SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Eğitimde Tasarım Odaklı Düşünme

Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV), çocuklarımıza geleceğin alfabesini öğretiyor. Algo Dijital platformu dijital dünyayı öğretirken çocuklarımız gelişen teknolojilere uzaktan bakmayacak. Türkiye’de ilk defa STK düzeyinde Google.org ile gerçekleştirilen işbirliği sayesinde 1 milyon çocuğumuz dijital çağı yakalaması ön görülüyor. Oyunun tasarımı I-AM tarafından geliştirildi. I-AM bu projeyi, çocukların kendi oyunlarını yazmalarına imkan sağlayacak şekilde kurguladı. Konuyla ilgili olarak I-AM Istanbul ortağı ve İnsight & Dijital Direktörü Erdem Demir ile konuştuk.

- I-AM olarak insandan ilham alan deneyim ve tasarımlar üzerinde duruyorsunuz, ihtiyaçları karşılamak üzere ne gibi çalışmalar içine giriyorsunuz?
Biz her projemizde, kullanıcıların kim olduğunu, nasıl ihtiyaçları ve nasıl problemleri olduğunu mümkün olduğunca derinlemesine anlamaya çalışıyoruz. Bunu da yer yer kullanıcıları dahil ettiğimiz belirli metodolojilerle yapıyoruz. Sonrasında her tasarımımızda bu içgörüleri aklımızda tutarak tasarlıyoruz. Bu yüzden de insanlardan ilham aldığımızı söylüyoruz.

- Tasarım odaklı düşünme tanımını çokça duymaya başladık, üstelik çocuklara yönelik eğitimler ve workshop’ların da başladığını görüyoruz, bu tanıma ne kadar hakimiz ya da trend bir kavram olmadığını varsayarsak eğitimdeki rolü ve hayattaki rolü ne olacak?
Tasarım odaklı düşüncenin eğitime olan katkısına iki açıdan yaklaşabiliriz: Daha geniş bir perspektiften bakarsak, tasarım düşüncesiyle eğitimi yeniden tanımlamak olabilir. Hepimizin eğitime bakışı büyük bir körlük içeriyor. Hepimiz aynı bakış açılarının empoze edildiği bir eğitim sisteminden geçiyoruz. Bunun temeline inerek “eğitimde insanların motivasyonu neden eksik”, “Motivasyon nasıl artırılabilir?” gibi genel sorulara tasarım bakış açısıyla çözümler arayarak yeni eğitim modelleri geliştirebiliriz. Bir diğer bakış açısı da var olan disiplinlerde tasarım bakış açısı insanlara nasıl verilebileceği olabilir. Özellikle bilgisayar ve yönetim bilimleri gibi insanlara sunulan ürünlerin yaratım sürecinde rol oynayan disiplinlerde, çıktının hakikaten bir değer sunup sunmayacağı konuları bu ekipler tarafından tanımlanması da gerekir. Tasarım düşüncesi bu açıdan bu profillerin daha etkili çıktılar ortaya koymalarını sağlayabilir. Başka bir açıdan, artık herkesin her şeyi az da olsa bilmesi gereken bir dönemdeyiz. Dolayısıyla multidisipliner takımlarda, herkesin birbirinin dilinden anlaması gerekiyor. Bu etkileşimin en efektif şekilde çalışabilmesi için, tasarım odaklı düşünce eğitimin bir parçası olarak kullanılabilir.

- Kullanıcı deneyimi üzerine çalışıyorsunuz buradaki deneyim projelere göre değişim gösteriyordur fakat genel olarak nasıl ele alıyorsunuz, iyi bir deneyime giden yol için gereklilikler neler oluyor?
Kullanıcı deneyimi projelerinin genel olarak üç adet ana kolu bulunuyor: Kullanıcı, tasarım ve teknoloji. Öncelikle projenin kimi hedeflediğini doğru anlayarak, kullanıcıyı derinlemesine analiz etmemiz gerekiyor. Kullanıcı ihtiyaçlarının neler olduğuna göre kullanıcının hayatını nasıl kolaylaştıracağımızı belirlememiz gerekiyor. Tasarım sürecinin birçok aşamasında kullanıcıyı dahil ediyoruz. Onlardan aldığımız geri bildirimlerle de içgörülerimizi oluşturarak tasarımın final versiyonunu oluşturuyoruz. Son olarak da teknoloji tarafında da tasarımın uygulanabilirliğinin test edilmesi gerekiyor. Bunların dışında, kullanıcı deneyimi projelerinde düşünmek zorunda olduğumuz ve her projede değişkenlik gösteren bir diğer perspektif de iş hedefi. Bankacılık projelerinde iş hedefi bazen daha fazla müşteri kazanmak olabilir, dolayısıyla öyle bir projede amaç, yeni müşterileri çekecek temas noktaları tasarlamak oluyor.

- Kodlama eğitimi çocuklara neler kazandırır? Şimdiki zaman ile gelecekteki faydaları nasıl değişkenlik gösterecek?
Kodlama eğitimi, daha önce de bahsettiğim gibi çocuklarda analitik ve sistematik düşünme becerisi kazandırıyor. Bu projede kodlamayı ve analitik ve sistematik düşünme becerisini çocuklara kazandırmayı hedefleyerek yola çıktık, ama bu gelecekte daha da ilerleyebilir. Bu projelerde oyun gibi bir eğlenme ve öğrenme aracının ardında yatan şey, çocukların beceri sahibi olmalarını kolaylaştırmak. 5 yaşında bir çocuk bu oyunu oynadığında aldığı temel eğitimin, ileride kod yazmalarını kolaylaştıracağını düşünüyorum. Şu an öğrendikleri gelecek için çok önemli olacak ve hangi eğitimi alırlarsa alsınlar bu öğrendiklerini gelecekte şekillendirebilecekler. Kodlamayı ve altında yatan analitik düşünmeyi daha kolay öğrenmelerine katkı sağlayacak.

- Tasarım odaklı düşünmenin kişilere neler kazandırabileceğini açıklar mısınız?
Tasarım odaklı düşüncenin bire bir insanlara olmasa da kurumlara şöyle bir faydası var: Belirli işleri devamlı ve aynı şekilde yapmaya alışmış bir kurumda, genelde bir körlük oluşuyor. Tasarım düşüncesi, farklı düşünme şekillerinin pratiklerini kullanması dahilinde karşılaşılan sorunlara yeni bakış açıları getiriyor. Problemleri birbirleriyle ilişkili sistemler olarak görerek, temelde alınan brief’le yetinmiyor, sorunun kaynağı neyi değiştirmeyi gerektiriyorsa on tasarım çözümleri getirmeyi hedefliyor. İş dünyası da analitik ve sayısal yöntemlerle bakarak bu problemlerini zaten çözmeye çalışıyorlar. Tasarım odaklı düşüncenin temelinde yatan en önemli şeylerden biri de, sistemin kullanıcısı ile empati kurmak. Onla derinden empati kuran ve dolayısıyla bu şekilde farklı çözümler getirebilen bir bakış açısı. Kurumlar, bu körlüklerini yenmek ve sorunlarına farklı çözüm yolları düşünebilmek için kullanabilirler. Empatiyi kurmalarını da kullanıcıyı anlama yöntemleriyle sağlıyoruz. Kullanıcının dünyasına giriyoruz. Zaten tasarımcı olmanın en önemli kriterlerinden birisi de duygusal ya da bilişsel empati kurabilmek.

