SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Tükürük bezi taşı tedavisinde sialendoskopi yöntemi

Tükürük bezlerinde taş olabildiğini ve bunun sıkıntılı durumlara yol açabildiğini öğrendiğinde çoğu insan şaşırır. Böbrek taşlarını, safra kesesi ve diş taşlarını daha önce duymuşlardır fakat “Tükürük bezinde de taş olur mu ki” diye düşünürler. Az su içilmesi, sigara kullanılması ve yeterli sebze yenmemesi, tükürük bezinde taş oluşumunu kolaylaştırıyor. Alerji ilaçları gibi tükürük salgısını yoğunlaştıran ilaçlar kullanıldığında ya da Gut ve Sjögren gibi hastalıkları olanlarda da tükürük bezi taşı görülebiliyor. Taşlar senede 1 milimetre kadar büyüyor. Başlangıçta genellikle yemek yerken ilgili bezde meydana gelen şişmeler, taş büyüdükçe sıklaşabiliyor ve kalıcı olabiliyor. Yanak (parotis) ve çene altında (submandibuler) bulunan bezler en sık etkilenen, büyük tükürük bezleridir. Bu bezlerde taşlara bağlı iltihaplanmalar da olabiliyor; bu durumda oluşan şişmeler genellikle ağrılıdır. Eğer tükürük akışı tam tıkanırsa ve bezde abseleşme meydana gelirse, bu oldukça sıkıntılı bir durumdur; kişiyi hastanelik edebilir. İnfeksiyon boyun bölgesine yayılırsa ciddi komplikasyonlara yol açabilir.

Geçmişte, sialendoskopi yönteminin olmadığı zamanlarda, tükürük bezi taşı olan bir hastaya beklemesi tavsiye edilirdi. Tükürük bezi taşını düşürme umuduyla beklerken, sıkıntıları artarsa ameliyat yapılırdı. Taşı ele geliyorsa üzerine bir kesi yapılarak çıkartılmaya çalışılırdı, ele gelmiyorsa tükürük bezi alınırdı. Bu amaçla yapılan açık ameliyatlarda, organın kaybedilmesi bir yana damar ve sinir yaralanmalarıyla yüz kaslarında geçici veya kalıcı zayıflama ve yüz/boyun bölgesinde yara izi oluşması gibi riskler bulunuyor.

Bu tip ameliyatlar aslında tükürük bezlerinin tümörleri ve kanserleri için yapılmaktadır ve gereklidir. Ancak bir taş için bezinin tamamını aldırmayı göze almak istemeyenler azımsanmayacak sayıdadır. Tükürük bezinin çalışmaya devam etmesini isteyen, sadece tükürük bezi taşının çıkartılmasını isteyen ve ameliyat istemeyen bu hasta grubunda günümüzde sialendoskopi yöntemini kullanıyoruz.

TÜRKİYE'DE 20'NCİ SENEYE GİRDİK

Sialendoskopi yönteminde kullandığımız 1,1 ve 1,6 milimetre çapındaki incecik endoskoplarla, 2-2,5 milimetre çapındaki tükürük kanallarına girerek taşlara müdahale ediyoruz. Çalışma sırasında 0,4-0,8 milimetre çaplarındaki araçlarla taşları tutup veya kırıp çıkartabiliyoruz. Sialendoskopi yeni bir uygulama değil; dünyada 1990'lı yıllardan beri kullanılmakta olup ülkemizde ise bu konudaki çalışmalarımızla 20. seneye girmiş durumdayız. Optik teknoloji ve ince araçlar açısından yurtdışına bağımlılığımız devam ederken, sialendoskopik kullanıma uyarladığımız pnömatik (havalı) taş kırma yöntemiyle dünyada öncü durumdayız. Bu iki yöntemi 2007 yılından bu yana birlikte kullanıyoruz.

Tükürük bezi kanal sistemi çok hassas ve ısıya duyarlı olduğu için genel tedavi yaklaşımı ancak 8 milimetreye kadar olan taşların çıkartılmasını kapsıyor. Oysa bu havalı taş kırma yöntemi algoritmanın çok üzerinde 2-3 santimetrelik taşları dahi parçalayarak çıkartmamıza olanak sağlıyor. Geliştirdiğimiz bu yöntem son yıllarda Avrupa'da da kullanılmaya başlandı. Adeta kürdan içinden iğne ile çalışmaya benzeteceğimiz bu uygulama ortalama 1,5-2 saat sürüyor. Büyük taşların çıkartılmasında ise ileri endoskopik deneyimin yanı sıra irade ve sabır da gerektiriyor.

MUCİZE GİBİ GÖRÜLMEMELİ

Ancak sialendoskopi yöntemini bir mucize gibi görmemek gerekli. Zira bununla bezde veya kanaldaki taşlara ulaşılma olasılığı yüzde 80-85 dolaylarındadır. Kanalın endoskop çapından ince olduğu veya keskin bir açılanma nedeniyle endoskopların ilerlemesine olanak vermediği koşullar olabilir; ayrıca gömülü taşlar da olabilir. Diğer bir deyişle yüzde 15-20 vakada sialendoskopi fayda etmeyebilir. Bu durumda sialendoskopi yapan uzmanın ağız içi yaklaşımları da birlikte yapabiliyor olması gerekir.

Bu hususu anlamayı kolaylaştırmak için verdiğim birinci resimde, yanakta ele gelen büyük bir taş, üzerine yapılan küçük bir kesi ile çıkartılmıştır. İkinci resimde ağız tabanındaki büyük bir taş kesi ile çıkartılmış, kanaldaki diğer taşlara ancak sialendoskopla ulaşılabilmiş ve biri kırma yapılarak çıkartılmıştır. Üçüncü resimde ise ele gelmeyen, neredeyse 3 santimetrelik bez içi bir taşın tamamı sialendoskopik taş kırma yapılarak çıkartılabilmiştir. Sialendoskopi, taş kırma ve ağız içi cerrahi uygulamaların birlikte kullanılmasıyla tükürük bezi taşlarının çıkartılmasında başarımızın yüzde 94'lere yükseldiğini söyleyebiliriz. Yirmi senelik deneyimle elde ettiğimiz bu başarı oranı oldukça yüksek olmakla birlikte, tüm uygulamalara rağmen sonuç alamayan hastalarda gelecekte bezin ameliyatla alınması gerekli olabilir.

