SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Engelleri böyle temizleyin

“Yaşam amacım insanlığın sağlıklı, mutlu, huzurlu olmasına yardımcı olmak” diyen Bilinçaltı Dönüşüm Uzmanı Aysun Orhan ile bunu nasıl gerçekleştirdiğini konuştuk. Hayallerimize ulaşmamızın önündeki engelleri ARTT ile nasıl temizleyeceğimizi de öğrendik.

Aslında o da tam 26 yıldır medyaya emek vermiş bir dergici; stajyer olarak başladığı ilk işi Cosmopolitan’da uzun yıllar yazı işleri müdürlüğü yaptıktan sonra Joy, Habertürk Akıllı Alışveriş, Shop’s, trendEra magazine, Harper’s Bazaar Wedding gibi birçok derginin genel yayın yönetmenliğini yapmış bir isim. Halen yayıncılık mesleğini severek sürdüren Aysun Orhan’a içindeki “şifacı”yla tanışma hikâyesini ve bilinçaltı temizleme tekniğinin detaylarını sordum.

- Şifa yolculuğun nasıl başladı, ARTT tekniği nedir? Bize anlatır mısın?

Çocukluğumdan beri kendi halimde, huzurlu bir çocuktum. Ortaokulda arkadaşımla birlikte teneffüste gözlerimizi kapatıp çok güzel bir sahilde olduğumuzu hayal ederdik. Bilmeden meditasyon yapıyormuşuz meğer... İyimserlik hep içimde vardır, Yay burcu olmamdan ötürü de olabilir; sevginin her şeye çare olduğunu, dünyayı sevginin ve iyiliğin kurtaracağını tüm hücrelerimde hissederim. Çok şanslıyım ki sevgiyle birbirine bağlı, bu dünyaya neden geldiğimizi sorgulayan bir ailem var. “%100 Düşünce Gücü” adlı kitapla başlayan kişisel gelişim serüvenim, daha sonra Reiki ile tanışmam ve 2005 yılında bu tekniğin yaratıcısı Güneş Tan ile röportaj yapmamla bambaşka bir boyut kazandı. Önce kendi hayatımda dönüşümü yaşadım, sonra da uzman olarak insanların hayatlarına dokunmaya başladım. ARTT (Awakening, Rising, Transforming Technique-Uyanış, Yükseliş, Dönüşüm Tekniği hızlı, kalıcı ve kesin çözüm sunan, yaradılışın özüyle uyumlu bir teknik.

- Bu tekniğin içeriği ne, kimlere, nasıl uygulanıyor?

İnsanın söylediği, yaptığı ve niyetlendiği her şey birer titreşim oluşturur ve bu titreşimler evrene yayılarak sonsuza kadar kozmosun bir parçası haline gelir. Adeta kişinin istediği zaman içine girip ulaşabileceği duygu ve düşünce arşivi, evrenin süper bilgisayar sistemidir. ARTT ile kişinin kayıtlarına ulaşılır, derin bilinçaltı temizliği yapılır. Teknik, zihin ve düşüncelerini kullanabilen her insana uygulanabilen, kişinin içinde bulunduğu durumu tamamen değiştirebilen, fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkların, yaşamsal bozuklukların, kısırdöngülerin, tüm kayıtlarda kalıcı olarak olumluya dönüştürülmesine ve eski halinin tamamen değişmesine yardımcı bir tekniktir.

- En çok başvurulan sorunlar neler, kaç seans yapılması gerekiyor?

Son yıllarda özellikle panik atak, depresyon ve ekonomik sorunlarla geliyor insanlar. Her seans iki saat süren içinize yaptığınız bir yolculuk aslında. Her birimiz “eşsiz” birer evreniz, o yüzden bireysel yapılan bir uygulama... Duygularımız, bilinçaltımız, olayları yorumlama şeklimiz birbirimizden farklı. Aynı evde büyüyen ikiz kardeşlerin bile olayları algılama ve onlardan etkilenme şekli değişiyor. Kedi, uçak korkusu gibi nispeten daha hafif konularda tek seans yeterli olurken, daha derin sorunlarda daha uzun çalışmak gerekebiliyor. Ama tamamen kişiye özel olduğu için bunu seansların gidişatına göre değerlendiriyoruz.

- Kişiye ne kazandırıyor? Diğer tekniklerden farkı ne?

Kişinin kendini bilmesi, tanıması, “öz”üyle yaşamasından daha güzel bir şey olamaz. Çoğu alışkanlığımızı “biz” zannederiz, kötü de olsa kendi bildiğimizle, alışkın olduğumuzla kendimizi daha güvende hissederiz. Oysa bunlar özümüzü örten duygu katmanlarıdır. Daha sağlıklı, daha mutlu daha huzurlu bir hayata kavuşmak isteriz ama içimizden bir ses devamlı bize köstek olur, biz farkında olmasak da. Adeta bir bilgisayar yazılımı gibidir hayat; hem kendi yaşadıklarımız hem de atalarımızdan aktarılan kodlar vardır. Bu teknik ile bunları tıpkı bilgisayara giren virüsler gibi temizlediğimizde, kayıtlarda olumsuz bir anı, duygu olmadığında geleceğimiz de sağlıklı ve iyi olur, daha kaliteli ve neşeli bir hayat yaşayabiliriz. Hayatında gerçekten kalıcı bir dönüşüm isteyenler bunu başarabilirler. Her şey zihinde başlar, zihinde biter. Bedenimizi ve hayatımızı zihnimiz kontrol eder. Zihnini ve duygularını yöneten hayatını da yönetebilir. İsteğinize engel olan kökleşmiş yaşanmışlıkların sizde yarattığı olumsuz duyguların enerjisi boşaltılıp, alttan çıkan olumlu duygunun enerjisiyle harmanlanıp hepsi aynı hale getirilmezse, yani negatif ve pozitif (dualite) etkisizleştirilmezse “BİR” hale gelip (nötrlenmezse), bilinçaltı var olan programını devam ettirir. Var oluş yani yaşam, bilgidir. Bilginin asıl hali “tek”tir, “aynı”dır, “saf zeka”dır; yaratılış tektir. Köklü, kalıcı çözüm elde etmek için, var oluşun bu temel durumunu yaşanmış duyguların enerjisinde de yaratmak, öz’e ulaşmak için “tek”liği oluşturmak gerekiyor.

- Seanslarda neler yaşanıyor?

Danışanın bir şey anlatması gerekmiyor, sorununu söylemesi yeterli. Bu teknik ile uzun boylu rahatlatma işlemleri ile vakit kaybetmemize de ihtiyaç yok. Sorun neyse onu yaratan olayların o kişide yarattığı ve kaderinde yaşaması gereken, var olan duygu ve düşünceleri zihin egzersizleriyle boşalttırıyoruz. Bazı insanlarda duygular su, buhar, dalga, ateş, duman veya farklı şekillerde boşalabiliyor. Duygular da canlıdır, onlar da tepki verebiliyor, duygu gitmek istemezse onu ikna edecek kalıplardan oluşan sözler söylüyoruz. Boşaltımlardan sonra en alttan iyi bir duygu çıkıyor, onunla nötrlüyoruz. Beden bir elektrik sistemidir, sinir ağlarımız boyunca bulunan alıcılar yaşadıklarımızın bilgisini alır ve bedenimizde elektriğe dönüştürür. Yaşadığımız duygu ve düşünceler de elektrik alanı olan bedende birer enerji, yani elektrik alanıdır, artı ve eksi elektrik bir araya getirilip özel bir şekilde harmanlandığında birbirini nötrler, sadece iyi duygu kalır. Çünkü özümüz olan yaratanın nefesi pozitiftir ve seanslarla özümüz ortaya çıkar. Artık hayatı duyguların etkisiyle değil de, özümüzle ‘ben’ olarak yaşamaya başlarız. Hayal ettiğiniz hayatı yaşamanıza engel olan ne varsa bunları dönüştürdüğümüzde, kendinizi çok daha hafif, mutlu, güçlü ve iyi hissedersiniz. Yeter ki gerçekten değişmeyi isteyin!

