SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

İyi Olma Sendromu

Aslında düne kadar keyfim fazlasıyla yerindeydi. İki haftadır yoga pratiğimi aksatmadım, beslenme düzenimde istediğim değişiklikleri yerine getirdim, daha çok sıvı, daha az karbonhidrat tükettim, kendimi mutlu eden her şeyi muazzam bir rutin ile sürdürmeye devam ediyordum ki dün olanlar oldu. Ve baştan sona geçtiğimiz o iki haftanın acısını çıkarırcasına sabahtan gece yarısına kadar tükettiğim her şey sağlıksızdı, evet gece yarısına kadar bir şeyler yemeye devam ettim ve yetmezmiş gibi tüm gün yayılıp dizi seyrettim. Ve inan bana dünyam başıma yıkılmadı. Fakat tahmin ediyorum ki sağlıklı yaşamı takıntı haline getirmiş birileri senin de çevrende var hatta belki sen de sağlıklı yaşamı takıntı haline getirmiş olabilirsin, hatta zaman zaman ben bile. Eğer öyleyse ‘The Wellness Syndrom’ İyi Olma Sendromu, Türkçe’ye çevrilmiş hali ile Sağlık Hastalığı/Güncel Bir Sendrom Carl Cederström ve Andre Spicer’ın kitabı ilgini çekebilir.

Son dönemde herkes spor yapar, iyi beslenir, beslenme desteği alır, psikolojik yardım alır, harika sosyal medya hesaplarından ne kadar mutlu olduğunu ve mutlu bir hayat için ipuçlarını ve deneyimlerini paylaşır oldu. Aslında bu kişisel gelişimin bir parçası olarak olumlu nitelendirilebilir. Bunun bir ileri ve tehlikeli düzeyi de pek çok kişinin yetkin olmadıkları alanlarla ilgili uzmanlarmışçasına sanal ortamın avantajlarını kullanarak insanları bilinçsizce yönlendirebilmesi. Buradan birkaç haftalık kurslarla psikoloji, beslenme ve egzersiz önerilerini havalarda uçuşturan isimleri alanlarının uzmanı lisans ve lisansüstü öğrenimini sürdüren meslek profesyonelleri adına esefle kınadığımı da belirtmek isterim. Bu neden tehlikeli çünkü sağlık sadece profesyonellerince, kişiye özel bir şekilde çalışılması gereken her bir alt dalı bilim ışığında çalışılması gereken bir alan.

Son dönemde yapılan çalışmalar gösteriyor ki ‘iyi olma sendromu’ sosyal medyanın da etkisiyle insanlar üzerinde etkili. Spor yapılmadığında, kalorisi yüksek gıda tüketiminde, küçük bedene sığılamadığında, özellikle ergenlik döneminde takip ettiği influencer gibi görünmediğinde, diğerleri kadar mutlu olamadığını hissettiğinde yaşanan suçluluk duygusu olarak tanımlayabiliriz iyi olma sendromu belirtilerini.

Sanırım insanın anlam arayışı ve hayatı daha iyi yaşama çabası insanlık boyunca sürecek. Daha iyi yaşayabilmek için ne yapmalıyım? Ne yaparsam daha iyi bir insan olurum? Ne yersem daha sağlıklı olurum? Hangi spor benim için en iyisi? Bugün aşırıya kaçtım yarın nasıl dengelemeliyim? Bu hafta spor yapamadım önümüzdeki hafta rutinim ne olmalı? Nasıl daha iyi bir ebeveyn olurum? Logoterapi (anlamterapi) kurucusu Avusturyalı Psikiyatr Viktor Frankl ‘İnsanın Anlam Arayışı’ kitabında diyor ki ‘Hayatın anlamının ne olduğunun cevabını sadece kendiniz için siz verebilirsiniz, hayatınızın herhangi bir anında anlamı keşfeder ve onu hayatınızın dokusuna dahil etmenin sorumluluğunu alırsınız.’

Benim de psikoloji, beslenme ve spor konularında deneyim ve tecrübelerine güvenerek takip ettiğim pek çok hesap var sosyal medyada. Başka birilerinin öyküsü kendi kişisel gelişimim için çok kıymetli dersler içerebilir, ilham olabilir, besleyebilir. Fakat benim hassasiyetim ve ilk dikkat ettiğim şey kişilerin konunun profesyoneli olması veya profesyonel desteği ile ilerlenen bir süreç olması. Umarım sen de bunu dikkate alıyorsundur.

