SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

İstediğimiz Yaşamın Yolu “İçimizden” Geçiyor

Hayal kurmayı bıraktığımız gün hem kendimize hem de hayatımıza yazık etmeye başladığımız gündür.

Yaşam bize nasıl acılar yaşatırsa yaşatsın, ne çıkmazlara sokarsa soksun hayallerimiz bizi ayakta tutan, yarının güzellikler getireceğine inandıran bahar çiçekleri gibidirler.

Hayalini plana dönüştür

Hayalleri gerçekleştirmenin en önemli ve ilk adımının hayali plana çevirmek olduğunu biliyor musunuz?

“Bir gün ……….. yapacağım” cümlesini ne kadar güçlü bir hale getirirsek, hayal ettiğimiz şeye ulaşmak o kadar kolay ve hızlı oluyor.

İstediklerimizi gece yarısı uykumuz kaçtığında, zihnimizden öylesine geçirdiğimiz birer hayal olarak bırakmak yerine, güçlü birer plan haline getirmek istediğimiz hayata ulaşmanın en önemli kuralı.

Hayallerimizi yazmak, hayallerimiz ile ilgili araştırmak, bir yol haritası oluşturmak ve bu yola giderken nelere ihtiyacımız olduğunu belirlemek gerekiyor.

Başlamadın ki bitiresin

Eskilerin “Başlamak bitirmenin yarısı” sözünü yalnızca gaza getirmek için söylenmiş bir söz sanıyorsak, yanılıyoruz.

Ufacık bir adım atmış olmak bile, isteğimize ve hedefimize ulaşma yolunda hayati önem taşıyor.
Fikrin doğmasına ve nefes almasına izin vermek, yaşam suyunu eklemek için olmazsa olmaz bir adımdır.

Kendi kendini baltalama

Zaman zaman kendimizi “Ağbi ben bunun aynısını düşünmüştüm, ama işte bak adamlar yapmış…” derken buluruz.

Peki neden bizim tam olarak aynısını hatta daha iyisini hayal etmiş olmamıza rağmen, hayal ettiğimiz şeyi bir başkası yapar ve biz ardından öylece bakakalırız?

Hayal ettiğimiz şeyleri kimi zaman “saçma”, kimi zaman “tutmaz”, kimi zaman ise “beceremem” düşüncesi ile arka plana atar, gerçekleştirmek için hiçbir adım atmayız.

Oysa her başarının ilk başta basit bir fikir olduğu, hedefe giden yolda evrildiği ve aksilikler ile güçlendiği gerçeğini unutmamak gerekiyor.

Olumsuz tezler bizi baltalamaktan başka hiçbir işe yaramaz. Bunun yerine olası olumsuzlukları saptamak, önlem almak, plan yapmak ve yol almak bizi hayal ettiğimiz şeylere ulaştıran sağlam adımlardır.

Hayallerimizi planlara çevirelim. Hayallerimiz gerçekliklerimizin çıkış noktasıdır.

Papatya Somer

instagram.com/papsmood

Yazının devamı...

Hey İnsan! Kendine gel! Adalet İste!

Yazarken de, düşünürken de, okurken de midemiz bulanıyor. İçimiz acıyor. Aklımız almıyor!

Bir insan!
Nasıl olur da!
Bir çocuğa!
Taciz! Tecavüz! İstismar!
Yapar!
NASIL? NASIL!!!!!

Devlet adamları, eğitimciler, sağlık çalışanları, ülkenin önde gelen iş adamları ve kadınları, zengin ve köklü aileleri, sporcuları, şöhretleri …. kısaca bu ülkede tanınıyor olan, yaşıyor olan herkesin sokaklara dökülüp avaz avaz bağırıyor olması, isyan etmesi, önlem alınması için elini taşın altına sokması gerekiyor.

Acaba…
Çocuklara yapılan bu ahlak dışı, bu vicdan dışı davranışlara ait haberleri okurken gözümüzde canlandırıyor muyuz o ufacık surattaki ifadeyi?

Acaba…
Gözyaşları zihnimizde canlanıyor mu?
Avaz avaz, acı ile ağlayışı geliyor mu gözlerimizin önüne?

Acaba…
3 yaşında, 5 yaşında, 8 yaşında, 15 yaşında bir çocuğun, cinsel bir istismar sırasında nasıl bir acı hissettiğini hissetmeye çalışıyor muyuz?