Yazının devamı...

2022 saç trendleri

Yeni çağa yeni dokunuşlarla eşlik eden saçlar; biraz özgür, biraz cesur çokça ilham veren görüntüler sergiliyor. Saç tasarımcısı Şenol Zeytinoğlu, bu yenilikçi modelleri hayatımıza nasıl katabiliriz’i bizler için anlatıyor.

90'LAR KATLARI

'Charlie’s Angel's' filminden fırlayan katlar bu yıl caddelerde sıkça göreceğimiz modellerden. Eskilerin ikonikleşen modeli hem acık hem de toplu olarak en rahat kullanılabilen saçlardan.

ORTA BOY BOB'LAR

Bob kesim yani düz küt olarak tabir edeceğimiz bu model, son 10 yılın en sık form değiştiren ama bir yandan da en istikrarlı trendlerinden. Uzun saçlardan sıkılanlar için tam bir yenilenme formula. Bu yılki boyu ‘mid’ yani orta. Omuz hizasında, modern ve dinamik bir görüntü vadediyor.

KIVIRCIK ETKİ

Kıvır kıvır bukleler kış rehavetine karşı bire bir. Kalıcı kıvırcıklar bu aralar en sık yaptığımız işlemlerden. Ama öncelikle size ne hissettirdiğine bakmak için deneme yapılması şart.

KAŞMİR SARIŞIN

Bol kül tonları ama aynı zamanda parlaklık içeren ‘kaşmir sarışınlık’ 2022’nin hit saçlarından… Tek renk olma özelliği olan bu trend birkaç işlemde rahatlıkla elde edilebiliyor. Yumuşak ve çok şık bir görüntü elde ediliyor.

KAKÜL VE DALGA İKİLİSİ

Her sezon karşımıza çıkan kaküller, bu kış iri dalgalarla birlikte güzelleşiyor. Omuz hizası ya da uzun boy fark etmeksizin oldukça hacimli ve güçlü bir saç modeli olarak karşımıza çıkıyor. Yüksek bir enerji sunan kakül ve iri dalga ikilisi yazın da favorilerinden olacağa benziyor.

'BABY LIGHTS'

Adından da anlaşılacağı gibi minik ışıltılar eklediğimiz doğal renkler revaçta. Ufak ışıltılar minimal dokunuşlarla zarif ve hoş bir yansıma yaratıyor. Özellikle kumral, kestane, küllü kahvelere dokundurduğumuz ufak ışıltılar hem yaza hazırlık hem de kış motivasyonu açısından son derece hoş bir işlem.

'VERY PERI' OYUNLARI

Yılın Pantone rengi ‘Very Peri’ saçlarda harikalar yaratıyor. Özellikle gençler arasında trend olan bu lavanta rengi; saç uçlarına ya da önlere çerçeve şeklinde balyajlarla çok farklı ve cesur bir etki katıyor.

Yazının devamı...

Otizmde eğitimin faydaları

Otizmli çocuklara erken çocukluk, okul öncesi ve okul eğitimi ile destek eğitim hizmetleri sunan Tohum Otizm Vakfı Eğitim Kurumları, dünyada kabul gören ve etkililiği bilimsel araştırmalarla desteklenen Uygulamalı Davranış Analizine dayalı eğitim modeli ile hizmet vereceği öğrencilerini bekliyor. Tohum Otizm Vakfı Kurucu Başkan Yardımcısı, Aylin Sezgin’den konuyla ilgili tüm detayları konuştuk.

- Öncelikle genel bir tanımlama olarak otizm nedir? Türkiye'de ve dünyada otistik birey sayısı nedir?

Otizmin görülme sıklığı günümüzde çok büyük bir hızla artıyor. Otizm görülme sıklığı 1985 yılında 2.500 çocuktan 1 iken, bugün her 44 çocuktan 1’e kadar yükseldi. Ancak hala otizmin ne olduğu tam anlamı ile bilinmemekte ve farklı gelişimsel yetersizlikler ile karıştırılmaktadır.

Otizm, doğuştan gelen ve genellikle yaşamın ilk üç yılında fark edilen karmaşık bir gelişimsel farklılıktır. Beynin ve sinir sisteminin yapısını ya da işleyişini etkileyen bir sürecin sonucu ortaya çıktığı düşünülmektedir. Otizmin genetik temelleri olabileceği, çevresel faktörlerle tetiklendiği görüşü hâkimdir. Otizmli çocukların fiziksel gelişimleri ve dış görünümleri diğer çocuklardan farklı değildir. Davranışlarında farklılıklar vardır. Otizmin belirtileri en erken yaşamın ilk 6. ayında fark edilebilir.

Otizmin belirtilerini ‘Sosyal İletişim, Etkileşim Sorunları’ ve ‘Tekrarlayan/Takıntılı Davranışlar ve Sınırlı İlgi ya da Etkinlikler’ olarak 2 ana başlıkta toplayabiliriz. Sosyal iletişim ve etkileşim sorunlarında; ismini söylediğinde bakmamak, göz kontağı kurmamak, sanki orada değilmiş gibi davranmak, arkadaşlık ilişkisi geliştirememek, kişilerin ilgisine kayıtsız kalmak, konuşma başlatamamak ya da garip konuşmak, sohbet sürdürememek, bazı sözleri anlamsızca tekrarlamak, arkadaşlarının oyunlarına katılmamak gibi belirtileri sayabiliriz.

Tekrarlayan/takıntılı davranışlar ve sınırlı ilgi ya da etkinliklerde ise bazı objelere aşırı ilgi duymak örneğin çamaşır makinesini saatlerce izlemek, düzenine ve rutinlerine aşırı bağımlı olmak, ani düzen değişikliklerine aşırı tepki vermek sallanmak ya da çırpınmak, ayak ucunda yürümek, belli ses, doku, koku gibi duyusal uyanlara karşı aşırı tepkili olma ya da tepkisiz kalma gibi davranışları sayabiliriz.

Aileler çocuklarında aynı yaştaki diğer çocuklardan farklı davranışlarını ve az önce saydığım belirtileri gözlüyorsa hemen vakit kaybetmeden otizm konusunda uzman bir çocuk ergen psikiyatristin başvurmalarında fayda vardır. Belirtiler tek basına bir anlam ifade etmez. Her İki alanda da belirti olursa dikkat etmek gerekir.

Otizm genelde zihin engeli, öğrenme güçlüğü, hiperaktivite vs. gibi başka bir yetersizlik ile birlikte de görülüyor. Otizmlilerin yüzde 30-40’ında zihinsel engel de vardır. Otizm bir spektrum bozukluğudur.

Bu şemsiyenin altında otizmden değişik derecelerde etkilenmiş otizmli çocuklar bulunur. Yaygın bir inanış ile tüm otizmli çocuklarda Savant olma durumu ve üstün beceriler olduğu doğru bir bilgi değildir. Otizmlilerin sadece yüzde 10’unda sıradışı Savant denilen beceriler vardır. Savant olma durumunda üstün bellek, matematik ve hesaplama becerileri, sanatsal ve müzik becerileri görülür.

Otizmin görülme sıklığındaki hızlı artışın nedenleri henüz tam olarak bilinemiyor. Bu konuda çevresel faktörlerin yaratmış olduğu etkiler, farkındalığın artması, tanılama süreci ve araçlarında görülen gelişmeler gibi çeşitli görüşler ileri sürülmekte ve araştırmalar devam etmekte. Otizmin tek çaresi erken tanı, yoğun ve sürekli özel eğitimdir.

- Otizmli bireylerin topluma kazandırılması konusunda vakfınızın çalışmaları nelerdir?

Vakfımız, tarama ve erken tanılama çalışmaları, özel eğitimin otizm özelinde materyal ve müfredat olarak güçlendirilmesi, öğretmenlerin otizm konusunda eğitilmeleri ve mesleki kapasitelerinin artırılması, ailelerin ve kamunun otizm konusunda bilgi ve farkındalık düzeylerinde artış sağlanması, otizm konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarının kurumsal kapasitesini ve savunuculuğunu güçlendirmek gibi pek çok konuyu temeline alan 36 büyük ulusal ve uluslararası proje yürüttü, yürütmeye de devam ediyor. Kuruluş yılımız 2003’den bugüne yaptığımız tüm çalışmalar sonucunda 760 bin otizmli çocuk ve ailenin hayatına dokunduk.

