SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Embriyo Azaltmasının Riskleri

Yardımcı üreme yöntemleri ile bebek sahibi olmak isteyen çiftlerde başarılı gebelik elde edebilmek için yapılan en temel şey mümkün olan en çok sayıda yumurtayı elde etmektedir. Laboratuvar ortamında döllenen bu yumurtalar anne rahmine transfer edilmektedir.

Transfer edilen yumurta sayısı gebelik şansını arttırmaktadır ancak bununla birlikte çoğul gebelik şansı da yükselmektedir. Üçüz veya daha fazla sayıda gebeliklerde hem annede hem de bebeklerde bazı riskler meydana gelmektedir.

Bu risklerin ortadan kaldırılması ve sağlıklı bir gebeliğin sürdürülmesi için bazı durumlarda embriyo azaltma işlemi uygulanmaktadır. Embriyo azaltma işlemi sonucunda bu riskler düşürülmektedir ancak bu işleminde kendine has bazı riskleri olabilir.

Çoğul Gebeliğin Getirdiği Riskler

Çoğul gebeliğin getirdiği en büyük risk erken doğum ihtimalidir. Gebelik sayısı arttıkça erken doğum ihtimali de artış göstermektedir. Tekil gebelikte gebelik süresi yaklaşık 40 hafta, ikiz gebelikte yaklaşık 36 hafta, üçüz gebelikler de ise 32 hafta civarındadır.

37. haftadan önce dünyaya gelen bebekler prematüre olarak kabul edilmektedir. Prematüre doğumlarda en sık meydana gelen rahatsızlıklar akciğer rahatsızlıklarıdır. Bunun dışında doğum haftasına bağlı olarak zeka gelişiminde problem, göz problemleri, bağırsak enflamasyonları ve kalp problemleri de meydana gelmektedir.

Özellikle 34 haftadan kısa süren gebeliklerde bu rahatsızlıkların görülme olasılığı oldukça yükselmektedir. Bu gibi rahatsızlıkların önüne geçebilmek için çoğul gebeliklerde embriyo azaltma işlemi düşünülmektedir.

Azaltma İşleminin Riskleri

Üçüz gebeliklerde prematüre doğum ihtimali neredeyse %100 olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle üçüz ve daha üstü gebeliklerde embriyo azaltma işlemi tercih edilmektedir. Prematüre doğum riskini ortadan kaldırmak için uygulanan redüksiyon işlemi sonrasında tüm gebeliklerin düşükle sonuçlanma riski %6’dır.

Redüksiyon işlemi uygulanan embriyo sayısı arttıkça bu risk %10’a kadar ulaşmaktadır. Embriyo azaltma sonucu meydana gelen düşüklerin %70’i işlemi takip eden 2 hafta içerisinde gerçekleşmektedir.

Bu işlem ile ikize düşürülen gebeliklerde bunların dışında ikizler arası büyüme farklılığı da görülebilmektedir. Ancak bu durumun ortaya çıkma ihtimali gebeliğin düşük ile sonuçlanma ihtimaline göre daha düşüktür.

Op. Dr. Seval Taşdemir

Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı

Facebook: @drsevaltasdemir

Instagram: @drsevaltasdemir

Yazının devamı...

5 Soruda Adet Siklusu

Rahim iç zarının yaşanan hormonal değişiklikler sonrasında dökülmesine adet kanaması adı verilmektedir. Gebeliğin oluşmadığı bu dökülme 28 günde bir tekrar etmektedir.

Bu 28 gün periyodun başladığı ilk günden diğer periyodun başladığı ilk güne kadar kabul edilmektedir. Ancak bu sürenin 21 gün ile 35 gün arasında sürmesi son derece normaldir.

Siklus Dönemleri Nelerdir?

Normal bir siklusu foliküler faz ve luteal faz olmak üzere iki ana döneme ayrılmaktadır. Bu fazlar yumurtlama ile birbirinden ayrılmaktadır.