Sialendoskopi sadece tükürük bezi taşları için değil, Sjögren hastalığı nedeniyle ve radio-iyot tedavisi sonrası gelişen darlıkların açılmasında ve kanala kaçan yabancı cisimlerin çıkartılmasında da hastalara umut veren bir yöntemdir. Ülkemizin adını pnömatik taş kırmada olduğu gibi, bunlarda da duyurmaya kararlıyız.

Yazının devamı...

Sinüs filmleri nasıl yorumlanmalı?

Paranazal sinüs tomografisi veya diğer adıyla sinüs filmi çektiren hastalar genellikle bunlara ait raporları okurlar. Yazılanların bir kısmında sinüzit hastalığına ait ifadeler görebilirler. Bu durumda bazısı "Eyvah! Bende sinüzit varmış, acaba önemli bir şey mi? Tedavisi nasıl olur, ameliyat gerekir mi?" gibi sorularla endişeye kapılır. Bu endişeyle tanıdıkları ve internet yoluyla buldukları hekimlere bu raporları yorumlatmaya çalışırlar. Aslında bu konuda danışmaları gereken en doğru adres, filmi isteyen, çektirten kendi doktorlarıdır. Bunu en başta söylemekte fayda var çünkü tek başına tomografi raporunun okunması yeterli olmaz. Filmin kendisinin görülmesi, endoskopik burun muayenesindeki bulguların gözlemlenmesi, hastalık sürecinin anlaşılması yani mutlaka hastanın kliniği ile birlikte değerlendirilmesi gerekir.

Filmler anlık durumu gösterir; mesela sinüzit hastalığının akut döneminde çekilmiş bir film, iltihaplı akıntılarla hastalığı olduğundan daha yaygın ve şiddetli gösterebilir. Kronik bir hastalığın gerçek durumunu yansıtmaz; hekimi yanıltabilir ve hatalı bir karar almasına sebep olabilir.

Bu konuya tipik bir örnek ilişikteki resimde görülebilir. Bir aydır burun tıkanıklığı ve geniz akıntısı belirtileri olan bir hastaya çekilmiş olan ilk tomografide sinüslerin bir bölümü dolu/kapalı görülmüş ve bunun üzerine ameliyat olmak için başvurmuş. Sinüsler sağlıklı haldeyken içlerinde hava vardır ve tomografide siyah görülürler. İlk filmde bir tarafta etmoid (göz arası) bazı hücreler ve maksiller (yanak) sinüsün içi gri renkte, yani dolu görülüyor. Bu tomografi, öncesinde herhangi bir tedavi yapılmadığı halde çekilmiş. Hastanın endoskopik muayenesini yaptıktan sonra, iltihabının dönemine uygun olarak belirlenen ilaçlı tedavi ile 2-3 haftada bir yapılan düzenli kontrollerin bitiminde, yaklaşık 3 ay sonunda tekrarlanan tomografide, sinüslerin büyük ölçüde temizlendiği, iyileştiği kolaylıkla anlaşılabiliyor.

Burada şunu vurgulamak gerekli; hastaya ameliyat önerilmiş olduğu için ikinci film tekrarlandı. Yoksa normalde her hastaya tedavi öncesi ve sonrasında iki tane tomografi çekilmiyor. Hatta akut sinüzitin teşhis ve tedavisi için tomografi çekilmesi dahi gerekli olmuyor. Yeni iltihaplanmış bir hastada, sinüzitin teşhisinde tomografiye ihtiyaç duyulmaz çünkü endoskopla yapılan burun içi muayenesinde orta pasajlar ve sinüslerden gelen iltihaplı salgılar doğrudan görülebilir. Tedavi bitiminde de bu böyledir; endoskopla iltihabın geçtiği görülerek tedavi sonlandırılır.

Sinüs tomografisi ancak komplikasyon düşünüldüğünde veya tedaviyle düzelmeyen hastalarda, ameliyat aşamasına gelindiğine, endoskopik sinüs cerrahisini planlamak amacıyla çektirilebilir. Hastalığın/sinüslerin gelinen en iyi halinde, anatomik ayrıntıları görmek, hangi sinüslere ne ölçüde müdahale yapılacağını belirlemek için yaptırılır. Bunun dışındaki dönemlerde çekilen filmler gereksiz ve yanıltıcı olabilir. Bu vaka buna çok güzel bir örnekti. Eğer hastanın ilk filmine göre ameliyat kararı alınmış olsa, ameliyatı boşuna yapılmış olacaktı. Hastanın anestezi ve operasyonla ilgili riskleri yanısıra masraf yükü de olacaktı.

Bu sebeple sinüs filminin gerekiyorsa çekilmesi, doğru zamanda çekilmesi; eğer çekilmiş bir film var ise bunun sadece raporunun değil, tüm film kesitlerinin görülmesi ve bunların mutlaka hastanın endoskopik ve klinik bulgularıyla birlikte değerlendirilmesi doğru olur.

Yazının devamı...

Sinüzit tek bir hastalık değildir

Sinüzit hastalığı hakkında herkesin temel bilgileri, yüz bölgesindeki sinüs boşuklarının iltihapla dolduğu, baş ve yüzde ağrı meydana geldiği ve tedavisinde antibiyotik kullanıldığı yönündedir. Bu sebeple “Hocam, bende sinüzit var; hangi ilacı kullanayım?” diye soran bir hastanın kafasında, sinüzitin tek bir hastalık ve tek bir tedavisi olduğu inanışı vardır. Oysa durum farklıdır. Bu nedenle yazımın hemen başında, sinüzit hastalığının sebepleri, etkenleri, dönemleri ve yaygınlığına göre farklılaştığını açıklamam gerekiyor.

