SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Resimleri Sadece Tuvalde Değil Dijitalde de Hayat Buluyor

Eğitim hayatında aile, çocuk, eğitimci iletişimi büyük önem taşıyor. Ebeveynin, çocuğunun yeteneklerini anlaması, eğitimini yeteneği yönünde desteklemesi, eğitimcinin ise yönlendirmede rehberlik görevini üstlenmesi gerekiyor. Öğrencinin de sadece yeteneği olması değil aynı zamanda meraklı ve azimli olması önem taşıyor.

Bu noktada sizlere Lâl Batman’ı tanıtmak istiyorum. Hafta sonu annesinin ofisinde buluştuğumuz Lâl, henüz 16 yaşında. Yetenekli, gelecek vaat eden bir ressam adayı. Çok iyi kayak yapıyor.

Annesi Demran Günday, Lâl’in resim yapmaya nasıl başladığını şöyle anlatıyor; “

Lâl okula başladığında neler yaşadın?

Güzel sanatlar lisesine bir atölyede çalışarak hazırlandım. Bu çalışma daha çok sınava hazırlık olduğu için sanatsal olarak bakış açım şu an ki kadar geniş değildi. Zaman içerisinde kendimi eğitimime paralel olarak sanatsal anlamda da geliştirdim ve geliştirmeye devam ediyorum. Bunun için çok çalışıyorum. Tüm gün çizim yapıyorum denebilir.

Teknolojiyi de iyi kullanıyorsun bu nasıl başladı?

Bir gün annem ile gezerken bir tablet gördük ve özellikleri çok hoşumuza gitti. Annem bu tablet ile değişik çizim ve ilistürasyonlar yapabileceğimi söyleyerek satın aldı. Böylelikle dijital ortamda, teknoloji tabanlı çizimler de yapmaya başladım ve bu çizimlerim çok beğenildi. Ama bunun yanı sıra kâğıt ve kanvas çalışmalarım devam ediyor. İleride mesleğim gereği bunları da bilmem gerektiğini düşünüyorum. Instagram hesabımda bazılarını yayınlıyorum.

Gelecekte kendini nerede görmek istiyorsun?

Bu şekilde yoğun olarak çalışarak üniversiten sonra yüksek lisans yapmayı planlıyorum. Yurtdışında da video art, heykel gibi bir alanda eğitim almak isterim. İleride kendimi ülkemizi yurtdışında da en iyi şekilde temsil eden bir ressam olarak görmek istediğimden, elimden kalemi bırakmıyorum.

Biraz da sokak hayvanları projen ve tişört tasarımlarından bahseder misin?

Tişört tasarımları yapıyorum, bu tasarımlar çok ilgi gördü. Hatta bu projenin kazancının bir kısmını eğitimime, yarısını da sokak hayvanlarının bakımına harcamak istiyorum. Hepimizin yaşadığımız çevreye, ülkeye karşı sosyal sorumlulukları var.

Serap Torun

Instagram:https://www.instagram.com/seraptorun

www.kidsgourmet.com.tr

Yazının devamı...

Coşkun Aral:"Hayatımdaki ilk fotoğrafta tabut ve beşik var!"

Uluslararası bir haberci, belgesel yapımcısı, fotoğrafçı… Kendisi, fotoğrafçılığı tarif ederken “göz tanıklığı” diyor. Fotoğrafı bu tanıklığın belgesi olarak ortaya koyuyor. Dünyadaki savaşlardan, içimizdeki iyi ve kötünün savaşından söz ediyoruz, “Ben iyiyim diyemem, iyi olmaya çalışıyorum, kötü de olabilirim ama korkuyorum. Yapılan her şeyin hayatta bir karşılığı var.” diyor.

Coşkun Aral, 1 Mayıs doğumlu, 1977’deki 1 Mayıs olayları hayatının dönüm noktası oluyor. Savaş Ay ile çektikleri fotoğraflar uluslararası dergi ve gazetelerde yer alıyor. Ardından 1980 yılında bindiği uçak kaçırılıyor, korsanlarla haber yapıyor. Savaş muhabirliği için ise “Ben haberciyim ama festivalden çok savaş haberi yaptım.” diyor ve durumu biraz o anki şartlara bağlıyor. Dünya üzerinde ayak basmadığı yer kalmamış. Yaptığı belgeseller iz bırakıyor. Söyleşileri, sergileri her biri farklı bir temada.