Yumurtlamaya kadar olan foliküler faz rahim içi zarının kalınlaştığı dönemdir. Adet kanamasının ilk günü ile birlikte başlayan dönem yumurtalama ile sona erer ve devamında luteal faz başlamaktadır.

Adet Görmek İçin Gereken Şartlar Nelerdir?

Adet sürecinin başlamasında beyinden salgılanan hormonlar önemli rol oynamaktadır. Salgılanan bu hormonların devamından hipofiz bezinden de hormon salgılanmaktadır. Adetin görülebilmesi için overlerde folikül bulunması ve bu foliküllerin hormonal bozukluları bulunmaması gerekmektedir.

Adet siklusu rahim iç tabakasının kalınlaşması ile olmaktadır bu nedenle iç tabakanın hormonlara karşı duyarlı olması gerekmektedir. Ayrıca meydana gelen kanamanın dışarı akmasına engel teşkil edecek herhangi bir rahatsızlığın bulunmaması adet görmek için gereken şartları oluşturmaktadır.

Siklus Sırasında Neler Meydana Gelir?

Siklus esnasında gelişen yumurta hücresi fallop tüplerinden geçerek rahme ulaşmaktadır. Hamileliğin olmadığı durumlarda döllenmemiş olan yumurta rahme yerleşmez ve bu nedenle kalınlaşmış rahim iç tabakasına gerek kalmaz. Bunun sonucunda kalınlaşan tabaka dökülür ve kanama yoluyla vücuttan atılır.

İlk Siklus Ne Zaman Başlar?

İlk adetin tam olarak kaç yaşında görüleceği kesin değildir. Bu süreç çevresel ve genetik şartlara göre değişiklik gösterir. Genel olarak ilk adet kanaması 11 ile 14 yaşları arasında gerçekleşmektedir.

Kanamayı takip eden ilk iki yıl boyunca kanama süreci düzensizdir ve bazen ayda 2 defa bazı durumlarda da 3-4 ayda bir meydana gelmesi son derece normaldir.

Adet Gecikmesi Neden Olur?

Bazı durumlarda 2 Adet siklusu arasında geçen süre uzayabilmektedir. Bunun çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Çeşitli hastalıklar, aşırı stres, yaşın ilerlemesi, yoğun spor yapma ve ani kilo değişiklikleri adet gecikmesinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Yumurta döllendiğinde ve hamilelik görüldüğünde de adet görülmemektedir. Bu nedenle adet gecikmesi aslında hamileliğin gecikmesine neden olabilmektedir.

Op. Dr. Seval Taşdemir

Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı

Facebook: @drsevaltasdemir

Instagram: @drsevaltasdemir

Yazının devamı...

Sitoplazma Transferi Nedir?

Sitoplazma transferi özellikle ileri yaşta hamile kalmak isteyen anne adayları için önemli bir kurtarıcı tedavi olma yolunda hızla ilerler. Günümüzde kadınların daha çok profesyonel hayata ağırlık vermesi ile çocuk sahibi olma yaşı hızla artıyor.

İlerleyen yaşlarda çiftlerin doğal yollardan gebelik elde etme şansı düşüyor. Özellikle 40’lı yaşların başında ise artık doğal yolla gebelik imkansız hale gelmektedir ve tüp bebek tedavileri ön plana çıkar.

Tüp bebek tedavisi ile birlikte uygulanan sitoplazma tedavisi ebe kalma şansını önemli ölçüde arttırmaktadır. Yaşın ilerlemesi ile beraber yumurta kalitesinin düşmesi ve buna bağlı olarak elde edilecek olan embriyonun da düşük kaliteli olacak olması nedeniyle sitoplazma transferine ihtiyaç duyulabilir.

Sitoplazma Transferi Nasıl Gerçekleştirilir?

Tüp bebek tedavisinde kadından yumurta ve erkekten sperm hücresi alınır ve bu hücreler bir araya getirilerek döllenir. Daha sonra döllenmiş yumurtanın blastosit halini alması beklenir. Sitoplazma transferinde ise sürece üçüncü bir kişiden alınan yeni bir yumurta hücresi daha dahil olur.

