitimine devam etmiş. Kendini “İyi bir gözlemci” olarak tanımlıyor ama yazdığı 'Adım Demet' adlı kitabı, son dönemde gençlerin kaleme aldıklarına hiç benzemiyor. Nedeni polisiye bir kurgu yaparken kadına şiddeti de tüm açıklığıyla göstermiş olması. “Kırmızı çizgili bir konuyu özellikle gençlerin okumasını, bilinçlenmesini istedim” diyor.

- Siz kimsiniz? Kendinizi anlatır mısınız?
30 yaşındayım. Çiftçi bir ailenin çocuğuyum. İlkokulu doğduğum kasabada okudum. Orta okul ve liseyi İzmir’de yatılı okulda okudum. Sonrasında üniversite de işletme (İngilizce)’yi bitirdim. Daha sonra İstanbul’a taşındım. Beş senedir İstanbul’da yaşıyorum. Sürekli olarak değil tabii, diğer taraftan ailemin işini yapıyorum, gelip gidiyorum sürekli olarak diyelim. Kendimle ilgili olarak da söyleyebileceğim, sanatın her dalına ilgi duyuyor olmam. Yazmayı çok seviyorum, tiyatrodan çok keyif alıyorum. Sanırım farklı karakterler ve hikayeler beni cezbediyor. Onun dışında düzenli olarak spor yapıyorum. Doğayla iç içe yaşamayı çok seviyorum, bütün dengemi dinginliğimi doğanın içinde buluyorum.

- Benim kriminal ögeleri de detaylı olarak paylaşan polisiye-dram diyebileceğim kategoride bir kitap yazmak nasıl şekillendi kafanızda?
Gözlem yapmak benim için çok önemli. Çevremde, ülkemizde, dünyada neler olduğunu takip etmeye çalışıyorum. Bu gözlem neticesinde toplumun açıkta kalan, herkesin bildiği ama bir çok kişinin görmediği veya görmeyi reddettiği konuların üzerine düşünmek onları bir olay örgüsü çerçevesinde topluma aktarabilmek fikrinden yola çıktım. Polisiye kurgunun yanı sıra alt metninde yatan asıl ana hikayeyle paralel bir hikaye şekillendirmeye çalıştım diyebilirim.

- Tamamen sinematografik bir bakış açısı ve kaleme alınışı var? Sinema ile daha önce ilgilenmiş miydiniz?
Tabii ki... Sinemaya ve tiyatroya zaten çok fazla ilgim var. Amatör olarak tiyatro yaptım, sinema ile de ilgilendim hobi olarak. Uzun zaman usta diye tabir edebileceğimiz çok iyi insanlardan eğitim aldım. Nitekim bu durum bende karakter yaratmayı, sinematografik bakış açısı kazanmayı sağladı diyebilirim. Hayatta aslında yapılan her şeyin bir birikim, bir kazanım olduğu gerçeğini bu karakteri yaratmaya çalıştığım aşamada gördüm.

- Hayal gücünüz daha önce yaşadıklarınızdan, tanıştığınız insanlardan mı besleniyor?
Her ikisi de diyebilirim. Onun dışında sürekli olarak gözlem yapmamda var. Bir de bazen kendimi herkesten her şeyden izole ettiğim zamanlar var. Oksijeni bol doğayla iç içe olabildiğim yerlere giderim, bir süre orada kalıp kendimi soyutlarım. Kısacası hayatta her şeyi oluşturan ve yön veren duyguları anlayarak yazmaya çalışıyorum.

- Hayatı incelerken siz de kendinizi bir dedektif gibi konumluyor musunuz?
Değişiyor aslında. Bazen bir dedektif gibi çalışmak karakterin duygusunu anlamaya hissetmeye çalışmak, analiz etmek, üzerine fikir yürütmek, bir kurgu yaratmak. Bazen de tam tersini yapmaya özen gösteriyorum. Her şeyin dışında biriymişim gibi izliyorum.

-Ne kadar sürdü kitabı kaleme almanız? İlk okumalardan aldığınız yorumlar nasıldı?
Yaklaşık olarak bir yıl. İlk iki ay boyunca sadece zihnimde kurguyu oluşturmaya çalıştım, Demet’in ve diğer karakterlerin gözünden hayata bakmaya çalıştım. Sonrasında kalem, kağıda dökmeye başladım. Aslında başka bir hikayem vardı, geçen yıl bitirdiğim. Yayınevini aradım. Diğer hikayem baskıya hazırlanıyor ama ben bir şeyler yazıyorum, bir bakabilir misiniz dedim. Dosyayı gönderdikten sonra bu kitabı ilk olarak faaliyete geçirme kararı aldık.

-Okurken bir film şeridi gibi zihinde yaşatma gücünü nasıl başardınız?
Aslında buna çok net bir cevabım var. Gözümde canlandıramadığım hiçbir şeyi yazmadım!

