SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Değerli Eşya Meditasyonu

Yazıyı okumadan önce elinize değer verdiğiniz bir eşyayı almanızı rica edeceğim.

Yanınızda bulunsun.

Yazıma sinir hücrelerimizle ilgili bilgi vererek devam etmek istiyorum:

Sinir hücrelerimizin kendini yenileme yeteneği çok sınırlıdır. Bir sinir hücresini kaybettiğimizde o sinir hücresi kendisini yenileyemez. Yaşlanmanın göstergesi olarak sinir hücrelerini kaybetmeye başlarız.

Sinir hücreleri kaybıyla beraber unutkanlık, erken yaşlanma, belli tip hastalıklar, rahatsızlıklar ve sizi hastane koridorlarına götüren bir süreç başlar.

Bu noktada sinir hücrelerimizi yıpratan ve onları fazlasıyla kaybetmeye sebep olan bizleriz.

Her sıkıldığımızda, endişelendiğimizde, üzüldüğümüzde, öfkelendiğimizde ve sinirlendiğimizde sinir hücrelerimizi yıpratma sürecine sokuyoruz. Böylelikle unutkanlık, erken yaşlanma, belli tip hastalıklar, rahatsızlıklar sürecini de başlatmış oluyoruz.

Yazımı okumaya ilk başladığınızda yanınıza değerli bir eşya almanızı istemiştim. Farz edelim, şu an çok üzgünsünüz veya canınız sıkkın veya sinirlisiniz o zaman elinizdeki o eşyayı hemen şimdi geriye döndüremeyeceğiniz şekle sokun (yırtın, kırın vb.).

Yapabildiniz mi?

Sanmıyorum...

Değerli eşyanızı tahrip etmeye yeltenemediniz.

Ama üzgün, mutsuz, sıkıntılı, endişeli, ruh haliniz ile sinir hücrelerinizi umursamazcasına tahrip etmeniz tıpkı değerli eşyanızı tahrip etmenize benziyor. Sinir hücrelerinizi arkanıza dönüp bakmadan yırtıyor, kaybediyorsunuz...

Sonra hastalıklarınızdan, erken yaşlanmadan şikayet etmeye başlıyorsunuz.

Oysaki süreci tam şimdi başlatıyorsunuz.

İşte meditasyonumuz bu şekilde: Bundan sonra ruhunuzu tahribata her geçirdiğinizde aklınız değerli eşyalarınıza kaysın. Onu bozma zamanı geldi! Onu bozamadığınızda kendinize şunu söyleyin: Şu an bu değerli eşyamı tahrip edemiyorum, öyleyse kendime neden zarar veriyorum?

 

Psikolog/Yazar Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

OKB İçin Yöntem

OKB açılımı obsesif kompulsif bozukluktur.

Saplantılı düşüncelerin bireyi belli davranış kalıplarına soktuğu durumlardır.

OKB'den muzdarip kişilerin, endişeli düşüncelerinin oluşturduğu yıkama, kontrol etme ve etkisizleştirme gibi itkisel davranışları vardır.

OKB'de bu endişeli düşünme hali saplantı olarak adlandırılır ve bu düşünceler, bu davranış kalıplarına uyması için kişiye zorbalık yapar.

OKB'yi, sürekli taleplerde bulunarak kişiyi tamamen küçük düşürecek ve buyruğu altına alacak bir şantajcı olarak düşünebiliriz.

Kişisel sorunların çocukluktaki kökenlere dayandığını düşündüğümüz gibi OKB'da çocukluktaki kökenlere dayandığını düşünebiliriz.

Eğer OKB'niz varsa yalnız olmadığınızı bilmeniz gerekiyor. Bu durumun insanların yüzde 1'nde bir ölçüde mevcut olduğu tahmin ediliyor.

Dünya Sağlık Örgütü OKB'yi dünyada insanı en aciz bırakan ilk on hastalıktan biri kabul etmiştir.

YÖNTEM:

Bugün yazımda ele alacağım konu OKB'deki yaygın davranış olan 'kontrol etme' davranışıdır.

