SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Yaz Gelinlerinin İmza Saçları

Ünlü saç tasarımcısı Şenol Zeytinoğlu, gelin adaylarına birbirinden yaratıcı saç önerileri sunuyor. Kusursuz bir gelin olmanın yolunun göz alıcı saçlardan geçtiğini belirten Zeytinoğlu, bu yaz gelin saç modellerinin hayallere seslendiğini belirtiyor.

Zarafet fiyonkları
2018 yaz gelinleri, zarafet temsilcisi olarak karşımızda olacak. Saçlarda en romantik en kibar en sade modeler yükselişte. Minik at kuyrukları kadife kurdeleyle toplanmış rahat modeller, minimal örgüler beyaz gelinliklerle buluşuyor bu yaz. Büyük gösterişli topuzların yerini alan bu minimal akım, birçok defilede de karşımıza çıktı. Şenol Zeytinoğlu, bu akımın gelin adayları için avantaj olduğunu vurguluyor. “

Yaratıcı örgüler
Özellikle yaz düğünlerinin vazgeçilmezi örgüler bu kez çok daha yaratıcı. Çiftli, üçlü yan örgüler yarım toplamalarla buluşuyor ya da aralarından çiçekler geçerek çiçekli örgülere dönüşüyor. Özellikle yaz geceleri için çok şık ve gösterişli olan bu yeni nesil örgüler öne çıkan modellerden.

Çekici dalgalar
Şampuan reklamlarında gördüğümüz o pürüzsüz ve hacimli dalgalar yaz düğünleri için gelinlere öneriliyor. Bu dalgalar sanılanın aksine oldukça dayanıklı. Romantik bir hava yaratan bu nostaljik dalgalarla özellikle uzun saçlı gelin adayları kendilerini çok rahat hissedebilir.

Çiçeksi dokunuşlar
Canlı çiçekler yaz gelinleri için harika birer aksesuvara dönüşüyor. Kocaman çiçeklerden tasarlanan taçlar, yazın enerjisini gelinlerle buluşturuyor. Bu çiçekler hem topuz hem de açık modellerde kullanılıyor. 2018 çiçek taçlarının diğerlerinden farkı, çok daha büyük ve gösterişli olması.

Yazının devamı...

Bir Türk Kadınından Dünyaya Hediye: Global Wellness Day

İşte o kadın, Belgin Aksoy Berkin… “İyi bir yaşam herkesin hakkı” diyerek, ilk kez 2012 yılında bu özel günün tohumlarını atan Berkin, o günden bu yana ‘wellness’ kavramı ile sağlıklı beslenme ve egzersizin dışında stres, mutsuzluk ve depresyona karşı psikolojik açıdan da ‘bir bütün olarak’ iyi olma hali olduğunu tüm dünyaya anlatıyor. 9 Haziran 2018 Cumartesi günü
Dünyada 110’dan fazla ülkede, 4300’den fazla noktada belediyeler, turizm müdürlükleri ve oteller ücretsiz wellness aktiviteleriyle kutlanacak Global Wellness Day, bu yıl çocukları da kucaklıyor. Detayları Belgin Aksoy Berkin’den öğrendim.

- Turizm sektöründe çalışırken bambaşka bir alana yöneldiniz. Hayatınız bir günde nasıl değişti?
2004 yılında tiroid kanseri teşhisi konulması, ameliyatım ve sonraki iyileşme sürecinde yaşadıklarım, beni daha sağlıklı, sporla iç içe ve dingin bir yaşama yönlendirdi. Hayatımdaki değişimi ve pozitif etkileri gördükten sonra, bu yaşam şeklini yaymak ve daha çok insana ulaşmak amacıyla Global Wellness Day fikrini şekillendirdim. “Bu kıymetli gün neden Türkiye’den çıkmasın?” dedim ve 2012 yılında beni her gün biraz daha heyecanlandıran maceramız başladı.

- Global Wellness Day'in hikayesini anlatır mısınız? Kaç yıldır bu artık dünyaya mal olmuş kişisel hikayenin peşindesiniz?
Global Wellness Day’in ilkini 2012 yılında Sapanca’da gerçekleştirdik. 2012 ve 2014 yıllarında sadece Türkiye’de kutlanan GWD, 2015 yılında 74 ülkede 600 noktada, 2016 yılında 90 ülkede 3000 noktada ve 2017 yılında 100 ülkede 4000’den fazla noktada kutlandı. Uluslararası ve markalaşmış bu özel gün, 9 Haziran 2018 tarihinde ise 110’dan fazla ülkede 5000’e yakın noktada 7. kez kutlanacak.

Son 7 yılda projenin kaydettiği ilerlemelerden kısaca bahsetmem gerekirse; Global Wellness Day, bugün tüm dünyada Haziran ayının 2. Cumartesi günü milyonlarca kişi tarafından ücretsiz halka açık aktivitelerle kutlanıyor. İnsanlara ‘Nasıl daha sağlıklı ve iyi yaşarım? sorusunu sordurarak, 86 Elçi, 23 Ana Destekçi ve 3 Danışman liderliğinde, bireyleri ve toplumları ‘iyi yaşam konusunda’ bilinçlendirmeyi hedefliyor.

Global Wellness Day 2015 yılında 200 milyon kişiye ulaşmışken, 2018 yılında 300 milyon kişinin hayatına dokunmasını hedefliyoruz. Tamamen gönüllülerimizin desteğiyle ve hiçbir maddi karşılık beklemeden yolumuza devam ediyoruz.

Bu motivasyonumuzu ise aldığımız ödüllerle güçlendiriyoruz. Uluslararası Spa Derneği’nin (ISPA) düzenlediği yarışmada İnsanseverlik Kategorisi’nde aldığımız inovasyon ödülümüz ve “Global Wellness Day”in yaratıcısı olarak şahsıma verilen, 3.7 trilyon dolarlık ekonomik büyüklüğe ulaşan wellness- spa sektörünün en prestijli ödülü “Leading Woman in Wellness / Wellness Sektörünün Öncü Kadını” gibi.

- Siz 'iyi yaşam' kavramını nasıl tanımlarsınız?
İyi yaşam kavramı benim için bir bütün. Sadece spor yaparak ya da sadece sağlıklı beslenerek iyi yaşadığımızı ancak zannedebiliriz. İyi yaşam; bedenin ve ruhun bir denge içinde olabilmesi bence.

