SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Tracy Hogg: Yatır-Kaldır Metodu

Uyku, uyku, uyku… Bloguma gelen yorumlardan gördüğüm kadarıyla bebek bakımında annelerin en şikayetçi olduğu konulardan biri, hatta birincisi diyebilirim. E haklılarda… Bebek bakımı zaten son derece özveri isteyen ve kimi zamanlar da yorucu bir süreç. Bir de bu tempoya uykusuzluk eklenince anneler zıvanadan çıkıyor. Özellikle anneliğin ilk aylarında bebeğiniz uyumadığında ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz. Öte yandan her bebeğin huyu farklı olduğu için, birinci bebeği melek gibi uyuyan bir anne bile ikinci bebekte birden uyku sorunuyla karşılaşabiliyor.

Uyku sorununa çözüm bulmak için çeşitli yöntemler deneniyor. Akrabalara ve arkadaşların fikri alınıyor. Kitaplar karıştırılıyor. Doktora akıl danışılıyor. Sonunda gecenin bir vaktinde baba yorgun gözlerle bebeği kucakta dolaştırırken, anne de zombi kıvamında internete bir çıkış yolu bulmaya çalışıyor.

Uyku konusunda hem kendi tecrübelerimi paylaşmak hem de okurlarımın sorularını yanıtlamak adına pek çok blog yazdım. Tecrübesizlik dönemlerimde ben de ilk olarak , ardından ’ni ve daha pek çok yöntemi denedim.

Zamanla Can’la beraber yaşamaya alıştıkça, eşim Kuzey ile birlikte kendi uyku rutinlerimizi ve yöntemlerimizi yarattık. Bunlar arasında iki tanesinin özellikle faydalı olduğunu okurum olan anneler söylüyor: Halen kullanmakta olduğumuz ve . Bu yöntemlerle başarı sağlandığına dair emailler ve yorumlar almak beni çok sevindiriyor.

Uyku konusunda büyük aşama kaydetmekle beraber, Can da hala dönem dönem uyku bozuklukları olabiliyor. Ayrıca her çocuğun farklı olduğundan yola çıkarak uyku konusunda okumaya, araştırmaya ve öğrendiklerimi uygulamaya devam ediyorum. Bu yazımda bebeklerde düzenli bir uyku alışkanlığı yaratma konusunda en çok sözü geçen uzmanlardan biri olan Tracy Hogg’un ülkemizde “Yatır-Kaldır” olarak bilinen yönteminden bahsedeceğim.

Tracy Hogg bebekleri sakinleştirip, uykuya yatırmak konusunda ün kazanmış İngiliz kökenli bir bebek hemşiresi. Kariyeri boyunca Jodie Foster, Cindy Crawford, Jamie Lee Curtis ve Michael J. Fox gibi ünlülerinki de dahil olmak üzere 5000'e yakın bebeğe baktığı söyleniyor. Hogg’un baktığı ve kolik sorunu çeken bir bebeğin babası, 1998 senesinin filmi “The Horse Whisperer – Atlara Fısıldayan Adam”da sabırlı yaklaşımıyla yaralı bir atı iyileştiren Robert Redford’dan esinlenerek, Hogg’a “Baby Whisperer” lakabını takmış. Bu lakap daha sonra Tracy Hogg’un 2001 senesinde yayınlanmış olan meşhur kitabının da adı olmuş. Hogg hemşire 2004 senesinde hayatını kaybetse de, kitapları aracılığıyla bebek bakımındaki fikirleri yaşamaya ve ailelere yardımcı olmaya devam ediyor.

Hogg’un “Bebek Bakım Sorunlarına Mucize Çözümler – Secrets of the Baby Whisperer” isimli kitabında geçen “Yatır-Kaldır Yöntemi” Elizabeth Pantley’in “Ağlatmadan Uyutma Yöntemi” ile Ferber’in –bence hatalı bir şekilde– “Ağlatma Yöntemi” olarak adlandırılan metodu arasında kalan ılımlı bir çözüm olarak gösteriliyor.

Şimdi “Bebek Bakım Sorunlarına Mucize Çözümler” kitabından aldığım notları kısa-kısa paylaşmak istiyorum:

Hogg kitabında bebeklerin kolay uyuması için E.A.S.Y. olarak adlandırdığı bir düzeni önerir. Easy kelimesi İngilizce’de kolay anlamına geldiği için bir kelime oyunu yapmış ve bu düzeni uygulayarak bebeklerin kolayca uykuya gidebileceğini belirtmek istemiştir. Bu düzende E harfi (eating – beslenme), A harfi (activity – aktivite), S harfi (sleep – uyku) yerine geçer. Bunlar yapılınca sıra Y harfine (yourself – kendiniz) gelir ki, ebeveynlerin kendine zaman ayırabilmesini ifade eder.

Hogg bunun bir düzen olduğunu söylemekle beraber, bebeklerin bir makina olmadığını, bu düzende esnemeler olabileceğini, bu nedenle bu düzeni saate bakılarak katı bir şekilde uygulamamak gerektiğini söyler.