Hayatı ne zaman sorgulamaya başladınız?

Ben tabut ve beşiğin aynı mekânda olduğu, silahın, ölmenin ve öldürmenin kutsandığı bir coğrafyada büyüdüm. Benden önce iki çocuğunu kaybeden annem, Siirt’te bir türbeye benim yaşamam için adak adamış. Aynı dönemde attan düşüyor ve ayağı kırılıyor. Hayatıma dair aklımda kalan ilk fotoğrafta bir tarafta tabut, bir tarafta beşik ve öte yanda annemin kırılan ayağını kullanabilmesi için ona yardımcı olmaya çalışan insanlar var.

Zaman zaman dejavularım olmuştur. Afganistan'da ben de attan düştüm ve o zaman da bu fotoğrafı hatırladım. Bunları yaşarken hafızamda geri gittiğimde hep bir tarafta tabut bir tarafta beşik, annemin kırılan ayağı ve Siirt'te doktoru olmayan sağlık ocağının görüntüsü gözümün önüne gelir.

Anne tarafım dini inançları güçlü, kıymetli, okumuş insanlar yetiştirmiş bir aile. Baba tarafım ise demokrat, cumhuriyetçi bir aile. O dönemde babam Ankara, Siirt arası bürokrasi ve iş hayatının içinde ayakta kalma çabası veriyor.

Çocukluğumda aile içinde aklımın almadığı âdetler gördüm. Kuzenlerimle görüştüğümde kızlara ayrı erkeklere ayrı davranışlar, yaklaşımlar olduğunu fark ettim. İlk ayırımcılığa burada şahit oldum Bana çok tuhaf gelmişti. Meselâ, teyzemi 17 yaşımdan sonra hiç görmedim. Eşini kaybetti. Eşini kaybeden kadın kapatılıyor. Teyzemden ancak vefat ettiğinde haberim oldu. Bunların olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz.

Sağlıksızlığım nedeniyle annem beni 5 - 6 yaşlarında İstanbul'da halamın yanına gönderdi. Oraya gittiğimde ise ötekileşmenin ne demek olduğunu anladım. Okula kayıt yapılırken iki tane belge eksik olduğu için misafir öğrenci olarak kaydım yapıldı. Artık ben İstanbul’da bir Siirtliydim. Daha sonra tekrar Siirt’e geri döndüm. Bunlar beni hem zenginleştirdi hem de bugünkü siyah beyaz dünyanın izlerini beynimin her tarafına yerleştirdi. Şimdi düşünüyorum da o yaşta çocuk sorgular mı? Evet sorgular.

Gazeteci olmaya nasıl karar verdiniz?

İlk önce doktor olmak istedim çünkü doktor olan dayım benim idolümdü. Doktor olarak Siirt'e gelen ilk hükümet tabibiydi. Onun ilk operasyonlarında hep yanındaydım. O dönemde ailemin içinde daha farklı dünya görüşü olan kuzenim bana ilk fotoğraf makinamı hediye etmişti. Böylelikle çevremdeki olaylara göz tanığı olmaya başladım. Ailemiz geniş olduğu için çok fazla geziyorduk, gittiğim her yerde Türkiye'nin her bölgesinde fotoğraflar çekiyordum. Çektiğim fotoğraflar benim yaşadıklarımın sadece bana özel olmadığını, aslında bu coğrafyada pek çok insanın bu şartlarda yaşadığını gösteriyordu. Merakım ve gözlem yeteneğim de rol oynadı.

Muhabir olarak savaşa gitmek nasıl oldu?