Dünyada bugün iyi yaşamın belki binlerce tanımı yapıldı. Ama gördüğüm en doğru tanım; fiziksel, zihinsel ve duygusal açıdan iyi olma hali. İyi yaşam için bir nevi insanın kendi kendini keşfetme süreci de denebilir. Global Wellness Day’de insanlara, gel ücretsiz etkinliklerimize katıl, hangi felsefe ya da fiziksel etkinliğe daha yakın hissediyorsun, onları bul, kendi yaşamına uygula ve yaşamını değiştir diyoruz. ‘’Bir gün tüm yaşamınızı değiştirebilir’’ mottomuz da tam bu noktadan doğdu.

- Global Wellness Day'in açılımları nelerdir? Hangi kavramlar bugün onu oluşturdu?
Bugün dünyada depresyon ve intihardan ölen insan sayısı tüm hastalık ve savaşlardan ölen insan sayısından çok daha fazla. Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü gibi resmi kurumların araştırmalarını incelerken mutsuzluğun iyi yaşamamızı zorlaştıran önemli bir tehdit olduğunu gördük. Dünyada 322 milyon kişi depresyondayken, her yıl 800.000 kişi de intihar ediyor.

İşte tam da bu yüzden yaratılan Global Wellness Day, 2030 yılına kadar, bu konuda toplumsal farkındalık yaratarak her ülkede depresyon sebepli ölüm oranlarını %50’nin altına düşürmeyi amaçlıyor.

Bunlara ek olarak, Dünya’da 650 milyon kişi obezite sorunu çekiyor. Ayrıca, veriler, dünyadaki 2-19 yaş arası çocuk ve ergenin 3’te 1’nin aşırı kilolu veya obez olduğunu gösteriyor. Bu çocukların neredeyse hiçbiri bir diyet veya fiziksel egzersizi programı desteği görmüyor. GWD, 2030 yılına kadar dünyada aşırı kilo ve obeziteden ölen insan sayısının yarıya indirilmesini hedefliyor.

- Bugün dünya sizce neden mutsuz?
Mutsuzluğumuzun en büyük sebebi yalnızlık. Bugün insanlar mutsuz çünkü sistem hepimizi adeta bir robot gibi yaşamaya zorluyor. İçinde bulunduğumuz bu teknolojik devirde, adeta kendimize yabancılaştık. Aynı masa etrafında oturup, başımızı telefonlarımızdan, tabletlerimizden kaldıramaz hale geldik. İmkanlarımız, şartlarımız, kullandığımız araçlar gelişti belki ama, kendimizi ve kendi değerimizi unutmaya başladık. Hatta hayatın stresi altında doğru nefes almayı bile unuttuk ki, bu da depresyon başta olmak üzere birçok ruhsal ve fiziksel hastalığa sebebiyet veriyor.

- Mutluluk sizce bireyler tarafından yeniden oluşturulabilir mi? Nasıl?
Mutluluk kavramı insanlara yeniden hatırlatılır ve mutlu olmanın yolları tekrar gösterilirse neden olmasın. Çünkü mutlu olmak öğrenebilinir. Çünkü mutlu olmak bir karardır. Global Wellness Day tam da bu noktadan hareketle doğdu diyebiliriz aslında. Yaşarken kendini kaybetmiş, kendini ve mutluluğu unutmuş bireyler için bir farkındalık yaratmak amacıyla. Eğer bir kişi kendi değerini ve mutlu olmayı unutursa, etrafındaki hiç kimseye yararı dokunamaz. Önce siz iyi olmalısınız ki, aileniz, dostlarınız ve dokunduğunuz her insana faydanız olsun. Bugün bana ulaşan, teşekkür eden, hayatımı değiştirdiniz, yeniden sağlıklıyım, kendimi y yeniden buldum diyen insanları görünce bunun mümkün olduğuna kesinlikle inanıyorum.

- Hayatını değiştirmek isteyenlere sizin anahtar önerileriniz nelerdir?
Hayata direnmemek, akışta kalmak. Önemli olan başımıza ne geldiği değil, başımıza gelen ile nasıl baş ettiğimiz bence. Hayatta her şeyin bir sebebi var. Kelebek etkisi dedikleri evet o kadar doğru ki. Düşünsenize, ben hasta olmasaydım, bugün milyonlarca insana fayda sağlayan Global Wellness Day'i yaratmak aklıma bile gelmeyecekti. İyiyi de kötüyü de hediye olarak kabul etmek, her yeni güne, her nefese şükretmek, başımızı kaldırıp gökyüzüne bakmak, yolda yürürken gördüğümüz bir çiçeğin fotoğrafını çekmek yerine ona dokunup, koklamak, kuşların cıvıltısını fark edebilmek. Hiç tanımadığınız bir insana gülümsersiniz, onun kaybettiği umudu olabilir, farkında olmadan hayatını kurtarabilirsiniz.

Tek başıma ne yapabilirim diye düşünmek yerine, içimizdeki ışığı dışarı çıkarmamız için kendimize fırsat vermeliyiz. Unutmayalım ki o ışığı dışarı çıkarmamıza engel olan tek kişi, yine kendimiziz. Kendimizi sevmek ve kendimizi sevmek ile bencil olmak arasındaki farkı bilmek. İnsan sevdiğini korur ve evet kendimizi, kalbimizi, duygularımızı koruyabilmemiz için onu sevmemiz gerekiyor. Hayatla olan ilişkinizi değiştirin bakın hayatınız nasıl değişecek.

- Önümüzdeki yıl markanızla BM ajandasına girmeyi hedefliyorsunuz? Şu an bu çalışma ne durumda?
Global Wellness Day ne mutlu ki organik olarak çok kısa zamanda 100’den fazla ülkede milyonlarca insanın hayatına dokundu. Ama projenin eksiksiz olarak her ülkedeki her şehre, her bölgeye ulaşması en önemlisi de, sürdürülebilir olması benim en büyük amaçlarımdan biri.

Bunun da en etkili yolu elbette ki Global Wellness Day’in resmi bir gün olarak BM takviminde yer alması olacaktır. Arkasına daha fazla hükümet desteği alan proje çok daha kısa zamanda, çok daha fazla insana ulaşabilecektir. Bu ay yine bu konuda çalışmalar ve temaslar yapmak üzere New York'a gidiyorum. Her seyahatim, her görüşmem bir tohum ekmek gibi benim için, bakalım filizlenmeye başlayan bu çok nadide Birleşmiş Milletler tohumu ne zaman çiçek açacak.

- Bir de çocuklarla ilgili bir hayaliniz daha var? Ondan da bahseder misiniz?
Global Wellness Day olarak 2018-2019 yıllarında tüm dünya ülkelerine yayılması planlanan bir proje daha gerçekleştiriyoruz. Projenin adı: GWD Kids Project. Proje dünya ölçeğinde depresyonu, obezite oranını ve suç oranını azaltmayı hedefliyor.