Tracy Hogg kitabında yatır-kaldır yöntemi değişik yaşlar için hafifçe farklılaştırılmıştır. Bununla beraber mantığı şu şekildedir:

Uyku zamanı geldiğinde her zaman belli bir rutin uygulanmalıdır. Perdelerin kapanması, pijamaların giyilmesi, bebeği kucağınıza alarak sallanan sandalyede bir müddet sessizce oturma gibi 5 dakikayı aşmayacak ve uyku saatinin geldiğini anlatan uygulamalar yapılabilir. Bebeğe uyumadan önce banyo yaptırıyor ya da kitap okuyor ve bunlardan memnunsanız, bunları değiştirmenize gerek yoktur.

Ardından bebek karyolasına konmalı ve orada kendi başına uyuması öğretilmelidir.

Gördüğünüz gibi Hogg’un yöntemi biraz daha ılımlı bir yaklaşım. Bir yandan bebeği yanlız bırakmamayı ve ona güven vermeyi hedeflerken, diğer yandan bebeğin kendi başına uyku alışkanlığını kazandırılmasını amaçlıyor.

Yöntemin tüm detaylarını burada vermem maalesef mümkün olmadığından, uygulayı düşünürseniz kitabını almanız iyi bir başlangıç olacaktır. Sonrası da sabır, sabır ve bol bol sabır. Hogg yöntemini uygulayıp başarı sağlayan ya da sağlayamayan tüm annelerin de sesini duymak isterim. Yorumlarınızı bırakırsanız memnun olurum.

Sağlıcakla kalın…

Sevgiler

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>>

Yazının devamı...

Pinterest Kabusları

Bizim kuşaktan olanlar hatırlayacaktır, çocukken dergilerde ve gazetelerde beğendiğimiz fotoğrafları kesip boş bir deftere yapıştırırdık. Kimi zaman sevdiğimiz bir şarkıcı, kimi zaman harika bir kumsal ya da güzel bir kıyafetin resmi olurdu yapıştırdıklarımız. Bu fotoğraflarla bir anlamda beğenilerimizi, isteklerimizi ya da moda anlayışımızı ortaya koyardık. Bazen bu fotoğraflar hatıra defterlerimizin sayfalarını süsler, okul defterimizin ve dosyamızın kapakları olurdu.

İşte Pinterst bunun dijital ortamdaki modern versiyonu. 2010 senesinde açılan ve geçen senenin sonu itibarıyla neredeyse 15 milyona yaklaşan kullanıcı sayısıyla yurtdışında çok popüler olan Pinterest, Türkiye’de de yavaş yavaş yükselişe geçiyor. İnternette beğendiğiniz fotoğrafları etiketlediğiniz bu websitesini kullananlar, hobilerini ve ilgi alanlarını ortaya koyuyor.

Pinterest’i ziyaret ederek yaklaşan düğününüzün konseptini belirleyebilir, bu baharda neler giyeceğiniz hakkında fikir sahibi olabilir, misafirlerinize sunmak üzere orijinal yiyecek fikirleri edinebilir ya da kendinize harika bir kazak modeli bulabilirsiniz. Sitede göreceğiniz fotoğrafların hayal gücünüzün sınırlarını zorlayacağından emin olabilirsiniz…

Pinterest çok ilginç bir ortam. Konulan fotoğraflara bakarsanız dünyada herşey canlı, genç, güzel görünüşlü ve iştah açıcı. Günlük hayata ait en basit eşyalar bile akıllıca hazırlanmış sunumlar içinde büyüleyici ve arzulanan bir objeye dönüşüyor. Yaratıcı fikirler bulmak konusunda zorlanan kişiler bile Pinterest’te geçireceği birkaç saat sonrasında kolları sıvayıp ilk projesini yapmaya girişiyor. Ancak sıradan vatandaşların aynı projeleri evde yapma denemeleri pek o kadar da iyi sonuç vermeyebiliyor. gibi siteler Pinterest ortamında görülen fotoğraflardan yola çıkılarak büyük bir şevkle başlanan projelerin nasıl sonuçlandığını gırgıra alıyor.

İşte sizin için seçtiğim “Pinterest Kabusları”. Özellikle en son fotoğraftaki aslan dövmesine bakarken gülmekten gözümden yaş geldi diyebilirim. Bakalım siz hangisini beğeneceksiniz?

nı takibe almayı unutmayın.

Sevgiler

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>>

Yazının devamı...

Bebek Gelişimi: 21.Ay

Odur-budur derken 21.ayı da bulduk. Şaka gibi, yakında 2 yaşında bir oğlumuz olacak.

Bu aralar Can efendinin karakter patlamasıyla uğraşıyoruz. Herşey illa dediği gibi olacak. Bizi kızdıran ya da yasakladığımız şeyler özellikle yapılacak. Yağlı eller kafaya sürülecek; odaların kapısı çaktırmadan açılıp, elbise dolapları boşaltılacak; ayakkabıların altı ellenecek; koltuk tepelerinde gezilecek… Bütün bunlar yapılırken de göz ucuyla anne/babanın tepkileri izlenip, bıyık altından gülünecek. Kızıldığı zaman yerlere yatılacak. Yuvarlanarak uzaklaşılacak.

