SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Profesörüm, Derste Emziririm, Kime Ne?

Merak ettiniz değil mi? Profesör Adrienne Pine, “Sex, Cinsiyet ve Kültür” isimli derste bebeğini emzirdiği için Amerika’da tartışma konusu oldu.

28 Ağustos’taki olay şöyle gelişiyor: Washington’daki Amerikan Üniversitesinde antropoloji profesörü olan Pine, ders günü sabahında bebeğinin ateşli olduğunu fark ediyor. Dönemin ilk dersi olduğu için, öğrencilere haksızlık yapmamak için dersini iptal etmiyor. Ateşli olan bebeğini yuvaya bırakamadığı ve bırakacak başka kimse de bulamadığından onu sınıfa getiriyor. Bebek bir süre yerlerde emekliyor. Bir süre profesörün asistanı tarafından, görev tanımında olmadığı ve profesör tarafından da istenmediği halde, asistanın ısrarıyla, oyalanıyor. Bu arada bebek, yerde bulduğu bir kağıt kıskacını yemek istediği için profesör öğrenciler tarafından uyarılıyor. Yine bebek elektrik prizine elini sürmek üzereyken annesi tarafından oradan uzaklaştırılıyor. 75 dakika süren dersin sonuna doğru, bebek huzursuzlanmaya başlayınca annesi aç olduğunu anlıyor. Dersi anlatmaya devam ederken, bebeğini yaklaşık 1 dakika boyunca emziriyor. Sonunda bebek rahatlayarak uyuyakalıyor. Hikaye bundan ibaret.

İlk planda akla gelen sorular:

- Bebeği ders esnasında, tüm öğrencilerin içinde emzirmek doğru mu?

- Hasta bir bebeği okula getirmek doğru mu?

- İşyerinde önemli bir günde çocuğunuz hasta olsaydı, siz ne yapardınız?

Bu sorulara acele bir yanıt vermeden, gelin hikayenin taraflarını dinleyelim:

Prof. Pine, bebeğini sınıfta emzirmeyi hassas bir konu olarak görmediğini ve öyle olduğunu düşünseydi bu hareketi yapmayacağını söylüyor. Pine, bebeğini daha önce otobüs, tren, yol kenarı, restoran, televizyon stüdyosu ve konferanslar gibi halka açık yerlerde emzirdiğini belirtiyor. Bu koşulların her zaman kolay olmadığını, çünkü bebeklerin rahat durmayabildiğini, ancak, bebeğini yardımsız olarak yalnız başına büyüten ve fazla geliri olmayan bir anne olarak iş yaşantısından fedakarlık etmek ve çok sıkı çalışmak arasında tercih yapmak durumunda kaldığını ekliyor.

Prof. Pine, olaydan 1 hafta sonra, 5 Eylül tarihinde konu ile ilgili yazdığı ve “Kampüste Emzirmenin Mantığı: Göğüslerimi İnternette Sergilemek” başlıklı blogunda şöyle diyor: “Bugüne kadar kendimi laktivizmden (kadınların emzirme hakkının savunuculuğunu yapmak) uzak tutmaya çalıştım. Beyaz kadınların toplu olarak halka açık yerlerde emzirme çabasını umutsuz, burjuva bir yaklaşım olarak gördüm. Emzirmenin mama ile beslemeye oranla daha iyi olduğu konusuda kesin bir görüşüm yok. Emzirmenin sağlık açısından faydaları olduğu açık, ancak, bir annenin emzirmek istememek ya da emzirememek için de geçerli sebepleri olabilir.

Neden emziriyorum? Çünkü seyahat ederken garantili olarak bulabileceğim bir besin kaynağı. Emzirmek ücretsiz ve biberon temizlemekten nefret ediyorum. Benim için emzirme kutsal ya da hassas bir konu değil. Sadece bebeğimi beslemek için en kolay yol.

Benim çocuğumu halka açık yerde emzirebilme hakkımı, bu konuda mücadele eden kadınlar yüzünden kazandığım ve o kadınlara karşı nankörlük yaptığım tartışılabilir. Dürüst olmak gerekirse, biyolojik olarak anne olma durumuma dikkat çekmeden çocuğumu beslemek için daha kolay bir yöntem olsaydı, bunu yapardım. Ancak böyle bir yöntem yok. Görünüşe göre annelik halk gözünde benim antropolog, yazar, profesör ve çalışan olmamdan daha üstün bir durum. Her ne kadar geçen haftaya kadar başıma böyle bir olay hiç gelmediyse de, çocuğumu besleme konusunda bana meydan okuyan herkese karşı, doğallık, anne/çocuk bağının kutsallığı gibi cinsiyetçi konulara sapmadan, kendimi savunabilirim.

Haberin geniş kitlelere ulaşması, okul gazetesinden bir öğrenci-gazetecinin profesörle ayaküstü yaptığı röportajdan sonra oluyor. Gazetecinin röportajda sorduğu sorulardan bir tanesi “Sınıfı halka açık bir alan mı, yoksa özel bir alan mı olarak görüyorsunuz?". Pine "İkisi de" şeklinde yanıtlıyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: "Amerikan Üniversitesi pahalı ve özel bir okul. Sınıfın da özel bir alan olduğu söylenebilir. Ancak, üniversite, idealde, fikirlerin karşılıklı olarak söylenebileceği ve halka açık olarak tartışılabileceği bir forumdur. Umarım benim sınıfım da bu tür tartışmalara açık bir yerdir. Ancak sınıf özel bir alan da olsa, halka açık bir alan da olsa, bu durum aç çocuğumu beslemek konusundaki fikrimi değiştirmez.”

Gazeteci yeni bir soru soruyor, “Olay gerçekleştiğinde öğrencilerinizin ne düşüneceği konusunda endişe ettiniz mi? Bu durumdan rahatsız gibi göründüler mi? Herhangi birşey söylediler mi?” Pine şöyle yanıtlıyor: “Ben profesörüm ve sınıftaki otoritenin sahibiyim. Feminist antropoloji konusundaki bir dersin ilk gününde, öğrencilerin kısmen açılmış bir göğüsten korktuklarını söyleme ihtimalleri sizce nedir?”

Gazeteci ardından kültürlere duyarlılık konusunu açarak, Amerikan Üniversitesi’nin değişik milletlerden oldukça fazla öğrenciye sahip olduğu ve onların ne düşüneceği konusunda profesörün endişe edip etmediğini soruyor. Pine başka kültürlerin çoğunda çalışan kadınların emzirmesini haber konusu yapacak bir bağnaz yaklaşım olmadığını belirtiyor.

Prof. Pine, bu röportajı verdikten sonra okul gazetesiyle bağlantıya geçerek yayınlanmamasını istiyor. Ancak gazetenin kararıyla yayınlanıyor. Öğrenciler de olayla ilgili sosyal ağlarda yorumlar yazınca, konu büyüyüp, ülke çapında bir haber haline geliyor.

Olayın ardından medyanın görüştüğü öğrenciler farklı farklı yorumlar yapıyor. Öğrencilerin bir kısmı profesörü desteklerken, bir kısmı da yaptığı harekete karşı çıkıyor. Öğrencilerle yapılan röportajlardan seçmeler şöyle:

- Bu durum çocuğun sağlığıyla ilgili. Benim için profesörün emzirmesi çok da önemli değil.

