SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Ders aldığım anılarım - 2

Bir önceki yazımda başladığım "Ders aldığım anılarım" serisinin ikinci yazısına hoşgeldiniz.. Bu kez estetik cerrahi ile ilgili enteresan anılarımı paylaşıyorum sizinle.. Yalnız emin olun çok daha acayip şeyler başıma geldi. Bunlar burada paylaşabildiklerim sadece..

-----------

KADINLARIN GÜZELLİK UĞRUNA KATLANAMAYACAKLARI ŞEY YOKTUR!!

Benim yaz tatillerinde en büyük zevkim, gittiğim tatil yerindeki turlara katılmaktır. Bilirsiniz böyle tatil yerlerinde tekne turları olur ve kaptan sizi gün boyu o bölgenin en güzel koylarına götürür. Böyle bir tura katılmıştık. Bizim kaptan o gün tekneyi öyle bir koya çekti ki, su buz gibi.. Bırakın denize girip yüzmeyi, ayağımızı sokamıyorduk. "Kaptan, naaptın yaa. Burada denize giremeyiz" şeklinde şikayetler başladı... Özellikle soğuk suya giremeyen bayanlar isyan etti..

Kaptan, baktı ki teknede isyan çıkıyor, hemen eline mikrofonu aldı ve yolculara seslendi: "Sayın konuklarımız, bu koyun çok önemli bir özelliği vardır! Suyu soğuktur, çünkü bu koyda denizin içinden kaynak suyu çıkmaktadır. Burada, bu soğuk suya özgü bakteriler yaşamaktadır ki bu koya özelliğini veren de sudaki bu bakterilerdir. Bu bakteriler sayesinde bu koyun suyu her türlü cilt hastalığına iyi gelir, cildinizin gençleşmesini sağlar, kırışıklıkları giderir!"

Kaptan "...kırışıklıkları giderir!" dedikten hemen sonra teknedeki tüm bayanlar balıklama suya atlamıştı bile.. Ben böyle bir şey hayatımda görmedim! Az önce suyun soğukluğundan şikayet eden ne kadar bayan varsa şimdi suda idi!

Aldığım ders: Kadınlar estetik, güzellik uğruna çok şeye katlanabiliyor..

----------

HASTANIN GERÇEKTEN ESTETİK SORUNUNUN OLMASI, ONUN PSİKOLOJİK SORUNLARININ OLMADIĞINI GÖSTERMEZ. BU ANIM, GENÇ MESLEKTAŞLARIMIN KULAĞINA KÜPE OLSUN...

Bana başvuran bayan daha önce 3 kez burun estetiği geçirmiş ve septum uç kısımdaki kıkırdak fazlasıyla alınmıştı. Yani iki burun deliği arasındaki kıkırdakta eksiklik vardı. Buraya kıkırdak konması gerektiğini, tek kulaktan alacağım kıkırdak yetmezse diğer kulaktan da kıkırdak alacağımı söyledim. Bilgisayarda, resmi üzerinde rötuş yaptım ve ameliyattan sonra nasıl görüneceğini gösterdim. Hastaya ne yapacağımı, neden yapacağımı en anlaşılır dille anlattım ve ameliyat günü planladığımız gibi ameliyatını yaptık.

Kontrole geldiğinde burundaki bandajlar açıldı, bandaj izleri silindi. Hastanın ameliyattan sonraki resimleri alındı.

Ameliyattan önceki ve sonraki görüntülerini yanyana koyup bilgisayarda elde ettiğimiz sonucu kendisine gösterdim. Sonuç tam da planladığımız gibi olmuştu ve hastanın memnun olmasını bekledim.. Ama bayan resimlerini görür görmez bana o bölgeye koyduğum kıkırdakların alınmasını istediğini, eski görünümünü sevdiğini, iki burun deliği arasındaki kısmın tekrar çökertilmesini istediğini söyledi.. Bunu duyduğum an, şaşkınlıktan ağzımın açık kaldığı nadir anlardan biridir. Mesleğimiz gereği gerçekten çok ekstrem durumlarla ve çok enteresan insanlarla karşılaşıyoruz; ama bu hasta karşısında istemsiz olarak ağzım şaşkınlıktan açık kalmıştı..

Hastaya sonucun başarılı olduğunu, bana zaten iki burun deliği arasındaki kıkırdakta eksiklik şikayeti ile geldiğini, bunu da giderdiğimizi söyledim. Hastanın isteğini yerine getiremeyeceğimi, eski kötü görünümüne döndüremeyeceğimi söyledim. Hasta son derece sinirli bir şekilde muayenehaneyi terketti.

Aradan 4-5 gün geçti ve aynı hasta geri geldi. Bana 10 ayrı plastik cerrahi uzmanına gittiğini ve hiç birisinin istediği ameliyatı kabul etmediğini söyledi. Tekrar burun septum bölgesine koyduğum kıkırdakları almamı istedi. Bunu yapamayacağımı söylediğimde ise bağırarak parayı bastıracağını ve bu kıkırdakları alacak bir cerrah bulacağını söyledi. İnanılmaz bir öfke ile muayenehaneyi terk etti.

Ben o bayanın bir çok plastik cerraha giderek başarılı sonuçlanmış ameliyatını bozdurmaya çalıştığına eminim. On ayrı plastik cerraha gittim derken on lafını, lafın gelişi kullanmamış olması ve gerçekten 10 ayrı plastik cerraha gitmiş olması muhtemel.. Kim olduklarını bilmiyorum ama, dürüst davranıp para için bu hastayı kabul etmeyen meslektaşlarıma da teşekkür ederim.

Estetik cerrahide başarılı sonuç almanın ana kurallarından biri hastaları doğru seçmektir. Hastaları seçerken psikolojik sorunlarının olmamasına, ne istediğine, hastanın beklentilerinin ne olduğuna ve o hastaya ne yapabileceğimize bakarız. Yalnız, hastanın gerçekten estetik sorununun olması, onun psikolojik sorunları olmadığını göstermiyor. Bu vaka bana bunu öğretti.. Genç meslektaşlarımın kulaklarına küpe olması için burada kısaca bahsetmek gereğini duydum.

Aldığım ders: Bence en tehlikeli hasta grubu budur: psikolojik sorunlarını gerçek bir estetik kusurla kamufle eden hastalar...

------------

BEDEN ALGI BOZUKLUĞU, FARKINDA OLUNMASI VE TEDAVİSİ ZOR BİR DURUMDUR

Bir bayan muayenehaneme burun estetiği isteğiyle gelmişti.. İsteği, burnundaki eğriliğin düzeltilmesi idi. Yalnız bir sorun vardı; o da bayanın burnunun inanılmaz bir şekilde düzgün olmasıydı... Haydi buyurun!

En iyisi hastanın bir resmini alıp bilgisayarda kendisine göstereyim dedim. Böylece burnunun eğri olmadığını görür..

Bir kaç resmini alıp bilgisayara yükledim. Tam önden çekilmiş bir resmini gösterip nesinden şikayetçi olduğunu tekrar sordum.. Eğriliğin düzeltilmesini istediğini söyledi.. Bunun üzerine bir A4 kağıdı alıp ekrandaki hasta resminin yarısını kağıtla kapattım; kağıdın kenarı tam burnun ortasından geçiyordu ve burnun düz olduğu açık seçik görülüyordu. Hastaya eğriliğin nerede olduğunu, neyin düzeltilmesini istediğini sordum; burnunun gerçekten dümdüz olduğunu söyledim. Bana cevabı şu oldu: "Görmüyor musunuz, eğri işte!!" Bunu söylerken, nasıl olur da görmezsiniz, kör müsünüz dercesine bir ses tonu ile söyledi..! Ses tonuyla aşağıladı beni..

Bu hasta dört dörtlük bir "beden algı bozukluğu hastası" idi. Bu hastalar dış görünüşlerini bizim gördüğümüz gibi görmezler. Deforme algılarlar.

Burnunun ortasına cetvel tutup dümdüz bir buruna sahip olduklarını gösterseniz bile hasta halen burnunun eğri olduğunu iddia edebiliyor..

Aldığım ders: Bu hasta bana, hastaya, kendisinde beden algı bozukluğu olduğunu anlatmanın da çok zor olduğunu öğrettti çünkü anlatamadım burnunda sorun olmadığını. Bu hastalar kesinlikle ameliyat edilmemelidir, çünkü düzgün bir sonuç elde etseniz bile o, kendisini sizin gördüğünüz gibi görmeyecektir; ve kesinlikle memnun olmayacaktır.

----------

HASTANIN ŞİKAYETİ O TAHMİN ETTİĞİNİZ ŞEY OLMAYABİLİR

Bazen bir hasta görürsünüz ve hemen ilk gözünüze çarpan estetik kusurdan şikayetçi olduğunu düşünürsünüz; ama aslında sorunu bambaşkadır..

Bursa tıp fakültesi plastik cerrahi polikliniğinde o gün poliklinikçi bendim. Kapıdan bir bayan ve eşi girdi. Bayanın o kadar büyük bir burnu vardı ki, bugün bile, erkek hastalar dahil, o kadar büyük burunlu birini görmedim. Tamam dedim, bir burun estetiği vakası.

Son derece aptalca bir şekilde "İsteğiniz burun estetiği sanırım" diye lafa başladım. Çok şaşırdılar. "Neden?" diye sordular. Hastanın burnu ile ilgili hiç bir şikayeti yoktu. Eşi de, bayanın burnundan memnun olduğunu söyledi. Tüm istedikleri bayanın boynundaki ufak et benlerinin alınması idi.

Aldığım ders: Bu vakada, insanların estetik kusurlarının olmasının, onların bu kusurlardan rahatsız olduklarını göstermediğini öğrendim. Bir insanın çok büyük yada şekilsiz bir burnu olabilir ama bunu hiç dert etmeyebilir. Biz plastik cerrahların amacı, kişileri rahatsız oldukları estetik kusurlardan kurtarmak olmalı. İnsanlar estetik kusurları olsa da, bundan rahatsız değillerse, biz bu kusuru hiç sebepsiz yere kafalarına sokmamalıyız. Bu sadece, hastaların mutsuz olmasına yol açar.

Bu vakadan beri hiç bir hastada söze olası şikayeti ile başlamıyorum; sadece ne gibi bir istekleri olduğunu soruyorum.

Bu noktada şunu da belirtmeliyim; burun estetiği için gelmiş bir hastanın çene ucu küçük ise bu hastaya burun estetiği ile birlikte çene ucuna da büyütme yapılırsa sonucun daha iyi olacağını söylemek gerekir. Hastanın istekleri konusunda biz kılavuz olmalıyız. Bu gibi bir teklif, 'ameliyat satmak' değildir; çünkü burun estetiği ve çene ucu estetiği birbirini tamamlayan ameliyatlardır; kişinin ihtiyacı varsa burun estetiğinin çene ucu estetiği ile birlikte yapılmasını hastaya önermeliyiz. Biz uzman doktoruz, bu konuda bilgimiz vardır; hasta ise çene ucundaki sorun da giderilirse sonucun daha iyi olacağını bilmez. Bu yüzden bu gibi durumlarda hastaya yol göstermeliyiz. Ama, hasta bize burun estetiği için gelmiş olsun. Bu hastaya meme estetiği de önermek 'ameliyat satmaya çalışmaktır'... Bu ikisi birbirlerini tamamlayan ameliyatlar değildir..

------------

HASTAMIN BAŞINA GELENLER

Revizyon ameliyatı yapmamış meslektaşım yoktur; hele burun estetiği söz konusu ise.. Burun estetiklerinde yaklaşık 10 hastadan birinde revizyon ihtiyacı olur. Bu oran tüm dünyada da böyledir. Pek tabii benim rinoplasti vakalarımda da revizyona ihtiyacı olanlar çıkıyordu (2010 civarında burun estetiğini bıraktım). Bir revizyon vakam ameliyat için geri geldiğinde revizyon ameliyatını planlamak için bir arkadaşımın da fikrini almak istedim. Hastamı randevu alarak bu arkadaşımın muayenehanesine gönderdim. Daha sonra bana uğrayan hastamın anlattıkları çok komikti..

