SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

İlişkim ve Ben

Evlisiniz ve arkanıza bakıp nasıl bir evliliğinizin olduğunu düşünün. İşinizi kolaylaştırıp size şöyle bir soru soralım; eşinizle ne kadar uyumlusunuz? Evlilikte uyum olmazsa sizin, eşinizin hatta çocuklarınızın psikolojik ve fizyolojik sağlıkları olumsuz yönde etkilenebilir.

Evlilik uyumu ve evlilik doyumu birbirini destekleyen kavramlardır

Evlilikteki uyum beraberinde mutluluğu ve evlilik doyumunu da getirir. Evlilik ilişkisini yaşarken, evlilik uyumu, evlilik doyumu, evliliğe ait uyumu artıran bir faktör olmadığı sürece mutlu bir insan olabilmekten bahsetmek oldukça zordur. Evlilik uyumu ve evlilik doyumu benzer kavramlardır ve bu iki kavram sürekli birbirini destekler. Yani doyumun olduğu yerde uyum, uyumun olduğu yerde doyum vardır.

Her çift, ilişkisinde sorun yaşar

Her çift, ilişkisinde sorun yaşar. Eğer çiftler bu sorunları aralarında konuşabiliyor, iki taraf da duyulduğunu hissediyorsa, kendi fikirlerini yargılanmadan ortaya koyabiliyor ve ortak bir çözüm yolu bulabiliyorsa, terapiye ihtiyaç duymadan birlikteliklerini koruyabilirler.

Ancak, farklı yollar denemelerine rağmen, eşlerden en az biri duygularını açmak konusunda eşine güvenmiyorsa, sorunlar konuşulduğunda kendini daha yalnız ve çaresiz hissediyorsa, bağırma, aşağılama ve şiddet varsa, aldatma yaşanmasına rağmen bu konu konuşulamıyorsa, ilişki her geçen gün daha çatışmalı ya da daha uzak bir hal alıyorsa, bir çift terapistine ihtiyaç vardır.

Çift terapisi, her iki eşe de eşit mesafede duran, ikisinin de ihtiyaçlarını ve zorluklarını görebilen bir terapist tarafından, sorunların ve çözüm yollarının konuşulabileceği güvenli bir ortam sağlar. Bireylerin diğer insanlarla kurduğu ilişkiler, ruh sağlığı ve duygusal doyumunuz açısından çok önemli. Bu durum yakın ilişkiler olduğunda daha önemli bir durum haline gelir. Eşinizle yaşadığınız sorunlar sizin diğer insanlarla ilgili olan ilişkilerinizi etkiler.

Aşamayacağınızı düşünüyorsanız...

Desteğe ihtiyacınız olmadığı sağlıklı birliktelikler en önemli temennimiz olsa da, Eğer aranızda bir sorun var ve aşamayacağınızı düşünüyorsanız, yeni bir ayrılıktan çıkmış ve önceki iliskinizde çok fazla fedakarlık yaptığınızdan dolayı uyum, öfke, bitirilmemiş duygu ve düşünceler için destek almak öncelikle kendi ruh sağlığınız açısından önemli.

Çift terapilerinde ki amaç problemlerle baş etme becerilerinin edinilmesi ile birlikte, sadece o anda yaşanan durumlara çözüm üretilmesi değil, sonrasında da yaşanabilecek bazı zor durumlarla baş edilebilmesini sağlar.

Psikiyatrist Uzm. Dr. Burak Toprak

www.buraktoprak.com

Facebook: @psikiyatristburaktoprak

Instagram: @psikiyatristburaktoprak

YouTube – Psikiyatrist Dr. Burak Toprak

Yazının devamı...

Obsesif Kompulsif Bozukluk

OKB, kişinin zihnine bir anda gelen zorlayıcı takıntılı düşünce, imge ve fikirlerin olduğu sonrasında bu sıkıntılı düşünce ve imgeleri yok etmek için ortaya çıkan kompulsiyon adı verilen yineleyici eylem ve düşüncelerden oluşur. Obsesif kompulsif bozukluk nadir bir hastalık sanılmasına rağmen son yıllarda görülme sıklığı giderek artar.

Kaç yaşında başlar?