Otizm konusunda ülkemize model ve örnek bir okul kazandırdık. Bugüne kadar okulumuzda 2.460 çocuğumuz eğitim aldı. Özel Tohum Otizm Vakfı Özel Eğitim Okulumuzda 1.100 çocuğumuza burs desteği ile eğitim verdik.36 büyük ulusal ve uluslararası proje yaptık. Türkiye’de ilk defa 55.919 çocuğu otizm riski taramasından geçirdik. Devletimizin otizmli çocuklara eğitim verdiği 138 devlet okuluna öğretmen eğitimleri, müfredat ve materyal desteği sağladık. 16.316 öğretmen, 2.495 sağlık personeline otizm konulu eğitimler verdik.

Türkiye’de gerek öğretmenlerin eğitiminde gerekse anne-babaların eğitimindeki eksikliklerden yola çıkarak dileyen herkesin ülkenin herhangi bir yerinden ücretsiz olarak ulaşabileceği portalımızı yenileyerek tekrar kullanıma sundukve15.276 kullanıcıya ulaştık.Türkiye’de ilk defa otizmli çocukların eğitimi için yazılımlar geliştirdik ve ilk Türkçe uygulama olan Tohum 1 & Tohum 2,Kavram Öğretimi ve Dinle Anla tablet uygulamalarını ücretsiz olarak kullanıma sunduk. Bu uygulamaları güncelleyerek Tohum Eğitim, Dinle Konuş ve Tohum Otizm adı altında tekrar kullanıma açtık.205.501 adet ‘Otizm Eğitim Kiti’, “Otizm Şimdi Ne Olacak?’, ‘Otizm’de Eğitim, Terapi ve Tedavi Yöntemleri’, ‘Sağlıklı Bedenler Kılavuzu’’kitapçıklarımızı ücretsiz olarak dağıttık.

Aile ve uzmanlar eğitici eğitimleri için verdiğimiz seminer ve eğitimlerin Türkiye çapında yaygınlaştırılabilmesi, yeni teknolojik uygulamaların geliştirilmesi için 2015 yılında Sürekli Eğitim Birimini kurduk ve yapılan eğitimlerle toplam 33.782 aile, eğitimci ve üniversite öğrencisine ulaştık. Online seminer ve eğitimlerle Ocak 2020’den bugüne kadar toplam 8.748 aile, sivil toplum temsilcisi, eğitimci ve üniversite öğrencisine ulaştık. Türkiye’de ilk kez otizmli gençler için iş ve yaşam müfredatını Vakıf olarak geliştirdik ve Beylikdüzü Özel Eğitim İş Uygulama Merkezi’nde uygulanmaya devam etmesini sağladık. Türkiye’nin her yerinden Vakfımıza ulaşan ailelere danışmanlık hizmeti vermek ve otizmli çocuklarına eğitsel değerlendirme yapabilmek için Özel Tohum Vakfı Özel Eğitim Okulu bünyesinde Rehberlik Birimi açtık. Yapılan değerlendirmeler, eğitimlerle toplam 17.077 çocuk, aile, eğitimci ve üniversite öğrencisine ulaştık. Vakfımız, otizmlilerin hayatlarında fark yaratacak çalışmalarına tüm gücü ile devam ediyor.

- Otizmli çocuklar nasıl bir eğitim sürecine tabi tutuluyor?

Otizmli çocukların eğitimi konusunda 2006 yılında kurduğumuz model okulumuzun önemli bir kapı açtığına inanıyoruz. Okulumuz ülkemize otizm konusunda uzmanlaşmış ve örnek olabilecek, dünyadaki gelişmeleri takip eden, bilimsel dayanaklı ve etkililiği ispat edilmiş bir sistem ile eğitim veren bir model kazandırdı. Şişli de yerleşik Tohum Otizm Vakfı Eğitim Kurumları otizmli çocukların eğitiminin içerik, müfredat ve uygulama açısından dünyadaki en iyi örnekleri arasındadır.

Kurumumuz, ABD’nin otizm konusunda lider kuruluşu PCDI (Princeton Child Development Institute - Princeton Çocuk Gelişimi Enstitüsü)’ın know-how’ı ile çalışmalarını sürdürüyor. Okulda 18 ay - 21 yaş aralığındaki otizmli çocuklara 1.600 beceriyi kazandırabilecek müfredat ve donanım bulunuyor. Otizmin eğitimi çok özel, yoğun ve sürekli olmalıdır. Her çocuk için özellikleri ve gereksinimlerine göre bireysel eğitim programı çıkartılır, o çocuğa özel eğitim materyalleri geliştirilir ve hazırlanır. Okulumuza başlayan öğretmenlerimiz, modelimizi öğrenmek ve uygulamak için yaklaşık 100 saatlik hizmet içi eğitimden geçerler.

Okulumuzda eğitim 11 ay devam eder ve her çocuğa birebir eğitim sunulur. Bir öğretmen ve onun fomatörü tek çocukla ilgilenir. Ülkemizde yasal düzenlemelere göre 2 çocuğa 1 öğretmen düşmesi gerekirken, kurumlarımızda bir çocuğa bir buçuk öğretmen düşer. Çocuğun eğitim programı her gün düzenli olarak okul ve aile tarafından takip edilir, okulda öğrenilen beceriler evde ve dışarıda da yapılabilmelidir. Bu yüzden ailenin de eğitim alması ve evde aynı programa devam edebilmesi büyük önem taşır. Bugün okulumuz sadece çocukları ve aileleri eğiten bir okul değil, aynı zamanda öğretmenler, uzmanlar, akademisyenler, stajyerler ve öğrenciler için eğitim gözlem ve araştırma imkânı sunan bir eğitim akademisi haline gelmiştir. Okulumuz kurulduğu günden itibaren 2.460 otizmli çocuğa birebir eğitim vermiş, 1.100 çocuğa ise burs desteği sağlanmıştır.

- Otizmli bir çocuğun haftada kaç saat eğitim alması gerekiyor?

Otizmli bireylerin toplumsal hayata katılımı için tek tedavi olan erken tanı ve özel eğitim, özellikle de erken müdahale hizmetlerinin önemi çok büyük. Otizmli çocuklar ve yetişkinlerin hayatlarına azami bağımsızlıkta devam edebilmeleri için okul öncesi eğitimden başlayarak nitelikli eğitim hizmetlerine erişimlerinin etkin şekilde sağlanması çok önemli.

Erken tanı ve doğru bir eğitim yöntemi ile yoğun olarak eğitim alan çocukların yaklaşık yüzde ellisinde otizmin belirtileri kontrol altına alınabilmekte, gelişim sağlanabilmekte, büyük ilerleme kaydedilmekte ve hatta bazı otizmli çocukların ergenlik yaşına geldiklerinde akranlarıyla aynı seviyeye gelebilmektedir. Dolayısıyla bizim için burada en önemli nokta olabildiğince erken dönemde (18 ay civarı) tanı koyabilmek ve haftada en az 30 saati bulan yoğun bir eğitim almalarını sağlamak. Özellikle 3 ile 5 yaş arasında bu yoğun eğitim çok kıymetli.

Çocuklar ihtiyaç analizi yapılmadan tüm engellilik durumlarında 8 saat bireysel, 4 saat grup, ayda 12 saat rehabilitasyon hizmetinden faydalanıyor. Aslında her engel grubundaki çocuğun bireysel gelişimi doğrultusunda bazısının ayda 10, bazının 40, bazısının sadece 2 saat ihtiyacı olabiliyor. Ortalama 30 saatlik haftalık eğitim programının 2 saati devlet tarafından karşılanıyor.

- Otizmli bireylerin aileleri ile nasıl bir iletişim içindesiniz?