- Bence yaptığı hareket meslek ahlakına aykırıydı. En azından sınıftan dışarı çıkabilirdi.

- Yapması gerekeni yaptı. Dersi bitirmek zorunda olduğu için emzirirken konuşmasına devam etti. Emzireceğini önceden söylediği için fazla şaşırmadım. Bence durumu olabilecek en profesyonel şekilde idare etti.

- Bu durumun dikkatimizi dağıttığını düşünüyorum. Hasta çocuğunu zaten sınıfa getirmemeliydi.

- Bence çocuğunu sınıfa getirmesinde bir sorun yok. Sadece sınıfta emzirmeseydi daha iyi olurdu.

Üniversite yetkililerinin FOX televizyonuna konuyla ilgili yaptığı ilk açıklama “Bebeklerin sınıfta emzirilmesiyle ilgili bir politikalarının olmadığı, bu konuda yapılacak değişik tercihler olabileceği, bu konuda sorulması gereken sorulardan birinin de hasta bir çocuğun okula getirilip, getirilmeyeceği” yönünde. Üniversite, bu konudaki politikalarını inceleyeceğini belirtiyor. Profesörün disiplin cezası alıp-almayacağı hususunda da, “bunun kişisel bir olay olduğunu” söyleyerek, görüş belirtmekten kaçınıyorlar.

Profesörün 5 Eylül tarihinde yazdığı blog üzerine, üniversitenin yaptığı açıklama ise şöyle: “İş ve aile yaşantısında denge kurmaya çalışırken güçlükler yaşayan fakülte üyeleri ve diğer çalışanlarımızı destekliyoruz. Üniversitemiz emzirme konusunda federal kanunları ve Washington eyaletinin kanunlarını takip ediyor. Çalışanların mesai saatleri içinde kabul edilebilir bir mola süresi ve 1 yaşına kadar olan bebeklerin ihtiyaçlarını sağlamak için süt sağma odası hakkı var. Bunun dışında, emzirmekle ilgili okulun özel bir kuralı yok. Yine çocuğu hasta olan ebeveynler için de ücretli izin hakkı var. Ancak Pine’ın bloguna yazdığı öğrencilerle ilgili yorumlarla aynı fikirde değiliz” şeklinde bir beyanat veriyor.

Okulun bir diğer açıklamasıysa, “Çocuk hasta olduğunda ve bakımı konusunda yardımcı olan kimse olmadığında, fakülte üyelerinin izin alması ve sınıfa girecek başka bir öğretmeni ayarlaması, hasta çocuğu sınıfa getirmemesi.”üzerine.

Tarafların görüşlerini okudunuz. Bilmem siz ne düşünüyorsunuz? Sizce profesör mü, yoksa bu durumdan rahatsız olan öğrenciler mi haklı? Sizce profesör bebeğinin beslenmesi konusunu profesyonelce idare etti mi? Sesinizi duymak isterim.

Sevgiler,
Tanla
Diger yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> Bebek_ve_Ben

Yazının devamı...

Can'ın Yaşantısında Bilgisayar Olacak

Türkiye’de kişisel bilgisayarlar 90'lı yıllarda yoğun olarak kullanılmaya başladı. Ben de ülkenin koşulları ve yaşım itibarıyla, doğduğumdan beri içinde bilgisayar olan bir evde büyümedim. Kardeşim Şansal’la birlikte kullanacağımız ilk bilgisayarımızı babam aldığında, ben üniversiteye yeni başlamıştım, kardeşim ise orta sondaydı. O ilk günü anımsıyorum da, daha mouse’un nasıl tutulduğunu bile bilmiyordum.

İlk aylarda bilgisayarımızın kaç defa çöktüğünü hatırlamıyorum bile. Şansımıza, bilgisayarı aldığımız mağazadaki satış görevlisi, Şenol abi, çok ilgili bir gençti. Çıkan her sorunda ona telefon ederdik. O da mesaisi bitince, evine gitmeden önce bize uğrar ve sorunları çözerdi. Şenol abi evli değildi. Bilgisayarımızı tamir ederken, aile ortamında bulunmak ve annemin yaptığı güzel yemeklerden yemek, sanırım ona cazip geliyordu. Şenol abinin gülümseyen yüzünü ve “öncelikle geçmiş olsun” diyen sesini, kardeşimle beraber dün gibi hatırlarız…

Bilgisayarın bu kadar sık bozulmasının bize şöyle bir katkısı oldu: Şenol abinin yaptığı her tamiratı dikkatle izledik ve sorular sorarak neyi nasıl yaptığını öğrendik. Onun sabırlı açıklamaları sayesinde, biz de giderek daha az soru sorar duruma geldik. Bir müddet sonra kardeşim bilgisayar donanımında, ben de bilgisayar yazılımlarında adeta birer uzman olduk. Üniversite bitip, bir bankanın genel müdürlüğünde işe başladığımda, bilgisayar bilgim o kadar ileriydi ki, şubelerden bilgisayar ile ilgili bir soru geldiğinde, ekrana bakmadan, yazılım menülerini ezbere söyler ve onları yönlendirebilirdim. Kardeşim ise sıklıkla bilgisayarının kasasını açıp, onu en yeni donanımlarla güncellerdi.

Bilgisayar kullandığımız için ne ben, ne de kardeşim antisosyal ya da obez olduk. Bilgisayarda aksiyon ve macera oyunlarını da çok sık oynadık. Bu da bizi agresif ve şiddet düşkünü bir insan haline getirmedi. Aksine, bilgisayar bilgimiz her zaman önümüzde kapılar açtı ve bizi farklı kıldı. İngilizce bilgimin bir kısmını bilgisayarda online ya da offline oyunlar oynarken ve chat yaparken geliştirdim.

Şimdiki çocuklar çok şanslı. Oğlum Can doğduğunda evimizde bilgisayar vardı. Can bilgisayara olan ilgisini yanılmıyorsam ilk kez 4 aylıkken göstermişti. Kucağıma aldığımda, beni taklit ederek, klavyeye rastgele bastmıştı. Hala ben bilgisayar başında çalışıyorken hep kucak ister ve ekrana bakmaktan çok hoşlanır. Kimi zaman ona çektiğim fotoğrafları ya da internetteki bebek resimlerini gösteririm. Onları ilgiyle izler. Bazen de, kimbilir ne hoşuna gidiyorsa, kahkahayı basar.

Çağımız internet, facebook, twitter, bilgisayar oyunları çağı… Bunlardan uzak durmanın hiçkimseye faydası yok. Bilgisayar iletişimi öldürüyor diyorlar. Evet, yüzyüze iletişimi belki bir ölçüde azaltıyor ama yeni tür iletişimlerin de kapısını açıyor.

O nedenle çocuklarını bilgisayardan uzak tutan, bilgisayarı bir öcü gibi gösteren ebeveynlerden biri olmayı düşünmüyorum. Can ne zaman isterse o zaman, bilgisayarla haşır neşir olabilir. İnternette çocuklara uygun olmayan içeriği mutlaka bloke ederim, ama, “bizim çocuğumuzun günde sadece 30 dakika bilgisayar kullanmasına izin var.” diyeceğimi sanmıyorum. Sorumlu bir şekilde ödevlerini bitirdiği ve gün içinde fiziksel anlamda aktif olduğu sürece, isterse 3 saat kullansın.