- Sinüzit hastalığı infeksiyonlara, anatomik bozukluklara, alerjiye, mukoza sorunlarına, tümörlere, genetik bozukluklara, komşu yapılardaki hastalıklara, sistemik hastalıklara, bağışıklık yetmezliğine ve inflamatuvar koşullara bağlı olarak meydana gelebilir.

- Mikrobik durumlarda sinüzitin etkeni virüs, bakteri veya mantarlar olabilir.

- Dönemleri akut (yeni başlangıçlı), subakut ve kronik (müzmin) olabilir.

- Hastalık sağlı sollu maksiller (yanak), frontal (alın), etmoid (göz arası) ve sfenoid (kafa ortası) sinüslerin birinde olabilir veya birden fazla sinüs ve taraf tutulabilir.

- Ayrıca erişkinlerde ve çocuklardaki sinüzitler de farklı şekilde ele alınırlar. Burada hemen belirtmek gerekirse, çocuk sinüzitlerinin sebebi sıklıkla geniz eti büyümesidir.

Dolayısıyla sinüzit olduğu söylenmiş bir hastada bunlardan hangisinin olduğunu ön görmek ve hemen tedavisini söylemek olanaklı değildir. Sinüzit hastalığının tipini endoskopik muayene, klinik takipler, tedavilere alınan yanıtlar ve gerektiğinde doğru zamanda yapılan görüntüleme yöntemleri ile belirleyebiliriz.

Teşhisin ilk adımı endoskopik burun muayenesidir. Örneğin, nezle veya grip belirtileri olan ama son günlerde yüzde doluluk ve iltihaplı burun-geniz akıntısı başlamış bir hasta düşünün. Bu hastanın burnuna endoskopla baktığımızda, akıntının sinüs kanallarının açıldığı bölgelerden geldiğini doğrudan görerek “akut sinüzit” hastalığını teşhis edebiliriz. Bir başka örnek olarak, sinüzit atakları senede 3-4 defa tekrarlayan, ara dönemlerde burun tıkanıklığı ve geniz akıntısı şikayetleri yaşayan bir hasta olsun. Bu hastanın endoskopisinde, akıntıların iltihaplı değil de gri ve yoğun, ayrıca mukoza örtüsünün soluk-ödemli, sinüs açıklıklarının dar olduğunu gördüğümüzde, bu bulguların kronik sinüzit hastalığına ait olabileceğini düşünürüz. Diğer bir örnek olararak, sinüzit atakları mevsim geçişlerinde ortaya çıkan, toz, tüy veya polene maruz kaldığında hapşırma ve burun akıntısı gibi belirtileri olan birinin endoskopisinde, burun içi mukoza örtüsünün morumsu-lila görünümü ve ağsı salgılar bize alerjik sinüzitleri işaret eder. Ayrıca endoskopide sinüslerin açıldığı orta pasajların (orta meatus) kapalı olması halinde, orta konkaya (orta burun eti) ve sinüs kanalını oluşturan yapılara ait anatomik farklılıkları araştırırız.

Bu örnekler çoğaltılabilir. Sinüzite sebep olabilecek her koşulun farklı bir belirtisi ve bulgusu olabilir. Bizler, hastalıkla ilgili sorgulama sırasında aldığımız bilgileri, endoskopik muayene bulguları ile birleştirerek değerlendiririz ve ilk aşama tedaviyi belirleriz. Bu tedavide mukozayı söndüren ve salgıları azaltan dekonjestan ilaçlar, salgının kıvamını incelten mukolitik ilaçlar, burun açıcı veya mukoza ödemini azaltan spreyler, solüsyonlar, alerji ilaçları ve etken bakteriyse antibiyotikler yer alabilir. Hastalığın akut veya kronik seyrine göre verdiğimiz tedavinin, verdiğimiz süre bitiminde kontrolünü yapmamız gereklidir. Tedaviye alınan yanıtı hem hastadan dinleriz hem de endoskopla burun içindeki bulguları değerlendiririz; buna göre tedavimizin bir sonraki aşamasını düzenleriz. Akut sinüzitler 2-3 haftada iyileşirken, kronik sinüzitler 2-3 ay tedavi gerektirebilir. Kronik sinüzitlerin tedavisi farklıdır, sıklıkla antibiyotik de değildir; burada mukozanın kendini temizlemesine destek olan ve uzun süre kullanılabilecek uygulamalar tercih ederiz. Ayrıca sinüzitin virüs veya mantarla olması halinde de antibiyotikler etki etmeyecektir. Alerjik sinüzitlerde alergologların desteğine başvurulması önemlidir.

Doğru bir tedavi yaklaşımıyla hastaların önemli bir bölümü fayda görür. Yeterli fayda görmeyen hastalarda tedaviler dönemsel olarak tekrarlanabilir veya hiç düzelmeyenlerde operasyon kararı alınabilir. Operasyon kararının klinik takiplerle verildiğini vurgulamakta fayda var; tomografi ile yalnız hangi sinüslere müdahale yapacağımızı belirleriz. Gelinen en iyi halde çekilen bir tomografi ile operasyon planı yapılabilir. Diğer bir deyişle “akut sinüzit” sırasında çekilen bir film bize sinüslerin gerçekteki halini göstermez; gerekmediği halde veya gereğinden daha kapsamlı bir ameliyat planı yapılmasına sebep olabilir. Günümüzde sinüzit ameliyatında endoskopik sinüs cerrahisi yapıyoruz. Bunun için ileri endoskopi deneyimi, güncel sinüs bilgisi ve uygun araçlar gereklidir; operasyon koşullarının kusursuz olması gerekir. Ameliyatın doğru teknikle yapılması kadar, ameliyat sonrası kontrol ve pansumanların da düzenli olarak sürdürülmesi, başarının sağlanmasında önem taşır.