Otizm şüphesi olan veya otizm tanısı alan tüm ailelere ücretsiz rehberlik hizmeti sunuyoruz. Rehberlik birimimizi arayarak randevu alan tüm ailelere rehberlik birimimiz aracılığıyla bu hizmetimizi ulaştırıyoruz. Bu değerlendirme randevularında temel amaç çocukların var olan performanslarını değerlendirip aile ile paylaşmak. Bunun yanında ailelere otizm ve otizmli çocukların eğitim programları hakkında bilgiler iletilirken ailelerin sormak istedikleri sorularda cevaplanmaktadır.

Aynı zamanda tam zamanlı ve seanslı olmak üzere iki farklı eğitim programımız bulunmaktadır. Bu eğitim programlarında amaç çocuklara bağımsızlaşmalarını sağlayacak beceriler öğretilirken, ailelerinin de uygulama becerilerini geliştirmek ve çocuklarının öğrenme süreçlerine destek olabilmelerini sağlamaktır.

- Otizmli bireyler çalışabiliyor mu?

Bu noktada çok kritik bir bilgiyi paylaşmak isterim. Resmi kayıtlara göre ülkemizde ne yazık ki 30 otizmli çalışan var. Bu rakam hayata dâhil olabilmek noktasındaki vahim tabloyu da gözler önüne seriyor. Özel sektöre ilham olması için Eker Süt Ürünleri ile bir iş birliği başlattık. 2018 yılından bu yana ‘Eker ile Otizmli Bireyler İş Gücü’nde projesini yürütüyoruz. Bu dönem firmanın Bursa’daki fabrikasında 9 otizmli birey çalışıyor. Hem iş gücüne katkı sağlarken hem de bağımsız yaşam yolunda en önemli adımı atıyorlar. Bu vesile ile işverenlere seslenmek istiyorum. Otizmli bireyler eğer fırsat verilirse birçok başarı gösterebilirler. Otizmlileri çalıştırmak isteyen işverenleri vakfımız ile iletişime geçmeye davet ediyorum.

Yazının devamı...

İki kadının güzellik hikayesi

Biri eczacı diğeri tasarımcı iki Türk kadını tarafından kurulan ve pek yakında İtalya, İspanya ve Dubai’de de satılmaya başlayacak olan Lonjevite ile üretim tesisi kurma süreçlerini, konsantre ve çok işlevli bakımın önemini, biyouyumlu içerikleri konuştuk.

- Hikayenizi kısaca anlatır mısınız?

Gülşah Önel: Eczacılık fakültesinden mezun olduktan sonra üniversite yıllarımda keşfettiğim aromaterapiye yönelerek doğal kozmetik ürün formülasyonları ile ilgilendim. New York Institute of Aromatherapy’de NAHA sertifikalı aromaterapi eğitimlerimi tamamladıktan sonra kendi formüllerimi geliştirmeye başladım. Bu süreçte önce çevremdekilerin ihtiyaçlarına göre çok amaçlı formüller hazırlamaya başladım. Kendi dermokozmetik markamın olması hayaliyle çıktığım bu yolda Hande ile buluştuk.

Hande Özuysal: Doktor ebevynlerin çocuğu olarak küçüklüğümden beri iyi yaşam felsefesiyle iç içe büyüdüm. Cilt bakım ürünlerinin hayatıma girmesiyle bu alanda kendim için en iyi olanı araştırmaya başladım. Zaman içerisinde doğal cilt bakımı en büyük tutkularımdan biri haline geldi, bu da Gülşah ile buluşma noktamız oldu. Doğal kozmetik üzerine yaptığımız sohbetlerle geliştirdiğimiz yeni fikirleri hayata geçirmek adına kendi yolculuğumuza başladık. Endüstriyel tasarım mezunuyum, tecrübelerim doğrultusunda markalaşma ve stratejik tasarım alanlarına yoğunlaştım.

- Artık tüm dünya cildimize üst üste sürdüğümüz kremlerin aslında pek de işe yaramadığını, tek bir ürünle ilerlemenin doğru sonuçlar almada daha etkili olduğunu düşünüyor? Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

H.Ö: Uzun rutinler, hem tüketiciyi demotive ediyor hem de cildin irrite olma olasılığını yükseltiyor. Çok aşamalı cilt bakım trendi, bariyeri zayıflamış ve tahriş olmuş ciltlere sebebiyet verebiliyor.

Son dönemde dünyadaki kozmetik trendlerinde de öne çıkan gerçek botanik özlü serumlar, cildin uzun ömürlülüğünü ve sağlığını korumak üzere formülleştiriliyor. Cildin en dış tabakası olan cilt bariyerini kendi lipid yapısına benzer olan doğal botanik yağları kullanarak destekliyor ve leke, nemsizlik, çizgi oluşumuna karşı cildi koruyor.

- Cilt bakımında önemli olan unsurun ‘serum’ olduğu anlaşıldığından bu yana kadınların odağı yüksek botanik öz içeren yüz serumları oldu. Siz serumların başlıca içeriklerden bahsedebilir misiniz?

G.Ö: Serumların temel formülünü tamamen doğal saf botanik ve uçucu yağlar, vitaminler oluşturuyor. Skualen, jojoba gibi cilt ile biyouyumlu içerikler bariyer güçlendirirken hızlı emilim de sağlıyor. Sandal ağacı, neroli, ölmez çiçek, mavi papatya gibi özel uçucu yağlar ise iyileştirme, cilt yenileme ve antibakteriyel gibi özellikleri ile ön plana çıkıyor. Kuşburnu, tamanu, nar, bal kabağı gibi sabit yağlarla harmanlandığında cildin tüm ihtiyaçlarına yönelik çok amaçlı formüller ortaya çıkıyor.

- Lonjevite ne demek?

Latince kökenli ‘longaevitas’ kelimesinden geliyor; uzun ömürlülük anlamını taşıyor. Felsefemiz yaş alma sürecini doğal yollarla iyileştirmeyi, uzun ömürlülüğü desteklemeyi temel alıyor. Bu amaçla sunduğumuz bütünsel yaklaşım cildin genel sağlığına hatta ruh, beden, zihin bütünlüğüne odaklanıyor.

- Kendi üretim laboratuvarınızı istemenizin nedeni neydi?

G.Ö: Eczacı olarak üretim benim için en önemli aşamaydı. Kendi laboratuvarımızı kurmamızdaki temel amaç üretim süreçlerine gösterdiğimiz hassasiyetti. Bu sayede AR-GE çalışmalarımızı özgürce sürdürebiliyor, seri üretimden uzak duruyor ve tedarikçilerimizi özenle seçebiliyoruz. Laboratuvarımızı kurarak şeffaf ve güvenilir süreçler doğrultusunda kendimizi dilediğimizce ifade edebildiğimiz bir alan yaratmış olduk.

- Yurtdışına açılıyorsunuz çok yakında değil mi?

H.Ö: Evet, bu konuda büyük heyecan duyuyoruz! 2022’yle birlikte İtalya, İspanya ve Dubai için ilk adımlarımızı attık. Benimsediğimiz değerlerin yurtdışında da dikkat çekeceğine ve bir Türk markası olarak başarısını sürdüreceğine inanıyoruz.

- Yeni formüller üzerinde çalışıyor musunuz?

Tabii ki… Her zaman dinamik ve üretken olmak için bir tutku. Uzun süredir üzerinde çalıştığımız yeni bir ürünümüzü tamamlamak üzereyiz. Tamamen doğal killerden ve bitki ekstraktlarından oluşan formül cildi derinlemesine temizlemeyi, ölü deriden arındırmayı ve kendi parlaklığını ortaya çıkarmayı amaçlıyor.

Yazının devamı...

