SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Dön Bak Dünyaya

Bu şarkıyı dinledin mi? Pinhani grubundan, ben akustik versiyonunu Zeynep Bastık’ın youtube kanalından dinlemeyi de çok seviyorum. Çok yakın bir arkadaş gibi, şefkatle uzanan bir el gibi…

Duyguları hesaplamaya engel olan şey, diğer cesurca davranışlarla bağlantı kurmaya engel olan şeydir: korku. Zorlu duygular hissetmek hoşumuza gitmez ve insanların ne düşüneceğinden endişeleniriz. Rahatsızlığı ve kırılganlığı ne yapacağımızı bilemeyiz. Duygular insana kendisini feci hissettirebilir, hatta fiziksel olarak bunaltıcı olabilirler. Duyguları tanımadan ve onlara karşı merak duymadan kendimiz, ilişkilerimiz ya da dünya hakkında pek bir şey öğrenebileceğimizi düşünmüyorum diyor Dr. Brene Brown Kuvvetle Ayağa Kalkmak isimli dilimize son çevrilen kitabında.

Sanırım konu hikayemiz. Ve hikayemize sahip çıkmak yapabileceğimiz en cesurca şey. Şarkıdaki gibi bir sonbahar kadar yalnız, bir kış kadar savunmasız ya da ilkbaharsan yolun başındaysan işte tam da oradan sahip çıkabilmek… evet cesaretten çok daha fazlası gerek. Gerçekten hiç hayatına bir romanmış ve sen de bir roman kahramanıymışsın gibi baktın mı? Amacın mutlu son yazmak olmasın ama çünkü bir hedef olarak görmekten vazgeçip mutluluğun peşini bırakmak, mutluluğun kendiliğinden ortaya çıkmasının yolunu açabilir. Gördün mü bak kahramanımız şimdi de sadece yaşamak için yaşamayı deneyimleyecek gibi…

Zihnimiz sürekli olarak yolculuğumuzun sonunda bizi bekleyebilecek olan ödüllerle veya tehlikelerle meşgul sanki. Büyük bir çoğunluk o haftayı sağlıklı beslenerek geçirmesiyle mutlu olmak yerine tartıda gördüğü rakamla mutlu olmayı tercih ediyor, bir anne çalışmanın sonunda öğretmenden elinde bir sihirli değnek varmışçasına değişim görmek istiyor, bir partner ilk hatada o güne kadar ki her şeyi verdiği emek olarak yorumluyor, ergenlik dönemindeki bir genç sosyal medyada beğeni alamıyorsa hayatı beğendikleri gibi değilse mutlu olmuyor.

Evet itiraf etmeliyim ki çok isterdim şuraya havalı bir başlık atıp kek tarifi verir gibi mutluluğun reçetesini yazmayı. Fakat şundan eminim ki her insan biriciktir. Sen biriciksin, senin hikayen de biricik. Çocuklarla zaman geçirmeyi neden bu kadar çok sevdiğimi sıklıkla soruyorum kendime. Çok şey öğreniyorum onlardan. Çok meraklı, çok açık, çok samimi ve çok cesurlar. En son ne zaman canın yandığında canım yanıyor dedin? En son ne zaman sevdiğin birini özlediğini ağlayarak ifade edebildin? En son ne zaman yüksek sesle burada olmak istemiyorum dedin? En son ne zaman elimi tut yalnız kalmak istemiyorum dedin? Çocuklar bunları yüksek sesle söyleyebiliyorlar, o kadar anı yaşıyorlar ve o kadar duygularına sahip çıkıyorlar ki. Sanırım yetişkin romanlarındansa çocuk masalları bu yüzden içimizi ısıtıyor. Her zaman mutlu son olmasa da hep bir şeyler öğreniyoruz değil mi?

Sevgiyle..

Psk.Dan.Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak

@gizemkolcak

Yazının devamı...

İnsan Her Mevsim

Albert Camus

Gün bitti. Belki de tüm gün boyunca hayalini kurduğun anda ve sonunda evdesin. Kim bilir belki de koşar adım geldin. Peki neydi koşar adım kaçtığın? Kalabalık, gürültü, sorumluluklar, hatalar, geçmiş, söylenemeyen sözler… belki de kendin? Kendini suçlu hissetme; kaçmalıyım, gitmeliyim buralardan diyenlerden misin sen de? Şu uzaklar senin için belki de şimdilik evin. Eğer sen de uzakları hayal ediyorsan eminim ki bir serçenin cıvıltısına kulak vermeyeli çok olmuştur.

Uzaklaşmaya her geçen gün duyulan gereksinim artıyor gibi. Gündelik hayatın sorumlulukları da bir işverene, okul yönetimine veya aile bireyine ‘ben biraz uzaklaşıp geleceğim 3-5 gün yokum’ denebilecek gibi durmuyorsa eğer bunu da yapamadığın için eve geldiğinde kendini sosyal medyaya mı boğuyorsun? İnternette geçen zaman farklı ve daha hızlı akıyor gibi değil mi? O kadar yoğun bir veri akışı var ki o bunu söylemiş, bu bunu giymiş, şu şuraya gitmiş derken gece yarısı oldu bile. Eğer öyleyse üzgünüm bu öykünün sonu mutlu bitmeyecek. Fiziksel olarak kaçış olanakları mevcut değilse biz de duygusal kaçış yolları buluruz, öykümüz mutlu bitmeli.

