SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Antibakteriyel El Temizleme Jellerindeki Tehlike

Çocuğuzla beraber sokaktasınız, elleriniz kirlendi ve o anda lavaboya erişiminiz yok. Bu durumda antibakteriyel el temizleme jelleri (hand sanitizer) çok pratik oluyor değil mi? Antibakteriyel el temizleyiciler son dönemde özellikle umumi tuvaletlerde, okullarda, hastanelerde ve doktor ofislerinde sıkça kullanılıyor. Çantaya atılıp kolayca taşınabildiği için hijyenine düşkün anneler için de bulunmaz nimet oluyor. Şimdi bir de parfümlüleri ve rengarenkleri var.

Bu temizleyicilerin kullanımı basit: Çantanıza koyduğunuz ufak şişeden bir-iki damla ellere sıkıp, kuruyana kadar ellerinizi birbirine sürtüyorsunuz. Hastalıklara yol açan bakterilerin %99,99’undan anında kurtuluyorsunuz. Güzel değil mi? Okul, hastane gibi kalabalık ortamlara sıkça giriyorsanız, toplu taşıma araçlarını sıkça kullanıyorsanız ve kış mevsimi yaklaşıp, grip gibi salgın hastalıklar başladığında antibakteriyel el temizleyiciler faydalı gözüküyor. 2009 senesinde domuz gribi gündemdeyken Türkiye piyasasında yükselen bu ürün şimdi her yerde satılıyor. Kimi anneler okula giden çocukların çantalarına bir adet koyuyor. Ancak işin bir de diğer yüzü var. Antibakteriyel el temizleme jelleri amacına uygun olarak kullanılmadığında sağlığı tehdit ediyor. Her ne kadar etiketinde istenen sıklıkta kullanılabileceği söylense de, aşırı ya da hatalı kullanımı özellikle çocuklarımız için çok zararlı.

Antibakteriyel El Temizleme Jelinin Zararları

Antibakteriyel El Temizleme Jeli İçindeki Maddelerin Toksikliği

Piyasada paketli satılan her üründe olduğu gibi, el temizleme jellerinin de etiketlerini okuma alışkanlığı edinmemiz gerek. El temizleme jellerinin içinde sıkça kullanılan maddelerin bir listesini aşağıda bulacaksınız. Madde açıklamasının içinde maddelerin amacını, sağlığa yararını/zararını ve Environmental Working Group adı verilen kar amacı gütmeyen kurumun derecelendirmesini göreceksiniz.

EWG kelimesinin yanında verdiğim numaralar o maddenin sağlık riskini, “yeterli” ve “sınırlı” gibi kelimeler de o madde üzerinde yapılan bilimsel araştırma sıklığını belirtiyor. Rakamsal derecelendirmede 0-2 arası düşük, 3-6 arası orta ve 7-10 arası yüksek sağlık riski içeriyor. Bilimsel araştırma sıklığı “yok”, “sınırlı”, “yeterli”, “iyi” ve “çok iyi” olmak üzere 5 aşamada derecelendiriliyor. Örnek vermek gerekirse antibakteriyel el temizleme jellerinde sıkça kullanılan Triclosan’ın derecelendirmesi (EWG 7-Yeterli) olduğundan bu maddenin üzerinde yeterli derecede araştırma yapıldığı ve yüksek sağlık riski taşıdığını söyleyebiliriz.

Yüksek Sağlık Riski (7-10)

Orta Derecede Sağlık Riski (3-6)

Düşük Sağlık Riski (0-2)

Açıklamalardan da görebileceğiniz gibi antibakteriyel el temizleme jelinin içeriğindeki maddelerin bazıları insan bünyesinde yüksek toksik etkilere yol açıyor. Ayrıca bazı maddeler üzerinde de henüz yeterince bilimsel çalışma yoktur. Sırf içeriğindeki yüksek sağlık riski içeren maddelerden ötürü bile antibakteriyel el temizleme jelleri dikkatle kullanmamız gereken ve hatta mecbur değilsek kaçınmamız gereken kişisel temizlik ürünlerindendir.