Masalların iyileştirme gücü

Gönüllü 50 Santa Farma çalışanı, psikolog onaylı 125 masalı kanser tedavisi gören çocukların uzun süreli yatış dönemlerinde masalların iyileştirme gücünden yararlanması amacıyla evlerinde seslendirdi. ‘Mutlu Masallar’ projesi kapsamında Dokuz Eylül Üniversitesi Araştırma Uygulama Hastanesi Çocuk Onkolojisi ve Hematoloji Servisi’nde tedavi gören çocukları gülümsetmek için okunan masallara, Gülmek İyileştirir Derneği tarafından müzik eklenip Mp3 çalarlara yüklenerek tedavi gören çocuklara armağan edildi. Projeyi, tüm süreci yürüten kurumsal iletişim müdürü Seçil Yüksel’den dinledik…

- 'Mutlu Masallar' projesi nasıl ve ne zaman hayata geçti. Kimler bu projede gönüllü oldu. Detaylarını anlatır mısınız?

Gülmek İyileştirir Derneği,daha önce farklı projeler de gerçekleştirdiğimiz sivil toplum kuruluşlarından biri.Geçtiğimiz yıl pandemi nedeniyle sosyal sorumluluk projesi planlamakta zorlandığımız bir dönemde, evlerimizden ya da işyerlerimizden katılabileceğimiz bu proje çok hoşumuza gitti. Projeyi kurumsal portalımızda yayınladığımızda merkez, fabrika ve sahadan çok sayıda gönüllü çalışmaya dahil oldu. Geçen yıl 58 gönüllü ile 100 masal, bu yıl da 50 gönüllü ile 125 masal, ise seslendirdik. Masalları eşleri ve çocuklarıyla seslendiren çalışanlarımız da oldu.

- Uzmanlara göre, kanser hastalığında ilaç tedavisinin yanı sıra hastanın özellikle psikolojisinin de yüksek olması önem taşıdığını biliyoruz. Sizin bu projedeki bakış açınızı bu gerçeklik ne kadar etkiledi?

Tedavilerde moralin, iyi hissetmenin çok önemli olduğu bilimsel olarak da kanıtlanmış bir gerçek. İnsanlar mutsuz veya stresli olduğunda kortizol seviyeleri yükseliyor bu da bağışıklığın düşmesine sebep oluyor. Bir kişi her gün 10 dakika güldüğünde ise mutluluk hormonları artıyor, bağışıklığı güçleniyor, ağrı eşiği bile artıyor. Çocuk onkoloji uzmanlarının da hep dediği gibi; gülebilen, eğlenebilen, mutlu olan, sosyalleşen çocuklar tedavi sürecini çok daha rahat ve başarılı atlatıyorlar. Hayatlarının en zor dönemini daha kolay atlatmaları için, bu zorlu hastalıkla mücadele eden çocuklara seslendirdiğimiz mutlu masallarımız ile küçük de olsa bir destek vermek istedik.

- Kaç çocuğa ulaştınız? Çocuklardan nasıl bir geri dönüş aldınız. Nasıl bir sonuç beklentiniz var?

Şu ana kadar, hem bireysel hem de kurumsal destekçiler sayesinde yaklaşık 15.700 çocuğa ulaştı. Hastanede uzun süre yatan çocuklara; içerisinde gönüllüler tarafından okunmuş, psikolog onaylı masalların olduğu mp3 çalarlar hediye etmek, onlara uzun hastane günlerinde yalnız olmadıklarını hissettirdiği için hem çocuklardan hem de ailelerinden çok güzel dönüşler alındığını dernek yetkilileri bizlere aktardı. Hastanelerde sürekli bir sirkülasyon olduğu için amacımız bu projeye desteklerimizi sürdürebilmek.

- Yakın gelecekteki hedeflerinizden ve projelerinizden bahseder misiniz?

Sivil toplum kuruluşlarıyla projelerimize uzun yıllardır aktif olarak devam ediyoruz.2022 yılında da BM Küresel İlkeler Sürdürülebilirlik Hedefleri doğrultusunda, topluma katkı sağlayacak projeleri hayata geçirmeye devam etmeyi planlıyoruz. Bu yıl özellikle sağlık sektöründe çalışmayı hedefleyen kadınlara yönelik bir sosyal sorumluluk projesine hazırlanıyoruz. Uzun soluklu bir projenin pilot çalışması olacak. Amacımız bilim ve teknoloji alanında fırsat eşitliği sağlayarak, teknoloji sektöründe kadın sayısını arttırmak ve sektörümüzde çalışmaya hazırlanan kadınları çağın şartlarına daha hazır hale getirmek.

Yazının devamı...

Çocukların yeni kahramanı: Kukuli

Çocukların hayal dünyasını genişletirken bu hayal dünyası çerçevesinde davranışlarını da biçimlendiren çizgi film ve dizilerin içerikleri her ebeveyn için önemli bir yere sahip. Daha çok genç bir şirket olan ve Kukuli çizgi dizisi ile çocukların kalbine taht kuran Fauna’nın 29 yaşındaki CEO’su Emre Aksoy ile bir araya geldik. Hem evrensel hem zamansız bir çizgi dizi olmak adına dünyanın tüm çocuklarında karşılığı olan konularıyla çocukların ve ebeveynlerin dikkatlerini çekiyorlar. Hayata geçirdikleri her projeyi büyürken unuttuğumuz çocuk saflığı ve özelliklerini ele alarak işlediklerini ve yetişkinlere de unutulan çocuk saflığını hatırlatmak amacı taşıdıklarını dile getiren marka, projeleriyle yeni nesil bir yaklaşım sunuyor.

- Çocuklar, Kukuli çizgi dizisi ve şarkıları için can atıyor. Bu karakter nasıl ortaya çıktı?

Karakteri, hem çocuklar hem ebeveynler ile bağ kurabileceğimiz hem de karakter vasıtasıyla çocukluğun saflığını ve güzelliğini anlatmak, ortaya çıkarmak amacıyla inşa ettik. Bu amaç doğrultusunda hikayeler ve şarkılar çalışmaya başladık. Bu hikayeleri kurgularken o dönem proje yatırımcımız değerli büyüğümüz Mustafa Yıldıran, Karadeniz’de ailelerin çocuklarına huzur anlamına gelen sevgi ve hitap sözcüğü olan Kukuli’yi kullandığını söylemişti. Bu isimle birlikte muzurluğuyla bilinen Kukuli, bizlere anı yaşamak gibi değerleri de öğreten bir karakter olarak ortaya çıktı.

Çocuklara paylaşmak, dostluk, hayatı kutlamak gibi kavram ve değerleri akıllarda da kalacağına inandığımız şarkılarla aktarmaya çalışıyoruz. Bu temaları işlerken ona eşlik eden en yakın arkadaşları Tinky ve Minky ortaya çıktı. Karakterlerimize tecrübesiyle ve yapay zekasıyla akılcı çözümler bulacak inovatif bir karakter olan araba karakterimiz Dütdüt’e bu maceranın içinde yer aldı. Bugün aldığımız tüm geri dönüşlerde aslında bizim ne kadar doğru bir yerde olduğumuzu kanıtlar nitelikte. Her geçen gün artan bir izleyicisi var ve YouTube’da aylık izlenme oranımız 100 milyona ulaşmış durumda. Bu bizim için çok gurur verici.

- Çizgi dizilerin çocukların üzerinde etkisi çok büyük ve aslında içerik bakımından da hassas bir konu... Siz karakterleri yaratırken neye önem veriyorsunuz?

Kullanılan her kelime, her renk, yazılan her şarkı çizgi filmi izleyen her çocukta farklı yankılanıyor. Bunun bilincinde olarak tüm çalışmalarımızda alanında deneyimli pedagogların da görüşünü alarak ilerliyoruz. Hayata geçirilen çizgi karakterler, izleyen çocukların oyun arkadaşı, kahramanı oluyor. Bunu ilk Kukuli müzikali yaptığımız turnemizde gördüğümde anlamış ve gerçekten hissetmiştim. Müzikalden evvel hep izlenme rakamları, reytingler üzerinden miniklerin onu ne kadar sevdiğini görebiliyorduk. İstanbul müzikal lansmanımızda ise maskotomuz sahneye çıkar çıkmaz sahneye fırlayan çocuklar gördüğümde anladım ki onlar için sahneye çıkan bir maskot değildi, en sevdikleri arkadaşı belki de kahramanı çıkmıştı. O an yaptığımız işin önemini ve hassasiyetini bir kez daha idrak ettim.