Hastam; diyelim ki adı Ahmet Mehmet olsun. Arkadaşımın muayenehanesine gitmiş ve sekretere adını söylemiş; ben Ahmet Mehmet, doktor bey beni bekliyordu diye.. Adını söyler söylemez arkada, bekleme salonunda oturan 2 sivil polis hemen kolundan tuttukları gibi hastamı yan odaya almışlar ve bayağı bir sorgulamışlar. Olayın aslı sonradan anlaşılmış..

Meğer benim hastamla (adına Ahmet Mehmet demiştik ya.) aynı isim soyadında başka bir hasta, daha önce arkadaşım olan plastik cerraha ameliyat olmuş. Bu adam meğer aranan birisi imiş ve geçirdiği ameliyat görünüşünü değiştirecek kadar kapsamlı imiş. Bu yüzden kontrole gelir diye ekipler orada gün boyu nöbet tutuyormuş. Benim hastam da gidip adını söyler söylemez (aranan kişi ile aynı isim soyadında), polisler aradıkları şahıs zannederek onu hemen yan odaya sorguya almışlar..

Aldığım ders: Bu olay da gösteriyor ki, kanunen bir zorunluluğumuz yoksa da görünümü değiştirecek kadar kapsamlı bir ameliyat yapacaksak, hastanın aranmadığından emin olmalıyız..

--------------

ESTETİK AMELİYAT OLACAKSINIZ... KENDİNİZ İÇİN OLDUĞUNUZA EMİNSİNİZ DEĞİL Mİ?

Bir gün bir bayan muayenehaneme başvurdu. Bacak estetiği olmak istiyordu ama silikon implantla bacak şekillendirme değil. Zaten silikon implantla bacak şekillendirme ameliyatını başka bir klinikte olmuştu. Benim de aklıma ilk gelen, yapılan ameliyatın sonucunda kötü bir görüntü oluştuğu ve hastanın revizyon amacıyla bana başvurduğu oldu. Arada bir, başka kliniklerde yapılmış ve kötü sonuçlanmış bacak estetiği vakaları bana başvuruyor. Bu vakaları revizyon ameliyatına alıyorum ve bazen implantları çıkarıyorum, bazen de yeni ve daha uygun olanlarla değiştiriyorum.

Bu bayan, implantların çıkarılması için bana başvurmuştu. "Bacaklarınızı görebilir miyim?" dediğimde şaşkınlığım daha da arttı. Yapılan ameliyat oldukça güzel bir sonuç vermişti ve hastanın bacaklarında hiç de kötü bir görünüm yoktu. "Neden bacak implantlarını çıkarttırmak istediğini" sorduğumda bana çok dramatik bir hikaye anlattı. Evli iken kocası sürekli bacaklarının inceliğinden şikayetçi imiş ve sonunda bayan bu ameliyatı olmuş. Yani bacak implantları ile bacak şekillendirme ameliyatını sadece kocası için olmuş. Daha sonra ise boşanmışlar. Bayan artık kocasını hatırlatan hiç bir şeyi hayatında istemiyordu ve bu implantlardan bir an önce kurtulmak istiyordu. Ben, bacaklarının son derece iyi göründüğünü ve implantları çıkarmak için tıbbi bir sebep olmadığını, hazır böyle güzel bir sonuç alınmışken kalabileceklerini belirtsem de bayan "Bu implantlardan bir an önce kurtulmak istiyorum" şeklinde isteğini tekrarladı. Hatta, ameliyattan sonra implantları alabileceğini söylesem de istemedi ve "Atın onları" dedi.

Bu bayan evliyken bana gelse ve durumunu anlatıp bu ameliyatı olmak istese, 'Bu ameliyatı olmayın' derdim. Çünkü tecrübe ile sabit: "Estetik ameliyatı sadece kendi isteği ile olan hastalar memnun olur. Başkasının telkinleri ile zoraki böyle bir ameliyat olan hastalar ise eninde sonunda mutsuz oluyor; hatta bu örnekteki gibi ameliyat iyi sonlanmış olsa bile hasta eski haline dönmek isteyebiliyor."

Aldığım ders: Ayrıca bu örnekteki gibi, eşin bu tarz şikayetleri (bacakların ince, saçın dökük, göbeğin var, göğüslerin küçük gibi) genellikle bahane oluyor. Boşanma olacaksa estetik ameliyat olmak bunu önleyemiyor.

Yeri gelmişken şu noktaya da dikkatinizi çekeyim: Estetik ameliyat olmak boşanmayı önlemediği gibi, boşandıktan sonraki dönemde de (kısa vadede) estetik ameliyata karar vermek pek doğru bir karar değil bence. Boşanma olayı kişide (ilk başlarda fark etmese de) ciddi bir travma yaratıyor ve iz bırakıyor. Bu yüzden boşanmanın hemen ardından estetik ameliyata karar vermek bence pek doğru bir karar değil. Biraz zamana bırakın. Travmanın etkilerini bir atlatın, zihninizde sular durulsun, daha sağlıklı düşünmeye başladığınızda, hayatınıza yeni bir yön verdiğinizde estetik ameliyat olmayı tekrar düşünebilirsiniz; ama hemen boşanmanın peşinden estetik ameliyat olmaya karar vermek, sarhoşken söz vermeye (yada senet imzalamaya) benzer. Uzun vadede memnuniyetsizlikle sonuçlanma ihtimali fazladır. Yıllar önce İngiltere'de çok sayıda şubesi olan bir estetik cerrahi klinikleri zinciri, "yeni boşanmış kadınlar için özel estetik ameliyatları kampanyası" yapmıştı. Çok sayıda estetik ameliyatı uygun bir fiyata yapıyorlardı. Bence iğrenç bir pazarlama numarası idi. Boşanmanın travmasını atlatamamış, daha yeni boşanmış kadınları kendine gelmeden, şaşkınken kandırmaktan başka bir şey değildir. Zaten İngiliz plastik cerrahi derneği o estetik kliniği zincirini kınadığını açıklamıştı.. Biz tüccar değiliz, doktoruz. Amacımız para kazanmak olsa da ondan daha da önemlisi doğru hastaya doğru ameliyatı doğru zamanda yapmak olmalı. Psikolojik bir travma atlatmış birine o dönemde estetik ameliyat yapılmamalı.

------------

Estetik cerrahi üzerine ilginç anılar bitmez. Gelecek yazıda estetik cerrahi anılarıma devam edeceğim. Gelecek yazı sanırım daha ilginç olacak.. Özel sağlık kurumlarında karşılaştığım "Uğur Dündarlık" olayları ise 4. yazıda paylaşacağım sizinle.. Görüşmek üzere..

Op. Dr. Oytun İdil

0533 5690649

oytunmd@gmail.com

www.peniscerrahisi.com

www.kozmetikcerrahi.com

Yazının devamı...

Ders aldığım anılarım - 1

Yıllar önce web sitemde ilginç anılarımı yazıyordum. Çok ilgi çekiyordu. Bir ara kitap haline getirmeyi düşündüm ama işten güçten hiç vakit olmadı bunları derlemeye. Tıp konularından zaman buldukça burada bu anılarımı da paylaşmaya karar verdim. Zaten tıbbi konularda çok yazmaya değer bir şey olmadıkça yazmıyorum. Aralarda bu tarz şeyler yazmam eminim hoşunuza gidecektir. Başlayalım... En baştan... Tıp fakültesi 1. sınıf...

-------------

OKUL MU, HASTANE Mİ?

Tıp fakültesine gelen lise mezunu her genç, mutlaka travmatik bir olay yaşar ve geldiği yerin aslında sadece bir okul olmadığını; orada gerçekleşen olaylarda insan hayatının söz konusu olduğunu öğrenir.. Ben de 'olayın ciddiyetini' hocalarımdan birinden yediğim güzel bir fırça sayesinde öğrenmiştim..

Tıp fakültesi 1. sınıf öğrencileri acil servislere pek meraklıdırlar. Asıl 'aksiyon' oralarda olmaktadır ve acil servislerde öğrenilecek çook şey vardır.

Daha birinci sınıfta iken biz de takıldık acil servislerde salak salak. Daha neyin ne olduğunu bilmiyoruz, ortalıkta takılıp acil çalışanlarının ayaklarına dolanıyorduk. Kimse de hevesimizi kırmamak için 'burada ne yapıyorsunuz veletler, sizin için daha çok erken buralarda takılmak' falan demiyordu..

Bir gün dahiliye aciline bir hasta getirdiler. Adam sedyede hareketsiz yatıyor. Başında da hocalarımızdan biri kara kara düşünüyor, hastanın tahlil sonuçlarını okuyor, hastanın koma durumunun sebebini çözmeye çalışıyordu.

Dedim ya size, yeni tıp öğrencisi olayın ciddiyetini bilmez. İllaki travmatik bir olay yaşayacak da tıbbiyenin liseden farklı olduğunu öğrenecek.

Ben tuttum, çok şey biliyormuş gibi hastanın başındaki hocaya şöyle bir şey sordum: 'Hastanın hemogramı nasıl hocam?'

Sen kimsin ki acildeki hastayı hoca ile birlikte konsülte ediyorsun! Dünkü liseli.

Hoca bana son derece sakin ve buz gibi soğuk bir ses tonuyla: "Önce susmayı öğrenin" dedi. Bunu söylerken yüzümüze bakmadı; halen hastaya bakarak düşünmeye devam ediyordu. Eminim ki bizi kovmasını engelleyen tek şey 'hevesimizi kırmak istememesi' idi.

O gün 'olayın' ciddiyetini kavradım. Tıp fakültesi basit 'okul'dan öte bir şeydi. Lise bitmiş, gerçek hayatla yüz yüze gelmiştik. Hem de ölüm kalım savaşlarının yaşandığı acil servisin ortasında! Hocamız, çok nazik bir fırça ile bunu yüzümüze vurmuştu..

Alınacak ders: Tıp şakaya gelmez. İnsan hayatı söz konusudur..

-------------

YARDIMSEVER "İNTERN" ABİLER

Çapa'da ilk yılımız. Tıp birinci sınıf öğrencileri olarak en çok acil servis ilgimizi çekiyor. Orada her gece bir olay, bir aksiyon... Kapıda bir sürü muhabir, her an olabilecek olaylar için hazır bekliyor. Orada olmak demek, hekimliği tam anlamı ile solumak demek.

Bir gece acile gittik. Bir kaç "intern" abi bize kol kanat gerdiler. Aldılar bizi acili gezdirdiler. Acilde hastalara nasıl dosya çıkıyor, kan nasıl alınıyor, kalçadan, damardan iğne nasıl yapılıyor, hepsini anlattılar, gösterdiler. Bizde de bir iştah, hemen saldırdık olaya. Hemogram nasıl alınır, nasıl bakılır, damar yolu nasıl açılır vs hepsini öğrendik. Sonra gelen hastaları bize bırakmaya başladılar. Hasta geliyor, hemen tansiyonuna bakıyoruz, kan alıyoruz, dosyasını dolduruyoruz ve acildeki asistan abilere, ablalara hastamızı sunuyoruz. İşler o kadar zevkli geliyor ki bize, bir süre sonra acilde bize işleri öğreten intern abilerin ortadan kaybolduklarının farkında bile değiliz. Saat gece yarısı 1-2 gibi işler azalıyor, ve biz farkına varıyoruz. İnternler saatler önce arazi olmuşlar; sabah erkenden, hocaların vizitinden önce geliyorlar. Bizimse canımız çıkmış.

Tıp fakültesinde işler böyle yürüyor. Angaryalar her zaman kıdemi en az olana yıkılıyor. Kıdem arttıkça angarya azalıyor ama bu kez de sorumluluklarınız artıyor. Kıdemsizler her zaman bir an önce kıdemli olup angaryadan kurtulmak ister; kıdemliler ise çok problemli vakalar karşısında -zaman zaman da olsa- 'keşke şimdi kıdemsiz olup sadece angarya ile uğraşsaydım' derler.