Nörobilim uzmanı Maite Sauvet, ‘Kaçma duygumuz, yaşadığımız anı algılayışımızdan kaynaklanıyor’ diyor ve ekliyor ‘Bu durum yeni algı biçimleri keşfettiğimizde ya da sevdiğimiz ama günlük yaşantımıza sıkça dahil olmayan algı biçimleriyle yeniden karşılaştığımızda başımıza geliyor. Kaçarak kendini kendini iyi hissetmenin tek koşulu dikkatimizi verdiğimiz unsurun derinlerdeki gereksinimlerimize yanıt vermesidir’

Kendini yenilemek için bir şeyler yapmalısın. Düşünsene hep kış mevsimi olduğunu, hep yağmur yağdığını havanın hep soğuk olduğunu. Seni bilmiyorum ama benim güneşe ihtiyacım var, çiçeklere, renklere; bazen yağmura da her mevsime.

Bir alıştırma yapmaya ne dersin? Biraz yürümeye ihtiyacın olduğunda o kadar iyi gelecek ki. Sadece yarım saat ayır kendine. Daha önce hep araçla geçtiğin bir cadde veya sokak olabilir ya da hep telaşla koştur koştur yürüdüğün bir yer. Mekan tamamsa sıra malzemelerde; ihtiyacın olan tek şey cep telefonun ama uçak modunda olmalı. Ah belki bir yandan da müzik dinlersin. Her zaman geçtiğin bu caddede ne yapacaksın peki? Hedefin gözüne güzel görünen şeylerin fotoğrafını çekmen. Köşedeki çiçekçi, duvardaki posterler, kaldırımların deseni, sokak kedisi, başını gökyüzüne çevirdiğinde ağaç dalları, bir ağacın gövdesi belki… acaba kaç tane fotoğraf çektin ve acaba daha önce bunları fark etmiş miydin? Sen bütün bunları yaparken beynin binlerce yeni nöron ağı kurdu bile. Bu sayede düşünce gücünü ve yaratıcılığını geliştirmiş oldun.

Peki bir alıştırma daha? İç sesin olumsuz senaryolarıyla çığlıklar atmaya başladığında o kadar iyi gelecek ki. Seni kaygılandıran bir sınav, görev, tedavi veya bir başarısızlıktan korkuyorsan eğer tam zamanı. Hedefin gerçekten neyi arzuladığını keşfetmen. Çünkü bunu net bir cümleyle dile getirebilmelisin. ‘Sunumda başarılı olmak istiyorum’ gibi. Gözlerini kapat, rahat bir oturuş bul. İlla şu anda aklına gelen meditasyon veya yoga oturuşu olmak zorunda değil, sen nasıl rahat ediyorsan ve neye ihtiyacın varsa öyle otur. Nefes al ve nefes ver. Nefesine odaklan. Nefesini takip et. Sunum yapacağın yeri hayalinde canlandır. Kapıyı açıp içeriye girdiğin andan itibaren tam da nasıl olmasını istiyorsan aynısını yavaş yavaş zihninde yaşa. Prova et. İşte oldu. Bu anın tadını iyice çıkar. Hayal et.

İçindeki bitmek bilmeyen yaz mevsimini keşfetmek için denemekten korkma. Çünkü insanın içinde gerçekten her mevsim var. Soru şu peki ya sen hangi mevsimi tercih ediyorsun?

Film Önerisi: Pan’in Labirenti (Pan’s Labyrinth)

Guillermo del Toro’nun İkinci Dünya Savaşı’nda geçen film, küçük bir kızın yaşadığı zorlukları ve yeni taşındığı evin arka bahçesinde keşfettiği masalsı bir labirente girmesini konu alıyor. 10 yaşındaki Ofelia, çevresinde yaşananlardan uzaklaşmak için kendisini hayal gücüne bırakıp akıl almaz yerlere gidiyor.

Sevgiyle..

Psk.Dan.Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak

@gizemkolcak

Yazının devamı...

Duygularının Elinden Tut


Antoine De Saint-Exupery, Küçük Prens

Ben bugün kendime bir telefon konuşmam sonrasında gerçekten dürüst davranmadığımı itiraf ettim. Karşımdaki kişiye ‘İyiyim teşekkürler’ dedikten sonra aslında o an İstanbul’un iş çıkış trafiğinde kurallara uymadan hareket eden bir sürücü sebebiyle gergin; hareketli bir iş günü sonunda yorgun olduğumu görmezden geldim, üstelik belki de empati ve şefkate en çok ihtiyacım olduğunda yaptım bunu. En son ne zaman nasılsın sorusuna iyiyim teşekkürler demeden önce durup gerçekten nasılım diye kendine sordun ve tüm dürüstlüğünle cevap verdin? İlk bakışta duygularımızın zaten ortada olduğu düşünülebilir, ancak üzerinde daha dikkatle ve farkındalıkla durduğumuzda çoğu zaman bir şey hakkında ne hissettiğimizi pek hatırlayamadığımızı ya da bir şey olup bittikten sonra fark ettiğimizi görürüz.