Sanırım hayatı daha dengeli yaşayarak daha mutlu olabiliriz. En azından bugün için böyle düşünüyorum. Yıllar içinde yapılan çalışmalar ve bilim ışığında, tecrübe ve deneyimlerim düşüncelerimi nasıl etkiler bilmiyorum ama bu zamana kadar biriktirdiklerimden çıkardığım bu. Kendi hayatımın anlam arayışı içerisinde bir dengeye ihtiyacım olduğunu fark etmiş olmam iyi bir kazanım bence. Peki denge? Mevlana

Bence hayatı dengeli yaşamak insan olduğunu unutmamakla başlıyor. Kendini sevmekle, anda olmakla, kabulle, hatalarla, başarılarla, pes edişlerle, planlarla, sürprizlerle… sanırım birazcık psikolojik esnekliği arttırmak lazım.

Bir alıntıyla bitireyim:

Nicholas Seare

Sevgiyle..

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak

@gizemkolcak

Yazının devamı...

Nasıl Oluyor Da Öpünce Geçiyor

Hem çok kolay hem de kolay değil, bir çocuğun hayatında bir anlam bulmak. Sevilmek demeyi de tercih edebilirdim ama çocuklar çok severler zaten. Değer vermek demeyi de tercih edebilirdim ama çocuklar sevdiklerine çok değer verirler zaten. Tam anlamıyla anlam bulmaktan bahsediyorum. Anlamak, oyun oynatmak değil onunla gerçekten oynamak, güldürmek değil onunla gerçekten gülmek, hayallerini dinlemek değil onunla hayallerini gerçekten hayal etmek, sevmek, şefkatle yaklaşmak, eşlik etmek, rehberlik etmek, kendinden vermek, ondan öğrenmek… Bir çocuktan öğrenebileceğimiz o kadar çok şey var ki. Ben onlarla zaman geçirmeye doyamayanlardanım. Ben onlarla zaman geçirirken çayı kahvesi soğudu diye oyunu kesenlerden değil; çayı kahveyi unutanlardanım. Sen de dene, sen de unut çünkü çocuklar bence anda yaşıyorlar ve işte bu yüzden şefkatle yaklaşıyorlar. Anda kal, çocuk kal.

Aile dinamiğine bayıldığım ve uzun zamandır özellikle son bir yıllarına yakinen eşlik ettiğim bir aile var. Oturup sohbet etmesi de bir çatışmayı çözmesi de besleyici. Evet tamamen kendi mesleki doyumumdan bahsediyorum diye düşünüyordum ki aslında bütün olumlu veya olumsuz yaşadıklarının onlara bir değer kattığını ve aslında kendilerini de beslediğini ifade ettiler. Üstelik elimizdeki bir adet ergen de böyle düşünüyor ki bu pek nadiren karşımıza çıkar. Peki bu farkındalık, şefkat ve kabul bu muazzam üçlü nasıl bir araya gelmişti? Bilmiyorum. Ama gelmişti. Son sohbetimizde anne dedi ki ‘Ona öğretebileceğim en önemli şey kendini sevmesi’ ve ekledi ‘kimseye değil kendine bağlansın, kendi duygularına, hayallerine ve tutkularına..’

diyor Uzman Psikolog Zeynep Selvili Çarmıklı.

Umarım şahit olmuşsundur, parkta düşen bir çocuk kendi kendine ‘Geçti geçti’ deyip acıyan yerini öpebilir. Bunu gören anne ‘Öpeyim de geçsin’ der ve bil bakalım ne olur? Geçer, gerçekten geçer. Çünkü şefkatle tedavi edilmiştir.

Teksas Üniversitesi Öz Şefkat Araştırma Laboratuarı’nı yöneten Prof Kristin Neff şefkati şöyle tanımlıyor: ‘‘Zorluk yaşayan bir insana karşı şefkat duyduğunuz zaman içinizde bir sıcaklık, özen gösterme isteği ve bir şekilde yardımcı olma dürtüsü ortaya çıkar. Şefkat duymak aynı zamanda başarısız olmuş ya da hata yapmış insanları sert bir şekilde yargılayıp eleştirmek yerine onlara anlayış ve sevecenlik sunduğunuz anlamına gelir. Şefkat acı çekmenin, başarısız olmanın ve kusurlu olmanın herkesin yaşadığı ortak, evrensel insanlık deneyimi olduğunu kabul etmek demektir.’’

Öz şefkat ve bilinçli farkındalık araştırma ve okumalarıma başladığımdan bu yana hep bunu çocuklara nasıl öğretebiliriz gibi pek çok sorum vardı ama şimdi düşünüyorum da sanırım önce biz yetişkinler çocuklardan öğrenmeliyiz. O kadar, bizim kendi adımıza düşlediğimiz gibi şefkatle ve anda yaşıyorlar ki..

Sevgiyle..

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak

@gizemkolcak

Yazının devamı...