Alınacak ders: "Tıbba girdiysen, geçen her sene sorumlulukların artar. Bundan kaçış yok"

-------------

İLK SERUM TAKIŞIM - KİMSE ÖLMEDİ, MERAK ETMEYİN

Çapa'da henüz 2. sınıftayım. Acile takılıyoruz. Hepimiz çok istekliyiz, serum takmayı, kan almayı, hematokrit bakmayı öğreneceğiz.

Bir hastayı bana verdiler, "serum takılacak, damar yolu aç" dediler.

Defalarca seyretmiştim zaten anjiokat takmayı. "Ne olacak, yaparım" diyordum. Aldım anjiokatı, damara girdim. Anjiokatı flasterle sabitledim. Serumu taktım. Aaa! O da ne! Serum damaryolundan aşağı gideceğine serum setine kan dolmaya başladı. Kan, yavaş yavaş serum şişesine doğru aşağıdan yukarı ilerlerken intern abilerden birini çağırdım. Abi geldi, "Hoppalaa, damaryolunu takmışsın, iyi güzel de, hastanın kolundaki turnikeyi çözmemişsin" dedi. Koldaki turnike, koldaki kanın geri dönüşünü engellediğinden kan serum setine doğru akıyordu. İntern abi, turnikeyi çözer çözmez bu sefer adım adım serum şişesine ilerleyen kan, gaza bastı ve serum şişesine hızla dolmaya başladı. İntern abi "valla bravo, ilk seferde toplardamara değil, atardamara girmişsin" dedi. Aslında atardamara girdiğimden kolda unuttuğum turnike kanın anjiokatten serum şişesine akmasını bir nebze engelliyordu, biz turnikeyi açar açmaz serum şişesine hızla kan dolmuştu.

Alınacak ders: İlk seferde her türlü hatayı yaptıysanız, hatalar aklınıza kazınıyor, bir daha aynı hataları yapmıyorsunuz. İlk seferde atardamara girmek de ayrıca bir başarıydı; bunu da belirteyim.

-------------

ACİL DOKTORLARINI İSTİSMAR EDEN HASTALAR

Çapa Tıp Fakültesi'nde, 5. sınıfta çocuk hastalıkları stajındayız. Çocuk hastalıkları polikliniğinde asistan abi ve ablalarımızla hasta bakıyoruz. Dışarıda şakır şakır yağmur yapıyor, kıyamet kopuyor. Bu arada o dönem çocuk kliniğinde çok acayip doktorlar olduğunu belirteyim. Biri Cerrahpaşa birincisi, biri Çapa Tıp Fakültesi birincisi, biri uzmanlık sınavına girdiği senenin TUS birincisi... Ortalık "birinci" kaynıyor.

Polikliniğin kapısı açıldı ve üstü başı eski, yamalı kıyafetli bir bayan yanında 3 çocukla içeri girdi. Hemen başladı yoksul muhabbetine "Üstte yok, başta yok... Sabahtan beri yollardayız, ta bilmem nereden yürüyerek geldik. Parasız bakabilir misiniz? İlaca bile verecek paramız yok!"

Asistan abiler kadının durumuna acıdılar, ücretsiz muayenelerini yaptılar. Dolaplar araştırıldı, firmalardan gelen eşantiyon ilaçlardan ihtiyaçları olan ilaçlar da verildi. Tam poliklinikten çıktılar, asistan abilerden biri kulağıma fısıldadı: "Koş, şunları gizlice takip et. Nereye gidiyorlar bak."

Gidenleri takip edince gördüm ki, hemen polikliniğin kapısından taksiye bindiler. Meğer asistan abimiz, son dakikada kadının ve çocukların üstlerinin kuru olduğunu fark etmiş. Halbuki kadın, ta bilmem nereden sabahtan beri (şakır şakır yağan yağmur altında) yürüyoruz diyordu. Sonradan öğrendim ki böyle yalan söyleyerek hiç para harcamadan muayeneyi, ilacı bedavaya getiren istismarcılar çokmuş.

Alınacak ders: İstismarcı hastalara karşı uyanık olmak tıp fakültesinde eğitimin bir parçasıydı.

-------------

YÜZ HATLARININ ANALİZİ BENDE ALIŞKANLIK OLMUŞ

Bazen kendi alışkanlıklarım beni de şaşırtıyor. Bu olay, daha plastik cerrahi aklımda yokken, Çapa Tıp FakültesiEnde 4. sınıfta okurken çocuk stajı sırasında başıma geldi. Devamı da yıllar sonra ihtisas yaparken Bursa da.

İstanbul Çapa Tıp Fakültesi'nde 4. sınıfta, çocuk stajı yaparken çocuk hastalıkları polikliniğinde asistan abi ve ablalarımızla hasta bakıyorduk. Polikliniğe getirilen bir çocuğun anne ve babası dikkatimi çekti. Hani derler ya tencere düşmüş kapağını bulmuş diye. O çocuğun da annesi ve babasının yüz yapıları dikkatimi çekti, birbirlerine inanılmaz benziyorlardı. Fiziken bu kadar benzeyen kişilerin birbirlerini bulup evlenmiş olmaları ilgimi çekmişti. O zamanlar kardioloji ihtisası yapmayı düşünüyordum ve plastik cerrahinin 'p'si aklımda değildi; ama içimden gelen bir refleksle insanların yüz hatları, deformiteleri, neden çekici ya da çirkin oldukları ilgimi çekiyordu, yüzlerini inceliyordum. O sırada yıl 1991-92 falan olması lazım.

Aradan yıllar geçti, Bursa'da plastik cerrahi ihtisası yapıyordum. Sanırım 5. yılım falandı ve yıl 1999 idi. Acile bir vaka için gitmiştik. Gördüğümüz vaka kıdemsiz asistanın halledeceği bir şey olduğu için vakayı ona bıraktım ve acilin deskinde atılan dikişin bitmesini bekledim. Bu sırada bir çift çocuklarını acile getirdi.

Bu çift ve çocukları, 1992 (1991 de olabilir) yılında Çapa acilde baktığım çocuk ve ailesi idi. Hemen acil hekimi ile konuştular ve çocuk hastalıkları uzmanını beklemeye başladılar. Ben de şüphe içinde yanlarına yaklaşıp kendi çocuklarına yıllar önce Çapa Tıp Fakültesi'nde bakmış olup olamayacağımı sordum.

Acayip şaşırdılar. Gerçekten bu aile, o aile idi. İlk gördüğümde bebek olan çocuk artık ilkokul çağında idi. Aradan yıllar geçtikten sonra, başka bir şehirde aynı hasta ile karşılaşmak ve onu hatırlamak gerçekten sıradışı bir olay. Ne güçlü hafızanız var falan dediler.. Aslında hafızam güçlü değildir ama yüz yapısı özellikli olan kişiler hafızamda yer ediyor. Yüzlere bakarken oranlamak, defektleri incelemek bende eskiden beri bir alışkanlık haline gelmiş bir şey. Hatta daha plastik cerrahi ihtisası aklımda yokken bile bu alışkanlığım vardı.

Alınacak ders: Estetik cerrahide hastanın muayenesi, siz kapıdan girdiğinizde başlar. Doktorunuz yüz hatlarınızı, oranlarını inceler (yüz estetiği açısından), göbeğinizde, bel yanlarında fazla yağlanma var mı diye bakar (liposuction vs), saçlar ne durumda bakar (saç ekimi açısından)..

-------------

"PLASTİK" CERRAH?

Bu kısa anımla bu yazıyı bitireyim.

Bir gün bir arkadaşım beni bir tanıdığı ile tanıştırdı. "Bu arkadaşım Oytun, kendisi plastik cerrahtır" dedi.

Tanıştırdığı adam bana doğru usulca yaklaştı, parmağının ucu ile bana dokundu ve şöyle dedi: "Halbuki bayağı gerçeğe benziyor!"

:-P

------------

Eğer bu anılarımı sevdiyseniz, devamını da yazayım. Gelecek yazıda estetik cerrahi üzerine olan anılarımdan örnekler yazmayı düşünüyorum. Hatta 3. yazıda da karşılaştığım, skandal denebilecek "Uğur Dündar'lık" olayları yazmayı düşünüyorum. Bana WhatsApp ile ya da e-mail ile düşüncelerinizi yazarsanız sevinirim.

Op. Dr. Oytun İdil

0533 5690649

oytunmd@gmail.com

www.peniscerrahisi.com

www.kozmetikcerrahi.com

Yazının devamı...

Estetik mağduru olmamak için..

Yakın zamanda bir dergi (Tüketici dostu) ile "estetik mağdurlarının hakları" üzerine bir röportaj gerçekleştirdim. Bu konuyu biraz daha genişçe, örneklerle yazıya dökmeye karar verdim. Bu konuda en çok merak edilen, hastanın hakkını nasıl arayacağı. Hasta, doktorunu kime şikayet edebilir? Hakkını aramak için nereye başvurmalı? Tazminat alma şansı nedir? Hastanın hakları nelerdir? Avukatlar, tüketici haklarını koruma dernekleri vs. bu sorulara cevap arıyor. Bence bunlardan önce cevaplanması gereken, daha önemli başka sorular var. Örneğin:

1) Hastaların sorumlulukları nelerdir?

2) Hastalar mağdur olmamak için ne yapmalı?

Öyle ya, herkes "hasta hakları" deyip duruyor; ama hasta haklarından önce "hastanın sorumlulukları" geliyor bana kalırsa. Emin olun bir hasta mağdur olmuşsa bunun sorumluluğunun bir kısmı hastanındır. Hastalar öyle ciddi yanlışlar yapıyorlar ki, sonunda mağdur olunca hemen işlemi yapan doktorun yakasına yapışıyor; ama kendi yanlışlarını görmezden geliyor. Bunları madde madde yazayım yine; okuması kolay olsun.. İçimden bir ses, bu yazının biraz uzun olacağını söylüyor. Son paragrafta özet geçeceğim, okumaya üşenen varsa direkt son paragrafı okusun lütfen..

- Hastanın sorumlulukları: Bu konu her zaman (lafın gelişi demiyorum, gerçekten herrr zaman!) göz ardı ediliyor. Neden? Çünkü yapılan bir estetik uygulamanın yada işlemin sonuçlarından her zaman 100% doktor sorumlu tutuluyor. Yok böyle bir şey. Böyle bir dünyada yaşamıyoruz! Hasta, kendi isteği ile gelip bir işlem yaptırıyorsa hastaya düşen sorumluluklar da var. Ben hasta-doktor ilişkisini evliliğe benzetiyorum. Nasıl ki evlilikte her iki tarafın da sorumlulukları oluyor, hasta-doktor ilişkisinde de sorumluluk tek tarafa ait değildir. Hastanın, yapılan işlemin sorumluluğunu doktoru ile birlikte paylaşması gerekir. "Ben kendi isteğim ile geldim, şu işlemi istiyorum ama bir sorun çıkarsa sen sorumlusun". Böyle bir dünya yok maalesef. Hastaların doktorlarını doğru seçmek, yapılacak işlemle ilgili yeterince araştırmak ve doktorundan bilgi almak gibi sorumlulukları vardır. Bu kadar da değil. Doktorun ameliyat / işlem sonrası önerilerine uymak, kontrollerine zamanında gelmek, iletişimi kesmemek gibi sorumlulukları da vardır. Doktor seçimi zor, biliyorum; ama en azından doğru uzmana gidiniz. Son yıllarda estetik cerrahinin artan popüleritesi yüzünden tüm diğer uzmanlık dalları estetik cerrahiye merak saldı. Meme kanseri ameliyatı yapan genel cerrahlar meme estetiği yapmaya başladı. Uzmanlık eğitimi sırasında göz küresinin hastalıklarını öğrenen göz hastalıkları uzmanları, göz kapağı estetiği yapmaya başladılar. Halbuki bir organın anatomisini bilmek, hastalıklarını tedavi etmekle o organın estetik ameliyatlarını yapmak tamamen farklı şeyler. Plastik cerrahi uzmanları 6 yıllık ihtisasları boyunca aldıkları eğitimde her vücut bölgesi için ayrı bir estetik anlayış öğreniyor. Ameliyat sırasında doğru sonuca varmak için doğru teknik düşünce tarzını öğreniyorlar.