Ayrıca “çocuğumuz bilgisayarı sadece ödev yapmak için kullanmalı” klişesine de düşmeyeceğim. Bilgisayar bal gibi eğlence için de kullanılır. Bu arada bilgisayar oyunu oynamayı seven herkes, 30 dakika gibi bir sürenin hiçbir oyunu keyifle oynamaya yetmeyeceğini bilir.

Bunun ötesinde, ben özellikle alıp burnuna dayamam, ama, Can belli bir yaşa geldikten sonra eğer vurdulu kırdılı oyunları talep ediyorsa, oynayabilir. Bir aile şiddet ve doğru/yanlış konusunda çocuğu bilinçlendirmişse, sadece bilgisayar oyunu oynadı diye şiddete eğilimli bir hale geleceğini düşünmüyorum.

Özetle, Can’ın yaşantısında bilgisayar hep olacak. Ama az kullanır, ama çok kullanır, bu tamamen kendi bileceği bir şey. Eğer bilgisayar ile küçük yaşlardan itibaren ilgilenir ve 9 yaşında da ilk programını yazarsa, değmeyin benim keyfime. Ben de Facebook’ta arkadaşı olur ve çok oyunculu online oyunlarda (massively multiplayer online game) oğlumla beraber takım olup, mağaralardaki yaratıklarla savaşıp, hazinelerini ele geçiririm.

Ola ki bilgisayardan hazzetmedi. Doğru ya, herkes bilgisayarı sevecek diye bir kural yok. İtiraf ediyorum, biraz hayal kırıklığına uğrarım. Bu durumda da en azından “benim bilgisayar düşkünü çatlak bir annem var” der herhalde… Eh! o kadarı da bana yeter.

Sevgiler,
Tanla
Diger yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> Bebek_ve_Ben

Yazının devamı...

Bakımlı Anne Berduş Anneye Karşı

Bebek annesi olup da bakımlı kalabilen kadınlara her zaman bayıldım. Tek kolda asılı Louis Vuitton çantaları, sanki hiç doğum yapmamışçasına ahenkle salınan sıkı ve zayıf bedenleri, rüzgarda dalgalanan fönlü saçları ve sivri topuklu Louboutin’leri ile bu kadınlar anneliği bir masal gibi yaşarlar. Çantalarından boşta kalan kollarına aldıkları bebekleri, sanki elbiselerine iliştirdikleri şirin bir aksesuar gibidir.

Bu kadınların kapılarını en olmadık zamanlarda bile çalsanız, faka bastırmanız mümkün değildir. Sabahları muthemelen, bebekten önce, erkenden kalkarlar. Duşlarını alıp, makyajlarını yaparlar, eteklerinin rengini bluzlerine uydururlar. Üzerine de en uygun takılarını takarlar. Geceleri yatmadan önce makyajlarını siler, kremlerini mutlaka sürerler. Önlerine çıkan hiçbir zorluk, onları bu kişisel bakım rutininden uzaklaştıramaz.

Sakın bakımlı anneleri kıskandığım ya da onlarla dalga geçtiğim sanılmasın. Onları yürekten takdir ediyorum. Ama, ne yalan söyleyeyim, ben hiçbir zaman öyle bir kadın olamadım. Bana olsa olsa berduş anne dersiniz.

Sabah kalktığımda, gece boyu uyanma ve emzirme seanslarından dolayı yorgun olurum. Yüzümü yıkadıktan sonra kahvaltımı bile yapmak zul gelir, değil mi ki üzerimi değiştirip, makyaj yapacağım. Can henüz çok küçük olduğu için, gün içinde zamanımın çoğu onun beslenmesi, uykusu, temizliği ve oyalanması ile geçer. Bu harala gürele içinde, dışarıya çıkmayacaksam pijamalarımı bile değiştirmem. Gün içinde boş zamanım olduğunda, ya da bebek uyuduğunda diyelim, kaşlarımı almak yerine, uyumayı ya da projelerim üzerinde çalışmayı tercih ederim. Bakımlı anne banyodan sonra saçlarına fön çekerken, ben saçlarımı şöyle bir kurutup hızla bilgisayarımın başına geçerim. Bilgisayarın tuşlarına uzun tırnaklarla basmak zor geldiğinden, tırnaklarımı uzatıp, oje sürmekten zaten yıllar önce vazgeçtim.

Velhasıl, bakımlı anneleri etrafımda görmekten zevk alsam da, asla bakımlı bir anne olmadım.

Ben bakımdan çok kişisel temizliğime dikkat ederim. Duşumu düzenli olarak alır, dişlerimi iki elim kanda da olsa fırçalar, ellerimi sık sık sabunlarım. Ama özellikle Can’ın doğumundan sonraki son 5 ayda, kişisel temizliğin ötesinde bakımlılık mertebesine erişemedim. Biraz zamanım olsa ya yazıyorum, ya okuyorum ya da izliyorum.

Bundan pişman mısın? derseniz, pek de pişman olduğumu söyleyemeyeceğim. Bakımlı olmak tamamen kişisel tercih meselesi. Zamanı değerlendirme söz konusu olduğunda, berduş anne (bendeniz) tercihini başka şeylerden yana yapıyor, bakımlı anne başka şeylerden yana. Allahtan halden anlayan bir kocam var da “hanım nedir bu haller, ben berduş kadın istemem, kendine çeki-düzen ver” demiyor. Bakımlı annenin kişisel bakımını yapmak için bebeğini ihmal ettiğine ihtimal vermiyorum. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Daha önemlisi berduş anne misiniz? Yoksa bakımlı anne mi?

Sevgiler,
Tanla
Diger yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> Bebek_ve_Ben

Yazının devamı...

Doğal Ebeveynlik falan filan

- Günaydın annecim!
- Günaydın Buse’m! Benim güzel kelebeğim iyi uyudu mu bu gece?
- Nasıl uyuduğumu bilmiyor musun anne? Zaten aynı yataktaydık.
- Sohbet olsun diye sordum çocuğum, hemen kızma anneye. Yine bütün gece boyunca döndün durdun. Bir sıkıntın mı var kuşum?
- Her sabah aynı konu. Kaç kere rica ettim annem ya. Artık şu yatakları ayırsak?
- Söz konusu bile olamaz Busecim. Güven duygun sarsılır. Bu riski göze alamam.
- Anne valla billa, iki gözüm önüme aksın ki sana dağlar kadar güveniyorum. Bir tek yatakları ayırdık diye güvenim sarsılmaz.
- Olmaz yavrum. Sen daha doğmadan önce, babanla ben doğal ebeveynlik yapacağımıza yemin ettik. Yeminimden dönmem.
- Ama anne, yaş 26 oldu. Arkadaşlar artık alay ediyor benle. Ana kuzusu diyorlar.
- O arkadaşların alay eden dillerini bükerim ben. Hepsi duygusal özürlü, güvensiz hergeleler. Daha birinin bile ciddi bir arkadaşı yok. Annesinden ayrı yatan işte böyle çarpılır.