Bu yüzden yazdığımız her hikâyenin ve şarkının evrensel olmasına dikkat ediyoruz. Örneğin, en sevilen şarkılarımızda paylaşmanın, tebessüm etmenin, hayal kurmanın ve dans etmenin ve eğlenmenin önemini vurguluyoruz. Dünyadaki her çocukta karşılık bulabilecek değerler bunlar.

Ana hedefimiz her zaman çocukları eğlendirmek oldu. Minikler izlerken kahkaha atsın, yerinde duramasın, dans etsin istedik. Didaktik öğretimden her zaman uzak durduk; eğitim kavramının seneler içerisinde ve ülkeler arasında değişiklik gösterdiğini görebiliyoruz. Bu yüzden hem evrensel hem zamansız bir çizgi dizi olmak adına dünyanın tüm çocuklarında karşılığı olan konuları ele alıyoruz.

- Ayrıca çocuklara çevre bilinci, geri dönüşümü anlatmaya çalışıyorsunuz. Bu projenizden de biraz bahsedebilir misiniz?

Hayata geçirdiğimiz her projenin çıkış noktasını çocuklar başta olmak üzere ailelere de fayda sağlayacak mesajlar üzerine inşa etmeyi amaçlıyoruz. Çocukların çok fazla ekran karşısında kaldığı, fiziksel olarak daha az hareket ettikleri ve buna paralel olarak daha az yaratıcı ve pasif izleyici konumunda olan bir neslin büyüdüğünü görüyoruz.

Briko’nun her bölümünde, o ve en yakın arkadaşı Hepi, sürpriz bir kutu buluyor. Kutudan çöpe atılmayı bekleyen bir obje çıkıyor, örneğin boş bir plastik şişe. Kahramanlarımız bu boş şişeyi bir rokete, bir kar küresi ve köpük baloncuk oyuncağına dönüştürüyor. Bu vesile ile çocuklara aslında her şeyi nasıl değerlendirebileceklerini göstermeye çalışıyoruz. Yaratıcılığı tetikleyerek izleyen çocukların da aileleriyle beraber onların yaptığı aktivitenin aynısını yapmaya teşvik ediyoruz. Böylece pasif izleyicilikten aktif izleyiciliğe eğlenceli bir geçiş sağlıyoruz ve tabii ki çevremize zarar verecek bu atıkları değerlendirmenin önemini yine didaktik değil, eğlenceli bir şekilde veriyoruz.

- Gelecekte çocuklar için yeni çizgi diziler olacak mı? Ya da gelecek planlarında yetişkinler özelinde yeni projeler var mı yoksa çocuklar özelinde mi ilerlemeye devam edeceksiniz?

Kafamıza takılan evrensel sorunlar olduğu sürece yeni projelerimiz olmaya devam edecek. Örneğin şu an ‘rekabetçilik’ kavramı üzerine çalıştığımız yeni bir projemiz var. Rekabetten ziyade iş birliğinin ve hedefe odaklanmak yerine yolculuktan keyif almanın öneminden bahsettiğimiz projemizin ilk kitabı Türkiye’de çıktı, şu an çizgi dizisi üzerine çalışıyoruz.

Ana odağımız çocuk olduğu için yetişkinler için projeler yapmayı planlamıyoruz fakat yaptığımız çocuk projelerinin yetişkinler tarafından da izlenebiliyor olmasına dikkat ediyoruz. Çocuklar ebeveynleri, halaları, teyzeleri, dayılarıyla beraber içeriklerimizi izleyebilir, izleyen yetişkinlerse bu çizgi dizilerimizden içlerindeki çocuğa dokunacak unsurlar muhakkak bulacaktır çünkü hayata geçirdiğimiz her proje büyürken unuttuğumuz çocuk saflığı ve özelliklerini ele alıyor. Yetişkinlere yeni bir şeyler öğretmiyor, unutulan çocuk saflığını hatırlatıyoruz.

Yazının devamı...

Türkiye'nin cilt sorunları

Her 10 kişiden 6’sının aklına cilt denildiğinde ilk gelen yüz bölgesi oluyor... Her 10 kişiden yalnızca 4’ü vücudunu nemlendirdiğini ifade ediyor... Her 10 kişiden 6’sı cilt tipini kendi gözlemiyle belirliyor ve her 10 kişiden yalnızca 2’si cilt tipini öğrenmek için dermatoloğa danışıyor... Tüm bu sonuçlar, Bepanthol SensiDaily için yapılan ‘Türkiye Cilt Farkındalığı Araştırması’nın sonuçları. Daha detaylı bilgiyi, araştırmayı yorumlayan uzman isimlerden Dermatolog Prof. Dr. Emel Öztürk Durmaz’dan aldım.

- Cilt dediğimiz kavram vücudun hangi bölgelerini kapsıyor? Çünkü bizler cildinizi çoğunlukla yüzümüzle sınırlı tutuyoruz...

Cilt aslında tüm vücudu kaplayan ve vücudun en büyük organı olan deri ile eş anlamlı bir kelime. Ancak halk arasında cilt terimi daha ziyade yüz derisini ifade etmekte kullanılıyor. Yapılan araştırma sonucu da gösteriyor ki, cilt tipini tanımlarken yüz cildini tanımlayanların oranı yüzde 64.

- Yapılan araştırmaya göre, her 10 kişiden 9'unun cilt sorunundan duygusal olarak etkilendiği belirtiliyor. Duygusal sorunlar cildi etkiliyor mu? Atopik cildin yarattığı duygusal ve diğer sorunlar nelerdir?

Araştırma, cilt sorunlarının her 10 kişiden 9’unu duygusal olarak olumsuz etkilediğini ve 5’inde sosyalleşmelerinin de önüne geçtiğini gösteriyor. Özellikle atopik veya çok kuru cilde sahip bireyler, cilt tiplerine bağlı fiziksel sorunlar sebebiyle stres, sinir, endişe, özgüvensizlik gibi duygular yaşayabiliyor. Yüzde 74’ü kuruluğa bağlı kaşıntı ve kuruluk ataklarının hayat ve uyku kalitelerini yoğun bir şekilde etkilediğini söylüyor. Gerçekten de atopik cilt hem hasta hem aile için maddi, manevi, fiziksel, sosyal, emosyonel ve psikolojik yük oluşturuyor. Kuruluk ve buna bağlı olarak kaşıntı hayat kalitesini düşürüyor; sosyal ve özel hayattan izolasyona, yalnızlaşmaya, iş yerinden uzak kalmaya, anksiyete ve depresyona yol açıyor. Gece uykusunda kuruluğa bağlı oluşan kaşıntının neden olduğu uykusuzluk, özellikle çocuklarda, gün içinde uyuklamaya, yorgunluğa, büyüme-gelişme geriliğine veya okulda dikkat eksikliğine yol açabiliyor. Yetişkinlerde özellikle ellerini etkileyen atopik cilt yüzde 30 oranında bulunabiliyor ve bu durum iş yerinde maluliyet yaratabiliyor. Öte yandan duygusal sorunlar ve stres kuruluğa bağlı kaşıntıyı artırarak atopik ciltte kuruluk ataklarına, deri bariyeri hasarına ve kuruluk-kaşıntı-kaşıma-infeksiyon kısır döngüsüne neden olabiliyor.

- Türkiye'deki en sık görülen cilt sorunu nedir?

Vücut derisinde en sık görülen cilt sorunu kuruluk ve buna bağlı kaşıntı.

- Cildini ‘çok kuru veya atopik’ olarak tanımlayanların oranı yüzde 6... Sizin klinik deneyimlerinize göre bu durum gerçekten böyle mi yoksa farkındalığımız mı düşük?