Sitoplazma transferinde ise yumurta hücresi döllenmeden önce çekirdeği alınır ve daha sonra diğer yumurta hücresinden alınan çekirdek yerleştirilir ve bu şekilde döllenir ve daha sonra ise embriyonun anneye transferi gerçekleştirilir.

Sitoplazma transferinin aynı zamanda anneden çocuğa geçecek olan genetik hastalıkların önlenmesinde de önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Bu işlem herkese değil sadece gönüllü olarak isteyen anne adaylarında tercih edilir.

Gebelik Sonrası

Sitoplazma transferi ile kombine şeklinde uygulanan tüp bebek transferi ile elde edilen gebeliğin diğer tüp bebek gebeliklerinden herhangi bir farkı bulunmamaktadır. Tüp bebek tedavisi görmüş olan anne adaylarında olduğu gibi gerekli kontrollerin yapılması, anne ve bebek sağlığının yakından takip edilmesi genellikle yeterli.

Özellikle ileri yaşta gebelik yaşayan anne adaylarının gebelik sürecinde oldukça dikkatli olmaları ve yaşam tarzlarını değiştirmeleri gerekmektedir. Bilhassa leigh hastalığı gibi tekrarlayarak düşüklere neden olan ve merkezi sinir sistemini ciddi derecede etkileyen hastalıklarda sitoplazma transferi bu hastalığın bebeğe geçmesini engellemektedir. Sitoplazma transferi ile yumurtalarda meydana gelen yaşa bağlı fonksiyonel bozuklukların önüne geçilir.

Op. Dr. Seval Taşdemir

Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı

Facebook: @drsevaltasdemir

Instagram: @drsevaltasdemir

Yazının devamı...

Laparoskopi Nedir ve Nasıl Uygulanır?

Laparoskopi, karnın alt bölgesine açılan küçük kesiler üzerinden gerçekleştirilen jinekolojik operasyonların genel adıdır. Bu yöntem ile jinekolojik ameliyatların neredeyse %95’inin yapılması mümkün hale gelir.

Karnın alt bölgesine açılan kesiler yaklaşık 3 ile 5 mm arasında olduğu için operasyon sonrasında herhangi bir şekilde ameliyat izi bulunur. Laparoskopi ameliyatı da genel anestezi ile gerçekleştirilir. Yakın gelecekte jinekolojik ameliyatların hepsinin bu yöntemle uygulanacağı tahmin edilir.

Operasyonda optik cihaz ile karın içi görüntü yansıtılır ve karın içi elemanların daha iyi görüntülenebilmesi için karın boşluğuna karbondioksit gazı verilir. Ancak bu operasyon yöntemi her hastaya değil sadece belirli kriterleri karşılayan hastalara uygulanabilir.

Laparoskopi Nasıl Gerçekleştirilir?

Laparoskopi ameliyatı hasta genel anestezi etkisi altındayken yapılır. Anestezi ile uyutulan hastaların göbek deliğinin alt kısmından veress iğnesi uygulanır. İğnenin uygulanmasından sonra karın bölgesinin karbondioksit gazı ile şişirilmesi sağlanır.

Gaz uygulaması aynı zamanda iç organların çok daha net bir şekilde görülebilmesine olanak yapılır. Karın bölgesinin şişirilmesi ile beraber içeriye kamera yerleştirilir daha sonra ameliyatta kullanılacak diğer aletlerin girişini sağlamak için göbek deliğinin etrafına yine yaklaşık 5mm’lik kesiler açılır ve bu şekilde ameliyat gerçekleştirilir.

Ameliyatın tamamlanması ile beraber kamera ve diğer aletler çıkarılarak hastaya verilen gaz boşaltılır ve açılan kesiler kapatılır. Bu şekilde hastanın operasyonu tamamlanır.