Bu davranış, kişinin sık sık kontrol etmeye neden olan herhangi bir zarara yol açmakla ilgili saplantılardır.(Örneğin kapı kilitlerini, gaz ocağını, elektrikli aletleri, prizleri gibi.)

Bu konudan mustarip bir kişinin, verilen bir tavsiye ile kontrol davranışına farkındalık kazanmasını sizlerle paylaşmak istiyorum. Belki bu şikayetten rahatsızlık duyan birisinizdir veya bu konudan rahatsız olan bir tanıdığınız vardır ve önermek isteyebilirsiniz.

'Kişi, uyumadan önce veya evden çıkmadan önce gaz ocağını, prizlerde herhangi bir elektrikli aletin fişinin kalıp kalmadığını bir kere kontrol ettikten sonra tekrar kontrol etmek istiyor. Tekrar kontrol ediyor ancak kendi deyimiylediyerek tekrar kontrol ediyor. Eğer evden çıktıysa eve geri dönüşleri sıkça oluyor veya uykuya dalmakta güçlük çekiyor. Kendine 'maruz bırakma' dediğimiz bir çalışmaya uymaya zorluyor ancak müthiş derecede acı çekiyor ve mutlaka tekrar ve tekrar kontrol etmek istediğini söylüyor. Bunun üzerine aldığı bir tavsiye ona çok mantıklı geliyor: Kişi bu tavsiyeyi uygulamaya başlıyor. Prizde fiş olmadığını veya gaz ocağının kapalı olduğunu gördüğü yetmezmiş gibi üstüne bu yerlerin fotoğrafını çekiyor. Fotoğraf, gözlerinin gördüğünün kanıtı haline geliyor, kişi rahatlıyor ve eve geri dönüş davranışları bitiyor veya yatağa yattığı an tekrar kalkıp kontrol etme gereği duymuyor. Bir süre bu şekilde idare ettikten sonra kişide şöyle bir farkındalık oluşuyor:

Akabinde bu sorunun sadece gaz ocağını ya da prizleri kontrol etme davranışında sınırlı kalmadığını, sosyal çevresinde birisinin ona söylediği bir şeye 'inanamadığını' ve tekrar tekrar sorgulaması gerektiğini kendinde fark ediyor. Örneğin diyen bir arkadaşının arkasından şeklinde sosyal ilişkilerinde de bu sorunu yaşadığını görüyor ve bu sonuçla beraber yaşadığının'hem kendine hem de hayata güven duymaması'olduğunu fark ediyor ve'güvensizlik'temalı psikolog görüşmesi başlıyor.

Kendince telkin geliştiriyor: ' Gördüğüme ve duyduğuma inanmayı seçiyorum. ' Kontrol etme davranışı neredeyse sonlanıyor. Sadece uzun seyahetlere çıkmadan önce veya kafası çok karışık olduğu dönemlerde fotoğraf çekme tekniğini kullanıyor.

Hayatının gittikçe kolaylaştığını ifade ediyor.

Bu hikaye size anlamlı geldiyse belki siz de deneyebilirsiniz.

Uzun seyahetlere çıkmak size ızdırap çektiriyorsa ve artık evinizden çok uzağa gidemeyecek haldeyseniz fotoğraf çekmek işe yarayabilir.

Ancak OKB' de semptomların değişebileceğini not almakta fayda var: öyle ki bir zaman sürekli bedenini yıkayan biri iken, hayatınızın daha ileri bir zamanında kontrol eden biri olabilirsiniz.

OKB çok ciddi bir sorun olabilir ve eğer tedavi edilmezse kişinin toplumdan soyutlanmasına ve önemli ölçüde engellenmesine yol açabilir.

OKB yaygın bir sorundur, yalnız değilsiniz ve iyi haber; OKB'nin üstesinden gelinebilir!

Yardım almanızda fayda olacağının altını çizmek gerekir.

Psikolog/Yazar Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

Evimdeki Yalancı

Hiçbir zaman ayrılamayacağınızı bildiğiniz bir yalancıyla yaşamak zorunda olduğunuzu düşünmenizi istiyorum.