- TEGV ile bir araya geldiğiniz projenin detaylarından bahseder misiniz? Dijital servis tasarımındaki deneyimlerinizden nasıl ayrıldı bu proje?
Algoritmik düşünce, bir problem karşısında sistematik bir bakışla tekrarlayabilen hareket adımlarını tanımlamak için kullanılan bir düşünce sistemi. Kodlama da bu düşünce yapısının hayata geçirilebildiği en önemli alanlardan birisi. Çocuklarda algoritmik düşünce becerisini geliştirmek için kodlamanın en iyi başlangıç olduğunu düşünen TEGV, kodlamayı öğretecek bir oyun tasarımı için bizimle çalıştı.
Öncelikle bir servis tasarımı projesinde en önemli olan şey kullanıcı. Bu proje özelinde, bizim için bir ilk gerçekleşti ve hedef kullanıcımız ilk kez çocuklar oldu. Çocukların kullanacağı bir servisi tasarlamak için araştırma sürecine başladık. Bu süreçte TEGV eğitimcileri ile birlikte çok sayıda workshop gerçekleştirerek çocuklara kodlamayı en basit ve yalın bir şekilde anlatacak, aynı zamanda eğlenecekleri bir oyun tasarlamak üzere çalışmalara başladık.

Yazının devamı...

Kariyer Koçu Zuhal Gürçimen, İş Hayatının Arka Bahçesini Yazdı

Çeyrek asrı aşan iş hayatında, profesyonel yöneticilik yıllarından sonra Aret Vartanyan ile birlikte Yaşam Atölyesi’ni kuran Zuhal Gürçimen, tüm bu deneyimlerini derlediği ve gerçek olaylardan esinlenerek yazdığı “Başıma Bir İŞ Geldi” kitabı ile profesyonellere ışık tutmayı hedefliyor. Yazar, şimdiye dek çok ele alınmayan iş yerinde mobbing, taciz ve yolsuzluk gibi olayların mağdurlarına çıkış yolları da anlatılıyor.

- “Hayat zor, bu hayatta kadın olmak daha da zor”... Pek çoğumuz anne-babamızın bu kaygılarının birer yansıması olarak hayata atıldık. Dolayısıyla da iş hayatında bir yerlere gelebilmek için savaşmak gerektiğini öğrendik. Bu da kendimiz de dahil çevremizde her geçen gün daha fazla mutsuz bireyle karşılaşmamıza neden oldu. Kısaca sormak istiyorum, en iyi pozisyonlarda olsak bile neden mutlu değiliz?

- Çünkü o hayat, büyük oranda çevreden onay görme isteğiyle kurulmuş bir hayat. Zafere gidene kadar oynanan oyunlar, vakit dolduruyor, hırslandırıyor, kendimizi o meseleye aitmiş gibi hissettiriyor. Ancak her bir hedef gerçekleştikten sonra eski o bilindik boşluk biraz daha büyüyerek geri geliyor. Boşluğu doldurmaya çalışmak bir bataklığı sulayarak kurutmaya uğraşmak gibi. Verdikçe battığımız bir bataklık...
Özetle, arka bahçelerimiz neyse bizler o insanlarız! Bir işi yaparken bir şirketin hedefini tutturmak, yöneticinin hayalini gerçekleştirmek, birilerini memnun etmek için çalışmıyoruz aslında o şirketlerde. Kendi hayalimizi gerçekleştirmek, üretmek, kazanmak kendimize ve çevremize fayda sağlamak için çalışıyoruz. Bu yüzden de yapmamız gereken şey neden orada o işi yaptığımızın cevabını kendi içimizde yanıtlamak ve bu cevabı kendimize sık sık hatırlatmak.

- Siz kendi iş yaşamınızdan ve bugünkü Zuhal Gürçimen’den bahseder misiniz?

- Yaptığım işe, yaşadığım hayata karşı olan tutku ve idealle, merak duygusuyla besleniyorum öncelikle. Bugünkü Zuhal’in olmasını ve kalmasını istediğim yer etiketlerinden önce bu nokta benim için. Kağıt üstündeki kısımlara gelecek olursak da; iş yaşamıma üniversite döneminde tam zamanlı çalışmaya başlamış olduğum için bu aralar 30. yılımı tamamlamış bulunuyorum. Bütün kariyerim boyunca da bunun çok büyük faydasını gördüm. Türkiye’nin önemli şirketlerinde finans, muhasebe, bilgi sistemleri departmanlarında İnsan Kaynakları profesyoneli olarak görev aldım. 2008 yılında sevgili Aret Vartanyan ile tanışıp bireye ve şirketlere yönelik eğitimler yaptığımız ‘Yaşam Atölyesi’ni kurduk. Alanım olan, iş/meslek/ilgi alanları konularını birleştirdim ve yeni bir kariyere doğru yol almak isteyenlere danışmanlık yapma işimi, bir eğitim programına çevirdim. Böylelikle kendi yaşanmışlıklarını, hobilerini iş ve meslek deneyimlerindeki konuları anlatan eğitmen ve danışmanlar ortaya çıktı. Bir yandan da, üniversitelerde iş hayatına hazırlık dersleri ve konferanslar veriyorum. Özellikle kadın gücünün iş hayatında var olması için elimden gelen katkının daha fazlasını yapmaya uğraşıyorum.

- Mutlaka siz de uzun iş hayatınız boyunca kendiniz de birtakım haksızlıklar yaşamış olmalısınız. Böyle hiç unutamadığınız bir hikayeniz var mı?

- Elbette var. Belki o günlerde etkisini çok fazla hissedip üzüldüğüm, sonradan incir çekirdeğini doldurmayacak olaylar olduğunu anladığım konular da yaşadım. Yaşadıklarımın bazıları da, birer ders ve öğreti oldu benim için. Aklıma gelenlerden bir tanesi şöyle; yöneticimle özel bir sohbet sırasında her beyaz yakalının hayali olan bir Ege kasabasına yerleşme düşüncelerimden tatlı tatlı bahsetmiştim. Acı olan ise bu konunun birkaç yıl sonra terfi sürecinde karşıma bir dezavantaj olarak çıkarılmasıydı. Benim herhangi bir arkadaşımla konuşur gibi bahsettiğim şey, o günlerde içinde bulunduğum aşırı iş yoğunluğu ve stres altındayken çölde vaha bulmak gibi bir hayaldi oysa. Kısa süre sonra konuştuğum şeyi unutmuştum bile aslında. Ancak kayıtlara geçmişti. Paylaştığım bu hayal, birkaç yıl kara bir gölge gibi beni takip etti. O günlerde çok üzülmüştüm. Ancak bugün düşündüğümde, haklı görmüyor da değilim yöneticimin tedirgin olmasını.

- Yeni kitabınız ‘Başıma Bir İŞ Geldi’ de hikayelerine yer verdiğiniz gerçek hayattan karakterleri hangi kriterlere göre seçtiniz?

- Karakterler ben dahil birçok kişinin karması olduğu için iş hayatımda tanıyıp da yer vermediğim kimse yok diyebilirim. Her iyi olayın içinde olası bir kriz, her zor durumun içinde bir ‘hayra meyletme’ mutlaka olduğu gibi, kişilerde de iyi-kötü karışabiliyor. İçinde olduğu duruma göre değişik özellikler ön plana çıkabiliyor. Başlangıçta da belirttiğim gibi, gözlemlediğim olayları ve kişilerin tepkilerinin arkasındaki mekanizmayı anlamaya çalışarak yaşıyorum hayatımı. Özetle iş hayatının aslında hayatın arka bahçesini yazmayı da bu yüzden sevdim her zaman. İnsanların da yaptıklarından çok neyi neden yaptıklarını anlamaya çalışmak, hayatın kamera arkasını çözmeye çalışmak merak ve ilgi alanım olmaya devam ediyor.

- Kitabınızda seçtiğiniz farklı karakterlerin hikayeleriyle okurlara vermek istediğiniz mesajlar tam olarak nedir?