Obsesif kompulsif bozukluk genellikle çocukluk yıllarında başlamasına rağmen kişinin bunu bir hastalık olduğunu farketmesi 20’li yaşlarda olur. Uzun yıllar yaşamış olduğu takıntılı düşüncülerin bir kişilik özelliği olduğunu düşünüp tedavi olma arayışına girmeyebilir. Ancak takıntılar kişinin hayatını ciddi anlamda etkilemeye başladıktan sonra tedavi için başvurular başlar.

En sık görülen obsesyon ve kompulsiyonlar

Obsesif kompulsif bozukluğun birbirinden farklı birçok çeşitli klinik görünümleri mevcuttur.

Buluşma, Kirlenme Obsesyonu – Temizlik Kompulsiyonları

Kişi vücudunun, ellerinin kirlendiğini, mikrop ya da virüs kapabileceğini ve bu mikrobu başkalarına da bulaştıracağını düşünür bu yüzden sık sık uzun süreli ellerini yıkamaya başlar.

Bazen o kadar sık ellerini yıkamaya başlar ki kişi saatlerini lavaboda geçirir ve elleri tahriş olur. Dışarda giydiği kıyafetleri eve gelir gelmez çıkarma ihtiyacı duyar. Bazen ailenin diğer üyelerinide ellerini yıkaması ve kıyafetlerini değiştirmesi için zorlar.

Evi detaylı bir şekilde tekrar tekrar temizler. Bazen dışardaki kuşlardan ya da hayvanlardan virüs ya da mikrop bulaşacağını düşünür ve bu düşünceleri gidermenin tek yolunun detaylı temizlik yapmaktan geçtiğini düşünür. Ancak ne kadar temizlik yapsa da bir süre sonra yeniden kirlendiğine ya da mikrop bulaştığına dair düşünceler oluşur ve tekrar el yıkama, temizlik yapma ihtiyacı doğar.

Kuşku Obsesyonu ve Kontrol Kompulsiyonu

Kişi kapı, ocak, gazın açık kalmış olacağını düşünür ve tekrar tekrar kontrol eder. Ancak her kontrol sonrasında yeniden zihninde ya açık kaldıysa düşüncesi oluşur ve yeniden kontrol eder. Kişi zihnine gelen kuşkular nedeniyle evden çıkmakta zorlanır.

Başkalarına ya zarar verirsem istemeden onları incitirsem şeklinde kuşku obsesyonları oluşabilir. Acaba çocuğuma zarar verir miyim şeklinde oluşan zorlayıcı obsesyonlar kişinin evdeki tüm keskin aletleri saklar ya da evden atar ancak bu davranışlarda kişiyi rahatlatmaz ve olumsuz düşünceler, kuşkular yeniden oluşur.

Cinsel içerikli obsesyonlar

Kişinin zihninden kendini rahatsız eden cinsel içerikli düşünceler saatlerce geçer bu düşünceler nedeniyle kendini suçlar. İstemediği ya da kendine yakıştıramadığı cinsel eylemler zihnini devamlı meşgul eder. Acaba kontrolümü kaybedip yakın arkadaşlarıma ya da akrabalarıma karşı bir cinsel eylemde bulunur muyum? şeklinde kaygı dolu düşünceler kişinin toplumdan uzaklaşmasına neden olur.

Dini içerikli obsesyonlar

Dini ibadetlerini yaptıkları sırada akıllarına olmayacak düşünce v eylemler gelir. Örneğin namaz kılarken bir anda istemeden gelen küfürlü düşünceler kişinin ibadetini huzurlu bir şekilde yapmasına engel olur ya da bu düşünceler nedeniyle namazının bozulduğunu düşünüp namazı yarıda bırakabilir.

Simetri (düzen) kompulsiyonları

Kişinin tüm yaşamına simetri takıntıları egemen olmaya başlar. Masanın dağınıklığı nedeniyle huzursuz olur ve çalışmaz. Tüm kişisel eşyalarını belli bir düzen içinde tutar. Düzensizlik kişinin huzursuz olmasına neden olur. Örneğin kalemlerinin aynı hizada durmasına, yamuk duran eşyalar olduğunda düzeltme ihtiyacı duyar.