Gazetenin üç gün gecikmeli geldiği bir bölgede, dünyada olan bitenleri Doğan Kardeş dergisinden takip ediyordum. O zamanlar okuduğum ve altını çizdiğim isimler Ara Güler, Hikmet Feridun Es, Abidin Dino. O dergiler, gazeteler daha sonra annemin arşivinde elime geçti. Yaşama göz tanığı olmak için teknolojiden faydalanarak bu anları ölümsüz kılmak istedim. Bu benim merakımdı. Göz tanığı olmak, o anı belgelemek önemliydi. Yarın biri beni aldatabilir veya üç gün sonra ben farklı şeyler söyleyebilirim ama fotoğraf bir belge olarak kalır. Bu nedenle foto muhabiri oldum. Bunları yaparken düğünden fazla savaşa tanık oldum ama bu beni sadece savaş muhabiri yapmıyor. Savaş muhabirliği birtakım insanların da teşvikiyle yaptığım mesleğimin bir bölümüydü. Keşke tanık olmasaydım demiyorum. Çünkü olmam gerekiyormuş. İnsanoğlunun güzelliklerine tanık olmak kadar acılarını da gözlemleyerek aktarabilmek gerekiyor.

Savaşın içindeki kadın ve çocuklar için neler söyleyebilirsiniz?

Savaşta kadın, çocuk, erkek hiçbir fark yok. Sadece insan var. Yeri gelmiş orada savaşan da ağlamıştır ben de ağlamışımdır. İnsanoğlu herkesi öldürebilir, bir kere yapması yeterli. Öldürmek, insanlık tarihinde hiçbir ırkın tekelinde değil. Fransız ihtilalinde cellat, balta kaldırmaktan yoruluyor. Ölüm şekli korkunç, binlerce kişi idam ediliyor. Buna daha insanca bir çözüm olarak bir alet yapalım daha hızlı kessin deniyor ve giyotin yapılıyor. Önemli olan bunların yaşanmaması için nelerin yapılması gerektiğini bulmak. Bunları araştırmak gerekiyor. İnsanı insan yapan salgıları ve dolayısıyla algıları. Salgılar içimizdeki haz duygusunu yönetiyor ve davranışlarımızı belirliyor. Bunları doğru yönetmeye kafa yorulmalı.

Bizim gibi toplumlarda en büyük sorun empati yapmayı bilmediğimiz için hak vermek ile anlamayı aynı şey gibi görmemiz. Ben iyiyim diyemem iyi olmaya çalışıyorum, kötü de olabilirim ama korkuyorum. Yapılan her şeyin hayatta bir karşılığı var. Bunun yanı sıra yapılan bir olayın, yapılış sebeplerini anlayabilirim. Bu, hak verdiğim anlamına gelmiyor. Dünyayı anlamak için geniş açıdan bakmak gerekiyor. Bugüne kadarki göz tanıklıklarımı Haberci’de yayınlıyorum.

Serap Torun

https://twitter.com/seraptorun73

https://www.instagram.com/seraptorun

Yazının devamı...

Çocuklara klasik müziği sevdiriyorlar

Girişimler sadece bir şey alıp satmak üzerine kurulmuyor. Bir sanat atölyesi açmak, bir müzik grubu kurmakta bir girişimdir. Keşke daha fazla kişi sanat alanında girişimde bulunsa. Değerli hocamız, usta Şef Gürer Aykal bir röportajımızda şöyle demişti; “Dünyayı sanat kurtaracak. Ülkemizde daha fazla sanatçı yetişmesine ihtiyacımız var.”

Üstadın bu sözleri ile müziğin ve sanat dallarının önemini tekrar hatırladıktan sonra sizlere bir müzisyenin girişiminden söz etmek istiyorum. Begüm Gökmen, 1977 doğumlu, konservatuvarı Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesinde Mahir Çakar ile okuyarak bitirmiş. Ardından evlenerek 2000 yılında İstanbul'a yerleşmiş. Mimar Sinan devlet konservatuvarında Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başlamış ve halâ akademisyen olarak aynı okulda kariyerime devam ediyor. 2004 yılında Türkiye'de denenmiş ama sürdürülememiş bakır nefesli gruplarının ardından, Golden Horn Brass'ı kurmuş. Grup konserlerin yanı sıra çocuklarada klasik müziği sevdiriyor.

Golden Horn Brass nasıl kuruldu?