- Birkaç net mesaj üzerinden toparlayacak olursam, hiçbir olay göründüğü kadar değildir. Temelde bunu vermek istiyorum. Sen kendi potansiyelinin farkında değilsen ve performans sonuçlarının peşine düşmüyorsan kimse seni düşünmez. Sadece işine geldiği için olamayacak bir işin senin için oldurulmasının arka planını düşünmek zorundayız. Onay görme ve sevilme ihtiyacımızın bizi sürüklediği meslekler ve işler yaşamın kendisi olmak zorunda değil. Kaybetmeyi göze almadan kazanamıyoruz. Mutlu olmak ve haklı olmak arasında gidip gelen egomuza yenik düşmeyelim. Kaçış planları kendimize olan inancımızı artıracaksa, evet! Ancak baş etmekte zorlandığımız şeyleri terk etmek için kullanıyorsak, hayır! Nereye gidersek gidelim kendi vizyonumuz bizi takip edecek, unutmayalım.

- Kitabınızı okurken altını iki kere çizdiğim bir sorunuz aklıma takıldı. ‘Başrolünde olmadığın bir senaryonun seyrini, fikirlerinle değiştirmeye hazır mısın?’ diyorsunuz. Gerçekten de düşüncelerimiz hayatımızın gidişatını değiştirecek kadar güçlü mü?

- Yaşam, algılama şeklimize göre değişen ve bizim fikirlerimizden oluşan sistemden başka bir şey değil bana göre. Tabii ki düşünceyi eylemle birleştirdiğimiz durumlardan bahsediyorum burada. Biraz açacak olursam; bazen fiilen değiştiremeyeceğimiz konular için kafa yormayı bırakırız. Herkesin yakasına, dönem dönem adam sendecilik yapışır. Oyunu kuran olmayınca, hiçbir etkimiz olmaz zannederiz. Oysa ki, kendimizle ilgili sonuçları yaratabilecek tek kişi yine kendimiz oluyoruz. Bizler, izin verdiğimiz ölçüde o olay veya kişi bizim hayatımızın bir parçası haline geliyor, bunu idrak etmemiz çok önemli. Ayrıca iş ortamınızda etki alanınızın olamayacağını düşünerek üst pozisyonlara gelmeniz neredeyse imkansız gibi. Geniş düşünmek, bazen risk almak, bulunduğunuz pozisyona takılı kalmadan vizyon geliştirmek sizi sonraki aşamalara taşıyabilir sadece.

- İş hayatı boyunca özellikle kadınlar pek çok sorunla karşı karşıya kalabiliyor. Mobbing, sözlü ya da fiziksel tacizlere uğrayabiliyor. Sizin onlara tavsiyeleriniz, kendi haklarını korumaları konusundaki önerileriniz nelerdir?

- Bunu için her zaman öncelikle önerim. Susma! 1-Kendin için susma 2-Başkaları için susma. Susarsan sıra başkasına gelecek! Bir kadının kendi bedeniyle ilgili en hassas konuda bile önce ailesine ne diyeceğini düşünmek zorunda hissetmesi gibi bir durum var hayatımızın içinde. Böyle meseleler kızlarının okumasına, çalışmasına güç bela razı olmuş aileler için kabullenilemez durumlar yaratabiliyor. En eğitimlileri, büyük şehirlerde yaşayanları bile taciz konusunun kendi aileleriyle anılmasından bu kadar ürker iken, küçük yerlerde yaşayan kadınlarımızın suskunluğuna hak vermemek elde değil elbette. Zor, evet. Ancak yapılması şart olan şey, konuşmak. Konuşmak yerine pek çok kadın başlarına gelen böyle talihsiz olaylarda, çareyi bulundukları yeri terk etmekte buluyor. Bu tür bir şiddet ve tacizi uygulayanlar da, karşısındakinin korktuğunu gördükçe daha da cesaretleniyor, edepsizleşiyor. Kadın çalıştıkça, kendine güvendikçe, ezberletilen senaryoyu yaşadıkça taciz azalmıyor. Ancak boyutu değişiyor.

Bu bahtsız insanlık dışı hareketleri yapanlar, özellikle çaresiz, kendini savunmaktan ürken, elindeki işi kaybettiğinde hayatı durma noktasına gelen kadınlara yüklenmekte daha cüretkar oluyor. Elbette ensest ya da tacizle başlayan, günlük hayatın içine giren, iş hayatında da var olan taciz ve istismar konusuyla savaşmak hepimizin ortak meselesi olmalı. Sadece kadın tacizinden de bahsetmek mümkün değil. Çocuk ve hayvan tacizleriyle kirlenerek büyüyen bir insanlık tarihinin tüm toplumları kapsadığını görüyoruz maalesef. Saldırı ve direkt temas aşamasına geçmemiş tacizi de görmezden gelmemek gerekiyor. O yüzden kitabımdaki hikayenin içinde kahramanın yaşadığı olaylar, onu içten içe çürüten, yaşam enerjisini kaybettiren bir hale geldiğinde, yaşadıklarının neye göre büyük veya küçük olduğunu değerlendirmekte zorlanıyoruz. Bazen zorla maruz kaldığınız bir söz, fiziksel olmayan şiddet, hayat yolunuzda çok önemli travmalar yaşamanıza sebep olur. Hayır=Hayır’dır...

Yazının devamı...

Yılın En ‘Cool’ Cilt Yenileme Uygulaması, Cool Lifting

Medikal estetik teknolojileri yeni uygulamalar, yeni cihazlarla cildi yenilemek, tazelemek ve canlandırmak için alternatifler geliştirmeye devam ediyor. 2018’in radarıma takılan oldukça iddialı söylemlerle ortaya çıkan uygulaması, sadece 4 dakikada cildi gençleştiriyor ve canlandırıyor. Uygulama ile ilgili merak ettiklerimi Pervin Dinçer’e sordum.

Cool Lifting nasıl bir etki yaratıyor?
Gerçekten çok soğuk... Genelde cilt yenileme cihazları radyofrekans ve fokuslanmış ultrason dalgaları ile cildin orta katmanlarını ısıtarak, kontrollü tahribat yaratarak kolajen üretiminin artmasını sağlıyor. İşlem sonucunda hücrede yaratılan tahribat iyileşirken cildin kolajen üretimi artıyor, böylece cilt canlanıyor, elastikiyeti artıyor. Cool Lifting ise bunun tam tersini yapıyor. Isı yerine soğuk kullanılıyor işlem sırasında.

Nasıl çalışıyor?
Uygulama esnasında cilde soğuk Co2 püskürtülerek kan dolaşımının hızlanması, damarların genişlemesi sağlanıyor. Yüksek basınçta, soğuk Co2 (karbondioksit) cilde püskürtülürken içeriğinde cildin nem tutmasını sağlayacak, ihtiyacı olan hyalüronik asit içeren serumlar da cilde püskürtülüyor. Böylece genişleyen damarlar ve hızlanan kan dolaşımı sayesinde cildi yenileyecek hyalüronik asit cildin alt katmanlarına ulaştırılmış oluyor. Uygulama sırasında basınç ve soğukluk derecesi sürekli kontrol altında tutulduğu için oldukça güvenli.

Gerçekten sadece 4 dakika mı?
Evet sadece 4 dakika. Hatta uygulama sırasında kronometre çalıştırdık ne bir saniye uzun ne de bir saniye kısa. 4 dakika olması da gerçekten çok büyük bir avantaj. Cildinin yenilenmesi, canlanması için bir şey yaptırmak isteyen, vakti olmayanlar için, öğle tatilinde keyifli bir kaçamak yapmak isteyenlere öneriyoruz.

Kimler yaptırabilir? Sonuçları kalıcı mıdır?
Her yaş aralığında cildi için alternatif bir cilt yenileme uygulaması arayan herkes güvenle yaptırabilir. Hatta erkekler için de oldukça uygun. Tek seans olarak özellikle özel günler, davetler, düğünler, toplantılar öncesinde hem çok kısa sürmesi hem de sonuçlarıyla can kurtarıcı bir uygulama. Cildi tazeleyip, canlandırır ve ışıltısını arttırıyor. Etkin sonuç alabilmek altı seans olarak uygulanması gerekiyor. Altı seans uygulandığı takdirde cilt derinden nemleniyor, cilt yenileniyor, yüz ovali toparlanıyor, yüzeysel çizgilerin görünümü iyileşme, derin kırışıkların ise derinlikleri azalma görülüyor.

