SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

8 Mart Dünya Kadınlar Günü

Tarafımdan 8 Mart Kadınlar Günü özelinde başlatılan kampanyaya destek amaçlı bir yazı yazmam istendi. Kadınlar Günü için yazılan bir yazı yazma fikri, doğrudan cinsiyet farklarını konuşmayı ve kadınların ne kadar güçlü, önemli, değerli olduğunu bir kez daha hatırlatmayı gerektirir şeklindeydi.

Bunun için haliyle iki farklı cinsiyet grubunu birbiriyle kıyaslayacaktım .

Ancak bir psikolog olarak her zaman dillendirdiğim şeylerden biri kendimizi bir başkasıyla kıyaslamanın bizi ne kadar mutsuz ettiğidir. Kıyası en güzel anlattığını düşündüğüm Mark Twain'e ait bir söz bunu şöyle özetler: 'Kıyas, neşenin ölümüdür.' İşte her olumsuzluğun başlangıcı kıyas oluyor. Dolayısıyla ben bu yazıma cinsiyet farklarını kıyaslamadan; erkekler şöyle, kadınlar böyle, kadınlar çok önemli, erkek kadın farkı şudur, kadınları önemseyin gibi cümleler ile devam etmeyeceğim. Çünkü bu düşmanca bir yaklaşım oluyor. Açıklamam gerekirse; biz biriz. Erkek ve kadın dünyadaki diğer bütün şeyler gibi birbirini tamamlamak için varlar. İyi ki de varlar. Bu yazı için istenilen hashtag #kadınolmasa idi. Ancak bu hashtage şu hashtagi ekleyerek yazıma devam edeceğim: #erkekolmasa.

Bununla birlikte şunları iyice aklımıza kazıyalım:

Bir kadın sadakatsizliğe uğruyorsa bir erkek de sadakatsizliğe uğruyor.

Bir kadın mutlu oluyorsa bir erkek de mutlu oluyor.

Bir kadın şiddet görüyorsa bir erkek de şiddet görüyor.

Bir kadın mağdur ediliyorsa bir erkek de mağdur ediliyor.

Bir kadın kendini güçlü hissediyorsa bir erkek de kendini güçlü hissediyor.

Bu söylediklerimi kavramak adına senaryolar oluşturmak istiyorum:

Örneğin bir kadın şiddete uğruyor diyelim. Şiddet sahnesinde şiddet uygulayan erkek, mağdur edilen kadın ve sahnenin içine çocuklar ekleyim ve çocuklar her iki cinsiyetten olsun. Görünürde kadın şiddete uğruyor değil mi? Ancak o sahnedeki erkek çocukta şiddet ve acıyı görüyor, kız çocukta. Cinsiyet fark etmeksizin çocukların hayata bakan gözleri güvensizlik taşıyor, korkuyla doluyor ve büyüdükleri zaman insanlara güvenemiyorlar veya insanları mağdur ediyorlar. Ekranlardan veya panolardan şiddet görmüş kadın görselleri görüyoruz. Bu panoları sadece yetişkinler görmüyor. Çocuklarımız bu dehşet görüntüleri ile o an dünyanın ne kadar yanlış ve güvensiz ve acı çekilebilir bir yer olduğunu düşünerek mutsuzlaşıyor; siz fark etmeseniz bile!

Veya şöyle bir senaryo yazalım: Bir erkek bir kadını baskılıyor ve özgürlüğünü kısıtlıyor, sahneye yine çocuklarımızı ekleyelim. Baskıyı ve kısıtlamaları görerek büyüyen bu çocuklarımız hayatı boyunca ya eşinden ya işyerindekilerden sürekli baskılanıyor. Çünkü örnek olarak aldığı kişilerden biri baskıcı diğeri ise baskıya boyun eğendi. Kişi, bu gördüklerini hayatı boyunca bir şekilde sürdürüyor; ya mağdur olarak ya da mağdur ederek. Her iki tutumda da kişi, keyif verici bir hayat yaşayamıyor.