Projeden kısaca bahsetmem gerekirse; 2018-2019 eğitim yılında, hayata geçirilecek ‘GWD Kids Projesi’ ile tüm dünyada anaokullarında her sabah beş dakika wellness dersi verilmesi için dünyanın önde gelen üniversiteleri, klinikleri ve eğitimcileri ile işbirliği içinde bir müfredat programı oluşturmaktayım. Proje kendini sevme, nefes ve bilinçli farkındalık (sağlıklı beslenme ve doğa yürüyüşü) konularına odaklanacak. Kendini sevmeyi öğrenen çocuklar, kendilerine olan güvenlerini geliştirecek, sinirli olmak ya da başkasını suçlamak gibi olumsuz davranışlardan uzaklaşarak daha huzurlu hissedecekler ve böylece hem kendilerini hem de etrafındaki kişileri kabul etmeyi öğrenecekler. Nefes egzersizleri öğrenen çocuklar daha sağlıklı olacak ve stres yönetimi yapabilecekler. Bilinçli Farkındalık kapsamında ise; ruhsal ve fiziksel refahlarını geliştirmek için sağlıklı beslenme hakkında bilgi edinecek ve doğa yürüyüşleri yapacaklar.

2018-2019 yılından sonraki eğitim yıllarında ise projenin ikinci aşaması olan; ilkokullarda haftada bir saat wellness dersi verilmesi için çalışmalar başlatılacak.

GWD’nin Tayland Elçisi Andrew Jacka projeyi Tayland Eğitim Bakanlığına sundu. Tayland projeyi okullarda ilk uygulayacak pilot ülke olacak.

Yazının devamı...

Tuzun Bilinmeyen Özellikleri

Tuzun vücudumuz için yaşamsal bir etkisi bulunuyor. Ancak aşırı kullanımı da risk içerebiliyor. Tabii ki baharat olarak da mutfakların vazgeçilmezi... Peki, tuzun başka özellikleri de olduğunu biliyor musunuz?

Yorgun gözlere bire bir
Tuzun yemekte fazla kullanımı vücutta suyun tutulmasına neden oluyor dolayısıyla ödem hissi oluşuyor. Bu yüzden uzmanlar özellikle akşam yemeğinde az tuzlu beslenmek gerektiğini vurguluyorlar Ancak tuzun göz çevresindeki şişkinliğe faydalı olduğunun da iyi geldiğini belirtiyorlar. Tuzun içeriğindeki maddeler su dengesini düzenliyor ve fazla sıvının göz altında birikmesini engelliyor. Peki nasıl? Yarım çay kaşığı tuzu yarım litre sıcak suyun içine ekleyin. İki parça pamuğu bu suyun içine batırın ve kapalı göz kapaklarınızın üzerinde bekletin. Daha fazla etki için aynı uygulamayı birkaç kez tekrarlayın.

Ellerdeki kokuyu giderir
Soğan, sarmısak ve balık kokusu ısrarlı yıkamalara rağmen parmaklarda ve ellerde çoğu zaman istenmeyen bir koku bırakmaya devam edebiliyor. Özellikle dışarıda iseniz ellerinizdeki yoğun koku pek de hoş bir durum değil. İşte, size bu istenmeyen durumdan hızlıca kurtulmanız için bir ipucu: Ellerinizi hafif nemlendirdiğiniz bir tutam tuz ile iyice ovun, durulayın ve sonrasında ellerinizin kurumasını önlemek için mutlaka el kremi sürün.

Karıncaları uzak tutar
Karıncalar, özellikle balkon ya da verandaların kapısından dairenin iç kısmına girmeleri durumunda gerçekten zararlı olabiliyorlar. Ama aslında, onlardan kurtulmak için kimyasallara başvurmaya gerek yok, sadece biraz tuz yeterli: Sadece yoğun olarak göründükleri yerlere serpin. Karıncalar tuzdan hoşlanmaz ve tuz gördükleri bölgeden kaçınırlar.

Tenceredeki zorlu yemek artıklarını çözer
Sütü pişirirken taşırdınız ya da yemeğiniz tencereye mi yapıştı? İşte, bu zorlu lekeleri sadece deterjanla çıkarmak pek mümkün değildir. O zaman tencereye yapışmış süt ve yemek artıklarının üzerine bolca tuz ekleyerek suyla birlikte kaynatın. Kısa bir etki süresinin ardından bir sünger yardımı ile daha kolay temizlendiğini göreceksiniz. Üstelik tencereleriniz de eskisinden daha parlak olacak.

Kahve ve çay kalıntılarını temizler
Çay ve kahve fincanlarındaki kahverengi lekelerden kurtulmak bir süre sonra sadece bulaşık makinesiyle mümkün olmaz. Fincanlarınızı bu renkli lekelerden arındırmak için ya çok sert ovmak ya da sadece tuz yeterli olacaktır. Süngerin üzerine bir miktar tuz serpin, birkaç damla limon suyu ekleyin ve göze çarpan kalıntıları bu karışımla temizleyin.

Yazının devamı...

15 Bin Metrekare Boyunca Aksiyon, Oyun ve Teknoloji

Hepimiz drone öğrenmeye çalışıyor, motosiklet kullanıyorsak 'enduro' seviyesine çıkmaya çalışıyor, teknolojik yenilikleri hem öğrenmek hem denemek istiyoruz. Ama tümünü bir arada görüp öğrenebilecek ortam yok. Bu yüzden geçen sene ilki yapılan bu sene ikincisi yapılan ve bugün Kemer Country’de başlayan, yarın sona erecek olan , bu kadar ilgi görüyor, Anadolu Yakası’ndan bile insanlar festivale taşınıyorsa nedeni bu.

Teknolojik deneyimleri, şaşırtacak adrenalin dolu aktiviteleri alanına taşıyan festival, otomobil tutkunlarından golf meraklılarına, tohum takası şenliğinden drone yarışmalarına her katılımcının kendine hitap eden aktiviteyi ilk elden deneyimleyebileceği zenginlikte bir içerik sunuyor. 107 yıllık tarihiyle bir otomobil ikonu haline gelen London Morgan, iddialı tasarımı ve dayanıklılığıyla öne çıkan Mercedes X Class’ın yanı sıra dev arazi araçlarının incelenebileceği festivalde, Türkiye’nin en büyük özel havacılık şirketi Kaan Air’in de standı var.

