SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Risk Alma Dereceniz Ne Kadar? Buyurun Ölçelim

Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde trafikteydim. Trafikte şunu düşündüm: Neden bazı insanlar kırmızı ışıkta geçer?

Bazı arkadaşlarımın arabasına bindiğimde bize emniyet kemerlerinin acı sinyal sesi eşlik eder. O sese rağmen bu bahsı geçen kişiler emniyet kemerini takmamakta ısrar ederler. Neden?

Daha kötüsünü söyleyeyim: Bir defasında bir arkadaşımın arabasına bindim. Otobandaydık. Bir baktım ki arkadaşım direksiyonu bırakmış, dizleri ile direksiyonu destekliyor ve ellerini mesaj yazmak için kullanıyor. Hemen bir çığlık atarak kendisine gelmesini söyledim. Mesaj atması ne kadar acil olabilirdi? Neden bizi tehlikeye atan bu davranışta bulunmuştu?

Neden bazı insanlar bu ve bu tarz riskli davranışları sergiliyorlar?

Aslında cevabı basit. Bazı insanlar riskli davranış sergileme konusunda genetik bir yatkınlığa sahipler. Risk alma ölçeği var ve şimdi sizlere bu ölçeği vererek kendinizde riskli davranış eğiliminizin ne kadar olduğunu öğrenmenize yardımcı olacağım.

Çok sevdiğim bir kitap:

Dr. David Lewis'in kaleme aldığı 'Dürtü' isimli kitabından edindiğim bu ölçeği sizinle paylaşıyorum:

Kullandığınız elinizin (örneğin sağ elinizi kullanıyorsanız sağ elinizin) ikinci ve dördüncü parmağını cetvel ile ölçün (ikinci parmak baş parmağınızın yanındaki, dördüncü parmak serçe parmağınızın yanındaki) İkinci parmağınızın uzunluğunu dördüncü parmağın uzunluğuna bölün. Örneğin ikinci parmak: 6,1 cm. Dördüncü parmak: 7,3 cm. 6,1/7,3=0,83 gibi.

0,83'ten az bir rakam çıkarsa risk alma derecenizin yüksek olduğu anlamına gelir. 0,84-1,0 arası orta; 1,01-1,02 arası düşük, 1,02'den büyük ise risk alma dereceniz çok düşük anlamına gelir.

Benim sonucum:

Risk alma derecem çok düşük. Bunu hayatımın her alanında görüyorum. Çok tehlikeli şeylerden hep kaçındım. Bir şeyi yapmadan önce düşünürüm, deyim yerindeyse 'kılı kırk yaran' bir yapım var. Kendinizi bu şekilde analiz edebilirsiniz.

Psikolog/Yazar Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

Sigara Bırakma Yöntemi

Her sigara paketinin üzerinde 'sigara öldürür' apaçık yazmaktadır fakat gün geçtikçe sigara içenlerin yaşı küçülmekte ve sayısı artmaktadır. Hiçbir şekilde sigara tüketenler, kendini bile bile zehirlemekten vazgeçmiyorlar. Kendilerini uzun vadeli intihar yöntemine kaptırmış durumdalar. Ancak ben bu yazımda sigara bırakmak isteyenlere bu konuyla ilgili bir katkıda bulunmak istedim. Bu yazımdan sonra bir kişi bile sigara tüketimini bırakırsa yazım hedefine ulaşmış demek olur.

Yöntem:

Son içtiğiniz sigaradan sonra, izmariti bir bardağın içine söndürün. O izmaritin üstüne bir miktar içme suyu koyun. Uyuyun. Ertesi gün, uyanır uyanmaz o suyu içmeyi deneyin. İçemeyeceksiniz... İçerseniz bile kusacaksınızdır. Bu yöntem ile birlikte şunu anlayacaksınız: O su, vücudunuzdaki sıvılarla aynıdır. Sigara tüketen kişinin vücut sıvısı tıpkı o suya dönüşür. O su gibi iğrenç, içilmez bir hal alır ve zehire dönüşür. Vücudumuz kendini temizleme fonksiyonuna sahip olduğundan kısa vadede çok kötü sonuçlar almazsınız fakat uzun vadede hastalıklar ve çirkinlikler su yüzüne çıkar. Tıpkı o su gibi sizin vücut sıvınızda, ağzınızdan, saçınızdan ve vücudunuzdan çıkan koku ile etrafı rahatsız eder.