En Sevdiğim Roman

Son iki haftadır sadece meditasyon ve yoga üzerine okumalar yapıyorum. Meditasyon ve yoganın zihin üzerindeki etkilerini gözlemleyen araştırmalar, uzak doğu felsefesi, yoganın fizyolojisi, çocuklar ve yetişkinler için meditasyon vb. her şeyi. Yeni bir yoga grubuna katıldım ve bu pazar ilk defa bu grupla bir araya geleceğim için heyecanlıyım. Aslında şöyle bir durup düşündüğümde; bütün lisans ve yüksek lisans süresince yaptığım okumalar, danışanlarımın hikayeleri, katıldığım grup çalışmaları, incelediğim vaka analizleri bir yana psikolojik danışman olan ben değil de en çok sadece Gizem olan kendi deneyimlerim beni fazlasıyla heyecanlandırıyor. Kendi çocukluğum, ergenliğim, genç yetişkinliğim, ha bir de iyi ki günlük yazmışım… tüm bu gelişim basamaklarınca insanın kendi serüveni, iniş çıkışları, başlangıçları bitişleri, başarıları başarısızlıkları, duygu ve düşünceleri, zihin yapısı, kendi meditasyon süreci çok heyecan verici.

Dün canım anneciğime en sevdiği romanı sordum; açıkçası en sevdiği romanın ne olduğunu bilmediğim için önce kızdım kendime ama aldığım cevap beni hem mutluluktan havalara uçurdu hem de yine şu durup düşündüğüm anlardan birini yaşattı bana çünkü dedi. Ah burada kocaman kırmızı bir kalp hayal edin benim için : )

Eğer hayatın gerçek bir roman olsaydı, romanın türü ne olursa olsun ve sen de tabi ki bu romanın ana kahramanı, bu kahramanla ilgili ne düşünürdün? Kahramanımızın belirgin kişilik özellikleri ne olurdu? Duygusal mı olurdu acaba ya da duygularıyla savaşan bir savaşçı mı? Sahi ya insan duygularıyla savaşmalı mı? Maalesef bazılarımız kabulden uzak bir şekilde duygularıyla savaşma halinde; hırpalayan, acıtan, inciten, üşüten bir halde.

Duygularına karşı verdiğin mücadelenin farkında mısın?

Duyguları ‘iyi’ ve ‘kötü’ duygular olarak ikiye ayıralım. Hadi iyi duygulardan sevgiyi düşünelim; sevdiğin birini, belki sokağındaki kediyi, en sevdiğin çiçeğin kokusunu, hediye gelen kurabiyeleri, sevdiğin birine sarıldığındaki sıcaklığı, sevdiğin bir hobiyi… Hadi kötü duygulardan utancı düşünelim; kendini kocaman bir kalabalığın önünde utanç bir durum yaşamış olarak hayal et, ne hissedersin? En az utanç duygusu kadar yoğun bir şekilde de bu duyguyu defetme isteği de hisseder, çabalarsın. Herkes kötü duygulardan kurtulmaya çalışır. Ancak bazen hiç beklenmedik bir şey olur ve sen o kötü duygudan ne kadar çok kaçmaya çalışırsan çalış sanki daha çok hissedersin. İşte bahsettiğim duygularla verilen savaş tam da bu. Mesela sen bu yazıyı okurken birileri bir yerlerde çok gülünç bir duruma düştüğü için ağlıyor olabilir, birisi sınav kaygısından dolayı bir hata yapıp kaydırma yapmış olabilir, birileri zorbalığa maruz kalıp hakarete uğramış olabilir, birileri kendisinin kusurlu olduğunu düşünüyor olabilir, birisi hayatından nefret ediyor olabilir. Olamaz mı? Olabilir.

Pema Chödrön

İşte burada imdadımıza koşan kabul ve öz şefkat. Duygularla savaşarak onları yok etmeyi görev edinmek yerine her açıdan ele almak, kabullenerek duygularımızı anlamak, sahiplenmek, gerçekten yaşamak ve yine yeniden devam edebilmek.

Daha önce meditasyonu denedin mi bilmiyorum ama ilk birkaç sefer zordur. Yani düşünmemek için nefesine odaklanmak, bir mantra kullanmak yani bir tümceyi tekrar etmek, imge kullanmak aslında karmaşık ve zor görünür, öyledir de. Ama eğer bir rehberin varsa yani birisi meditasyonunda sana eşlik ediyorsa ya da bu bir dijital platform dahi olsa şu cümleyi duyduğundan eminim ‘Zihninden geçen düşünceleri engelleme, bir bulut gibi geçip gitmelerine izin ver’ sihirli bir cümle bu. Evet, bir bulut gibi geçip gitmelerine izin ver. Meditasyon işte bunu öğretiyor; kabulü, izin vermeyi, şefkatle yaklaşabilmeyi. Deneyimledikçe zihin yapının nasıl değiştiğini görmek muazzam bir his. Şimdi sıra yogada.