Örnek vereyim: En basitinden göz hastalıkları uzmanlarının merak saldığı göz kapağı estetiğini ele alalım. Göz kapağı estetiği yapmak için cerrahın göz anatomisi bilmesi yetmez. Olay sadece göz ve göz kapakları ile sınırlı değildir. Göz kapakları sarkık bir kişi, istemeden kaşlarını kaldırır, bu şekilde sarkmış gözkapaklarını da kaldırmaya çalışır. Kaşlarını yukarıda tuttuğu için alnı kırışır. Bu gibi kişilerde sadece gözkapağı estetiği yapılırsa yanlış olur, çünkü gözkapağında sarkıklığı giderilen hasta, artık kaşlarını kaldırmaz. Kaşlarını kaldırmaya gerek duymaz. Bu yüzden ameliyattan kısa süre sonra kaşları düşer. Yani bu hastalar ele alınırken gözkapağı, kaşlar, alın, birlikte değerlendirilmelidir. İşte plastik cerrahların 6 yıl aldıkları eğitimin bir kısmı, hastayı bütünsel olarak ele alıp yapılan estetik girişimin sonuçlarını önceden görebilmektir. Bir göz doktoru bunu yapamaz. Bu eğitimi alabilmesi için göz hastalıkları eğitiminin üzerine 6 yıl da plastik cerrahi eğitimi almalıdır. Estetik mağduru olmak istemeyen hastaların birinci "sorumluluğu" estetik cerrahi için bir plastik cerraha başvurmaktır. Doğru plastik cerrahı bulmak ayrıca zordur, kabul ediyorum; ama estetik ameliyat için genel cerrah yada göz doktoru yerine bir plastik cerrahı tercih etmek de zor değildir herhalde. Hem de daha akılcı olduğunu inkar edemezsiniz. Bakın, size ABD de yaşanmış bir olayı anlatayım. Bir kadın, kendini estetik cerrah olarak tanıtan bir doktora meme büyütme ameliyatı oluyor. Ameliyattan sonra memelerin görünümü tamamen farklı. Biri yukarı bakıyor, biri aşağı bakıyor. Doktoru ile olayı çözemiyor ve dava açıyor. Mahkemede doktorunun aslında göz doktoru olduğunu öğreniyor. Bu, yaşanmış, haber kaynaklarına geçmiş bir olaydır. Gördüğünüz gibi bu işler ABD de bile arap saçına dönmüş durumda. Bu yüzden doğru uzmana başvurmak, estetik mağduru olmak istemeyen hastaların bir numaralı sorumluluğudur. Doğru uzmana başvurmak ve ameliyat hakkında doğru bilgilenmek, zaten bir sorun çıkma ihtimalini oldukça düşürecektir.

- Tıpta garanti olmaz!: Hastaların düştüğü bir yanlış da estetik ameliyat olurken sonucun garantili olmasını istemeleri. En baştan, net olarak söyleyeyim, hatta büyük harflerle yazayım: TIPTA GARANTİ OLMAZ! GARANTİ VEREN BİR DOKTOR KESİNLİKLE YALAN SÖYLÜYORDUR!

Tıpta neden garanti olmaz? Çünkü yaşadığımız bu dünyada adına "komplikasyon" ve "bünye" denen şeyler var! Komplikasyon, kısaca tıbbi bir işlem sonucunda "istenmeyen ve beklenmeyen sorunlar" demektir. En basitinden, her ameliyatta dikişlerde açılma, kanama, enfeksiyon gibi sorunlar ortaya çıkabilir ve bunlara "komplikasyon" deriz. Hiç bir cerrah, hastalarında bu sorunlarla karşılaşmak istemez ama adı üstünde, bunlar zaten "istenmeyen ve beklenmeyen sorunlar"dır. Komplikasyon, hayatın bir gerçeğidir. Hatta ameliyattan önce hastaların imzaladıkları "aydınlatılmış onam formu"nda bu komplikasyonlar yazılıdır. Hasta, onam formunu, "bu riskler bana anlatıldı, formdan da okudum, anladım" diyerek imzalar. Hasta, onam formunu imzalayarak zaten ameliyatın risklerini kabul etmiş ve sorumluluğu doktoru ile paylaşmıştır. Bu gerçekler ortada iken "garanti istemek ve doktorun garanti vermesi" son derece saçmadır. Gerçekçi değildir. Lütfen doktorunuzdan garanti isteyerek kendinizi kandırmayın. Ameliyatın sorumluluklarını doktorunuzla birlikte üstlenmek yapılacak en doğru şeydir. Bunun için biraz çaba gösterip ameliyat hakkında iyi bir araştırma yapmalı, bilgilenmelisiniz. Hatta birden çok doktorla görüşüp bir kaç farklı görüş almalısınız. Ameliyattan sonra "Mağdur oldum! Doktorumu nasıl cezalandırırım?" diye oraya buraya koşturmaktan daha faydalıdır. Maalesef hastalar çocuk gibidir. Neden mi? Aşağıda anlatmaya devam ediyorum..

- Hastalar doktorunu yönlendirmeye çalışır: Profesyonel bir cerrah kesinlikle olayları hastasının yönlendirmesine izin vermez. Vermemelidir. İpleri hastaya bırakmak tam bir amatör cerrah işidir. Hastalar sıklıkla doktorunu yönlendirmeye ve normal prosedürlerin dışına itmeye çalışır. "Şu tahlili de yapmasak.. İmplant olarak şunu öneriyorsunuz ama ben onu değil, bunu istiyorum. Şu işlem olmazsa sonuçtan tatmin olmayacağımı söylüyorsunuz ama ben o işlemi istemiyorum. Şunu dediğiniz gibi yapmayalım, ben şöyle istiyorum..." Bazı hastalar gerçekten çocuk gibidir. Cerrahi kurallara aykırı da olsa bir çok kez cerrahı kendi istediklerini yapmaya zorlar. Benim 20 yıllık uzmanlığımda öğrendiğim net bir şey varsa o da "hastaların isteklerini dinlemek ama cerrahi kurallar çerçevesinde ipleri hastaya bırakmamaktır".

Size bu konuda güzel bir örnek vereyim. Genelde hastanelerde doktor yakınlarında ve hasta olarak gelen doktorlarda sorun yaşanır. Bu kişilerde her türlü sorun, komplikasyon olur. Neden, biliyor musunuz? Çünkü hasta doktor yada bir doktor yakını olunca, hastaya torpil geçilir ve genel prosedürlerin dışına çıkılır. Şu tahlile gerek yok, şu film çekilmese de olur denir.. Hasta tam anlamı ile hazırlanmadan ameliyata alınır.. Çabuk olsun diye belki ameliyat planı bile hızlıca yapılır. Kesinlikle bir şeyler atlanır ve sorun yaşanır. Doktorunuzu yönlendirmeye çalışmayın. Ne gerekiyorsa, ameliyat neyi gerektiriyorsa kabul edin. Fikrinizi söyleyin tabii, ama doktorunuzun şart koştuğu şeylere itiraz etmeyin. Geçenlerde bir tıp öğrencisi (intern, son sınıf öğrencisi) bana hasta olarak geldi, muayene oldu. İlk dakikadan beri hiç bir konuda anlaşamadık. Ne dediysem itiraz ediyor, ben şunu öyle istemiyorum, şöyle yapın, onu öyle istemiyorum, benim dediğim gibi yapın falan diyor. İstediği şeyler de tıbbi gerekliliklerin dışında şeyler. Yapılması gereken şeyleri ben istemiyorum, yapmayın diyor. En son "ücreti ameliyattan sonra veririm, önce vermem" dediğinde artık cinlerim tepeme çıktı. Biz bir ameliyat yaptığımız an bir çok yere borçlanıyoruz. Vergi dairesi, ameliyatı yaptığımız hastane, personelimiz, anestezi ekibi... Tüm bunlara borçlanıyoruz. Bu yüzden, ücret ameliyata girmeden alınır; kuraldır. Bu arkadaş "ücret ameliyattan sonra veririm" deyince ipler koptu. Kendisine dedim ki: "Sen Matrix filmini izledin mi? Orada bir replik var: Our way, or the highway? Ya bizim kurallarımızla oynarsın, ya da buyur kapı orada (kibarcası)". Gitti tabii... Doğrusu buydu. O hasta hiç ameliyat edilecek bir hasta değildi, çünkü ameliyatı kusursuz yapsanız bile sorun yaşanması 100% idi. İletişim kuramadığınız, her şeyi yönlendirmeye çalışan, hiç bir cerrahi kuralı kabul etmeyen bir hasta sizinle ameliyatın sorumluluğunu da paylaşmaz. Sorun yaşanması kesindir. Sonra "mağdur oldum" diye tüm sorumluluğu size yükler. Çok tehlikeli hastalardır bunlar. Böyle bir hasta, tecrübesiz ve paraya sıkışık (hasta potansiyeli az) genç bir cerraha denk geldiğinde, doktorunu her şeye ikna edebilir. İşte size bir felaket senaryosu. Genç cerrah arkadaşlar umarım bu yazımı okur, bu anlattıklarım kulaklarına küpe olur. Bugüne kadar kuralların dışına çıkmamakla hiç bir şey kaybetmedim. İletişim kuramadığım bu gibi hastaların gitmesi de benim için kazançtır. Yaşanması muhtemel bir çok sorun daha baştan bertaraf oluyor.

- Hastalar işlemi daha ucuza halletmeye çalışır: Bir örnek vereyim. Çok örnek var ama bu en uç olanlardan biri. Yıl 2006-2007 falan... Bir gün muayenehaneye bir kadın geldi. Botoks yaptırmak istediğini söyledi. Ücreti söyledim. Bana "Hayır, yanlış anladınız. Ben botoksu yanımda getirdim. Sizin sadece enjeksiyon ücretine yaptırmak istiyorum. Sonuçta botoks benden oluyor" dedi. Abartmıyorum, ağzım açık kaldı. Neeyy? Botoks yanınızda mı? Nasıl yani derken kadın, işte burada diyerek çantasından bir flakon botoks çıkardı. Bunu nereden aldınız diye sorunca, "iki gün önce eczaneden" demez mi! O yıllarda botoks eczanelerde satılıyordu ve böyle saçma sapan şeyler yaşanıyordu. Soğukta muhafaza edilmesi gereken botoksu eczaneden almış, 2 gündür çantasında gezdiriyor. Botoks tabii ki yanmış resmen; ölmüş. Hastalar genelde eğrisi, doğrusuna bakmaz, yaptıracağı işlemin ucuz olmasını ister. Sonra da estetik faciaları oluyor tabii. Estetik uygulama ya da ameliyatı daha ucuz diye ehli olmayan kişilere yaptırıyorlar, sonra biz bu hastaları akşam televizyonda haberlerde estetik faciası diye izliyoruz.