Ülkeyi kurtarmak adına sokağa dökülen onlarca insan, ülke ahlakını, ülke namusunu, ülke çocuğunu, ülke vicdanını kurtarmak adına neden evinde oturup sadece sosyal medya hesaplarından ahkam kesiyor?

Bu sadece geçen haftanın, dünün, bugünün sorunu değildir.

Bu insanlık suçudur!
Bu insanlığı kıyamete, felakete götürecek bir sorundur!
Olağanüstü toplantılar gerektiren, büyük cezalar gerektiren, acil önlemler gerektiren ÇOK ÖNEMLİ BİR SORUNDUR!

Bir çocuğa cinsel istismarda bulunabilecek türde olan bir canlının, toplumda yaşayan diğer insanlarla aynı kefeye konması, görmezden gelinmesi, sessiz kalınması bir insanlık suçudur.

İnancın her ne olursa olsun adalet iste!

İster hukuki adalete inan, ister ilahi adalete, ama susma!

Adalet iste!

Çocuğun için, bu ülkenin çocukları için, kendi içindeki çocuk için…Adalet iste!

Papatya Somer

Yazının devamı...

Cinsel, Fiziksel, Ruhsal Uyum ve Ötesi…

Kadın ve Erkek arasında olup bitenlere kafa yormaya ne zaman başladım hatırlamıyorum ama bu merakımın bitmeyeceğini hep biliyordum.

İki kalbin ve iki beynin birbirine uyumlanmasının ne kadar zor, uyumlandığında da ne kadar kıymetli olduğunu fark etmem çok geç olmadı. Ancak bunun önemini bizzat deneyimlemekte baya geç kaldım.

Yine de şükür.

Evrim Ağacı’nun kurucusu Çağrı Mert Bakırcı’nın ‘Seçilimin Evrime Etkisi ve Uyum Başarısı’ yazısını okumanızı tavsiye ederim. Yazısının içinde kullandığı bir ifade var; “Hayatta kalma mücadelesinin sonucu, uyum başarısı ile belirlenir. Uyum başarısı, hayatta kalma mücadelesinin bir sonucudur.”


Uyum;

Bir bütüne ait parçaların birbirlerine uygunluk hali ve yeni bir duruma alışma hali olarak tanımlanıyor.
İnsan, hayatı yani evrimi boyunca yüzlerce şeye uyumlanma sınavı vermekte.
Yaşadığımız çevreye, insanlara, değişen koşullara, hayatımıza girenlere ve hayatımızdan çıkanlara uyum sağlarken gösterdiğimiz çaba sonucunda yaşadıklarımız ile ‘başarmış’ veya ‘başaramamış’ olarak anılıyoruz. Oysa uyum oldukça kişisel bir durum. Bir insanın bir duruma uyumlanma şekli ile bir diğerininkinin aynı olması neredeyse imkansız.


İşte tam da bu yüzden iki insanın birbirine tam anlamı ile uyumlanması bu kadar değerli.

Duygusal ilişkilerde uyumun tam olması, yani ‘ruh eşliği’, ‘ten uyumu’ gibi büyülü sözlerin söylenebilmesi için; cinsel, fiziksel ve ruhsal olarak uyumlanmanın gerçekleşmesi gerekiyor.

Bunlardan birinin eksik olduğu ilişkilerde belki kısa vadede değil ancak uzun vadede anlaşmazlıkların olmasının sebebi de uyum sorunlarından, yani uyumsuzluktan.


Aklınıza “Ya ruhumun dengini bulamazsam, mutlu olamayacak mıyım?” sorusu geliyorsa bulmak yolunda ilerlemenin zor olmadığını hatırlatmak isterim. Ruhunun dengini bulmanın ilk adımı, kendi dengeni fark etmek ve frekansını uygun konuma getirmektir.

Uyumu yakalayabildiğimiz günlerimiz olsun…

Günün Sorusu:

Kadınlar da Erkekler de birbirlerini anlama yolunda hangi konularda tıkanıyor?

Papatya Somer

instagram.com/papsmood

papatyasomer.com

Yazının devamı...

Aşk Hayatımız Evrim Geçiriyor, Koşun!

Tek bir parmak hareketi ile verdiğimiz hamburger siparişini vermekten çok farklı değil artık “sevgili” sipariş etmek. Beğenmedik hoop, bu da olmaz hooooppp… Yemek söyler gibi “sevilecek insan” sipariş ediyoruz.