Yazının devamı...

Çocukluğumuzun Oyunlarını Kim Hatırlıyor?

Çocuklar artık evinde elektrikler kesildiğinde, nasıl vakit geçireceklerini yeniden keşfedecek. Hem de ebeveynleri sayesinde gerçek oyunların ne kadar eğlenceli olduğunu öğrenecek. Defne Ongun Müminoğlu, “Renkgiller” serisinin ilk kitabı “Oyun Peşinde” ile günümüz çocuklarına eski oyunları tanıma imkanı sunuyor. Bu oyunların kuralları ve nasıl oynandığı da Esra İlter Demirbilek’in yaratıcı, eğlenceli çizimiyle anlatılıyor.

Artemis Çocuk Yayınları’ndan çıkan kitap, renkli görselleri ve sürükleyici hikayesi ile çocukları “sek sek, tuzluk, lastik atlama, isim-şehir-hayvan” gibi oyunları oynamaya çağırıyor.

- ‘Renkgiller’ kaçıncı kitabınız?
2011’de Edukids’in ‘Hikayeli Yapboz’unun hikayelerini yazıp kurgusunu yapmıştım. 2013 senesinde ise ‘Burcu ve Berk ile...’ serisinin ilk altı kitabı Artemis Çocuk tarafından yayınlandı. Bu seri toplam on iki kitaptan oluşuyor. Akabinde Renkgiller serisinin ilk kitabı ‘Oyun Peşinde’ yayınlandı.

- Çocuk kitabı yazarı olarak hikayelerinizi yaratırken kendi çocukluğunuzdan esinleniyor musunuz?
‘Renkgiller Oyun Peşinde’ kitabında çocukluğumdan kesinlikle esinlendim. Bir anlamda basit ama bir o kadar da insanı doyuran anlara olan özlemimle ortaya çıktı. Burcu ve Berk ile... serisi ise tam tersi, günümüz şartlarında çocukların karşılaştığı farklı durumlar karşısında çaktırmadan yol gösteren bir kaynak ihtiyacından doğdu.

- ‘Oyun Peşinde’ çocukluğunuzdan hangi esintileri taşıyor?
Kitapta yer verdiğim hikaye ve oyunlar bana mutlu çocukluğumu, Mersin’in turunç çiçeği kokan sokaklarında arkadaşlarımla geçirdiğim günleri hatırlatıyor. Sek sek karelerini çizerken elimin tebeşire bulanması, yarattığımız hikâyelerdeki sırları çözmeye çalışmamız, ağaç dalları arasına saklanmamız bir şerit gibi akıp gidiyor. Bu hikâyeyi yaratırken tüm bu eşsiz çocukluk günlerimi özlemle hatırladım. O günlere dönemeyeceğimi bildiğim için çocuklarımızın her anının “en iyi” şekliyle yaşanması gerektiğine tüm kalbimle inanıyorum.

- Gerçek oyunları konu alan bir çocuk kitabı yazmayı tercih etme sebebiniz neydi?
Çağı takip etmek çok önemli ama bazı değerleri, bazı temel unsurları kaybetmemek lazım. Oyun da bunlardan biri. Gerek kafayı, gerek vücudu çalıştırması açısından eski tür oyunlar çok faydalı. Ekip çalışması gerektirmesi, arkadaşlarla oynanması,... Hepsi sosyalleşmek, iletişimin temeline inmek açısından önemli. Bunları kaybediyoruz korkusu oyun konulu bir kitap yazmama neden oldu. Yazarken de eğlenmek işin ek getirisi oldu.

- Bu kitapta hikayenin yanı sıra oyunlara yer verme amacınız neydi?
Oyun çocuklar için en önemli iletişim ve öğrenme, gelişme şekli. Oyunla hayatı öğreniyoruz aslında. El becerileri, keşifler, matematik, algı gelişimi gibi pek çok önemli konu oyun esnasında bireye yerleşiyor. İşin özü oyun olduğundan hikayede oyunlara yer verdik.

- ‘Renkgiller’ kitabıyla günümüzdeki hangi sorunlara dikkat çekmek istediniz?
Teknolojinin kontrolsüz kullanımına dikkat çekmek istedim: Teknoloji olmasaydı çocuklar ne oynardı? Teknolojinin faydalarını kabul etmek lazım ancak bununla birlikte bir çocuğun sosyal anlamda gelişebilmesi için kurması gereken iletişim teknolojiyle sağlıklı olamıyor. Eski usul oyunlar esas iletişim şekli ve bunu çocuklarla tanıştırmak da biz ebeveynlerin görevi.

- Son olarak, Renkgiller ailesi günümüz çocuklarına bir mesaj iletse bu mesaj ne olurdu?
Renkgiller bugünün çocuklarına, “Bir de bu oyunları deneyin. Her bahse varız ki onlar varken başkasını aramayacaksınız!” diyorlar.



Yazının devamı...

Liderlik Eğitmeni Gamze Bayraktaroğlu: 'Hayat Ürettiğiniz Her Andadır'

Dünya çapında yoğun ilgi gören ve Google dahil pek çok önemli şirketin çalışanlarına uyguladığı ‘Inside Yourself’ (Derin Farkındalık & Duygusal Zeka) programını 23-24 Mart tarihlerinde İstanbul’lularla buluşturacak olan liderlik eğitmeni Gamze Bayraktaroğlu ile başarılı liderliğe dair detayları konuştuk.

- Modern zamanların ve iş hayatlarının getirdiği stres ve yoğunluk uzun süredir kişilerin ve şirketlerin kendi kendilerine sorunlarla başa çıkmalarını engelleyen önemli nedenler arasında. Tam da bu noktada sizin uzmanlığınız devreye giriyor… Kişilere ve şirketlere verdiğiniz eğitimler ana başlıklar olarak hangi konulara odaklanıyor?

Çok güzel ifade etmişsiniz. Modern zamanlarda iş hayatının getirdiği sorumluluk, sonuç yaratma baskısı ve belirsizlik arttıkça çalışanlarda çok fazla ruhsal baskı yaratıyor. En üst yönetimden en yeni işe giren kadrolara kadar, dozları ve içerikleri farklı olmakla birlikte, maalesef her seviye bu durumdan nasibini alıyor. Aslında baskı, insanı geliştiren konfor alanının dışına çıkmasına vesile olan bir fırsattır. Ancak üzerimizdeki baskıya anlam bulamayınca ya da yaptığımız işin bütüne faydasını görmeyince dar çerçevede angaryaya ya da sadece bir göreve dönüşüyor. Aslında insan zorlanmaktan kaçmıyor. İnsan anlamsızlığı sevmiyor. Zorlanmayı bir anlama, bir faydaya bağladığınızda ve bu başarıyla sonuçlandığında tam tersi zafer duygusu çok daha güçlü geliyor. İçi dolu bir özgüvenle ve motivasyonla sonuçlanıyor işler. Ne yazik ki bu çok atlanıyor. Kuru kuruya içine sıkıştığımız görev tanımlarının içinde mesai saatinin bitmesini bekliyoruz. Sanki hayat onun sonrasındaymış gibi… Aslında hayat ürettiğiniz her andadır. O nedenle en çok vermeye çalıştığımız mesajlar, ‘kendinin farkında ol, tanı, ekibini tanı, işine anlam yükle, ekibine ilham ver, yenilikçi düşün, konfor alanının dışında kendini zorla, potansiyelini keşfet ve açığa çıkar’... Buna hizmet eden bütün başlıkları kucaklıyoruz. Kişisel Liderlik, Ekibe Liderlik, Organizasyona Liderlik, Koçluk ve Mentorluk, Takım Koçluğu, Sistem Koçluğu gibi bireysel sisteme uzanan çok boyutlu yaklaşıyoruz. Mentorluk eğitimi ve projeleri tasarlayıp kuruma entegre ediyoruz.