Son olarak en başta söylediğim gibi özet geçeyim. Hasta mağduriyetinden bahsetmeden önce hastaların sorumluluklarını konuşmamız gerek. Yapılacak işlem hakkında, enjekte edilecek dolgu hakkında iyice araştırma yapıp bilgilenmeliler. Doktor seçiminde titiz olmalılar. En azından estetik ameliyat olacaklarsa gittikleri doktorun plastik cerrahi uzmanı olduğundan emin olmalılar. Tavsiyem, Türk plastik cerrahi derneğinin web sitesinden doktorlarının adını kontrol etmeliler. Orada Türkiye'deki tüm plastik cerrahi uzmanlarının bilgileri vardır. Ameliyattan sonra doktorlarının önerilerine uymalı, söylenen zamanda kontrole gitmeliler. Yine de ameliyatları ile ilgili bir sorun yaşarlarsa mutlaka doktorlarına geri dönüp sorundan haberdar etmeliler. Yine de sorunu çözülemezse o zaman başka bir plastik cerraha gidip ikinci bir fikir alabilirler. Bu aşamada oluşan sorunun bir komplikasyon mu yoksa malpraktis mi olduğunun belirlenmesi gerekir. Hasta, plastik cerraha ameliyat olmuşsa, plastik cerrahi derneğinden yardım isteyebilir, sağlık müdürlüğüne başvurabilir ya da tabip odasına başvurabilir. Sorun gerçekten hastanın bir plastik cerraha ameliyat olmasına rağmen malpraktis olarak görülüyorsa ancak o zaman mahkemeye başvurabilir. Yine de bu çok istisnai bir durum olur. Ben, hastaların yaşadıkları neredeyse tüm sorunların mahkemeye gitmeden çözülebileceğine inanıyorum. Burada asıl amacımız mahkemede doktoru mahkum ettirmek, tazminat ödetmek değil, hastanın mağduriyetini gidermek olmalıdır. Hastalar mahkeme yolunu seçerken genellikle kendilerinin hiç bir sorumluluğu olmadığını düşünüyorlar. Yukarıda yazdıklarımı düşünürseniz, hastaların mağduriyetlerinde kendilerinin de oldukça sorumlu olduğunu görürsünüz. Bu gibi davalarda çoğu zaman doktor tek başına sorumlu değildir. Bu yüzden mahkemelerde bazen hastaların hiç ummadıkları kararlar çıkabiliyor. Öncelikle iletişimi iyi kurmak, gerçekçi olmak, hastaların (ve doktorların) yukarıda saydığım hataları yapmamalarını öneriyorum. Sonra hastanın (varsa) mağduriyetini çözmek odaklı davranmayı öneriyorum. Hem hastalara, hem de doktorlara. Hiç bir hakim, avukat, estetik cerrahiden anlamaz. Sorununuzu çözecek kişi eninde sonunda bir plastik cerrahtır.

Bir iki anımı da anlatayım. Herkesin çok ilgisini çekiyor bu gibi anılar...

Daha yeni gördüğüm bir hasta. Yakın zamanda hastaya başka bir uzmanlık dalından bir cerrah tarafından 3 ameliyat yapılmış. Hasta sonuçtan tatmin olmamış. Benim de yoğun çalıştığım bir alan olduğundan adımı duymuş, ameliyatın neden başarısız olduğunu bana danışmaya gelmiş. Elinde doktorunun verdiği bir ameliyat notu var. Önce notu okudum. İnanılmaz ayrıntılı yazmışlar. Tek tek nereden kesi yapıldığı, kanamaların yakıldığı, nerelere dikiş atıldığı falan ayrıntısıyla yazılmış. Cidden gördüğüm en ayrıntılı ameliyat notlarından biriydi. Hasta bu nota göre ameliyat edilmiş ve sonuç başarısız olmuş. Tuhaf... Çünkü her şey doğru yapılmışa benziyor. Hastayı muayene etmek istedim. Ameliyat bölgesine bakıyorum. Allah Allaahh? Ameliyat notunda bahsedilen 3 ameliyattan ikisine ait dikiş izleri yok! Sağdan baktım, soldan baktım. Yok! Acaba, notu okurken ben mi yanlış okudum dedim. Açık söyleyeyim, kendimden şüphe ettim. Notu bir daha okudum. Yahu satır satır, çok ayrıntılı yazmışlar. Ama ameliyat notunda bahsedilen 3 ameliyatın ikisinin dikiş izleri yok! Bu iki ameliyat hastaya hiç yapılmamış. Hastanın tatmin olmaması doğal, çünkü o 2 işlem hastaya hiç yapılmamış. Bugüne kadar gördüğüm en büyük saçmalıktı. Bakın, burada gerçek bir malpraktis durumu söz konusu. Üstelik hastanın eline ameliyat notu verilmiş. Ben hastayı doktoruna geri gönderdim. Bu hasta ikinci bir görüş alarak doğru olanı yaptı. Başka cerrahlara da gitse sonuç değişmez. Ortada gerçek bir mağduriyet var bence.. İşte bu bir komplikasyon değil, malpraktis..

Bu da komik bir anım... İki kardeşi ameliyat edeceğiz. İki bişektomi vakası (yanak yağının alınması, Beverly Hills yanağı yani). Sabah hastaneye gittim. Hasta yakını ameliyat ücretini getirmemiş. Diyor ki "yarın muayenehanenize uğrar veririm". Doğal olarak olmaz dedim. Adam sinirlendi. Ben fabrikatör adamım, kaçacak değilim ya filan diyor. Ben de kural olarak ücret ameliyattan önce ödenir dedim. Ayrıca nasıl birisin, ben ne bileyim. Tanımam etmem. Ameliyat yapıldığı an devlete, hastaneye, ekipteki diğer çalışan arkadaşlara karşı büyükçe bir borcun altına giriyorum. Hastalar sanıyor ki tüm ameliyat ücreti doktora kalıyor. Yanlış! Bir kere en büyük payı vergi dairesi alıyor (KDV, gelir vergisi, stopaj vs). Hastane masrafı bir yandan. Anestezi ekibi, personel, hemşire vs. hep bu ücretten pay alır. Kliniğimizin diğer çalışanları, kliniğin elektriği, suyu, telefonu, interneti, doğal gazı vs. hep bu ameliyat ücretlerinden karşılanıyor. Çalışanlarımızın SGK primleri vs. Yani ameliyata girerken ücreti almak zorundayız. O ücretin de çok ufak bir kısmı kar olarak kalır. Bunu bilin. Her neyse.. Bu hasta yakını sinirlendi, bankaya gitti, para çekip geldi. Daha sonra ameliyatları yaptık. Saat 16:00 gibi hastaları taburcu ettik. O gün bu hasta yakını ne yapmış biliyor musunuz? Taburcu olur olmaz, saat 17:00 gibi sağlık müdürlüğüne koşup beni şikayet etmiş. Şikayet gerekçesini yazıyorum: "Doktor, ameliyattan sonra hastalarımızla ilgilenmedi, bizi kontrole çağırmadı. Hastalarımızı bir daha görmedi!". Yapmayın böyle saçmalıklar. Bu şekilde davranırsanız doktorunuzun desteğini kaybedebilirsiniz. Halbuki hep söylüyorum: Doktorunuzla iletişiminizi kesmeyin; size en ufak bir sorununuzda yardımcı olacak tek kişi, ameliyatınızı yapan cerrahtır. Böyle davranarak ancak komik duruma düşersiniz.

Matrixdeki ünlü replikle bitiriyorum: "Our way, or the highway!"..

Op. Dr. Oytun İdil

www.peniscerrahisi.com

oytunmd@gmail.com

0 533 5690649

0 505 2965569

Yazının devamı...

Kadınların estetik yanılgıları

Cinsiyet ayrımcılığı yapıyorum sanılmasın ama yıllar içinde gördüğüm kadarıyla kadınların bazı estetik konularında yanlış anladıkları bazı şeyler var. Erkeklerin böyle belirgin bir şekilde yanlış anladıkları bir konu aklıma gelmiyor, ama kadınların bazı konularda çok vahim yanılgıları var. Bu yüzden bu konuda derli toplu bir yazı yazmak istedim. Çok uzun bir yazı olmayacak. Şu yazacaklarım gerçekten kafamı karıştırıyor. Kadınlar bu yanılgılara nasıl düşüyor anlamıyorum..

---

Beni en çok şaşırtan konu, bacak estetiği için başvuran bazı kadınların bacaklarını yukarıdan aşağı (ayak bileği dahil) dümdüz, aynı kalınlıkta istemeleri. Bu gerçekten çok garip. Hasta bu isteğini söyleyince "yani bacaklarınızı soba borusu gibi yukarıdan aşağı aynı kalınlıkta olsun istiyorsunuz, öyle mi?" diye sorduğumda "evet" diyorlar. Ben kulaklarıma inanamayarak defalarca farklı şekillerde soruyorum, yanlış mı anladım acaba diye. Hayır, kadın net olarak bacaklarını yukarıdan aşağı dümdüz, soba borusu gibi istediğini söylüyor. Bu istekle gelen bazı kadınlara "Siz sütun gibi bacak lafını yanlış anlamışsınız. Kadın bacağı yukarıdan aşağı aynı kalınlıkta olursa göze hiç hoş gelmez." dedim. Gördüm ki, bu düşüncem doğru! Bazı kadınlar gerçekten "sütun gibi bacak" lafını yanlış anlamışlar. Yukarıdan aşağı dümdüz, aynı kalınlıkta, antik roma tapınaklarının sütunları gibi bacak istiyorlar. İnanılmaz! Bu arada bu yazının bir mizah yazısı olmadığını belirtmek istiyorum. Bu yazdıklarım tamamen gerçek. İnanılmaz, hatta trajik! "Sütun gibi bacak" lafını yanlış anlamışsınız dediğim ilk hastamın yüz ifadesini hala aynen hatırlıyorum. Bana "makbul bacak öyle değil midir?" diyerek ciddi ciddi soran bakışlarla bakmıştı. Bu hastalara anlatamıyorum; kadın vücudunun feminenliği kıvrımlarından; bazı bölgelerin yuvarlak ve dolgun, bazı bölgelerinin ince ve narin olmasından kaynaklanır. Hatta ayak bileğine halhal takılması bu yüzdendir. Ayak bileği ince ise halhal daha güzel durur, ayak bileğini narin gösterir. Hastalarıma bazı mankenlerin fotoğraflarını gösteriyorum. Bacakların üst kısmı kalın ama dümdüz değil, kalçadan aşağı indikçe inceliyor. Diz çevresi ince. Dizden aşağı baldır kısmı narin bir kavisle dolgunlaşır, ayak bileği yine incedir. Hastalarıma cam kola şişesini hatırlatıyorum. Kıvrımlı şekilli bu şişe, kadın vücudundan esinlenilerek şekillendirilmiştir. Hastaya "siz şimdi böyle kıvrımlı değil, teneke kutu kola gibi dümdüz, aynı kalınlıkta bir bacak mı istiyorsunuz?" diye sorduğumda bazen "evet aynen öyle" cevabını alıyorum. Bu gibi hastaları ameliyat etmedim. İstedikleri ameliyatı yapsam ve odun (yada soba borusu... yada tapınak sütunu) gibi bacaklar yapsam eminim memnun olmayacaklar. Bu hastalar eminim başka kliniklere başvurmuştur.. Çok ilginç gerçekten.

---

Bir de meme ucu çevresinde sivilcelerden şikayet eden kadınlar var. Bu hastalar meme başı çevresini çevreleyen "sivilcelerin" alınması için başvuruyor. Bu sivilce dedikleri aslında tıpta "montgomery tüberkülü" denen yağ bezcikleri. Bu bezler meme ucunu koruyan ve nemlendiren, ayrıca meme ucuna hafif koku veren yağ kesecikleridir. Tamamen normal bir anatomik oluşum yani. Bazı kadınlarda çok belirgindirler, bazısında ise neredeyse hiç fark edilmez. Yine de kadınların kendi vücutlarını tanımamaları bana ilginç geliyor. Meme ucu çevresinde böyle ufak çıkıntılar olduğunu nasıl bilmezler anlamıyorum. Kendisinde montgomery tüberkülleri belirgin olmayabilir ama yine de bunun normal bir anatomik yapı olduğunu bilmeleri gerek diye düşünüyorum.