Dokunma kompulsiyonları

Bazen kişiler iç huzursuzluğunu, sıkıntısını bazı özel eşyalara dokunarak bastırmaya çalışırlar. Kişi eğer bu özel eşyaya dokunmadan evden çıkarsa kendisinin ya da sevdiklerinin başına bir felaket geleceğinden endişelenir eğer eşyaya dokunmadan evden çıktıysa geri dönüp bu eşyaya dokunma ihtiyacı doğar bazen tekrar tekrar bu eşyaya dokunur.

Sayma kompulsiyonları

Kişi bazen çocukluk yıllarından kalma bir alışkanlık olarak gördüğü bir sayıya kadar saymadan işlerini yaptığında bu işin olumsuz gideceğini düşünür. Örneğin, sınavlara girerken soru çözmeye bu sayıya kadar sayarak başlar. Örneğin, 3 kez aynı kelimeyi tekrar etmezse başına bir felaket geleceğinden endişelenir.

Biriktirme kompulsiyonları

Kişi ilerde ya lazım olursa şeklindeki düşünceler nedeniyle eşyaları biriktirmeye başlar. Bazen çöp poşetleri, cam kavanozlar olabilireceği gibi, giyinmediği kıyafetler ve eşyalarla evini doldurur.

Obsesif kompulsif bozukluğun nedenleri

Obsesif kompulsif bozukluk genetik aktarımın olduğu beyinde serotonin vb hormonların işlevlerinde bozukluk olması nedeniyle oluşan bir beyin hastalığıdır. Obsesif kompulsif bozukluk takıntı, vesvese hastalığı olarakta bilinir. Genetik aktarımı güçlü bir hastalık olması yanında sosyal öğrenme ile de geçiş bildirilmiştir.

OKB Tedavisi

Tedavide zihne gelen olumsuz düşünce ve imgelerin yok edilmesi için ilaç tedavisi ve/veya psikoterapi uygulanır. OKB tedavisinin en az 2 yıl sürdürülmesi gerekir. Tedavinin ilk haftalarında ciddi bir düzelme beklenmese de 2-4 hafta arasında düzelme başlar. Tedavi sürecinde olumsuz düşünce ve imgelerden kurtulan zihin tekrarlama davranışlarının yapılmasını engeller ve kişi yaşamış olduğu huzursuzluktan kurtulur.

Psikiyatrist Uzm. Dr. Burak Toprak

www.buraktoprak.com

Facebook: @psikiyatristburaktoprak

Instagram: @psikiyatristburaktoprak

YouTube – Psikiyatrist Dr. Burak Toprak

Yazının devamı...

Kıyaslamaktan Vazgeçmeliyiz

İnsanın gündelik hayatta yaptığı en büyük hatalardan bir tanesi de kendilerini sık sık başkalarıyla kıyaslamasıdır. Bu davranış birçok kişi de o kadar alışkanlık haline gelmiştir ki kişiler bunu gün içerisinde bunu fark dahi etmeden gerçekleştirir.

Ancak kişilerin kendisini başkaları ile kıyaslaması nadiren motivasyon artışı sağlar. Günümüzde sosyal medya kullanımının artışı ile özel hayatın daha fazla göz önünde bulunması, bu durumun daha fazla yaşanmasına neden olur.

Düşüncenin bunun üzerine oluşması aynı zamanda kişisel verimliliği de sıfıra indirmektedir. Bunun önüne geçmek için kişinin gün içerisindeki farkındalık süresini arttırması gerekir. Çünkü kendini başkaları kıyaslama genellikle düşüncelere dalındığında ve beynin o esnada otomatik pilotta olduğu dönemde ortaya çıkar.

Karşılaştırma Duygusuyla Başa Çıkma

Kendini başkalarıyla karşılaştırmak beraberinde kıskançlık duygusunu da getirir. Bu gibi durumlarda kişinin öz yeterliliğine vurgu yapması gerekir. Ancak bu alışkanlığı yerleştirmek kısa sürede olmaz.

Bu hissi yaratabilmek için önce kişinin herkesin birbirinden farklı ve eşsiz bir yapısı olduğunu kabul etmesi gerekir. Farklı yapı herkesin de kendine özgü güçlü yanları bulunur. Kişinin bu güçlü yanlarına odaklanmayı öğrenmesi sağlanmalı.