Karakter konusunda olduğu gibi fiziksel gelişim konusunda da bir genleşme halindeyiz. Can’ın boyu süratle uzamaya devam ediyor. 2 aylık uzun bir seyahatten dönen arkadaşlarımız ne kadar büyüdüğüne inanamadılar. Tabii biz hergün gördüğümüz için o kadar farkına varmıyoruz. Ancak başkaları söylediğinde anlıyoruz. Bir de sokakta, parkta başka çocukları gördüğümüzde ve kaç yaşında olduklarını öğrendiğimizde Can’ın 2-3 yaşındaki çocuklarla aynı boyda olduğunu görüp şaşırıyoruz. Gelgelelim boyda gösterdiğimiz performansı kiloda gösterdiğimiz söylenemez. Can o konuda muhtemelen babasına çekecek: Uzun ve ince. Zaten düşünürsek bana çekmesinin ne gibi bir faydası olabilir ki? Uzun ve KALIN

Bebek oğlum, 21. ay dönümün kutlu olsun. Daha nice mutlu, neşeli, sağlıklı aylara benim küçük prensim…

Bebek gelişiminde 21.ayın karakteristik özellikleri ve Can’ın performansı şöyle:

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>>

Yazının devamı...

Konuşmak ya da Konuşmamak

İnsanın konuştuğu şeyin anlaşılmaması ne kadar acı… Ah! Pek dramatik bir giriş oldu değil mi? Duyan da “vah vah, Tanla’yı kimse anlamıyormuş, yaa işte kadınlar böyle yalnız oluyor.” “Aman efendim, kadınlar Venüs’ten erkekler Mars’tan” falan diye çıkarımlar yapacak…

Bir kere efendim konu benimle ilgili değil. Konu bizzat bizim bebek oğlan. Hatırlarsanız son rutin doktor ziyaretinde “Bizim yavru kuş konuşmuyor doktor bey, ne yapalım, ne edelim” diye sorduğumuzda doktor amca gözlerini kocaman kocaman açarak “Efendim, emzikle, biberonu keseceksiniz. Bakın ondan sonra şakır şukur konuşur.” demişti. Bu muhabbetin üzerinden 3 ay geçti. Bizdeki durum şu: Azaltmasına azalttık, ama, ne emziği ne de biberonu bırakabildik.

Şimdi eğri oturalım, doğru konuşalım. Bunun sebepleri nedir diye düşünelim… Her ne kadar bizim velet emziğe acayip sevdalıysa da biberona o kadar da bayıldığı söylenemez. Aksine biberon yerine evdeki bilimum bardaklardan içmeyi tercih ediyor. Hatta bardağın boyutu ne kadar büyük olursa o kadar makbul. Sanırım büyük bardakla içmeyi adam olmakla bir tutuyor. Hali o kadar komik ki, geçenlerde kocaman bir bardağı kafaya dikip dibindeki suyu bitireceğim derken, dengesini kaybedip popo üstü oturdu.

Ancak Can’a bardak verme düşüncesi bizim tir tir titrememize neden oluyor. Çünkü bardakta ne zaman 1 parmaktan fazla su olsa, bizimkisi içmek yerine halının üzerine boca etmeye bayılıyor. Farkına varmazsak bir de üzerine basıp çoraplarını ıslatıyor. Geçen gün bilgisayarımın klavyesi de bu sulama işleminden nasibini aldı. Hemen ters çevirip suyu boşaltmasam devrelerin yanması işten bile değildi. Bir de maymun gibi her yaptığımı taklit etmez mi? Benim klavyeyi ters çevirip arkasına pat-pat vurduğumu gördüğünden beri eline geçen her fırsatta klavyeyi ters yüz edip pat-patlıyor. Sanırım klavyenin içinden çıkan tost artığı, saç, toz gibi bilimum süprüntü hoşuna gidiyor.

Neyse, biberon olayına geri dönersek, Can biberon yerine bardağı tercih etmesine edecek de… Biz içindekilerin dökülme riskinden dolayı biberonu tamamen ortadan kaldıramıyoruz. Sabah kahvaltısında süt ya da portakal suyu bu nedenle hep biberonla veriliyor. Yine uykuya yatarken sütünü de biberonla vermek işimize geliyor. Gece vakti kim pijamanın üzerine ya da yatağa dökülen bir sütü temizlemek ister ki… Velhasıl biberon olayını bebek bıraksa da biz bir türlü bırakamıyoruz.

Gelelim emziğe… Emziğimizi pek bir seviyoruz. Düşünceli olduğumuz zamanlarda hızlı hızlı, keyifli olduğumuz zamanlarda gevşek gevşek emiyoruz. Bazen de sapından tutup ağzımızın içinde tam tur döndürüyoruz. Lakin doktor amca emziği keseceksiniz diye tembihlediğinden beri emzik süresini azalttık. Sabah kalkınca tıpayı açıyoruz, uykuya yatana kadar emzik yasak. Uyku vakti yeniden ortaya çıktığında bir sevinç çığlığı atılıyor. Dolayısıyla gündüz boyunca tıpa açık olduğundan konuşma serbest.

Yavruyu konuşmaya teşvik için türlü numaralar yapıyoruz. Yaptığımız hareketleri seslendirmeler, cisimleri işaret ederek ismini söylemeler falan gırla gidiyor. Lakin bizimkinde tık yok. Arada sırada lütfen sarfettiği ge! (gel) ve birkaç hafta önce bir sabah aniden lütfederek babasıyla beni sonsuz mutluluklara gark eden Hohey (Kuzey-babasının adı) kelimeleri dışında bir numaramız yok.