Kendini en son ne zaman kötü hissettin? İstemediğin bir konuşmada, okulda, işte, bir şeyler ters gittiğinde, yapamadığında, eşinle tartışırken, çocuğuna laf geçiremediğinde, arkadaşlarına kendini ifade edemediğinde… peki hadi o ana geri gidelim; hangi duygularla tasvir edebilirsin? Üzgün, mutsuz, keyifsiz, karamsar, umutsuz, yetersiz ve benzeri pek çok olumsuz duygu daha sanırım. Kalbinle gördüğün şey duygularındır; kendini koruyabilmen, güvende olabilmen için temel ihtiyaçlarını karşılamana, hayatta kalabilmene yardımcı olmak için varlar. Her bir duygu belirli bir olay karşısında gösterdiğin işaretlerdir aslında. Doğal olarak bu işaretleri dikkate almalısın.

Olumsuz duygularına yaklaşmayı dene. Ben olumsuz duygulara şefkatle yaklaşmayı 5 yaşında oyunda canı yandığı için ağlayan kendi çocukluğumun elinden tutmaya benzetiyorum. Biliyorum ki canı gerçekten yanmış, yüksek sesle ağlıyor, biraz hırçın ama birazdan şefkatin ve sevginin gücüyle yeniden oyuna dönecek. Önemli olan farkındalıkla kendine yaklaşmak; sorunu fark etmek, sorunu ve acıyı keşfetmek. Pek çok insan olumsuz duyguları ön plana çıkarma konusunda daha katı ama aslında oradaki acı keşfedilmeyi bekleyen bir kaynak gibi. Belki de göz yaşlarını silmen için bekliyordur. Ve belki de bu şefkat bekleyen çocuğun göz yaşlarını silmen için yapman gereken tek şey kendi sesinden, dingin ve yavaş bir şekilde anlaşıldığını duymaktır. Duygularınla dost olmayı denemelisin; evet olumsuz duygularınla bile. Amacımız onları yok etmek, onlarla kavga etmek değil, ellerinden tutmak, kendi elinden tutmak. Kendini görmezden gelmemek, duygularını fark etmek için neler yapabilirsin diye düşünmek, bir şeyler yazıp çizmek bile iyi gelecek.

Duygusal olarak kendinle nasıl ilgileniyorsun? Müzik dinlemek, tatile çıkmak, uçurtma uçurmak, bisiklete binmek, toprağa dokunmak bahçede zaman geçirmek, yeni lezzetler denemek, okumak, yazmak, yoga ve meditasyon yapmak…

Olumlu duygular geliştirmek kendimiz için yapabileceğimiz belki de en şefkat dolu şeydir. Defterime olumlu duygularla ilgili bir not almışım kaynağını eklememişim maalesef ama paylaşmak istiyorum:

Mutluluğunuzun hikayenizden taşıp; kendinizin ötesine geçmesi dileğimle…

Sevgiyle..

Psk.Dan.Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak

@gizemkolcak

Yazının devamı...

Ellerin Sıcak mı?

Yale Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada Lawrence Williams ve John Bargh elleri sıcak olan kişilerin duygusal sıcaklığa da sahip olduklarını keşfetmişlerdir. Kırk bir lisans öğrencisine, deneyi yapan kişiyle birlikte asansörde çıkarken soğuk ya da sıcak kahveyle dolu birer fincan tutmaları söylenmiştir. Daha sonra, çalışma odasında aynı öğrencilerden on farklı kişilik özelliği taşıyan hayali bir kişiyi değerlendirmeleri istenmiştir. Ellerinde sıcak kahveyle dolu fincan tutan kişiler, soğuk kahveyle dolu fincanları tutan kişilere göre daha ılımlı değerlendirmeler yapmışlardır.

İkinci bir çalışmada, katılımcılara ellerinde tuttukları sıcak veya soğuk bir terapötik yastığın ne kadar etkili olabileceğine dair tahminde bulunmaları söylenmiştir. Bu kişilere ayrıca çalışmaya katıldıkları için ödül olarak kendilerinin tüketebilecekleri ya da bir arkadaşlarına verebilecekleri birtakım yiyecekler verilmiştir. Soğuk yastığı tutan katılımcılar verilen ödülü kendilerine saklamayı tercih ederken, sıcak yastığı tutanların ödülü bir arkadaşlarına vermeyi tercih ettiği gözlemlenmiştir.