Atopi kelimesinin bu kadar az veya yanlış bilinmesi şaşırtıcı ve yanıltıcı çünkü atopik cilt tüm dünyada çocukların yaklaşık yüzde 20’sini, yetişkinlerin ise yüzde 10’unu etkiliyor. Gelişmiş ülkelerde sıklık 1950-2000 yılları arasında 10 kat arttı ve adeta atopi epidemisi oluştu. Buna rağmen halen atopik cilt farkındalığı düşük; halkımız ‘atopi’ terminolojisine aşina değil ve atopik cildin ihtiyaçları konusunda bilgiye sahip değil. Her 4 kişiden 3’ü ‘atopik cilt’ kavramını daha önce duymadığını söylüyor. Bu durum ‘atopik cildi’ olduğunun farkında olmadan ve buna yönelik ne yapacağını bilmeden hayatlarına devam eden insanlar olduğunu gösteriyor.

- Cilt bakımı dendiğinde atopik cilt için yapılması gerekli en önemli rutinler neler olmalı?

Genel olarak atopik cilde sahip kişilerde, derinin kendini nemlendirme ve yağlandırma kapasitesinin hem de deride kaşıntı eşiğinin çok düşük olduğu söylenebilir. Deri bariyerindeki yapısal ve fonksiyonel bozukluk nedeniyle atopik cilt ne içindeki nemi/yağı tutabiliyor, ne de dışarıdan içeriyi zorlayan mikroorganizmalara, tahriş edici veya alerjen maddelere karşı durabiliyor.

Atopik ciltte bir kuruluk-kaşıntı-enfeksiyon-kaşıntı-kuruluk kısır döngüsü bulunuyor ve bu kısır döngüyü kırmanın en kolay yolu deri kuruluğunu azaltan ve deri bariyerini destekleyen nemlendiricilerin kullanımı. Nemlendiriciler atopik cildin optimum desteğinde en temel basamağını oluşturuyorlar, yani doğru nemlendiriciyi kullanmamak atopik cilt bakımı sürecinin başarısızlıkla sonuçlanması anlamına da gelebilir. Nemlendiricilerin her yaşta, tüm vücutta, her daim, bol miktarda kullanımlarını arzu ediyoruz. Günde en az bir, ideal iki kez, tercihen ılık duş veya banyo sonrası 3 dakika içinde nemli cilde uygulanmalarını öneriyoruz.

Derimizin bir de mikrobiyolojik bariyeri var ki sağlıklı, dengeli ve güçlü ise derimizi dış etkenlerden koruyan bir kılıf oluşturuyor. Atopik ciltte maalesef bu mikrobiyolojik bariyer de bozuluyor ve deri dış etkenlerden dolayı zarar görebiliyor. Prebiyotik ve doğal yağlar içeren nemlendiricilerin, bir taşla iki kuş misali, hem deri bariyeri hem de mikrobiyolojik bariyeri destekleyen avantajlı nemlendiriciler olduğunu söyleyebiliriz.

- Türk insanının krem kullanma alışkanlığı var mı?

Halkımızın krem kullanma alışkanlığının sosyoekonomik ve kültürel seviye ile ve deri hastalığı bulunup bulunmamasına göre değiştiği söylenebilir. Halk arasında yağlı cildin nemlendiriciye ihtiyacı olmadığı, nemlendirici kullanımının alışkanlık yaptığı, aşırı hijyenin deri sağlığına faydalı olduğu gibi hurafeler de bulunuyor. Yine aynı araştırmaya göre, her 10 kişiden 4’ü derilerini hiçbir zaman nemlendirmiyor; yani nemlendirici kullanmıyor.

- Artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan sosyal medya özellikle gençlerin kendilerinden dolayısıyla bedenlerinden ve ciltlerinden hoşnutsuz olmalarında ne kadar etkili? Bu konuda sizin değerlendirmeleriniz neler?

Her 10 kişiden 7’si sosyal medya paylaşımlarında nasıl göründüğünü önemsiyor ve her 2 kişiden biri cildi daha pürüzsüz göstermek için filtre kullanıyor. Sosyal medyada, gazetelerde, reklamlarda, basında, televizyonda ‘sanal güzel cilt’ görmek, kişi üzerinde ‘beğenilme arzusunu’ körükleyen bir sosyal baskı yaratabiliyor. Özellikle atopik ciltli kişiler bu nedenle endişe, utanç, mutsuzluk, özgüven eksikliği, içe kapanma, kısıtlanma hissi, tuzak hissi, yargılanma korkusu, umutsuzluk, çaresizlik, stres, öfke, kozmetik kaygı, panik, depresyon ve izolasyon yaşayabiliyorlar. Sosyal medya baskısı özel ilişkilerden kaçınmaya da neden olabiliyor.

Sosyal özgürleşmenin en önemli yolunun sosyal dürüstlük olduğu söylenebilir. Özellikle sosyal medyada etkisi olan ünlü kişilerin filtre, kapatıcı makyaj vb. kullanımından caydırmaları, sosyal aldatmadan kaçınmaları ve dürüstlüğe özendirmeleri önemli. Atopik cildi olan sosyal medya fenomenleri nemlendirici kullanımına vurgu yapabilir ve cilt bakım ritüellerini paylaşabilirler. Ancak para kazanma ve reklam amaçlı, bilimsel etkinliği kanıtlanmamış, güvenilir olmayan ürünlerin/uygulamaların tanıtılması denetlenmeli ve gerekirse engellenmeli.

Unutulmamalı ki, kimse mükemmel değildir. Mükemmeliyetçilik sürdürülmesi zor, ulaşılması imkânsız, kısır döngüye sokan bir yanılgı/yanılsamadır ve bazen narsistik eğilimin bir parçasıdır. Mükemmeliyet arayışı yetersizlik hissi, tatminsizlik, kaygı ve mutsuzluk getirebilir.

Yazının devamı...

Uzun yaşamın sırrı

Eskiden kurulan aile sofraları azaldı. Yeterince spor yapmıyor, lifli beslenmiyoruz. İnsan vücudu yemek ve oturmak üzere kurgulanmadı. Karşımızdaki problem, gerçek bir bağımlılık problemi. Şimdi hepimiz, 3 sezonluk dizilerle koltuğa kilitlenmekten nasıl kurtulacağımızı düşünmeliyiz. TheLifeCo Wellbeing Bodrum’dan Dr. Bedrettin Ulusoy, özellikle pandemi döneminde nasıl beslenmemiz gerektiği konusunda dikkat çekici bilgiler verdi.

- Malum, pandemiyi hala yaşıyoruz. İnsanlar neredeyse 1 yıl boyunca evdeydi. Hareketsizlik, kilo alımı, sağlıksız abur cubur derken dengeler şaştı? Ne yapılmalı?

Modern hayat zaten bu açıdan problemliydi, pandemi bunu daha da yoğunlaştırdı. İnsanoğlunun biyolojisi sürekli oturmak ve yemek üzerine kurulmamıştır ve doğa hiçbir zaman istediğiniz yemeği ısmarlayacağınız bir restoran olmamıştır. Olabildiğince gerçek ve bitkisel besinlerle beslenmeye çalışmalı, haftada en az 4 gün en az 45 dakika ve en az orta yoğunlukta egzersiz yapmalı, 7.5 saat civarında uyumalı, gece mavi ışıktan (ekran ışıklarından) kendimizi korumalı, hem kendimizle hem başkalarıyla daha anlayışa, sevgiye dayanan ilişkiler geliştirmeye çalışmalıyız.

Tüm bunların faydasını bilimsel bulgular da açıkça destekliyor. Örneğin 3000 kadar sağlık çalışanının katıldığı bir çalışmada ağırlıklı bitkisel beslenmenin ağır COVID-19 riskini yüzde 70 azalttığı bulunmuş. Danimarka’daki bir çalışmada haftada 1.5-2.5 saat hafif koşunun hayata sağlıklı 6 yıl ekleyebileceği görülmüş. Uzun yaşayan toplumların en temel özelliklerinden biri de sosyal dayanışma duygusunun yoğun olması.

- Lif alımı konusunda ciddi sıkıntılar var. Sizce insanlar her gün sebze pişiremiyorsa bile neleri hayatına eklemeli?