Bununla beraber anneyle babanın her söylediğini gayet iyi anlıyor ve hatta işimize gelmediğinde anlamazlıktan gelerek karakterimizi de ortaya koyuyoruz. Vücut organlarının öğrenilmesi (kafa, saç, göz, kulak, burun, ağız, diş, bacak, ayak, el, popo, tummy-karın) tamamlandı. Sorunca başarıyla gösteriyor. Hatta dişlerini göster kısmında pek bir gülüyor. “Elini kokla Can” deyince o minik el buruna yapıştırılıp “mmmfff” diye koklanıyor, “Bunu al, babaya götür” diye ufaktan ev işleri de yaptırılıyor. Gelgelelim konuşma makinası kapalı…

Ha bu çocuk hiç konuşmuyor mu diyeceksiniz. Valla aslında şakır-şakır konuşuyor da seçtiği kelimeler ne Türkçe ne de İngilizce sözlüklerde mevcut. Daha çok Can’ca konuşuyor. Bize de beden ve işaret diliyle desteklediği cümleleri anlamak düşüyor. Allahtan söyledikleri “Annecim aşk acısı çekiyorum, kalbim çok kırık.” ya da “Bu üçgenin sinüsüyle, kosinüsünü kotaramadım anne” kıvamında değil. Garibim “süt ver, kakamı yaptım, bırak da o trenle biraz da ben oynayayım” üçgeninde dolaştığı için anlaması kolay oluyor.

Hele bir de soru vurgulamasıyla söylediği “Hehoyle hinne olehye hoye?” gibi cümleleri var ki adamın içini eritir. Eminin önemli birşey soruyor ve hatta yanıtını bekliyor ama bu anneyle baba anlamıyor maalesef. Bazen çene ishali kıvamında konuşuyor da konuşuyor. Biz de kendini kötü hissetmesin diye ”Hı-hı, evet oğlum, ayyynen öyle” falan diyoruz ama aslında tık yok. Kuzey zaten “Ah şu çocuk bir konuşsa”yı diline türkü etti. Ben desen aynı şekilde. Deli gibi kendi kendime monolog oynayıp duruyorum.

Geçenlerde çalan telefonu bizden önce kapınca konuşmasına izin verdik. Cep telefonunu tersten tutarak kulağına yapıştırıp, sağ elini de beline koymuş bir şekilde evde yürüyerek “Meheyya huhiy he, ahahnon” diye konuşan bir cüceye ne demeli…

21. ay doldu arkadaşlar, 22'den gün alıyoruz. Erkek çocuklarının geç konuştukları duyulmamış birşey değil, ama, daha ne kadar bekleyeceğiz? Fikri olan cidden beri gelsin… Zira bu anneyle babada fikir tükendi.

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>>

Yazının devamı...

Periler ve Diğer Küçük Şeyler

Aşağıdaki şiirimi yeni izleme fırsatını bulduğum “FairyTale: A True Story” filminden ilham alarak yazdım. Umarım hoşunuza gider…

Küçük şeyler! dedi Can
Küçük şeyler var bahçede annecim.
Periler ve böcekler, mavi kuşlar, bir de…
Çiçekler…
Meşgulum dedi anne… Sonra gelsen?
Ama anne?
Şşşş! İşim var.

Odasına geri döndü ayağını sürüyerek…
Offf şu büyükler! diye düşündü -alt dudağını bükerek-
Anlasalar bir ne dediğimi.
Söylüyorum oysa kendimce,
Kelimeyi çıkaramasam da dilim döndüğünce…

Kitaptan gözünü ayırdı baba: Ne istiyormuş bizimki?
Bilmem, dedi anne omuzunu silkerek,
heyecanlanmış birşeye besbelli.
Eteğime yapıştı, çekiştirip durdu minik deli.
Ah! Bir konuşsa da anlasak derdini…

Odasının penceresine yüzünü dayadı Can
İzledi camda buğular yapan nefesini
Küçük olmak ne kadar zor
- içini çekti-
Giderek hafiflerken
salondan gelen
anneyle, babanın
sesi

Bir dakika!
İşte orada!
Ağacın dallarında bir minik peri!
Dememiş miydim size
Beni ziyarete geldiklerini?
Hey! Periii! Periii!
Bir sır vereyim: Görürüm onları
taa doğduğum günden beri

Hani bazen…
Küçük bir gülücük oluşur dudağımda
Tam da kendimi teslim ederken,
uykunun sıcak kollarına
Hani bazen…
Gözlerimi dikerim uzaklara
Yetişkinlerin birşey görmediği
Odadaki o karanlık kuytuya
Hani bazen…
Ağlarım aniden, anlamsızca
Siz olsanız ne yapardınız?
Periler kraliçesi elinizden kaçtığında?

Üzücü olan…
Az uğrar oldular ben büyüdükçe…
Sesleri,
sanki daha bir uzak,
renkleri,
daha bir gri
O yüzden koşup yanınıza gelirim
Bahçede her gördüğümde
o pırıltılı
narin perileri…

Yarın birgün yetişkin olacağım
Odam küçük, hayat sıkıcı, dünya tanıdık,
Çocuksu merakımı unutacağım
O zamana dek
Ne olur…
Ne olur almayın elimden
Kuşları, böcekleri ve
bahçede uçuşan küçük şeyleri

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>>

Yazının devamı...