Görüldüğü kadarıyla, fiziksel sıcaklık zihinsel sıcaklıkla yakından ilintilidir. Bu durum çocukluk döneminde fiziksel sıcaklık ile ilgi görmek arasında bir çağrışın geliştirilmiş olmasından kaynaklanıyor olabilir. Yakın tarihlerde yapılan araştırmalar, beynin insula bölümünün hem fiziksel hem de psikolojik sıcaklığın algılanmasıyla bağlantılı olduğunu göstermiştir. O yüzden sıcak bir fincan çay içtiğimizde ya da ılık bir banyo yaptığımızda büyük olasılıkla duygusal anlamda da kendimizi ısıtıyoruz demektir.

‘İşler kötü gittiğinde, yumuşamaktan başka çare yoktur.’

Fiziksel, duygusal ve ruhsal olarak kendinle nasıl ilgileniyorsun? Aslında bu sorunun cevabını düşünmek bile bir öz şefkat uygulamasıdır. Kendimize nasıl ilgi gösteriyoruz? Evet tıpkı bizden ilgi ve şefkat bekleyen küçük bir çocuğa göstereceğimiz türden bir ilgi. Tam olarak şu an neye ihtiyacım var? Çünkü eğer işler kötü gittiğinde neye ihtiyacım olduğunu bilirsem, stres altında veya baskı hissettiğimde kendime bunları hatırlatabilirim.

Özellikle kış aylarında yoğun çalışma temposu, ebeveynlik sorumluluğu, sınavlara hazırlanma süreci vb derken maalesef pek çok farklı kişi aynı dertten yakınıyor ve kendisine yeterince ilgi gösteremiyor olabilir. Öncelikle daha iyi hissetmeye hakkımız olduğunu fark etmeliyiz. Gerçekten de kötü hissettiğimizde, çoğunluk maalesef kendine şefkat göstermek yerine cezalandırma yoluna gidiyor eleştiri üzerine eleştiri yapıyor; daha iyi olabilirdim, ben yetersizim, asla başaramayacağım, bu kadar aptal olmasaydım başıma bunlar gelmezdi gibi acımasız ve olumsuz düşünceler aslında olaydan daha çok canımızı yakıyor farkında olmuyoruz.

Peki neler yapabilirsin bir bakalım?

Bedenine iyi gelecek bir şeyler arıyorsan eğer benim favorim tabi ki yoga ama sen pilates, koşu, kardiyo, yürüyüş yapabilir, yüzebilirsin ya da sevdiğin bir şarkıyla birlikte dans edebilirsin. Hiç birini yapamıyorsan ılık bir duş iyi gelecektir. Bir diğer favorim de doğayla buluşmak hem ruhuma hem bedenime şifa oluyor. Bunun için illa kampa gitmek gerekmiyor ah keşke her istediğimizde kamp yapabilsek. Belki de yağmurda bir şemsiye alıp gezintiye çıkmak olabilir ya da bir çiçeğe, bitkiye bakmak onunla konuşmak da olur. Ruhuna dokunabilirsin mesela, meditasyonu dene. Diğer favorim yazmak, günlük yazmak, isteklerini yazmak, hayallerini yazmak… sözcükler eylemlerden güçlü olabilir. Kırılan bir kemik bir kaç ayda iyileşebilir ama kırıcı bir sözün açtığı yara hayat boyu iyileşmeyebilir. O zaman içinde yumuşacık ve şefkat dolu duygular uyandıran, sana iyi hissettiren sözcükleri bul ve tekrarla. Hiç birini yapamıyorsan hadi şu an bu yazıyı okuduğunda sağ elini kalbinin üzerine koy, gözlerini kapat ve sadece 5 kere nefes al nefes ver, evet lütfen.

Kalbini ve ellerini sıcak tut.

Sevgiyle..

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK
@pskdangizemkolcak
@gizemkolcak

Yazının devamı...

Elbette

Kocaman bir hafta geçmiş yağmurlu bir İstanbul trafiğinde pazar gecesi eve giderken Candan Erçetin’in Elbette şarkısı çalıyordu ve ben her zamanki gibi ona büyük bir keyifle eşlik ediyordum, o kadar iyi geldi ki. Sanki omuzlarımı hafifletti, sırtımı sıvazladı ve sonra eve geldim; kahve yaptım, müziği açtım işte devamı…

Candan Erçetin

Değişmek, gelişmek, seçim yapabilmek ve risk alabilmek… büyük lüks değil mi? Yaşantılara bu kadar açık olmak nasıl bir duygu sence? Hepimizin ihtiyaçları, öncelikleri, düşünceleri, duyguları değişiyor. Mesela bir yıl öncesini hatırla. Acaba neler yaşıyordun? Neyin hayalini kuruyor, kiminleydin? Belki başardın, belki de olmadı. Belki kalabalıktın, belki yalnızsın. Belki yalnızdın, belki de aile kurdun. Belki tek sorumluluğun sendin, belki şimdi ebeveyn oldun. Belki de artık güldüğünde gözlerinin etrafındaki çizgiler daha keskindir. Al eline telefonunu galeriye gir ve geçen yıl bu haftaya geri git. Bak bakalım ekran görüntüleri, çektiğin fotoğraflar neler anlatıyor sana.

