Havalar ısındı... Açılıp saçılacaklara önemli uyarı..
Sıcağı sevmeyenlerden biri olarak ben bile yazın gelmesine seviniyorum. Bu kış biraz fazla üşüdük galiba, güneş açtı kemiklerimiz ısındı, oh ne güzel oldu.
Havaların ısınması ile kılık kıyafette değişti haliyle. Rengarenk etekler, bluzlar, tatlı tatlı sandaletler ortaya çıktı....
Ortaya çıkanlar sadece bunlarla mı kaldı??!!!? HAYIR elbette kalmadı..
....
Hande Güney ile bir araya geldik mi, dedikodu yapmadan duramıyoruz :) Aslında bizimkine dedikodu denmez, daha çok "Durum Değerlendirmesi".
Malum kalabalık bir binada çalışınca etrafınızda bir sürü insan, tip tip kılık, tür tür hal görüyorsunuz. Eeee hal böyle olunca insan ortadaki durumları değerlendirmeden de duramıyor :)
Günün "" konusunda vücuda göre giyinme vardı. Havalar ısınınca "Ay çok bunaldım, hava çok sıcak" diyerek giydiğimiz kıyafetleri seçerken bazı gerçekleri görmezden geliyor olabiliriz.
Misal... Ben de göbeği açık, tatlı bir büstiyer giymeyi istiyorum, hem de çok istiyorum ancak etrafı da düşünmek lazım, insanların göz zevkine balyozla vuracak şeyler yapmaya ne gerek var?
Peki sen neden benim göz zevkime balyoz ile dalıyorsun be güzelim....
-Yemekhaneye indik, yemeklerimizi aldık, lokmamı tam ağzıma atacağım! O da ne.... Dolmalar tabaktan çıkmış yürüyor!
Tamam hava sıcak, anladıkta, senin o bacaklar o kadar mini eteğe uygun mu?
Bunun yerine biraz daha uzun bir etek seçsen hem alttan efil efil esecek, hem de dolmalar göze göze girmeyecek...
"", "", "" kavramlarını benimseyelim elbette ancak akılda tutmakta fayda var;
Senin Özgürlüğün Benimkinin Başladığı Yerde Son Buluyor ;)
Bu da göz... bu da mide...
PembeNar.Com'un Moda bölümünde dönemsel olarak Vücut Tipine Göre Giyinme konusunda haberler yapıyoruz... Bu haberlere göz atılmasını öneririm.
Hangi renk hangisi ile gider o kısmı kişiden kişiye ve zevke göre değişebilir ancak açıkta kalan bölgelerin etrafta yarattığı imaj ve tahribat konusunda biraz daha duyarlı olmakta fayda var.
Efil efil dolaşayım derken, lömbür lömbür olmayalım ;)
Papatya Somer
Teknolojiyi reddetme, tanı! Otsimo ile tanışın...
Zafer, Can ve Sercan…
Son zamanlarda duyduğum en etkileyici hikayelerden birinin kahramanları.
Yaşları henüz 20’lerin başlarında ancak yaptıkları iş ve yüreklerindeki büyüklük yaşlarını aşmış, koşturmaya başlamış…
Teknoloji hayatlarımıza emin adımlarla girdi, artık hemen hepimizin birer akıllı telefonu var bu telefonları hem iş, hem alışveriş, hem sosyalleşmede, hem de kılavuz olacak faydalı durumlar için kullanmaktayız.
"Apple, 2008 yılında uygulama devrimini başlattığından beri Avrupa’da 1,4 milyon iş olanağı yaratılmasına yardımcı olmuş.
Bu işler, Apple’da ve Apple’ın desteklediği geliştiriciler ve şirketlerde yer almakta. Dünya çapında App Store satışlarından elde edilen 36,5 milyar Euro’nun üzerindeki kazancın 10,2 milyar Euro’su Avrupa’daki uygulama geliştiricilere ödenmiş.
Türkiye’de de Apple ekosistemi tarafından desteklenen 8000’in üzerinde iOS uygulama geliştiricisi var. Apple’ın inovasyonu ve teknolojisi uygulama geliştiriciler, tasarımcılar, girişimciler ve diğerleri için böyle bir istihdam artışını mümkün kılmakta."
Zafer’in otizmli bir kardeşi var. İsmi Alper, 14 yaşında. Alper konuşamıyor, kendi başına dışarı çıkıp, yemek yiyemiyor. Aldığı eğitime 5 dakikadan fazla odaklanamıyor.