Özellikle yaşça küçük çocuklar bu konuda çok doğru bir örnek oluşturur. Çünkü çocuklar kendilerini oldukları gibi kabul eder. Her ne kadar bu kabul edilme bilinçsizlikten kaynaklansa da büyüklere örnek olabilecek bir durumdur.

İlham Almak

Karşılaştırma sonucu ortaya çıkan kıskançlık duygusu özellikle harekete geçme konusunda başarısız olan kişiler için çöküşün başlangıcı olabilir. Bu gibi durumlarda kişinin kıskançlık duygusuna neden olan öykünmenin ilham için kullanılması tavsiye edilir.

Kişinin değiştirmek istediği yanları üzerinde çalışması gerekir. Bunun yerine kabullenişe gitmek aynı zamanda psikolojik olarak bir soruna işaret eder. Bu durum değiştirilmediği sürece kıskançlık ve mutsuzluk kaynağı olmaya devam edecektir. Kıskançlık getirdiği öfke kişinin kıskançlık duyduğu şeye ya da kişiye değil kendisinedir. Bu durumun kronikleştiği durumlarda ise bir uzmandan yardım almak kaçınılmazdır.

Bu konuda atılacak adımlardan elde edilecek sonuçlar kişinin kendisine saygı duymasıyla başlar. Kıskançlık kaynağını almak ve onu ilham kaynağına dönüştürmek bu saygının ilk adımı olarak kabul edilir.

Psikiyatrist Uzm. Dr. Burak Toprak

www.buraktoprak.com

Facebook: @psikiyatristburaktoprak

Instagram: @psikiyatristburaktoprak

YouTube – Psikiyatrist Dr. Burak Toprak

Yazının devamı...

Yeme Bozukluğu Hakkında

Yeme bozuklukları, yeme alışkanlıklarının olumsuz yönde kalıcı bir şekilde değişerek vücut sağlığını, duyguları ve hayatın önemli noktalarında fonksiyon bozuklarına neden olan ciddi bir durum olarak kabul edilir.

Yeme bozuklukları psikoloji alanında en tehlikeli rahatsızlıklardan biri olarak kabul edilmektedir ve ölümcül bir rahatsızlıktır.

En sık karşılaşılan yeme bozuklukları anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza ve son yıllarda yeni yeni tanımlanan tıkınırcasına yeme bozukluğudur. Birçok yeme bozukluğu aşırı kilo, vücut şeklini beğenmeme kaynaklı olarak tehlikeli yeme alışkanlıklarıdır.

Yeme bozuklukları kalp, sindirim sistemi, kemik, diş ve ağız sağlığını tehlikeye attığı gibi aynı zamanda diğer rahatsızlıklara da yol açmaktadır. Yeme bozuklukları genellikle ergenlik çağındaki kişilerde görülse de ilerleyen yaşlarda da ortaya çıkabilir.

Yeme Bozukluğu Çeşitleri

Kısaca anoreksiya olarak da bilinen anoreksiya nervoza, anormal derecede düşük vücut ağırlığı, kilo alma korkusu ve vücut şekline çok fazla odaklanmayı içeren ve hayatı tehlikeye atan bir yeme bozukluğudur.

Anoreksiyada kilo alımını sınırlamak ya da kilo kaybetmek için aşırı egzersiz yapmak, müshil kullanmak ya da yemekten sonra kusmak gibi belirtiler ortaya çıkar. Bulimiya olarak bilinen bulimiya nevroza da ise anoreksiyadan farklı olarak aşırı yeme atakları ve ardından gelen kusma istekleridir.

Ancak anoreksiyadan farklı olarak burada hasta hafif kilolu ya da normal beden ağırlığındadır. Tıkınırcasına yeme bozukluğu ise aşırı yeme ve yemek üzerinde kontrol sağlamama durumudur. Bu bozukluğa sahip olan insanlar aç olmasalar bile hızlı ve büyük miktarda yemek yemeyi istemektedir. Yemekten sonra ise suçluluk, tiksinti ve utanç gibi duygular meydana gelir

Yeme Bozukluğu Tedavileri

Yeme bozukluğu durumlarında erken tanı ve erken tedavi son derece önemli. Yeme bozukluğu olan kişiler aynı zamanda intihar ve diğer medikal komplikasyonlara yatkındır. Ayrıca bu bozukluklar ile beraber depresyon, anksiyete ya da kimyasal kullanımı gibi problemler de ortaya çıkabilir.