- Sizin bu konudaki profesyonelliğe geçiş sürecinizi anlatır mısınız?

Ben 13 yıl yatırım bankacılığı yaptım. Onca yıl Türkiye’nin yatırım fırsatlarını yabancı yatırımcılara anlattım. Bunu yaparken sadece bilanço rakamlarından yola çıkmak ve sermayenin insan faktörünü ne kadar ihmal ettiğini görmek bir noktadan sonra çok acı gelmeye başladı. Zaten kendi gelişimime yatırım yaparken insan potansiyelinin nasıl ortaya çıkarılabileceği yönünde çok da deneyimim olmuştu. 2001 yılında ülke finansal krize girdiği dönemde, Doğuş Grubu insana yatırım yapmaya devam ettiği yıllarda grupta yeteneklerden biri seçilmiştim. 3 yıllık bir liderlik gelişim programının içinde kendimi daha fazla keşfetme şansım oldu. 2005 yılında artık profesyonel olarak insan gelişimi üzerine bir kariyer yapma kararı ile bankadan ayrıldım. İlk faaliyetimiz ilk uluslararası akredite koçluk okulunu ülkemize getirmek oldu. O zamanlar Müslüman mahallesinde salyangoz satmak bu diyen de çok oldu ama sonrasında sezgilerimize güvenmenin ödülünü aldık. Şimdi bırakın salyangozu Türk lokumu oldu koçluk okulları. İlk o eğitimi tamamladım, sonra birkaç ekol daha tanımak için farklı koçluk okulları bitirdim. Şimdi Avrupa’nın en prestijli okullarından biri olan Academy of Executive Coaching’in Türkiye temsilcisiyiz. Burada uluslararası standartlarda koç ve mentorler yetiştiriyoruz. Programlarımıza çok dikkatli seçerek kabul ediyoruz.

- Dünya çapında ilgi gören ‘Derin farkındalık & Duygusal zeka’ programının içeriğinden bahseder misiniz?

Yıllardır Google’da verilen ve en favori eğitimlerden biri, “Search Inside Yourself”... Dışarıda karmaşıklık arttıkça, içimizde netliğe olan ihtiyacımız artmakta. Etkili liderler, aklını daha iyi kullanmakla yetinmez, diğer akıllarla daha iyi etkileşim içinde olarak onların da iyi çalışmasına destek olur. Bunun için uygun ortamı yaratır. Bu noktada ihtiyaç duyulan Esneklik, Netlik, Denge, İçgörü ve İlham Vermek liderlerin en önemli araçlarındandır. Ve odaklanmak en çok ihtiyacımız olan becerilerdendir.
İş yaşamında, her seviyedeki liderin, bu araçları en etkin şekilde kullanmaları, kendi iç dengelerini korumaları, en etkin performanslarını göstermeleri, güvene dayalı iş birlikleri yaratabilmeleri için John-Kabatz Zinn, Daniel Goleman, ve Chade-Meng Tan (Stanford Universitesi, Neuroscientist uzmanı, Google’da mühendis) tarafından hazırlanan, dünya çapında çok ilgi gören program 23-24 Mart 2018 tarihlerinde Türkiye’ye geliyor.
Programa katılanlarla yapılan anketlerde yüzde 89’u stresin olumsuz etkilerinin yönetme becerisini geliştirdiğini, yüzde 91’i zihninin daha da berraklaştığını, yüzde 85’i başkaları ile daha etkili bağ kurduğunu söylüyor.

- İster kişisel ister kurumsal olarak iş hayatında pek çok duyguyla başa çıkmak zorunda kalıyoruz. Bu duygularla başa çıkmayı da öğretiyor musunuz?

Elbette. Aslında bütün olay bu zaten. Zihnimiz 5 duyu ve bedenin diğer algı merkezleri ile bir olaya tanıklık ediyor ve algıladığı kadarıyla anlamlandırıyor. Yarattığı anlam bir duyguyu tetikliyor ve o duygunun sonucu olarak da bir davranış ortaya koyuyor. Düşünün aynı olaya tanık oluyor veya yaşıyorsunuz ama farklı tepkiler veriyoruz. Duyguyu yönetmek düşünceyi çözmekle başlıyor. Ama bazen tepkilerimizi yönetmekte o kadar hızlı davranamıyoruz. “Search Inside Yourself” eğitiminde beynimizin yapısını bu ani tepkilerimizi olumlu anlamda yönetmemizi sağlayacak şekilde şekillendiren araçları öğretiyoruz. Böylece tepkisel değil rasyonel düşünme halinde kalacak, akılcıl kararlarla ilerleyeceğiz. Sadece kendimize değil çevremize de bu etkiyi yaratmayı öğretiyor.

- Verdiğiniz liderlik eğitiminde öne çıkan en önemli detay hangisi?

Farkında mısın? Yaşadıklarına nasıl anlamlar yüklediğinin farkında mısın? Çevrende olup biteni sen mi etkiliyorsun yoksa olanların etkisinde mi kalıyorsun? Meseleyi çok farklı boyutlarda görebiliyor musun?
Bu soruları kendisine sorararak başlaması gerekiyor. Kendimize liderlik yapmadan kimseye liderlik yapamayız. Kendimiz savrulurken başkalarını nasıl tutacağız. İnsanın önce kendi merkezini tanımlaması, korkularını farketmesi, anlaması, nasıl tepki verdiğini keşfetmesi, modelleri bilmesi ve yenilerini oluşturması gerekiyor. İşte bunları sağlayan koçluk, eğitim ve mentorluk bizim işimiz.

- Lider olmanın en önemli kıstasları nelerdir? Kimler lider olabilir, kimler lider olamaz?

Etki yaratma motifi ile ilerleyen herkes potansiyel liderdir bana göre. Lider olunur mu doğulur mu tartışmasını çok anlamlı bulmuyorum. Yaşamda kalmak kendi başına bir liderlik becerisi gerektiren bir şey. Hayatının daha çok tadını çıkarmayı, yaşamını istediği gibi tasarlamayı, bunu yaparken kendini keşfetmeyi ve kaynaklarını doğru kullanmayı başaran herkes bir liderdir bana göre.

- Hem dünyada hem de ülkemizde kadın lider olmanın zorlukları nelerdir?

Kadın modern toplumlarda biraz daha fazla imkana sahip. Kanun, kurallar kadını görüyorsa da kollektif biliçaltında kadını besleyen, bakım veren ve şefkat gösteren tarafına dair beklentiler daha çok ikinci sırada gelmesine sebep oluyor. Avrupa’daki zaman zaman ayrımcılığa tanık olduğumda çok şaşırmıştım. Gönüllerde yakın çevresi tarafından kadının anne ve eş rolü çok daha fazla takdir alıyor. Bu da tabii ki kadınları bir tercih esnasında çok etkiliyor. Belki içgüdüsel olarak da kadın destekleyici rolde olmayı tercih ediyor.
Günümüzde ekonomik modeller maskülen değerler üzerine kurulu. O nedenle çoğu kadın erkek gibi bir lider olmaya soyunuyor. Bu da onu kendine yabancılaştırıyor. Aslında liderliğin dişi boyutunu keşfetmek ve organizasyona onu katmaya çalışsa çok daha tamamlayıcı olacak.

- Sizi çalıştığınız kadın liderler arasında en çok etkileyen özellikler hangileri? İş hayatında sağlıklı bireyler olarak yaşamımızı sürdürmek için kadın ya da erkeklere vereceğiniz en önemli öğütler ne olabilir?