Şimdi karar ver. Bu romanın baş kahramanı sensin, olay örgüsü senin etrafında şekilleniyor, zihnin ise bu romanın yazarı. Evet acılar da hayata dahil. Peki sen neresinden hayatın?

En sevdiğim romancıdır Dostoyevski, bir başkadır, bir başka anlatır insanı, kişiliği, hayatı ve der ki

*Meditsyon ve yoga ile ilgili paylaşımlarım için instagramdan beni takip edebilir, kendi hikayeni de benimle yaplaşabilirsin.

Sevgiyle..

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak

@gizemkolcak

Yazının devamı...

Hayal Molası

Son TED konuşmasında Alice Harikalar Diyarı'ndaki gibi, her maceranın sıkıntıdan patlamakla doğduğunu söyleyen Nil Karaibrahimgil’e kulak verelim istiyorum. Nil diyor ki: ‘’Evren patlamadan doğdu. Hep aklıma şunu getiriyorum; her şey sıkıntıdan patlamayla doğdu, sıkıntıdan patlayınca kendini keşfediyorsun, sıkıntıdan patlayınca bir şey yapıyorsunuz ve ama bu günlerde sıkıntıdan patlamak çok zor, çünkü sıkıntıdan patlamayalım diye cep telefonlarımız var. Hiç birimiz sıkılmaya vakit ayırmıyoruz değil mi? Ben düşünüyorum cep telefonuyla geçirdiğim 1 saat sonunda nereye varmış oluyorum diye bakıyorum. Şunları soruyorum kendime: neden benim bacaklarım o kadar uzun değil, neden ben tatile oraya gitmedim, neden ben bunu yemedim, neden bende bundan yok, neden benim bu kadar eğlenen kalabalık bir arkadaş grubum yok? Sürekli bunları sorduğumu ve aslında beni mutlu etmediğini, sıkılmaya tercih ettiğim şeyin aslında günün sonunda beni mutsuz ettiğini fark ettim. Başlık Alice Harikalar Diyarı olduğu için Nil’in kendi tavşanına rastlama hikayesine kulak verelim ‘’…Ben kendi tavşanıma rastladığım zamandan size bahsetmek istiyorum, 17-18 yaşındayım, çok sıkılıyorum, o zaman da cep telefonu sosyal medya öyle şeyler de yok, sıkıldıkça sıkılıyorum derken durdum durdum anne kek yapsana dedim, kapıyı kapattım belki kek biraz sıkıntımı alır diye düşündüm beklediğim gibi olması ve aşırı sıkıldım, büyük bir ihtimalle sıkıntıdan patlayacağım ve tavşan gördüm. (Gülümsüyor :) ) Tavşanı takip ettim, tavşanla aşağıya düştüm elimde gitarım vardı, annem kapıyı çaldı anneme dedim ki anne otur otur, asıl ben sana kek yaptım (Gitarını alır) ve harikalar diyarından şöyle bir şeyle döndüm, artık karnım da doymuştu çünkü bir tane şarkım olmuştu… 3 yumurtayı kırdım önce, portakal dilimledim ince ince, göz kararı da biraz süt kattım, kalktım sana kek yaptım, insan neler yapar isteyince, bu bir şey değil düşününce, ben de tarifi öğrenince kalktım sana kek yaptım… ve o gün sıkıntıya aşık olmuştum, canımın sıkılması benim için bir tutku haline gelmişti.’’ Diyor ve konuşmasının sonunda seyircilerden spontane kendisini sıkıştırmaları için 3 kelime istiyor, o 3 kelimeyle sıkışarak çok tatlı tam da Nil tarzı bence harika bir şarkı yazıyor (*)

Şimdi evet Nil çok haklıydı, peki biz bu kendi sıkıntıdan patlama anlarımızı, çocuğumuzun sıkıldığı anları, ailece sıkılmak istediğimizde, iş yerinde artık çok bunaldığımızda, sınava hazırlanırken, bir proje tamamlarken, tez yazarken o yaratıcılığın verdi meditativ hazza nasıl erişeceğiz? Hayal kurarak! Hayal kurmalı insan. Her çocuk gibi. Her masal kahramanı gibi. Bazen çocuk olmalı insan. Çocuk haline sarılmalı sıkı sıkı.