Tedavi yöntemi hastadan hastaya göre değişiklik gösterse de bireysel, grup ya da aile terapisi gibi çeşitli terapi yöntemleri, beslenme danışmanlığı, ilaç tedavisi gibi yöntemler gibi tedavi yöntemleri bulunur. Maudsley yaklaşımı gibi yöntemler özellikle yeme bozukluğuna sahip olan kişilerde olumlu gelişmeler elde edilebilir.

Psikiyatrist Uzm. Dr. Burak Toprak

www.buraktoprak.com

Facebook: @psikiyatristburaktoprak

Instagram: @psikiyatristburaktoprak

YouTube – Psikiyatrist Dr. Burak Toprak

Yazının devamı...

İlişkileri Bitiren Hatalar

İlişkiler her ne kadar büyük bir tutku ile başlasa da bir süre sonra çiftler birbirlerinin kusurlarını görmeye başlar. Özellikle iletişim eksikliğinin olduğu durumlarda bu süre çok daha kısa sürer.

Bu iletişimsizlik, kişilerin nasıl iletişime geçmeyi bilmemelerinden dolayı yanlış bir şekilde konuşmaktan ya da iletişime geçmek istememelerinden kaynaklanır. İletişimde yapılan en büyük hatalar, eleştiride bulunmak, savunmaya geçmek, duvar örmek ve karşındakini aşağılamaktır. Çiftlerin bu tutumları birbirlerine yöneltmesi önemli bir problem olduğunu gösterir.

Bu tutumların yer aldığı her ilişki bitmek zorunda değildir. Kişilerin gerekirse kendilerini bilinçlendirmesi gerekirse de profesyonel bir yardım alması ilişkilerin kurtarılmasını sağlar. Ancak bu tutumların kronikleştiği ve kişilerin kendi içlerine kapandıkları durumlarda yardım almaları da daha zor hale gelir.

Yalan Söylemek

İlişkilere zarar veren bir diğer şey de çiftlerin birbirlerine yalan söylemesidir. Yalan ile beraber kişilerin birbirlerine olan güveni de ortadan kalkar. Yalanın anlık bir davranış olarak kabul edilmemesi gerekir. Çünkü bu bilinçaltında yapılan bir davranıştır ve sürekli hale gelmeye yatkındır. Sürekli olarak yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmiş olan kişiler oto kontrolünü yitirmiş kişilerdir ancak bunu kabul etmekte zorlanırlar.

Yalan söylemeden kurtulmanın ilk adımı birçok durumda olduğu gibi bunu kabul etmektir. Yalanın ortadan kaldırılmasındaki noktada yalana karşı verilen tepkiden de uzak durulması gerekir. Çünkü yalan söyleme endişe ve korku duygusuyla ortaya çıkar ve bu süreçte yalana verilen tepkinin herhangi bir sebepten sonra tekrarlanması sürecin başarısız olmasına neden olur.

Aldatmak

Aldatma bir ilişkide yapılabilecek en büyük hataların başında gelir. Ayrıca ilişkilerin bitmesine neden olan en büyük nedendir. Aldatma aslında özünde sadece bir davranıştır ancak bu davranışta çiftler arasındaki ilişki yerine sadece altadan kişiye odaklanmak büyük bir yanlıştır.

Aldatmanın ihanet olarak görülmesi problemin daha da kötüleşmesine sebebiyet verir. Ancak aldatmak genel kanıda olduğu gibi aldatılan kişinin problemi kendisinde aramasına neden olsa da aslında bu durum aldatan kişi ile alakalıdır. Bu nedenle aldatmanın tedavi edilmesi ve iyileşmesi de son derece zor olur ve aldatmanın yaşandığı ilişkilerin büyük bir çoğunluğu ayrılıkla biter.

Psikiyatrist Uzm. Dr. Burak Toprak

www.buraktoprak.com

Facebook: @psikiyatristburaktoprak

Instagram: @psikiyatristburaktoprak

YouTube – Psikiyatrist Dr. Burak Toprak

Yazının devamı...