Bu uygulamadan sonra iki şıktan birini seçmeye hazırsınız:



Bir anekdot:

Bir gün tüm karafatmalar acil toplantı yapmışlar ve demişler ki: ''İnsanlar bizi öldürecek böcek ilacı üretecekler, fabrika için para gerekiyor. Bizi yok etmeleri gerekiyor haydi arkadaşlar herkes ilaç için destekte bulunsun!'' Tüm karafatmalar bütçelerine göre ortaya para koymuş ve ertesi gün insanlara teslim etmişler. İnsanlar böcek ilacı fabrikalarını kurmuşlar ve ilaçları karafatmalara püskürtmeye başlamışlar. Bütün karafatmaların nesli yavaş yavaş yok olmuş. Bu size şu an çok saçma geldi değil mi? Sigara tüketenler size sesleniyorum: Sizin yaptığınız ile bu karafatmaların yaptığı arasında hiçbir fark yok! Kazandığınız paraları cebinizden her gün çıkarıp sigaraya, sizi yok etmesi için, hastalığa maruz bırakması için yatırım (!) yapıyorsunuz.

Haydi kolay gelsin!

Psikolog/Yazar Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmalık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

Tek Olduğunda Korkma, Sıfır Olduğunda Kork

Bana, uzun zamandır özgüven temalı birçok soru geliyor.

Dr. Russ Harris'in dediği gibi, buna ister özgüven eksikliği, ister başarısızlık korkusu, ister performans anksiyetesi ya da kişisel şüphe diyebiliriz, adı ne olursa olsun, sonuçları hayatımızdaki pek çok şeye mal oluyor.

Ben bu konuya şu açıdan yaklaşıyorum; bir insan kendine güvenmek istiyorsa önce kendini tanımalı! Birine güvenmek için önce onu tanımalısınız, öyle değil mi? Aynı kural kendiniz için de geçerli.

Değerlerinizi, isteklerinizi, beklentilerinizi, ifade etmek için önce kendinizi tanımalısınız. Bu aşamaları tamamladıktan sonra hayatınızın merkez eylemi şu olmalı: OKUMAK, OKUMAK ve OKUMAK!

Konunuza, alanınıza ilişkin ne varsa her şeyi okumanız gerektiğine, bilgi edinmek için sürekli bir açlık hissetmeniz gerektiğine inanıyorum.

Değerlerinizi savunduğunuz noktada, başarılarınız gelmeye başlar, işte tam bu sırada sizi sevenler ve sizi baltalayanlar olmak üzere iki grup insanla karşılaşırsınız, o aşamada kendinizi tebrik etmeniz gerekir çünkü artık sıfır değilsinizdir ve tek kalsanız bile önemi yoktur.

Örnekleme yapmam gerekirse; başarının parçası olmak için, önemli olan uçaktan atlamaktır, atladıktan sonra mutlaka bir yerde paraşüt açılır.

Şuna dikkat etmek gerekir: sıfır artı sıfır artı sıfır artı sıfır ve sonsuz sıfırları topladığınızda yine sonuç sıfır olur. Dolayısıyla bazen yalnızlık, kendinize yapacağınız iyilik olur, sizi aşağıya çeken insanlar veya her neyse oradan ayrışıp kendinizi doldurmaya başladığınızda hem kendinizi hem de bulunduğunuz çevreyi ileriye taşırsınız.

Psikolog/Yazar Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

Sonbahar Depresyonuna Hayır!

Günlerden bir gün bir toplantı halinde iken depresyon tedavisi gören bir kişi için konuşuyorduk. Depresyon tedavisi sonlandırılmış bir danışan gelmiş ve demiş ki:

-Evet kendimi iyi hissettim ama şu son zamanlar yine üzgün, karamsar bir ruh halindeyim.

Danışanın bu söylemine karşılık şu cevap gelmiş:

-... Sen de depresyonda olmayan her insan gibi sonbahar mevsiminin hissettirdiklerini yaşıyorsun.

Ve bu cümle benim bu haftaki yazımın konusunu oluşturuyor.

Depresyonundan şikayet eden danışan için konuşmayacağım. Cevabı veren kişiden yola çıkarak kışa hazırlık dönemindeki şu algıyı tartışacağım: İnsanlar sonbahar mevsimini ve kış mevsimini hüzünlü bulurlarmış.

Hadi ya!

Mevsimin griliğinin rehavetine kapılıp kendimizi hüzünlü hissetmek mi?

Minnet duymayı unutan bir toplum bu bahsettiğim.

Sabah uyandığınızda ilk iki adımı atarken diyerek güne başlamak, 'kış mevsimi geliyor ve ben bu mevsimi görme fırsatını bulacağım çünkü hala hayattayım, yaşıyorum' demek varken hem de !