Okul yıllarından beri oda müziği derslerinde düşündüğüm bir fikirdi brass grup ile oda müziği yapma fikri. Mezun olup üniversiteye master için başladığımda, “Neden Türkiye’de böyle bir grup yok ve neden konserler yapılmıyor” diye düşündüm. Bu fikir tekrar gün yüzüne çıktı. Çok samimi olduğum arkadaşlarımla paylaştım. 2004 yılında Quartet-dörtlü olarak kurulduk. Ancak bas sesin enstrüman eksikliğini çok hissettik. Yazılan düzenlemeler de bizim için yetersiz kalmaya başlamıştı. Bir beşli için çok daha popüler eserler vardı. Gruba bir tuba sanatçısı alarak yolumuza devam ettik.

Enstrümanları ve yaptığınız müziği anlatır mısınız?

Grup 5 kişiden oluşmakta.2 trompet, 1 trombon, 1korno, 1 tuba. Klasik müziğin popülerler örneklerini çaldığımız gibi repertuvarımızda jazz ve pop müzik örneklerinden de var. Ayrıca kendi kültürümüzün seslerini, melodilerini ve türkülerini çok sesli düzenlemeleriyle yurt içi ve yurt dışında sergiliyoruz. Konserlerimizde türkülerimizle daha çok beğeni kazanıyoruz. Biz de çalarken çok severek çalıyoruz, bu da seyirciye enerjimizle yansıyor.

Çocuklara verdiğiniz klasik müzik eğitiminden söz eder misiniz?

Golden Horn Brass üyelerinin her biri aynı zamanda konservatuvarda öğretmenlik yapıyor. Bizim, konserlerimizin dışında okullara gidip çocuklara hem enstrümanları hem de müzik türlerini tanıtan eğitici konser faaliyetlerimiz de var.

Çocuklar için eğitici konserleri dizisi, 2004 yılından bu yana açık ve kapalı mekânlardaki konserlerine ek olarak, çocuklara ve gençlere yönelik klasik müzik, enstrümanlar ve tarihçeleriyle ilgili eğitici bilgiler sunan, karşılıklı diyaloglarıyla ilgi çeken bir aktivite. Amacı, çocuklara klasik müziği sevdirmek ve enstrümanları tanıtmak. Çocuklar konser esnasında, bildikleri şarkılara eşlik ediyor, ritimlere uyuyor ve edindikleri bilgileri arkadaşları ile paylaşıyorlar. Konserde edindikleri bilgiler genel kültürlerine önemli katkı sağlıyor.

“Klasik müzik deyince aklınıza ne geliyor” sorusundan yola çıkan gösteri, çocukları klasik müziğin büyülü dünyasını keşfe çıkarıyor. Gösteriyi izleyen çocuklar bebeklikten beri dinledikleri birçok ninnide, çok sevdikleri ünlü çocuk şarkılarında ve çizgi film müziklerinde klasik müziğin yer bulduğunu keşfediyor. Çocuklar hem gösterinin bir parçası olan soru ve cevaplarla öğreniyor, hem de klasik müziğin en güzel örneklerinden bir seçki dinliyorlar.

Yakında zamanda konseriniz var mı?

Yakında ilk konserimiz 8 Eylül’de Bozcaada Kültür Sanat Festivali açılısını biz yapacağız. Arkasından Kasım ayında Bükreş’te, Milli Tiyatro Binası'nda bir konserimiz olacak. Arkasından Moldova ve yine yurt içi konserleri devam edecek.

Serap Torun

www.kidsgourmet.com.tr

Yazının devamı...

İletişimi bilmiyorsanız ilişmeyin!

Son yıllarda medyada çocuklara verilen ödül ve ceza konusu sık sık gündeme geliyor. Öncelikle çocuğa verilecek ödül ve cezanın niteliği aslında bu yıl ya da geçen yıl değişmedi. Aynı şekilde çocuklarınızı “akıllı, yakışıklı, güzel” vb kelimeler kullanarak sevmeyin, “zeki, yaramaz, hiperaktif” vb. kelimeler kullanarak etiketlemeyin söylemini de konuya dahil edebiliriz. Bu konularda gerçek uzmanların (çocuk, ergen psikiyatristi veya gelişim psikoloğu) yazı ve kitaplarını okuyanlar bilir, yıllardır bu konular anlatılmaktadır. Tüm bu anlatılanlar aileler tarafından “Uygulanıyor mu?” derseniz böyle bir istatistiki bilgim yok ama anlamak için uzman olmaya da lüzum yok. Çevrenizdeki insanların çocuklar ile sözlü iletişimlerine biraz kulak kabartırsanız “anneciğim, babacığm, teyzem, prensesim, yaramaz” vb. kelimelerin ne sıklıkta kullanıldığını fark edebilirsiniz.