---

Bir de yüzündeki tüm çizgilerden, nasolabial oluktan ölesiye korkan, bu çizgilerin tamamen "yok edilmesini" isteyen kadınlar var. Bakın, şurasını netleştirelim: normal anatomik yapılarla, yaşlılık belirtilerini ayırt edelim. Öncelikle şunu belirteyim; yüzün doğal görünmesi için yüzün estetik ünitelerinin arasındaki sınırları bozmamak lazım. Estetik ünite dediğimiz şey, yüzün normalde ayrı ayrı algılanması gereken bölgeleridir. Mesela göz çevresi. Mesela ağız çevresi. Mesela elmacık kemiği bölgesi. Bu bölgeler (estetik üniteler) arasında doğal sınırlar vardır. Mesela göz ve göz çevresi ile üst çene arasında gözaltı çizgileri vardır. Ağız çevresi ile yanak bölgesi arasında ise meşhur nasolabial oluk bulunur. Bu çizgiler (çizgi derken, aslında sınır anlamına geliyor) yüzünüzün doğal görünmesi için olması gereken doğal çizgiler "sınırlar"dır. Yaşlılık belirtisi değildirler! Burayı en iyisi büyük harfle yazayım da aklınıza kazınsın: "YÜZÜN DOĞAL GÖRÜNMESİ İÇİN YÜZÜN ESTETİK ÜNİTELERİNİN ARASINDAKİ DOĞAL ÇİZGİLERİN (SINIR ÇİZGİLERİ YANİ) OLMASI GEREKİR. BUNLAR YAŞLILIK BELİRTİSİ ANLAMINA GELMEZ! ZATEN DOĞAL YAPILARDIR!" Ama bazı hastalarımız maalesef yüzlerindeki tüm çizgilerin "yok edilmesi" için başvuruyor. Bakın, tüm çizgilerin yok edilmesi başka, yaşlılık belirtisi olan çizgilerin silikleştirilmesi başka. Gözaltında hafif çizgiler olsun, normaldir; ama burada çukurluk oluşmuşsa, çizgiler artmış ve gözkapağında sarkma varsa, bu artık yaşlılık belirtisidir. Estetik ameliyatla, dolgu enjeksiyonu ile düzelir. Nasolabial oluk hafifçe varsa bu normaldir. Ne zaman ki yanakların sarkması sonucu bu oluk derinleşir, yüze asık, yorgun bir ifade vermeye başlar, işte o zaman estetik müdahale yapılabilir. Burada lafım, yüzünde hiç bir yaşlılık belirtisi olmadığı halde tüm bu olağan estetik ünitelerin sınırlarını "sildirmeye" gelen kadınlara. Bu olağan sınırlar silinirse yüzünüz sun'i görünür. "Estetikli" görünürsünüz. Bazen hastalara bu durumu anlatamıyorum.

---

Bazen de hasta zaten estetik ameliyat ya da estetik uygulama ile yapılabilecek (hedeflenen) durumda gelip bizden estetik uygulama yapmamızı istiyor. Mesela alnında hiç bir çizgi yok, kaş çatma çizgileri yok, kaşları kalkık, kaz ayağı çizgileri yok; ama gelmiş botulinum toksin enjeksiyonu yaptırmak istiyor. Bunun hastaya hiç bir faydası olmayacağını, bir fark yaratamayacağımızı, zaten görüntüsünün botulinum toksin yapılmış gibi olduğunu söylüyoruz. Aldığımız cevap şu: "Bütün arkadaşlarım botoks yaptırdı, ben neden yaptıramıyorum?" Bu hastaya botoks yapmak ticari anlamda başarılıdır. Sonuçta hasta parası cebinde, botoks yaptırmaya kararlı gelmiş; ama tıbbi olarak bir fayda görmeyecek, çünkü botoksun yapacağı bir fayda yok hastada. Hasta zaten botoks yaptırmış gibi.. Bir keresinde yine böyle yüzü mermer gibi dümdüz, kaşları kalkık bir bayan geldi ve "herkes yaptırıyor, neden ben yaptıramıyorum" diye söyleniyor.. Durumu anlatmam fayda etmedi, fotoğraflarını çektim ve botoks uygulamasını yaptım. Aradan 2 hafta geçti, hasta geri geldi. "Botoks yaptınız ama hiç bir faydasını görmedim" diyor.. Fotoğraflarını çektim, öncesi, sonrası fotoğraflarını yan yana koydum. "Ben size demedim mi? Zaten botoks yapılmış gibi bir yüze botoks yaptırırsanız ne bekliyorsunuz? Hiç bir faydası olmaz." dedim.. Bu "bile bile lades"tir. Doktorunuz uyarıyorsa kulak verin, haklı olabilir.

---

Op. Dr. Oytun İdil

www.peniscerrahisi.com

www.kozmetikcerrahi.com

oytunmd@gmail.com

0 533 5690649

0 505 2965569

Yazının devamı...

Penis büyütmenin riskleri

Hastaların en sık sorduğu sorulardandır bu. "Penis büyütme ameliyatının riskleri nedir?", "Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım.", "Bir sorun yaşar mıyım?". Konu penis büyütme ameliyatı olunca hastalarımızın bu korkuları doğaldır. Dolayısı ile bu soruyu ayrıntılı bir şekilde cevaplamak iyi olacak. Öncelikle konu hakkında genel bilgi vereceğim; sonra karşılaşılabilecek komplikasyonları sıralayacağım.

Burada bahsedeceğim tüm komplikasyonlar, asıcı bağın kesildiği klasik penis büyütme ameliyatı içindir (Çok riskli olan perovic ameliyatını bu konudan ayrı tutuyorum. Çok riskli bir ameliyat olduğu için perovic tekniğini uygulamıyorum). Bizim uyguladığımız, asıcı bağın kesildiği klasik penis büyütme ameliyatı, son derece güvenli bir ameliyattır. Bunun sebebi, aslında ameliyat sırasında penis dokusuna hiç dokunmamamızdır. Ameliyat, tamamen, penisin çevresine yapılmaktadır. Arkasında bulunan asıcı bağ kesilerek uzatma sağlanır (leğen kemiğinden kurtulan penis dokusu dışarı kaydırılır); cilt altına yağ enjeksiyonu yapılarak kalınlaştırma sağlanır. Penisin gövde dokusuna, penis başına, penisin süngersi dokusuna hiç dokunulmaz. Bu yüzden son derece güvenli bir ameliyattır, ama hiç mi komplikasyon riski yoktur? Vardır elbette. O zaman bu olası komplikasyonları sıralayayım ve bunlara karşı neler yapıyoruz, ne gibi önlemler alıyoruz anlatayım..

- YAĞDA ERİME: Ülkemizde beslenme rejimi genel olarak bitkisel yağlara bağlıdır; zeytinyağı, mısır yağı, ayçiçek yağı. Bu sebeple penis kalınlaştırma için alınan yağ dokusu gevşek olmakta ve zamanla bir miktar erimektedir (hayvansal yağla, özellikle domuz yağı ile beslenmek yağ dokusunu daha dirençli ve kalıcı yapmaktadır). Bu konuyu web sitemdeki yazı ve videolarda ayrıntılı olarak ele aldım (Peniscerrahisi.com). Erimenin ne kadar olacağını, ameliyatta yağı alırken, yağın yapısına göre ön görebilmekteyiz. Yağ dokusu kuru gelmişse (patates püresi gibi) çok uzun süre erimemektedir. Benim gördüğüm en uzun süreli vaka, ameliyattan 7 yıl sonra kontrole gelen bir hasta idi ve enjekte ettiğimiz yağda hiç erime olmamıştı. Bitkisel yağla beslenen kişilerde yağ dokusu ödemli gelmektedir. Yağı süzdüğümüzde bir kısmı akıp gidiyor. Süzülmüş yağı enjekte ettiğimizde 6 ay, 1 sene içinde bir kısmının eridiğini görüyoruz. Bu vakalarda 6. aydan sonra bir yağ enjeksiyonu daha yapıyoruz. Bu, ikinci yağ enjeksiyonu genellikle daha iyi kalıyor, etkisi daha uzun sürüyor. Genellikle 2. enjeksiyondan sonra hastalar yakın zamanda bir daha gelmiyor. Yağ enjeksiyonunu 3 kez yaptıran hasta sayısı oldukça sınırlıdır. Örneğin ben bu ameliyatları 2004 den beri yapıyorum ama 3 kez yağ enjeksiyonu yaptığım hasta sanırım sadece 8-10 kişi civarındadır. Anlayacağınız, ülkemizdeki hastalarda yağda bir miktar kayıp oluyor ve bunun çaresi de en az 6 ay geçtikten sonra ikinci bir yağ enjeksiyonudur. İkinci yağ enjeksiyonu, ilk seferdeki gibi erimez.

- ENFEKSİYON: Ameliyat bölgesi, tıbben kirli kabul edilen bir bölgedir. Dolayısı ile bu bölgede enfeksiyon olursa şaşmamak lazım, ama pratikte pek enfeksiyon görmüyoruz. Ameliyattan sonra penisin sırt kısmında ve dibinde Y şeklinde bir dikiş oluyor. Bir kaç tane de yağ alırken kanülü yerleştirdiğimiz tek dikişlik nokta şeklinde kesiler oluyor. Bunları pansumanla kapatıp hastayı taburcu ediyoruz. Hastanın bu pansumanı 3 gün açmaması gerekiyor. Bugüne kadar sadece 2 hastada enfeksiyon gördüm; onlar da ameliyattan sonra evlerine döndüklerinde, sonucu merak edip pansumanı hemen açmışlardı. Pansumanı 3 gün açmayın dememizin sebebi, dikişlerin mikrop kapmayacak kadar kaynamasıdır. Hasta 3. günün akşamı pansumanı açıp duş alabilirler. Pansuman erken açılırsa enfeksiyon olabilir. Genellikle antibiyotik ile kısa sürede toparlar.

- DİKİŞLERDE AÇILMA: Bu ameliyatta penisin dibinde (asıcı bağın kesildiği yerde) ters Y şeklinde bir dikiş atılıyor. Bu dikişin iyileşmesi en zor yeri tam ortasında, üç kolun birleştiği noktadır. Bu noktada ufak açılmalar olabilir. Bunu neredeyse doğal karşılamak gerekir. Genellikle bu açılan dikiş yeri kendiliğinden iyileşir. Ben sadece, günde bir kez batikon sürülmesini tavsiye ediyorum. Nadiren pansuman yapılması gerekli olur.

- GÖRÜNMEZ YÜZÜK SORUNU: Bu, bugüne kadar 4-5 hastada rastladığım enteresan bir sorun. Muayenede genelde hiç bir şekilde fark edilmiyor (bu hastalardan sadece birinde ameliyattan önce, muayenede bu sorunun farkına vardım). Penis yumuşakken görünürde bir sorun olmuyor. Ameliyatta kalınlaştırma yapılırken yağ enjeksiyonu yaptığınızda penisin bir yerinde sanki görünmeyen bir yüzük varmış gibi bir boğum oluşuyor. Ne kadar yağ enjekte etseniz de bu boğum düzelmiyor. Ben bunun ciltteki bir bölümün gelişme geriliğine bağlı olduğunu düşünüyorum. Hatta tıpta "amniyotik band" denen doğumsal anomaliye bağlı bir deformite bile olabilir bu. Genellikle aradan 6 ay geçip bir yağ enjeksiyonu daha yapıldığında durum düzeliyor.

- SERTLEŞME ZORLUĞU: Penis çevresine aşırı miktarda yağ enjekte edildiğinde, bu, sertleşmeyi zorlaştırır. Bazen hastada ameliyattan önce de sertleşme sorunu vardır. Ameliyatta penis çevresine aşırı yağ enjekte edilirse (70-80 cc. den fazla) bu hastalarda sertleşme sorunu bariz hale gelir. Bunun sebebi, penisin süngersi dokusuna dolan kanın yeterli basınca sahip olmamasıdır. Penis çevresine enjekte edilen fazla yağ dokusu, basıncı düşük olan kanın, penis dokusuna dolmasını engeller. Güvenli miktar 60 cc. dir. Bu ameliyatta 60 cc. sınırı geçilmezse ereksiyon sıkıntısı olmaz. Yine de sertleşme sorunu olan kişilere bu ameliyatı olmalarını tavsiye etmiyorum. Öncelikle sertleşme sorununun giderilmesini öneriyorum.