Laparoskopi İçin Kimler Uygun Değildir?

Laparoskopi her ne kadar klasik ameliyat yöntemlerine göre çok daha avantajlı olsa da bazı durumlarda uygulanamaz. Bunların başında ise kanser nedenli operasyonlar gelir. Ayrıca hamilelik durumunda dış gebelik oluşan anne adaylarında laparoskopi işlemi gerçekleştirilmez.

Laparoskopinin uygulanabilmesi için hastanın ideal kilosunda ya da ideal kilosuna yakın bir konumda uygulanması gerekir. Aşırı zayıf ya da aşırı kilolu kişilerde bu operasyon uygulanmaz.

Bunların dışında ise rahmin alınmasında, endometriozis bulunduğu durumlarda, tüplerde meydana gelen bozukluklarda, myom veya polip gibi oluşumlar meydana geldiğinde ya da karın içi kısımda yapışıklıklar gözlemlendiğinde laparoskopiye başvurmak mümkün olmaz.

Son olarak kronik akciğer rahatsızlığı yaşayan ya da kalp hastalığına sahip olan hastalarda laparoskopi yerine klasik operasyon yöntemleri tercih edilir.

Op. Dr. Seval Taşdemir

Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı

Facebook: @drsevaltasdemir

Instagram: @drsevaltasdemir

Yazının devamı...

Gebelikte Geçirilen Herpes Enfeksiyonu Bebeği Nasıl Etkiler?

Halk arasında uçuk olarak bilinin herpes enfeksiyonuna herpes simpleks virüs adı verilen bir virüs neden olmaktadır. Herpesin 8 farklı çeşidi bulunmakta ancak aralarından üç türe sık olarak rastlanmaktadır.

Herpesi tehlikeli yapan şeylerden birisi de bulaşıcı olmasıdır. En çok rastlanılan üç tür arasında ilk sırada ağız ve alt yüz çevresinde görülen HSV 1 türü gelmektedir. İkinci sırada ise genital bölgeye yerleşen HSV 2 ve üçüncü sırada ise zonaya neden olan HSV 3 yer almaktadır. HSV 2 tip uçuk cinsel yolla bulaşan hastalıklar arasında yer almaktadır. Bu türe özellikle hamile kadınların özellikle dikkat etmesi gerekmektedir.

HSV 2 Belirtileri Nelerdir?

Genital bölgede meydana gelen uçuğun belirtileri kişiden kişiye göre farklılık göstermektedir. Burada belirleyici etmen kişinin daha önceden bu virüs ile karşılaşıp karşılaşmadığıdır. Virüse ilk defa yakalanan durumlar birincil enfeksiyon, tekrarlayan kişiler ise tekrarlayıcı enfeksiyon olarak değerlendirilir.

Daha önce HSV 1 virüsüne maruz kalmış kişilerde belirtiler daha hafif olmaktadır. Genital uçuk dış genital bölgeye yerleşir ve grip benzeri belirtiler gösterir. Ayrıca virüsün oluştuğu yerde ufak ve ağrılı baloncuklar oluşur. Birincil enfeksiyondan sonra tekrarlayıcı enfeksiyon görülme olasılığı oldukça yüksektir.

Tekrarlayıcı enfeksiyonda belirtiler daha hafiftir ve birincil enfeksiyona yakın bir bölgede meydana gelmektedir. Tekrarlayıcı enfeksiyon, birincil enfeksiyona göre daha bulaşıcı bir yapıya sahiptir.

Bebek Üzerindeki Etkileri

Doğum başladığı esnada birincil ya da tekrarlayıcı enfeksiyona sahip olan kişilerde sezaryen doğum tavsiye edilmektedir. Bu şekilde bebeğin doğum esnasında virüsle teması engellenmiş olur. Bunun önüne geçilmesi için gebeliğin sonlanmasına yakın herpes enfeksiyonu belirtileri gösteren anne adaylarının mutlaka doktora başvurması gerekmektedir.