Hamilelikten Sonra Kilo Vaziyetleri

Siz de benim gibi yeni yıl yemeğini fazla kaçıranlardan mısınız? Akşam tıka-basa yemek güzel, 2013'ün ilk gününe aynada burnunuza dayanmış kocaman bir göbekle başlamak paha biçilmez! Hele göbeğiniz benim gibi 5 aylık hamile kıvamındaysa, hamilelik günlerinizi mumla anmanız işten bile değil. En azından o göbeğin iyi-kötü bir fonksiyonu vardı.

Bu korkunç yüzleşmeden sonra gözlerinizi aynadan süratle kaçırır, çok lazımmış gibi yeni yılın ilk kahvaltı sofrasına oturursunuz. “Amaaan, nasıl olsa ne yapsam olmuyor” diyerek, 2012'nin hırsını bir de orada çıkarırsınız. Kahvaltının ardından, tatil de olmasının verdiği rehavetle miskin miskin internet gazetelerine bakmaya başlarsınız. Gazeteciler hızını alamamış 2012'nin özetlerini, “en”lerini ya da Top 10 listelerini vermeye devam etmektedir. Geçen senenin en güzel hamile ünlüleriyle ilgili bir haber gözünüze takılır.

Amerikan gösteri dünyasındaki yıldızlarının hamileliğinin ortak noktası, hamilelik süresince bana göre çok ilginç bir şekilde kilo alıyor olmaları. Öncelikle ilk trimesterde hamile olduklarını fark etmek imkansızdır. (Hoş, ilk trimesterde nedendir bilinmez, bende de öyle olmuştu. Dünya üzerindeki her türlü yemeğe “bu kokuyor, bu yağlı, bu tuzlu” diye bahaneler buluyordum.) Neyse, Amerikan yıldızlarının hamileliklerinin ikinci trimesterinde karın kısımlarında bezelye tanesi gibi bir şişkinlik peyda olur. (Burada ayrışmaya başlıyoruz. Neymiş efendim, demek ki bizde Hollywood’a gidecek malzeme yokmuş.) Son trimesterdeyse bedenlerinin kol, bacak, kalça gibi kısımları incecik kalmaya devam ederken, karın bölgesinde ufak bir karpuz oluşur ki, arkadan baktığınızda hiçbirşey fark edilmez. Ancak önden ve yandan bakınca hamile oldukları anlaşılır. Aynı dönemde ben ise *ötü, göbeği pırtlatmış, bir fil gibi ortalarda dolaşıyordum.

Bu yıldızlarının hamilelikleri tamamlanınca önce bebekleriyle birlikte meleksi aile fotoğrafları basına sızar. Bembeyaz çarşafların içinde ana kraliçe edasıyla poz verir, eskaza kalmış bir-iki kiloyu da minik meleğin pespembe bedeniyle ustalıkla kamufle ederler. Ardından da kerametine hala akıl sır erdiremediğim bir şekilde bir ayda kilo vererek eski hallerine geri dönerler… Siz de yıldızların doğum sonrası incecik bedenleriyle çeşitli davetlere icabet ederken çekilmiş fotoğraflarına bakarak bebeğinizi emzirir ve bir tabak daha pilav yersiniz…

Bakınız sol tarafta hamile Beyonce, her zamankinden daha güzel… Sağ tarafta doğumdan 10 hafta yani 2.5 ay sonraki Beyonce. Delirmemek elde değil

Yıldızların çoğu hamileliklerini bu şekilde geçirirken, sayıca az bir kısmı da hamile bir kadından beklenecek ölçülerde kilo alarak yüreklere su serper. Doğumdan sonra da pek çoğumuz gibi kilo vermekte zorlanır, eski haline dönmesi sadece 1 aycık değil, daha makul bir süre alır. Bakınız Jessica Simpson…

Hamileyiz ama bilmem kaç santim topluklu ayakkabılarımızı ihmal etmeyiz. Doğumdan sonra da böyle arabadan zorlukla ineriz. Yaşşa be Jessica!

Hamileliği sırasında Elle dergisi’ne “Bu sabah kahvaltıda cheesecake yedim. Öğlen mi? Öğlen, kızarmış tavuk götürdüm” şeklinde renkli demeçler veren doğumdan sonra da (haliyle) kurtulamadığı kilolarıyla kamuoyunu uzunca bir süre meşgul eden Jessica, “Kendimi dünyanın beklentilerinden uzak tutmalıyım. Ben bir süpermodel değilim. Vücudum hamilelikten sonra kısa sürede eski haline dönmüyor. Ben sıradan bir kadınım.” diyerek bizim evden alkış sesleri yükselmesine neden olmuştu.