Meraklıysanız festivale bekleniyorsunuz!
“Büyüklere oyuncaklar” konseptiyle yola çıkan festival, belli ki Kemer Country’nin 15 bin metrekarelik alanını dev bir teknolojik oyun parkına dönüştürüyor. ” diyen ve organizasyonun altında imzası olan Tolga Alişoğlu, iki günde 3 milyon TL’lik pazar yaratacaklarını, en az 10 bin kişinin beklendiğini ve 80 firma 100’ün üzerinde markanın katıldığını açıklıyor.

Festivali önümüzdeki 2 yıl içinde yurtdışına açmayı planlayan Tolga Alişoğlu, Gyrocopter modelleri ve uçaklar ile konukları geleceğin kişisel hava araçları ile tanıştıracak. Konuklar, alana özel dizayn edilen noktalarda alışveriş yapma, kick boks maçları ve motosiklet şovları izleme, macera oyunu Airsoft ve Krav Maga atölyelerine katılma fırsatı bulacaklar.

Festivalde, binicilik eğitimlerinden balta atmaya, elektrikli bisikletten paramotor gösterilerine uzanan çok sayıda etkinlik bulunuyor. Alişoğlu, bu kadar çeşitli etkinliği bir araya getirme süreçlerini şöyle anlatıyor: “

Akrobasinin sınırları
Rock konserleri ve dünyaca ünlü DJ partilerinin de sahne aldığı festivalde, motosiklet sporcusu Birkan Polat da stunt rider şovuyla, akrobasinin sınırlarında gezinecek. Katılımcılar, çok sayıda sosyal medya fenomeniyle de tanışma imkanı var.

Sahnede Teoman var!
Festival kapsamında rock müziğin önde gelen temsilcilerinden Teoman, bugün saat 21.00’de Big Boyz Sahne’de konser veriyor. Öncesinde ise dünya müzik listelerinde adından sıkça söz ettiren DJ Burak Yeter saat 19.00’da setinin başına geçiyor. Yarın da “Move On” parçasıyla tanınan Deeperise saat 17.00’de sahne alıyor. Fatma Turgut’un konseri ise saat 19:30’da...

İhtiyaç haritası da unutulmadı
Oyuncu Mert Fırat ise kurucuları arasında yer aldığı İhtiyaç Haritası projesiyle festivale katılıyor. Şehir ve mahalle temelinde ihtiyaçların vatandaş katılımı ile sistematik bir şekilde duyurulması, harita tabanlı olarak toplanması ve bu ihtiyaçların gerekli kurum, kuruluş ya da özel kişiler tarafından karşılanmasını kolaylaştırmak amacıyla kurulan platform, faaliyetleri hakkında festival ziyaretçilerine bilgi verecek.


Yazının devamı...

Gen Detoksuyla DNA ve RNA'daki Kayıtları Çözüyor

Mehtap Kurbanzade, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü mezunu. Bundan 5 yıl önce aldığı ICF Erickson Koçluğu ile birlikte sanat ve bilim alanlarındaki yolculuğuna farklı bir kapı araladı. Temeli Kuyruk Bilimi’ne dayanan ve 15 yıldır deneyimlediği rüya analizinin iyileştirici gücüyle, koçluk seanslarını harmanladı. Böylece 2016 yılında Umay Bilim Sanat Yaşam Merkezi’nin ilk temellerini atmış oldu. Detayları kendisinden öğrendim...

- Rüya analizi çok popüler ama bilmediğimiz çok yönü de var. Sizden dinleyebilir miyiz?
Rüya tabiri ve yorumundan farklı olarak Rüya analizi (çözümlemesi) için çok uzun yıllardır Psikiyatr Doç. Dr. Nusret Kaya’dan danışmanlık alıyor, eğitimlerine katılıyor ve danışanlarıma rüya analistliği yapıyorum. Ustalaşmak zaman ve emek gerektiriyor.
Rüya analizinin en önemli farkı ve faydası alt beyni, üst beyin ile uyumlu hale getirmesi. Bu denge yakalanırsa bireylerin hayatında muhteşem bir dönüşüm gerçekleşir. Alt beynimiz bizimle her zaman iletişim halinde, bilinme ihtiyacı hissediyor. Bunu da rüyalarımız aracılığıyla yapıyor. 0-2 yaş döneminde henüz oluşmayan korteks, yani öğrenmemizi, hayatta kalmamızı sağlayan her şey olan üst beyin oluştuktan sonra alt beyni baskılıyor. Bu bulmacayı çözerken deneyimlerimizle güçlü, doğru soruları soruyoruz, alt beynin duymasını ve cevap vermesini sağlıyoruz. Yaşadığı çok büyük korkuların nedenini bilmeyen danışanlarımızdan biri seansların sonunda öğrendi ki, bu korkular annesinin hamilelik dönemine ait. Rüyalarından çıkan sonucu annesiyle konuşup, rüyalarında gördüğü her şeyi onunla konuşması, kendi hayatında değişim sağladı. Her ne kadar sembol dilinde genellemeler olsa da hayat hikayeleri kişilere özel, bu yüzden parmak izi gibi rüyalarında izi kişilere özel oluyor. Korkulardan özgürleşmek insanın zihninde bambaşka kapılar açıyor. Bilmek insana iyi geliyor. Düşünsenize “neden böyle?” dediğiniz, hayatınızın ortasında duran kocaman soru işaretine cevap buluyorsunuz, yumak artık çözüldü, ne yapardınız? Olmanız gereken kişiyi engelleyen o bariyerler artık kalktığında siz nasıl olurdunuz?

- Türkiye’de ‘Gen Detoksu’ eğitimine öncülük ediyorsunuz. İçeriğinden bahseder misiniz?
Gen Detoksu kampında bütünsel yaklaşarak, aktarımlar üzerine çalışıyoruz. Yani bilimsel bir temele dayanan ve bilinç seviyemizin erişmesi zor olan hatırlamadıklarımız üzerine… Bunun için de rüyaların sembol dilini kullanıyoruz. Biz sağlıklı nesiller için, önce sağlıklı bir rahim olmayı hedefliyoruz. Dolayısıyla eğer biz ebeveynler olarak önce kendi DNA ve RNA’larımızdaki kayıtları çözer ve negatif aktarımları yumuşatabilirsek, yaşam vereceğimiz nesillere daha sağlıklı ve mutlu bir gelecek yaratabileceğimizi savunuyoruz. Bu da bilimsel bir temele dayanıyor. Yale Üniversitesi profesörlerinden Sydney Altman ve Colarado Üniversitesi’nden Prof. Dr. Thomas Cech DNA’larımızdaki RNA denilen moleküllerin, atalarımızdan gelen bilgi şifreleri taşıdığını ve depoladığını söyleyerek biyo-kimya dalında 1989 yılında Nobel ödülü kazandı.