Aksi takdirde doğum başladığı esnada genital bölgede yer yer alan virüsler amnios zarından bebeğe geçmektedir. Doğum türüne bakılmaksızın herpes enfeksiyonuna sahip olan annelerin doğumdan sonra bebekleri yakından incelenmekte ve gerekli tetkiklerin yapılması gerekmektedir.

Ayrıca doğumdan sonraki dönemde annelerin hijyene ekstra dikkat göstermesi ve genital bölgede yer alan lezyonların bebeğe herhangi bir şekilde temas etmesini önlemesi tavsiye edilmektedir.

Op. Dr. Seval Taşdemir

Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı

Facebook: @drsevaltasdemir

Instagram: @drsevaltasdemir

Yazının devamı...

Tüp Bebek Tedavisi Engelli Doğumları Azaltıyor

Günümüzde tüp bebek tedavisiyle hem genetik nedenle engelli bebeklerin doğumunu önlemek, hem de engelli olmalarından dolayı infertilite (kısırlık) problemi yaşayan kişilerin çocuk sahibi olmalarını sağlamak mümkün. “Dünya Engelliler Günü” dolayısıyla genetik faktörlere bağlı hastalıkların preimplantasyon genetik tanı (PGT) yöntemiyle ayıklanıp ailelerin sağlıklı bebeklere sahip olma olanaklarının arttığına değinmek istedim.

Akraba Evlilikleri Riski Arttırıyor!

Her 5 evlilikten birinin akraba evliliği olduğu ile ilgili istatistikler ülkemizde hala bu evliliklerinin yaygın olduğunu gösteriyor.

Toplumumuzda akraba evliliklerinin çok görülmesi, ailelerin genetik hastalıklı çocuklara sahip olma riskini arttırıyor. Ancak günümüzde engelli bebeklerin doğması tüp bebek tedavisi ve preimplantasyon genetik tanı (PGT) yöntemiyle önlenebilir duruma geldi.

Preimplantasyon Genetik Tanı Yöntemi (PGT)

Genetik faktörlere bağlı hastalıkların çocuk dünyaya gelmeden preimplantasyon genetik tanı (PGT) yöntemiyle ayıklanıp ailelerin sağlıklı bebeklere sahip olmaları sağlanabiliyor.

Genetik hastalıklara sahip kişiler ve engelli bireyler çocuk sahibi olmak istediklerinde bu sorunlarının çocuklarına geçmesi de aynı yöntemlerle ortadan kaldırılabiliyor.

Ülkemizde tüp bebek ve preimplantasyon genetik tanı (PGT) tedavileri başarıyla uygulanıyor. Bu yöntemlerle, Down Sendromu (21. kromozomun 3 tane olması) gibi kromozom sayı ve şekil yapısına bağlı genetik hastalıkların kolaylıkla ayrıştırılıp sağlıklı embriyoların anne rahmine transfer edilmesiyle aileler sağlıklı bebeklere sahip olabilirler.

Ayrıca ülkemizde yaygın görülen Akdeniz Anemisi (talasemi), kistik fibriozis, kas erimesi hastalığı vb. tek-gen hastalıkları da tüp bebek tedavisi ve preimplantasyon genetik tanı (PGT) yöntemi sayesinde ayıklanan sağlıklı embriyolar ile aileler bu hastalıkları taşımayan sağlıklı çocuklarını kucaklarına alabiliyorlar.

Omurilik Felçlilerin Tüp Bebek ile Çocuk Sahibi Olması Mümkün

Ülke geneline bakıldığında gebelik takip, tedavi ve doğum esnasında yaşanan sorunlar, sonrasında trafik kazaları ve çeşitli edinsel faktörlere bağlı engelli kişilerin sayısı da maalesef fazla.