Hayır hayır eleştirmiyorum, kınamıyorum da. Devir artık böyle. Alışalım diye anlatıyorum sadece. Acaba her şey parmaklarımızın ucundayken, gerçekten ‘kıymet biliyor muyuz’ diye merak ediyorum bir de.

Günümüz dünyasında “Günaydın” mesajı yazmak çabalamak anlamına geliyor. Doğru emojileri gönderdiğimizde duygularımızı ifade etmiş oluyor, fotoğraftan aşık olduğumuzda ise iç görümüzü kuvvetli sayıyoruz.


Artık günlerce camda bekleme, muhallebicide kikirdeme, uzun mektuplar yazma devri gerilerde kaldı

Bu neslin insanları, biz, için romantizm telefonları ellemeden geçirilen 30 dakika, sadakat ise ilişkiden 2 hafta sonra silinen Tinder hesabı anlamına geliyor.
Artık “biz” yerine “ben” diyor, kendi önceliklerimiz, kendi hayallerimiz, kendi paramız, kendi evimiz, kendi düzenimiz için emek vermeyi tercih ediyoruz.

Bu neslin insanları birbirlerine karşı değil, kendilerine karşı sorumluluk hissetmeyi tercih ediyor

Bireysellik bu kadar ön planda olunca, ilişkiler daha kısa sürüyor. Yolda el ele yürüyen 60 yaşlarında bir çift gördüğümüzde “ayyyy ne güzellll” demekten kendimizi alamıyoruz, zira artık bizim ’30 senedir evliyiz’ diyecek birlikteliklerimiz olamıyor.

Çağ değişirken, ilişkilerin formu, duyguların ifade şekli ve elbette beklentilerimiz de değişiyor

Eskiden “saçını süpürge etmek” diye bir ifade vardı. Artık pek duymadığımız bu ifade tam anlamı ile “hayatını birine adamak, kendi hayallerinden ve önceliklerinden vazgeçmek” oluyordu.
İnsan sanki birine hayatını adadığında sevgisini ve bağlılığını da ispat etmiş gibi hissediyordu.
Halbuki sevgi de bağlılıkta adamaktan değil beslemekten geçiyor. Önce kendini sonra sevdiğini beslemek gerekiyor.

İnsan kendi içinde mutlu değilse, bir başkasını nasıl mutlu edebilir ki?

İşin anahtarı kendi benliğini var ederken, bir başkası ile doğru oranda uyumlanabileceğini fark etmek aslında. İster çağ değişsin, ister duygular, ister beklentiler. İnsan doğası değişmiyor. Herkes sevmenin ve sevilmenin peşinde.

Yeni dönemin insanları bunu kendilerine sunulan teknolojik imkanlarla yapadursun, dengini bulma yolunda herkesin yolu açık olsun..

Papatya Somer

instagram.com/papsmood

papatyasomer.com

Yazının devamı...

Kendinizin Farkında Mısınız?

Yaşadığımız ilişkilerin sağlıklı ilerlemesinin en önemli sebeplerinden biri kendimizin farkında olmamızdır. Kendimizin farkında olmak, itiraf gerektiren bir yüzleşmedir. Karşımızdakini yargılarken bir saniye durup düşünmektir kendimizin farkında olmak.

Her insan -özellikle gece başını yastığa koyduğunda- öz eleştiri yapar. Kimi daha sert, kimi daha kayırıcı yapar öz eleştiriyi, ancak herkes yapar. Herkes ne olduğunu, ne olmadığını, üzerinde çalışması gerekenleri, değiştirmesi gerekenleri bilir. Bilir ve bununla kavga halindedir. Çünkü değiştirmek istediklerini bilir, bununla ilgili yaşadığı sorunların farkındadır ancak insanın kendini değiştirmesi cesaret isteyen bir şeydir.

İkili ilişkilerde çıkan tartışmaların hemen hemen hepsi sonuçsuz biter. Genellikle kedinin kum ile pisliğini örtmesi misali konunun üzeri örtülür, geçici bir çözüm bulunur ve yola devam edilir. Ayrılacak halimiz yok ya!

Oysa çıkan tartışmalarda konudan ziyade hem kendimizin hem de karşımızdakinin bakış açısına dikkat etsek, konunun neden gündem veya neden sorun olduğunu anlamak kolaylaşır.

