SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Türkçe ve İngilizce tiyatro

- 7 Jealous Fools ekibini bir araya getiren sizsiniz. Hem bu kadro hem de yeni oyununuz Türkçe ve İngilizce olarak seyirciyle buluşuyor. Ekip nasıl bir araya geldi?

Ahu Sıla Bayer: ActEnglish isimli şirketimi kurmamla birlikte Türkiye'de İngilizce tiyatro gösterileri yapma serüvenim başladı. 20 yıldır dil eğitmeni olarak çalışmaktayım; Boğaziçi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu'nda İngilizce okutmanı olarak yıllarca görev yaptım. Ayrıca toplam 15 yıl boyunca tiyatro alanında oyuncu ve dansçı olarak çalıştıktan sonra; kendi şirketimin bünyesinde İngilizce tiyatro faaliyeti yürütmenin zamanının geldiğine karar verdim. Ekibin bir araya geliş macerası ise, İngiltere’de konservatuar okuyan ama şu anda Türkiye'de yaşayan 15 yaşındaki ilk üyemiz Zola Blades’i ekibe almamızla başladı. Ardından oyunculuk kariyerlerine New York'ta başlamış, Actors Studio mezunu olan Buket Gülbeyaz ve Miray Beşli ekibin kadrosuna katıldı. Ortak bir yazım çalışmasıyla 7 karakter yarattık ve yarattığımız karakterlere 7 oyuncu bulma arayışına girdik. Bu süreçte her şey, gündelik hayatın gerçekliğini sahne gerçekliğiyle birleştiren bir yolculuğa dönüştü. Her bir oyuncuyu kendi yazdığımız karakterlerden yola çıkarak kadroya aldık; sonuçta yedi harika oyuncudan oluşan 7 Kıskanç Budala çıktı ortaya.

- Neden hem İngilizce hem de Türkçe?

Evet, oyun hem Türkçe hem de İngilizce olarak sahneye koyuyoruz. Asıl sebep tiyatro grubunda sadece İngilizce konuşan bir çocuk oyuncumuz olmasıydı! Evet, biraz garip görünüyor ama hayatta bazen çocukların ihtiyaçlarına göre kararlar alıyoruz, öyle değil mi? Bunun yanı sıra asılönemli nedenlerimiz; Türkiye'de yaşayan Expat'ların taleplerinin son yıllarda hafife alınıyor olması ve İngilizce oyunculuk yapmanın oyuncunun kendisine yeni bir bakış açısı ve gerçeklik duygusu kazandırması diyebiliriz. Oyuncu olmak, gerçek benliğinizle yeni bir ilişki kurmayı gerektirir. Ve bir kez yabancı dilde yeni bir oyunculuk katmanı oluştuğunda, o ilişki yenilenir, tazelenir ve bazı durumlarda daha canlı hale gelir. Ekibimizdeki oyuncular her iki dilde de oynadıkları için hem kendi karakterlerinde hem de rol kişilerinde yeni bir derinlik duygusu keşfettiklerini gözlemliyorum.

- Aslında New York’ta yaşarken de tiyatroda oynuyordunuz. Bu durumda bu oyunu İngilizce oynamak size zor gelmemiştir ama hem Türkçe hem de İngilizce oynamak nasıl bir şey?

Miray Beşli: O kişi olmak ve duygular, aksiyonlar, gerçeklik, karakterin motivasyonu, derinlik bunların hepsi evrensel ve bence bütün dillerde insan olmak aynı. Bu açıdan bence hangi dilde oynadığının önemi ve farkı yok. Ama Türkçe veya İngilizce oynamanın verdiği kültürel bir tını, frekans, sinerji ve enerji farkı var. Aynı oyun Türkçe oynandığında ritmi ve enerjisi bambaşka bir yere gidiyor. İngilizce oynandığında ise o dilin ritmi ve enerjisiyle organik olarak vücut dili, sinerji, ritim her şey değişiyor ve oyun bambaşka yere evirilebiliyor. Bizim oyuncu olarak duruşumuz, bakışımız, etkileşimimiz vücut dilimiz bile yeri geliyor dil farkından, titreşiminden değişebiliyor.

Benim için Türkçe ve İngilizce oynamak daha kolay ya da zor değil, aynı… Çünkü ben karakterin kalbini açmasına, iç dünyasına, şartlarına ve o koşullarda ne hissettiğine odaklandığım ve o anda gerçek yaşadığım için iki dilde de bu yolculuk benim için aynı. Şunu da söyleyebilirim, Lucie yabancı uyruklu bir karakter olduğu için İngilizce oynamak oyuncunun transformasyonuna aslında ek yardımcı bir boyut da kazandırıyor. İngilizcem aksanlı, gerçek bir Amerikalı ya da İngiliz aksanıyla konuşmuyorum. Oralarda doğup büyümediyseniz aksanı tamamen yok etmeniz oldukça zor. Ben de bu aksanı karakterimin bir parçası haline getiriyorum.

- Oyun, Sean Michael Welch tarafından sizin ekibinize özel olarak hazırlanıyor. Süreçten ve oyundan bahseder misiniz?

A.S.B: Evet, oyun Sean Michael Welch tarafından özellikle ekip için yazıldı ve oyuncu kadrosuna göre uyarlandı. Elbette grup üyeleri de dahil oldu ve ortak bir oyun yazıldı. Oyun, tam ortasına bir tabutun yerleştirildiği bir sergi salonunda geçiyor. Ölümünü performansa çeviren performans sanatçısı Hürmüz, sergi kapsamında ziyaretçilerini ağırlıyor. Seyircinin tüm bunların bir sanat gösterisi mi yoksa gerçek bir cenaze mi olduğundan asla emin olamadığı bir ortamda, Hürmüz'ün 14 yaşındaki yeğeni Meghan, teyzesinin kim tarafından öldürüldüğünü ve bunun ardındaki gizemi bulmak için başı çekiyor. Dedektifliğe soyunan Meghan dışında, tabutun etrafındaki beş karakterin hepsinin ortak bir özelliği var: ruhlarının köşelerinde saklı kıskançlık duygusu. Bütün kıskançlık türbülanslarını yaşadıktan sonra, tek gerçek ilişkinin teyze ve yeğen arasında oluştuğuna tanık oluyoruz.

Müzikal tiyatro oyunumuz‘ Teslim Ol. Sev ve Sessiz Ol’ ilham kaynağını bilinen bir mitten, aynı anda 7 kocayla evli olan Hürmüz'denalıyor. Hürmüz'ü referans noktası olarak seçmedeki amacımız, romantik ilişkiler alanında kadınların güçlenmesini vurgulamak. Sosyal medya hayatımızda giderek daha baskın hale gelirken, her iki cinsiyet de ‘partner bulma’ konusunda birçok fırsatla karşı karşıya. Tek kişiye bağlanmak neredeyse eski moda artık. Dolayısıyla Hürmüz, hem bu bağ kurma biçiminin bir parodisi, hem de içinde yaşadığımız bu post-modern dünyada bireylerin bağlanma sorunlarının ve oynadığımız tüm arzu oyunlarının bir eleştirisi olarak duruyor.