Otizm bir zihinsel engel. Her 68 insanın 1'i otizmli. Bu tüm kanser hastalarının yaklaşık 3 katından fazla.
Otizmin neden kaynaklandığı bilinmiyor. Tek çözüm yöntemi erken ve yoğun eğitim.
Ancak bu çocuklar eğitime ulaşamıyorlar.
Örneğin Türkiye'de sadece %5'i eğitim alabiliyor. %95'i kaderlerine terk ediliyor. Eğitim alan çocuklar ise eğitime 5 dakikadan fazla odaklanamıyor.
Bir gün Zafer kardeşi Alper’in okuma yazma bilmemesine rağmen, konuşamamasına rağmen iPad ile oynayabildiğini fark etmiş. Alper 50 dakika boyunca iPad’deki bir uygulamaya sıkılmadan odaklanabiliyormuş.
Otsimo’nun doğuşu da bu noktada başlamış.
Zafer ve arkadaşları otizmli çocuklar için eğitsel oyunlara ve bu çocukların aileleri için eğitim ve takip platformuna sahip harika bir uygulama geliştirmişler.
Otsimo Nedir?
Otizmli çocukların eksik kalan eğitimini iPad aracılığyla evde tamamlamak ve bu çocukları topluma kazandırmak amacı ile yaratılmış olan Otsimo; çocuk, etkinliği kanıtlanmış ABA eğitim modelini tabletlere eğitsel oyunlarla getiren bir uygulama.
*Otsimo büyük veri ve veri madenciliği kullanarak öğrenen bir eğitim platformu.
*Otsimo sayesinde aileler çocuklarının eğitimini daha ileriye götürebilirler.
*Otsimo 100 milyondan fazla kişinin hayatına dokunacak ve rahatlıkla diyebliyorlar ki;
Türkiye’de Zafer, Can ve Sercan’ın da içlerinde olduğu, iOS platformunda kayıtlı bulunan 8000’den fazla geliştirici var.
Otsimo’ya destek veren kurumların başında IOS geliyor ancak elbette Tohum Otizm Vakfı da üzerine düşeni yaparak katkılarını eksik etmemiş.
Otsimo'ya buradan ulaşabilirsiniz; https://otsimo.com/
Otsimo dünyanın en saygın sosyal girişimcilik yarışması olan Global Social Venture Competition'da London Business School'da düzenlenen Orta Doğu, Avrupa, Afrika birincisi çıkarak finale kalmış.
1999’dan beri UC Berkeley tarafından düzenlenen dünya çapındaki bu yarışmanın finaline kalan ilk Türk girişimi olmanın yanı sıra finalde Three Global Finalist Award'ı kazanmışlar ve ülkemize ödül ile dönmüşler. Bu ödül sayesinde 1000$'lık kaynağın dışında, Unicef, MakerSpace, AWR Lloyd gibi kurumlardan mentorlüğe ulaşmışlar.
Önümüzdeki günlerde Otsimo’nun yaratıcısı bu güzel insanlarla özel bir röportaj yapacağım. Eminim sizler de hikayelerini dinlemekten keyif alacaksınız.
Genç neslin kafalarını kaldırmadan akıllı telefon veya tablet başında zaman öldürdüğünü düşünenlere bir notum var..
Önemli bir not:
Otsimo benzeri bir çok uygulama yurt dışında kullanılmakta ancak hiç biri Türkçe olmadığından ülkemizde yaşayan otizm teşhisi konmuş çocuklar için bir fayda sağlayamıyor.
Otsimo’yla tanışmak IOS T ekibini de oldukça heyecanlandırmış.
Otsimo’nun yurt dışındaki benzerlerinden farkı bir eğitim uygulaması olması. Ayrıca "Açık Kaynak” olması da önemli bir özellik.
Bu ne demek?
İsteyen herkes bu platforma kod yazarak geliştirebilir anlamına geliyor.
Ellerinize, yüreğinize sağlık çocuklar...
Otsimo'yu buradan indirebilirsiniz;
Çocuğunu İSTİSMAR etme!
TDK'nın anlamını "" olarak ifade ettiği hepimizin aklı ile vicdanı arasındaki ince çizginin altını kalın bir şekilde çizmekte.