- Of tamam ya, bu konuyu kapatalım. Kahvaltıda ne var?
- Haşlanmış yumurta, peynir, pekmez… Hepsini ezdim, bulamaç yaptım. İçine de kendi sütümden koydum yavrııım!
- Ughh! Anne ya, sen varya, doğanın bir mucizesisin. Doğumdan 26 yıl sonra hala çocuğunu anne sütüyle besleyen başka biri yoktur herhalde.
- Planlı olursan sen de mucize yaratırsın çocuğum. Biliyorsun anne sütü en besleyici gıda. Geçen sene, senin zorunla, emzirmeyi bıraktıktan sonra, sağmaya devam edip poşetledim hepsini.
- Anne lütfen bu konuyu açmasak. Cidden içim bir tuhaf oluyor. Herkesin 25 yaşına kadar çocuğunu emzirdiğini söylemiştin. Sana inandım. Madara ettin beni.
- Buse, başka ailelerin ne yaptığı bizi ilgilendirmez. 25 sene emzirdim de fena mı ettim? Bak şimdiye kadar hiç hastalanmadın.
- Ruhum hastalandı benim anne! Onu ne yapacaz?
- Efendim?
- Hiç!
- Ne olur sanki emmeye devam etseydin. Beni poşetle falan uğraştırıyorsun şimdi.
- Anne yaaa!

- Tamam, tamam… Bugün ne yapacaksın?
- Eda Nur ile buluşmayı düşünüyorum. Ne oldu?
- Hiiiç. Çarşıya inecekseniz bana biraz kumaş alır mısın onu soracaktım.
- Ne yapacaksın kumaşı?
- Sana bahsettiğim battal boy sling projesi var ya! Onun üzerinde çalışacaktım.
- Anne! Bunu kaç defa konuştuk. Bu aşamadan sonra slinge oturmam cidden mümkün değil.
- Neden çocuğum? Ben seni Allah izin verdiği sürece taşımaya yemin ettim.
- Anne ya! Bir kere söylediğin şeyi kulağın duyuyor mu? 65 kilo oldum ben. Senin de belin sakat. Nasıl taşıyacaksın? Ayrıca 10 yaşıma kadar cebren ve hileyle slingde taşımayı başarmış olsan da, son 15 senedir yürüyorum ben. Yürümeye alıştım artık. Geri dönmeyi de düşünmüyorum.
- Buse, slingdeki günlerini hatırlıyor musun? Sıcak, samimi… Hele bir de anne tenine yakın olmanın verdiği o güven duygusu.
- Hatırlamaz mıyım anne? İlkokulda arkamdan alay eden arkadaşlarım. Yaz günlerinde 1000 derece sıcaklıkta bedenlerimizin adeta kaynak yapılmış gibi yapışması…
- Nankörsün Buse! Nankör! (Mööö!) Bak Sarıkız bile anladı. Koş hemen hayvana yem ver.

- Anne, dün eve dönerken apartman yöneticisi yine beni asansörde yakaladı. Bizi belediyeye şikayet etmiş. Ama onların aksiyon almasını beklemeye tahammülü kalmamış. İneği ve tavukları en kısa zamandan balkondan indirip bir çiftliğe göndermezsek, gelip kasap bıçağıyla kendisi kesecekmiş. Ne olur biz de herkes gibi sütümüzü, yumurtamızı marketten alsak?
- Çüşşş! Bak sen şu şehir zorbasına! Organik yaşamdan ne anlar o hırto. Ben çocuğumu De-de-o’lu yiyeceklerle besleyemem.
- Ge-De-O! o anne!
- Ne-De-O’ysa O-Da-O! Bak sinirden dilim karıştı. Sinir oldum ben. Deli-Anne oldum. Dillenir durur içimdeki öfke nöbetleri, bazen bir haykırış, bazen bir bağırış, birbirini kovalayan bir devinim içinde, apartman yöneticisine kızarken, seni uygun şekilde büyütemediğimden duyduğum endişe bir kıskaç gibi sıkar kalbimi. Kan-ter içinde girdiğim nöbetlerden uyanır, ellerimdeki kovalarda tazecik sağdığım sütler ve göğüs dekolteme sakladığım tavuk yumurtalarıyla, aynadaki aksime burun kıvırarak bakarım kendimce.
- Anneee, sen bu aralar Deli Anne’yi çok okudun galiba.
- Eh ne yapalım Busecim. Kadın çok içli yazıyor. Ben de ister istemez kaptırıyorum kendimi…

- Anne sana birşey soracağım.
- Sor kınalı kuzum. Gözünün çapağını yiyeyim.
- Babam bunca senedir senden ayrı, salonda yatmaktan şikayet etmiyor mu?
- Bir çocuğu büyütürken yapılan özverileri sen anlayamazsın Buse. Ayrıca baban hiç de şikayetçi değil, olamaz. Zaten önemli olan beraber yatmak değil. Ayakların buluşması.
- Nasıl yani?
- Hergün sen çıktıktan sonra, babanla biz en az 30 dakika ayakları buluşturuyoruz.
- Ay anne, özelinizin detaylarına girmesen… Ayıp oluyor.
- Fesatsın Buse, fesat. Öyle değil. Sadece karşılıklı olarak koltuğa oturup, ayaklarımızı 30 dakika kadar yorgan ipliğiyle birbirine bağlıyoruz.
- O neden?
- Valla ben Blogcu Anne’nin yalancısıyım. Evliliğin yürümesi için ayakların buluşması gerekmiş.
- Anne bence sen o kadının dediğini yanlış anlamışsın. Ama boşver, senin canın sağolsun…

- Anne, ben artık çıkmalıyım. Eda Nur sokaklarda beklemesin. Çıkmadan önce bir de ricam olacak. Facebook’tan arkadaşlık teklifini çok ısrar ettin diye kabul ettim. Ama artık 25 sene önce banyo yaparken çekilmiş fotoğraflarımı koyup, malum yerlerimi tagleyip, “yerim ben küçücük orasını, burasını” şeklinde yorumlar yazmaktan vazgeçer misin? Millet cidden dalga geçiyor. Bir de Twitter’dan beş dakikada bir “Buse nerdesin? Eve gelmiyor musun? Bak organik baklava yaptım akşama” kıvamında tweetler atmazsan sevinirim. Twitter gerçekten bunun için değil.
- Aah ah! Kurt kocayınca köpeklerin maskarası olurmuş. O senin arkadaşlarının hepsinin dilleri pabuç gibi. Seni de kendilerine benzetiyorlar. Peki kızım. Yapmam bundan sonra. Yalnız çıkmadan önce benim de senden bir ricam olacak.
- Nedir annecim?
- Bana MSN Messenger’ı açıp bir arkadaşımı ekler misin? Amerika’dan bir arkadaşımla chat yapmayı planlıyorum da…
- Anne sakın o arkadaşın bir doktor olmasın? Mesela Doktor Sears.
- Yok kızım nerdeee? Doktor Sears ile iletişime geçmem geçen sene mahkeme kararıyla yasaklandı.
- O niye?
- Seni büyütürken sorduğumuz soruların biraz dozunu ve adedini abartmışız da. Adam bunalıma girmiş. “40 senelik doktorum, çıkardığım felsefeyi bu derece ciddiye alıp, 25 senedir çocuğumun yemeğiydi, bo...ydu, uykusuydu en ufak, ama en ufak konuda beni arayan başka bir insan bilmiyorum. Kadın beni mesleğimden soğuttu.” diye gazeteye beyanat vermiş bir de nankör. Ben ki bütün kitaplarını hatmetmiş, bütün röportajlarını satır satır ezberlemiş bir insanım. Bunu bana yapmayacaktı.
- Peki kiminle chat yapacaksın sen?
- Başka bir adam daha varmış bunun belalısı. Berber mi? Ferber mi? Ben de onu arayacağım. Görsün bakalım en iyi takipçisini kaybetmeyi. Sonra beni çok arar. Ama kalbim kırıldı. Dönmem artık ona.
- Dr. Sears’ın pek sallayacağını, eee, umursayacağını sanmıyorum annecim ama. Sen nasıl bilirsen artık… Sorduğun şeyi akşama göstereyim olur mu? Eda Nur Kadıköy boğanın orada ağaç oldu da…
- Haydi o zaman git sağlıcakla benim kınalı yapıncağım. Annen seni çok ama çok özleyecek.
- Abartma anne, akşama evdeyim. Haydi muck, muck!
- Muck, muck!