Yalancı olduğunu anlamanız biraz uzun sürdü. En başta ondan bir şey istediniz 'yapacağım,' dedi yapmadı.

Söz verdi, tutmadı.

Siz onun sağlığından endişelendiniz, dediniz, o size ' dedi. Mutlu oldunuz, beklediniz, sene bitti o hala zararlı maddeleri kullanmaya devam etti.

Siz pes etmediniz ve ona dediniz ki ' dediniz o size ' dedi. Siz sevindiniz, heyecanlandınız ancak pazartesi akşamı tüm gün bıyunca tembellik yaptığını gördünüz veyahut salı günü ya da bir hafta sonra programını bıraktığını ve eski hayatına geri döndüğünü gördünüz.

Bu sefer yine sağlığından endişe ettiniz ve yine ona dediniz. O da size dedi. Ay bitti spor yapmamış, daha da zararlı yemek yemeğe başlamış olduğunu gördünüz.

Verdiği sözleri tutmamış, konuştukları yalan biri işte... Ne yaparsınız? 'Boşuna çabalıyorum,' der susarsınız. İnancınızı kaybedersiniz!

Güveninizi kaybedersiniz.

Söylediklerine itibar etmezsiniz.

Umursamazsınız.

Siz de misilleme yapar, onu cezalandırmaya başlarsınız.

Umudunuzu kaybedersiniz.

Onu zaman zaman küçümsersiniz, yargılarsınız.

Himm... İşte hikayenin heyecanlı kısmı burada başlıyor. Karakterler aslında kimlerdi açıklamak isterim: Yalancı karakter biz insanlarız. Yalancıya güvenen ve onunla ebediyen yaşamak zorunda olan ise bizim zihnimiz.

Zihnimizi sürekli kandırıyoruz, yapacağım diyoruz yapmıyoruz, gideceğim diyoruz gitmiyoruz, başlayacağım diyoruz başlamıyoruz. Randevularımıza geç gidiyoruz, planlarımızı iptal ediyoruz, programımıza uymuyoruz, tembelliğe teslim oluyoruz veya güvensizliğe... Her ne olursa olsun zihnimize 'yapacağım,' dediğimiz an o tüm masumiyeti ve inancıyla bekliyor ancak zamanı geldiğinde ve yapmadığımızda zihnimiz bize düşman kesilmeye başlıyor. Gelgelelim zihnimiz, büyük planlarımızda ve hayallerimizde artık bize güvenmiyor, inancını kaybediyor, itibar etmiyor, aşağılamaya başlıyor. Küçük adımları gerçekleştirirken yalnız bıraktığımız zihnimiz büyük adımlarda bize eşlik etmiyor.

Büyük hayallere ulaşamamak bu nedenledir.

Zihniniz size inanmazken kim size inanır?

Önce onunla barışın.

Sonrası çok kolay.

Psikolog/Yazar Seray Küçük

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

Varlık Yolu Kitaptan Geçer

Bu hafta karşılaştığım bir olayı anlatmakla yazıma başlamak istiyorum. Güzellik sektörüne küçük yaştan beri emek vermiş ve şu an güzellik alanından mezun olmaya çalışan bir gence rastladım. Laf lafı açınca konu sosyal medyaya geldi. Kendisi sosyal medya kullanmıyormuş, gerek duymuyormuş. 'Olabilir' diye düşündüm. Konuşma ilerleyince güzellik alanı için sosyal medyanın onun hayatında önemli bir rol oynayabileceği, ileride kendi markasını yaratabileceği tarzında fikirler ürettim. Ancak kendisinin cevabı beni şaşırttı: ''Uğraşamam!'' Ben, kendisinin henüz çok genç olduğunu, sektöre hakim olmak için küçük yaştan beri mecburen bile olsa çalıştığını ve devamını getirebileceğini söyleyerek yürüklendirmeye çalıştım. Biraz çabayla çok güzel şeyler yaratabileceğini, biraz gözü açık davranmasını böylelikle güzellik sektörünün eksiklerini tespit ederek belki alana yenilik getirebileceğini anlattım. Cevapları ise; 'çabalamama gerek yok', 'ben böyle iyiyim' şeklinde oldu. Şaşkınlığım yerini üzüntüye bıraktı. Henüz on dokuz yaşında olan bir genç hayatta pes etmiştir, bu dünyaya katkısı olmayacaktır. Biraz sonra özgüven kavramı ile ilgili sorunları olduğunu söyledi. Psikolog olarak, konuya ilişkin bir kitap önerisi sundum. Eğer kitap pahalı değil ise alabileceğini söyledi. '10-15 TL'dir.' dedim. Cevap vermedi. 20 dakika kadar sonra sigara alışkanlığı olduğunu öğrendim. Nreden baksanız 14 TL'den başlayan bir sağlıksız madde tüketimi alışkanlığı. Anlaşılan o ki kitap değil ama sağlıksız ürünlere verilecek para cepte var ve hep olacak.