; kötü niyet barındıran, kişinin rızası olmayan eylemleri içeren, dayatma, zorlama, hak ve özgürlüğünü hiçe sayarak kişinin hem ruhsal hem de fiziksel olarak zarar görmesine sebebiyet veren bir harekettir.
Belli bir olgunluğa gelmemiş, haklarından bihaber, kendinden daha büyük veya güçlü olduğunu düşündüğü kişiler tarafından İSTİSMAR edilen kişiler genellikle susma yolunu seçerek sonucu büyük ruhsal sorunlar ile sonuçlanabilecek bir yolu tercih etmektedirler.
Bu kişi bir çocuk ise, seçeceği yol kuvvetle muhtemel susmak olacak ve yaşantısı boyunca yaşayacağı bir ruhsal sorunu, karakter bozukluğunu kimliğine yazmış olacaktır.
Çocuğumuzu 'dan nasıl korur ve HAYIR demeyi nasıl öğretiriz?
Çocuk sahibi olmak insanın aklını fikrini başından alan, kalbini yerinden oynatan bir iş. İstiyorsunuz ki, o hep mutlu olsun, o hiç zarar görmesin, hiç üzülmesin, hiç acı çekmesin.
Hayat bu, elbet ağlayacak, elbet canı yanacak, elbet zarar görecek. Ancak engebeli yollardan geçerken minimum zararla geçip, düştüğünde yeniden ayağa kalkabilecek mi?
Yani donanımlı mı?
İşte asıl önemli olan bu.
Çocuklarımızı büyütürken, kendi ailelerimizden gördüğümüz, toplumun bize öğrettiği veya dayattığı bazı metodları kullanmaya devam ederken sorgulama ihtiyacı duymuyoruz.
"Ben senin annenim/babanım" cümlesi bizim için çıkış yolu olmamalı. Çocuklarımıza hoşlarına gitmeyen veya onlara ters gelen durumları sorgulamaları için fırsat tanımamız çok önemli.
Evde ailesi tarafından baskı gören bir çocuk, okulda arkadaşları, öğretmeni, sokakta tanımadığı biri tarafından gördüğü baskıyı da normal karşılayabilir.
Elbette çocuğun her dediğini yapmak, her itirazına boyun eğmek ve kural tanımaz olmasına sebebiyet vermek değil, kişiliğini ortaya koymasında yol gösterici olmak gerekiyor.
Annesi olmamız bizim sevdiğimiz ancak onun hiç hoşlanmadığı bir kazağı giymesi için baskı yapmamız anlamına gelmiyor!
Babası olmamız o basket kursuna gitmek isterken sırf kendi çocukluk hayalimiz olduğu için onu futbol okuluna yollamakta ısrarcı olmamız anlamına gelmiyor!
Babaannesi olmamız komşu teyzenin elini öpmek istemediğinde onu "yabani" olmakla suçlayıp kalabalık içerisinde rencide etmemiz anlamına gelmiyor!
Dayısı olmamız zorla kucağımıza oturtup sohbet etmek zorunda bırakmamız anlamına gelmiyor!
Öğretmeni olmamız onu istediğimiz her şeyi öğretebileceğimiz, istediğimiz her konuda hayatına müdahale edebileceğimiz anlamına gelmiyor!
BUNLARIN TÜMÜ İSTİSMAR!
ÇOCUKLAR BİZİM MALIMIZ DEĞİL!
Çocuklar birer bireyler, duyguları, hayalleri, istedikleri ve istemedikleri olan bireyler...
Çocuklarımız bize "HAYIR" dediklerinde onlara "EVET" diye diretmek yerine, neden istemediğini sorgulamak, fikrinden dolayı ona saygı duyduğumuzu ve haklı sebeplerimiz varsa bunları insancıl bir dille anlatmak gerekiyor.
Yaşamları boyunca karşılarına çıkacak ve aslında gerçekten "HAYIR" demeleri gereken durumları bir düşünürsek; sigara, uyuşturucu, taciz, hakkının yenmesi, istismar gibi konularda neler yaşayabileceğini de öngörebiliriz.
Çocuklarımızın 'a uğramasını istemiyorsak, biz de çocuklarımızı etmemeliyiz!
Papatya Somer
papatya.somer@milliyet.com.tr
Bütün olay sperm miydi yani?
Geçen hafta yayılan ve yankıları halen süren haberi herhalde siz de okudunuz.