İlk bakışta duygularımızın zaten ortada olduğu düşünülebilir. Ancak üzerinde daha dikkatlice durduğunda, çoğunlukla pek çok durumla ilgili yoğun duygumuzun ne olduğunu bilemeyiz, düşünmek veya hissetmek istemeyiz. Açmak istemediğin bir konu, yüzleşmek istemediğin bir hata, duymak istemediğin bir iç ses mesela…

Birey yaşadığı her türlü olumsuz duygu durumu ile sağlıklı bir şekilde baş edebilmek için öz anlayışa sahip olmalıdır.

Öz-anlayış, bireyin acı ve başarısızlık durumlarında kendini eleştirmekten ziyade kendine özenli ve anlayışlı davranması, yaşadığı olumsuz deneyimlerin insanoğlunun yaşamının bir parçası olarak görmesi, olumsuz duygu ve düşüncelerin üstünde fazlaca durmaktansa mantıklı ve gerçekçi bir algı geliştirmesi olarak tanımlanabilir (Neff, 2003a). Acı veren ya da olumsuz olan durumlarla karşılaştığımızda öz-anlayışın üç temel bileşeni ortaya çıkar; a.Kendine şefkat: kişinin kendine karşı eleştirel olmaktan çok anlayışlı olması. b.Ortak paydaşım: kişinin kendi deneyimlerini bireysel olmak yerine tüm insanların yaşadığı ortak tecrübeler olarak görmesi. c.Bilinçli farkındalık: şu anda yaşadığımız üzücü olayları abartılı bir biçimde algılamaktan çok, içinde bulunulan anın farkında olarak, yaşadıklarımızla aşırı özdeşleşmeden kaçarak olumsuz duyguların dengeden tutulmasıdır. (Dr.Zümra Atalay)

Kabul hem hoşa giden hem de gitmeyen deneyimlere karşı açık olmamız; hatalar karşısında kendimize ve diğerlerine acımasız davranmamaktır. Ve burada yazdığım kadar, senin de okuduğun kadar kolay değildir.

Ve unutma ‘’Elbette; bugün ağlıyorsam, yarın güleceğim..’’

Sevgiyle..

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak
@gizemkolcak

Yazının devamı...

Kitap Ruhun İlacıdır

Kendimi bildim bileli okunacak kitaplar listem bitmedi ve bitmeyecek, kitapçılar favori mekanlarımdan, sadece başucumda değil evimin her köşesinde kitaplarım var, benim için özenle seçilmiş bir kitap en güzel hediyedir, kitap üzerine yapılan bir sohbet besleyicidir, yorulup dinlenmek istediğimde de okurum, okumaktan yorulduğum da olur…

Fakat bu hafta sonu alışveriş merkezinde olan o meşhur kitapçıdan yine birkaç kitap almış mutlulukla çıkıyordum ki oldukça ürpertici ve şiddetli şu cümleyi duydum: ‘Hayır yerine bırak onu, yeni bir kalem kutusu almayacağız, yoksa sana yeni kitaplar alırım.’

Oysa bir çocuk için doğru seçilmiş iyi bir kitap keyif verir, merak ettirir, hayal ettirir, teşvik eder, ilham verir, eğlendirir, eğitir, öğretir, hissettirir, yaşamını zenginleştirir… Ama asla bir tehdit ve cezanın parçası olamaz. Pek çok ebeveyn çocuğuma okuma alışkanlığı kazandırmak için daha neler yapabilirim diye düşünürken, emek verirken kırgınım yahu şu cümleye ben!

J.C

Okuma kültürü çocuklukta oluşuyor. Peki nasıl?

Öncelikle kitaplar çocuğun hayatına o daha anne karnındayken girmeli. Gebelikte anne – bebek iletişimi için okuma yapmak pek çok açıdan çok kıymetli bir paylaşım olacaktır. Doğumdan sonra kitaplar oyuncaklar olarak hayatında yer almalı 0-2 yaş için muazzam tasarlanan mini kitaplar var, o kalın kalın sayfaları çevirmeye ve okuyormuş gibi yapmaya bayılıyorlar ve tabi günün herhangi bir saatinde genelde uyku öncesi tercih edilen masallar da çok önemli, ilk çocukluk döneminde ise evde boyuna göre ulaşılabilir bir kitaplık, çocuk kitaplarındaki görseller hakkında konuşmak, hikayeyi canlandırmak, öyküyü değiştirmek, evde çeşitli ilgisini çekebilecek başucu kitapları bulundurmak, özel günlerde kitap hediye etmek, alışverişi bir kitapçıda sonlandırmak, teknolojiye ilgisi varsa online kitapları incelemek ve en önemlisi okuyan ve kitap konuşan ebeveynler.