Anlayacağınız insanları kadın erkek olarak ayırmanın hiçbir anlamı yok. Hepimiz biriz. Biz dünyaya cinsiyet olarak değil, ruh olarak geldik ve hepimiz kudretli gücün parçalarıyız. Birimizin birimizden daha güçlü, daha baskın, daha yetkin olması söz konusu bile değil. Hepimiz eşitiz. Eşitiz, özgürüz. Ancak bu eşitliği ararken bir kadın olarak 'bizim sesimizi duyun, bize saygı gösterin, özgürlüğümüzü kısıtlamayın' şeklinde bağırmaya gerek duymuyorum. Tartışmaya açık bir konu olduğunu bile düşünmüyorum. Çünkü doğacak çocuklar ve gelecek yeni nesil cinsiyet ayırt etmiyor. Şiddet gören veya mağdur edilen kadını görüp hayal gücü sınırlanan ve korkan bir erkek dünyaya kazanılıyor. Bu cümleden de anlaşılacağı gibi cinsiyet fark etmiyor. Dolayısıyla sahne ve oyuncular değişse bile yaptırımlar değişmiyor ve yaptırımların cinsiyeti yok.

Tabii ki Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun.

Bir kadın olarak dünyaya yeniden gelsem yine kadın olmak isterim. Ayakları yere sağlam basan, özgür, yardımsever, insanlara değer veren, insanlardan değer gören, ileri görüşlü bir kadın.

Psikolog/Yazar Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

Sevgililer Günü

Bu cümle mutasavvıf şair Hafez'e ait. Bu söz ile yazıma başlamamın sebebi koşulsuz sevginin güzelliğini gösterebilmekti.

Baktığımızda çoğu kişinin Sevgililer Günü'nü bir stres unsuru gibi yorumladığını görebiliyoruz. Oysa ki Hafez'in koşulsuz sevgiyi anlattığı gibi Sevgililer Günü'ne yaklaşsak tıpkı bir güneş gibi sevdiğimiz insanın hayatına güzel dokunuşlar yapmak için bugünü fırsat olarak görebiliriz. Tüm sorun: karşılık beklemek.

Aslına baktığımızda Sevgililer Günü'nün gelme noktası yine koşulsuz sevgidir: Aziz Valentine isimli bir papaz, İmparator 2.Claudius'un Roma'da evlilikleri yasaklama kararına rağmen sevenleri kavuşturmaya devam etti, onları evlendirdi, kendi sonunu hiç düşünmeden... 14 Şubat tarihinde Aziz Valentine anılır. O, sonunu düşünmeden ve karşılık beklemeden sevenleri kavuşturmuştur.

Şimdilerde ise Sevgililer Günü'nün stres unsuru olmasının altında yatan sebep; kişinin partnerine sevgi vermeyi hedeflemesi gerekirken, sevgisinin altında kuşku duygusunun yatıyor olmasıdır. Oysa ki kişinin partnerine koşulsuz sevgi vermesi onu ve o günü güzelleştirecek olan şeydir. Partnerinizin ne yaptığı, ne yapacağı veya sizin verdiklerinizin karşılığı olarak ne vereceği değil; sizin hangi duygularla ona yaklaştığınız önemlidir.

Partnerinizden beklentiler duymak ve devamında beklentinizin altında bir gün geçirmeniz sizi nefrete iter. Halbuki kalbinizin ait olduğu o kişi yanınızda olsun olmasın - yalnız olun veya birlikteliğiniz olsun - bu detaylar önemli değildir. Önemli olan kalbinizden ona ne kadar sevgi gönderdiğinizdir. Karşılık beklemeden ve hayıflanmadan ona hediyeler vermektir.

Hediye demişken, Sevgililer Günü'nün ticari amaç taşıdığını düşünen ve 'amaan ne gerek var' cümlesinin arkasına saklananlar için ise şunu söylemek istiyorum: Öncelikle vermeden bir şey alamazsınız. Vereceksiniz ki hayat ta size versin.

Ek olarak; şu sıralar hayat hızlanmışken ve çoğunlukla birbirimizin gözünün içine bakacak vakti bulmaya zorlanırken 14 Şubat tarihini bir fırsat olarak görmek mümkündür. Her şeyi, herkesi ve tüm işlerinizi bir kenara bırakıp sevgilinizi kollarınıza alın; bahaneniz çok büyük çünkü bugün 14 Şubat Sevgililer Günü!