- Yani bu eğitimde savunduğunuz değerler aslında gelecek nesilleri şekillendirecek kadar güçlü. Kimlerin katılmasını önerirsiniz?
18 yaşını aşmış herkes. Kadın-erkek, yaşadıklarına farkındalık getirmek ve sağlıklı nesiller yetiştirmek isteyen her birey. Doğum öncesi ve hamilelere özellikle tavsiye ediyoruz. Siz fiziken ve ruhen ne kadar iyiyseniz, bebeğiniz de o kadar iyi olacaktır. Sadece annenin iyi olması yetmiyor. 23 kromozomumuz babamızdan geliyor, o yüzden burada iş bölümü yarı yarıya. Bu arada çocukları olan ebeveynler geç kaldık diye düşünmesinler, kendilerinde her değişiklik çocuklarına yansıyacak. Örneğin, bizim çocuklarımız olduktan sonra bu bilgiyle tanıştık. Çalışmalarımız sonrası gördük ki biz kendimize, özümüze ulaştıkça bunun yansıması çocuklarımızda da oluşuyor, ilişkimiz iyileşiyor. Artık onların sadece davranış düzleminde değişiklikler yapması için çalışmıyoruz. Biz dönüştükçe onlar da dönüşüyor.

- Kişisel gelişim ülkemizde de giderek popüler bir akım haline gelmiş durumda. Her gün yeni bir akımla karşı karşıyayız. Siz farkınızın ne olduğunu düşünüyorsunuz?
İhtiyaç neyse tüm çevremiz ona göre şekilleniyor. Çok uzun yıllar cevabı dışarıda, başkalarında aradık, bulamadık. Bu yaygın akımın avantajı olduğu kadar dezavantajı da var mutlaka. Bilgi kirliliği de oldu bu süreçte. Bu yüzden iddiamız, “doğru bilginin asistanlığı”... İnanıyoruz ki, herkesin kendi yolu ona özel ve en büyük ihtiyaçları bu yolda bir destekçi. Cevabı dışarıdan bin kere duymanızla, bir kere içeriden duymanız arasında büyük bir fark var. Buna anlamak ve idrak arasından fark diyebiliriz. Herkes anlar ama idrak başka bir seviye. Bizler idrak için bilginin içselleştirilip, kullanılmasını savunuyoruz. Böylece bilinçli hareket başlıyor ve kararlılıkla devam ediyor.

- Umay Bilim Sanat Yaşam Merkezi’nde neler yapılıyor?
Kardeşim Meltem Gedikoğlu ile birlikte hayata geçirdiğimiz Umay Bilim Sanat Yaşam Merkezi çatısı altında, çok sesli kişisel gelişim alanında bireylere özlerindeki potansiyele ulaşmaları için doğru bilginin asistanlığını yapıyoruz. Nasıl ki ruh, zihin ve beden birbirinden ayrılamaz, biz de birbirini destekleyen bilim, sanat ve yaşam eğitimlerine ev sahipliği yapıyoruz. Kısacası, alanında uzman isimleri, katılımcılarla buluşturan bir merkez burası.

- Merkezde gerçekleşen eğitimlerin bireyler üzerindeki etkisi, hayatlarına yansıması nasıl oluyor?
Kişisel gelişim ya da hobiler bir zaman kaybı değil, aksine bireyin zamanını anlamlı kılan aktiviteler. Burada insanların kendi potansiyellerini fark etmelerini, yaratıcılıklarını beslemelerini, kendileri için bir şey yapmalarını istiyoruz. Mutlu toplum, mutlu ve kendini yeterli hisseden bireylerle mümkün. Belki vizyonumuzun gerçekleşmesi hayal gibi geliyor ama bu denemeyeceğimiz anlamına da gelmiyor. Bir kişinin bile hayatına dokunmak, fark yaratmasına destek olmak bizler için çok önemli. Örneğin, çöp adam bile çizemeyeceğini düşünen kişiler Cam Altı Boyama Atölyesi’nde kendilerinin de inanamayacakları ürünler çıkarıyorlar ortaya. Ya da kendi içinde kaybolmuş biri Tanrılar Okulu Atölyesi’nde sorularına cevap buluyor. Kendi yaşamlarında da aynı yollarda yürüyen bizler için bireylerdeki bu dönüşümü gözlemlemek gerçekten çok değerli.

- Bir eğitime başlarken neye göre seçim yapmak gerekiyor?
Eğitmenlerin özgeçmişlerine bakmak, aldıkları eğitimler ile verdikleri atölyeler örtüşüyor mu incelemek önemli. Hepsinden önce kişinin ne istediğini bilmesi gerekiyor, ancak bu seviyede eğitimle uyum içinde bir alışveriş gerçekleşiyor. Burada da koçlar devreye giriyor. Türkiye’de her ne kadar içi boşaltılmış bir tanım haline gelmiş olsa bile... Biz psikolog değiliz, danışanlarımızın beklentileri böyle olmamalı. Bizler cevapların sizde olduğunu ancak kendinize odaklanarak ulaşabileceğinizi ve bizim de size yolculuğunuzda eşlik edebileceğimizi söylüyoruz. En güçlü silahımız sorularımız, cevapları değil. Güven ve yeterlilik şartları sağlandıktan sonra en önemli şey, koç ile uyum.

- Mesleğinizle ilgili hedefleriniz neler?
Rüya Analizi’nde yirmi yıla yakın süredir birlikte çalıştığımız Doç. Dr. Nusret Kaya’nın 40 yıldır dediği “hepimiz eşit kuyruklu canlılarız” tanımı, bu yolculuktaki birlikteliğimizi anlatmamıza yetiyor. Çağımız değişim, dönüşüm geçiriyor. Bireysel iyileşme olmadan, toplumsal iyileşme mümkün değil. Bizler bütünün içinde bir olduğumuzu bilerek, toplumsal iyileşmenin bir parçası olmayı hedefliyoruz.

Yazının devamı...