Kitap çocuğun zihinsel, duygusal ve sosyal gelişiminde önemli bir uyarandır. Çocuk, kişiliğinin gelişiminde kendini bir modelle özdeşleştirir. Bu model anne-baba, yakın akraba ve yaş ilerledikçe arkadaş, bir film veya kitap kahramanı olabilir (son dönemde gençlik kitap serilerinin patlama yapmasını örnek verebiliriz), özellikle küçük çocuklar kendilerine kitap okunurken, resimli kitapları daha çok tercih ederler ve kendilerini bu öykü kahramanlarıyla özdeşleştirirler. Gessel’e göre özellikle 6 yaş kitap okuma alışkanlığı geliştirmede çok önemli bir dönemdir. Özellikle 6 yaşın ilkokul 1. Sınıf öğrencisi olduğu ve okuma yazma öğrendiği dönemde 1. Sınıf öğrencisi ebeveynleri bu konuda daha titiz ve özverili olmalılar.

Kitap okumanın faydalarını sıralamama gerek yok sanırım fakat son dönemde yapılan birkaç araştırma ve istatistikten derleme ve alıntıları sizlerle paylaşmak isterim:

*Milliyet yazarı Güngör Uras’ın 13 Kasım 2016 yazısından; Türkiye İstatistik Kurumu’nun yaptığı kitap okuma alışkanlıklarını da ortaya koyan araştırmaya göre günde 6 saat televizyon izleyen, 3 saat internete giren Türkiye, kitap okumaya sadece 1 dakika ayırıyor. Kitap okumak Türk insaının ihtiyaç listesinde 235. Sırada yer alıyor. En fazla kitap okuyan ülkelerin başında yüzde 21 oranıyla İngiltere ve Fransa var, Japonya yüzde 14 ve Amerika 12 ile izliyorken Türkiye yüzde 0,1 yani binde bir okuma oranıyla son sıralarda yer alıyor. Okuma alışkanlığında dünyada 86. Sıradayız.

*Neurology dergisinde yayınlanan, ortalama 89 yaşına kadar yaşamış olan 294 kişiyle yapılan araştırmaya göre, kitap okumak gibi zihin uyaran aktivitelere daha fazla zaman ayıran insanlar, yaşlanma ile gelen hafıza kaybı gibi durumlara daha az maruz kalıyorlar. Ayrıca zihin egzersizlerini düzenli yapmayan insanlar da zihinsel yeteneklerini diğerlerine göre %48 oranla daha hızlı kaybediyorlar.

*Birçok uyku uzmanının önerisiyle, yatmadan önce günlük stresi azaltacak aktivitelerde bulunmak zihninizi sakinleştiriyor, kitap okumak da bu yöntemlerden bir diğeri. Elektronik cihazların ekranlarından gelen açık renk ışıklar beyne uyanma sinyalleri verir, dolayısıyla loş bir ışıkta yatağınızda kitap okumak, laptop veya tablet açmaktan iyidir.

*2009’da Sussex Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, stresi yenmenin en etkili yolu, eski moda hobileri ortaya çıkarmak: kitap okumak, müzik dinlemek, kendine bir çay veya kahve doldurmak, yürümek… Kan basıncı ve kas tansiyonu kontrol edilerek yapılan ölçümlerde, sayfaları çevirmeye başladıktan 6 dakika sonra katılımcıların streslerinin düştüğü gözlenmiş.

*Shaywitz ve arkadaşlarının (2002) gerçekleştirdiği bir başka araştırmada, okuma becerisi ile beynin sol occipitotemporal bölgesindeki önemli eylemlilik (aktivasyon) arasında olumlu bir ilişkinin olduğu ortaya çıktı.

*Bu konuda bir başka araştırma ise Dembt, Boynton ve Heeger’e (1997) ait. Onlar, yaptıkları araştırmada, okuma oranlarındaki kişisel farklılıklar ile beyin eylemliliği arasında anlamlı düzeyde ilişki buldu. Bilişsel süreçlerin okuma eylemi ile ilgili olduğu, özellikle dikkati sağlayan beyinsel mekanizmalardaki bozulmaların okuma güçlüklerinde nedensel bir rol oynadığı da, araştırmaların diğer bulgusudur. (Shaywitz ve Shaywitz 2008).

Üzerine satırlarca, sayfalarca konuşabilirim ama bir japon atasözü ile toparlamak isterim ‘Kitap ruhun ilacıdır.’

Sevgiyle..

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak

@gizemkolcak

Yazının devamı...

Beden Olumlama Hareketi

Sonunda yaz geldi. Birilerinin tatili bitti, birileri tatilde, birileri de tatile çıkacak. Tatlı bir telaş. Bayılırım tatlı telaş hissine; düşünsene önce tatil planı, kimle, nereye, oradan nereler görülecek, neler yenilecek, neler içilecek, kimlerle tanışılacak, yeni arkadaşlıklar, bir sürü anı, yeni fotoğraflar, deneyimler, belki de yüksekten korkan biri paraşütü bile deneyebilir… belki de bu tatil spontan gelişsin istemişsindir. Belki de yalnız tatile çıkmışsındır. Daha büyük bir heyecan, daha tatlı bir telaş.