Transmanyetik Uyarım Tedavisi

Transmanyetik uyarım tedavisi beyindeki sinir hücrelerini manyetik alanlarla uyaran, invaziv olmayan ve depresyonun semptomlarını iyileştirmeye yarayan bir tedavi prosedürüdür. Bu prosedür genellikle diğer depresyon tedavileri herhangi bir iyileşme sağlamadığında tercih edilir. Transmanyetik uyarım seansında elektromanyetik bir bobin kafatasının üstüne alın bölgesine yakın bir yere yerleştirilir.

Elektromıknatıs acısız bir şekilde manyetik dalgaları ileterek beynin depresyona neden olan ve ruhsal durumunu etkileyen bölgelerindeki sinir hücrelerini uyarır. Bu tedavideki amaç bölgedeki sinir hücrelerini aktif hale getirerek depresyon aktivitesini düşürmektir.

Biyolojik olarak transmanyetik uyarım tedavisinin neden olumlu etkiler yarattığı tam olarak bilinmez ancak uyarım beynin çalışmasını etkileyerek depresyon semptomlarını düşürür ve kişinin ruh halini iyileştirir.

TMU hangi hastalıklar üzerinde etkindir?

Transkraniyal Manyetik Uyarım (TMU) uygulanması yalnızca standart tedavilerle düzelme kaydedilememiş depresyon hastalarında veya elektrokonvülsif tedaviyi düşünebilen fakat bir başka alternatif denemek istenilen hastalarda uygulanır.

Tedaviye dirençli psikiyatrik vakalarda TMU mühim bir seçenek olarak karşımıza çıkar. Standart tedavilerle yeterli düzelme kaydetmeyen hastalara; negatif belirtili şizofreni, hallüsünatuar durumlar, bağımlılık, OKB ve dirençli diğer psikiyatrik bozukluklar için umut ışığıdır.

Uygulama Nasıl Gerçekleştirilir?

Tedavi birden fazla seans ile yapılır. Tedaviye başlamadan önce doktorun beynin hangi bölgesine ve ne kadar manyetik enerji uygulanacağına karar verir. İlk seans yaklaşık olarak 30 dakika sürer. Hasta oturur pozisyonda ve kulaklık takarken bu işlem gerçekleştirilir.

Uygulama esnasında tıklama sesleri ve alın bölgesinde baskı meydana gelir. Bu baskı uygulamadan sonra kısa bir süre devam eder ve son derece normaldir. İlk uygulamada manyetik dalga dozu parmaklar ya da eller etkilenen kadar yükseltilir. Buna motor eşiği adı verilmektedir ve bu eşik doğru dozu ayarlamak için referans noktası olarak kullanılır. Hastada görülen semptomlara ve yan etkilere göre uyarım miktarı değiştirilir.

Uygulama Sonrası

Uygulama sonrasında hasta gündelik hayatına kaldığı yerden devam edebilir. Transmanyetik uyarım işe yaradığında depresyonun semptomları hafifler ya da tamamen ortadan kalkabilir. Ancak bu birkaç haftalık uygulamadan sonra gözlemlenebilir. Tedavi sonrasında ilaç ve psikoterapi gibi depresyon için standart olarak kabul edilen tedavi yöntemlerine devam edilebilir.

Bu tedaviler transmanyetik uyarım tedavisi boyunca da uygulanabilir. Uygulamanın en sık görülen yan etkileri baş ağrısı, uyarım bölgesinde rahatsızlık, yüz kaslarında kaşınma, spazm ya da istem dışı kasılmadır. Çok nadir olarak nöbet geçirme, mani ya da duyma kaybı durumları yaşanır. Özellikle bipolar bozukluk olan kişilerde mani meydana gelebilir.

Psikiyatrist Uzm. Dr. Burak Toprak

www.buraktoprak.com

Facebook: @psikiyatristburaktoprak

Instagram: @psikiyatristburaktoprak

YouTube – Psikiyatrist Dr. Burak Toprak

Yazının devamı...

Neden Kaygılanıyoruz?

Kaygı strese verilen normal bir cevaptır. Ancak sürekli kaygı duymak anksiyete bozukluğu, panik atak ve sosyal anksiyete gibi rahatsızlıkların sonucu olabilir. Kaygı duymanın yaşı, cinsiyeti ya da ırkı bulunmaz.