Tartışma sırasında herkes kendi bildiğini savunur, karşısındakini dinlemez, dinlese de anlamaz. Anlamaz çünkü kendi bakış açısı ile dinler.

Cümlelerin ağzımızdan öylesine çıktığını, düşüncelerin aklımıza öylesine, birdenbire geldiğini düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz şekerler.
Yaşanmışlıklarımız, tecrübelerimiz, korkularımız, ön yargılarımız ve elbette yetiştirilişimizin kelimelerimizde ve tepkilerimizdeki etkisi çok büyük.
Bizim için önemli olan bir şeyi karşımızdaki kişi her ne kadar biliyor diye düşünsek bile, hassas noktaların büyük değişkenlere sebep olduğunu unutmamalıyız. Ufacık bir detayı, tek bir kelime ile açıklamak bile iletişimde büyük değişikliklere sebep olur.

Kendi bakış açımızın, kendimizin farkında olursak, kendimizi anlatmamız çok daha kolay olacağı gibi, kendinin farkında olmak; karşımızdakinin bizim gibi olmadığı gerçeğini anlamamızda da faydalı olur. Farklı bakış açılarının farkına varmak, dinlemeyi, anlamayı, uzlaşmayı ve ortak nokta bulmayı beraberinde getirir.

Eşimiz veya sevgilimiz ile sıklıkla tartıştığımız konuları düşünelim. Benzer konular, benzer savunmalar, benzer eleştiriler, geçici çözümler, kırgın kalpler, zihinde gezen soru işaretleri, boş verilen sorular, geçiştirilen cevaplar…

Bir dakika durup düşünmeye ne dersiniz?

Son tartışmanızda karşınızdakinin savunduğu şeyi onun bakış açısı, yaşam geçmişi ve algısı ile düşünmeyi deneyin. Savunduğu şey yanlış olsa bile, bu onun penceresinden görünen bir fotoğrafın çıktısıdır. Karşımızdakine mevzumuzu anlatabilmenin tek yolu, anladığı dilin kelimelerini seçmektir şekerler, deneyin. ‘Kadın haklıymış yahu’ diyeceksiniz…

Günün Sorusu:

İlişkinizde çıkan tartışmaları gerçekten uzlaştırmaya ulaştırdığınızı düşünüyor musunuz, yoksa konu genellikle karşılıklı olarak konuyu uzatmamaya karar vermekle mi bitiyor?

Papatya Somer

Yazının devamı...

İlişkiniz Spiritüel mi, Yüzeysel mi?

Aşk ilişkisi yaşayan iki insan arasındaki durum “ruhsal bir birleşme”dir.

Uyumun aşk ilişkisindeki önemini fark edenler, birlikte gelişir, birbirlerine destek olarak evrilir ve birbirlerinin önündeki engelleri kaldırarak yol alırlar.

Ruhsal birleşme yolunda olan bir çift öncelikle; cinsiyetlerinin getirdiği farklılıkları, daha sonra aynılıklarını, zıtlıklarını ve birbirlerini tamamlayıcılıklarını keşfeder.

Aşk ilişkisini ruhsal bir birleşme olduğu fark edilemeyen yüzeysel ilişkilerde; uyumsuzluk, mutsuzluk, depresyon, nefret, kin, sevgi eksikliği, huzursuzluk ve ayrılık kaçınılmazdır.

Spiritüel ilişkide ise; çift aralarındaki farklılıklara rağmen dengeli iletişimi sağladıkları ve doyuma ulaştıkları için ruhsal evrimlerinde birbirlerine destek olarak gelişirler. Bu doyum mutluluk, huzur, bolluk ve uzun bir ömrü beraberinde getirir.

Yüzeysel ilişki ve spiritüel ilişki arasındaki farklar neler?

Yüzeysel ilişkide çift olarak sahip olunan bir motivasyon kaynağı yoktur. Çift onlara öğretilen bazı modeller çerçevesinde yaşadıkları ilişkiye karşı herhangi bir inanç hissetmez. Kendi modellerini oluşturamazlar. İkisi de birbirine uymaya çalışma ve birbirini kendine uydurma savaşındadır. Ancak kendi içlerindeki evrilmeyi görmeye bile fırsat bulamadıkları için birbirlerini de anlayamazlar.