Diyeceğim o ki, gösteri dünyasının büyük çoğunluğuna bakarak hamilelik işine soyunursanız, sonrasında benim gibi göbeğinizde dümbelek çalarsınız. Bebek dışarı çıktığı noktada, etiydi, suyuydu derken, bir nebze hafifleseniz de, görüntünüz en fazla hamileliğin 5. 6. aylarındaki haline geriliyor. Asıl mücadele ondan sonra…

Aman da biz Akdeniz kadınıyız, o yüzden böyle falan diye düşünmeyin. Hamilelik kiloları dünyanın dört bir yanından kadınları vuruyor. Nitekim Amerika’nın ünlü ebeveyn sitesi BabyCenter.com hamilelikten sonraki kilo vaziyetleriyle ilgili, 7,000 anneyi kapsayan bir anket yapmış…

Diyeceğim o ki, siz de hamileliği süresince az kilo alıp, doğumdan sonra zort diye kilo veren şanslı azınlıktansanız susuyorum ve sizi tebrik ediyorum. Ancak benim gibi tombiş annelerdenseniz bilin ki yalnız değilsiniz. Hadi ben yılbaşı sofrasından kalan artıkları temizlemeye kaçıyorum…

Sevgiler,
Tanla
Diger yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>>

Yazının devamı...

Gözünü Sevdiğimin 21 Aralık’ı

21 Aralık felaketiyle ilgili haberler gazeteleri, televizyonları ve tüm sosyal medyayı basadursun, Bebek ve Ben kameraları, felakete bir gün kala, hepimizin yakından tanıdığı çeviriyor.

- Buse kızım bir dakika bakar mısın?

……

- Busee!

……

- Kız Buse, çenesi çekilmeyesice, bir bak diyorum!

- Ne var anne ya, şurada Facebook arkadaşlarımla chatleşiyorum.

- Yapıştın yine o ekrana. Bir tek kolunda serumunla, altında ördeğin eksik… Töbe ya! Sabah sabah söyletiyorsun anneyi. Kızım markete gitte bize 10 tane ekmek, birkaç paket makarna al.

- Oh-aaa! 10 ekmeği ne yapcaz anne? Misafir mi geliyor?

- Yok kızım 21 Aralık hazırlığı.

- 21 Aralık’ta ne var ki? Yoksa yine altın günün mü? Daha geçen çarşamba Şükufe teyzede değil miydi altın günü? Ne çabuk ay döndü de sana sıra geldi

- Yok kelebeğim onun için değil. Sen gazete okumuyor musun? Kaç gündür bas bas 21 Aralık haberleri yazıyorlar. E ben de hazırlık yapıyorum.

- Dünyanın sonu için hazırlık mı yapıyorsun anne? Şaka gibisin!!! Ne hazırlığı yaptın söyle bakalım.

- E, üç tencere dolma sardım, ikisi etli, biri zeytinyağlı. Baban sever diye kurufasulye yaptım. Sonra bir bidon kornişon turşusu bastım. Tazecik. Kurufasulyenin yanında iyi gider. Bi de sucuya telefon ettim. Sabahtan beri bidon bidon su taşıyor bize adam. Sen tabii kapandın yine o odaya. Dünyanın farkında değilsin.

- Hey Allahım sen bana akıl ver. Peki ne olacak sence dünyaya?

- Sorma kızım… Türlü felaket. Tüm gezegenler tek bir hizaya gelecekmiş.

- Hakkaten hizaya gelmelerinin zamanı gelmişti. Çok azdı zira o gezegenler. Bir başına buyrukluk, bir adam sendecilik

- Sen alay et bakalım. Gezegenler hizalanıp, tsunamiler kapını yalayınca görürsün hanyayı Konya’yı.

- Hay tsunamilere geleydim de bunları duymayaydım!

- Sonra dünyanın kutupların yer değiştirecekmiş. Böööle portakal kabuğunun meyvesi üstünde dönmesi gibi, kara katmanları da dünyanın çekirdeği etrafında dönecekmiş.

- Annecim sakın senin kafatasın beyin çekirdeğinin etrafında dönüyor olmasın?

- Ba-ba-bak terbiyesize Anneye neler diyor! Sonra Nuburi mu, Zibiru mu, Zibidi mi ne, işte o gezegen dünyaya çarpacakmış.

- Hah o gezegen benim kafama-kafama çarpsa da ben de şu iğrenç ötesi, sıkıcı hayatımdan kurtulsam…

- Gözünü seveyim bi kalk kızım o koltuktan ya! Herşeyi söyletme bana bin kere! Markete gitmiyorsan bari hazırlan, şu odanı topla biraz!

- Odamı mı toplayayım? Dünyanın sonunun benim odamın dağınık olmasıyla ne alakası var anne?

- Tabii sana kalsa öbür tarafa böyle pislik içinde gidersin. Soranda kabahat. Çekil kenara şu yatağını toplayacam.

- Anne dünyanın sonu geliyor sen hala benim odamın dağınıklığına takmış vaziyettesin. Bırak ya! Rahat ol biraz. Ayrıca dünyanın sonu geliyorsa bizzat benim odama mı geliyor? Misafir mi bu ya? Bırak dağınık kalsın.

- 30 senelik ev kadınıyım ben Buse! Bu yaştan sonra değişmem. Öbür tarafa dağınık gitti dedirtmem kendime. Sen istersen kendi pisliğinle oyna. Ben bu yatağı toplarım.

- Üfff, tamam. Çekil kenara, ben kendi yatağımı kendim toplarım.