İletişimi bilmiyorsanız, ilişmeyin!

Çocuklar ile iletişim demişken, yaklaşık bir aydır semtte birkaç kişi radarıma takıldı. Semtin çocukları sokağa çıktığında muhakkak her oyunlarına müdahale eden ve akıl veren kişiler bunlar. Çocuklar dışarıda ne yapsa bu kişilerin muhakkak olumsuz bir görüşü ve söylemi oluyor. Uzun süredir sabrediyorum, sonunda müdâhil oldum. Çocuklara hitap şekli “çete, yaramaz, hayta” olan bir adam ile uzun uzun sakince konuştum. Çocukların onun sözlerini nasıl algıladığını anlattım. Israrla çocukları çok sevdiğini iddia eden bu kişi dışarıya nefret sinyalleri gönderdiğinin sanırım farkında değil. Sonuç olarak bir daha kendisini çocuklar ile konuşurken görmek istemediğimi açık olarak tembih etmek zorunda kaldım. Bilinçli aileler aylarca, yıllarca uğraşıyor sen hiçbir hakkın yokken çocuklara sıfatlar takıp her gün etiketliyorsun. Sebep! Boş olduğun için can sıkıntını böyle gideriyorsun.

Bu gördüğüm ilk örnek değil. Parklar, bahçeler, okullar çocuklara derhal müdahaleye hazır insanlar ile dolu. Bu çok bilen kişilerin savunması da hazır “Ben iki çocuk büyüttüm”. Sen büyüttün de acaba o çocuklar ne kadar ruh ve fiziki olarak sağlıklı? Önce ona bir bakmak lazım. Yoksa çocuk doğduktan sonra zaten teknik olarak büyüyor. Tabii bunu ona söylesem son derece iyi yetiştirdiğini söyleyecek. Neden mi? Çünkü yine kendi ailesi, eğitimi, bilgisi, çevresi ve standartlarında düşünerek cevap verecek.

Aklı başında, çevreye ve topluma saygılı, sorgulayan, hayatı idame yeteneği gelişmiş çocuklar yetiştirmek istiyorsak önce kendimizi geliştirmeliyiz. Bu da okumak ve öğrenmek ile oluyor. Kendi sınırları dışına çıkmayı başaramayan ebeveynler nasıl geniş dünya görüşü olan, kutu dışında düşünebilen çocuklar yetiştirebilirler ki?

Bahçemde yaşayan karıncalar eğer konuşabilselerdi, dünyanın bu bahçeden ibaret olduğunu söylerlerdi. Oysa bahçem dünyanın üzerinde bir dönüm yer kaplamıyor.

Serap Torun

www.kidsgourmet.com.tr

Yazının devamı...

Çocuklar kendi isteği ile sağlıklı gıdaları seçer mi?

Sağlıklı beslenmenin bir parçası olan sebze ve meyveyi çocuklara yedirmek ebeveynler için genellikle zordur. Siz de çocukların kendi arzusuyla bu gıdaları tercih etmeyeceğini düşünüyorsanız bir defa daha düşünün! Yanılıyor olabilirsiniz…

Bundan iki yıl önce oldukça bilinen bir catering şirketi ile görüşürken, çocuklara okulda sadece sevdikleri değil genel olarak daha sağlıklı menüler hazırlayalım dedim. ”Çocuklara bamya mı yedireceğiz Yediremeyiz?” yanıtını alınca toplantıyı sonlandırmıştım. Ama şirket yöneticisi bir konuda haklıydı. Küçük yaşta sağlıklı beslenmeye alışmamış çocuklara ilköğretim çağında sebze ve meyve yedirmeye çalışmak onun açısından riskliydi. Ben şahsen özel okul üniformalarına gereksiz yüksek ücretler ödemektense, çocuğumun beslenmesine daha fazla para ayırmayı tercih ederim. O üniforma 5-6 ay sonra eskiyerek atılacak ama günün büyük bölümünü okulda geçiren çocuğun beslenmesi önemli, çünkü gelişme çağındaki beslenme şekli çocuğun gelecekteki sağlığını etkiliyor.