Not: Bu yazı mizah amaçlı olup, herhangi bir fikir akımını ya da kişiyi eleştirmek amacıyla yazılmamıştır. Deli Anne, Blogcu Anne ve Dr. Sears’a anlayışlarından dolayı teşekkür ederim. İyi ki varsınız…

Sevgiler,
Tanla
Diger yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> Bebek_ve_Ben

Yazının devamı...

Kime anne denir? Hmmm! Kime?

Anneliğin güzellikleri saymakla biter mi? Her geçen gün yeni bir faziletinizi keşfettiren bu kutsal kurum, size maceralarla dolu bir hayatın kapılarını açıyor. Bu yazım anne olan ya da anneliğe hazırlanan kadınlar için. Aşağıdaki maddelerin büyük çoğunluğu bizzat tarafımdan yaşanmıştır.

İki saatlik uçak yolculuğu boyunca kendini yırtarak ağlayan çocuğu susturmak için her şeyi yapan, ancak başarılı olamayan anne ve babasına öfkeyle değil, anlayışla bakabiliyorsanız
Tartışmasız tüm çocukların masum ve güzel olduğunu düşünüyorsanız
Evden çıktıktan sonra ayağınızdaki çorapların birinin siyah, öbürünün lacivert olduğunu keşfettiniz, daha kötüsü, ayaklarınızda ayakkabı değil, terlikle şıpıdık şıpıdık sokakta yürüdüğünüzü gördüyseniz
Tuvalete girerken kapıyı kapatamıyor, kapasanız bile minik bir cüce kapınızı tırmalamadan işinizi göremiyor, geceleri çocuk uyanır diye korkudan sifonu çekemiyorsanız
Son moda el çantanızın gözlerinden emzik, kurumuş muz kabuğu, dikkatlice katladığınızı düşündüğünüz halde, cüzdanınızın kenarını kahverengiye! boyamış bir body çıkıyorsa
Reklamlarda annesini emen bir buzağı görmeniz dahi gözlerinizin buğulanmasına yetiyorsa
Aldığınız günlük kalorilerin bir kısmı ziyan olmasın diye artan bebek mamalarını yemekten kaynaklanıyorsa
Cep telefonunuzu son 2 senede 5 kere değiştirmek zorunda kaldıysanız (tuvalete atılma, mamalı ellerle tuşlara basılmaktan dolayı tuşların kilitlenmesi, camdan özgürlüğüne kavuşma, yolda giderken çantadan gizlice çekilip kimbilir nerede yere atılmış olma vs vs.)
Eskiden elleri nemli biriyle tokalaşmaktan hoşlanmazken, şimdi ufacık ama nemli elleri öpüp, koklamaya doyamıyorsanız
Banyo yapma, üzerinizi değişme ve makyaj yapmanız toplam 10 dakika sürüyorsa (Hah! Kimin makyaj yapmaya vakti var ki? Aceleyle ruj sürüp, ruju da dişlere bulaştırmak diyelim!)
Yetişkinlerin uyuması gereken günlük uyku limiti olan 8 saati 3'e bölerek tamamlamaya alıştıysanız (4 saat gece uykusu, çocukla beraber yatılan 2 saat sabah ve 2 saat öğleden sonra uykusu) ve hattta gündüz uykusu diye birşey bilmediğiniz için her gün 4-5 saat uykuyla idare ediyorsanız
Elbiselerinizin üstü ne olduğunu dahi hatırlamadığınzı kahverengi, sarı, yeşil gibi envai renk ve çeşit lek elerle doluysa ve bu lekelerden bazıları henüz ıslaksa
Gün içinde iş yaparken, televizyon açık bile değilken, çizgi filmlerin şarkısını kendi kendinize söylediğinizi fark ettiyseniz
Nahoş bir koku duyduğunuzda, toplum içinde başka bir insanın poposunu koklamak size garip gelmiyorsa
Tuvalette otururken banyo küvetinizin yanında bir parmak toz olduğunu keşfedip, oturduğunuz yerden onu temizlemeye çalıştıysanız
Kendi başınıza markette alışveriş yapmak tatil yapıyormuşsunuz gibi hissettiriyor, ailece tatile çıkmak ise iş yapıyormuş gibi hissettiriyorsa

TEBRİKLER! SİZ BİR ANNESİNİZ! KEYFİNİ ÇIKARIN!

Sevgiler,

Tanla
Diger yazilarim için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> Bebek_ve_Ben

Yazının devamı...

Dünya Çocukları Nerede Uyuyor?

Bunlar nasıl yaşamlar? Nasıl hikayeler? Nasıl tezatlar?

Bir yanda günde 6 saat çalışıp, üzerine evde annesine yardım edip, yorgun bedenini kardeşleriyle paylaştığı bir yatağın köşeciğinde dinlendiren bir çocuk hala dansçı olmanın hayalini kurabiliyor. Öbür yanda başka bir çocuk ayın her günü giydiği farklı bir kıyafetle tavana kadar oyuncak dolu odasında kayboluyor.

Bir yanda gökdelenin en üst katındaki muhtelemen milyon dolarlık evinde çello çalıp, hesabındaki paralarını internetten takip eden 9 yaşındaki bir çocuk, diğer yanda sokağa atılmış bir yatağın üzerinde yağmur, çamur demeden yaşamaya çalışan ve adı bile olmayan bir çocuk.

Fotoğrafçı James Mollison'un çalışmasından çok etkilendim. Keşke Türkiye'den de birkaç portre olsaydı. Öyle değil mi?

Dört yaşındaki Kaya, Japonya'nın Tokyo kentinde ailesiyle beraber küçük bir apartmanda yaşıyor. Kaya'nın odası tavandan yere kadar oyuncak ve elbiselerle dolu. Kaya'nın elbiselerini annesi dikiyor. 30 tane elbisesi, paltosu, ayakkabısı ve birden fazla peruğu var. Ancak okula gittiği zaman okul formasını giyiyor. En sevdiği yemekler et, patates, çilek ve şeftali. Büyüdüğünde karikatürist olmak istiyor.