Ziya Gökalp

Hayal Molası Uygulama
Kendi iç sesinle barışmak, içindeki çocukla daha iyi anlaşmak için artık sen de biliyorsun ki zihnine olumlu şeylerle beslemen lazım. Olumlu sözler, mutlu eden şarkılar, meditasyon, olumlu iç konuşma ve benzeri çalışmaları bir araya getiren bir uygulama hayal molası. Her sabah uyandığında, gerçekten sıkıldığında, kendini sıkışmış hissettiğinde, meditasyon rutininin öncesine, sürecine, sonuna ekleyebilir, gergin bir toplantının öncesinde, daha mutlu hissetmek istediğin her an uygulayabilirsin. Öncesinde şunu düşünmen lazım, amacın mutlu hissetmek mi yoksa seni zorlayacağına inandığın bir sınav veya toplantı öncesi bir prova mı yapmak istersin?

Sadece o gün için kısa bir mutluluk ihtiyacın varsa; gözlerini kapat, rahatla ve iyice gevşe, öncesinde kısa bir nefes egzersizi muazzam hissettirecektir, şimdi iç sesine kulak ver ve hayal et. Evet, bir kırda, deniz kenarına, yalnız veya bir arkadaşınla, ailenle, çocuğunla, belki küçük bir yavru köpekle, belki güneşe doğru bir gökkuşağı üzerinde emin adımlarla ilerlerken, belki bir sahil kasabasında meyve toplarken, belki bir dereye ayaklarını sokarken…

Ya da sana gerginlik yaşatan önemli bir an öncesinde; yine aynı şekilde gözlerini kapat, rahatla ve iyice gevşe, öncesinde kısa bir nefes egzersizi yine muazzam hissettirecektir, şimdi karşındaki süreci düşün ve adım adım felaket senaryolarını bir kenara bırak ve tam nasıl geçmesini istiyorsan o şekilde zihninde canlandır, her bir sahneyi, evet kapıdan girişini, o görevliye günaydın deyişini, masadaki kurabiyeye kadar, dosyanın rengine kadar her bir detayı prova et, iyi hissettirecektir…

Sevgiyle..

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak

@gizemkolcak

* *Nil’in TED konuşması için tıklayabilirsiniz.

Yazının devamı...

Önemsemek Zorundayız: Teknoloji

Sanırım çocuklar ve teknoloji ile ilgili çalışmalar yaparken sadece araştırmalar, makaleler, tezler, kitaplar, seminerler değil; bütün bunlarla birlikte bir de onların arasında gerçekten teknoloji ve daha bir sürü şeyin edindiği yeri ve anlamlarını gözlemleme imkanım olduğu için çok şanslıyım. Çocukları anlamak için onlarla yaşamak, onlar gibi düşünmeyi, bakmayı, görmeyi, onlar gibi hissetmeyi öğrenmek lazım. Yeri geldiğinde çocukla çocuk olabilmek lazım.

Bu haftaki grupla psikolojik danışma oturumumdan kısacık bir kesit paylaşmak istiyorum. Grubumuz 13-14 yaşlarında, kız ve erkek üyelerden oluşmakta. Grubumuzun amacı ve bir araya geliş sebepleri konumuzdan çok bağımsız fakat her oturumumuzu sonlandırırken bazı grupla psikolojik danışma alıştırma ve etkinlikleri yapıyoruz. Bu hafta ise kısaca grup lideri olarak birbirlerini daha iyi tanımak adına bir soru sormalarını ve her bir üyenin bu soruyu içtenlikle cevaplamasını istemiştim grup üyelerinden.

Ve şu soru geldi: “Birini seçmek zorunda olsaydın ve diğerini hayatından tamamen çıkarmak zorunda olsaydın hangisini seçerdin; internet mi arkadaşlık mı?” bu benim için inanılmaz bir andı; çocuk, ergen, gelişim psikolojisi, teknoloji tarihi, teknolojinin insanlar üzerindeki etkisi, tez araştırmalarım, okuduklarım, seyrettiklerim, dinlediklerim, gözlemlediklerim ve benzeri konuyla ilgili edindiğim tüm donanım için kendiliğinden oluşmuş, doğal bir deney çalışmasının içinde buldum bir anda kendimi.

Ve en az soru kadar beni heyecanlandıran bir diğer önemli nokta ise soruya verilecek yanıtlardı ki bu sefer daha heyecanlıydım. Kafamdan sorular, ihtimaller, istatistikler geçiyordu ve grup üyeleri birer birer yanıtlamaya başladılar. Şu an sen verilen yanıtlar hakkında ne düşünüyorsun bilemiyorum ne yazık ki ama bence bu sorunun sorulmuş olması bile çocuk ve teknoloji hakkında insanlığın daha çok donanıma ihtiyacı olduğunun bir kanıtı bence. Ve bilim muazzam bir şey; daha çok araştırmaya, gözleme, veriye, bilgiye ihtiyacımız var. Daha yüksek sesle konuşmalı ve paylaşmalıyız. Sen ne düşünüyorsun bilmiyorum ama bu soru bir psikolojik danışman olmaktan önce bir arkadaş bir insan olan Gizem’i teknolojinin zararları konusunda ürpertmeye yetiyor.