- Benim gibi titiz bi kadından senin gibi umarsız bir sıpa nasıl çıktı Buse. Hala şaşırıp duruyorum. Dünyalar devrilse umrunda değil, ki, bu sefer lafın gelişi değil, gerçekten devrilecek. Hiç mi korkmuyorsun?

- Bak annecim, benim güzel annem, saf annem. O söylenen teorilerin hiçbirinin aslı yok. Şarlatan tipler sizin gibi safları bulmuş, uyduruyor da, uyduruyor. Ya tutarsa! Bak benim yaşım 17. Şu kısacık ömrümde düzenli olarak her 5 senede bir dünyanın sonunu getirdiler. E hani? Hala her Çarşamba güzel güzel oturup, çekirdek çitleyerek Muhteşem Yüzyıl’ı izlemeye devam ediyoruz. Dünyanın sonunu kim kaybetmiş de biz bulalım.

- Peki Mayalara ne diyeceksin?

- O takvimi yapan adam muhtemelen sıkılmış. “Ömrümü tükettim bu takvime ülen ben. Taşın üzerine çiviyle çak babam çak. Astronomiden anlıyoruz diye herkesin angaryasını biz mi yapacaz? 2012'ye kadar kim öleee, kim kala” dedi ve bıraktı. Bin sene önceki adamın derdi şimdi bizi gerdi. İşe bak ya…

- Yani adam sıkıldı diyorsun?

- Yok, dur, bak daha iyisini buldum: Maya uzay bilimcisi amcam yılbaşında kafaları çekmiş. Sonra da “Dur ben şu geleceğin lavuklarına bir oyun edeyim. Getir ordan taş tabletle çiviyi Hüsnü. La Hüsnü, 2012 nasıl yazılıyordu la?”

- Valla seni bilmem kızım. Ben Şirince’ye üç kişilik otobüs biletini aldım. Sana, babana, bana… Yarın saat 5,30'da Ataköy’den kalkıyor. İstersen gelirsin. Gelmezsen sen bilirsin.

- Hiii! Şirince gemisine sen de mi bindin anne ya! Bir kere akıl var mantık var. Orta Amerika’da yaşayan Maya’lı bilgeler mi buyurmuş Fransa’nın dandik köyüyle, bizim Şirince’yi… Sizi tavuk gibi yolacak Şirince esnafı. Artık 1 liralık tostu 10 liraya yer, üzerine de mis gibi Şirince şarabı içer, oturursunuz. Şarap artarsa şişeyi sakın atmayın ha! 22 Aralık’tan sonra Şirince gezisinin kredi kartı borçlarını öderken kalanını içer, kafanızı da duvarlara vurursunuz. Ehehhe! Bak Facebook’a 21 Aralık Şirince gezi programını koymuşlar. Dur şunu like edeyim. Bak-bak, Ağaoğlu Şirince’den arazi almış. “Şirince Kıyamet Konutları”nı inşaa ediyormuş. Ahahaah! Twitter’da diyor ki, Cuma günü kıyametse, bugün çıkmaz ayın son Çarşambası mı?

- Hadi, hadi yeter artık anneyle bu kadar alay ettiğin.

- Ba-bak Zaytung’da haber çıkmış Şirince muhtarı “Bu arkadaşların ceplerindeki parayı son kuruşa kadar almazsak adam değiliz” diye beyanat vermiş. Heheh!

- Ben dışarı çıkıyorum. Yeni turşular için bidon alacam. Sen de doldur bunları beynine, ne halin varsa gör!

- Annneee! Dur gitme! Zaten kıyamet kopsa bir tek Polat Alemdar yaralı olarak kurtulurmuş. Acaba o da mı Şirince’ye gidiyor? Eheheheh! Annea? Anneeeaaaeeee!

Sevgiler,
Tanla
Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>>

Yazının devamı...

Ben Bunları Yapacak Kadın mıydım?

Anne olmadan önce ne kadar rahat, kaygısız bir yaşantısı oluyor insanın öyle değil mi? Öncelikle kendinize, çalışıyorsanız patronunuza, bir de aileniz ya da yakın arkadaşlarınıza karşı sorumlusunuz. Bakın anne olmak insanı nasıl da değiştiriyor? Daha önce yapmam dediğiniz şeyleri bal gibi yapmaya başlıyorsunuz.

Öncelikle yemek konusu. Yemek pişirmeyi her zaman sevdim. Her türlü yemeği yapabilmekle beraber, fazla zaman harcamadan, tercihen 30 dakikanın altında pişireceğim yemekler favorimdir. (Teeembel, tembel, tavuklara yem ver!) Can dünyaya gelmeden önce Kuzey ile yemek tercihlerimiz daha kolaydı. Dilediğimiz sıklıkta yemek pişirir, kimi zaman öğün atladığımız, uyduruk-kaydırık bir sandeviçle geçiştirdiğimiz ya da dışarıda yediğimiz de olurdu. Can dünyaya geldikten sonraki ilk birkaç ayın da nispeten kolay olduğunu söyleyebilirim. Kendi yemek düzenimize olduğu gibi devam ediyor, Can’a da aldığı tek besin olan sütü ayarlıyorduk. Gel gelelim Can katı gıdaya geçtikten sonra işler değişti. Bir kere kendimiz ne olursak olalım, istersek keyfi açlıktan yerlerde sürünelim, Can’ın yemeğini ihmal etmek gibi bir durum söz konusu olamazdı. Üstelik mutlaka tuzsuz, şekersiz ve sağlıklı yöntemlerle pişirilecek. Zamanla Can için pişirirken bizim için de ayrı bir tencerede yapmak (ya da kimi zaman Can’ın tarzında ama hepimizin yiyeceği kadar çok hazırlamak) zor gelmemeye başladı. Böylece ben de düzenli yemek yapmaya başladım. “Aman öyle her gün yemek pişiremem!” diyen bendeniz için, buyrunuz, ilk değişim.