- Siz oyuna nasıl dahil oldunuz? Ve biraz oyundaki karakterinizden bahsedebilir misiniz?

M.B: ‘7 Jealous Fools’ Ahu Sıla Bayer’in kurduğu dil ve drama okulunun bünyesinden çıkan bir tiyatro topluluğu. Benimle aynı okuldan Actors Studio Drama School’dan mezun arkadaşım Buket Gülbeyaz ile Ahu, Amerikalı yazar Sean Michael Welch’e 7 kişi ile alakalı kıskançlık ve ilişkiler üstüne bir oyun yazdırıyor. Sean da bizim okuldan oyun yazarlığı bölümünden mezun. Daha sonra diğer geriye kalan 4 karakter için herkese açık seçmeler yapıldı. Buket bana Lucie karakteri için olduğum haberiyle geldi ve artık ben Lucie’ydim. Böylece ekibe Baran Andıç, Yağmur Elmacı, ben ve Armağan Oğuz dahil olduk. Ve de macera başladı. 7 rakamının enerjisi ve frekansı yüksek boyutta bir sayı. 7’nin şansı ve uğuruna da inanıyoruz.

Benim oynadığım Lucie karakteri hayalperest, yenilikçi bir ressam ve deli dolu bir aşık. Renkli ve önceden tahmin edilemeyen bir karakter. Hürmüz’e büyük hayranlık besler ve aynı zamanda çok iyi arkadaşlar. Lucie kendi içindeki potansiyeli herkesin görmesini ister ve hak ettiği değeri bulamadığını düşünür, bunun için her şeyi yapmaya hazırdır. Öyle görünmese de bence Hürmüz’den daha gerçek, derin ve farkındalığı yüksek bir sanatçı ve insan. Evlenmek üzere olan Armağan Oğuz’un oynadığı David karakterine deli gibi aşık. Tutkulu bir sanatçı, aşık ve içinde hep bir ateş yanıyor. Oyun aile, aşk ve dostluk gibi ilişkileri absürd bir yerden sorguluyor. Sanatı ve sanatçının değerini varoluşsal düşünceler üstünden tartışıyor. İç dünyalarımızın derinliğini sözlerin bittiği yerde bir dışa vurum olarak aktardığımız danslar ise oyunu daha da çarpıcı hale getiriyor. Hatta aslında danstan çok ruhtan, kalpten gelen hareket dizgeleri olarak oyunun içinde akıyor.

- New York’taki tiyatro ve deneyimlerinizi de bizimle paylaşmak ister misiniz?

M.B: New York’ta olduğum süre boyunca ‘Off Off-Broadway’ oyununda yer aldım evet ve benim için çok güzel bir maceraydı. ‘12 Öfkeli Adam’ adında 1957 yapımı kült bir film var. Adalet sistemini sorgulayan şahane bir film. 12 erkekten oluşan bir kadrosu var. Ama benim oynadığım oyunda film tiyatroya uyarlandı. Erkek ve kadın karışık bir kadro yapmaya karar verdiler ve adını da ‘12 Öfkeli Jüri’ diye değiştirdiler. 12 kişilik ekibimizin yarısı kadın yarısı erkekti. Beni de esprili ve komik bir Avrupalı rolüne dahil ettiler. Oyunda çok keyifli zaman geçirdim, çok şey öğrendim ve deneyimledim, müthiş bir yolculuktu. Rol arkadaşlarımla h?l? iletişim halindeyim. Hepsi çok müthiş oyuncular ve epey tatlı, mütevazi, renkli insanlardı.

Genel olarak tiyatroda yer almamı sağlayan güç ve motivasyon sevdiğim insanlarla ortak bir tutkuda buluşup eğlenmek, yeni bir hikaye ve karakter yaratıp o karakterle ve kendi içinle yüzleşmek. Oyunculuk yaparken önce kendini tanımak ve sonra kendinden başlayarak başka birini yaratmak, anlamak ve o olmak.

Yazının devamı...

Renkler ne anlatıyor?

- Ayşe Ayşen Bulut kimdir? Biraz tanıyabilir miyiz?

7 Temmuz 1962 de İstanbul da doğdum. Aslen Arnavut kökenli bir ailenin üçüncü çocuğuyum. İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesi mezunuyum. Kırk seneye yakın süren evliliğimi iki evlat ile taçlandırdım. 2002 yılında spiritüel alana NLP, reiki, yaşam koçluğu, rüyalar, renklerin psikolojisi gibi eğitimlerle adım atmış oldum. Atölye çalışmaları, seminerler, bireysel danışmanlıklar ve renk harita çalışmalarına 2017 yılından beri devam ediyorum. Renklerin çok fazla bilinmeyen gücü sayesinde kişilere ait olan ‘yaşam yolu' renkleri ile tanıştırıyorum. Şu anda ise renkolog olarak renkoloji ile ilgili alanda yol alıyorum.

- Renkoloji nedir biraz bize açıklayabilir misiniz?

Carl Jung evrimsel teorisinde psikolojik davranışların renk tonlamalarıyla o kişinin görünmeyen görüntülerini renklerle meydana çıkarması yoluma ışık tuttu. Renkler, bu yüzyılda insanların var olmak ve yaşamına yardımcı olmak için ayna tutma yöntemi en önemli unsurdur. Bir renkolog olarak insanlara bu yolda çok kolay yürümeleri için destek veriyorum. Kişilerin kendilerine ait olan renk yaşam yolu için bir katalog hazırlayan yine renkolog'dur.

- Renkler size ne ifade ediyor?

Renkler hayatımızın her alanında yer aldığı gibi psikolojik olarak etki etmektedir. Renklerle kişiler arasında görünmeyen bir bağ vardır. Bu bağı renklerin kendilerine ait dil, anlam, ifadesi ile çözmek çok zorlu bir yol değildir. İfade ve anlamını bilmek bazen yeterli olur. Kişi kendisine ait olan renk bilgisi ile kim olduğunu çok daha kolay keşfeder. Yaşamda kendisine ait rengi ile yol alması ve hayatına ayna tutan, renk katan ve kutup yıldızı gibi yön veren izlenmesi muhteşem bir yoldur renk yolculuğu. Dünyada tüm renklerin ifadeleri birbirine çok yakındır. Turuncu sosyalleşmeyi, mavi dürüstlüğü, yeşil güveni, kırmızı enerjiyi, sarı zekayı, mor asaleti, pembe hız almayı, indigo otoriteyi, gri dengeyi temsil eder.

- Bir kitap yazdınız, ‘Rengine Yolculuk’… Bu kitap bize ne anlatıyor?