Daha fazla çocuğun kendi arzusuyla sebze ve meyve yemesi için ne yapılmalı?

Bu soruya cevap arayan bilim insanları, bir araştırma yapmışlar. Fast Food şirketlerinin yiyecek pazarlamak için kullandıkları yöntemleri kullanmışlar. Tıpkı onlar gibi renkli bannerlar, heyecan verici karakterler ve çekici animasyon karakterlerle zenginleştirilmiş videolar hazırlamışlar.

Pediatri'de yayınlanan araştırmaya göre, salata bölümünün, sebze şekilli çizgi film karakterleri, banner ve eğlenceli beslenme eğitim videoları ile süslenmesi çocukların buraya ilgisini arttırmış. Salata büfesinden yiyecek alan öğrencilerin sayısı sadece afiş kullanıldığında %90 artarken, afişe ek olarak, TV monitörlerinde video gösterilen okullarda % 239 artmış.

Demek ki çocuklara bamya yedirmek aslında sanıldığı kadar da zor değil. Ne dersiniz?

Serap Torun

Yazının devamı...

Mihriban Mirap ve Zamansız Fenomen sergisi

ABD ve İngiltere’de, 1960’larda genç sanatçıların başlattığı bir akım olan Pop-Art, en çok Andy Warhole ile adından söz ettirir. Ülkemizde de bu akımdan etkilenerek güzel çalışmalar üreten ve sergileyen isimler var. Bu sanatçılardan bir tanesi de resimlerini ilk defa bir arkadaşımın evindeki görüp beğendiğim değerli ressam Mihriban Mirap.

Yeni kişisel sergisi Zamansız Fenomen'de sergileyeceği bazı eserleri gördüğümde;"işte ben" dedim.

Hayatın içinde kendim olmaktan mutlu olduğumu öte yandan da başka bir zamana ait olduğumu düşünürüm. Bu sebepten olacak ki resimler ruhuma işledi...

Mirap’ın resimlerinin konusu, büyük kentlerde yaşayan insanların modern yaşam algısı üzerine kurulu. Sanatçı, çalışmalarında ağırlıklı olarak teknolojiyi kullanan insanlar, teknolojinin getirileri, araba, bisiklet, motosiklet, cep telefonu, duvar grafitilerinin ve bunların yanı sıra çağımızın gelişen temposuna ayak uydurmaya çalışan kent insanlarını konu alıyor. Türk ve yabancı pek çok sanatçıyı da beğendiğini belirten Mihriban Mirap’ın etkilendiği sanatçılar ise David Hocney, Tom Wasselman, Alex Katz.

Mirap,”kolaj mantığından yola çıkarak çalışmalarımı uyguluyorum. Günümüz medya mecralarından edindiğim görselleri kolajlayarak komposizyonlar oluşturuyorum.” diyor. Mihriban Mirap’a yeni kişisel sergisini sordum…

Zamansız Fenomen nasıl bir sergi?

Resim sanatına baktığımızda eserin yapıldığı dönemi yansıttığını, o dönemin çizili bir belgesi niteliğinde olduğunu görürüz. Benim resimlerimde ise bugünün insanları ve eski ile yeninin bir arada yaşandığı daha doğrusu eskinin yenilenerek çağa uygun hale getirildiği bir dönemin yansımaları var. Bunu da yaşlı, genç, çocuk demeden yaşadığımız için tüm bu öğeleri kullanarak tuvale aktardım ve son sergimin resimleri bu şekilde oluşmaya başladı.

Günümüzde kent yaşamı içindeki hızı, teknolojiyi, moda, estetik, mimari tasarımlar içinde bize önerilen, yönlendirildiğimiz fenomenleri zaman kavramından bağımsız işleyen Mihriban Mirap’ın, “Zamansız Fenomen” adlı kişisel sergisi 23 Mayıs artgalerim BEBEK’te açılıyor. Sergiyi 24 Haziran 2017 tarihine dek gezebilirsiniz.