-----------------

Hemen bir not düşmek istiyorum. Gördüğünüz gibi çok korkulan asıcı bağın kesilmesine bağlı bir komplikasyon yok. Çözülemeyecek ciddi bir komplikasyon da yok! Bu ameliyatla peniste düşme (dikliğin bozulması), hissiyat kaybı, kısırlık, (enjekte edilen yağ miktarı 60 cc.yi geçmediği sürece) sertleşme sorunu gibi komplikasyonlar yaşanmaz. Maalesef bu ameliyatı bir kez olsun yapmamış cerrahların yaydığı anlamsız söylentilerdir bunlar. Bu ameliyatı yapan bir cerrah bu tarz komplikasyonlar yaşanmadığını bilir.

Sonuçta penis büyütme ameliyatının son derece güvenli bir cerrahi olduğunu tekrar belirteyim. Yaşanabilecek sorunlar var ama bunlar her zaman çözülebilecek sorunlardır. Kalıcı ve size kayıp yaşatacak bir sorun yaşamanız imkansız diyebiliriz. Yukarıda bahsettiğim komplikasyonlar olmaz mı? Olabilir elbette; ama cerrahınız bu sorunları giderecek bilgiye sahiptir. Ameliyat hakkında bilgi sahibi olan uzman bir hekime ameliyat olduğunuz sürece rahat olun. Doktorunuzun cep telefonunu alın. En ufak bir sorunda doktorunuza (mesela whatsapp ile) fotoğraf atıp sorununuzdan bahsedin. En kısa sürede sorununuzu giderecektir.

-----------------

Bu ameliyatta "dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak" gibi bir şey olmaz.

Op. Dr. Oytun İdil

oytunmd@gmail.com

www.peniscerrahisi.com

Yazının devamı...

Bacak estetiği

Son yıllarda çok fazla yapılmaya başlanan ama yine de cerrahlar arasında pek bilinmeyen bir ameliyat, silikon implantlar ile bacak estetiğidir. Bu yazımda kısaca bu konudaki tecrübelerimi aktaracağım ve günümüz şartlarına göre (covid 19 pandemisi) uygulamada yaptığımız bazı güncelleştirmelerden bahsedeceğim..

Silikon bacak implantları, dizaltı kısımda, bacağın arkasında bulunan baldır kasının ufak bir modeli şeklinde olan silikon protezlerdir. Bu silikon implantlar (protezler), dizaltı bacakta, bacağın arka kısmında bulunan kasın büyütülmesi için kullanılır. Bu kas aslında 2 kısımdan oluşan bir kasdır ama bacakta zayıflığa ve çarpık bacak görüntüsüne sebebiyet veren, genelde bacağın iç kısmındaki kasın zayıf olmasıdır. Bu yüzden çarpık bacak görüntüsünü düzeltmek yada bacakların dizaltı kısmınında kası dolgunlaştırmak için genellikle iç taraftaki kasın içine bu protezler yerleştirilir. Amaç, zayıf olan kası, olması gereken büyüklüğe getirmektir. Bu ameliyat 4 grup hastaya yapılır:

1) Çarpık bacak görüntsüne sahip, iki bacağı arasında açıklık kalan bayanlar

2) Bacakları çok ince olan bayanlar (çalı bacak deformitesi)

3) Çocukken geçirdikleri çocuk felci sebebi ile bacakları ince kalmış hastalar (erkek-kadın)

4) Vücut geliştirme ile ilgilenen ama bacak kaslarını geliştiremeyen sporcular (bu kas, spora dirençlidir, geliştirmesi zordur)

Tüm bu hastalarda en doğal sonucu almak için implantlar, baldır kasının içine konmalıdır. Bu durum, rusların geleneksel matruşka bebeklerine benzer. Kasın tam ortasına, kasın şeklinde bir implant koyarsanız bacağı son derece doğal bir şekilde dolgunlaştırmış olursunuz. İmplant kesinlikle dışarıdan anlaşılmaz (aynen bir matruşka bebeğin içindeki diğer matruşka bebeklerin dışarıdan görülememesi gibi). Buna "dolgunlaştırma" diyorum; "kalınlaştırma" demiyorum; çünkü bu bir "bacak kalınlaştırma" değil aslında. Neden? Silikon bacak implantları sadece kası büyütür, çünkü kasın içine konur. Bacakta bu kas bacağın dizle ayak bileği arasında üst 2/3 ünde bulunur. Kasın aşağı doğru devam eden kısmı, ligaman yapıdadır ve implant buraya kadar uzanmaz. Yani kısaca, bu implantlar ayak bileğine kadar uzanmaz, yukarıda, kas kısmında kalır. Sonuçta biz implantı kasın içine koyarak, bacağın (diz-ayak bileği arası) kaslı, etli kısmını kalınlaştırmış oluruz ama ayak bileği aynı kalır. Kadınlar için bu zaten istenen bir şeydir. Kadın vücudu kıvrımlı, bazı bölgeleri dolgun, bazı bölgeleri ince yapıdadır (klasik cam kola şişeleri kadın vücudundan esinlenerek o formda yapılmıştır). Bacakta da kadınsı ve çekici bir görünüm için baldırın etli kısmının dolgun, ayak bileğinin ince olması istenir. Silikon implantların kasın içine konması ile, implantların dışarıdan farkedilmesi imkansız olarak, hastalara bu kadınsı görünüm kazandırılabilir.

Erkeklerde de aslında durum aynıdır; sadece bir farkla.. Erkeklerde bacak kasının nazik bir kıvrıma değil, belirgin kaslı görünüme sahip olması istenir. Bu yüzden erkek hastalarda bir tarafı daha kalın olan asimetrik implantlar kullanılmalıdır. Böylece baldır kası dolgunlaştırılırken kaslı bir görünüm elde edilir. Kadınlarda ise daha nazik kıvrımlara sahip simetrik implantların kullanılması daha iyi sonuç vermektedir.

Bu implantların kas içine yerleştirilmeleri eskiden ciddi bir sorundu, çünkü bu implantları üreten hiç bir firma, implantları kas içine yerleştirmek için uygun bir cerrahi alet sağlamıyordu. Bu yüzden ben, implantları kas içine yerleştirmek için uygun bir cerrahi alet geliştirip 2014 yılında bunun uluslararası patentini aldım (patent no: TR2014 12611 Y). Bu aletin (İdil baldır disektörü) bilimsel tanıtımını 2016 yılında estetik cerrahi kongresinde gerçekleştirdim. Bu alet sadece ülkemizde, maliyetine üretilip satılıyor, ben satışından herhangi bir pay almıyorum; çünkü bunu ticari bir ürün olarak geliştirmedim. Silikon implant ile bacak estetiği ameliyatındaki zorlukları ortadan kaldıran bu özel aleti, Türk plastik cerrahi doktorlarına hediyemiz olması amacı ile sadece maliyetine satılmasını sağladım. İdil baldır disektörü, ameliyat süresini 1 saate düşürmüş, ameliyatın kansız olmasını sağlamış ve implantın tam istenen yere konmasını sağlamıştır. Bu cerrahi aletin, bu ameliyat için bir kilometre taşı olduğunu düşünüyorum. İdil baldır disektörü hakkında geniş bilgiyi web sitemde bulabilirsiniz: www.bacakestetigi.com

Silikon implant ile bacak estetiği diz arkasından yapılan bir ameliyattır. Dizin arkasında iç kısıma 3-4 santimlik bir kesi yapılır ve buradan baldır kasına ulaşılır. İdil baldır disektörünün bir ucu ile implantın konacağı boşluk açılır. Disektörün diğer ucu ile implant içeri yerleştirilir. Bu aşamalar tamamen kansızdır; çünkü hiç bir doku kesilmez. İmplant, kasın lifleri arasına konmaktadır. Bu yüzden kanama olmaz. Kas, ciltaltı dokular ve cilt dikilerek bir bacağın ameliyatı bitirilir. Her iki bacağın ameliyatı baştan sona 1 saat kadar bir süre alır. Diz arkasındaki dikiş izi genelde çok iyi iyileşir; kalan iz pek belli olmaz. Hasta 1 gece hastanede tutulur, ertesi sabah taburcu edilir. Hastanın evde 3 gün istirahat etmesi gerekir. Daha sonra ilk kontrolünde (3. gün) bacaklardaki sargıları açılır ve yürümesine izin verilir. Genellikle 1 haftanın sonunda normal yürümesine kavuşur. Bu ameliyatın önemli bir özelliği vardır, hastaya en baştan bu durum anlatılmalıdır; ameliyattan sonra 3-6 ay kadar bir süre bacak bir miktar daha hacim kazanır. Bunun sebebi, esnek olmayan kas zarının zamanla gevşeyip bacağın daha kalınlaşmasına izin vermesidir. Kasın zarı esnek değildir ama kas içine konan implant bu zarı içeriden zorlar. Zamanla (3-6 ay içinde) bacak biraz daha kalınlaşır. Cerrahın, bu özelliği bilip, konacak implantın hacmini ona göre ayarlaması gerekir. Tecrübeli bir cerrah, bacağın 6 ay sonra ne kadar kalın olması gerektiğini hesaplayıp implantı ona göre seçer. Anlayacağınız, ameliyatın hemen sonrasında göreceğiniz görüntü bacağın son hali değildir. Son halini ancak 6 ay sonra görebilirsiniz. Bu durumu kendi gözleri ile görmek isteyen hastalara tavsiyem şudur: ameliyattan sonra sargılar açılınca bacağınızın (diz-ayak bileği arası) en kalın yerini mezura ile çepeçevre ölçün. 3 ay sonra aynı yerden bir ölçüm daha alın; bir de 6 ay dolunca bir ölçüm alın. Bacağın aylar içinde biraz daha kalınlaştığını göreceksiniz..

Bu ameliyatı eskiden genel anestezi ile yapıyorduk. Bunun sebebi, ameliyatın yüzü koyun pozisyonda yapılmasıdır. Aslında bu ameliyat belden uyuşturarak (spinal anestezi ile) de yapılabilir; fakat uyanık hastanın bir saat yüzü koyun yatmasının konforlu olmadığını düşünüyorduk. Maalesef ocak ayından beri dünyayı saran pandemi sebebi ile genel anestezi ile ameliyat yapmak -en azından hastalığın aşısı yada tedavisi çıkana kadar- riskli hale gelmiştir. Bu sebeple Covid-19 tedavisi bulunana kadar bu ameliyatı spinal anestezi ile, hastayı uyutmadan belden uyuşturarak yapmaya karar verdik. Hastaya genel anestezi verilmediği ve solunumu makinaya bağlanmadığı için şu an spinal anestezi daha güvenli gibi görünüyor. Ayrıca ameliyattan önce artık akciğer bilgisayarlı tomografisi istiyoruz. Hastada bir covid-19 enfeksiyonu varsa akciğer bilgisayarlı tomografisi bunu anlamamızda yardımcı olmaktadır. Bu gizi önlemler hastalarımızın güzenliği için şarttır. Güncel gelişmelere göre prosedürler değişebilir tabii ki; güncel gelişmeleri yakından takip ediyoruz.

Op. Dr. Oytun İdil

oytunmd@gmail.com

www.bacakestetigi.com

Yazının devamı...