Spiritüel ilişkide çift birlikteliklerinin ardındaki ruhsal birleşmenin farkındadır. Ortak hedef, ortak hayal, ortak değişim ile gelişirler. Kendi benliklerine duydukları farkındalık ve saygıyı birbirlerine de gösterdikleri için evrilmeleri uyumlu ve zenginlik dolu olur.



Yüzeysel ilişkide öz benlik geriye itildiğinden içsel huzursuzluk çok fazladır. Kişi ilişkide olduğu kişiyi suçlar ancak çıkış yolunun kendinde olduğunu fark edemez. Kıskançlık, hırs, otorite kurma isteği ile ego gösterisi yaşanır.



Spiritüel ilişkide kişi kendine tanıdığı yaşam özgürlüklerini karşısındakine de tanıması gerektiğinin farkında ve anlayışındadır. Çift hem kendi yaşamlarına, hem çevrelerine, hem de birbirlerine olan sorumluluklardaki dengeyi korur. Anlayış üzerine kurulu bir ilişki yaşarlar.



Yüzeysel ilişkilerde kendine ait zamanlar, hobiler, deşarj yöntemleri geliştirmemiş kişi ilişkide olduğu insana da bu alanı tanıyamadığından ortak noktalara ve ihtiyaçlara sahip olunabileceğini de fark edemez.



Spiritüel ilişkilerde birlikte öğrenmek, bilgiyi paylaşmak, birlikte geliştirmek ve eğlenmek ana yasalardandır. Bu, çiftin gelişimine ve ruh birliğinin zenginliğine katkı sağlar.



Yüzeysel ilişkilerde samimiyetsizlik ve paylaşım yoksunluğu iletişimi kopartır, bu da kaybetme korkusuna sebep olur. Kaybetmekten korkmanın kaçınılmaz getirisi olan güvensizlik, kıskançlık ve hırçın yaklaşımlar ortaya çıkar.



Spiritüel ilişkilerde iletişimin hem ruhsal hem fiziksel olarak dengede olması birlikteliğe güven, huzur, istikrar ve başarı katar.


İlişkilerimiz kişiliğimizi, yaşam tarzımızı, mutluluğumuzu, verimliliğimizi ve sağlığımızı doğrudan etkiler.

Öncelikle kendi ruhsal ihtiyaçlarımızın farkına varmak ve bu ihtiyaçları beslemek ilişkide olduğumuz kişinin ihtiyaçlarına saygı duymayı ve birliğin uyumlu gelişmesini sağlayacak en önemli unsurdur.

Uyumlu günlerimiz olsun…

Papatya Somer

instagram.com/papsmood

papatyasomer.com

Yazının devamı...

“Babasın Sen! Dik Dur!”

Hafta sonu PembeNar.Com ekibi olarak, İBS Anne Bebek Çocuk Fuarı’ndaydık. 3 gün süren fuara katılım ve ilgi oldukça fazlaydı. Fuarın isminin Anne, Bebek ve Çocuk olmasına bakmayın… babalar fuarın asıl kahramanlarıydı!

Babalar… ah unutulmuş, ah çilekeş, ah görev adamı babalar..

Bu güne kadar aklınıza bir babayı çevirip, baba olmak ile ilgili hislerini, üzerinde oluşan baskıları, sorumluluklarına karşı hissettiklerini sormak geldi mi?

Toplumdaki rollerimiz bize verilmeye başlandığında artık öyle bir döngüye girmiş oluyoruz ki, buna itiraz etme hakkımız bile olmuyor.

Hafta sonu gördüğüm manzara şuydu; babalar elleri kolları dolu, kan ter içinde, mutsuz, mecbur şekilde dolanırken, teknik destek (para), lojistik destek (eşya taşıma), psikolojik destek (evet canım en güzel sen ve bizim çocuğumuz) vermek ile görevliydiler. Belki bir kaçı durumdan mutluydu ancak çoğunun suratında ‘Benim burada ne işim var?’ bakışını görmek mümkün.

Fuar için özel olarak hazırladığımız kitapçıkta Babalara Özel içeriklerimizi gören babalardan gelen tepkiler inanılmazdı! “Aaaaa bizi de düşünen birileri olmuş!”