‘Sevgili Nasıl Bulunur?’ Sorusuyla İlişkileri Sorguluyor



- Kitabınızı ithaf ettiğiniz ‘Gofret'le başlamak istiyorum. Biraz bu ilginç ithaftan bahseder misiniz?
Gofret şu anda 13 yaşını süren, tekir görünümlü, nadir bulunan bir İran kedisi. Onu bır kış günü, liseden arkadaşlarımla Kınalıada'daki yazlığımıza hafta sonu kaçamağı yapmaya gittiğimizde tesadüfen bulduk. Adanın okulunda görevli olan öğretmen hanımın kedisiymiş. Öğretmen hanım hamile kalınca Gofret'in tüylerinin bebeğine zararlı olacağını düşünüp, onu evden atmış. Komşulardan duyduğum kadarıyla o zamanlar adı Mırmır olan Gofret, 2 sene boyunca açlıkla, soğukla mücadele edip bir şekilde hayatta kalmayı başarmış. Gofret'i sabah kahvaltısı için ekmek almaya giden erkek arkadaşım fırının orada bulup, eve getirmiş. Kapı çaldı, " diyen erkek arkadaşıma " diye bakarken içeriye pislikten tüyleri rasta olmuş, pırtık görünümlü, dünyanın en güzel kedisi girdi. Bizimkisi ilk bakışta aşk... Gerçi Gofret konuşamadığı için o da bana ilk görüşte tutuldu mu öğrenme şansımız yok ama tam 6 yıldır Gofret bir yana, erkek arkadaşım, kızım Lea, ailem bir yana... Gofret benim için bu hayatta koşulsuz ve karşılıksız sevip, sırf mutluluktan bir "gur gur" yapsın diye gözünün içine baktığım en değerli hediye. Sevginin nasıl kural kitap tanımaz bir şey olduğunun en güzel izahati olduğu için de kitabımı kedim Gofret'e hediye ettim. Gerçi okuma bilmediği için pek umurunda olmadı...Adeta nankör bir kedi...

- Kitap bize sevginin yol haritası'nı verecek mi?
Kitap okuyucuya isminden ötürü düşünülenin aksine ideal sevgili bulmanın reçetesini, doğru sevgilinin bulunduğu konumun tespitini veya sevgili adayını elde etmenin püf noktalarını vermeyecek. Verseydi öğreti ağırlıklı ve sıkıcı bir üslupta olurdu... Bilakis bu kitap, sevgiyi aramak için ama kör topal ama tüm cesaretini toparlayarak ama ya nasip diyerek hayatının bir noktasında risk alan, heyecan duyan, ararken yorulan, üzülen, ümitsizliğe kapılan, sıkılan, bin türlü badireyle boğuşmak zorunda kalan, bulduğundan ve kendi duygularından asla tam anlamıyla emin olamayan, gülen, ağlayan, kızan, sevinçten ayakları kesilen, korkan, bocalayan ve bunun gibi türlü duyguyu, çeşitli toplumsal ayıplamalar ve dayatmalarla deneyimleyen, aşkı bulma uğrunda şekilden şekle girmek zorunda kalan herkese yalnız olmadığını anlatan, güldüren sıkı bir dost olacak.

- Sizce bu kitabı neden okumalıyız? Bize ne katacak?
Hayat zor... Aksini söyleyeni de pek duymadım. Herkes birşeyler umuyor, herkes hayallerinin peşinde koşuyor. Koşarken de tökezliyor, yoruluyor, bıkıyor, havlu atıyor, " kaygısını yaşıyor. Kısaca hepimizin güçlükleri, çelişkileri, bocalamaları, hevesleri aynı. Bu kitap bize yalnız olmadığımızı, sırtımıza bindiğini düşündüğümüz hayat yüklerinin her birimiz için aynı olduğunu ve hayatın duyumsattığı tüm duygularla, bilhassa da aşkla dibine dek cesaretle yaşanılası, minnet duyulası bir macera olduğunu anlatıyor. Anlatırken de her sayfada gerçekten kahkaha attırıyor.

- Kadınların iç sesi ve davranışları arasındaki fark size göre neden kaynaklanıyor?
Kadın karmaşık bir varlık. Erkekle kıyaslandığında adeta son teknoloji ürünü... Bir kadının hayata samimi bakışı, çekinip ya da bazı sebeplerden ötürü dile getiremediği istekleri ile aktüel duruşu, tutumları düşünce yapısının ve duygu alanının adeta milföy gibi katmanlardan oluşmasından ötürü ve kendisinin bile bazı durumlarla bire bir yüzleşene dek içindeki o çok sesliliği bilmiyor oluşundan çelişebiliyor. Erkekler için kadın yapısı karmaşıksa ki çok zaman kadınların neye kırılıp, surat yaptığını anlamamaktan yakıyorlar, o zaman bu kitabı bilhassa onların okumasını öneririm. Bizlerin aşkı bulma uğrunda toplum kısıtlamalarından ve ayıplamalarından mütevellit dile getiremediğimiz iç seslerimizin ve zıttını aksettirdiğimiz pek çok davranışın ne kadar komik durumlar yaratıp aslında kadının bireysel ifade ve olduğu gibi olma hakkını nasıl elinden alan durumlar olduğunu eğlenerek, anlarlar.

- Kitabın kahramanı kadın aslında tüm kadınların içinde var olan güven probleminin mi altını çiziyor?
Zeymek, özgüveni tavan birisi değil... Ben sınırsız özgüvene de inanmam, o tipte bir doz aşımı güven duyumsamanın bireyi küstah, empati noksanı, aynada kendine methiye düzme bağımlısı ve hatta yüzeysel kıldığına inanırım. O yüzden Zeymek karakterini mensup olduğu o özenilesi zümre, dört dörtlük eğitim, sınırsız imkan içinde elle tutulur, sosyal sınıfı, yaşı her ne olursa olsun hemen hemen her kadının kendisine çok yakın göreceği bir şekilde içsel çelişki, kaygı ve utançları olan birisi olarak kaleme aldım. Zeymek, hikayelerde sevgiyi yaşamak adına eski sevgilisiyle olan ilişkisinde ettiği feragatlerin kendi özgüvenini nasıl örslediğini ama gerçek özgüvenin kendi kızgınlıklarına, kırgınlıklarına rağmen yoluna devam edecek cesarete sahip olmak olduğunu, bu noktada da sabretmek, inanmak, emek vermek, dürüst olmakla güzel, kalıcı bir ilişkiye gidilebileceğini gerek özgüven gerek karşı cinse güven sorunu yaşayan herkese güleç bir üslupla anlatıyor.

- Yeni projeler var mı peki?
Zeymek'in macerası " diye okuyucuya sordu ve tek bir kitapta da anlatıldı bitti diye sananlar varsa, uyarmam gerekiyor ki yazmak ve bastırmak nasip olur mu bilmiyorum ama ben onun öyküsünü 7-8 kitaplık bir seri olarak tasarladım. İkinci kitabın araştırmalarını tamamladım, hatta şu ara "" isimli Zeymek'in yeni öykülerini kaleme alıyorum. Hedefim ürettiklerimle saygın ve kalıcı bir isim sahibi olmak. Dizi ve sinema filmi de yazmak istiyorum aslında sözlü ifade yeteneğime güvendiğim için belli bir zaman sonra televizyonda kendi programımı hazırlayıp sunmaya kadar giden farklı isteklerim var.