Dil küçültme ameliyatı

Dil küçültme ameliyatı çok komplike bir ameliyat olmasa da genel olarak pek üzerine düşülmemiş, hastaları ile çok ilgilenilmemiş bir ameliyattır. Hasta spekturumu oldukça geniş, çok değişik modifikasyonlara açık ilginç bir ameliyattır.. Bu ameliyattan bahsettiğimde, duyanlar genelde buna neden ihtiyaç olduğunu soruyorlar. Dilin küçültülmesi tabii ki dil gereğinden fazla büyükse yapılır. Dilin büyüklüğü doğuştan da olabilir, sonradan da olabilir. Doğuştan olduğunda bazen acil ameliyat edilmesi gerekebilir. Bebeğin dili çok büyük olabilir ve beslenmeyi, soluk almayı zorlaştırabilir. Bu durumda her türlü risk göze alınarak bebeğin acil ameliyat edilmesi gerekebilir. Bazen de hasta bize çocuk yaşta getirilir. Genelde dili sürekli dışarıdadır. Konuşması bozuktur. Yetişkin hastalar da, dil büyüklüğü şikayeti ile başvurmaktadır.

Örneğin bize başvuran hastalardan biri peltek konuşma sebebi ile bir konuşma terapisine başvurmuş. Orada dili güçlendirmek için verilen egzersizler, hastanın dilinin genişlemesine yol açmış. Hasta konuşurken azı dişleri ile dilini ısırmaya başlayınca bize başvurmuştu. Sorun, dilinin fazla genişlemiş olmasıydı. Bir diğer hasta da yaptırdığı ön diş implantlarına dilinin çarpması ve sürekli dilinin ucunda yara açılması sebebi ile başvurmuştu. Sorun dilinin fazla uzun olmasıydı. Bir diğer hasta, ortodontisti tarafından bize yönlendirilmişti. Dişleri gelişimsel olarak dışarı doğru eğimli gelişmiş hasta, dişlerinin düzeltilmesi için diş hekimine başvuruyor. Diş hekimi ortodontik tedavi gerektiğini, ama asıl sebebin hastanın dilinin aşırı büyük olması olduğunu söylüyor. Hastanın doğuştan fazla uzun olan dili, dişlerini dışarı itiyor ve dişler, dışarı eğimlenerek ve birbirlerinden ayrılarak gerçekten kötü bir görüntü alıyor. Hastanın beslenmesi de bozuluyor. Diş hekimi, dişlere müdahale edebileceğini ama önce dilin küçültülmesi gerektiğini söyleyerek hastayı bana gönderiyor. Dil küçültme ameliyatı, bir kaç püf noktasına dikkat edilip, itinalı yapılırsa, son derece yüz güldürücü, risksi minimum olan, hastanın ihtiyacına göre modifiye edilebilen ilginç bir ameliyattır..

Yukarıda bahsettiğim hastaların tümü ve daha fazlası ameliyat edildi. Her hastanın ihtiyacı farklı olduğundan ameliyat, hastanın ihtiyacına göre modifiye edildi. Bunu nasıl yapıyoruz? Ameliyatın bir planı var. Dili küçültmek için tarih boyunca değişik ameliyat planları önerilmiş. Ben bu ameliyat planlarından "anahtar deliği" şeklinde olanı tercih ediyorum. Bu çizimi, hastanın dili üzerine hastanın ihtiyacını karşılayacak şekilde çiziyoruz (ameliyatı genel anestezi ile yapıyoruz). Hastanın dilini sadece kısaltmak yeterli olabilir; ihtiyacı dilin daha kısa olmasıdır. Bu durumda ameliyat planını ("anahtar deliği şeklindeki çizimi") dili kısaltacak şekilde planlıyoruz. Hastanın dili çok genişse ve sadece daraltmak gerekiyorsa, bu çizimi dili daraltacak şekilde planlıyoruz. Özellikle çocuklarda, dil doğuştan büyük ise, hastanın dili hem enine boyuna büyük olabilir, hem de çok kalın olabilir. Bu durumda dili hem inceltip, hem kısaltıp hem de kalınlığını inceltecek şekilde ameliyatı planlıyoruz. Ameliyat sırasında dilin altından dile ulaşan sinirlere dikkat edilmelidir. Dil çok kanlanan bir doku olduğundan kanamalar dikkatle durdurulup dikişler öyle atılmalıdır.

Bu hastaları en az 1 gece hastanede yatırmak gerekir. Çocuk hastalar 2 ya da 3 gün bile yatırılabilir. Dildeki dikişler yüzünden çocuk hastaların ilk 2 gün beslenmeleri sıkıntılı olabilir. Çocukların normal beslenmeleri görülüp öyle taburcu edilmeleri gerekir. Dildeki ödem hastadan hastaya değişmekle birlikte 1-2 hafta içinde kaybolur. Genelde çocuk hastaların konuşması hemen rahatlar ama konuşma bozuk geliştiyse bir konuşma terapistine ihtiyaç olabilir.

Bu ameliyat sonucunda, bazı hastalarda tam olarak istendiği kadar küçülme olmayabilir. Bu, büyük bir sorun değildir. İstenenden biraz büyük kalmış dil, bir revizyon ameliyatı ile biraz daha küçültülebilir. Önemli olan, dilin ilk ameliyatta aşırı küçültülmemesidir. Dil fazla küçültülürse bunun geriye dönüşü olmaz, fakat yeterince küçültülememiş bir dil her zaman bir revizyon ameliyatı ile bir parça daha küçültülebilir. Bu yüzden ilk ameliyatta temkinli davranıp dili aşırı küçültmemeye dikkat etmek gerekir.

Bununla birlikte bir çok hastada tek ameliyat sonunda tatmin edici sonuç alınır.

Op. Dr. Oytun İdil

www.peniscerrahisi.com

oytunmd@gmail.com

0 533 5690649

0 505 2965569

Yazının devamı...

Mikropenis nedir?

Tarih boyunca penis büyüklüğü erkekler için önemli olmuştur. Penisin iri olması, erkekliğin ve iktidarın bir kanıtı gibi görülmüştür; fakat maalesef penis büyüklüğü hormonlar ve genetik yapımızla alakalıdır ve bu yüzden kişiden kişiye çok değişir. Başparmak boyu, burun büyüklüğü, ayakkabı numarasının büyüklüğü ile ilişkilendirilse de bu gibi efsanelerin bilimsel bir değeri yoktur. Böyle çıkarımlar gerçekçi değildir.

Bir kişi 2 metre boyunda olabilir, çok iri bir vücut yapısına sahip olabilir ama penisi küçük olabilir.. Peki nedir mikropenis? Penis boyu ne zaman iridir, ne zaman küçüktür ve ne zaman buna mikropenis deriz? Ve elbette, mikropenis durumunda ne yapılabilir?

-----------

Bir kere öncelikle şunu belirtmek gerek; penis büyüklüğü ırktan ırka değişir. Siyahi ırkda normal sınırlar farklıdır, sarı ırkda farklıdır. Genel kabul gören mikropenis tanımı, toplumun ortalama penis boyunun, istatistiki standart deviasyonunun 2.5 katı kadar altındaki ölçümün mikropenis olduğu şeklindedir. Bunu biraz açayım. Basitleştirerek anlatacağım. Toplumlarda penis boyu ortalamaları farklıdır. Yani siyahi ırkın mikropenisi ile beyaz yada sarı ırkın mikropenis boyu aynı değildir. Bu yüzden ülkemizde tam olarak mikropenisde penis boyunun ne olduğunu tespit etmek için ülkemize ait ölçüm ortalamalarını bilmeliyiz. Ülkemizde bu konuda yapılmış bir iki bilimsel çalışma var. Bu çalışmaların istatistiki ayrıntısına girmeden direkt şu sonuçları verebilirim. Ölçümler penisin gerilerek, penis dibinden penis başına kadar elde edildiği ölçümlerdir. Bu ölçüm şekli penisin erekte halindeki ölçümlere çok yakındır.

Mikropenis: 5 cm ve altı

Kısa penis: 5-9 cm

Normal penis boyu: 9-18 cm arası

İri penis: 18 cm den uzun

------------

Mikropenis ve tedavisi tüm dünyada üzerinde çalışılan bir sorundur. Günümüzde halen yeterli sonuç alınan, güvenli bir ameliyat tekniği yoktur. Penis büyütmede başlıca 2 değişik teknik vardır:

---

1 - Klasik penis büyütme ameliyatı: bu ameliyatta penisin dibindeki, penisi leğen kemiğine tutturan asıcı bağ kesilerek, penis dokusu leğen kemiğinden ayrılır ve blok olarak dişarı kaydırılır. Bu ameliyat aslında penis dokusunun kendi boyunu uzatmaz, fakat içeride kalan kısmını dışarı kaydırdığı için görünen penis büyümüş olur. Penis dokusu, bütünlüğü bozulmadan, blok olarak dışarı kaydırıldığından son derece güvenli bir ameliyattır. Yalnız bu teknik mikropenisde işe yaramaz, çünkü penis ne kadar büyükse o kadar uzama elde edilir. Yani halk diliyle söylersek, bu yöntemde "eldeki malzemeyi kullanmış" oluyoruz. Penis ne kadar iri ise uzama da o kadar iyi olur. Penis kısa ise uzama da elde edilemez. Benim tecrübeme göre penis boyu 9 cm ve altında ise bu ameliyatı yapmamak gerekir, çünkü sonuç

alamazsınız. İri penislerde ise içerideki kısım da büyük olduğundan çok iyi uzama elde edilir.

---

2 - Perovic tekniği: Bu ameliyat tekniğinde, penisi oluşturan dokular birbirinden ayrılır, penis başı penisin geri kalanından ayrılır ve araya kaburgalardan alınan bir kıkırdak parça konarak uzama sağlanır. Yani penisin bütünlüğü bozuluyor ama penis dokusuna kıkırdak eklendiğinden, penis dokusu gerçek anlamda uzamış oluyor. Bu teknik penisin dokusuna kıkırdak eklediği için mikropenisde etkili olabilir; çünkü elde edilen sonuç, penisin kendi boyuna bağımlı değildir. Yalnız bu tekniğin çok riskli olduğunu da unutmayın. Penis başının (kısmen yada tamamen) kaybedilmesi, penis başının hissiyatının

kaybedilmesi, ereksiyon sorununun ortaya çıkması, penisde eğrilik, cinsel ilişki sırasında sürekli ağrı duyulması gibi çok ciddi komplikasyonlar olabilmektedir. Çok riskli bir ameliyat olduğundan kesinlikle tavsiye edebileceğim bir teknik değildir.

-------------

Özetlersek penis büyütmede uygulanan iki yöntem vardır ama ikisi de mikropenis için uygun değildir. Klasik teknikde alınabilecek sonuç, tamamen penisin kendi boyuna bağımlı olduğundan mikropenisde işe yaramaz (penis ne kadar büyükse o kadar iyi sonuç alınır, mikropenisde sonuç alınamaz).. Perovic yönteminde ise ameliyat çok ciddi komplikasyonlara yolaçabileceğinden tavsiye edilmez.. O zaman ne yapmalı?

-------------

Bana ulaşan bir mikropenis vakasının ailesinin aklına gelen bir çözüm mikropenisli hastalara çare olabilir: uzak doğulu bir gelin bulmak! Yukarıda bahsettiğim gibi her ırkın normal penis boyu farklıdır. Ayrıca her ırkın erkelerinin kadınları ile anatomik olarak uyumlu olduğunu hatırlatmak isterim. Siyahi ırkda erkeklerin penis boyları uzundur, çünkü siyahi kadınların kalçaları çok büyüktür. Erkeğin penisinin geniş kalçaların arasından uzanıp vajinaya penetre olması için uzun olması gerekir. Sarı ırkda ise erkeklerin penis boyu kısadır, çünkü uzak doğulu kadınların kalça yapıları dardır, popoları yoktur. Erkeklerin bize göre kısa olan penis boyu, cinsel ilişki için yeterlidir. Bu yüzden bizim ırkımızdan bir erkek, mikropenise sahip ise -tamamen benim tavsiyem- ameliyat olmasını tavsiye etmem; ama uzak doğulu bir gelin bulmak, durumuna bir çare olabilir. Beyaz ırktan mikropenisli bir erkek, uzakdoğulu bir kadın ile mutlu bir cinsel hayata sahip olabilir.

Op. Dr. Oytun İdil

oytunmd@gmail.com

www.peniscerrahisi.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.