Evladınızın otuz yaşında varlıklı olmasını garantilemek:

Bu konunun üzerine siz değerli okurlarıma matematiksel bir veri paylaşmak icap eder: Evladınızın otuz yaşına geldiğinde varlıklı, başarılı, iş garantisi, olan bir birey olmasını istiyor musunuz? Cevabınız evettir diye umuyorum. Öyleyse yapılması gereken şudur: bir birey yirmi yaşından otuz yaşına dek tam 2000 kitabı sesli bir şekilde okumalıdır.

Yolunuzun kitapevine uğraması dileğiyle, eminim güzel bir yolculuk olacaktır!

Psikolog/Yazar Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

Tek Umudum Çocuğum

Bazı ailelerden çocukları hakkında konuştuklarında şöyle cümleler duyuyorum: ''Bu çocuk benim umudum.'', ''Bakalım, geleceğimiz o bizim!'', ''O, iyi yerlere gelecek.'', ''Annesine, babasına bakacak.'', gibi.

Bu cümleler benim tüylerimi diken diken ediyor. Bu sebeple yazımda bu konuyu mercek altına alacağım.

Bir ailenin kalkınması demek, o ülkenin kalkınması demek. Peki bir ailenin kalkınması çocuklarına mı bağlı? Beş-altı yaşlarında oyuncaklarıyla oynayan bir çocuğa bakıp bu kadar büyük bir sorumluluk yüklemek çok ta iyi değil gibi. Peki sorun nerede başlıyor?

Bu işin püf noktasını görememekle başlıyor. Püf nokta ise şu: Çocuk gözünden yetişkinlere bakmak.

Bir çocuk yetişirken, yetişkinlerden yeterlilik, destek, yüksek bilinç düzeyi, kararlılık, gerekli tüm imkanların sağlanmasını bekler.

Ancak 'tek umudum çocuğum' dediğiniz noktada, yetişkin olarak siz çocuğunuzdan, onun sizden beklediklerini bekliyor oluyorsunuz.

Eğer yukarıda saydığım dinamikler yoksa çocuk kimsenin umudu olmak zorunda değildir. Bu dinamikleri sağlamadan bir ailenin çocuk üzerinden kalkınması mümkün değildir.

Önce ebeveyn olmaya hazırlanan bireylerden bu dinamiklerin sağlanması beklenir ve sonrasında doğacak çocuğun biri on yapması tabii ki makuldur. Ancak bu durumda çocuk bir umut olmaktan çıkar ve artan bir değer devamlılığı oluverir.

Bu da kalkınmayı sağlar.

Psikolog/Yazar Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

Vücudumuzun Kilidi

Geçtiğimiz günlerde bir düşünür tarafından 'konuşma' ile ilgili bilgiler edindim. Ağzımızdan çıkan her kelime hayatımızda çok önemli bir yer ediniyor. Özellikle çocuklarımızı yetiştirirken kullandığımız kelimeler çocuklarımızın geleceğini şekillendirebiliyor. Kendimizi birisine tanıtırken kendimiz için kullandığımız kelimeler bizi biz yapıyor. Çevremizdekileri eleştirmek, yargılamak hep kelimelerden geliyor. Yazar James Allen, 'etkili söz söylemek; insanlara rehber olmak, etkili düşünmeye bağlıdır,' derken ne kadar doğru söylemiş! Kim önce doğru düşünüp sonra konuşuyor? Bu nedenledir ki etrafımız hep kara bulutlar... Hep kötü sözler, eleştiriler, yargılama ifadeleri, haset, kötü niyet, şikayet cümleleri ve beraberinde mutsuzluk...