Yazının devamı...

Resimleri Aracılığıyla ‘Temas’a Geçiyor



- Gamze Şiriner kimdir? Resim dışında neler yapar?
Ankaralıyım. Hacettepe Ünv. Güzel Sanatlar Fak. Resim Bölümü’nden mezun oldum. Uzun yıllar TRT Görsel Sanatlar Müdürlüğü’nde görev aldım. Bu süreçte üç boyut ilgimi çektiği için 6 yıl seramik sanatına yöneldim. Zamanla resmin kendimi ifade etmede benim için daha doğru bir yol olduğunu hissettiğim için kendi atölyemi kurup resme yoğunlaştım. Çalışmalarımdan kalan vakitlerde, öğrenmeyi sevdiğim kadar, bilgilerimi paylaşmaktan da keyif aldığım için, atölyemde dersler veriyorum.

- Sanatla bir araya gelişiniz nasıl oldu?
Kendimi bildiğimden beri resim hep hayatımda. İçten gelen bir dürtü bu bendeki.

- Bir eseri üretim aşamalarınız nasıl gerçekleşiyor? Eseriniz son haline gelene kadar hangi evrelerden geçiyorsunuz?
Tabii ki önce duygu, hayal gücü, sonra kompozisyon geliyor. Ardından teknik işin içine giriyor ve uzun bir çalışma evresi. Büyük boy eserlerim mesela, 2 aylık bir sürede hayata geçiyor.

- 28 Nisan’a kadar Türker Art Galeri’de izleyebileceğimiz Temas isimli serginizin konseptinden bahseder misiniz bize?
Günümüz toplumunun kopuk ve bireyselleşmiş ilişkilerinden duyduğum rahatsızlıktan yola çıkarak iletişim kurma arzusunu yansıtmaya çalıştım. Temas/Contact isimli sergimin temasını bu kavram oluşturuyor.

- Eserlerinizde değişik bir teknik kullandığınızı düşünüyorum. Haksız mıyım? Biraz ipucu alabilir miyim?
Evet, sergilerimde en sık yöneltilen sorudur bu. Çağdaş olarak yorumlanan resimlerimin tekniğinin çıkış noktası 16.yüzyıla dayanan “Clair-Obscur”dür. Hayli yoğun bir deneysel çalışma sonucu zaman içerisinde ben de kendi tarzımı oluşturdum.

- Daha önceki çalışmalarınıza bakınca fark ettiğim üzere tüm işleriniz kesik. Tam figürü göremiyoruz genelde. Bunun bir sebebi var mı?
Hepimiz yalnızız ve hepimiz yaşamımız boyunca sevilmek, anlaşılmak ve onaylanmak, aslında “tamamlanmak” istiyoruz… Yani hepimiz biraz eksiğiz. Resimlerdeki kesik figürler bunun ifadesi. Amaç izleyicinin kendi hayal gücü ile bu yarım kalmışlığı tamamlayarak resmimle TEMAS kurması ve bütünleşmesi.

- Bir sanatçı olarak nelerden ilham alırsınız?
Yaşam, duygu, etkileşimler, anlar ve her haliyle insan...

Yazının devamı...

Tasarımcı Nihan Buruk, “İstanbul, Moda Dünyasında Çok Daha Fazlasını Hak Ediyor"

Tasarımlarıyla adından sıkça söz ettiren başarılı tasarımcı Nihan Buruk, Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul kapsamında Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde “St.Nian” adlı koleksiyonunu moda tutkunlarının beğenisine sundu. Deri, siyah ve elektrik mavisinin hâkim olduğu koleksiyon moda, sanat ve spor dünyasından birçok ünlü isim tarafından da büyük ilgiyle izlendi. Defile sonrası ünlü tasarımcıyla bir araya geldik.

- Koleksiyonunuzu oluşturma sürecinizden bahsedebilir misiniz?
Koleksiyonumu oluştururken önce temamı belirliyorum. Koleksiyonumun adı ‘Gece’. Gece, burada bir imge. Sahip çıkmamız gereken değerlerin üzerinde örtülmüş bir örtü görüyorum. Bu soyut bir durum. Somut bir şekilde bunu koleksiyonumda nasıl görürüm diye düşündüm. Soyut bir konuyu, bir problemi nasıl insan vücuduna giydiririm, onu düşündüm. Daha önce formlar ve desenlerle gerçekleştirmişken, bu sefer renkler ve kumaş dokularıyla yapmayı tercih ettim. Temayı çok minimal çalışmaya özen gösterdim. Birkaç sezon ara vermiştim İstanbul Fashion Week’te şov yapmaya. Bu süreçte markamı konumlandırdım ve koleksiyon kodlarını da bunlar üzerinden hazırladım. Genelde parlak ve ıslak hissi olan kumaşlar kullandım. Siyahın içinde elektrik mavisi tercih ettim. Elektrik mavisini suyu temsilen kullandım. Çünkü şu an çalıştığım temada problem olarak gördüğüm şey suyun eşit olarak tüm canlılara ulaşamaması. Gelecekte yaşayacağımız problemlerden de bir tanesi… Bu yüzden tercihimi deriler ve maviden yana kullandım.

- Bu aşamada size en keyif veren kısım hangisiydi?
Ben deri ile çalışırken çok mutlu oluyorum. Deriyi daha hammadeciden seçerken onun kokusuyla besleniyorum. Daha sonra derinin her aşamasında çok farklı duygular yaşıyorum. O yüzden deri parçalarının yeri bende çok ayrı. Elimden gelse yazın da deri giyilebilecek yerlerde yaşarım. Fakat mecburen diğer kumaşlarla karıştırıyorum.

- Koleksiyonu hazırlarken en zorlandığınız kısım neresiydi?
Kalıp... Ben hazır baz kalıplar üzerinden çalışmıyorum. Eski usül çalışıyorum. ‘Haute-couture’ yapmıyorum. Hazır giyim koleksiyonu hazırlıyorum fakat kalıp çıkarırken haute-couture tekniğiyle kalıplarımı çıkarıyorum. O yüzden kadın kıyafetlerimin hepsini astara dikip giyip kendi üzerimden provalarını yaptım. Erkekler için de zaten 8 erkek belirlemiştim. Onların ölçülerini alıp yine onların üzerine göre drapaj tekniğiyle kalıplarını çıkardım. Diğer zanaat kollarında da aynı şey geçerli. Bir mobilyacı da ya da marangoza baktığınızda, şu an kullandıkları bıçaklar birbirlerine çok benziyor. Artık eski işçilikler bulunmuyor. Dolayısıyla ben kendi işçiliğimi yaratmak için hazır baz kalıplar üzerinden kalıp çıkarmıyorum, benim en zorlandığım taraf kalıp kısmı yani.