Bunların dışında diş kökenli (odontojenik) sinüzitler, polipli sinüzitler ve sendromik bazı sinüzitler de vardır. Bu tip özel sinüzitler farklı araştırmalar ve tedavi yaklaşımları gerektirebilirler. Polipli sinüzitlere ait bir yazımı geçmişte yayınlamıştım; vakit bulursam diğerleri üzerine de yazı hazırlayacağım.

Burun eğrilikleri, burun eti büyümeleri, konka bülloza, aksesuar ostiumlar, antrokoanal polipler, komplike sinüs kistleri, alışkanlıklar, çevresel faktörler vs daha pek çok koşul sinüzit hastalığıyla ilişkili olabilir. Bunların etkisini ve müdahale gerektirip gerektirmediklerini yine tedaviler ve tedbirler uyguladıktan sonra, endoskopik takip süreçlerinde belirleniz.

Dolayısıyla sinüzit tek bir hastalık değildir ve tek bir tedavisi yoktur. Hasta olan kişinin bilimin ışığından ayrılmaması gerekir. Güncel sinüs bilgisi ve doğru donanıma sahip olan bir hekiminin tedavi ve takiplerine uyması halinde, belirli bir aşamada çözüme kavuşma olasılığı yüksektir.

Yazının devamı...

Burnumun ucunda et var, ne yapmalıyım?

Burnumun ucunda et var, içine ışıkla baktığımda görülüyor. Acaba önemli bir şey midir?” sorusuyla sıkça karşılaşırım. Bu konudaki merakı gidermek, olasılıkları açıklamak ve ne yapılması gerektiğini yazmak istedim. Yazının içeriği, burnun dışında, cildinde görülenler değil, burun deliklerine yakın-burnun içinde görülen oluşumlar üzerinedir.

Burun delikleri, solunum yollarının en başında bulunan ve soluk havasının giriş çıkış yaptığı yerdir. Burun derisi, burun deliklerinden içeri doğru döner ve mukoza dediğimiz burun içi örtüsüne dönüşür. Burun içi mukozasının rengi parlak ve kırmızımsı bir renktedir. Burnun içinde ayrıca konka dediğimiz, halk arasında “burun eti” olarak bilinen yapılar da vardır. Burun deliklerine dışarıdan ışıkla bakıldığında, konkaların ön bölümleri ve mukoza görülebilir. Yani aslında kişinin gördüğü gerçekten, “burun eti” adındaki normal anatomik bir yapı olabilir. Mukozanın veya burun etlerinin şiştiği dönemlerde ya da büyüdüğü bazı hastalıklarda bunlar daha belirgin olarak görülebilirler.

Ama burun ucunda aynı şekilde görülen, bunlardan başka oluşumlar da olabilir. Burun orta bölümünün (septum) burun ucuna yakın olan eğriliklerinde, eğriliğin kavsi veya çıkıntısı görülebilir. Bu yapı da mukoza örtüsü ile kaplıdır ve deneyimsiz bir göz bunu ete benzetebilir.

Bazen travma veya hormonal durumlara bağlı gelişen, “piyojenik granuloma” isimli damarsal ve genellikle kanamalı bir lezyon da bu bölgede görülebilir.

Bunun dışında, polipler de olabilir. Bunlar daha soluk pembe renkte olup “nazal polipozis” veya “polipli sinüzit” olarak isimlendirdiğimiz bir hastalığa ait oluşumlardır. Sinüslere ait çeşitli inflamatuvar hastalıklar, genetik veya sistemik koşullara bağlı polipler meydana gelebilir. Bunlar içeriden, sinüslerden sarkarak, burun ucuna doğru ilerleyebilir.

Diğer yandan papillom dediğimiz hastalıklar da burun ucunda et şeklinde kendini gösterebilir. Papillomlar, HPV (human papilloma virus) dediğimiz bir virüsün meydana getirdiği, karnabahar görünümünde, genellikle sapı olan mukozadan kabarık doku oluşumlarıdır. İnverted papilloma dediğimiz başka bir hastalığın da oluşumunda bu virüsün rolü olabiliyor. Ama inverted papillom, çevre dokuya yayılabilen, tahrip etme özelliği olan ve kansere dönüşme olasılığı olan bir hastalıktır. Nadir de olsa bu da burnun uç kısmına yakın yerleşim gösterebilir.

Son olarak diğer iyi huylu tümörler, lenfomalar ve hatta bazı kanserler de aynı bölgede yerleşebilirler ve benzer görünümde olabilirler.

Dolayısıyla kişinin burnunun içinde gördüğü ete benzeyen bir oluşum, pek çok şey olabilir. Kulak burun boğaz uzmanları olarak bizler, endoskopla yaptığımız muayenede burun içerisini doğrudan görebiliriz. Optik teknolojinin yardımıyla, büyütülmüş ve aydınlatılmış olarak, normal yapıları hastalıklardan kolaylıkla ayırdebiliriz. Şüpheli görünümde bir doku saptarsak, bundan örnek alarak veya tamamını çıkartarak patolojik inceleme sonucuna göre hareket ederiz. Haliyle, teşhislerde olduğu gibi tedavilerde de farklılıklar vardır. Bu hastalıkların detayına ve tedavilerine bu yazıda girmiyorum.

Sonuç olarak, burun ucundaki eti farkeden kişi, bununla ilgili şüphe veya endişe duyuyorsa ya da zaman içinde büyüdüğü düşünüyorsa, en doğrusu bir KBB uzmanına başvurup, endoskopik muayene ile değerlendirilme yapılması olur.

Yazının devamı...

Sinüs kistleri ameliyat gerektirir mi?