Sizin için belki de en özel gün olan doğum tarihiniz, serüvenin ilk durağı. Neden sizin de renklerden oluşan bir hayat ağacınız olmasın? Hangi konularda iyi olduğunuza, hangi konularda kendinizi geliştirmek istediğinize, yaşamınıza ve yaşam telaşınız içinde stresten, yorgunluktan arkada kalan yönlerinize ışık tutan ve renk katması için yardımcı olacak bu bilgileri okuyucularla buluşturdum.

Rengine Yolculuk’da yaşam yolunuzun rengi, karanlık, isim, duygu (ruh), maske (ego), gölge (psikolojik), çakra şifa, ilişkilerde uyum renklerini sade bir dille anlattım. Çocuğunuz ileriki yaşlarda ne iş ile meşgul olacak acaba? Burcunuzun rengi size ne mesajlar yolluyor? Kitabımda sevgili okuyucularım için renklerin mucizeleri nasıl çalışıyor, söylenmesi çok kolay olumlamalar ve onaylamalardan da bahsediyorum.

- Kurumlarda motivasyon eğitimleri veriyorsunuz, nasıl yorumlar alıyorsunuz?

Yaşadığımız şu günlerde seminerlerde kişileri kurumsal yaşamdan biraz uzaklaştırmak ve rengarenk bir dünyaya davet ediyorum. Gerçekten bir nebze olsun kişiler çok hafiflediğini ve edindikleri ilginç bilgiler sayesinde çok mutlu olduklarını dile getiriyorlar ve çok da şaşırıyorlar edindikleri bilgilere. Sonrasında isteyenlerle kendilerine ait renk haritasını çalışıyoruz.

- Sizce renkler insan hayatını hangi yönde motive ve etki eder?

Düşünsenize, renksiz bir hayat tatsız tuzsuz olmaz mı? Renkleri düşününce eminim hepinizin yüzünde bir tebessüm oluşur. Kişisel renk enerjimizden giysimize, evimizdeki dekorasyona nasıl etki ediyor, nasıl bir frekans yayıyor? Yaşamın içinde renkleri ne şekilde ve nasıl kullanıyoruz? Giysilerimizde kullandığımız renklerle karşı tarafımıza nasıl bir bilgi yolluyoruz? İlk iş görüşmesine hangi rengi kullanarak görüşmeye gitmeliyiz? Renkler duyusal bir vakadır ve bizleri uyarır. Aynı zamanda etkileyici, görsel ifade ve bedenimiz üzerinde fizyolojik bir etkiye sahiptir. Bu arketipleri öğrenerek yol almakta fayda var.

Yazının devamı...

Hayali uzayda resim yapmak

Çağdaş sanatın genç ve yetenekli isimlerinden ressam Çağlar Tağcı, ’Evren ve Yaratılış’ konulu çalışmalarıyla eserleri en çok satan sanatçılar arasında. En büyük hayalinin bir gün uzayda tuval üzerine resim yapmak olduğunu söyleyen Tağcı, resimlerine yansıttığı hayallerinde sınır tanımıyor.

- Çalışmalarınızda gezegen ve galaksilerin hareketliliğinden oluşan yansımaları tuvale aktarıyorsunuz, gökyüzünü inceliyor musunuz, yoksa tamamı hayal ürünü mü?

Gök olaylarını merakla ve heyecanla takip ediyorum, uzay görsellerini incelemeyi seviyorum. Konuyla ilgili görseller, belgeseller, kitaplar hayal gücümü besliyor. Kendi imkanlarımla da gökyüzünü gözlemliyorum ve bütün bunların sonucunda kendi evrenimi yaratıyorum.

- Evreni nasıl tanımlıyorsunuz, resmetmeyi düşündünüz mü hiç?

Bilinmezliği ile insanın merakını cezbeden, öğrendiklerimizle gizemin arttığı, sınırlarını tahayyül bile edemediğim bir yücelik evren. Ben kendi evrenimi resmediyorum. Benim evrenim de gizemlerle dolu ve sınırları yok.

- Çalışmalarınızı yürüttüğünüz bir atölyeniz var mı, nerede? Gününüzün ne kadarını çalışmaya ayırıyorsunuz?

Çalışmalarımı 2017 yılında Denizli’de açtığım atölyemde sürdürüyorum. Neredeyse günün tamamını fiziksel ya da zihinsel olarak çalışarak geçiyorum. Fiziksel olarak resim yapmadığım zamanlarda yeni üretimlerim için araştırmalar yapıyorum, bazen de bir resmi yalnızca zihnimde başlatıp yine orada tamamlayıp kendi hayal dünyamda sergiliyorum.

- Denizli sanat çalışmalarınızda sizin için yeterli bir şehir mi? Sanat çevresi nasıl, resim malzemelerinizi temin etmekte zorlandığınız oluyor mu?

Denizli aslında temel malzemeleri edinmek konusunda yeterli bir şehir. Ama ben bu konuda fazla talepkar biriyim bu yüzden şehir dışından ya da yurtdışından malzeme getirtmek durumunda kalıyorum. Yaşadığım şehir üretim yapabilmek için sakin ve güzel bir yer. Fakat maalesef zayıf bir sanat çevresi var. Genel anlamda kendini tekrar eden, dışa açılamayan bir yapı var. Ben bu yapıdan uzak durmaya çalışıyorum çünkü sanat çalışmalarımda, sanat yolumda her zaman ilerlemek ve gelişmek istiyorum. Denizli sanat çevresinden şikayet ederken şehrin sanat bilincini oluşturmamız veya uyandırmamız gerektiğinin de farkında olarak hareket ediyorum. Yani yaşadığım şehir için sanat mücadelemden vazgeçmiyorum.

- Eserlerinizde çok fazla renk kullanıyorsunuz, resmin renklere doyduğunu ve tamamlandığını nasıl anlıyorsunuz, bittiği anı tanımlar mısınız?

Resimlerimde titiz çalışılmış düzenli ve disiplinli soyut altyapı oluşturuyorum. Bunun üzerine uzaydaki renk patlamalarını yansıtan çok fazla miktarda boya yüklüyorum. Resmin açık-koyu, sıcak-soğuk, uzak-yakın ilişkisi içerisinde belli bir renk doygunluğuna ulaştığını düşündüğümde tamamlamış oluyorum.

- En büyük hayaliniz ne?

Günümüzde farklı gezegenlerde yaşamımızı sürdürebileceğimiz konuşulup planlanıyor. Teknolojinin ilerleyişine paralel olarak resim sanatında yapacağım yenilikler ile farklı gezegenlerde sergiler açmak isterim.

- Bugüne kadar açtığınız eserleriniz nerelerde sergilendi?

Ülkemizin büyük şehirlerinde gerçekleşen sanat fuarlarında, karma sergilerde ve çeşitli sanat projelerinde eserlerim yer aldı. 2019 yılında Barselona’da katıldığım karma sergi ile ilk Avrupa deneyimimi de yaşamıştım.

- Yeni bir yıla girmek üzereyiz, önümüzdeki bir yıl içinde gerçekleştirmeyi planladığınız projeler var mı?