Bu buluş bazı kadınlar arasında şeklinde ses buldu.
Pardon hanımlar...
Erkek cinsi ile tek iletişim sebebimiz sperm üretebilir olmaları mıydı?
Kadın ve erkek arasındaki sevgi, romantizm, uyum, iletişim, alışveriş, zevkler, ruh bağı gibi detaylara hiç ihtiyacımız yoktu da yalnızca bir çocuk sahibi olmak için mi beylere katlanıyorduk?
Bu durumda anne olmak gibi bir hayali, isteği yada planı olmayan tüm kadınların lezbiyen olması gerekiyor sanırım.
Kadın ve erkek arasındaki farklılık veya eşitlikleri savunurken işin dozunun kaçırılıp fanatizm haline getirilebildiğini görmek oldukça acı.
Yüz yüz yüz yüz yıllardır bir bütün olarak yaşamakta olan kadın ve erkek cinsi hem duygusal, hem fiziksel hem ruhsal olarak birbirlerine ihtiyaçtadır, olmaya da devam edecektir.
Modernleşme yolunda ilerlerken, haklarımızı savunurken, kadınlığımıza saygı duyulmasını beklerken, eşitlikçi davranılmasını savunurken ayrımcılık, karalama, hiçe sayma, değersiz kılma söylemleri sizce gerçekten eşitlikçi oluyor mu?
Buluşlara, yeniliklere, modernliğe sevinelim, kadınlık haklarımızı savunalım, çocuklarımızı bağımsız birer birey olarak yetiştirmeyi ilke edinelim ancak; bu coşkumuzu fanatik bir feminist edasında yapmayalım.
Komik oluyor...
Papatya Somer
Kıvrık mısın sen?
Son bir kaç aydır sokaklarda gördüğüm manzara karşısında kendimi daha fazla tutamayacağımı ve bu konuda bir şeyler yazmam gerektiğini bu sabah fark ettim.
Konumuz MODA...
Hani şu uğrunda kılıktan kılığa girdiğimiz, tonlarca para harcadığımız, ayna karşısında saatlerimizi harcadığımız "Öğretilmiş / Empoze Edilmiş" algı yönlendirmesi.
Moda dünyası top, tüfek ile üzerime saldırsa da bildiğim net bir şey var ki; MODA'yı takip uğruna her sezon farklı bir kılığa giren kişilerde oturmamış bir şeyler olduğunu düşünüyorum.
İnsanın bir tarzı, bir stili olur. Onun etrafında ufak detayları ekler veya çıkartırsın. 3 ay önce "ıyyy" dediğin şeyi 3 ay sonra giyip salına salına dolanıyorsan, "Çok iyi psikolog tanıdıklarım var, sizi o tarafa alalım" derim.
Son ayların en "" modalarından biri "".
Sorun kıvırmakta değil, kıvıranda
Kadın stili ile erkek stilinin birbirine girmişliğini tüm komikliği ile ortaya seren "kıvrık paça modası" sokakta gördüğüm 10 erkekten 6'sında mevcut.
Kumaş, jean, keten hiç fark etmez pantolonlarınızın paçalarını kıvırarak gezdiğinizde dışarıdan görünen; "Benim pantolonum ıslaktı, kardeşiminkini giydim öğretmeniiiim!" cümlesini mırıldanan bir çocuk gibi. Hele hele çorapsız giydiğiniz ayakkabılar ile daha da şık(!) oluyorsunuz.
Gündemi, çağı, gelişimi, değişimi takip iyidir, güzeldir, harikadır. Ancak sırf moda diye kendini gülünç bir kılığa sokmak öğrenilmiş çaresizlik yolunda emin adımlar ile ilerlemek gibi oluyor.
Kızlar sevgililerinize/eşlerinize gerçeği söylemenin vakti geldi de geçiyor derim...
Bu değişik modayı destekleyen ve devam ettiren herkese saygı duyuyor ve soruyorum;
https://www.instagram.com/papsmood/?
DİKKAT! Her kadının başına gelebilir!
Bu sabah toplantım öncesi ofiste acil durumlar için bıraktığım siyah, "hanım hanımcık" topuklu ayakkabımı ayağıma giyip, makyaj yapmak için masamdan kalktığımda bütün gün boyunca ofistekilerin benden nefret etmelerine sebep olacak korkunç bir gerçek ile karşı karşıya kaldım.