Adı bilinmeyen bu çocuk ve ailesi İtalya'nın Roma şehrinin dışındaki bir alanda sokağa atılmış bir yatak üzerinde yaşıyor. Aile İtalya'ya Romanya'dan gelmiş. Yolculuk için gerekli parayı dilenerek bulmuşlar. İtalya'ya ilk geldiklerinde özel bir arazi üzerinde kamp kurmuşlar. Ancak daha sonra polis tarafından kovalanmışlar. Kimlikleri olmadığı için yasal işlerde çalışamıyorlar. Çocuğun ebeveynleri trafik ışıklarında araçların camlarını temizleyerek para kazanıyor. Ailesinden hiçkimse bugüne kadar okula gitmemiş.

9 yaşındaki Dong, Çin'in n güney batısındaki Yunnan eyaletinde ebeveynleri, kızkardeşi ve büyükbabasıyla beraber yaşıyor. Odasını kızkardeşi ve ebeveynleriyle paylaşıyor. Aile kendi ihtiyaçlarını karşılyacak kadar bir alanda pirinç ve şeker kamışı yetiştiriyor. Dong’un okulu 20 dakikalık yürüyüş mesafesinde. Dong yazı yazmaktan ve şarkı söylemekten hoşlanıyor. Çoğu akşam 1 saat ders çalışıp, 1 saat televizyon izliyor. Büyüdüğünde polis olmak istiyor.

7 yaşındaki Indira, ebeveynleri, erkek kardeşi ve kız kardeşiyle beraber Nepal'in Kathmandu kentine yakın bir yerde yaşıyor. Evinde sadece 1 oda ve 1 yatak var. Uyku zamanı, çocuklar yere konmuş yatağı paylaşıyor. Indira 3 yaşından beri yerel bir granit madeninde çalışıyor. Ailesi çok fakir olduğu için herkes çalışmak zorunda. Aynı granit madeninde 150 çocuk daha çalışıyor. Indira günde 6 saat madende çalıştıktan sonra, ev işlerinde annesine yardım ediyor. Aynı zamanda 30 dakikalık yürüyüş mesafesindeki okula gidiyor. En sevdiği yemek noodle (bir çeşit makarna) Büyüdüğünde dansçı olmak istiyor.

Nantio, 15, Kenya'nın kuzeyindeki Rendille kabilesinin bir üyesi. 2 kız ve 2 erkek kardeşi var. İnek postu ve plastikten yapılmış çadıra benzeyen ve zorlukla ayakta durulabilecek kadar küçük bir yapıda yaşıyor. Ailenin uyuduğu bölümün ortasında ateş yakılıyor. Nantio’nun günlük işleri arasında keçilere bakmak, ateş için odun kesmek ve su getirmek var. Bir köy okuluna birkaç sene boyunca gitmiş, ancak devam etmemeyi tercih etmiş. İleride bir savaşçının eşi olmayı umut ediyor. Şu anda bir erkek arkadaşı var, ancak Rendille kadınlarının evlenmeden birden fazla erkek arkadaşı olması olağan. Evlenmeden önce adetlere göre sünnet olacak.

9 yaşındaki Jamie, NewYork Fifth Avenue'da bir apartmanın en üst katında yaşıyor. Boş zamanlarında çello çalmaktan ve kickball oynamaktan (topla oynanan bir Amerikan sporu) hoşlanıyor. Jamie, parasal durumunu Citibank websitesinden takip etmeyi seviyor. Büyüdüğünde babası gibi bir avukat olmak istiyor.

Alex, Brezilya'nın Rio de Janeiro kentinden evsiz bir çocuk. Alex çoğu zaman bir bankta ya da bulabilirse sokağa atılmış bir koltukta uyuyor.

İskoçya'nın Darvel kentinden olan 14 yaşındaki Rhiannon, 6 yaşından beri ebeveynleri gibi mohawk stilinde saç kestiriyor. O, ailesi ve ailenin arkadaşları, punk kültüründen geliyor ve herkesin birbirine baktığı bir topluluk içinde yaşıyor.

James Mollison 1973 yılında Kenya'da doğdu ve İngiltere'de büyüdü. Oxford Brookes Üniversitesinde aldığı sanat ve tasarım eğitiminden sonra, Newport School of Art and Design'da film ve fotoğrafçılık üzerine çalıştı. Daha sonra Benetton’un yaratıcı takımı Fabrica.'da çalışmak üzere İtalya'ya yerleşti.

James Mollison, dünya üzerinde farklı ülkelerden gelen çocukların hikayelerini onların yatak odaları ve portre fotoğrafları aracılığıyla Where Children Sleep isimli kitabında anlatıyor. Bu kitap 9-13 yaş aralığındaki çocukların dikkatlerini dünya çocuklarının yaşantılarının detaylarına ve dünya çocuklarını etkileyen sosyal konulara çekmek için hazırlanmış.

Sevgiler,
Tanla
Diger yazilarim için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> Bebek_ve_Ben

Yazının devamı...

Emzirmek ya da Emzirmemek: İşte Bütün Mesele

Hamileliğiniz sırasında annesinin göğsüne yanaşmış, iştahla beslenen bir bebek fotoğrafı mutlaka görmüşsünüzdür. Bu mucizevi sahne zaten üst seviyelerde olan hormonlarınızı iyice çalıştırır. Gözlerinizin hafifçe nemlenmesine neden olur. Bir yandan emzirmenin nasıl bir duygu olacağını merak ederken, öbür yandan “emzirmeyi başarabilecek miyim?” fikri aklınızı kemirir durur. Emzirmek ne kadar zor olabilir ki? Altı üstü bebeği göğsünü yanaştıracaksın, gerisi ona kalmış. Ancak kazın ayağı öyle değil. Emzirme macerası her anne için kolay bir şekilde gelişmiyor. Pek çok arkadaşımın çeşitli sebeplerle emzir(e)mediklerini, emzirmelerinin kesintiye uğradığını ve sonunda kısa sürede emzirmeden soğuyarak fomül ya da normal süte geçiş yaptıklarını gözlemliyorum.

Her ne kadar pek çok kaynakta verilse de, Türkiye’nin emzirme tablosu hala iç açıcı değil. 2008 yılı istatistiklerine göre, Türkiye’de 2-3 aylık bebeklerin yarıdan fazlası (%58) anne sütü dışında başka gıdalarla da tanışmış durumda. 6. aya gelindiğinde sadece anne sütüyle beslenen bebek hemen hemen yok gibi. (%1,6) Oysa başta UNICEF ve Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) olmak üzere pek çok sağlık kurumu bebeklerin doğumdan itibaren ilk 6 ay boyunca sadece anne sütü almalarını ve 2 sene boyunca da emzirilmeye devam edilmelerini öneriyor.

Emzirme bu kadar faydalı birşeyse, neden ülkemizdeki emzirme rakamları daha iyi bir noktada değil? Dünyaya geleli henüz sekiz hafta olmuş olan bir bebeği meyve suyu ve ek gıdalarla tanıştırmanın sebebi nedir? Emzirmeye hiç başlamama ya da emzirmeyi kısa sürede bırakma nedenleri anneden anneye farklılık göstermekle beraber, sebeplerin çoğunlukla mecburiyetten kaynaklanmadığını söylesem şaşırır mısınız?