2022 yılı için ilk projem İstanbul Gama Art Gallery’de Mart ayında gerçekleşecek olan kişisel sergim. Bunun öncesine başka bir proje koymak istemiyorum ama yine de bir yurtdışı sanat etkinliği sürprizi olabilir. Yıl içerisinde düzenli bir şekilde katıldığım sanat fuarları, karma sergiler devam edecek. Yurtdışı planlarıma yeni yılla birlikte ağırlık vereceğim.

Yazının devamı...

Dede mesleğini markalaştırdı

Oya Zingal, Almanya’da doğup büyüdü. Türkiye’ye döndükten sonra dedesinin topraklarında, çocukluğundan başlayan kendi zeytin ve zeytinyağı markasını kurma hayaliyle İtalya Toskana’da özel eğitimler aldı. 2017’de Kuzey Ege’de Olivoyage markasını kurdu. Şimdiki hayali ise Geyikli’de başlayan hikayesini Anadolu topraklarında devam ettirmek. Hikayesini Oya hanımdan dinleyelim…

- Sizi kendi markanızı kurmaya iten ne oldu?

Uzun yıllar çalıştığım gayrimenkul sektöründe geçirdiğim yoğun çalışma ortamında sürekli olarak bir gün kendi zeytinlerimi ve zeytinyağlarımı üreteceğimin hayalini kurdum. Ailemin iş durumu nedeniyle Almanya’da doğup büyüdüm. İş yoğunluğum dolayısıyla Türkiye’ye uzun süre gelme imkânı bulamadım. Ancak, Selanik’ten göç ederek Mudanya’ya yerleşen dedemin kendi topladığı ve sıkarak bize gönderdiği zeytin ve zeytinyağından oluşan hediye paketleri ve ailemden dinlediğim hikayeler hem aile bağlarımı pekiştirdi hem de zeytin simgesinde kendini bulan ülke özlemine dönüştü. İş hayatında yeterli olgunluğa ulaştıktan sonra özlemini duyduğum doğaya yönelerek arayışlara başladım.

Tabii ki önceliğim zeytin ve zeytinyağı oldu. En kaliteli üretimi yapabilmek adına, Toskana’ya gittim ve zeytinyağıyla ilgili birçok eğitim aldım. İtalya’daki üretim tekniklerini inceledim. Bütün bu çalışmalar sonucunda çevre ve ortam koşulları, lojistik kolaylıklar ve en önemlisi zeytinlerin kalite ve nefaseti açısından en uygun bölge olarak Çanakkale Ezine’ye bağlı Geyikli’de karar kılarak 200 dönüm zeytinlik satın aldım. Markamın ilk tohumlarını 2017’de Kuzey Ege’de, Geyikli bölgesinde attım. İtalyan tarzı üretimi kendi topraklarımda uygulamaya başladım. Toprağa ve zeytine saygıyla yaklaşım olmazsa olmazım… Hem büyük bir heyecan hem de büyük bir aşk... Egeli ozanların “Seni bana hangi aşklar getirdi?” sözü bunu çok güzel anlatıyor.

- Bu süreçte neler yaşadıklarınızı anlatır mısınız?

Organik tarımın tüm gereklerini yerine getirerek tescilledik ve ‘Organik Tarım Müteşebbis Sertifikası’nı aldık. Türkiye’yi dünyada temsil edecek bir zeytinyağı markası olma hedefindeyiz. Geyikli’den başlayan hikayemizi Anadolu’nun farklı bölgelerinin zeytinleriyle zenginleştirmek için hazırlanıyoruz. Yakın zamanda Anadolu topraklarının farklı zeytinlerinden özgün zeytinyağlarını ürün gamımıza ekleyeceğiz. Bu projenin Anadolu’nun belki de kıymeti yeterince bilinmeyen zeytinlerini ön plana çıkaracak olması beni ayrıca mutlu ediyor.

İlk adımda Mardin Derik zeytinlerinden üreteceğimiz zeytinyağını ürün gamımıza ekleyeceğiz. Mardin Derik zeytini iklim özelliğinden dolayı oldukça lezzetli ve kıymetli bir ürün. Aynı anlayışla, Anadolu’nun farklı bölgelerinin zeytinleriyle hikayemizi zenginleştirmek istiyoruz. Zeytinyağı benim için işten öte bir aşk, bir tutku. Her yıl yeniden filizlenen zeytin ağacının dalları gibi daima umutla ve aşkla yolumuza devam ediyoruz.

- Kadın bir girişimci olarak zorluklar da yaşadınız mı? Bunlar neler?

Bir kadın girişimci olarak, diğer girişimcilerin yaşadığı sorunlardan farklı bir sorunla karşılaşmadım. Ben altından kalkamayacağım hiçbir zorluk olduğuna inanmıyorum. Bu tavırla yaklaşınca sanırım bazı engellemeler baştan elenmiş oluyor. Kadın arkadaşlarıma kendilerine güvenmelerini ve cesur olmalarını tavsiye ediyorum. Biz kadınlar çok daha çalışkan ve çok daha duyarlıyız. Aynı anda birçok işi yapabiliyoruz. Biz istersek her şeyi başarabiliriz. Yeter ki hayallerimizin peşinden gidelim.

- Sizin bir de ‘Mutlu Cuma’ adında bir projeniz var… Ondan da bahseder misiniz?

Her ayın son cuma günü sınırlı üretimi olan ‘nitelikli’ bir yerel ürünle mönüler hazırlıyoruz. Genelde bu ürünleri toplu yemek mönülerinde görmeye alışık olmadığımız ürünlerden seçiyor ve bunu da Anadolu’daki kadın üreticilerden temin ediyoruz. Örneğin, ‘Mutlu Cuma’nın ilk konuğu olan enginarları Urla Kadın Kooperatifi’nden, bir sonraki Karacadağ pirincini Urfa Agro Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi’nden temin ettik. Tabldot yemek hizmeti verdiğimiz kurumsal firmaların çalışanlarına rutinin dışında keyifli bir yemek deneyimi sunarken, mönüdeki ana ürünü temin ettiğimiz kadın üreticilere de destek sağlıyoruz. Pandemi sürecinden oldukça olumsuz etkilenen küçük üreticiler ve tarımsal üretimin en değerli parçalarından kadın kooperatifleri ile bu sıkıntılı süreçte güç birliği yapmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Projemizi, Anadolu’nun bereketli topraklarında yetişen yerel ürünlerle sağlıklı, temiz ve adil gıda prensibiyle üretim yapan kadın kooperatifleri hakkında farkındalık yaratması açısından çok önemsiyorum.

Yazının devamı...

Hangi vitamin, ne zaman alınmalı?