Psikolog/Yazar Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

Susmak Altındır

Her şey önce sözle başlar. Sonrasında sözlere duygular eklenir ve olanlar olur. Hayata bakışınızı oluşturan içselleştirdiğiniz sözlerdir. Davranışlarınızı şekillendiren duyduklarınızdır. Baktığımızda stereotip hataları, değersizlik duygusu, özgüvensizlik, başarısız olma korkusu ve dahası, hepsinin kökeni sözlerden gelir. Harflerden oluşan kelimelerin gücü hayatımıza adeta bomba etkisi yaratır. Konuyla ilgili Masaru Emoto deneylerini, Milliyet Seray Küçük 'Sözlerinize Dikkat Edin' yazısını incelerseniz sözlerin gücünü açıkça görebilirsiniz.

Bugün kendinizi güzel hissetmiyor musunuz? Nedeni çok basit: Birileri sizin görünüşünüzü eleştirmiştir. Aslında eleştiri size gayri ihtiyari gelmiştir. Çok büyük ihtimalle farkında bile değilsinizdir. Örneğin kendimizi daha iyi ve güzel hissetmek için uğradığımız kuaförlerimiz. Biz kadınlar kuaför koltuğuna oturduğumuzda saçımızla uğraşacak kişi saçımızdan bir tutam alıp ilk olarak ne söyler? Kadınlar hemen 'aa evet,' diyeceklerdir: 'saçlarınız çok kırılmış...', 'saçlarınız çok bakımsız...'. Üstelik biz saçımızla veya herhangi bir şey ile ilgili soru sormadan gelir bu sözler. Eğer biraz şanslıysak hiçbir şey söylenmeden işlemimiz yapılır. Burada kötü diye sıfatlandıracağımız bir şey yokmuş gibi düşünürüz ama ilerleyen zamanlarda 'ben neden kendimi beğenmiyorum,' 'özgüvenim düşük,' gibi cümleler söylüyorsanız bilin ki bir yerlerde masumca yorumlara maruz kaldınız.

Örnekler çoğaltılabilir. Her gün okulda, işte, arkadaş çevrenizde size ithafen birçok söz söylenir: 'etrafındakilere güvenme' , 'dışarıya çıkamazsın çünkü tehlikeli', 'ya başına bir şey gelirse', 'bence başaramazsın, deneme', Bu sözler tanıdık değil mi? İşte hayata güvensizliğimiz, kendimizi kusurlu hissetmemiz hep böyle örneklerden geliyor. Başlangıç noktasını sözler oluşturuyor.

Örneklere devam etmem gerekirse; üniversitelerde canla başla okuyan gençlerimize sağdan soldan birileri; ' iş bulamayacağız' veya ' iş yok' gibi korku duygularını uyandıran sözler söylüyor. 'Bulduğunuz işle yetinin' ile devam ediyorlar. Bu sözler gençlerimizin yaratıcı olmasını engeller, yapacağı, başarılı olacağı varsa bile olamazlar. Küçük, sınırlı, dar düşünmeye başlarlar. Hayal kuramaz hale gelirler. Dahası, 'sağ ayağınla içeriye gir', 'gece çöp çıkarma, uğursuzluktur', 'parayı sayma, azalır' gibi sözler ise psikolojik kökenli derin bozukluklara sebep verir ve birey günlük işlevini yerine getiremez hale gelir.

Sözlerin nelere mal olduğunu görebiliyor musunuz? O yüzden ne demişler? 'Güzel söz söyle, söyleyemiyorsan sus.' başka ne demişler : 'Söz gümüşse, sükut altındır.' Zamanında büyüklerimiz bu cümleleri bilmişte öğütlemişler. Ek olarak: 'Söz var insanı vezir eder, söz var insanı rezil eder. ' cümlesini yazıma ekliyorum ve önümüzdeki günlerimizi kendimize söylenen ve diğerlerine söylediğimiz laflara duyarlı geçirmemizi diliyorum.