Minnet duymak için ne çok sebep var; yediğiniz her lokmanın zevkini çıkarmak, her gün masanızda, alışveriş yaptığınız markette eski dönemlerde sadece saray ziyafetlerinde bulunan yiyecek ve içeceklere sahip olmak, içecek tatlı suyunuzun olması, giyecek kıyafetiniz ve bu yazıyı okuyan gözlerinizin sağlığı ve bu yazıyı anlamanızı sağlayan beyniniz ve daha sayamadığım binlercesi...

İşte tüm bunlara rağmen sonbahar ve kış mevsimlerinin arkasına saklanıp hüzünü normal bulanlar, yaz mevsiminde de 'sıcak öfkeyi artırıyor' diyen grup siz misiniz? Yazın sıcaklığından da şikayet eden taraf mısınız? Öyleyse hemen kendinizde bazı şeyleri aramalısınız.

Özetle

Depresyon tedavisi geçirmiş bir birey hala kendini hüzünlü hissediyorsa bunu mevsime bağlamak minnet duygularından yoksun insanların, hayata daimi bir siyah gözlükle baktığını gösterir.

Depresyon Demişken

Depresyon bambaşka bir şey! Tedavisi olan ve iyileşmeyi gerektiren bir durum. Psikiyatri alanının 'soğuk algınlığı' olarak tanımladığı bir rahatsızlık. Depresyon döneminde, beyin, hormon, beyin kimyası ve beynin elektriksel etkinliğinde değişmeler olur. Rahatsızlık atlatıldıktan sonra biyolojik belirtilerin tümü yok olur ve depresyon geçiren kişinin beyni hayatının hiçbir döneminde böyle bir rahatsızlık yaşamamış birinin beyninden ayırt edilemez.

Dikkat!

Eğer 'kendimi bildim bileli hüzünlü bir mizacım var' diyorsanız, depresyon rahatsızlığında kalıtımın önemi olduğunu söylemeliyim. Birçok araştırma, depresyonun nedenini insanların kalıtsal olarak atalarından aldıkları ve onları depresyona yatkın kılan 'gen'lere bağlamaktadır.

Seray Küçük

Online Psikolojik Danışmanlık: 05522682410

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

Alkollü İçkiler Üzerine

İçki, içtiğiniz zaman, sizin aklınızı almıyor, size akıl da vermiyor; içki sadece kontrol ediyor: Aklınız var mıydı yok muydu?

İddialı bir giriş olduğunun farkındayım. Ama doğrusu bu! Alkollü içkiye elimizi uzatan düşünceler; kaygılarımız, stresimiz, unutmak istediğimiz her ne varsa onları yok etmeye yönelik bir eyleme bizi sürüklüyor. Peki onlar yok olduktan sonra ne oluyor? Birkaç beyin hücremiz telef olur evet peki ya sonra? Yapmak istediklerimizi özgürce yapabilme cesaretine sahip oluruz. Cesaret demişken, neyden korktuğumuzu hiç düşünmeyiz. Alkol ile hemen sonuçları getirmek isteriz. İçki, en azından geçici olarak kaygımızı, stresimizi ortadan kaldırır. Benlik algımızda hafifleme olur ve rahatlama hissi gelir. Ama geçici olarak! Bu süreçte rezil mi oluruz, yanlış mı yaparız, riskli davranışlar (alkollü araç kullanmak, kavgaya karışmak) umurumuzda olmaz. Alkol burada cesaret veren araç görevi üstlenir. Ama bu aracın maliyeti çok büyük: beyninize ve karaciğerinize verdiği zarar, yaptıklarınızdan sonraki pişmanlık, maddi ve manevi kayıplar... Bu noktada bu destek aracı olmaksızın yapmak istediğinizi yapabilme gücünü kendinizde bulmanız çok önemli. Böylelikle fazladan zarara girmez ve esas gerçekleştirmek istediklerinizi gerçekleştirirsiniz. Gücü oluşturmak için kaygınızın kaynağını bulup kaygınızı azaltmak, özgüven eksikliğinizi fark edip özgüven sağlamak, her neyden korkuyorsanız korkunuzun üstesinden gelmeniz gerekir.

İçimizde beni uyuştur lütfen, uyuştur beni, diye yalvaran bir mekanizma var

İçimizde böyle bir kişisel düşman var. Korkudan kurtulmaya çalışan, geçmiş kötü anıların, kaygının, stresin yükünü hafifletmek için yalvaran bir düşman. Onunla mücadele etmenin zor olduğunu düşündükleri için bugün bağımlı kişilerin sayısı artışta. Mücadele etmek zor bir süreç değil. Önemli olan kişinin kendisine diye sorabilmesi ve çözüm yoluna gitmesidir. Çözüm kesinlikle alkol değildir!

Ben mi?

Tüketmiyorum, tüketmiyorum, tüketmiyorum...