Düşünür şunu söylüyor: Gözlerimiz ikişer yaratılmış. Gözlerimiz biz kapamadıkça açık. Etrafımızı görmemiz için hazır bekliyorlar.

Kulaklarımız yine ikişer yaratılmış. Kulak deliğimizin önünde hiçbir engel yok. Biz onları tıkamadıkça etrafımızı dinlemek için hazır bekliyorlar.

Ama ya dilimiz? Dilimizin önünde iki kilit bulunuyor. Bunlardan biri dişlerimiz diğeri ise dudaklarımız. Tam iki kilit! Önce dinlememizi, görmemizi, etrafımızı iyice anlayıp, olup biten üzerine düşünüp konuşmamızı sağlamak için tasarlanmış gibi. Benden söylemesi...

Psikolog/Yazar Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

Hz. Yusuf ve Pareto İlkesi

Pareto İlkesi Nedir?
80/20 kuralı, Asgari Çaba İlkesi, Dengesizlik İlkesi olarak da bilinen bu prensip İtalyan ekonomist Vilfredo Pareto tarafından bulunmuştur. Bu ilke şunu açıklar: ortaya çıkan sonuçların %80'i, nedenlerin sadece %20'sinden kaynaklanır. Buna göre eğer bir işin en önemli %20'lik kısmını çok iyi yaparsanız, işin %80'inini bitirmiş olursunuz. Bu şaşmaz bir matematiksel kuraldır ve hayatımızın her alanında etkilidir. Buna göre sizlere ufak bir tüyo vermek istiyorum: Eğer gelirinizin %20'lik kısmını biriktirirseniz oldukça güzel kazançlar elde edersiniz.

Örnekler:
İlkenin, günlük hayatımızda pek çok örneği bulunmaktadır. Baktığımızda en temeli; sorunların %80'i nedenlerin %20'sinden oluşur. İlkenin çıkış noktası olan 19.yüzyıl İngiltere'sinin servet ve gelir dağılımını inceleyen Pareto'nun ülkenin %80 zenginliğinin , nüfusun %20'sine ait olmasını görmesi bir diğer örnektir ve bu günümüzde de devam etmektedir.

Diğer örnekler:
Bağışların %80'i toplumun %20'si tarafından yapılır.
Trafik kazalarının %80'i sürücülerin %20'sinden kaynaklanır.
Microsoft en fazla raporlanan hataların %20'sini çözerek, çökmelerin %80'inin engellenmesinin mümkün olduğunu belirtmiştir.
Bir şirkete gelen şikayetlerin %80'i, müşterilerin %20'sinden gelir.
Örnekler çoğaltılabilir.

Hz. Yusuf ve Pareto İlkesi:
Hz. Yusuf, krallığın yedi yıl sürecek kıtlığını önlemek adına ülkenin hazinelerini yönetmekle görevlendirildi. Buna göre, Hz. Yusuf bir plan yaptı. İlk yedi yıl bereket görecek olan Mısır'ın, elde edeceği mahsullerinin %20'sinin krallığa getirilmesini istedi. Bunun üzerine Mısır halkı, elde ettiği mahsullerin %20'sini krallığa getirmeye başladı. Yedi yıllık bereketli günlerin sonunda diğer yedi yıllık kıtlık dönemi başladı. Ancak Mısır, bu kıtlıktan etkilenmedi ve yapılan mahsul birikimiyle tüm krallık kurtuldu. Bilinen ilk Pareto İlkesi uygulayıcısının Hz. Yusuf olduğu düşünülüyor.

Psikolog/Yazar Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.