Vitamin, sözlük anlamıyla metabolizmanın düzgün calışması için küçük miktarlarda ihtiyaç duyduğu temel mikro besin olarak adlandırılan bir moleküldür. Esansiyel besinler organizmada ya hiç sentezlenemez ya da yeterli miktarlarda sentezlenemez. Bu nedenle beslenme yoluyla alınması gerekir. Peki, vitaminler hayatımızın neresinde? Daha detaylı bilgileri Vitabiotics Türkiye’den Eczacı Ayşen Dincer verdi.

- Vitaminlerin vücudumuz için nasıl bir önemi bulunuyor?

Vitamin ve mineraller sağlıklı bir yaşam sürebilmek için en gerekli bileşenlerdir. Hücrelere oksijen taşınmasından sinir-kas-kemik sisteminin temelinin oluşumuna, görmenin devamlılığından kan yapımı ve bağışıklık sisteminin güçlenmesine, makro besin öğelerinin enerjiye dönüşümünden cilt, saç, tırnak dokusunun oluşumuna, vücudun toksinlerden temizlenmesinden kronik hastalıklardan korunmada kısacası hayati birçok role sahiptir. D vitamini haricinde hiçbir mineral ya da vitamin vücudumuzda sentezlenemez, bu nedenle dışarıdan desteğe ihtiyaç duyarız.

- Besinlerden yeterince vitamin almıyor muyuz?

Dünya Sağlık Örgütü, ihtiyacımız olan vitamin ve mineralli gıdalardan alabilmemiz için günlük 5-9 porsiyon sebze veya meyve tüketimini öneriyor. Ancak Türkiye’de sebze-meyve tüketim oranı günlük 1,5 porsiyon ile sınırlı… Üstelik yeterli ve düzenli de beslenmiyor, işlenmiş gıdaları hayatımıza dahil ediyoruz. Hal böyle olunca da günlük ihtiyaç duyduğumuz vitamin ve mineralleri karşılayamıyoruz. Bu nedenle mutlaka vitamin, mineral, antioksidanların yanı sıra aminoasitleri bir arada barındıran multi-vitaminlerden destek almamız gerekiyor.

- Piyasada yüzlerce farklı vitamin seçenekleri varken en iyi bir vitamin takviyesini nasıl bileceğiz?

Çoğumuz genellikle bunu bilmediğimiz için kulaktan dolma bilgilerle, komşumuzun, arkadaşımızın önerisiyle vitamin alıyoruz. Bazen de bu yüzden ihtiyacımızı tam olarak karşılamayacak bir vitamini yanlış sürelerde ve dozlarda kullanabiliyoruz. Oysa vitamin ve mineral desteği alırken tekli ve yüksek doz tercih etmek yerine yaşa ve cinsiyete yönelik olarak uygun dozda hazırlanmış vitaminlerin günlük kullanılması daha doğru. Nasıl ki, bir gün boyunca sadece ıspanak ya da sadece et veya sadece yoğurt tüketmiyor, sofranızda karma besinlere yer veriyorsanız; kullandığınız takviyelerin de ihtiyaca göre karma ve çoklu içerik içermesi önem taşıyor. Ayrıca koruyucu, glüten, maya içermeyen, cinsiyetinize ve ihtiyacınıza özel dozlar içeren, güvenilir markaların ürünlerini tercih etmelisiniz.

- Hangi yaşta hangi vitaminler öne çıkıyor?

* Çocukluk ve ergenlik döneminde yeterli miktarda A, B, C, D, çinko, magnezyum, iyot, bakır, EPA ve DHA tüketmek gerekiyor.

* Aynı zamanda kemik gelişiminin gerçekleştiği bu dönemde yeterli miktarda kalsiyum tüketmek önem arz ediyor. Bu dönemde yetersiz kalsiyum emilimi, ileri yaşlarda görülebilecek osteoporoz gibi sistemik kemik hastalıklarına yakalanma riskini artırıyor.

* Adet döneminde yaşanan kan kaybı ve yapılan diyetler, 20’li yaşlarındaki kadınlarda kansızlığa yol açabiliyor. Kansızlığın önüne geçmek için demir, B6, B12 ve C vitamini, folik asit, çinko, bakır gibi mikro besinler kullanmalıyız.

* Ülkemizdeki D vitamini eksikliği yüzde 99’lara varan düzeylerde, bu nedenle her yaşta mutlaka günlük D vitamini ihtiyacının karşılanması gerekiyor.

* 30’lu yaşlar ile birlikte hamileliğe adım atılan bu dönemde, sağlıklı bir hamilelik için folik asit, kaybedilen kemik kalsiyum rezervlerini desteklemek için kalsiyum, D vitamini, çinko ve magnezyum ihtiyacı giderilmeli.

* Antioksidan kullanımı bütün yaşlar için önemli ama özellikle 40’lı yaşlarda biriken serbest radikal hasarının önüne geçmek için C ve E vitamini, selenyum, acaiberry gibi antioksidanlar kullanılmalı. Antioksidanlar bağışıklık sistemi, cilt sağlığı, göz sağlığı, kemik sağlığı gibi birçok sisteminkorunmasına destek olur.

* Kalp ve damar sağlığı, kolesterol ve diyabet gibi kronik hastalıklara karşı önlem almaya yardımcı magnezyum ve krom gibi mineraller; kas sağlığı için ise magnezyum şart.

* Kemik yıkımının arttığı bu dönemlerde kalsiyum, D vitamini, çinko ve magnezyum gibi kemik yapımını destekleyici vitamin ve mineraller kullanılmalıdır.

* 40’lı yaşlarda kullanılan vitamin ve mineralleri kullanmaya devam etmeli, ayrıca zihin sağlığını için B vitamininden destek alınmalı.

* Farklı yaşlarda ihtiyaçlarımızın değişmesi gibi farklı dönemlerde de vitamin ve mineral gereksinimlerimiz değişebiliyor. Tatil dönemlerinde idrar yolu enfeksiyonlarından korunmak için cranberry, güneşin cilde, saçlara ve tırnaklara verdiği hasarı azaltmak için çinko, biotin, selenyum, B vitaminleri ve C vitamini kullanılmalı.

* Menopoz öncesi, sırası ve sonrası için azalan östrojenin neden olabileceği kemik ve kalp rahatsızlıklarının önüne geçmek için soya izoflavonları gibi özel besinler faydalı olacaktır.

* Erkeklerde kas sağlığını desteklemek için L-karnitin ve magnezyum, kadınlarda PMS ağrılarını azaltmak için zengin GLA kaynağı olan primroz ve hodan yağı gibi özel besinler tercih edilebilir.

* Uzun süreler ekran karşısında kalanlar, göz sağlığını desteklemek için lutein, çinko, bilberryekstresi, selenyum, EPA ve DHA gibi takviyelerden faydalanabilir.

* Zihin sağlığını desteklemek, duygu durumunu iyileştirmek isteyen öğrenciler, çalışanlar veya ileri yaştakiler ise fosfotidilserin, fosfotidilkolin, l-glutamin, iyot, CoQ10, 5-HTP, glutatyon ve B vitaminleri gibi mikro besinler kullanabilir.