Psikolog/Yazar Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

Düşüncelerinizin Gerçekleşmesi

Aklınızdan geçen her şeyin gerçekleştiği bir hayat ne güzel olurdu değil mi? İstedikleriniz, söyledikleriniz anında gerçekleşirdi. Ne kadar güzel! Ama acaba öyle mi? Gelin sizlere bir hikaye anlatayım.

Bir gün bir adam etrafta dolaşırken canı çok sıkılmış ve çimlerin üzerine oturup gökyüzünü izlemeye başlamış. Bulutları seyrediyormuş. Ofluyormuş pofluyormuş. Sonra gökten nur yüzlü bir dede inmiş ve ona ' Ne oldu evladım, neden için bu kadar sıkılıyor?' diye sormuş.

Adam:
-Dedeciğim, bilmiyorum, mutlu olmak istiyorum, eğlenmek istiyorum.

Dede sevinmiş:
-Evladım bunları mı düşünüyorsun, aklından geçenler bunlar mı?

Adam:
-Evet dedeciğim, başka ne olabilir ki? Biraz heyecan, biraz kahkaha istiyorum hayatımda!
-Tamam öyleyse. Aklından ne geçiyorsa onun olacağı bir sihir yapacağım şimdi sana ve ne istersen olacak. Hazır mısın?

Adam büyük bir heyecan ile kabul etmiş. Dede sihrini yapıp gitmiş.

Adam, çimlik alandan gayet mutlu ve kendinden emin bir şekilde evine doğru yol almaya başlamış.İlk otuz dakika her şey istediği gibi mükemmel geçmiş. İnsanlar ona selam veriyor, onunla sohbet ediyor ve ona iyi dileklerde bulunuyormuş.

Sonra birdenbire her şey değişmeye başlamış.

Birden uzun zaman önce kavgalı olduğu, hiç sevmediği eski bir arkadaşıyla karşılaşmış. Bu eski arkadaşı ona kötü bir bakış atmış. İçi çok huzursuz olmuş. Sonra arabasına binmiş ve arabası birden hiçbir sebep olmaksızın yolda durmuş. İnsanlar ona hakaret etmeye başlamış. Her şey birdenbire yokuş aşağı gitmeye başlamış. Güç bela evine gelen bu adam eve geldiğinde çocuklarının hasta olduğunu görmüş. Karısı başlarında ağlıyormuş. Tam bu olaylar olurken kayınvalidesi eve gelmiş. Adamı bir güzel aşağılamaya başlamış. Kızına: 'hemen toplan evine geri döneceksin,' demiş.Tam o esnada patronu adamı aramış ve 'işten kovulduğunu' söylemiş. Tüm bunlara dayanamayan adam evden çığlık çığlığa koşarak çıkmış. Dizlerinin üzerine çökmüş ve gökyüzüne doğru bağırmaya başlamış: 'Dede nerdesin, ne yaptın bana?'

Dede hemen yanına gelmiş:
-Ne oldu evladım, diye sormuş.
-Dede, sen bana her şey güzel olacak dedin! Sihir yaptın, başıma gelmeyen kalmadı! Yardım et bana! diye hiddetlenmiş.

Dede ona karşılık vermekte gecikmemiş:
-İyi de evladım ben sana her şey güzel olacak demedim ki! Ben sana aklından geçen her şey gerçek olacak dedim. Aklından sadece güzel şeyler geçiyordu. Aklından sadece güzel şeylerin geçtiği nadir insanlardan birisindir diye düşünüp sana sihir yaptım. Meğer sen de kötü düşünüyormuşsun, demiş. Sihrini bozmuş. Gitmiş.

Adam kendini toparlamış. Kendi kendine şunun farkına varmış: 'Aklımdan bugüne dek ne kadar çok kötü şey geçiyormuş...' ve ufuk çizgisine doğru yürümeye başlamış.

Tekrar soruyorum öyleyse: Aklınızdan geçen her şeyin gerçekleşmesini istediğinize emin misiniz?

Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

150 Yaşımıza Dek Yaşamak!

Evet yanlış okumadınız! Yapılan araştırmalara göre bir insanın yaşayabileceği yaş sınırı 150!

Kaldı ki bizler bugün 70 yaşını bulan, 80 yaşını bulana 'Maşallah!' diyoruz. Oysa ki o yaşlar henüz genç yaşlarmış.