Bir sınav ya da iş görüşmesi gibi stresli durumlar herkesin biraz kaygılı hissetmesine neden olur. Ancak bazı durumlarda biraz kaygılanmak sağlıklıdır. Çünkü kaygı insanı olacaklara hazırlar. Sağlıklı bir kaygı iş görüşmesinde kişinin daha iyi olmasını ya da sınava daha iyi hazırlanmasını sağlar. Ancak aşırı kaygı, tetikleyecilere ve stres kaynaklarına çabuk ve yoğun bir tepkiye neden olur. Durum üzerine düşünmek bile kronik korkuların ve büyük stresin önünü açar.

Aşırı Kaygı Stres Reaksiyonuna Neden Olur mu?

Stres günlük hayatta deneyimlediğimiz isteklerden ve baskılardan gelir. Alışveriş merkezindeki uzun sıralar, yoğun trafik, telefonun durmadan çalması ya da kronik bir rahatsızlık günlük strese neden olur. Kaygı ve anksiyete aşırı hale geldiğinde stres reaksiyonu ortaya çıkar. Stres reaksiyonunda iki element bulunur. İlki zorluğun algılanmasıdır.

İkincisi ise, “Kaç ya da savaş” olarak da bilinen otomatik psikolojik bir cevaptır. Adrenalin artması ve vücudun alarm vermesi buna sebeptir. Bu tepki atalarımızı vahşi hayvanlardan ve tehlikelerden hayatta kalmayı öğretmiştir.

Günümüzde her ne kadar böylesine bir tehlike meydana gelmese de çok şey isteyen bir çalışma arkadaşı, sevilen biri ile kavga etme ya da daha başka şeyler vücutta benzer şeylerin tetiklenmesine nedendir.

Kaygının Vücuttaki Fiziksel Etkileri

Normal ve sağlıklı bir kaygının aslında vücuda hiçbir zararı bulunmaz. Ancak kronik kaygı ve duygusal stres birçok rahatsızlığa sebebiyet verir. Gün içerisinde aşırı kaygı ya da anksiyete kaynaklı stres reaksiyonu, sempatik sinir sisteminde kortizol gibi stres hormonlarının salgılanmasına neden olur. Bu hormon vücuda yakıt sağlamak için kandaki şeker seviyesinin ve trigliserit seviyesinin artmasını meydana getirir.

Bu hormon ayrıca yutkunmada zorlanma, baş dönmesi, kalp atışının hızlanması, baş ağrısı, konsantre olmakta zorluk, kaslarda gerilme, hızlı soluma ve terleme gibi fiziksel reaksiyonların görülmesini sağlar. Kanda artan bu yakıt fiziksel aktivitelerle harcanmadığında kronik anksiyete ve stres hormonları bağışıklık sisteminin baskılanması, sindirim sisteminde bozukluk, kısa süreli hafıza kaybı ve kalp krizi gibi ciddi problemlere sebeptir.

Psikiyatrist Uzm. Dr. Burak Toprak

www.buraktoprak.com

Facebook: @psikiyatristburaktoprak

Instagram: @psikiyatristburaktoprak

YouTube – Psikiyatrist Dr. Burak Toprak

Yazının devamı...

Obezite Terapisi Üzerine

'Şişmanlık' olarak da bilinen obezite durumu besinlerle alınan enerjinin, tüketilen enerji miktarından fazla olması durumunda ortaya çıkar.

Obezite insan yaşam performansını kısıtlayan, çeşitli hastalıklara davetiye çıkaran, yaşam kalitesini bozan ve tedavisi mümkün bir hastalıktır. Obezite terapisi konuşarak düşünce, duygu ve davranışlarımızın değiştirildiği bir terapi türüdür.

Sadece diyet ve egzersiz zayıflamak için yeterli mi?

Obezite çağımızın en önemli sorunu olmaya başlamış ve eğer müdahale etmezsek gelecek yıllarda büyük bir sorun olarak kalmaya devam edecektir.

Birçoğumuz kilo vermek için defalarca uğraşmamıza, kendimize diyete uyum sağlayacağımıza dair defalarca söz veririz. Ancak hemen her defasında büyük bir hayal kırıklığı ile bazen birkaç hafya/ay içinde diyet ve spor vb. davranışları terk ederiz.

Bazen de çok uğraşıp hızlı bir şekilde verdiğimiz kiloları yine aynı hızda alıyor olmak moralimizi iyice bozabilir. Bu durumun artık kısır döngüye döndüğü düşünür bazende zayıflamak adına obezite cerrahisine başvururuz.