İster inanın, ister inanmayın başarılı bir emzirme sürecinin temeli annenin bu işi yapacağına inanmasından geçiyor. Hamilelik döneminde bebekle ilgili konularda biraz araştırma yapan bir anne adayı, emzirmenin faydaları konusunda fikir sahibi olmaya başlıyor. Doğumdan önce çoğu kadın emzirme fikrine sıcak bakıp, mümkün olduğunca uzun bir süre emzirmeyi hedefliyor.

Ancak bebek kucağa alındıktan sonra emzirmeyle ilgili bir problem yaşandığında kafalar karışıyor. Pek çok taze anne sorularına yanıt bulacağı doğru bir kaynağa ulaşamıyor. Ulaştığı kaynaklarda da çoğunlukla kulaktan dolma, hatalı ya da eksik bilgilerle karşılaşıyor. Örneğin internette annelikle ilgili forumlarda emzirme sırasında yaşanan problemler sıklıkla paylaşılıyor. Bu forumlarda emzirme problemlerine inanılmayacak çözümler öneriliyor. Kimi zaman da emzirmeyi kısa sürede bırakan annelerin birbirleriyle dertleşmelerine tanık oluyorsunuz. Bu yazıları okuyan ve emzirme problemlerinin yanısıra, uykusuzlukla, yorgunlukla boğuşan taze annenin cesareti giderek kırılmaya başlıyor. Bir de sokakta karşılaştığı ve her konuda fikir beyan eden Ayşe Teyze “Bu çocuğu neyle besliyorsunuz? Aç kalmış bu, aç. Baksana ne kadar zayıf.” deyince, sabırlar taşıyor. Kocalar hazır mama almaya gönderiliyor.

Emzirmek emek ve bilgi isteyen bir süreç.Kimilerine sürdürmek, kimilerine bırakmak daha kolay geliyor. Bu yazıyla amacım emzirmeyi bırakmış olan anneleri kötü hissettirmek değil. Aksine, emzirmek istediği halde sorunlar yaşayan, sorularına yanıt bulamayan ve çevresindekiler tarafından desteklenmeyen anneleri bir nebze de olsun rahatlatmak. Yalnız olmadıklarını, yaşanan pek çok sıkıntının çeşitli yöntemlerle halledilebileceğini göstermek. Gerçekten de emzirmenin imkansız ya da sakıncalı olduğu durumlar öyle az ki…

Öte yandan “emzirmenin bir mecburiyet değil, bir tercih olduğuna” inanıyorum. Hayatınız boyunca sürecek ebeveynlik maceranızda vermeniz gereken kararlardan sadece biri. Artılarını, eksilerini tartarak bilinçli bir karar verdiğiniz sürece dilediğiniz yönde tercihinizi yapın. Kararınız emzirmeme yönündeyse, kimsenin sizi kötü hissettirmesine izin vermeyin. Sonuçta emzirilen çocuk da yapay sütle beslenen çocuk da bir şekilde büyüyecek. Kararınız emzirme yönündeyse, uğurlar olsun. Yalnız kimi zaman zorluk yaşayabileceğinizi bilin. Yaşadığınız zorluklarda vazgeçmek yerine, işin uzmanlarından destek almaya çalışın.

Bu yazımda emzirmenin sakıncalı olduğu ve ertelenmesi gerektiği durumları listelemeye çalıştım. Ayrıca annelerin kısa bir sürede emzirmeyi bırakma nedenleri ve bu konulara bulunan çözümleri açıkladım. Emzirme ben de bazı sorunlar yaşadığım için, sizleri çok iyi anlıyorum. Emzirme konusunda tereddüt yaşayan bir taze anneye bile yardımcı olabilirsem ne mutlu bana.

Amerikan Hastalık Kontrolu ve Önleme Merkezi’ne göre emzirmenin sakıncalı olduğu durumlar şöyle:

Anne HIV virüsü taşıyorsa, aktif ve tedavi edilmemiş tüberküloz hastalığı varsa, HTLV-1 türünde kansere yakalamışsa, kanındaki kurşun miktarı belli bir orandan yüksekse, uyuşturucu kullanıyorsa, anne sütünden çocuğa geçecek belli ilaçları kullanıyorsa (çoğu antibiyotik ve ağrı kesici bu ilaçlara dahil değil) ve tedavi amacıyla düzenli olarak radyoaktif ışınlar alıyorsa hiç emzirmemesi gerekir.

Ayrıca bebekte nadir bir metabolik hastalık olan galaktosemi varsa, bebek emzirilmemelidir.

Annenin göğüslerinde enfekte olmuş lezyonlar varsa ve bir sefere mahsus olarak tedavi amaçlı radyoaktif ışın almışsa, bunların etkisi geçene kadar emzirmeyi ertelemelidir. Bu dönemde süt üretiminin durmaması için sütü sağıp atması tavsiye edilir.

Görüldüğü gibi emzirmenin sakıncalı olduğu ve ertelenmesi gerektiği durumlar oldukça küçük bir anne grubunu kapsıyor. Emzirmeyi bırakan çoğu taze annenin nedenleri farklıdır. Taze annelerden bu sebepler yerine aşağıdakileri sebepleri sık sık duyarsınız…

Yeni doğan bebeği görmek için yaptığım bazı ziyaretlerde annenin üzüntüyle “Sütüm gelmedi, bebeğim aç.” diye üzüldüğüne tanık oldum. Tahmin edilenin aksine, bebeğinizi kucağınıza alır almaz o meşhur beyaz renkli süt gelmez. Olgun süt denilen beyaz renkli süt, doğumdan sonraki 2. ya da 3. günde gelir. Bebeğinizin emdiği ilk süt, “sıvı altın” da denilen kolostrumdur. Kolosturum protein, vitamin, mineral ve hastalık önleyici antikorlar yönünden çok zengindir. Ülkemizde bazı bölgelerde yaygın olan yanlış bir inanca göre, sarı renkli olduğu ve çocuğa zarar vereceği düşüncesiyle kolostrum sağılıp atılmaktadır. Oysa kolostrum bir damlası bile ziyan edilmemesi gereken çok önemli bir besindir. Yeni doğmuş bir bebeğin midesinin bir misket kadar küçük olduğu düşünülürse, ilk günde 2-3 saat arayla emeceği 1 çay kaşığı kadar kolostrum yeterli olacaktır.

“Bağıra-bağıra, ayaklarımı yere vura vura emziriyorum. Emzirirken gözümden yaş geliyor.” Bu cümleler tanıdık geldi mi? Emzirmek anne için acı veren bir eylem olmamalıdır. Emzirirken göğsünüz acıyorsa bunun sebebi bebeğin göğüsü yanlış bir şekilde almasıdır. Doğru yöntemde annenin göğüs ucunun kahverengi olan büyük kısmı (aerola) bebeğin ağzının içindedir. Bebek göğsün sadece ucuna tutunursa, emzirme işlemi acılı olur. Araştırma ve alıştırma yaparak size uyan emzirme tekniğini öğrenmeye çalışın. Gerekirse hastanelerdeki emzirme danışmanlarının yardımını alın. Bazen bir pratik uygulama bin tane açıklamaya bedeldir.