Verilen yanıtlar hakkında ilgini yeterince çektiğime inanarak artık paylaşıyorum. Gruptaki 12 üyenin 7 tanesi (4 erkek – 3 kız) internet derken 6 tanesi (3 erkek – 3 kız) arkadaşlık dedi. Tabi sadece internet veya arkadaşlık demediler, yorumladılar da. Üstelik öyle vurucu yorumlar geldi ki her biri üzerine bir araştırma yapılabilir ve makale yazılabilir.

Önemsemek zorundayız. Ruh sağlığı profesyoneli, ebeveyn, eğitimci, mühendis, reklamcı, iletişimci, çocukların severek takip ettiği bir sosyal medya fenomeni… çocuk ve teknoloji ortak temasında buluşan her kim olursak olalım önemsemek ve dikkat etmek zorundayız. Dünya değişiyor, teknoloji hızla gelişiyor, insan artısıyla eksisiyle evriliyor, hiç durmadan.

Ve biz insanlar, kesinlikle hiç durmadan teknolojiden faydalanmalıyız tıpkı hiç durmadan teknolojinin zararlarından çocuklarımızı korumamız gerektiği gibi.

Konuyla ilgili çocuklarla deneyimlediklerinizi benimle paylaşabilirsiniz.

Sevgiyle..

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak

@gizemkolcak

Yazının devamı...

Sessizliğin Gücünü Keşfetmelisin

Evet benim, senin, onun, onların ve herkesin zihni çok dolu. Herkes çok yoğun, herkesin kafası çatlamak ve patlamak üzere. Son zamanlarda herkes bir yoğunluktan yakınıyor ve aslında bu yakınmalar çok da doğru. Günümüzde maalesef kendi tercihlerimizin dışında o kadar çok şeye maruz kalıyoruz ki; entrikalı ilişkiler, bu ilişkiler üzerine yorumlamalar, dedikodular, diziler, dizilerin başrolleri, medya, sosyal medya, fenomenler, sahte hesaplar, yalan haberler, sorumluluklar vb… derken bir yandan da hızla akıp giden zaman.

Günlük hayatımızdaki bu yoğunluk zamanla zihnimizi dolduruyor tabi ki. Zamanla sadece çevre ile ilgili değil kişinin kendisiyle ilgili duygu ve düşünceleri de değişiyor. Üstelik bu değişim zamanla değersiz hissettirip, kaygı yaratabiliyor ve sen de biliyorsun ki kaygı pek de yardımcı olmuyor.

Peki ne yapmalıyım diyorsan eğer, zihnini tazelemenin bir yolunu bulmalısın. Zihnini boşaltmak için sana ne iyi geliyor bunu keşfetmek için denemeli ve şans vermelisin örneğin egzersiz yapmaya, meditasyona, yogaya, farkındalık çalışmalarına, bibliyoterapiye, sanata, müziğe…



Bazen herkesi reddedip kendinle kalmak istediğin oluyor mu bilmiyorum ama eğer bu ihtiyacın gün geçtikçe artıyorsa evet kendine dönmenin zamanı gelmiş demektir. Nedir kendine dönmek, kendimi nasıl dinleyeceğim diyorsan sana ilk adım tavsiyem kesinlikle bilinçli farkındalık ve bilinçli sessizlik çalışmaları olabilir.

Bir kere bilmelisin ki içsel huzur arayışının kökeni insanlık tarihi kadar eskilere dayanan bir arayıştır. Yani bu ihtiyacın, arayışın sadece senin meselen değil, bunu sadece sen yaşamıyorsun, baksana kendin için bir şeyler yapıyor, bu yazıyı okuyor, bu yazıya zaman veriyorsun, teşekkür ederim, sen de kendine teşekkür et lütfen, iyi hissetmelisin çünkü doğru bir yoldasın.



Bilinçli ve farkındalık düzeyi yüksek, planlı bir sessizlik olmalı bu. Yani bir düzeni olmalı. Örneğin her pazartesi, her gün uyumadan önce, her gün uyandığında, haftada 2 gün aynı saatte, her gün iş yerinde mola verdiğinde gibi.

Uygulama 1. Fiziksel Sessiz Yürüyüş
Yalnız veya eşinle, çocuğunla, bir sevdiğinle tercih edebileceğin bir yürüyüş. Sokak, sahil, doğa, park olabilir yeter ki bir avm olmasın. Bence tam tadını alabilmen için minimum 20 dakika deneyimlemelisin. Fakat kural şu, tek bir kelime konuşmamalı ve gözlerini kullanmalısın. Zaten yürüyüş yapmak ruhsal anlamda hafifleten, ayakları ve gözleri harekete geçiren bir eylem. Normal bir tempoda sadece sessiz kalarak ve etrafı seyrederek yürümek. Eğer yapabiliyorsan nefesine odaklanmanı isterim çünkü nefese odaklanmak fiziksel gerginliğini azaltacaktır. Etrafı seyret ve geri döndüğünde sadece gözlemlerini yaz. Ve düşün ne hissediyorsun?