Peki sağlıklı kilo vermenin ve verdiğimiz kiloları almamanın başka bir yolu yok mu?

Peki şu ana kadar kilo vermek için sadece davranışlarımızı değiştirmeye çalışmışsak ve yemek yeme, egzersiz gibi kavramlarla ilgili düşünce sistematiğimizi değiştirmeyi hiç düşündünüz mü?

Sadece düşünceleri değiştirmekte bazen yeterli olmamakta duygularımızı tanıyabilmemiz, açlık duygusu, iştah, istek vb kavramları da tanımamız ve bunları kontrol altına almak gerekir.

Tam da bu noktada şu ana kadar yemek ile ilgili davranışlarımız da kalıcı ve köklü değişiklik yapmak düşüncelerimizi değiştirmemize ve kalıcı davranış becerilerinin öğrenmemizle mümkün olacaktır.

Bizi davranışa sürükleyen duygularımızı fark etmeli, duygularımıza neden olan düşünceleri saptamalı ve bunları obezite terapisi ile değiştirmeyi öğrenirsek kalıcı ve sağlıklı bir hayata adım atmış oluruz.

Diyet yapma düşüncesi birçok insanı mutsuz ediyor

Bazen de başladığımız diyet programını yeterli kiloları verdikten sonra artık diyeti sürdürme motivasyonumuz kalmamakta ve verdiğimiz kiloları hızlı bir şekilde almaktayız. Çünkü hiç bir diyetin ömür boyu sürdürülemeyeceğini düşünür ve geçici süreli olmasını isteriz ya da sürekli diyet uygulama fikri bizi mutsuz bir insan haline çevirir.

Eğer sağlıklı beslenme düşüncemizi baltalayan düşünceleri değiştirmezsek yaptığımız davranış değişikliği bizi kısa sürede mutsuz eder. Kilo vermek için ilk günlerde olan motivasyonumuz bir anda düşmekte ve diyet bir zorunluluk halini alarak giderek bizi mutsuz hissettirir. Sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanmanın ilk şartının davranışlarımızı oluşturacak düşünce biçimimizi değiştirmek olduğunu unutmayalım.

Zayıf insanlar kilolu insanlardan daha farklı düşünür

Çevremizde kilosunu kontrol altında tutan insanlar olduğunu görürüz ve nasıl bunu başardıklarını merak ederiz ve çoğunlukla bir çaba içinde olmadıklarını düşünürüz.

Zayıf insanlara da sorduğumuzda kilosunu korumak için ekstra bir çaba harcamadıklarını söylerler. Tabi ki düşünce sistematiklerinin bizden farklı olduğunu fark etmeyiz. Zayıf insanların açlık, tokluk ve doyma gibi kavramlarla ilgili düşünceleri kilosunu kontrol edemeyen insanlardan çok farklıdır.

Obezite terapisi ile kalıcı zayıflamak mümkün

Yemek ile ilgili düşüncelerimizi değiştirmedikçe yapacağımız her diyet bize eziyet, mutsuzluk, yoksuzluk ve pişmanlık olarak dönecektir. Bu durumda da olumsuz düşüncelerimizin oluşturduğu olumsuz duyguları bastırmak için diyetimizi bozarız.

Sonra da diyetimizi bozduğumuz için pişmanlık duygusu içinde boğulmaya başlarız. Düşüncelerimizi değiştirmeden diyet yapmakta, yapmamakta bizi mutsuz edecektir.

Olumlu düşünceleri zihninize yerleştirin

Eğer psikoterapi yöntemleri ile bizi sağlıklı beslenme alışkanlığımızın gelişmesinden alıkoyan düşüncelerimiz saptamalıyız (baltalayıcı düşünceler). Bu baltalayıcı düşünceleri yok edecek olumlu alternatif düşünceleri zihnimize yerleştirip, duygularımızı kontrol altına almayı başarabilirsek, yeni bir beslenme alışkanlığı kazanmış oluruz.

Psikiyatrist Uzm. Dr. Burak Toprak

www.buraktoprak.com

Facebook: @psikiyatristburaktoprak

Instagram: @psikiyatristburaktoprak

YouTube – Psikiyatrist Dr. Burak Toprak

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.