- Erkek koleksiyonunu oluştururken mi yoksa kadın koleksiyonunu oluştururken mi daha çok zorlanıyorsunuz?
Aslında erkek kadın diye ayırmıyorum çünkü üniversitede bu bölümü okurken eğitim almaya kadın kıyafetleriyle başlıyorsunuz. Erkekle alakalı kalıp, dikiş vs hiçbir şey öğretilmiyor. Benim erkek modasına özel ilgim olduğu için yapmaya karar verdim. Ama sektörle benim istediklerim ve pazar çok örtüşmediği için kokeksiyonumda kadın kıyafetlerini artırdım. Çünkü pazarın hala kadın kıyafetlerine çok daha fazla ihtiyacı var, bu bir gerçek. Kadında hiç zorlanmıyorum. Erkekte, de benim kıyafetimi giydikten sonraki sonuç mutlu ediyor. Çünkü erkekler duygularını daha net dışa vuruyor. Yaradılışlarıyla da ilgili olabilir bu. Kadınlarsa içlerinde tutmayı daha çok tercih ediyorlar. Kadınlarda da o kadar alternatif var ki… Erkek koleksiyonu 2 ayda bitiyorsa, kadın koleksiyonunu hazırlamak 8 ay sürüyor. Çiziyorum, çiziyorum, çiziyorum…

- İstanbul Moda Haftas'ına yeteri kadar ilgi gösterildiğini düşünüyor musunuz?
Bence İstanbul, moda dünyasında çok daha fazlasını hak ediyor. Çok önemli bir şehir. Türkiye çok zor bir dönemden geçiyor ama İstanbul gelecekte listenin çok yukarılarında olacak bence.

- En büyük ilham kaynağınız nedir?
Müzik.

- Dünyaca ünlü modacılar arasından esinlendiğiniz isimler var mı?
Büyük markalar değişkenlik gösteriyor artık, benim dikkatimi bu çekiyor. Hiç yapmaz dediğim şeyleri yapıyorlar. Bir sezon, çıkıyor ve sokak kültürüyle birleşen bir markaya logosunu veriyor. O yüzden büyük markalardan net bir şekilde istikrarlı bir şey göremiyorum. Bir koleksiyonu çok beğenebiliyorken ya da bir koleksiyondan beş parçanın tutkunu olabiliyorken, iki sezon sonra bambaşka bir şeyler çıkartabiliyorlar. John Varvatos’un geçmiş koleksiyonlarını çok beğenirdim. Son koleksiyonlarında bambaşka bir Varvatos görüyorum mesela. O yüzden size sadece sezon söyleyebilirim, o da çok uzun…

- Dünya modasının gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence çok büyük çıkmazda. Büyük markalar, bütün markalar, herkes birşeyler arıyor ve çok faza kaos var, çok fazla tekrar var. Sanatın kendisinde de zaten modern sanata da baktığımızda da kolajlar vs. artık hep yapılmış şeyler görüyoruz. Bir yerden bir çıkış noktası bulunacak ama ben ciroların da çok tatmin edici olduğunu düşünmüyorum. Estetik anlamda da tekrar gibi görüyorum.

- Bu yaz gardırobumuzda en temel renkler ve parçalar ne olacak sizce?
Koleksiyonumda kullandığım elektrik mavisini bu yaz da göreceğimizi düşünüyorum. Onun dışında çok fazla renk kullanmayan biri olarak hep siyah ve beyazı tercih ediyorum. Bembeyaz bir kombin iddialıdır, beyazı kullanmak zordur çünkü. Ama bu yaz daha çok mavi ve mavi tonlarını göreceğiz.

- Kişisel tarzınız nasıl?
Yıllar içinde çok fazla değişti. Yavaş yavaş olgunlaştığımı düşünüyorum. Belli sebeplerden giymek istediğim birçok şeyi giymemişim, tercih etmemiştim. En doğru tercihlerimi ergenlikte yaptığımı biliyorum. Şu an bunu biraz daha olgunlaştırarak ne yapabilirim diye düşünüyorum. Bu koleksiyonda da dediğim gibi markanın gelecekteki çizgisinin birinci adımını atmış oldum. Çünkü daha önce yaptığım parçaların tekrarı korseler, deriler, deri ceketler ama şimdi renkler, kullandığım deri çeşitliliği, saç, makyaj ve stille biraz daha rock stilinin kodlarını kurguladım. Bunun üzerine bunu daha ne kadar değiştirip farklı bir şey söyleyebilirim ona bakacağım bir sonraki koleksiyonumda da.

- Ülkemizde birçok okul moda tasarım mezunu veriyor. Sizce verilen eğitim yeterli mi? Siz mezunlara ne önerirsiniz?
Finansal sorunlardan dolayı herkes kendi markasını kuramıyor. Bence bu şansa sahip olan insanlar da ekonomik yatırıma, yatırımcıya sahip herkes kendi bütçesinden bunu yapıyor başta. Bu bir gerçek. Eğer bir yetenek avcısı olsaydı Türkiye’de, gençlerden yılda bir kişi bile olsa keşfedip bir vakıfla birlikte bir fon yaratıp devlet desteği vs. ile her sene bir tasarımcı çıkardı. Ama böyle bir sistem olmadığı için çıkamıyor. Ama var olan ekonomik şansı yakalamış insanlar kendi ekiplerini kurabilirler. Fakat orada da şöyle bir sıkıntı var. Okulda şunu öğretmiyorlar; ‘herkes moda tasarımcısı olmayı hayal etmemeli’... Öğrencilerin, ‘m’e açık olmaları gerekiyor. Onlar da ikiye ayrılıyor; bir, kendi markasını yapmaya çalışanlar… İki, özel firmaların tasarımcısı olarak çalışanlar.... Okulda çok özgüvenli olarak yetişiyoruz. Ayaklarımız yere basmıyor, her şeyi yapabilirmişiz gibi... Ama mezun olup firmalara girdikten sonra işin gerçek yüzü öyle olmuyor. Ondan sonra hep şikayet hep şikayet… Bence bizim kendi genç tasarımcılardan marka yaratmak yerine bünyemizde küçük oluşumlar yaratmamız gerekiyor. İlla kendi markamı yapacağım diye düşünmek gerçekten hayal kırıklığıyla sonuçlanabilir. Çünkü gerçekten çok zor.


Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.