Kendileri gibi olmayı başaranları çok beğeniyorum. Kurum kültürünün dayattığı veya beğeni kazanmış önceki liderlere benzemeye çalışmak yerine kendi değerlerini iş-insan dengeli yönetimi ile getiren kadın liderler favorim. Çalışan memnuniyetini de öne çıkaran, bunu kendi önceliği olduğu için önceliklendiren kadın liderler mesela. Kadının en doğal hallerinden biri olan annelik onun aslında ne istediğini anlatamayan minik bir canlı ile iletişim kurma becerisinin bütünüdür. Kadın belirsizliğin içinde sağduyusunu kullanarak, sezgilerine güvenerek kalmayı başarabilen, duyguyu okuyabilen, yumuşatarak duyguları olumlu hale getirebilen, soyutta kalmayı başaran ve içgüdüleri çok gelişmiş bir yapıya sahiptir.
VUCA (volatile, uncertain, complex, and ambiguous – değişken, belirsiz, karmaşık ve muğlak)
dünyasında kadının doğal becerilerini kullanarak başarılı olacağını düşünüyorum.
Dört yaşındaki bir erkek ve kız çocuğa aynı resmi gösteriyorlar. Erkek çocuk sadece araba, top gibi nesnelere odaklanırken, kız çocuklar insanlara ve duygulara odaklanmışlar. Bu da yeterince açıklıyor aslında.
Kadın liderlere önce kadın olmayı keşfetmelerini, erkeklere de kadınlardan onlar gibi olmasını beklemek yerine onları dengeleyen yönlerini cesaretlendirmelerini öneriyorum.

Yazının devamı...

Feng Shui’ye Göre Evinizi Dekore Etme Önerileri

Geleneksel Çin öğretilerine göre yaşamda uyumu yakalamak, güveni sağlamak ve aile içinde ya da ilişkide çatışmaları çözmek önemli. Merkezde ise rüzgar ve su anlamına gelen Fengi ve Shui’nin gücüyle oluşan yaşam enerjisi Chi yer alıyor. Peki, bu yaşam enerjisi aynı zamanda yaşam alanlarında yani evlerde, ofislerde ya da bahçelerimizin dekorasyonlarını nasıl etkiliyor dersiniz?

Kişisel mutluluğu artıran 9 bölge

Aslında bu öğretinin temelleri oldukça karmaşık. Bahsi geçen bu farklı bölgeler, farklı yaşam alanlarına karşılık geliyor. Her bölge, renklerin ve mobilyaların kullanım şekilllerine göre pozitif olarak sahnelenebiliyor. Bu da Feng Shui’nin beş elementi olan odun, ateş, toprak, metal ve su ile güçleniyor.

Bir bakışta farklı bölgeler

1. Kariyer: Sadece mesleki başarı olarak algılanmamalı aksine hayatın anlamını da içerdiği bilinmeli. Özellikle mavi tonları etkili.
2. Bilgi: Geleneksel Çin öğretisine göre bilgiye barış, sessizlik ve bilgelikle ulaşmak mümkün. İlgili bölge olarak ise kuzeydoğuyu işaret ediliyor. Enerji kaynakları ise sarı ve kahve tonları…
3. Arkadaşlık: Arkadaşlar şüphesiz hayattaki en güçlü dayanaklarımızdan. Feng Shui’ye göre, bu alan beyaz, gri, gümüş veya altın gibi metalik renklerde tasarlanmalı. Benzer renkler, çocukları temsil eden bölgeyi de oluşturmalı ve yaratıcılığın yanı sıra hayal gücünü de ortaya koymalı. Bu bölge çalışma alanını oluşturmalı.
4. İlişki: Kişiler arası ilişkiler anlamına gelir ve yumuşak formlara ve tekstil ürünlerine yansır. Rahat bir oturma köşesi bu bölge için idealdir.
5. Aile: Sağlık, canlılık ve hareket anlamına gelir ve ?çoğunlukla sade yeşil ve yeşil gibi renklerle desteklenmelidir.
6. Zenginlik: Yeşil tonlardan ilham alır ama aynı zamanda kırmızı tonlarıyla da desteklenmeli. ?Bu terim Feng Shui'de sadece finansal zenginlik olarak değil aynı zamanda ruhsal zenginlik olarak yorumlanır.
7. Şöhret: Mutlaka ünlü kelimesiyle eşanlamlı değildir, aynı zamanda kişinin dış görünümünü de etkiler. Dairenin bu alanı parlak olmalı ve bol ışık almalı. Uygun renkler ise turuncu ve kırmızı tonlarıdır.
Thai Chi: Merkezin tam ortası... Burası sağlık ve içsel dengenin geçerli olduğu bölgedir. Sarı ve hardal tonları tercih edilmeli.

Feng Shui ilkeleri

Evinizde yapacağınız küçük değişiklerle hayatınızın yönünü değiştirebileceğinizi biliyor musunuz? Sonuçta, evinizi sizden iyi kimse bilemez ve ahenk teorisinin amacı da yaşam alanınızla uyum içinde olmak. İşte Feng Shui, bina ve açık hava tesisleri arasında ve ev ile iç mekanlar arasında bir denge kurmayı amaçlıyor.

Düzenli antre: Evin giriş alanı, Feng Shui'de merkezi ve önemli bir nokta olarak öne çıkıyor. Burası enerjinin eve ilk olarak girdiği ve sonrasında evin geri kalanında veya dairede kendisini dağıttığı bölgedir. Bu nedenle bu alan huzur akışını sağlamalı. Antrede ahşap mobilyalar, parlak renkler, kapalı dolaplar ve anahtarlar gibi günlük öğeler için ayrılan alan, akan enerjinin akışını sağlamak için yeterli alan olmasına olanak tanır.

Yatak duvara yaslanmalı: Yatağın başlığı duvara bakacak şekilde durmalı ve pencere ile kapı arasında olmamalı. Arka tarafta bir duvar ve görüş alanında olan kapı ile daha güvenli hissetmeyi sağlar. Bu kural aynı zamanda masaların, sandalyelerin, koltukların ve kanepelerin yerleştirilme biçimleri için de geçerli.

Yatak odasında aynaya yer yok: Feng Shui’ye göre aynalar yatak odasında olmamalı. Enerjiyi "yuttuklarına" ve uyku sorununa yol açtıklarına inanılıyor. Ayrıca kapının karşısında da hiçbir şekilde aynanın olmaması gerekiyor. Odaya girenin enerjisini de yansıttığı için gelen kişinin kendisinin hoş karşılanmadığı düşünmesine yol açıyor. ?Aile bireyleri veya arkadaşlar için buluşma yeri olan odalar ise örneğin oturma veya yemek odası, aynalar için uygundur. Pozitif enerjiyi artırır ve alanine geniş görünmesini sağlar.

Açık kapılar: İdeal enerji akışı için, "yolda" duran tüm mobilyalar kaldırılmalı. Chi'ye en uygun yolu sağlamak için holler ferah, kapılar da genellikle açık olmalı. Dolaplar, komödin ve çekmeceler dikkati dağıtmaktan kaçınmak için kapalı kalmalı. Ayrıca keskin kenarlı mobilyalardan kaçınılmalı. Enerji akışına izin veren nazik, kavisli ve oval formlu mobilyalar tercih edilmeli.

Düzen ve dekorasyon: Günlük hayatın çok basit bir kuralı aynı zamanda Feng Shui'deki temel kuralın bir parçası: Düzenli olmak... Evin içindeki karışıklıkları gidermek, temizlemek ve toplamak Feng Shui'ye başlamak için gerekli temel unsurlardan. Çünkü kaos ve dağınıklık Chi'nin akışını sınırlar.

Düzen içinde düzen: Düzen, yaşam alanında tematik bir anlamda da hakim olmalı. Örneğin, çalışma alanı kanepenin yakınında olmamalı, ayrıca yatağın yanına konmamalı. Her alanın spesifik işlevi bulunmalı ve bu işlevler birbirinden belirgin bir şekilde ayrılmalı.