İkincisi yine yemekle ilgili, ama, belki de size eften püften gelecek komik bir detay: Zeytin çekirdekleri ve yumurta kabukları… Ha? O da ne? demeyin. Anlatıyorum canım. Kahvaltı sofralarını çok severim. Hatta belki en sevdiğim öğün kahvaltıdır bile diyebilirim. Mesela Amerikalılar kahvaltıyı basit bir mısır gevreği-sütle yaparken, Türk milleti için kahvaltı tören gibidir. Peynir, zeytin, reçel, bal, tereyağı, çay, domates, salatalık derken iki öğüne yetecek gıda alırız. Özene bezene hazırlanmış sofrada sohbet ederek kahvaltımızı yaparız. Sonra da tabii toplama kısmı. Belki şaşıracaksınız ama mutfağı toplamayı severim. Karmaşık, yağlı bulaşıklarla dolu bir tezgahtan pırıl pırıl bir tezgaha geçiş hep hoşuma gider. Ancak kahvaltı sofrasını toplamakla ilgili bir detay var ki her seferinde tüylerimi diken diken eder: O da zeytin çekirdeklerini ve yumurta kabuklarını çöpe dökmek. Nedendir bilmem ikisinden de tiksinirim. Küçüklüğümden beri zeytin çekirdeklerinin elime değmesinden hiç hoşlanmam. Tabağımda bile hep çatalla ittiririm. Başkalarının zeytin çekirdeklerinden daha çok tiksinirim. Haşlanmış yumurtanın kabuklarına dokunmayı da hiç sevmem. Kazık kadar kızdım, yumurtamın kabuklarını annem soyardı. Aha bunu da itiraf ettim. Evlendikten sonra da yumurta kabuklarını kocam soymaya başladı. (Zalim kadın!) Ancak Can dünyaya geldikten sonra bilin bakalım ne oldu? Zeytin çekirdekleri ve yumurta kabuklarından kaçan deli bünyem duruldu. Özellikle haftaiçi Can’ın kahvaltısını ben hazırladığımdan, yani iş başa düştüğünden, yumurta kabuklarını da paşa paşa soymaya başladım. Zeytin çekirdeklerini de ellerimle çıkarıp atmaya başladım. Yaaa!

Son olarak da yatağın toplanması konusu… Evet, itiraf ediyorum o konuda da biraz tembeldim. Bekarken annemin her sabah kalkar kalkmaz ilk iş, büyük bir özenle yatağını toplamasını da eleştirir, kendi kendini yorduğunu söylerdim. Evlendikten sonra da keyfim istediğinde bazen ve misafir geleceğinde mutlaka toplar, ancak evde sadece Kuzey ile ben olduğum zamanlarda yatağı çoğunlukla dağınık bırakırdım. “Yatak toplamak nankör iş, sonuçta akşam yine bozulmayacak mı?” en sevdiğim cümleydi Sonra ne mi oldu? Can yaşantımıza girdikten ve hele de ayaklandıktan sonra evimiz daha büyük bir kaos haline geldi. Her yerde giysiler, oyuncaklar, halılarda yemek kırıntıları… Bütün bu dağınıklığın içinde, nedendir bilinmez, yatağın dağınıklığı bana batmaya başladı. Her sabah kahvaltıdan sonra yatağımı güzelce toplar hale geldim. Belki de öğle uykularında Can’la beraber bizim yatağa uzandığımız ve çocuğu dağınık yatağa yatırmak istemediğim için… Gördüğünüz gibi minik-kuş yaşantımızda bunu da değiştirdi.

Can ile beraber değişmeyen tek şey var: En sevmediğim ev işi olan ütüler. Daha önceki “” yazımdan da belki hatırlayacağınız üzere, tüm ev işleri arasında ütüler belalım olmaya devam ediyor. “En iyi çamaşır buruşmayan çamaşırdır! Çamaşır makinadan çıktığı gibi güzel! Gözden ırak olan ütü gönülden de ıraktır!” gibi pek çok nacizane atasözü yazmama vesile olacak kadar gıcık olduğum bu işi başarıyla ihmal etmeye devam ediyorum. Allahtan Can’ın şu anda ütü olayına pek aldırdığı yok. Ha, Can büyür de ütülü forma gerektiren bir okula giderse o zaman düşünürüz…

Benden itiraflar işte böyle… Sizin de bekarken “hayatta yapmam!” dediğiniz, ancak anne olduktan sonra yapmaya başladığınız şeyler var mı? Varsa itiraf zamanı… Çekinmeyin, anlatın canım. Şurada anne-anneye dertleşiyoruz öyle değil mi?

Sevgiler,
Tanla
Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>>

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.