Gebeliğin başlangıcından itibaren, ‘anne bebek’ odaklı yaklaşımın, doğum sonrasında ‘yeni doğan ve lohusa’ odaklanmasına dönüşerek, ‘anne ve çocuk arasındaki bağ’ konuları etrafında dönmesi babalara nasıl hissettiriyor acaba?

Anneliğin kutsallığı ile iyice kutsallaşan kadının, çocuk ile ilgili hiçbir sorumluluğu kocasına vermemesi sonucunda ‘becerikli baba’ olamayan erkeğin, bir gün aniden ‘sen ne ilgisiz babasın’ etiketini yiyip yargılanması babalara ne hissettiriyor acaba?

Bir babanın ülke değişkenlerine rağmen, kendi psikolojik savaşlarına rağmen aynı doğruda tutum sergilemek zorunda olması, ağlama krizlerine girmek gibi bir lüksü olmaması, dertleştiğinde ‘başarısız’ olarak görülmeye mahkum olması babalara nasıl hissettiriyor acaba?

Acaba “Babasın sen! Dik dur!” cümlesi ile yaşadığı sorunları görmezden gelen, kendi hayatını yaşamaktan vazgeçmiş, önce ailesinin, sonra karısının ve çocuklarının hayal ettiği hayatı yaşamaya boyun eğmiş erkekler ne hissediyorlar?

Hiç düşündünüz mü şekerler?

Günün Sorusu:

Erkeklerin toplum tarafından hangi konularda acımasızca yargılandığını düşünüyorsunuz?

Papatya Somer

instagram.com/papsmood

papatyasomer.com

Yazının devamı...

Gözüm Senden Başkasını Görürse, Kör Olsun

Söz uçar, yazı kalır diyoruz da, birbirimize sözler vermekten de asla çekinmiyoruz. Hele aşıkken.

Hiçbir boşanma davasında hakimin çifte; ‘Hani hastalıkta ve sağlıkta birlikte olacaktınız, hani birbirinize yasalar önünde söz vermiştiniz, yalancısınız, ikinizi de tutukluyorum’ dediğini gördünüz mü? Söz konusu ‘aşk’ olunca verilen sözlerin gönül gözü ile olduğunun herkes farkındaysa demek…

Aşk ve aşıklığın insana yaptırabilecekleri filmlere, romanlara, şiirlere, şarkılara konu olmuş bir haykırış adeta. İnsanın kendi varlığı ile yetinemediğini hissetmesi ne kadar acıysa, o’nun varlığı ile bütünleştiğini hissetmesi de bir o kadar cezbedici. Varlığı ile göklere uçtuğumuz, kelebekleri kovaladığımız, şarkılar mırıldandığımız aşkın yokluğu ile kendimizi matemlerde buluşumuz tesadüf değil.


TANFORD Üniversitesi Tıp Fakültesi Ağrı Merkezi’nin yaptığı araştırmada aşkın hem en iyi ağrı kesici olduğu hem de kokainden daha güçlü bir etken olduğu saptandı. Vücudun salgıladığı dopamin hormonu aşıkkenhissettiğimiz mutluluğun temel sebebi olarak biliniyor.

Bu durumda… Aşk bir mantıksızlık hali midir? Aşık olduğumuzda gerçekten saçmalıyor muyuz?

En mutlu olduğun anları gözünün önüne getir deseler, ya çocukluğumuza dair kareler gelir gözlerimizin önüne, yada aşık olduğumuz, aşık olunduğumuz kareler. Haz alma sırasında salgılanan dopamin hormonu tatlı bir şeyler yediğimizde ve özellikle cinsel birleşme sırasında salgılanıyor. Bu da beynimizin bize ‘haz veren şeyden kopma’ uyarısında bulunmasını sağlıyor.
Hazdan kopmak istememe haliyle; aşkı kaybetmemek için çırpınışımız ve kaybettiğimizde çektiğimiz acı ile kendimizi kaybedişimiz de bu yüzden.

Aşık olduğumuzda normalde yapmayacağımız şeyleri yapmamız, yüzümüzde gülümseyen bir ifade ile gezmemiz, çocuklar gibi zıplarayak dolaşmamız da tam olarak bu yüzden… tadını çıkartalım şekerler ;)

Günün Sorusu:

Aşk acısının sizde yarattığı etkiler ile nasıl başa çıkıyorsunuz?

Papatya Somer

instagram.com/papsmood

www.papatyasomer.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.