Önce sinüslerde olabilecek kistlerin çeşitliliğini anlamaya çalışalım. Burun ve sinüsler “mukoza” adı verilen bir örtüyle kaplıdır. Bu örtü, sinüslerin içinde o kadar incedir ki hatta tomografide sağlıklı kişilerde buradaki mukoza tabakasını göremeyiz. Bu incecik örtünün içinde salgı bezleri bulunur ve “mukus” denilen salgıyı üretirler. Bu salgı mukozanın nemli kalmasında ve sinüs boşluğunun temizlenmesinde rol oynar. Eğer salgı bezlerinden biri herhangi bir sebeple tıkanırsa, salgıyı boşaltamaz ve şişmeye başlar. Bu şekilde oluşanlar genellikle basit ve zararsız kistlerdir ve sinüs filminde genellikle tek, yuvarlak, düzgün yüzeyli ve gri renkte oluşumlar olarak görünürler. Kistin içeriği su veya yumurta akı gibi ve cidarı çok incedir. Mukus retansiyon kisti de dediğimiz bu oluşumlar on kişinden bir veya ikisinde bulunabilirler ve herhangi bir tedavi gerektirmezler. Çok şişerlerse veya bir travmayla bazen patlayabilirler; nadiren de sinüsün boşalma kanalını (doğal ostium) tıkayacak kadar büyüyebilirler. Büyüdüklerinde, ilgili sinüsün işleyişinin bozulmasına yol açarlarsa, yani burun tıkanıklığı, geniz akıntısı, yüzde doluluk-ağrı vb. gibi belirtiler başlarsa, müdahale gerektirirler. Bu durumda endoskopik yaklaşımla sinüs içindeki kisti alabiliyoruz.


Basit kistler mukozanın kalınlaşmasına yol açan hastalıklarda ve özellikle kronik sinüzitlerde de oluşabilirler. Ama bunların tomografideki görüntüsünde genellikle ek bazı bulgular olur. Örneğin, kistin çevresindeki sinüs mukozasının kalınlaşmış olduğu, sinüse ait doğal ostiumun kapalılığı veya aksesuar ostiumlar izlenebilir; bunlar dikkatle araştırılmalıdır. Yani sinüste kisti olan bir hastada radyolojik görüntülere ek olarak, yol açtığı belirtiler ve endoskopik muayene sırasında saptanan bulguların hepsi beraber değerlendirilmelidir. Bu gibi durumlarda kistten ziyade, sinüzit hastalığının tedavisi ve takibi gerekir.

Mukosel dediğimiz durum ise bunlardan farklıdır. Mukosel de bir çeşit kist olarak tanımlanabildiği için burada bahsetmek faydalı olacaktır. Mukoselde sinüsün boşalma kanalı kapanmış olduğu için, üretilen mukus salgısı sinüsün içinde birikir ve sinüsün kemik yapılarına doğru basınç oluşturur. Zamanla sinüsün kemik yapılarında bombeleşme meydana gelebilir ve bu durum çevre yapılara bası oluşturabileceğinden, mukoselin tedavisi sinüsün doğal kanalının açılmasını veya başka yaklaşımları gerektirebilir.

Sinüs içi bazı kistler diş hastalıkları kaynaklı da olabilir. Özellikle yanak sinüslerinin tabanı, üst çeneye ait diş kökleri ile yakın komşuluktadır. Bu bölgedeki diş kökü abseleri veya kistleri sinüs içine doğru büyüyebilirler. Genellikle odontojenik kistler olarak ifade ettiğimiz bu tip oluşumların tedavisi diş hekimleri tarafından yapılır; bazen bir KBB Uzmanının desteğini gerektirebilir. Diş kökenli başka pek çok kist türü ile diğer gelişimsel kistlerin sinüslere doğru büyüme olasılığı vardır.

Kistle birlikte görülen bir başka hastalık “antrokoanal polip”tir. Bu, sinüs içindeki kistik bir bölüm ve bundan kaynaklanan, burun içine-hatta genize doğru uzanan polip bölümünden meydana gelen bir oluşumdur. Bu, iki bölümünün de endoskopik sinüs cerrahisi ile çıkartılması gerekir.

Gerçekte bir kist olmadığı halde, sinüs filminde kiste benzer görünümde olan bazı kitleler de vardır. İnverted papillom bunlara bir örnektir; çevresindeki yapılara yayılarak büyüyen ve hasar verebilen önemli bir hastalıktır. Sinüs filminde, kist görünümündeki oluşumun yüzeyinde düzensizlikler olduğunda, bu hastalıktan şüphelenilebilir. Endoskopik sinüs cerrahisi veya yaygınlığına göre daha geniş ameliyatlarla çıkartılması gerekir.

Yazıyı uzatmamak ve okuyucuyu ayrıntılarla yormamak için hastalıkların detaylarına bu yazıda girmiyorum. Bazı hastalar radyoloji raporlarını okuyup, “benim sinüsümde kist varmış, ne önerirsiniz?” diye sorarlar. Görüldüğü üzere sinüs içi kistlerin farklı özellikleri olabiliyor. Bazıları önemsiz, bazıları ise önemli olabiliyor. Önce teşhis için dikkatli bir gözle filmin kendisini, hastanın şikayetlerini ve endoskopik muayene bulgularını birlikte değerlendirmek gerekir. Hatta hastaların bazılarında klinik takipler de yaparak, kistin özelliklerine göre ameliyat edip etmeyeceğimizi belirleyebiliriz.

Yazının devamı...

Burun tıkanıklığı nedenleri

Burnu tıkanan bir kişi, şikayetinin sebebi görebildiği bir yerde olmadığı için, bir doktor tarafından teşhis konuluncaya kadar, merakını çeşitli yollarla gidermeye çalışır. Bunu, çevresinde aynı belirtiyle tedavi almış olanlara danışarak veya günümüzde daha sık olarak, internet aracılığıyla yapmaya çalışır. Bana da bu yolla gelen yüzlerce “hocam, bende burun tıkanıklığı var; sebebi ne olabilir?” sorusuna topluca bir yanıt vermek için bu yazıyı yazmak istedim.