Uygulama 2. Zihinsel Sessiz Yürüyüş
Şimdi bu yürüyüş kesinlikle tek başına bir deneyim ve biraz daha meditasyon ve yoga deneyimi olan veya meditasyona ilgi duyan, merak edenler için uygun. Üzerinde rahat kıyafetler varken, rahat bir konumda oturuyor veya uzanıyorken, sıcaklık ve ışık rahatsız etmeyecek bir yerde, mümkünse güzel bir koku ve instagramdan paylaşacağım bir rahatlatıcı müzik uygulaması arka planda çalarken çok keyifli olacaktır. Gözlerin kapalı olmalı ama bu yetmez bunu deneyimlemeye istekli olmalısın. Bir yer hayal et, deniz kenarı, orman, yağmurlu bir yer tamamen sana kalmış… evet zihninde yarattığın o yerde yürü, sessizce ve nefesine odaklanarak. 20 dakika sonunda gözlerini açtığında sadece gözlemlerini yaz. Ve düşün ne hissediyorsun?

Ne dersin bence denemeye değer :)

Sevgiyle..

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak

@gizemkolcak

Yazının devamı...

Akıllı Telefon Bağımlısı mıyım?

Akıllı telefon kullanımının artmasıyla birey ve toplum üzerindeki etkilerini gözlemleme çalışmaları da haliyle artıyor. Neden? Çünkü insanın hayatındaki her şeyin insanı pek çok farklı açıdan etkilediğini biliyoruz. Üstelik bütün bu teknolojik gelişmelerin belki de en hızlı ilerlediği dönemlerden birine şahit oluyoruz. Minimum 90’lar çocuğu olman bile devasa bir teknolojik gelişmeye tanıklık etmiş olman demektir ve evet teknoloji acayip bir hızla gelişiyor. Baştan tarafımı belli edeyim ben de pek çok akranım gibi ve hatta günümüz çocukları gibi teknolojiye bayılıyorum. Hayat kalitemi arttıracak pek çok kolaylık sunan, pek çok farklı yerde karşıma çıkan teknolojinin faydaları ve teknolojik gelişmeleri takip etmek beni heyecanlandırıyor. Ama tabi ki teknolojiyi seviyor olmam hayatımı olumsuz etkilemiyor. Etkilememeli de. Yani sen instagramı, oyun oynamayı, video seyretmeyi seviyorsun diye bu hayat kaliteni olumsuz etkileyip bir bağımlılık haline gelmemeli. Çok yazık ki akıllı telefonlar ve teknolojini yanlış kullanımı pek çok çocuk ve yetişkini daha içedönük ve daha kaygılı yaptı. Geldiyse destek alınmalı.

Pek çok araştırma gösteriyor ki akıllı telefon bağımlılığı stres yaratıyor. Yani mesela yolda bir yere giderken, telefon elinde o uygulamadan bu uygulamaya, fonda müzik de var çılgınlar gibi eğlenirken bir anda telefonun %10 şarjı kaldığını gördün, ta ta ta tam!!!

(Nomofobi yani telefon bağımlılığıyla ilgili bir önceki yazıma göz atabilirsin)

Ve süper bir önerim var!
Eğer senin de akıllı telefonunla geçirdiğin zaman ile ilgili soru işaretlerin var harika bir uygulama önereceğim. iPhone kullanıcıları için ABD’li yazılımcı Kevin Holesh tarafından geliştirilen Moment uygulaması ile kullanıcıların telefonundan ayrılarak hayatın en güzel anlarını yakalamalarını hedeflemiş, telefonunuzla ne kadar vakit geçirdiğinizi ölçerek sizi uyarıyor. Moment uygulaması ile kullanıcılar telefon kullanımında kendilerine günlük limitler belirleyebiliyor. Limit aşıldığında kullanıcıya uyarı mesajı geliyor ve böylece dijital bağımlılık engelleniyor diyen Holesh, kendisinde ve yazılımı denediği kişiler üzerinde olumlu sonuçlar aldığının altını çiziyor. Telefona yüklendikten sonra otomatik olarak arka planda çalışmaya başlayan uygulama; telefonda ne kadar zaman harcandığını ölçmenin dışında, kullanıcıların bulunduğu konumları ve kat ettiği mesafeyi de kayıt altına alıyor.