Akşam eğlencelerinde alkolsüz kokteyller tercihim, bu tercihimin uzun vadede benim için en doğru şey olduğunun bilincindeyim. Kaldı ki, alkollü içki tüketenler kadar bir rahatlığa sahip olabiliyorum. Üstelik bu rahatlık ve içsel huzur ertesi gün sürmeye devam ediyor. Çünkü alkol tüketiminin sağladığını kendi içimde çoktan buldum.

Doğru alkol tüketimi

Kararında tüketildiğinde sorun yoktur ancak aşırıya kaçıldığında gerçekten sorunlara yol açar. Akıl Sağlığı ve Bağımlılar Merkezi'nin bir kuruluşu olan Wheeler Inc.'in finanse ettiği program olan Connecticut Clearing House 'dozun aşılmaması gerektiği'ni bildiriyor ve 'doz' olarak kadınlar için günde bir, erkekler içinse günde iki kadeh diyor. Bir kadeh için yüzde 40 alkol oranıyla 140 gr şarap ya da 340 gr bira tanımlanmış.

Bu dozları zamanla azaltacaklarını tahmin ediyorum.

Yazının devamı...

Ah Çikolata Vah Çikolata!

Hani çikolata aşık olmakla aynı etkiyi yapardı? Hani mutsuz olduğumuzda hemen çikolataya sarılmamız gerekiyordu? Hani çikolata yediğimizde kendimizi daha iyi hissederdik?

Bu soruları sorduğunuzu duyar gibiyim. Çünkü konuyu bilmeseydim bu başlığı okuduğumda şahsen bu soruları sorardım. Bugün, sizlere çikolatanın ruh sağlığımız üzerinde sandığımız kadar masum olmadığını söylüyorum. Aslında öte yandan bir o kadar masum. Yani çikolata, arafta bir yerde kalıyor.

Bizler genelde çikolatayı sadece kilo konusunda dışlıyorduk, ancak artık bu yazıyı okuduktan sonra kendisi hakkında psikolojik anlamda da soru işaretleriniz olacaktır. Açıklamam gerekirse; evet, çikolata bizler için yararlı olan serotonin hormonunu arttıran yiyeceklerin listesine giriyor. Serotonin, insanda mutluluk, canlılık ve zindelik hissi veren bir nörotransmitterdir ve çok gereklidir. Filmlerde, dizilerde mutsuz olduğunda, sevgilisiyle problemler yaşadığında, ilk yardım çantasına gider gibi eli çikolataya giden pek çok karakter izledik. Ancak atlamamız gereken noktayı öfke kontrolü çalışması yaparken buldum. Öfke kontrolü ve tahammülsüzlük adına yapılan ve önerilen çalışmaları okuduğumda bazı yiyeceklerin ve içeceklerin öfke ve tahammülsüzlük seviyesine etki ettiğini öğrendim. Çikolata, aynı zamanda bu listenin içinde olan bir besin. Burada dikkat edilecek nokta şu: Çikolata kafein içerir. Kafein ise öfke seviyesini yukarı taşır.

Kafein söz konusu olunca tüketimine dikkat etmemiz gereken diğer besin: Kahve

Çikolata neyse, esas gardımızı almamız gereken besin kahve! Dolu dolu kafeine sahip olan besin kahvedir ve bir fincan/40 gr kahve-demleme, içerisinde ortalama 115 mg kafein miktarı bulunduruyor. Böylelikle öfke seviyesini artıran besinler listesine birinci sıradan giriyor.

Tahammülsüzlükle bağı ortaya konmuş durumda ve fazla içenlerde tahmin edebileceğiniz üzere uyku bozuklukları ve tahmin edemeyeceğiniz yeni bilgi olarak aşırı sinir yaratma etkisine sahip. Bu bilgiler ışığında özellikle çikolata seven ve aşırı dozda tüketen biri olarak, ilk elden deneyimlemek adına kendi üzerimde çalışma yaptım. Doğrusu çikolata yediğim zamanlar yemediğim günlere oranla daha tahammüllü biri oluyorum. Kahve tüketimini ise çoktan bıraktım.

Nasıl yani bu besinleri bir daha tüketmeyelim mi?

Elbette tüketeceğiz. Kafeinin dikkatli ve dozunda tüketildiğinde antidepresan etkisi yaptığı konusunda ciddi bulgular vardır. Önemli olan kahveyi günde üç fincana kadar içmek. Ama tahammül seviyenizden çok şikayetçiyseniz, kahve ve çikolatayı bırakmayı denemelisiniz. En azından belli bir süre.

Belki de artık melisa, lavanta, yasemin, papatya çaylarıyla tanışıp kaynaşmalısınızdır.

https://www.instagram.com/seraykucukkk/

https://psikologseraykucuk.weebly.com/

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.