Yaşam alanında yeşilin gücü: Bitkiler pozitif enerjiyi getirir ve evde pek kullanılmayan köşeleri canlandırır. Ancak bitkiler sağlıklı ve bakımlıysa, yaşam alanlarındaki enerji yalnızca yeşille güçlenebilir.

Gün ışığı ve yapay ışık kaynakları: ?Odalar mümkün olduğunca aydınlık olmalı çünkü ışık hayat enerjisidir! Yaşam alanlarındaki ışıklandırmanın azlığı Chi'yi sınırlar.

Akan su: Feng Shui felsefesinde suyun önemi çok büyük. Odalarda veya Asya ülkelerinde sıkça rastlanan ana kapıda küçük su şelalelerinin sıklıkla rastlamasının nedeni budur. Su Feng Shui inanışına göre evlerde enerjiyi korumak için önerilen bir aksesuar olarak öne çıkıyor. Buna karşın damlayan musluklar ise hemen onarılmalı...

Yazının devamı...

Kerem Sedef”in Single Heyecanı

Model grubunun davulcusu Kerem Sedef, grubun dağılmasının ardından sahnenin arkasından sahne önüne çıkma kararı aldı. Yeni yılın ilk ayında ilk single’ını müzikseverlerle buluşturacak olan Kerem Sedef’le müzikteki yeri kariyer planlarını konuştuk...

- Öncelikle nasılsınız? Biraz bize kendinizden bahseder misiniz?

Bomba gibiyim, teşekkür ediyorum. 1982 yılında İstanbul’da doğdum. Özellikle babamın eski bir solist olması ve evimizde hiç müziğin esik olmaması ile çok erken yaşlarda müzikle tanıştım. Babamın grup arkadaşı Tekin Arcayürek sayesinde davula ilgi duymaya başladım. Sonrasında Bülent Akbay’dan davul dersi aldım. 17 yaş itibari ile bugüne kadar uzanan müzik kariyerim böylelikle başlamış oldu. Bu arada annemin genlerinden gelen çizim katkısı ile de mimarlığı bitirdim. Ama müzik her zaman ağır gelen taraf oldu.

- Model Grubu’nda davul çaldınız? Bir araya gelme hikayenizi kısaca öğrenebilir miyiz? Şimdi Model’in dağılması ile kendiniz yeni bir şeyler yapıyorsunuz diye duydum. Neler değişti?

Model, kariyerimde çok önemli bir yere sahip. Hayatımda ilk defa bir grup üyesi olmanın tadına vardım. Süper günlerimin olduğu dolu dolu yıllardı. Grup, davulcuları ile yollarını ayırdığında, beni aileye dahil ettiler. Gerisini hepimiz biliyoruz. Çok yoğun geçen bir dönemin ardından grubun dağılması ile biraz geri çekilip büyük resme bakma şansım oldu. Bu arada -birkaç güvendiğim kişinin de zorlaması ile diyeyim- sahnenin arkasından önüne doğru bir yatay geçiş denemesi yapmaya kalkıştım. Bu, davul çalmayı bırakıyorum demek değil. Ama artık biraz daha Kerem Sedef ismine yeni şeyler katmaya çalışıyorum diyelim. Böylece solist olarak ilk single’ımın kaydını yaptım.

- Single yolda öyleyse… Biraz bahseder misiniz?

Az önce söylediğim gibi, birbirinden bağımsız çok güvendiğim birkaç kişinin ‘Sen neden söylemiyorsun?’ diye aklıma girmeleri ile böyle bir karar verdim. Bu kararımı yakın arkadaşlarım Suat Yılmaz ve Övünç Dan’a açtığımda onlar da destek oldular. Çikolata Müzik Fabrikası’nda inanılmaz işler yapıyorlar. Benim için de güvenli bir ortam yaratılmış oldu işin açıkçası. Ayrı dili konuştuğumuz, işinde başarılı iki yakın arkadaşımla çalışmak çok keyifliydi. Laf aramızda, şu an ikinci single için çalışmalara başladık bile... Motivasyonu yüksek, modern sound’a sahip, hareketli bir şarkı çıktı ortaya. Ocak ayı sonuna doğru müzikseverlerle buluşturacağız. Olgu Baran ile güzel bir klip konsepti de yarattık. Ocak başı gibi klibi çekersek 2018’e harika bir giriş olacak.

- Sporla da iç içe yaşıyorsunuz. Antrenman düzeniniz nasıl ve bu yoğunlukta nasıl zaman buluyorsunuz?

Spor çocukluğumdan beri hayatımın içinde. Bazı dönemler çok kilo aldım. Özellikle son 3-4 senedir dikkatli yaşamaya çalışıyorum. 20’leri yeterince rock’n roll geçirdikten sonra 30’larda daha çok düzenli bir hayatı benimsedim. Antrenman yapmak ve farklı disiplinleri denemek hoşuma gidiyor. Hatta yurt dışında sertifika programı bitirip, sporcu beslenmesi koçluğu sertifikası aldım. Şu sıralar Yağız Özcan ile fitness programı, Okan Süngü ile plyometric (zıplama) antrenmanları ve Ertan Balaban ile jiu-jitsu antrenmanları yapıyorum. Önümüzdeki yıl içinde Ironman planlarımız var, bakalım.

- 2018 yılı içinde albüm yapmayı düşünüyor musunuz?

Şu anki planımız sık aralıklarla single çıkarmak şeklinde. Tabii her an her şey değişebilir. Bu arada, Övünç Dan ile oluşturduğumuz iki kişilik grubumuz ‘Gaddar’ın da 2018’de ilk single’ı yayınlayacak. Davulu bırakmıyorum demiş miydim? Ayrıca önümüzdeki sene için farklı farklı mecralarda ayrıca kişisel projelerim var. Bunları da yavaş yavaş hayata geçireceğiz. İnanılmaz güzel bir ekip ile çalışıyorum. Talent istanbul, Emrah Günkaya ve Senem Kaya menajerlik tarafında süper işler yaparken, PR ve iletişim tarafında Burcu Bulut harikalar yaratıyor.

- Kimler dinleyici kitleniz olacak bu single’da?

İşin açıkçası kestirmesi zor bir durum bu. Çünkü sound olarak ne kadar modern ve hareketli ise söz olarak da o kadar motive edici ve içten olduğunu düşünüyorum. Gönlüm tabii ki geniş bir demografiye hitap etmesi. Beraber göreceğiz artık.

- Türkiye’de insanlar şu sıralar neler dinliyor?

Çoğu kişi ile sosyal medya ortamlarında, gittiğim söyleşi ve konuşmalarda, hatta sokakta bağlantı halindeyim. Bu karşılaşmaların sonucunda hep çok geniş bir yelpazesi içinde müzik dinlendiğini gördüm. Bu harika bir şey. Müziğin birleştirici gücü demek hala büyüsünü kaybetmemiş. Bir şekilde insanların hayatında ve onlara dokunabiliyor.

- Mesleğinizle ilgili etkilendiğiniz isimler kimler?

Davul ve solist olarak ayırıp uzun olarak yazmadan tek bir isim verebilirim. Hatta beni tanıyanlar sanırım cevap verdiler bile bu soruya, Michael Jackson... Çocukluğumdan beri hayranıyım. Küçükken dansları ve müziğinden inanılmaz etkilenirken, büyüyüp hayat ile tanışınca başka şeyler ifade etmeye başladı. Hayatımı değiştiren şarkılarından biri olan ‘Man in the mirror’ göğsümde dövme olarak yerini almıştır. Hatta bu single da kendisine saygı amacı ile bir göndermem vardır.

- Ayrıca 12 yıldır davul eğitmenliği yapıyorsunuz. Biraz bize bu eğitimlerden bahseder misiniz?