Bir de tersini düşünelim, bir yaz tatili nasıl kaygı yaratabilir? Yukarıda sıraladığım bir sürü keyifli şey yaşanırken bir insan içten içe nasıl kaygı ve özgüven sorunu yaşabilir, kendine küsebilir, kendine kızabilir, içe kapanabilir ki?

Aslında her şey şöyle gelişti… Yeni bir şeyler almak için dünyaca ünlü bir markanın telefon uygulamasından Bikiniler ve Mayolar Yüzme Keyfi kategorisinden beğenebileceğim bir şeyler var mı diye göz atıyordum ki bir bikini altı beğendim. Modelin üzerinde nasıl durduğunu görmek için diğer fotoğraflara bakarken bir şey fark ettim ve bu harika bir hamle tebrikler ... dedim.

Bildiğiniz üzere artık fotoğraf düzenleme uygulamaları sadece moda ve fotoğrafçılık profesyonellerince değil pek çok kişi tarafından günlük anlarını ‘daha güzel’ veya ‘daha beğenilir’ kılmak için kullanılıyor. Hatta kimileri bu ‘minik’ düzeltmelerin sonuçlarından o kadar memnun oluyor ki arkadaki çizgileri fark etmeden paylaşıyor. Birileri de fark edip kendince eğleniyor. Veya sosyal medyada öyle kusursuz vücutlar görüyoruz ki fotoğrafla oynanmış ya da oynanmamış. Öyle ya da böyle herkes elindekinin ‘daha’ iyisini istiyor.

Benim alışveriş yaparken fark ettiğim ise bu dünyaca ünlü markanın sitesindeki fotoğraflarda modellerin çatlaklarını profesyonel uygulamalarla yok etmeden, olduğu gibi paylaşmasıydı. İşte bu günümüz popüler hayatına yapılabilecek büyük bir başkaldırıydı. Özellikle büyük bir kitlesinin ergenlik dönemi gençleri olduğu düşünülürse net bir hareket. Harika. Markayı tebrik ederim.

Body Shaming(Bedeni aşağılama) nedir? Belirlenen güzellik anlayışının sonucunda ortaya çıkan estetik standartlara uymayan insanları aşağılama. Nedir ideal beden? İdeal bedene kim karar verir? Güzel beden Bella Hadid’e benzemeyle mi doğru orantılıdır? Bacakların Kendall Jenner’ın bacaklarına benzemiyorsa çirkin midir? Ya da tam tersi fazla zayıfsan herkes seninle anoreksiya diye dalga geçebilme hakkına sahip midir? Hem fazla kilolu(Fat shaming) hem de fazla zayıf olmak(skinny shaming) sorun yani? Sadece kilo da değil üstelik yüz hatların da artık kendine çeki düzen vermeli mesela. Dünyaca ünlü yıldız Rihanna son dönemde aldığı kilolarla dünya gündemine oturduğu dönemde sosyal medyadan ‘Eğer en kötü halimle idare edemiyorsan, en iyi halimi haketmiyorsun’ mesajını paylaştı. Ülkemizde her yaz magazinde selülit ve diyetleriyle gündeme gelen bir ünlü grubu var. En acısı da bütün bu olumsuzluklarla benlik saygısı azalan insanlar var. Onun ‘gibi’, onun ‘kadar’ güzel olmadığı için kendine uzaklaşan problemler yaşayan insanlar var.

Eğer vücudunla ilgili kaygıların varsa harekete geç: bir beslenme ve diyetetik uzmanı diyetisyenden profesyonel yardım al. Hayatına spor kat, araştır, doğru kaynağı bul, yaşam tarzın haline getir. Birilerine benzemek için değil de sağlığın için harekete geç. Ama önce kabul et. Her halinle güzelsin. 5 kilo daha verince, göbeğini eritince ya da dudağına dolgu yaptırınca değil. İyi görünmek için önce iyi hissetmek lazım. Küçük dokunuşlarla da mutlu olmak mümkün elbet. O zaman da ihtiyaçlarının başkalarından etkilenerek değil de kendi isteklerin doğrultusunda olduğundan emin olmalısın. Bu yüzdendir plastik cerraha gidenlerin eline Angelina Jolie fotoğrafı alıp ‘aynısından istiyorum’ diyenlerinin psikiyatriye yönlendirilmesi .

Amerika ve Avrupa’da son 2-3 yıldır body positivity movement başladı. Dilimize de beden olumlama hareketi olarak çevirebiliriz. Bireylerin bedenlerini ‘her haliyle’ onaylamasını ve kabul etmesini temel alan feminist bir harekettir.

Bahsettiğim markanın fotoğraflarını görmek için instagram sayfama göz atabilirsin.

Sevgiyle..

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak

@gizemkolcak

Yazının devamı...