Özellikle benim gibi Pop-Art tutkunuysanız sergiyi kaçırmayın.

Mihriban Mirap kimdir?

1981 yılında İstanbul’da doğdu. 2005 yılında Yeditepe Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Plastik Sanatlar Bölümü’nden mezun oldu.

Prof. Özdemir Altan, Prof. Zahit Büyükişleyen, Prof. Turan Aksoy ve Prof. Gülveli Kaya atölyelerinde eğitim aldı. Çeşitli resim yarışmalarında eserleri sergilenmeye hak kazandı.

İlk kişisel sergisi “Ben Böyle Görüyorum”u 2011’de gerçekleştirdi. İkinci kişisel sergisi “Şehir Makinesi” 2013’de gerçekleştiren sanatçı, yüksek lisans egˆitimine devam ederken, İstanbul’da bulunan atölyesinde resim yapmaya, yurtiçinde ve yurtdışında karma sergilere katılmaya devam ediyor.


Serap Torun

Yazının devamı...

Kadınlar çiçek açtı

Dün gece Antalya’da kadınlar çiçek açtı. festivale katılan, çiçekli kıyafetler içindeki kadınların amacı, tüm dünyaya Antalya’nın doğal ve turistik zenginliklerinin yanı sıra buranın, kadınların tek başlarına da tatil yapabilecekleri güvenli bir yer olduğunu göstermek.

Mayıs 2016 yılında Hatice Bozkurt tarafından hayata geçirilen “Kadınlar Çiçek Açıyor” Antalya Turizm Festivali Projesi, Antalya Kadınlarının bir Sivil Toplum çalışması olarak şehre ayrı bir renk katıyor. Bu kapsamda, dün akşam yapılan etkinlikte, bir defa daha kadına en çok yakışan aksesuarın çiçek olduğunu gördüm. Gala gecesine katılan, bu projeye gönül vermiş kadınlar, çiçekli kıyafetleri ile çok şık ve zarifti.

Festivale destek için erkekler de galadaydı. Özellikle, motosikletlerle fuaye alanına gelen grup ilgiyle karşılandı.

Leyla Alaton’a sürpriz

Haşim İşcan Kültür Merkezi Fuayesi'nde 'Turizmci Motivasyon Buluşması' adıyla düzenlenen galaya, ülkemizin önemli iş kadınlarından olan Leyla Alaton da katıldı. Geceye çiçek desenli kıyafetiyle katılan Alaton’a doğum günü sürprizi yapıldı ve çiçek süslemeli pasta kesen Alaton’un doğum günü kutlandı.

Gala programı kapsamında, 'Çiçek Açan Kadınlar Projesi'nin önde gelen isimlerinden Nurten Ünsev, ABD'de yaşayan, Bulgaristan asıllı sanatçı Krassimir Avramov ile sahneye çıktı.

Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Havva İşkan Işık ise Olgunlaşma Enstitüsü'nde hazırlanan 'Ana Tanrıça Kibele' kostümüyle ilgi çekti. Ana tanrıçanın dilinden 'Anadolu Uygarlıkları ve Kadın' konulu sunumunu yaptı

Bu defa sosyal medya fayda sağladı

Sosyal bir platform olarak başlayan proje, şu an Antalya Valiliği himayesinde, Antalya Büyükşehir Belediyesi paydaşlığında Turizmin başkenti Antalya’nın ilk Turizm Festivali olarak “Kadınlar Çiçek Açıyor” IWAB 1. Uluslararası Antalya Turizm Festivali adıyla devam ediyor.

Peki bu sadece Antalya ili ile sınırlı kalmalı mı? Kesinlikle hayır! Tüm illerimiz, ülkemizin tüm bölgeleri kendine özgü kültürü ve öne çıkarmak istedikleri değerleri ile benzeri etkinlikler düzenleyebilirler.

Haydi hanımlar, taşın altına el koyma zamanı…

Serap Torun

https://twitter.com/seraptorun73

www.kidsgourmet.com.tr

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.