- Vitaminlerin zararlı olduğu durumlar neler?

Vücudumuzun ihtiyacı olmadığı vitaminleri kullanmak ya da vitamin kullanımında aşırıya kaçmak böbrek yetmezliği, karaciğer yağlanması, damar tıkanıklığı, belirli bezlerin çok çalışması ve dolayısıyla hormon dengesizliği gibi birçok ciddi yan etkisi olabilir. Özellikle tekli içeriğe sahip vitamin - mineral ürünleri genellikle tedavide de yerleri olduğu için yüksek dozda formüle edilmiştir. Tekli yüksek doz içeriklerin ve yağda çözünen vitaminlerin mutlaka doktor kontrolünde kullanılmasını öneririm.

Eğer herhangi bir kronik rahatsızlığınız ve özel bir hastalığınız yoksa cinsiyetinize, yaşınıza, ihtiyacınıza yönelik hazırlanmış bir multi vitamini doktor tavsiyesi olmadan da kullanabilirsiniz. Ancak bu kriterlere sahip çok fazla ürün olmadığı için ürün seçiminde dikkat etmelisiniz. Bazı multi vitaminler A, D, E ve K gibi yüksek dozda yağda biriken vitaminleri içerir. Bu tarz ürünleri sağlık profesyoneli gözetimi olmadan kullanmanız vücudunuza zarar verebilir. Bu nedenle bu sorunun cevabı kişiye ve ürüne göre değişir.

- Özellikle biz kadınlar için osteoporoz döneminde vitamin kullanımının önemini anlatabilir misiniz?

Kemik yapımının en çok arttığı dönem çocukluk ve ergenlik, en hızlı yıkıldığı dönem ise kadınlarda gebelik, emzirme ve menopoz dönemidir. Osteoporoz riskini azaltmak için özellikle bu dönemlerde kemik sağlığımızı korumalı, bir kalsiyum desteği kullanmalıyız. Kemik sağlığını desteklemek için kalsiyum, kalsiyumun emilimi ve mobilizasyonun da rolü olan, kemik yapımında çeşitli basamaklarda görev alan D vitamini, çinko, bakır ve kemiklerde meydana gelen oksidatif hasarı engellemek için selenyum gibi mikro besinlerle birlikte kullanılmalı.

Osteoporozu önlemek için gıda takviyelerinin kullanımı yanı sıra fiziksel aktivite artırılmalı, asansör yerine merdivenler tercih edilmeli, bir uzmana danışarak düzenli egzersiz programları hazırlanmalıdır. Günlük diyette süt ve süt ürünleri tüketilmeli, alkol ve sigaradan uzak durulmalı ve mutlaka düzenli olarak sağlık kontrolleri yapılmalıdır.

Yazının devamı...

Atıklardan sanat yaratıyor

Deniz Sağdıç, sokaklardan, eskicilerden topladığı nesneler ve objeleri farklı teknikler kullanarak harika tasarımlara dönüştüren sıra dışı bir sanatçı. Son eseri, atık ilaç ve ambalajlarıyla gerçekleştirdiği çalışması. Bugüne dek hem yurt içinde hem de yurt dışında önemli sergilerde yer alan Sağdıç’la eserleri ve projeleri üzerine konuştuk.

- Öncelikle kendinizden bahseder misiniz?

Mersin doğumluyum. Tüm fertleri zanaatkar olan bir ailede yetiştim. Babam cam ustasıydı. Çok küçük yaşlarımda babamın atölyesinde vitray öğrendim. Terzi olan halalarımın yanında eski kot pantolon parçalarından çantalar diker bunları sokakta satarak harçlığımı çıkarırdım. Liseden sonra kazandığım Güzel Sanatlar Resim Bölümü’nü fakülte birincisi olarak tamamladım. Mezun olur olmaz üniversite döneminde kurduğum atölyemi kapatarak ülkemizin sanatının başkentine, İstanbul’a taşındım ve bir süre sonra atölyemi bu şehirde kurdum. Burslu kabul edildiğim resim yüksek lisans derecemi kadının imgeleşmesi üzerine olan araştırma ve sergi projemle tamamladım. Halen İstanbul’da yaşıyor ve üretiyorum.

- Atık malzemelerle çalışmayı nasıl keşfettiniz?

Kavramsal sanat tartışmalarının hız kazandığı dönemde ‘kavram’ eleştirisi olarak hazır nesnelere sanatın klasik yöntemleriyle müdahalelerde bulunduğum proje serisine başlamıştım. Bunun için sokaklardan, eskicilerden çeşitli obje ve nesneler topluyor, bunları farklı tekniklerde düzenliyor, boyuyor ya da diğer tekniklerde uygulamalarda bulunuyordum. Zamanla bu nesne ve objeler atık malzemelerin kullanıldığı bir sürece dönüştü. O zamandan beri tekstil ürünleri başta olmak üzere her türlü atığı çalışmalarımda kullanmaya başladım.

- Sürdürülebilir bir yaşamın şekillendirilmesinde sanatçı olarak kendinize nasıl bir rol belirlediniz?

Günümüz sanatının, güncel meselelere temas etmeye çalıştığında çoğunlukla slogan düzeyine saplanıp kaldığına şahit oluyoruz. Oysa ki bir yaratıcı eylem olarak sanatın düzenleyen, öneren ve meydana getiren bir etkiye sahip olması gerektiğine inanıyorum. Ben çalışmalarımda sadece üzerinde düşünmeye değil, birlikte değiştirmeye, dönüştürmeye davet eden, bunun mümkün olabileceğini gösteren örnekleri meydana getirmeye çabalıyorum. Dolayısıyla birey ve kurumlara sürdürülebilirlikle ilgili ilham vermenin yanında birlikte neler yapabiliriz, ‘gelin birlikte deneyimleyelim’ çağrısında bulunuyorum.

- 2014 yılında başlattığınız ‘Ready-ReMade’ projeniz bugün hangi noktada?

Esasında bir sanat tekniği olan kavramsal sanatın, sanat dünyasında konumlandırılma biçimlerine bir eleştiri olarak başladığım ‘Ready-ReMade’ projem bugün sürdürülebilir sanat ve sanatın sürdürülebilirliğini mesele edinen biçime dönüşerek devam ediyor. Projenin ilk dönemlerinde olduğu gibi insanın günlük hayatta kullandığı, yakından tanıdığı malzemeleri sanatın kendi evreninde yeniden var ederek anlatmak istediklerime dolaysız bir köprü, bir platform haline getirmeye çalışıyorum. Böylece tüketimi yeniden sorgulamak, doğa dostu yaşam alışkanlıklarını teşvik etmenin yanında tekniği ve kullanılan malzemeler itibariyle izleyenle çok daha yakın ilişki kurulabilecek bir sanat dili oluşturduğuma inanıyorum.

- Eserlerinizde daha çok jean malzemesi ile çalıştığınız görülüyor. Bu malzemeyi tercih etmenizin özel bir sebebi var mı?