Burun tıkanıklığı bir belirtidir. Bu belirtiye yol açan nedenleri kavrayabilmek için önce burnu ve işleyişini biraz tanıtmam gerekir. Burnumuz, dışı ciltle kaplı, altında bazı kaslar bulunan, içi ise mukoza örtüsü ile kaplı, çatısı ile bileşenlerini kemik ve kıkırdak dokuları tarafından oluşturulan bir yapıdır. Bu dokular, burnu ortadan ikiye ayıran septumu, burun etlerini (konkalar), bunların aralarındaki pasajları ve sinüs boşluklarını meydana getirirler. Tüm bu oluşumları kaplayan mukoza örtüsü, ürettiği salgılarla bir düzen içinde buruna giren solunum havasını filtre eder, ısıtır ve nemlendirir. Havadaki toz ve parçalıkları yakalayan ve temizleyen, “mukosiliyer aktivite” dediğimiz mükemmel bir sistemle çalışır. Alt burun etleri ise burun döngüsü (nazal siklüs) ile sağlı sollu üç saatlik dönemlerde sırayla şişip inerler. Dolayısıyla yapılardaki anatomik herhangi bir bozukluğun yanı sıra mukoza örtüsünü ve bu sistemleri etkileyen koşullar da burun tıkanıklığına yol açabilir.

Bu durumda soluksuzca ve peşi sıra, hemen hemen tüm olasılıkları, olabildiğince sinonimleriyle (eş anlamlılarıyla) birlikte yazmaya çalışacağım. Hepsinin açıklamalarına, veya tıbbi adlarının çevirisine bu makalede vermeye kalkacak olursam, bir kitap içeriği kadar yazmam gerekir. Önceki makalelerimde ve videolarımda bunlardan bazılarına yer vermiştim; arzu eden bunları okuyabilir veya izleyebilir. Burada amacım, burun tıkanıklığına yol açabilecek koşulların ne kadar farklı ve çok sayıda olduğunu görmenizdir.

Burun tıkanıklığı nedenleri: Burun eti büyümesi (konka hipertrofisi), orta bölümün eğriliği (septum deviasyonu - kemik, kıkırdak veya kombine eğrilikler), kolumella lüksasyonu, alerjik nezle (saman nezlesi), sigara ve nargile kullanımı ile zararlı gaz veya maddelere maruz kalınması, çevre kirliliği, alkol kullanılması, iklim-ısı-nem değişimleri, kuru hava, nazal siklüs (burun döngüsü), burun döngüsünü ve dolaşım sistemini etkileyen/konjesyona yol açan çeşitli ilaç ve hatta burun açıcı spreyler, otonom sinir sistemi disfonksiyonu, yatış pozisyonu, vücudun diurnal ritmi, konka bülloza, paradoksik (ters kavisli) orta konka, orta konkanın polipleşmesi, medialize unsinat proses, dar apertura, valv darlığı, nazal alar deformite/malpozisyon, tip deformitesi, zayıf kıkırdaklı veya kalın ciltli burun kanatları, zorlu nazal inspirasyon, burun kırığı, septum perforasyonu, nezle (soğuk algınlığı), grip (influenza) ve covid19 dahil viral infeksiyonlar, bakteriyel infeksiyonlar ve mantar infeksiyonları, akut sinüzit (yeni başlangıçlı), müzmin sinüzitler (kronik sinüzitler - polipli sinüzit (nazal polipozis), Samter triadı, oroantral fistül/odontojenik sinüzit, alerjik sinüzit, fungal sinüzit vs), kronik rinit, mukoid (yoğun-yapışkan) salgılar, rinotilleksomani (burun karıştırma), stres-psikolojik durum,burun kanaması/pıhtı, burun mukozasının kabuklanması, kuruması, ödemi (şişmesi), hiperplazisi, antrokoanal polip, Kartagener sendromu (immotil silia sendromu), kistik fibrozis, burun veya sinus içinde yabancı cisim (diş implantı, diş dolgusu, oyuncak parçaları, leblebi, saat pili vs), rinolit (burun taşı), hormonal durumlar, hamilelik nezlesi (gebelik riniti), beslenme (gıda intoleransı, baharatlar), kilo fazlalığı, inflamatuvar ve otoimmün hastalıklar, tiroid hastalığı, Churg Strauss sendromu ve diğer vaskülitler, granülomatöz hastalıklar, atipik infeksiyonlar, papillom, inverted papillom, osteom gibi kemik tümörleri ve diğer benign (iyi huylu) tümörler, lenfoma, meningosel, meningoensefalosel, burun içi kanserler, geniz eti büyümesi (adenoid hipertrofi), hemanjiom ve nazofarengeal anjiofibrom gibi damarsal oluşumlar, geniz kanseri, geçirilmiş ameliyatlara bağlı boş burun sendromu, orta meatus blokajı, sineşiler (yapışıklıklar), ameliyat sonrası erken dönem, tampon konulmuş olması, geçirilmiş radyoterapi, ozena (atrofik rinit), Thornwaldt kisti, koanal atrezi (burun arka bölümünün kapalı olması) vs.

Bu hastalıklar ve koşullar, hastanın yaşına, genel sağlık durumuna ve ek belirtilerin varlığına göre değerlendirilir. Bir hastada birden fazlası beraber bulunabilir; pek çoğu endoskopik muayene sırasında görülerek teşhis edilebilir. Gereğinde tomografi veya MR gibi görüntüleme yöntemleriyle araştırmalar ilerletilir. Şüpheli görünen oluşumlarda patolojik inceleme için biyopsi örneği alınabilir. Fizyolojik koşullar sıklıkla tedavi gerektirmez. Her görünen bozukluğun da mutlaka düzeltilmesi gerekmeyebilir. Basit durumlar, alışkanlıkların düzenlenmesi ve burun spreyi içeren tedaviler ile düzelebilir. Bazıları, ilaçlarla yapılan tedaviler ve uzun süreli takipler gerektirir; düzelmeyenlerde, pasajların engellendiği durumlarda veya kitlesel oluşumlarda ameliyat planı yapılabilir. Kötü huylu olanlar onkolojik tedavilerle yönetilir. Bazı hastalıklar ise KBB dışı branşların desteğini gerektirir; nadir bazı durumlar tedavi edilemeyebilir.