Bebeğin göğüse sürekli hatalı olarak tutunması ve göğüsten hatalı bir şekilde ayrılması durumunda göğüs uçları çatlayıp, kanamaya başlayabilir. Bebek ayrılıken başı geriye doğru çekilmemelidir. Bunun yerine anne, bebeğin ağzınının kenarıyla göğüs ucunun birleştiği yere serçe parmağını hafifçe koyduğunda, bebek kendiliğinden ayrılacaktır. Göğüs ucunun çatlaması anne için acı verebilir. Çatlakları önlemek için her emzirmeden sonra göğsünüzü beş dakika kadar havalandırın. Çatlak bölgeye bu iş için yapılmış özel kremlerden sürün. Göğsünüzün kıyafetinizle temasını engelleyecek kalkanlardan kullanın.

Emzirmek için birden fazla teknik mevcut. Detaylar için tek bebek ve iki bebek için farklı emzirme pozisyonlarını içeren göz atabilirsiniz..

Yeni annelere sütün yetmediği konusunda akıl veren çok olur. İşin aslı, anne sütü yapay mamalara göre daha hızlı sindirilir. Bu nedenle anne sütüyle beslenen bebekler, yapay mama alan bebeklere göre daha sık beslenirler. Bu da sütün yetmediği ya da bebeğin doymadığı olarak algılanabilir. Yenidoğan bebeğiniz her 1-3 saatte bir besleniyorsa (günde en az 8 beslenme), çişini ve kakasını yeterince yapıyorsa (ilk haftada gün sayısıyla aynı sayıda çiş ve günde 3-4 kaka) , beslenme sırasında bebeğin yutma sesini duyuyorsanız, göğüsleriniz beslenme işlemi sonrasında boşalıyorsa, bebeğiniz beslenme işlemi sonrasında doygun gözüküyorsa, beslenmeler arasında huzurluysa, aktif ve canlı gözüküyorsa, en önemlisi düzenli bir şekilde kilo alıyorsa hiç endişelenmeyin. Sütünüz yeterlidir. Bütün bunlara rağmen sütünüzün yeterli olup olmadığı hala kafanızı kurcalıyorsa emzirme danışmanına başvurun.

Göğüs uçlarının düz ya da içe dönük olması emzirmeyi zorlaştırabilmekle beraber emzirmeye engel değildir. Düz göğüs uçları için emzirmeye yardımcı göğüs kalkanlarından, içe dönük göğüs uçları için göğüs uçlarını dışarı çeken aletlerden yararlanabilirsiniz. Kimi zaman süt pompası kullanmak da işe yarar.

Küçük göğüslere sahip olduğunuz için bebeğinize yetecek kadar süt üretemeyeceğinizden endişe ediyor olabilirsiniz. Ancak küçük göğüsler de büyük göğüsler kadar süt üretebilir. Tek yapmanız gereken biraz daha sık emzirmektir.

Kimi kadınlar nezle, grip ya da ishal olduklarında, bu rahatsızlıklarının anne sütü yoluyla bebeğe geçeceğini düşündüklerinden emzirmekten vazgeçer. Bu tür rahatsızlıklar süt yoluyla bebeğe geçmediği gibi, aksine, anne hasta olduğunda sütün içinde antikorlar üremeye başlar ve bu antikolar bebeğin aynı hastalıklara yakalanmasını engeller.

Devlet sektöründe çalışan ve annelik ve süt izinleri kanunlarla düzenlenmiştir. Özel sektördeyse kurumun insiyatifine bağlıdır. Ancak genellikle doğum ve süt izinleri uygulanmaktadır. Çalışan bir anne için bebekten ayrılıyor olmak zaten yeterince stresli bir durumdur. Bu zor koşulların süt üretiminizi engellememesi için düzenli bir sağma ve saklama yöntemi izlemeye çalışın.

Ebeveynliğin renkli dünyasına hoşgeldiniz Anne sütüyle beslenme nedeniyle annelerin daha çok uykusuz kaldıkları doğrudur. Kim haftalar boyunca her gece 2-3 saatte bir kalkınca uykusuz kalmaz ki? Güzel haber, en fazla 3. ya da 4.ay itibarıyla bebeğinizin mide kapasitesinin büyüyeceği ve gece uykularının uzamaya başlayacağıdır. Çok uykusuz kaldığınız zamanlar için anne sütünü pompayla sağarak, bu görevi babaya verebilirsiniz.

Emzirme konusuna her zaman sıcak bakıyordum. Hamile kaldığımda bu konu hakkında araştırma yapmaya başladım. Can doğmadan birkaç ay önce emzirme kursuna giderek bilgilerimi pekiştirdim. Doğumunun ardından ilk bir saat içinde Can’ı ilk defa emzirdim. İlk emzirme sırasında bebeğimi doğru tutmam konusunda hastanedeki hemşireden ve emzirme danışmanından yardım aldım. Doğumdan önce hayal ettiğim gibi müthiş bir deneyimdi.

Emzirme maceramızın ilk dönemlerinde, biraz uykusuzluktan ve biraz da tecrübesizlikten dolayı zorlandığımı hatırlıyorum. İlk günlerde bebeğe doğru eğilmekten ve kendimi kasmaktan dolayı . Emzirirken sırtınızı kamburlaştırarak göğsü bebeğe ulaştırmaya çalışmak yerine, rahat bir pozisyonda oturup, bebeğin göğsünüze gelmesi ve ayaklarınızı uzatacağınız bir taburenin olması çok önemli. İlk haftalarda göğüslerimde tıkanıklık ve şişme oldu, süt pompasıyla sorunu çözdüm. Yine ilk haftalarda uygun emzirme pozisyonunu bulmakta zorlanıyordum. Bebeği destekleyecek yastık kullanmak ve koltuk altı pozisyonunu tercih etmek çok işime yaradı. Yorgun olduğum anlarda da yatarak emzirdim. Sonraki haftalarda göğüs uçlarım çatladı. Krem sürme ve havalandırma yöntemiyle olayı çözdüm. Bir ara Can’ın az süt aldığından endişelendim. Hastanedeki emzirme danışmanından randevu aldım. Emzirme danışmanı süt seansı öncesi ve sonrası hassas bir teraziyle Can’ı tartarak, o seansta ne kadar süt aldığını söyledi. Meğer endişelendiğim gibi yetersiz değilmiş.

Sonuç olarak Can’ın ilk altı ayı ağırlıklı olarak anne sütüyle geçti. Geriye dönüp baktığımda emzirme sürecinde yaşadığım zorlukları değil, . Emzirerek bebeğime sağlıklı bir başlangıç verdiğime inanıyorum.

Emzirmeye niyetli olan anne adaylarına ve emzirmeye başlamış annelere tavsiyem: “Kendinize güvenin. Harika bir iş başarıyorsunuz. Yetersiz kaldığınızı, sorun yaşadığınızı düşündüğünüz noktada yardım almaktan çekinmeyin.”

Emzirmek ya da emzirmemek. İşte bütün mesele bu…

Sevgiler,
Tanla
Diger yazilarim için>> http://www.bebekveben.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> Bebek_ve_Ben

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.