Atık malzemeleri kullanan sanat dil ve tekniğimde tekstilin özel bir yeri var. Öncelikle dokuma tekniklerinin tarihte ilk defa geliştirildiği bir coğrafyada, Anadolu’da yetişmiş birisiyim. Tekstil ve tekstil ürünlerinin binlerce yıllık derin kültürümüzün şekillenmesinde çok önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Öte yandan bir pamuklu dokuma olan denim (kot, jean) belki de Anadolu topraklarından tüm dünyaya yayılarak günümüz dünyasının en nadide kültür imgelerinden biri haline gelmiş. Üzerinde şöyle bir düşündüğünüzde denim kadar evrensel hale gelmiş, tüm toplumlar tarafından yakından tanınan ve benimsenmiş başka bir ürüne rastlamanın mümkün olmadığını görebiliyoruz. Denimin tüm sosyal sınıf farklarını, dili, ırkı, rengi aşarak herkesin ortak bir ifade biçimi halini almış olması onu sanat için kusursuz bir iletişim platformu haline getiriyor. Bu nedenle denim ile çalışmayı, onu bir dil, bir ifade biçimi olarak değerlendirmeyi son derece önemsiyor ve heyecan duyuyorum.

- Bugüne dek çalıştığınız en sıra dışı geri dönüşüm malzemesi hangisiydi?

Şimdiye kadar çok ilginç, ben dahil izleyenleri de şaşırtan birçok farklı malzemeyle eserler ürettim. Aslında her yeni malzeme benim için bir meydan okuma, kendimi yenileme ve geliştirme deneyimi durumunda. Akla gelmeyecek derecede ilginç ve zorlu malzemeler her ne kadar stresli bir üretim sürecini beraberinde getirse de o malzemeyi yakından tanımak, onunla dost olmak ve sonunda şaşırtıcı bir eser meydana getirmiş olmak benim için son derece heyecan verici bir süreç. Son dönemde tamamladığım, atık ilaç ve ambalajlarıyla gerçekleştirdiğim çalışma benim için oldukça ilginçti. Pandemi süreci nedeniyle insanlık olarak bu dönemde ilaçlarla kurduğumuz ilişki ve bağlamın üzerinde düşünmeye değer bir biçime büründüğünü bu çalışma sürecinde çok derinden hissettim. Öte yandan ilaç gibi atık hale geldiğinde insan sağlığını olumsuz etkileyebilecek bir malzemeyi çeşitli süreçlerden geçirmek, düzenlemek ve nihayetinde bir eser haline getirmek oldukça zorlu bir deneyimdi.

- Eserlerinizin / portrelerinizin yaratım sürecini anlatır mısınız? Karakterleri ve onu şekillendireceğiniz materyalleri belirlemek için nasıl bir ön çalışma gerçekleştiriyorsunuz?

Kullanmayı hayal ettiğim malzemeyi temin ettikten sonra onunla bir süre yaşamaya başlıyorum. Onu nasıl biçimlendiririm, nasıl düzenlerim diye düşünmeden günlerce onu inceliyor, onu tanımaya çalışıyor, deyim yerindeyse ona dönüşmeye çabaladığım bir süreç geçiriyorum. Sürecin sonunda onun aslında ne olduğunu anlayabilecek kadar “o” olabildimse sürecin en zorlu kısmı geçilmiş oluyor. Tanımayı başarabildiğim bu malzemeyi izleyenler de benim gibi tanıyabilsinler diye ona bir suret, yüz kazandırma süreci başlıyor. Zaten malzemeyi tanıma sürecinin sonuna doğru o suret kafamda kendiliğinden belirmeye başlamıştır. Bu suret çoğu zaman hayali bir kimseye ait olsa da, kimi zaman gerçek hayattan biri ya da herkesin yakından tanıdığı birinin kimliğine bürünebiliyor. Diğer yandan gözler aracılığıyla ortaya çıkan bakma eyleminin benim sanatımın düşünsel ve pratiğinde özel bir alanı ve anlamı var.

Yazının devamı...

Çene hattında gençlik etkisi

Çene, hem kadında hem de erkekte yüzün önemli bölgelerinden... Öyle ki, boyutu ve pozisyonu yüzün diğer uzuvlarını da etkileyebiliyor. Tabii ki, çene hattı da yaşla birlikte belirginliğini kaybediyor. Son yılların özellikle alt yüz bölgesinde uygulanan ‘jawline’ dolgusuyla, yüzün ovalini belirginleştirerek gençlik katmak mümkün. Detayları. Medikal Estetik Hekimi Dr. Yasemin Savaş’tan öğrendik…

- Çene dolgusu için siz ideal adayı nasıl tanımlarsınız?

Yüz şeklinde ve estetiğinde, çene şekli önemli rol oynar. Çene profilden görünümü oldukça etkiler. Çenenin şekli, boyutu ve pozisyonu yüzün diğer uzuvlarını da etkiler. Örneğin, burnun ve alnın görünümü üzerinde de etkilidir. Çenenin şekli ve boyutu nedeni ile burun daha büyük ya da küçük görünebilir. Alnın da aynı şekilde daha çıkık ve büyük görünmesine yol açabilir. Bu nedenle yüzdeki bazı estetik sorunların tedavisinde çenenin şekli de göz önüne alınır.

Kadınlar ve erkekler de ideal çene yapıları farklıdır. Kadınlarda daha yuvarlak, üçgen ve daha küçük bir çeneyi tercih ederiz. Yüz ovali veya çenenin mevcut yapısı bazen kadını daha maskülen, erkeği de daha feminen gösterir.

- Erkekte de çene yapısı etkili midir?

Erkekte ideal bir çene, kadında olduğundan daha önemlidir. Çünkü erkekte çene, gücü ve maskülenliği temsil eder. Güçlü bir çene yapısına sahip bir erkeğe dıştan bakıldığında, iş dünyasında bile farklılık yarattığını görebilirsiniz. Karakteristik bir özellik olduğu için daha düzenli, daha disiplinli, daha güçlü bir erkek olduğu algısı yaratır.

- Çene problemlerini nasıl tanımlarsınız?

Cilt, yaşla birlikte ya da çevresel faktörlerle birlikte sarkmaya başlar. Bu hat yerçekiminden de etkilenir, bu etki ile birlikte de ‘jawline’ dediğimiz çene hattında sarkmalar ve yığılmalar oluşur. Ovalitedeki bozulma (oluşan yığılmalar) da bu hattaki keskinliğin yitirilmesine neden olur ama çene ile ilgili problem bambaşkadır. Çünkü çene ile ilgili problem yapısal da olabilir. Kişinin doğuştan küçük bir çenesi olabilir, ortodontik bir problemi olabilir, geride bir çenesi olabilir, asimetri olabilir ki zaten normalde de her yüzde de hafif kabul edilebilir bir asimetri vardır.

- Uygulama için belli bir yaş sınırı var mı?