- Kırmızı çizgileri olan kadına cinsel şiddet ve taciz konusunu yaralamadan, acıtmadan açmayı başarmışsınız?
Hikayedeki en önemli nokta bu zaten benim için. Bu duruma maruz kalan dünyada o kadar çok insan var ki… Herkes ya susmayı tercih ediyor ya da konunun üstü bastırılıyor, bense aksine bu konunun üzerine gidilmesi gerektiğine inanıyorum. Biz bir gazete sayfasında bir tacizi okuduğumuz zaman “ah canım” diyerek beş dakika bilemedin on dakika üzülüyoruz. Sonra diğer sayfaya geçtiğimizde o olayı unutup geçiyoruz. Fakat birçok insan bu travmayla yaşıyor ve orada yaşadığı travma aslında gelecekteki ve hayattaki tüm seçimlerini etkiliyor. Çünkü travma sonrası beyin yaşadığı korkunun etkisiyle otomatik olarak gelecek için karar vermeye başlıyor. Bir taciz mağdurun tüm hayatını bambaşka bir yöne çekebiliyor. Bu hassasiyetteki bir konuyu çok dikkatli ele almak gerektiğinin farkındaydım. Bu sebeple ciddi bir araştırma sürecine girdim, konusunda uzman insanlarla görüştüm. Üzerine uzun zaman boyunca fikir yürütüp biraz da olsa anlamaya, hissetmeye çalıştım.

- Sizce çocukluğunda istismara uğrayanlar yetişkinlikte hangi problemleri yaşıyor, nasıl bir dünyaları oluyor?
Benim gözlemlerim ve araştırmalarım sonucu gördüğüm şey kesinlikle güvensizlik hissi. Her an tetikte yaşamak zorunda olunan bir hayat. İçine kapanık olma durumları söz konusu. Daha insanlara mesafeliler, güvenemiyorlar ve öfkeliler. Yani bunu kapanmaya bir yara gibi düşünmek lazım ve her saniye acısını hissetmek zorunda olduğun bir yara. Tabii ki ben bu konuda uzman değilim fakat görüştüğüm uzmanlar, araştırmalarım ve yaptığım gözlem sonucu söylüyorum bunları. Kesin böyle olabilir demiyorum çünkü her insanın hissettiği kendisine özeldir. Herkeste aynı hissi uyandırmayabilir. Bazısında öfke baskın olabilir, bazısında daha güvensizlik hissi diyebilirim. Kişiden kişiye farklılıklar gösterebildiğini gördüm.

- Yazarının bu kadar yakışıklı olması sık karşılaştığımız bir durum değil. Yakışıklı erkekler, çok güzel kadınlara dair önemli bir yafta ile de savaşıyor olacaksınız bu durumda?
Bir hikaye aktarmaya çalıştığım için hakkımda söylenenlerden ziyade hikaye ile ilgili konuşulanlar önemli benim için. Bu karakter için elimden gelen emeğin tümünü maksimum konsantrasyonla karaktere yönlendirmeye çalıştım. Kadın ruhunu anlayabildiğim kadarıyla aşkıyla, yaşadığı travmalarıyla, duygularıyla, bir hayat bütünü olarak anlatmaya çalıştım.

Yazının devamı...

Aşkın En Zarif Hali Takılarına Yansıyor



- Takı tasarımıyla tanışması nasıl oldu?
2006 yılına kadar sigorta sektöründe çalışan bir profesyoneldim. Bu süreçte, çocukluğumdan beri ilgi alanımda olan, gittiğim sergi ve müzelerde özellikle severek izlediğim takıların büyülü dünyası hep kendime çok yakın hissettiğim bir dünyaydı. Antik çağlar ise merak duyduğum, öğrenmeye çalıştığım bir diğer alandı. Profesyonel yaşamdan ayrılıp, bir zanaat öğrenmeye karar verdiğimde bu iki ilgi alanım bana çok değerli iki yol gösterici oldu. Takı tasarımının tüm aşamalarını öğrenmek adına oldukça uzun ve yoğun bir eğitim, araştırma, ön hazırlık döneminden geçtim.

- Son koleksiyonunuz 'Serenat'ı anlatır mısınız?
Koleksiyonlarınızı oluşturma süreci nasıl işliyor?

Serenat koleksiyonunda Sinop Balatlar Kilisesi kazı çalışmalarında gün ışığına çıkarılan Bizans dönemine ait döşeme mozaiklerinden esinlendim. Birbirinden zarif kuşlar ve asma yaprakları, bu mozaiklerdeki leyleklerin hikayesi; eşlerine sadakatleri, yaşlılarını sarıp sarmalamaları, kendi dillerinde sevgiliye serenatları beni çok etkiledi. “Serenat” koleksiyonu romantizmi, sadakati, sevgilinin elinden içilen badeyi, muhabbeti yansıtıyor. Uçuşan kuşları çağrıştıran kolyeler, zarif leyleklerin süslediği kelepçe tarzı bilezikler ve zarif asma yaprakları ile bezenmiş kolye, küpe ve yüzüklerden oluşan bu yeni koleksiyonumu üç bölümde topladım: “Kuşlar Baladı”, “Umay” ve “Bade”.