Sonradan geçirilen kazalar sonucu özellikle omurilik felçli olan erkek ve kadınlarda infertilite sorunu yaşanmaktadır. Erkeklerde azospermi (meniye sperm çıkışın olmadığı) veya retrograd ejakülasyon (meninin idrar kesesine döküldüğü) gibi durumlar görülürken kadınlarda da omurilik felci nedeniyle genital enfeksiyon sıklığı ve buna bağlı tüplerde tıkanıklık ortaya çıkıyor. Bu sorunlar nedeniyle ortaya çıkan kısırlık problemi günümüzde tüp bebek tedavisiyle çözümlenmektedir.

Yurt Dışından Tedavi için Türkiye’ye Geliyorlar

Sevindirici olan nokta ise tüp bebek ve tüp bebekte uygulanan ileri teknolojilerden preimplantasyon genetik tanı (PGT) yönteminin ülkemizde son derece başarılı bir şekilde uygulanması. Dünyada sayılı ülkelerde uygulanan bu tedavileri görmek için hastalar Avrupa, Orta Doğu ve birçok ülkeden ülkemize geliyorlar. Ülkemizde başarıyla uygulanan tüp bebek yöntemi, engellerin aşılmasında önemli bir tedavi olarak yerini almış durumda.

Op. Dr. Seval Taşdemir
Kadın Hastalıkları, Doğum
ve Tüp Bebek Uzmanı

Facebook: @drsevaltasdemir

Instagram: @drsevaltasdemir

YouTube-Ferti-Jin

Yazının devamı...

Annenin Yaşı Düşüklerde Rol Oynar mı?

Hamilelikle ilgili en büyük soru işaretlerinden birisi de annenin yaşı. Günümüzde gebe kalma yaşının giderek daha da yükselmesi ise akla ilerleyen yaşlarda yaşanan düşük problemlerini getirmektedir.

Sosyal yaşamın getirdikleri ve kariyer fırsatlarını değerlendirmek çiftlerin hamileliği daha da ertelemesine neden olmaktadır. Günümüzde artık birçok çift yaklaşık 30 yaşından sonra anne baba olmayı düşünmektedir. Ancak kadınlarda doğumun sağlığını yaş yakından ilgilendirmektedir.

Özellikle 35 yaşından sonraki hamileliklere ileri yaş hamileliği adı verilmektedir. 35 yaşından itibaren yumurtalıklarda üretilen yumurta sayısı azalmakta ve bu nedenle gebe kalma şansı da giderek düşmeye başlamaktadır. İleri yaş gebeliğinde düşük riski yaklaşık %40 - %50 oranlarına gelmektedir.

Ortaya Çıkan Riskler

İleri yaş gebeliğinde sadece düşük yapma riski değil aynı zamanda daha birçok risk de bulunmaktadır. Bunların başında ise down sendromlu bebek riski gelmektedir. Diğer taraftan düşüğün yanı sıra erken doğum ya da dış gebelik riski de önemli ölçüde artmaktadır.

İleri yaşta doğrum yapmak isteyen anne adaylarının genellikle sezaryen olması gerekmektedir. İleri yaş hamileliklerinde anne adaylarında hipertansiyon ve diyabet gibi faktörler ortaya çıkmaktadır.

Bu rahatsızlıkların bebeğe herhangi bir şekilde zarar vermemesi için gebeliğin yakından takip edilmesi gerekmektedir. 35 yaşından sonra yaşanan gebeliklerde, 20’li yaşlardaki gebeliklere göre ölü doğum görülme riski de 2-3 kat artış göstermektedir.

Dikkat Edilmesi Gerekenler

İleri yaş gebeliklerinde anne adaylarının dikkat etmesi gereken birçok etmen bulunmaktadır. Anne adaylarının yaşam tarzlarında önemli değişiklikler yapmaları gerekmektedir. İleri yaşta gebe kalan anne adaylarının ilk olarak sağlıklı ve düzenli beslenmesi gerekmektedir.