Şimdilerde yirmili otuzlu yaşlarında ölen biri olduğunda 'çok gençti,' tepkisini veriyoruz ancak aslında olması gereken sekseninde, yetmişinde vefat edenlere 'çok gençti,' demekmiş.

Peki neden 150 yaşına kadar yaşayamıyoruz?

Yapılan araştırmalara göre hücrelerimiz yüz elli yaşı gösteriyorken biz neden seksenleri görmeyi umut ediyoruz? Çünkü bir insan günde üç öğün yiyorsa en az üç kez tuvalete çıkarak bağırsaklarını rahatlatmalıdır. Fakat bırakın üç kez tuvalete çıkmayı, bir kez çıkmanın fazla bile geldiği olanlar vardır.

Her yediğimizden sonra bağırsaklarımıza yapışan maddeler oluyor ve tuvalete çıkamazsak onlara ne oluyor? İçimizde çürüyorlar! Onlar içimizde çürüken ne oluyor? Vücudumuz çürüyor, hücrelerimiz çürüyor.

Yatıyoruz, uyuyoruz, sabah oluyor kafamızı toparlayamıyoruz; ayılmak için bir de kahve içiyoruz; içiyoruz, içiyoruz... Sonra ayılacağız derken öğlen oluyor, öğle yemeği yiyoruz; oturuyoruz, oturuyoruz... Akşam yemeği... Yediklerimizi yeteri kadar sağlıklı bir şekilde çıkarmıyoruz ve hareket etmiyoruz. Daha fazla saymaya gerek var mı?

Özetle yüz elli yaşından önce ölen insan ölmüş insandır.

Kendini yıpratarak ölen insandır.

Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

Teknoloji Güçtür

Bildiğiniz üzere gün geçtikçe teknoloji hızla gelişiyor. Telefonlarımız bizlerle konuşur hale geldi.Teknolojik cihaz satan mağazaların birinde yeni çıkan ürünleri incelerken elimde sanki uzayın derinliklerinden gelen mucizeleri tutuyor gibiydim. Aynı şekilde bazı marketlerde bildiğiniz üzere kendimizin ödeme işlemini gerçekleştirdiği kasalar var. Robot kasa yardımıyla hızlıca ödememizi yapıyor ve çıkıyoruz. Tüm bu gelişmelerle teknolojiye aşık biri haline geldim. Fakat sürekli olarak teknolojinin bu gelişiminin bazı insanları korkuttuğuna, sevindirmediğine, zorladığına dair geri dönüşler alıyordum ve bu konular üzerine yazmam gerektiğini düşündüm.

Akıntıya Kendinizi Bırakın:

Anlaşılan o ki, teknolojinin gelişmesi, işlerin internet ortamında yapılır hale gelmesi, robotlar ile olan temaslar bazılarımızı zorluyor. Çevremizdekilerle ışık hızında iletişime geçmemiz ve ışık hızında sorulan sorulara cevaplar beklememiz ve beklediğimizi alamamak ilişki sorunlarını ortaya çıkarabiliyor. Bunlar aslında anlaşılabilir şeyler. Fakat tavsiyem, akıntıya karşı gelmeye çalışmaktansa kendinizi bırakmanız. Tüm bunlarla mücadele etmek yanlış bir tutum. Kabul edip hayatımıza devam etmeli ve teknolojinin getirdiği gücü hissetmeliyiz. Gerekirse teknolojinin yeniliklerini takip edebileceğimiz derslere katılmalıyız. İlişkiler konusuna gelince mavi tikler ve son görülmeler yüzünden ahlak ve dürüstlük muhakemeleri yapmak anlaşılabilir bir şey olsa da, biraz esnek davranmamız gerektiği aşikar. Aksi takdirde çağımızın sorunlarını kişisel sorunlarımız haline getirip oldukça mutsuzlaşırız.

Sanal Dünyada İlk Düğün Gerçekleşti Bile:

Priscilla Olivia Wadsworth ve Mark Daniel Gebbia sanal dünyada tanışan, yakınlaşan ve evlenen ilk avatar çift. Kendileri gibi avatar arkadaşları ile birlikte Red Room adlı sanal gerçeklik platformunda deyim yerindeyse 'dillere destan' bir düğün yaptılar.