Eğer yapısal bir bozukluk varsa ya da yaşın getirdiği veya dış etkenlerin getirdiği bir bozulma söz konusuysa ve asimetri varsa ve bu kişiyi psikolojik olarak ta etkiliyorsa 18 yaş itibari ile uygulamalar yapılabilir.

- İyi bir sonuç elde etmek için nasıl bir uygulama yapmak gerekiyor?

İyi bir sonuç için çeneyi yüzün bütünü ile uyumlu bir hale getirmek önemli. Kadın ya da erkek, önce problemi doğru tespit edip, kişinin sosyal hayatına göre, yüz şekline uygun bir şekilde çene planlaması yapılması gerekir. Dişlerin yapısal bir bozukluğu varsa önce onların tedavi edilmesini öneriyoruz. Problemi doğru tespit edip ondan sonra, doğal bir uygulama olacak şekilde yüzle bütünleşecek, yüzdeki oranlara uygun olacak şekilde tedavi uygulanmalı.

- Çene dolgusu uygulaması nasıl gerçekleşiyor?

Jawline hattıyla birlikte çene şekillendirme birlikte yapılırsa bütünsel bir güzellik ortaya çıkar. Jawline hattında kolajeni tetikleyecek uygulamalar; odaklı ultrason, radyo frekanslar, ısı teknolojileri ve dolgu uygulamalarıdır. Çene şekillendirmede de ortodontik eğer bir sorun eğer yoksa dolgu ile şekillendirme yapılabilir, yine bu bölgede lifting sağlamak ve bu hattı keskinleştirmek mümkün.

- Uygulama sırasında herhangi bir anestezi yapmak gerekiyor mu?

Ağrılı bir yöntem değildir, uygulama sırasında çok hafif bir his duyulur. Ağrıyı hafifletmek, hasta konforunu artırmak adına işlem öncesinde hastanın isteği doğrultusunda lokal anestezi uygulanabilir. Ortalama 20 dakika kadar sürmektedir.

- Dolgu sonrasında kalıcılığı ne kadar sürüyor?

Tüm dolgularda olduğu gibi, kişisel özellikler ve yüz yapısına göre kalıcılığı değişmekle beraber 9-12 ay arası kalıcılığı vardır. Kişinin metabolizma hızına, metabolizma hızını etkileyen hastalıklara ve yaşam şekline göre farklılık gösterebilir.

Yazının devamı...

Kadın yelkenciler artıyor

Bu yıl 6. yılını kutlayan ‘Deniz Kızı Kadın Yelken Kupası’, her geçen yıl daha fazla kadına ulaşmayı hedefliyor. Amacı, yelken tutkusunu yarış heyecanıyla birleştirerek kadınların yelken sporuna olan ilgisini artırmak, kadın yelkenciliğini desteklemek ve yeni sporcular yetişmesine fırsat yaratmak. Arzu Çekirge Paksoy, Diana Misim ve Serap Gökçebay’dan oluşan Organizasyon Komitesi üyelerinden artık gelenekselleşen yarışla ilgili detaylı bilgiler aldım.

- Böyle bir organizasyonu düzenleme fikri nereden aklınıza geldi?

Diana Misim: Yelken sporuna olan ilgimiz sayesinde 2015 yılında, Türkiye’de yat yelkenciliği alanında faaliyet gösteren ve yarışan kadın sporcu oranının az olduğunu gözlemlemiştim. İş dünyasından gelen kişiler olarak kadının doğa ile bütünleşmesini, gücünü, takımdaşlık ruhunu yansıtan bu alanda gelişimin desteklenmesi ve deneyim kazanılması için kadın sporculardan oluşan takımların yarıştığı yelken kupası fikri oluştu. Bu fikri misyon edinen ve en ideal şekilde gerçekleştirmeyi hedef belirleyen üç kadın olarak organizasyon konusunda yola çıktık. Bizler bu noktadan hareketle kadınları yelken sporuna teşvik edecek ve kadın yelkencileri bu alanda destekleyecek kupamızı 2016’dan bu yana gerçekleştirmeye başladık. Çıktığımız bu yolda, yelken eğitimi alan ve yarışlara katılan kadın yelkenci sayısının arttığını görmekten gurur duyuyoruz. Gelişerek büyüyoruz. Hedefimiz uluslararası takımların da dâhil olduğu, katılımın daha da yoğun olduğu yarışlar organize edebilmek.

- Sizce kadın yelkencilerin yelken sporundaki konumu günümüzde nasıl?

Arzu Çekirge Paksoy: Türkiye Yelken Federasyonu’na kayıtlı lisanslı sporcuların çok büyük bir kısmının erkek olduğu ve yalnızca küçük bir azınlığın kadın olduğu biliniyor. Son zamanlarda ise birçok alanda olduğu gibi spor alanında da kadınlar kendilerinden söz ettiriyor. Bu duruma yelken sporu açısından bakıldığında ise kadınların yelken sporuna olan ilgisinin ve katılımının her geçen gün arttığını söyleyebilmek mümkün. Bu noktada biz organizasyonumuzla kurumların ve kadınların ilgisini yelken sporuna çekerek bu alanda kadın sporcu katılımını arttırdık. Böylelikle kurumlar sadece kadınlardan oluşan yelken takımları kurmak için harekete geçerken, katılımcılarımız ise yelken sporunda deneyim elde etme fırsatı kazandı. Biz de elimizden geldiğince bu sürece destek olarak kadınları yelken sporu için cesaretlendirmeye çalışıyoruz.

- Bu yolculuğunuzda sizi en çok motive eden şey neydi?

Diana Misim: Bugüne kadar 40’ı aşkın kadın takımı ile 500’den fazla kadını yelken sporu ile buluşturarak bu alanda pozitif bir etki yarattığımız kanısındayız. Kadın katılımcıların çoğunluğunun yelken sporu ile yeni tanışan kadınlardan oluşması yarattığımız etkinin somut bir göstergesi olarak bizlere motivasyon kaynağı oldu. Bunun yanı sıra yarışlar öncesi ve sonrasında kadın yelkencilerin keyif almalarına, cesaretlerine, sosyal sorumluluk bilinçlerine şahit olmak bu süreçte çalışmalarımızı tutkuyla sürdürmemizde oldukça etkili oldu.

- İlerleyen dönemlerde nasıl gelişmeler bekliyorsunuz?

Serap Gökçebay: Bugüne dek yüzlerce kadın yelkenciye ulaştık. Kurumsal kadın yelken takımlarıyla çıktığımız bu yolda bireysel kadın takımlarının da dâhil olmasıyla her sene daha da büyüyoruz. İlerleyen dönemlerde bu istikrarlı çizgimizi devam ettirerek, yeni kategoriler ve katılımcılar ile çok daha fazla kadına ulaşmayı amaçlıyoruz. İsteğimiz, dünyanın dört bir yanından kadın yarışçıları uluslararası boyuta taşımak.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.