Bu durum hamilelik şekerinin kontrol altına alınmasına yardımcı olmaktadır. Ayrıca hamilelik ile birlikte alınacak olan kilolar için de düzenli spor tavsiye edilmektedir. Normal hamilelikte olduğu gibi ileri yaş hamileliklerinde de alkol ya da sigara gibi zararlı maddelerden uzak durulması gerekmektedir.

İleri yaşta gebelik düşünen kişilerin hamilelikle beraber gelecek olan riskleri iyi anlaması son derece önemlidir. İleri yaşta gebe kalmak isteyen çiftlerin tüp bebek tedavisi gibi yardımcı tedavileri de göz önünde bulundurması tavsiye edilmektedir.

Yazının devamı...

Blastokist Transferi Nedir?

“Blastokist transferi” olarak adlandırılan işlem tüp bebek tedavisinin en önemli işlemlerinden biri. Laboratuvar ortamında oluşturan embriyo, oluşumunun 5. ya da 6. gününde kadına transfer edilir.

Blastokist transferi ile yapılan işlemlerde embriyonun transferinin daha kaliteli bir şekilde gerçekleştirilmesi mümkün. Tüp bebek tedavilerinde sıklıkla karşılaşılan çoğul gebelik ihtimalini de azaltan transfer yöntemi, ailelerin çocuk sahibi olma planlarını daha rahat yapabilmelerine yardımcı oluyor.

Blastokist Transferi ile Elde Edilen Avantajlar Nelerdir?

Blastokist transferinde elde edilen en büyük avantaj ise başarı oranının çok daha yüksek olması. Potansiyeli yüksek olan embriyoların seçilebilmesine olanak sağlayan transfer yönteminde ayrıca canlılığı yüksek olan embriyo sayısı daha düşük tutuluyor. Bu da çoğul gebelik oluşma ihtimalinin azaltmasında çok etkili.

Blastokist transferi ile embriyonun gelişimi daha iyi gözlemlenebilmesi mümkün. Bu gözlemler sayesinde embriyonun gelişim potansiyeli yüksek olduğu dönemlerde dondurulmasıyla gerçekleşir.. Oldukça avantajlı olan transfer tekniği ile artık tüp bebek gibi stresli bir süreç sorun olmaktan çıkıp daha konforlu bir şekilde geçirilir.

Blastokist Transferinin Farkı Nedir?

Blastokist transferi son yıllarda kullanılan, gelişen tıp teknolojilerine bağlı olarak klinikler tarafından da her geçen gün daha fazla kullanılmaya başlanan bir yöntem. Tüp bebek tedavisi ilk uygulandığı dönemlerde transfer işlemi embriyoların döllenmesinden sonraki 48 saatin sonunda yapılırdı. Çünkü bu transfer sürecinde embriyonun ne kadar canlı kalacağı belirlenemezdi.

Embriyonun geliştirildiği solüsyonun sürece olan etkisi bile tahmin edilemiyordu. Gelişen teknikler ile birlikte embriyoların yapısı ve gelişimi çok daha etkili bir şekilde gözlenebilir hale geldiği için tüp bebek tedavisinde başarı oranı oldukça yükselmiş oldu.

Günümüzde ise transfer için beklenen süre 48 saatten 72 saate kadar yükseltildi. Blastokist transfer yönteminde ise transfer işleminin 5 ve 6 gün sonra yapılması mümkün oluyor. Bu durumda başarı ihtimali yüksek olan embriyoların daha kolay bir şekilde seçilmesine yardımcı oluyor. Transferin adının blastokist olmasının nedeni de embriyonun rahme tutunmadan önce geçirdiği son aşamaya da bu adın verilmesinden kaynaklanıyor.

Bu transferde başarı oranının yüksekliği, çoğul gebelik oluşumuna neden olan çok sayıda yüksek canlılık oranına sahip embriyo transfer edilmesi ihtimalinin ortadan kalkması tekniğin gelişmesine ve yaygınlaşmasını sağlar.

Op. Dr. Seval Taşdemir

Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı

https://www.facebook.com/drsevaltasdemir

https://www.instagram.com/drsevaltasdemir

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.