Peki ben bu uygulamayı neden sevdim ve öneriyorum?
Çünkü konu ne olursa olsun herhangi bir durum ile ilgili bir soru işaretim varsa ve cevap arıyorsam bir şeyler yapmalıyım. Moment akıllı telefon kullanımınla ilgili somut veriler veren bir uygulama. Yani ilk adım yine farkındalık. Uygulamayla ilgili detayları instagram hesabımdan @pskdangizemkolcak öneçıkan uygulamalar başlığından detaylı paylaşacağım.

Ne dersin bence denemeye değer :)

Sevgiyle..

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak

@gizemkolcak

pskdangizemkolcak@gmail.com

Yazının devamı...

Günümüz Fobisi: Nomofobi

Evet telefonumu bir kenara bıraktım, kahvemden bir yudum aldım, telefonuma göz ucuyla tekrar baktım ve şimdi sana nomofobiden bahsedebilirim ama bir saniye telefonum nerede ya şimdi buradaydı, hah tamam notlarımın altında kalmış, bir an için kayboldu zannettim, şöyle daha görebileceğim bir yer koyayım da aklım kalmasın, evet hazırım, ne diyordum: nomofobi.

NOMOFOBİ: ‘No Mobile Phobia’ yani cep telefonu ile sağlanan iletişimden kopmaktan aşırı korkma anlamına geliyor. Kısaca cep telefonundan mahrum kalma korkusu da diyebiliriz. Modern çağımızın yeni popüler problemi. Teknoloji ve akıllı telefonların yaygınlaşmasıyla beraber (lütfen bu cümlemden teknoloji kötüdür yorumu çıkmasın, yanlış kullanım kötüdür) cihazların bizlere sundukları konfor zamanla kontrolsüz ve yanlış kullanım dolayısıyla bir probleme dönüşebiliyor. Düşünsene arama, mesaj, görüntülü konuşma, sosyal medya, ödemeler, alışveriş, kargo, müzik, oyun, banka, kitap, dergi vb.. pek çok alan avucunda.

İşte tüm bu konfor zamanla telefonsuz kalma düşüncesi ve psikolojik gerginlik yaratabiliyor. İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre cep telefonu kullanıcılarının %53’ünün nomofobik olma durumu söz konusu. Bir saniye %53 ciddi ciddi her cep telefonu kullanıcısının yarısından çoğu demek, çok ciddi bir veri. Ve tabi çocuklar da.

Nomofobi belirtileri neler olabilir?
•Telefonun yokken kendini eksik hissediyorsan,
•Sık sık kontrol etme ihtiyacı hissediyorsan,
•Şarjın bittiğinde, harici bataryan yanında olmadığında çaresiz hissediyorsan,
•Telefonunun başına kötü bir şey geldiğinde kötü hissediyorsan,
•Telefonunu asla kapatmıyor ve sürekli onunla meşgulsen,
•Telefonsuz kaldığında kaygı, panik vb hissediyorsan nomofobik olabilirsin.

Peki neden?
Aslında cep telefonunu kaybetme korkusunun temelinde cep telefonu ile kurulan bağımlılıktır ve bütün bağımlılıklar aynı mekanizma ile ilerler yani kişi bağımlı olduğu şeyden yoksun kalınca yoksunluk çekiyorsa gittikçe daha çok bağlanmaya başlar. Modern çağ fobisi diyebileceğimiz nomofobide de diğer fobi türleri gibi kişi tamamen uzak kalmayı, bir süre detoks yapmayı ya da normal hale getirebilmek için destek almayı bir şeyler yapmayı tercih edebiliyor. Peki neden? Çünkü modern hayat gündelik yaşamında bireyler daha yalnızlar. Yalnızlık, korku, izole yaşam teknolojiye olan bağımlılığı arttırabiliyor.

Peki ne yapmalıyım?
Her zaman ilk adım, kabul. Yaşadığın bu durumun bir sorun olduğunu kabul etmeli ve farkındalık geliştirmelisin. Sor bakalım kendine hangi boşluğun yerine koyuyorsun cep telefonunu? Destek alman gereken bir noktada mısın?

Detoksa ne dersin?
Beni instagram hesaplarımdan takip edenler biliyorlar ki arada bir sosyal medya, teknoloji detoks programları paylaşıyorum veya yaşantınla ilgili daha farkında olabilmen için farkındalık çalışmaları. Özellikle uygulama yapıp bana geri bildirim yapan herkese teşekkür ederim. Yine aynı şeyi söyleyeceğim, detoks yapabilirsin. Korkutmasın. Tamamen kesip atmak gibi değil de minik minik bebek adımlarıyla azaltıp, bu sayede farkındalığını yükseltip, durumunu kontrol altına almış olursun ha ne dersin? Ben hep denemeye değer diyorum.


Sevgiyle..

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK



@gizemkolcak

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.