Her koleksiyon öncesinde çok yoğun bir araştırma dönemi yaşıyorum; bu bazen altı ay bazen bir yıl olabiliyor. Esinlendiğim her uygarlığın, kültürün derinine inmek, araştırmacılarla görüşerek o uygarlığın sadece takılarını değil, yaşam biçimlerini de öğrenmek istiyorum. Çünkü ben sadece takılardan esinlenmiyorum. Bazen bir döneme ait bir kıyafetin üzerindeki düğme, bazen bir seramikteki desen de benim tasarımlarıma yansıyabiliyor. Bu araştırmalardan sonra da çizimden üretime kadar tüm aşamalarda bizzat bulunarak tasarım ve üretimi gerçekleştiriyorum.

- Bade, Kuşlar Baladı ve Umay hangi duyguları barındırıyor?

Kuşlar Baladı: Minicik bedenlerine bin bir rengi, bin bir sesi sığdırmış bin bir çeşit kuş, mozaikleri de süslemiş çağlar boyu Anadolu’da. Kimi tarihin ilk postacıları olmuş, kimi ilk çalar saati insanoğlunun. Çağlar boyu kiminin koruyuculuğuna, kiminin bilgeliğine inanılmış. Cıvıltıları şarkılara esin, göklerde süzülüşleri şiirlere konu, göçüp gidişleri ise ruhumuza Balad olmuş kuşlar.

Dişi hami ruh, Umay: Türk kültüründe binlerce yıldır ayrı bir yeri olan leylekler son koleksiyonum “Serenat”ın Umay bölümünün kahramanı. Kültürümüzde edebiyattan görsel sanatlara kadar çeşitli alanlarda ön plana çıkan leylek motifleri Serenat koleksiyonunun en gözde parçaları arasında yer alıyor. Baharla birlikte doğanın yeniden canlanması da leyleklerle bağdaştırılmış tarih boyunca ve leylek kuş biçiminde tanımlanan dişi hami ruh “Umay” ile bebek ruhları arasındaki ilişkiyi de sembolize eder olmuş.

Bade, aşkın en zarif hali: Antik çağlarda asma yaprağı aşkın simgesiydi; Tanrıçaların meyvesi olarak nitelenen üzümün insanoğluna bin bir faydasından mı, yoksa sıcaklarda aşıklara gölge olan asma bağlarından mı bilinmez. Anadolu’nun dört bir yanında oluşan bin bir kültürde asma yaprakları mozaiklerde sıkça kullanılmış. Tanrıçalara taç olmuş bu zarif yapraklar; testilerin, küplerin saplarına motif motif işlenmişler. Bolluk bereketi anlatmak için üzümü seçerken eski uygarlıklar, aşkı anlatmak için de üzümün yaprağını seçmişler. Öyle ki üzümden yaptıkları şarapla aşka aynı ismi vermişler ve Bade demişler ikisine de.

- Koleksiyonunuzu hazırlama sürecinde en keyif aldığınız kısım hangisiydi?

Aklıma ilk düşen fikirden satış noktasına kadar; fikirden elimle tutabildiğim ürüne kadar koleksiyonla yaşıyorum.

- En büyük ilham kaynağınız nedir?

Geçmişten esinleniyorum, eski medeniyetler, onların yaşam tarzları ilgi alanıma giriyor. İlham kaynağım takılardan ziyade motifler. Özellikle Anadolu medeniyetlerindeki motifler. Bundan önceki koleksiyonlarımın çoğunda da Anadolu’dan ilham aldım. Anadolu kilim motiflerinden ve dokusundan esinlendiğim ‘Eli Belinde’ ve Osmanlı ve Bizans sikke ve dirhemlerinden esinlendiğim ‘İki Dirhem Bir Çekirdek’ koleksiyonlarım da buna iyi birer örnek.

- Tasarımlarınızı farklı kılan size göre nedir?

Moda akımlarını, trendleri dikkate alarak tasarlamıyorum ürünlerimi. Butik çalışmak istiyorum. Geçici popüler takı değil de benim tasarımlarımı sürekli izleyip, beğendiğini alıp yıllarca bıkmadan ilk günkü heyecanla taksın istiyorum kadınlar. Günümüzün şehirli kadını tarih okuyor, dünyayı takip ediyor ve geçmiş, bugün ve gelecek bağlantısını çok net görebiliyor. O yüzden de bu üçlemeyi hatırlatan takılara ilgi gösteriyor. Ben de tarihte bir medeniyetten alınan ilhamı, bugüne uyarlayarak güncelleştirirken bugün de kullanılabilir olmasına ama özelliklerinden de birşeyler kaybetmemesine özen gösteriyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.