Özellikle çalışan bir çok kadının başına en az 1 defa gelen bu durum, bu sabah benim başıma da geldi.
Bundan bir kaç yıl önce de aynı durumla karşılaşmış ancak çözüm bulamadığım için ofisin o günkü "gıcığı" ben olmuştum.
Sevgili kadınlar, sevgili okurlarımız...
Birazdan okuyacaklarınız her an sizin de başınıza gelebilir, bu konuda hazırlıksız kalabilir ve gün boyu utana sıkıla gezmek zorunda kalabilirsiniz.
Ben bir defa bu durumu yaşadım ve bu sabah ikinci bir utanmalı gün yaşamamak için hızlıca çözümler üretmeye başladım.
Sorun Ne Mi?
Pardon onu yazmamış mıyım? :)
TOPUK ÇİVİSİ KRİZİ!
Sanırım herkes neden bahsettiğimin farkında :)
Topuk Çivisi Krizi; topuklu ayakkabının ince gelip yere dokunan kısmındaki lastik parçanın zamanla erimesi sonucu, altındaki çivinin dışta kalması ile özellikle taş zemine basıldığında "çat çat çat çat " şeklince çıkan sesin verdiği rahatsızlıktır.
İşte sabah başıma gelen de tam olarak buydu.
Sol ayakkabımın çivisi çıkmış ancak sağ taraf sanki onun üzerine hiç basmamışım gibi olduğu yerde duruyor.
Daha önce sakız yapıştırmayı denemiş ancak eski ofisimin yerlerinin halı kaplı olası ile daha büyük bir hüsran yaşamıştım.
Bu sabah ilk iş "Google Ağabey" e sordum, çıkan sonuçlar beni tatmin etmedi.
Ben de diğer tekinden fikir alma yoluna giderek masamdaki şeffaf bant ile çivi etrafını ve üzerini sardım.
Ancak makyajımı yapıp gelene kadar bant eridi gitti.
Yılmak yok! O ayakkabı Gİ-Yİ-LE-CEK!
Bu defa kalemlikteki mavi silgimi aldım ve (bu arada ayakkabım siyah) ufak bir bölüm keserek çivi üzerine koydum. Şeffaf bant yine imdadıma yetişti ve silgiyi adeta çivi üzerinde sanki orijinal lastiği varmışçasına, oraya sabitledim.
Ancak bu defa farklı bir sorunum vardı. O kadar çok bant sardım ki, siyah ayakkabımın sol topuğunda ten rengi bir şeyler dolanmış gibi duruyordu.
Neyse ki yanımızda siyah oje mevcut, bantların olduğu yerleri hemen siyah oje ile boyadım ve kurumaya bıraktım.
5 dakika sonra yeni "çatırdamayan" topuğum kullanıma hazırdı.... sanıyordum...
Ayağa kalkmam ile, silgiyi sanki sağ bacağım sol bacağımdan kısaymışçasına seke seke yürümeme sebep olacak kadar orantısız biçimde kestiğimi ve yapıştırdığımı fark ettim.
Hızlı ve ustaca bir hamle ile sağ topuğuma da aynı işlemleri uygulayarak yepyeni birer topuk elde ettim.
Sonuç 1: Toplantı sonunda masama geldiğimde silgiler erimiş, yürüdüğüm yollar mavi iz olmuş ancak sessizce ofisi dolaşmıştım.
Sonuç 2: Bir kadın bir şeyi istiyorsa, onun karşısında duran engelin vay haline :)
Papatya Somer
Alzheimer hastalığı ve hastası ile yaşam
Adını en çok duyduğumuz ve belirtileri, tedavisi hakkında en çok haber yaptığımız hastalıklardan biri Alzheimer.
Hastalığın kendisi bir hikaye, hastanın kendisi bir hikaye, hastanın yakınları ayrı bir hikaye.
Alzheimer hastalığına yakalanmış bir kişi ile yaşayan aile fertleri öyle hikayeler anlatıyorlar ki, "Güler misin ağlar mısın" dediklerini durumu yaşamamak imkansız.
Kendi babaannemde de bu rahatsızlığı yaşamış biri olarak söyleyebileceğim 2 şey var ki,
1. Çok büyük sabır gerekiyor,
2. Bence annem cennete gidecek, ona gerçekten bebekler gibi baktı :)
Bir kaç gün önce ; İpek Gürgüç isimli bir kullanıcının sosyal medyada yaptığı paylaşımda, alzheimer hastası anneannesine verdikleri oyuncak bebek ile hayatlarına gelen renk inanılmaz.