Sihrin Ta Kendisi Sevgi

O kadar çok ebeveyn görüşmesi yaptıktan sonra emin olduğum bir şey var, tüm anne babalar çocuklarının mutluluğu için çabalıyor. Eminim herkes çocuğu için önce sağlık, huzur, başarı, sevgi, aşk, kariyer, para ve benzeri mutluluk verecek, mutlu edeceğine inandığı şeyleri istiyor. Fakat mutluluğu yorumlama farkıyla!

Marshall B. Rosenberg’e kulak verelim; “.”

Mutlu olmak için ihtiyacın olan şeyleri düşün lütfen. Hatta bir liste bile yapabilirsin. Peki bir çocuğun mutlu olması için ihtiyacı olan şeyleri düşünürken lütfen bu sefer ( eğer kendi çocuğun için düşünüyorsan, ebeveynsen) gelecek kaygısını bir kenara koyarak düşün. Bir çocuğu ne mutlu eder? Hatta yakın çevrende bir çocuk varsa onunla da bir mutluluk listesi yapabilirsin. Fark edeceksin ki bir çocuğun bir yetişkine göre mutluluk ihtiyacı daha farklı.

‘Çocuklar biz ne hissedersek onu hissediyor, biz ne kadar sakladığımızı düşünsek de. Bu yüzden öncelikle bizim yaşamayı sevmemiz gerekiyor. Psikiyatr Prof. Dr. Bengi Semerci, “Çocuğun doğduğu zaman hatta anne karnında büyürken, sonrasını belirleyen en önemli şey istenildiği bir aileye doğmak, mutlu, huzurlu ve kendisini seven bir anne babaya sahip olmaktır. Çocuğun mutluluğu ve gelişimi sevgiye, dokunmaya bağlıdır” diyor. Peki, mutluluk nedir? Semerci’ye göre, “Mutluluk ve haz beyinde bir dizi bölgenin aktivitesiyle oluşur. Mutlu ve yaşamdan keyif alan bir anne baba, çocuğun mutluluğunun temelini oluşturur.”

Pozitif psikoloji alanındaki güncel araştırmalara dayanarak; iyimserliğin ve çocukların potansiyelini ortaya koymada sevginin gücünün çocuk eğitimi ve disiplini kadar önemli olduğunu söyleyebiliriz.

İşte burada da devreye empati giriyor. Çocuklarımızın empati alanını genişletmeli ve beslemeliyiz. Çocukların yakın çevresindeki insanlara aile üyeleri, arkadaşlar vb empati kurması çok da zor değildir zaten. Burada ebeveyn olarak ya da herhangi bir çocuğun hayatında rol model bir insan olarak yapılması gereken şey çemberin dışındakilerle empati kurmasını sağlamaktır. Nasıl yani? Çocukla özellikle ihtiyaç içindeki ve savunmasız kimselerin, sokak hayvanlarının duygularını anlama noktasında düşünmeye, hissetmeye ve konuşmaya teşvik etmelisiniz. Nasıl yardım edebileceği hakkında, ne hissediyor olabileceği hakkında sorular sorabilirsiniz.

Peki ya kendi duygu ve düşünceleri, kendi korkuları? Gözlem çok önemli. Düşün bakalım sence olaylara karamsar mı yaklaşıyor yoksa iyimser mi? Ya da kendinle ilgili bir keşfe çıkmak istersen hooop çocukluğa inelim. Sen çocukluğunda daha iyimser mi yoksa karamsar mıydın? Peki ya çocuğun da senin gibi mi? Gibi gibi bir sürü sorum var evet : ) çocuk bir zorlukla karşılaşabilir, ama önemli olan bu zorlukla karşılaştığında yaşadığı olayı anlamlandırmasına yardımcı olabilmektir. Bu sayede başarısızlığı dışsal şanssızlık vb faktörlere bağlamak yerine, çözümleri görebilir. Yeniden denemek isteyebilir, üzerine gidip yeniden dört kolla daha kolay sarılabilir. Ha bir de şu bir gerçek ki anne baba olarak, çocuk için ne yaparsanız yapın, ne eğitim fırsatları, içsel motivasyona ulaşamayan bir çocuk ileride maalesef daha çekinik olabiliyor. Ailelerden sıkça duyuyorum benzeri yakınmaları. Küçük yaştan emek sarf etmeyi aşılamak gerekirken özellikle anneler maalesef ki çocukları yerine emek veriyor. Yapmayın. Şans verin. Yapamasın tekrar denesin.

Kendini, yaşamı, doğayı, insanı, hayvanı, çiçeği seven anne babalar daha mutlu çocuklar yetiştiriyor. Çünkü temelinde sevginin sağaltıcı gücü var. Düşünsene pek çoğumuz zaman zaman ‘kendim olamıyorum’ diye yakınırken tam anlamıyla kendisi olarak sevilen bir ortamda değer ve sevgi bulmak nasıl güzel bir kazanım. Önce kendi annem ve babama, sonra tüm anne babalara kocaman sevgilerimi gönderiyorum.

Ha bir de. Sihirli değnekler masallarda bulunuyor demiştim ama sihrin ta kendisi sevgi.

Sevgiyle..

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak

@gizemkolcak

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.