Tek lif kaynağı sebzeler değildir. Bakliyat, tam tahıl, çekirdekler ve kuru yemişler, meyveler de yoğun lif içerir. Lif sadece kabızlık için bir çözüm değildir. Lifli gıdalar yararlı bakterileri beslerler, kalp hastalıklarına ve barsak kanserine karşı korurlar, duygularımızı, hormonlarımızı, bağışıklığımızı ve giderek tüm vücut fonksiyonlarını etkilerler.

İnsan bağırsağı tam etçillerle tam otçulların yelpazesinde otçullara daha yakın bir yerdedir. Alt çenemizin sağa sola hareketini gerçek etçillerde göremeyiz. Bu hareket daha çok lifli gıdaları tüketen canlılar içindir. Büyük ön dişlerimizin, çok atletik bir vücut yapısının ve pençelerin yokluğu da bunun diğer göstergeleridir. Öncelikle diğer lif kaynaklarına yönelebiliriz. Tüm bunlara rağmen yeterince lif alamadığınızı düşünüyorsanız beslenmenize örneğin kaktüsten elde edilen fisilyum gibi lifler ekleyebilirsiniz.

- Sizce kaybettiğimiz ananevi alışkanlıklardan hangilerini geri getirmeliyiz?

İnsanoğlu binlerce yıl boyunca küçük ve yakın topluluklar içinde, en az birkaç kuşak bir arada yaşadı. Değerlerini, yaşam şeklini, alışkanlıklarını, kişiliğini hep bunun üzerine kurdu. Son 100 yıl kadarlık sürede ise insanların daha atomize olmaya başladıklarını, milyonlar içinde yalnızlaştıklarını görüyoruz. Yalnızlık depresyondan Alzheimer hastalığına ve kalp krizine kadar pek çok hastalığı tetikleyebiliyor. Baş döndürücü teknolojik gelişmeler de yangına körükle gidiyor.

Geçenlerde bir gazete haberinde eski bir televizyon yıldızının evinde öldükten 1 yıl sonra bulunduğu yazıyordu. Açık kalan bilgisayarındaki yaklaşık 16.000 facebook mesajı yalnızlığını, yalnız ölmesini ve hatta ölümünün ancak 1 yıl sonra fark edilmesini engelleyemedi. Ayrıca bu gelişmeler kuşaklar arası farklılıkları da inanılmaz boyutlara çıkarıyor. Sağlıklı bir beden için sağlıklı bir kafa yapısının şart olduğunu düşünürsek modern hayatın getirdiği bu sorunlara da bireysel ve toplumsal çözümler üretmeye çalışmamız gerektiği anlaşılır.

- 30'lu yaşlarda, 40'lı yaşlarda, 50’li yaşlar ve sonrasında özellikle dikkat edilmesi gereken neler var?

Yaşla beraber metabolizmamız yavaşlar, yağ oranımız artma ve kas oranımız azalma eğilimi gösterir. Karın yağlanması pek çok hastalığa davetiye çıkarır. Hareketsizlik, kötü beslenme, stres, çevre kirliliği, psikolojik sıkıntılar vs. derken yaşlanma süreci hızlanır ve biz doğanın bize verdiği süreyi kısaltırız. Ama vücudun kendini onarma ve yenileme potansiyeli de vardır. Ortaya çıkan kimi sağlık sorunlarının da etkisiyle genellikle bu yaşlardaki insanların bir kısmı nasıl daha sağlıklı yaşayabiliriz sorusunu kendilerine sormaya başlarlar. Bu yaşlarda kilo vermek zorlaştığı için bu konuda özellikle dikkatli olmak gerekir.
Gerçek ve olabildiğince işlenmemiş gıdalarla beslenmek, haftada en az 3-4 kez spor yapmak, haftada birkaç gün kalori alımını çok düşük düzeyde tutmak faydalı olabilir.

- Geçen gün bentoni kil sıvısı, spiriluna ve lifli içecekler konusunda konuşan bir grubun içindeydim. Bunlar nedir? Neden hayatımıza girmeli?

Bunlar doğal ve bazı sağlık yararı olan ürünlerdir. Lifli içecekler, özellikle beslenme yoluyla yetersiz lif alımı olan kişiler için iyi bir alternatif olarak düşünülebilir. Lif daha önce de açıkladığımız gibi insan sindirim sisteminin temel ihtiyaçlarından birisidir. Bentonit ise toksinleri absorbe edebilen bir tür kildir. Dolayısıyla bentoniti bir besin olarak düşünmemek gerekir. Bentonit daha çok özel arınma ve detoks ihtiyacı için kullanılmalıdır. Diyetisyen/doktor gözetiminde veya danışmanlığında kullanılmasını tavsiye edebiliriz.
Spirulina ise yüzde 60’a kadar protein içeren ve çok zengin bir besin ve antioksiidan, mineral içeriğine sahip olan bir besindir. Protein oranı etten bile yüksektir. Ama kalitelisini seçmek çok önemlidir, çünkü düşük kaliteli spirulina ürünlerinin içinde deniz kabukları, ağır metaller ve nörotoksinler bulunabilmektedir.

- Kadınlar özellikle menopoz sonrası korkulan bir döneme giriyor? Sizce o dönemin beslenme farklılığı ne olmalı ki, hayat kalitesi değişmesin?

Kemiklerin ve kasların sağlam tutulması şart. Doğal ve ağırlıklı olarak bitkisel beslenmek hormonların dengesinin korunmasında faydalı. Mantar, brokoli, bakliyat, sarımsak, ıspanak, kök sebzeler gibi besinler bu açıdan özellikle ön plana çıkıyor.

Bu dönem tohumlardan (örn. keten tohumu) daha fazla istifade edilmesi gereken bir dönem. Ayrıca olabildiğince güneşin faydalarından da yararlanmak gerekir. Özellikle zıplamalı ve ağırlık kaldırmalı egzersizler kadınlar için çok çok önemli. Vegan ya da vejetaryen değilseniz, hayvansal protein tüketimini özenle seçerek ve abartmadan gerçekleştirmelisiniz. Sütle ilgili çok olumsuz çalışmalar var ne yazık ki. İsveç Süt çalışması (Swedish Milk Study) bunun için iyi bir örnek. Organik fermente ev yapımı süt ürünleri (kefir, yoğurt) iyi bir alternatif olabilir. Harvard Red Meat Study adındaki çalışmaya göre de kırmızı et için güvenli sınır haftada bir.

- Gençler arasında abur cubur çok yaygın. Bu kadar abur cubur onlara neler yapacak? Ailelerere öneriniz var mı?

Bu çok büyük bir sorun. Abur cubur özellikle bağımlılığa yol açacak kokularla, tatlandırıcılarla ve katkı maddeleriyle üretildiği için karşımızdaki problem gerçek bir bağımlılık problemi. Bildiğiniz gibi bağımlılıkların tedavisi de hiç kolay değildir.

Çocuk çok küçükse tat alışkanlığını sağlıklı besinlere doğru kaydırmak çok önemli. Daha büyük çocuklarda didişmek yerine bilgi sağlamaya çalışmak ve lezzetli alternatifler üretmeye çalışmak lazım. Örneğin haşlanmış fasulye, suda bekletilerek yumuşatılmış hurmayla püre topları yapıp üzerine toz kakao döktüğünüzde mis gibi lezzetli, ama aynı zamanda da besleyici, proteinli, lifli bir atıştırmalık elde edersiniz.

- Şeker, hipoglisemi, tansiyon, kilo artık daha yaygın bir kitlenin problemi. Sizce neden? Bu halin devamlılığı halinde neler olur?

Bunlara biz metabolik sendrom da diyebiliriz. Karın yağlanması insan dahil tüm memelilerde fazla kalori alımının bir sonucudur. Karın yağlanması, insülin direnci, diyabet, hipertansiyon vs. gibi hastalıklara ilişkilidir. Bu halin devamlılığı yaşam süresini önemli ölçüde kısaltabilir. Tüm yetişkinlere haftada iki kez akşam yemeğini atlamalarını ya da çok hafif ve erken bir akşam yemeği yemelerini salık veririm başlangıç olarak.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.