Davul çalmak kadar öğretmek de benim için çok keyifli. Uzun yıllar Drum Club ve kendi stüdyomda ders verdikten sonra şimdi Zuhal Müzik ile güçlerimizi birleştirdik. Zuhal Müzik’in Akasya AVM’deki mağazasında haftanın 3 günü eğitim veriyorum. Ders almak ve başlamak isteyenler burası ile iletişime geçip benimle saatlerini ayarlayabilirler. Herkesi bekliyorum…

Yazının devamı...

Vücudu Yaza Şimdiden Hazırlanmak Gerek


Kış mevsimine oldukça hızlı bir giriş yaptık. Bu bazılarımız için beklenen bir süreç iken, pek çoğumuz için de kabusa dönüşebilir. Çünkü soğuk kış günleri aynı zamanda kendimizi eve kapadığımız, daha fazla yediğimiz, buna karşın daha az hareket ettiğimiz, depresyona ve kilolara meyilli olduğumuz bir dönem… Peki, size bu gri günlerde bile kendinizi mükemmel hissedeceğiniz yepyeni bir mekandan söz etsek… Etiler’de birkaç ay önce kapılarını açan ve pek çok uygulamayı bünyesinde barındıran Relax, Güzellik Danışmanı Seren Edalı’ya sordum…

- Kışı fit geçirmek ve yaza da hazır olmak için ne yapalım?
Biz kadınlar her şeyi hep son dakikada yapmayı seviyoruz. Çok kısa bir sürelerde verimli sonuçlar hayal ediyoruz. Fakat bu isteklerimiz için çoğu zaman 1 ay gibi kısa süreler yeterli olmayabiliyor. Buradan yola çıkarak bizim de bazen hazırladığımız paketlerin 2 ya da 3 adet olması gerekiyor. Bir paketin 28 güne tekabül ettiği ve 8 seanstan oluştuğu düşünülürse, mükemmel bir sonuç için ne kadar zamana ihtiyacımız olduğu daha rahat anlaşılabilir. Dolayısıyla 2-3 paketten oluşan bir programla hızlı geri dönüşler almak oldukça zorlayıcı olacaktır. Bununla paralel olarak, kış mevsimini fit geçirmenin yanı sıra yaza hazırlık sürecinde kişi sağlıklı bir şekilde kilo verir, sıkılaşır ve yaz döneminde de istediği vücuda kavuşmuş olur.

- Sizin hazırladığınız 28 günlük paket hangi uygulamalardan oluşuyor?
Öncelikle LPG Endermologie uygulaması var pakette. Kişinin problemli bölgesindeki kan dolaşımının hızlanmasına yardımcı oluyor. Bir nevi o bölgenin spor yapmış gibi olmasını sağlıyor. Vücuttaki bu sorunlu bölgelerin aktive olmasıyla birlikte selülit dediğimiz yuvarlak şekilde olan halkalanmaların küçülmesini ve hareket etmesini sağlıyor. Kan dolaşımının hızlanmasıyla da sindirim sisteminden yağların atılması sağlanıyor. Organik, doğal bir sistem. Gün aşırı olacak şekilde haftada iki gün bu uygulamayı öneriyoruz. Bu da tüm hafta boyunca metabolizmanın sağlıklı bir şekilde çalışmasına yeterli oluyor. Kalça bölgesine yapılan uygulama hem üst simitlerde etkili oluyor, hem de bacakların incelmesini sağlıyor. Karın bölgesine çalışıldığında da yine yan simitler, kalçadaki yağ oluşumları engelleniyor. Tabii hem kalça hem de karın da ciddi bir sonuç almak mümkün oluyor. Gerekirse tüm kol ve tüm bacak seansları da uygulanıyor. Seanslar başlangıçta yapılan analize göre kişinin bölgesel yağlanma sorununa uygun şekilde oluşturuluyor. Program sonunda cilt sıkılaşıyor, bölgesel ve beden olarak incelme gerçekleşiyor ve selülit görünümü azalıyor. Kişi bunu ölçümlerde ve kıyafetlerinde fark ediyor. LPG Endermologie ile aynı seansta yer alan ve oldukça etkili olan ‘Pressolab’ lenf drenaj da yoğun olarak toksin atmada yardımcı. Vücudu rahatlatıcı ve metabolizmayı destekleyici etkisi bulunuyor. Kısacası, kişi 50 dakikalık seanslarla yattığı yerden toksinlerinden arınıyor ve incelmiş oluyor.

- Hazırladığınız bu programı desteklemek için yine spor ve yeni bir beslenme düzeni öneriyor musunuz?
Uyguladığımız doğal bir sistem olduğun için, kişinin bu dönem içinde spor yapmasına gerek kalmıyor. Ancak kişi isterse, bizim uyguladığımız sistemlerle birbirini tamamlayan pilates ya da yoga yapabilir. Onun dışında beslenmeye dikkat etmek önemli. Su ve likit tüketmek şart. Bunun için bizim yeşil içeceklerle hazırladığımız bir beslenme programı da bulunuyor. Ama içerisinde makarna da var, tost da var... Hedef, aç bırakarak değil sağlıklı beslenmeyi öğretmek... Seanslara dahil ettiğimiz de kişiyi mutlu edecek sonuçlar alıyoruz.

- 28 günün sonunda neler yapıyorsunuz?
Vücudun yoğun yağ ve selülit sorunu varsa, 28 günün sonunda LPG uygulamasına devam etmekte fayda var. Haftada iki gün olarak öneriyoruz yine. Program sonrasında ayda bir kez koruma seansları bulunuyor. Bu esnada yine ölçümler yapıyoruz. Eğer bu dönemde metabolizmada karşımıza çıkan sıra dışı bir durum olursa da uyarımızı yapıyoruz.

- Bu programlar için yaş ya da kilo sınırı var mı?
100 kilo üzerini sistem desteklemiyor. Bu durumda kişilerin profesyonel destek alması şart. 100 kilo ve altı uygulama için daha efektif. Yaş sınırı yok. Ancak ileri yaşlardaki kişiler için doktor onayına ihtiyaç duyabiliriz.

En büyük savaşımız, selülitler...

Bölgesel yağlanmanın temelinde selülit yatıyor. Kan dolaşımının engellenmesine sebep oluyor ve cilt yüzeyine çıktığı an aslında en aşırıya ulaştığı an demektir. Bazen kişiler selüliti kas olarak algılayabiliyor. Çok sert olan noktalar herhangi bir spor yapılmıyorsa, selilütte fibroz denen aşamayı ifade ediyor. Bu kişi kilolu olmayabilir. O noktada bizim yaptığımız selülitleri yumuşatmak ve harekete geçirmek. Bu noktada vücutta selülit dolaşımı başlıyor. Görüntü de selülitlenme olarak algılanabilir. Aslında sistemin çalıştığını ifade ediyor. Kısacası, uygulamalardaki en büyük savaşımız selülitlerle gerçekleşiyor.

6 günlük örnek mönü

1. Gün
SABAH: Juice (Kale, marul, maydanoz, kivi, ananas)
ÖĞLEN: Avokado çorbası
ARA: Juice
AKŞAM: Domates ve balkabağı çorbası

2. Gün
SABAH: Juice (Ispanak, avokado, armut, muz)
ÖĞLEN: Kabak makarna
ARA: Chia puding
AKŞAM: Somonlu salata

3. GÜN
SABAH: Yeşil Smoothie kasesi
ÖĞLEN: Sebzeli kinoa
ARA: Meyve-yoğurt
AKŞAM: Kırmızı et-salata

4. GÜN
SABAH: Avokado tost
ÖĞLEN: Tavuklu salata
ARA: Badem/ceviz
AKŞAM: Kabak makarna

5. GÜN
SABAH: Badem sütlü granola
ÖĞLEN: Çorba-karabuğday ekmeği
ARA: Meyve-yoğurt
AKŞAM: Domates çorbası

6. GÜN
SABAH: Acai kasesi
ÖĞLEN: Çorba
ARA: Badem/ceviz
AKŞAM: Avokadolu greyfurt salatası

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.