Şaka bir yana gerçekten çok şekerlerdi.

Burada En Büyük Korkumuz, Her Şeyin Kolaylaşması Olabilir mi?

Fiziksel olarak gitmediğimiz mekanları deneyimlemek, belki de hayatımız boyunca yüz yüze gelemeyeceğimiz insanlarla anlamlı ilişkiler kurabilmek, tüm sınırların ortadan kalkması, arkadaşlarımızın nerede, kiminle, ne yapıyor sorularına kendilerinin yaptıkları paylaşımlar ile cevap alabiliyor olmamız; işte tüm bunlar teknolojinin getirdiği imkanlar. Bu gittikçe artacaktır ve ben heyecanla bekliyorum. Kabul edin etmeyin, devir değişiyor, tıpkı eski zamanlardaki evrimleşme dönemi gibi. Ve bilin bakalım evrimleşemeyenlere ne oldu?

Psikolog/Yazar Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

Sözlerinize Dikkat Edin!

Sert bir başlık olabilir, ancak bu, hayatınız için büyük önem taşıyan bir emir cümlesi! Zira geçtiğimiz günlerde yabancı kaynaklardan edindiğim müthiş bilgiler bunu gerektiriyordu.

Luther Burbank:

Müthiş bilginin sahibi. Dilimize çevrilmiş en ufak bir bilgisinin olmaması üzücü. Kendisi çok önemli bir botanikçi, bahçıvan. Yeni bitki türleri keşfetmiş bir bilim insanı. Çekirdeksiz meyvelerin yaratıcısı.

Döneminde evinin ziyaretcileri; Thomas Edison, Henry Ford, Belçika Kral ve Kraliçe'si, Jack London gibi isimlerdi.

Literatürde onu 'bitki sihirbazı' olarak tanırız. Sihirbazlığının ana çıkışı ise 'Dikensiz Kaktüs' keşfinden geliyor ve psikolojiye dokunan kısmı bu noktada başlıyor. Bir kaktüs bitkisi vitaminleri, mineralleri bakımından çok zengin, lezzet açısından mükemmeldi. Gelin görün ki kaktüsün dikenleri çok sivriydi ve bu yüzden toplanamaz, üzerinde çalışılamaz bir haldeydi. Luther Burbank, kaktüsü dikenlerinden kurtarmaya kararlıydı. 'Dikensiz Kaktüs' bitkisinin hikayesini kendi sözleriyle okuyalım: '

20 senesini verdiği bu bitkinin dikenleri kendiliğinden kayboldu! Nasıl mı oldu?

Tüm bu çalışmaları yapan Luther Burbank, en sonunda pes edip bitkiyle sadece konuşmaya başladı. Ona:

Bu şekilde ikna cümleleri kurarcasına bir anlamda 'tatlı dille yılanı deliğinden çıkarırcasına' konuşmalar yapmış. Neredeyse her gün en az bir saat bu bitkiyle konuşmuşta konuşmuş. En sonunda ne olmuş biliyor musunuz? Kaktüs dikensiz üremeye başlamış.

Sözlerin Mucizesi:

Bu nedenledir ki biz yeryüzündeki canlılar olarak söylenilen sözlerden çok etkilenen varlıklarız. Birini eleştirmek ile ona lanet etmek aynı etkiyi yaratır. Ebeveynler sürekli çocuklarını, eşler sürekli birbirlerini, işyerinde, okullarda arkadaşlar birbirlerini eleştirir dururlar. Çoğu insan sağır sağır konuşur. İnsanların kurdukları hayaller bir kötü söz ile yok edilir. Kullandığımız kelimeler DNA'mıza işliyor. İşte kanıtı az önce anlattığım bilimsel gerçek! Bugün dik omuzlarınız düşükse bilin ki sebebi kötü sözlerdir. Başarılı olabilecek pek çok insan bugün başarısızsa bunun sebebi yine hem kendinize kullandığınız hem de başkaları tarafından söylenilen kötü sözlerdir. Özetle ' kötü söz söyleyeceğine hiçbir şey söyleme' İşte olması gereken budur!

Psikolog/Yazar Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.