Görüldüğü üzere, burun tıkanıklığı belirtisine yol açan nedenler çok çeşitlidir; tedavileri de farklı farklıdır. Hastalar ayrıca “bende şu hastalık varmış, bu tedaviyle veya ameliyatla kesin düzelir mi?” diye de soruyorlar. Teşhislerin doğru olduğunu kabul etsek bile, hastalıkların şiddetleri ve verilen tedavilere yanıtları farklı olabilir. Olasılık yelpazesi bu denli geniş olduğu üzere, burun tıkanıklığı olan hastaların güvenebilecekleri bir uzman bulmaları ve çözümün belirlenmesi yolunda ilk adımı, endoskopik muayene olarak atmaları doğru olacaktır.

Yazının devamı...

Kulağım tıkandı, nasıl açabilirim?

Bu soru, kulağı bir şekilde tıkanan hastaların, internet ve sosyal medyada birbirlerine veya buldukları hekimlere sıkça sordukları bir sorudur. Ve peşinden “şu damlayı damlatmak iyi midir?”, “bu ilacı kullanayım mı?” gibileri de gelir. Kulak tıkanıklığının sebebi olarak, çoğu insanın aklına ilk başta kulak kiri geldiği için, hemen basit çözümler aranır. Kulak kiri (serümen, tıkaç, buşon) sıkça görülmesine karşın, kulakta tıkanıklık belirtisi veren başka önemli kulak hastalıkları da vardır.

Kulak tıkanıklığını bir çeşit duyma azlığı olarak ifade edebiliriz. Bu belirtiye uğultu, hışırtı veya çınlama gibi sesler eşlik edebilir. Tıkanıklığın sebeplerini anlayabilmek için işitmenin nasıl gerçekleştiği üzerinde hafifçe durmak gerekir. Çevredeki sesler sağlıklı insanlarda, dışarıdan fiziksel olarak görülebilen kulak tarafından toplanır; kulak kanalı (dış kulak yolu) vasıtasıyla kulak zarına iletilir. Ses dalgaları kulak zarını titreştirir; bunun ardında yani orta kulakta bulunan çekiç, örs ve üzengi adını verdiğimiz kulak kemikçikleri titreşimin iç kulağa iletilmesini sağlarlar. İç kulak salyangozu (kohlea) aldığı mekanik iletiyi sinirsel uyarılara dönüştürür; frekanslarına uygun bölgelerinden kaynaklanan sinir lifleri biraraya gelerek işitme sinirini oluşturur ve sinyaller, beyin sapı üzerinden ilgili beyin bölgesine (temporal loba) ulaştırılır. Duyma sürecinin iç kulak salyangozuna kadar olan bölümüne “iletim tipi”, bundan sonrasına ise “sinirsel tip” (sensörinöral) işitme denir. Kulak tıkanıklığı olarak hissedilen, iletim tipi veya iç kulak tipi bir duyma kaybı olabilir.

Buna göre “kulağım tıkandı” diye başvuran bir kişide, kulak kanalını tıkayan kir, birikinti, enfeksiyon veya bir yabancı cisim vs. olabilir. Kulak zarında kanama, delinme, yırtılma, enfeksiyon, kulak zarı ardında basınç bozukluğu (östaki sorunu), sıvı veya iltihap toplaması, kemikçiklerde kireçlenme, kopma, erime vs. olabilir. Ya da kulak salyangozunun hastalıkları (viral, bakteriyel, akustik travma, ilaç yan etkisi, sistemik hastalıkların etkileri, iç kulak sıvısı artışı veya kaçağı ile ilgili durumlar, yaşlanma vs.) olabilir. Ayrıca işitme siniri, beyin sapı ve beyin bölgesi ile ilgili damarsal bozukluklar, felçler veya tümörler vs. bile olabilir. Bunlardan başka olasılıklar da vardır. İltihaplı durumlar genellikle ağrılı olsa da diğer çoğu hastalık ağrısızdır ve ilk belirti kulak tıkanıklığıdır. Herkesin ilk aklına gelen “kulak kiri tıkamıştır” olsa da biz doktorlar için esas sorunun mutlaka açığa kavuşturulması gereklidir.

Kulaktan dolma önerilerle, örneğin kulak zarı hasarlı bir hastaya gliserinli damla verilmesi halinde, bu sıvı kirle karışarak, delik olan bölgeden orta kulağa ve kemikçiklere yayılabilir; tıkanıklığın artmasına hatta iltihaplanmaya yol açabilir. Bir başka örnek olarak, “ani işitme kaybı” denilen acil olduğunu kabul ettiğimiz bir hastalıkta, teşhisin hemen belirlenmesi ve tedavinin üç gün içinde başlanması istenir. Tıkanıklığının kire bağlı olduğu sanılarak geçiştirilmesi veya faydasız damlalarla zaman kaybedilmesi, duyma kaybının kalıcı olmasına yol açabilir. Burun tıkanıklığı olanlarda ya da nezle-grip sırasında orta kulakla ilgili sorunlar yaşanabilir; orta kulak basıncı bozulabilir veya kulak zarının ardında sıvı toplanması (efüzyonlu otit) meydana gelebilir. Bunlarda kulak kanalına yapılan uygulamalar anlamsızdır. Bu şekilde sayısız örnek verilebilir.