"Keşke biz de babaanneme böyle bir şey yapsaymışız" diye düşündürdü beni. En azından gün içerisinde oyalanacak bir şeyleri olurmuş.
Ben konuya hiç hakim olmayan biri olarak "Ne güzel yapmışlar" dedim ancak işi bir de konunun uzmanına sormak lazım.
PembeNar.Com yazarımız Nörolog Dr. Emel Gökmen' sorduk:
Papatya: Alzheimer hastası ile yaşayan kişilere verebileceğiniz en büyük tavsiye nedir?
Nörolog Dr. Emel Gökmen:
Öncelikle artık büyümeyen gittikçe küçülen bir çocukları olacağını kabüllenmeleri gerekiyor. Genellikle Alzheimerli hastalara çocukları bakıyor. Bir çocuk ne kadar büyürse büyüsün ebeveynlerinin gözünde hep çocuk kalır. 50 yaşınada gelsek, yüzlerce insanı yönetsek de onların yanında halen çocuk hissederiz.
Böyle bir gerçeklikte büyüğümüze değil gittikçe küçülen bir çocuğa sahip oluyoruz. Çocuklarımızda sabırlı oluruz. Çünkü her gün yeni birşeyler öğrenirler. Emeğimiz karşılığını bulur. Bu bizi sabırlı yapar. Büyüğümüzde tam tersi gerçekleşir.
Onları çocuk görmek zor ama bunu başarabilirsek onlarla ilgilenmek kolaylaşır. Yoksa bu hastalıkla ilgilenen hekimlerin her zaman söylediği durum gerçekleşir: “Alzheimerli hastaya tanı koyduğumuzda önce 1 hastamız olur, ilerleyen dönemde ona bakan kişiyle 2 hastamız olur.”
Alzheimer hastalığı eninde sonunda ilerleyicidir. Bununla birlikte hastanın zihinsel ve ruhsal durumu da stabil olmayacaktır. Suçlayıcı, paranoyak dönemler başlangıçta toplumsal çevre içinde bizi sıkıntıya sokabilir.
Başkalarının yanında benim paramı alıyor, bana kötü davranıyor gibi konuşmalar yapabilir. Cinsel kontrol bozulup yine konuşma ve davranışlara yansıyarak utanılacak durumlar gerçekleşebilir. Bu dönemde biz sabırlı olmalıyız.
İlerleyen dönemde uykusuzluklar, anksiyeteler, hezeyanlar artıp hastada çok sıkıntı yaratabilir. Onu rahatlatıcı ilaçlar kullanmak gerekir. Normal sakinleştiriciler ters teper unutmayın. Bu hastaların beyinlerinde hasar olduğu için onlara farklı ilaç kullanmak gerekecektir.
Her ne yaparsa yapsın onu hoş görün. Eski büyüğünüz olduğunu unutun. Her evresinde bu konuda ilgili bir nörologtan destek alın.
Mümkün olduğu kadar çevresel ve günlük bakımları için destek almaya çalışın. Sizinde biraz nefes alacağınız zamanlar olsun. Onunla mantık çerçevesinde tartışmalara, açıklamalara hiç girmeyin. Bulunduğu çevreyi mümkün olduğu kadar değiştirmeden çocuksu basit hoşluklar yaratabilirsiniz.
Tartışmadan her söylediğine tamam deyip geçiştirebilirsiniz. Yapmasanızda o unutacaktı
Papatya: Bu durumdaki bir hastaya yapılan bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz? Anlık veya günlük mutluluklar hastayı nasıl etkileyecektir?
Nörolog Dr. Emel Gökmen:
Bu yaklaşım çok doğru. Onu mutlu ediyorsa her şey yapılabilir. Bu örnekte hasta yakınları onun gittikçe bebekleştiğini fark etmişler.
Neredeyse her gün değişen bir hasta ile yaşamaya çalışmak ve bize her şeyi öğreteni böyle görmek zordur ama ne kadar başarabilirsek bu zorlu yılları o kadar az yıpranarak atlatabiliriz. Sevgi ve şefkat beyin işlevleri bozulmuş olan bir insanda bile işler. Unutmayınız.
Papatya Somer