Yaz aylarında deniz ve havuzlara girilmesiyle birlikte kulak kiri ıslanıp şişebilir veya kulak kanalı enfeksiyonları (yüzücü kulağı) olabilir. Yukarıdaki olasılıkların da bunlarla beraber veya tek başlarına bulunabileceği akılda tutulmalıdır. Kulağı tıkanan bir kişinin mutlaka bir doktora, mümkünse KBB Uzmanına başvurması gerekir. Tahmin yürütmek yerine, kulak kanalı muayene edilerek görülmelidir. Kulak kiri veya iltihaplanma varsa bunlar mikroskop altında aspiratörle (vakumla) temizlenebilir ve ardındaki kulak zarı gözlenebilir. Bu şekilde kulak zarı ve ardı değerlendirilebilir; orta kulak basıncı ve işitme ile ilgili testler yapılabilir. Böylelikle kulak tıkanıklığının sebebi bulununcaya kadar araştırmalar ilerletilebilir ve zamanında, doğru tedavi planlanabilir.

Yazının devamı...

Polipli sinüzit

Polipli sinüzit hastalığı, hangi tedavi yapılırsa yapılsın tekrarlama olasılığı bulunan bir sinüzit çeşididir. Tıpta “nazal polipozis” adıyla da bilinir. Poliplerin yumuşak doku yapılı olması ve üzüm salkımına benzemesi nedeniyle, bazen halk arasında hatalı şekilde, burun eti olarak da ifade edilebilir. Oysa burun etleri, “konka” dediğimiz normal anatomik yapılardır. Polipler, burun etleri ve geniz eti birbirinden farklı oluşumlardır.

Polipler burun boşluğunu doldurabilirler; burun tıkanıklığı ve koku kaybına neden olabilirler. Koku kaybı, beraberinde tat alma duyusunu da etkileyebilir. Sinüs kanallarını tıkadıklarında ise iltihaplı ataklara yol açabilirler. Polipli sinüzit hastalarında burun ve geniz akıntısı, yüzde dolgunluk ve ağrı gibi klasik sinüzit belirtileri de bulunabilir. Baş ağrısı, basınç hissi, horlama ya da burun kanaması gibi farklı yakınmalar da olabilir.

Poliplerin oluşma sebebi henüz tam netlik kazanmamıştır; fakat inflamasyona yol açan durumlarla birlikteliği çok fazladır. Bu hastalık tek başına görülebildiği gibi, alerjik nezlesi olanlarda, astımlılarda, mantar sinüziti olanlarda, bazı kalıtımsal mukoza hastalığı olanlarda ve çeşitli anatomik burun içi bozuklukları olanlarda azımsanmayacak ölçüde birliktelik göstermektedir. Diğer bir deyişle burun/mukoza işlevinin bozulmasına yol açan diğer hastalıklar da polipli sinüzite eğilim yaratabilmektedir. Sigara kullanımı, üst solunum yolu infeksiyonları ve mevsim geçişleri poliplerin artmasına neden olabilir.

Polipli sinüzit hastalığına görünüm olarak benzeyen fakat oluşumu ve tedavisi farklı “antrokoanal polip” ve “inverted papillom” gibi hastalıklar vardır. Deneyimli bir hekim endoskopik muayene ve tetkiklerle bunları genellikle ayırdedebilir.

Alerji ve astımla ilişkili olan polipli sinüzitlerin tedavisinde Alerji Uzmanlarının desteği faydalı olur. Polipli sinüziti olan hastalar, sinüzitlerde kullanılan antibiyotiklerden genellikle fayda görmezler. Bu hastalığın yaygınlığı, ayrıntılı bir burun içi endoskopisi ile belirlenerek, daha farklı ilaçlarla tedavi edilir ve bu hastalarda çoğu kez endoskopik sinüs cerrahisi ameliyatı gerekli olur. İnflamasyonu baskılayan ilaçlar, dekonjestanlar, spreyler ve burun yıkama solüsyonları ile bunların kombinasyonları hastaya özel olarak belirlenir.

Poliplerin bu öncü ilaç tedavileri ile geriletilmesi ve bulguların endoskopik takipler sırasında izlenmesi gerekir. Tomografi de gelinen en son aşamada çekilir. Bu koşullar hastalığın davranışını anlamamızı sağlayarak, ameliyatı doğru planlamamıza ve başarısına katkı sağlar. Ameliyata hazırlık iyi yapıldığında, polipler temizlenirken çevre yapılar korunabilir ve ameliyatın güvenliliği de arttırılmış olur. Kalan sağlıklı mukozanın korunması, burun işlevlerinin devamı için gereklidir.

Polipli sinüzitlerde hastanın başarı şansı büyük ölçüde yapılacak ilk sinüzit ameliyatının etkinliğine bağlıdır. Burada öncelikle ameliyatı yapacak uzmanın bu konudaki eğitim ve deneyim süreci önemlidir. Günümüzde sinüzit ameliyatları endoskoplar yardımıyla yapıldığından özel donanım gerektirmektedir. Polipli sinüzitler için özellikle geliştirilmiş araçların kullanımı belirgin bir üstünlük sağlar. Burada polipleri kontrollü olarak tıraşlamak için kullandığımız shaver adlı cihaz bize yardımcı olur.

Bazı hastaların ikinci kez, hatta üçüncü-dördüncü kez sinüzit ameliyatı geçirmek zorunda kaldıkları yaygın bilinen bir konudur. Polipli sinüzitte poliplerin tekrarlaması her zaman olasıdır. Ancak bu hastalıkta bile, eğer hastanın ilk ameliyatı sinüs işleyişine uygun yapılmışsa, geçmiştekiyle kıyaslanmayacak kadar başarılı olunabilir. Çoğu sinüzitlerden farklı olarak polipli sinüzitlerde ameliyat sonrası yapılması gereken en önemli koruma yöntemi, belirli aralıklarla kontrole gelmektir. Bu sayede uygun tıbbi tedavi desteği ile poliplerin baskı altında tutulması sağlanabilir.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.