Antibakteriyel El Temizleme Jeli Kullanırken Dikkat Edilecekler

Su ve sabunla yapılan temizlik mikroplara/bakterilere karşı en güzel savunmadır. Bununla beraber su ve sabuna erişiminiz yoksa ve pratik sebeplerle antibakteriyel el temizleme jeli kullanmayı tercih ederseniz şunlara dikkat edin:

Sevgiler,

Tanla

Blog>> BebekveBen.com


(1) The impact of bisphenol A and triclosan on immune parameters in the U.S. population, NHANES 2003-2006.
(2) toksik kimyasallar, tarımsal sübvansiyon, kamu arazileri ve kurumsal sorumluluk konularında araştırma yapan ve kar amacı gütmeyen bir kuruluştur. EWG’nin Skin Deep isimli kozmetik veritabanında piyasada bulunan pek çok kozmetik ve kişisel bakım ürününün
(3) Triclosan exposure modulates estrogen-dependent responses in the female wistar rat.
(4) Decrease in Anogenital Distance among Male Infants with Prenatal Phthalate Exposure

Yazının devamı...

Montessori Çocuk Odası Nasıl Kurulur?

Montessori eğitimine ilgi duyuyor ve bebeğinize/çocuğunuza Montessori’yle uyumlu bir oda dekore etmek istiyorsanız okumanız gereken yazıya ulaştınız. Montessori felsefesi ülkemizde hızla yayılan, ebeveynlerin merak ettiği ve bir o kadar da yanlış anlaşılan bir eğitim metodu. Ülkemizde Montessori eğitiminin sadece gelir durumu iyi olan ailelere yönelik olacağı izlenimi yaratılıyor. Bu hatalı yaklaşımın uzantısı olarak Montessori odaklı çocuk odası her yerde bulunmayan-pahalı eşyalarla donatılmış, son derece katı dekorasyon kuralları olan bir yaşam alanı olarak yansıtılmaya çalışılıyor. Oysa Montessori çocuk odası hemen her ailenin çocuklarına sunabileceği unsurlar içeriyor. Bu yazımda Montessori odaklı çocuk odalarında önem verilmesi gereken temel unsurlardan üçü üzerinde duracağım: Erişilebilirlik, sadelik ve ilgi alanları…

Maria Montessori diyor ki, ““

Montessorinin temel amaçlarından biri çocuğun kendi kendine yetmesi, ihtiyaçlarını kendi başına görmesi. Bu nedenle Montessori’ye uygun bir çocuk odasında eşyaların çocuk tarafından rahatlıkla erişilip, ebeveynlerden bağımsız olarak kullanılabilmesi önemli.

Erişilebilirlik kavramını biraz daha açarsak… Çocuğun kullandığı eşyalar, kolayca ulaşabileceği yükseklikte dizilmiş/yerleştirilmiş olmalı.

Yatak… Çocuk ebeveynlerden yardım almadan yatağına çıkabilmeli, kendi örtüsünü üzerine örtebilmeli, sabah uyanınca -beceriksizce de olsa- kendi yatağını toplayabilmeli. Sosyal medyadaki bazı tartışmalarda Montessori yatağının mutlaka yer yatağı olması gerektiği, başka türlü bir yatakta uyunursa Montessori olmayacağı gibi iddialar görüyorum. Bu doğru değil. Çocuğun yaşına göre kendi başına tırmanabileceği yükseklikte herhangi bir yatak olabilir. Burada maksat çocuğu illa yer yatağında yatırmak değil, çocuğun bağımsız bir şekilde kendi yatağına erişebilmesine imkan vermek. Bir başka deyişle, yüksek ve parmaklıklı bir yatakla çocuğun odadaki eşyalara erişimini ve özgürlük duygularını kısıtlamamak hedefleniyor. Bunun nasıl yorumlanacağı size kalmış. Çocuğun erişimi kısıtlanmadığı sürece dilerseniz alçak bir yatak kurarsınız, dilerseniz yer yatağı…

Giysiler… Çocuğun elbiseleri gardıropunda erişebileceği yüksekliğe asılmalı ya da erişilebilir çekmecelere yerleştirilmeli. Çocuğun günlük giysilerini asabilmesi için kapının arkasına ya da duvarda uygun bir yere alçak bir askı takılabilir.

Kitaplar… Çocuğun kitapları onun göz hizasında ve altında, eliyle kolayca erişebileceği raflara yerleştirilmeli.

Banyo… Her evde çocuğa özel bir banyo olmayabilir ya da aile bütçesi lavabo/tuvaletin alçak versiyonlarını yaptırmaya uygun olmayabilir. Ancak çocuğun lavaboya rahatça erişebilmesi için ufak-güvenli bir merdiven, tuvalete kendi başına oturabilmesi için tuvalet aparatı konulmalı. Daha ufak çocuklar için erişebileceği yerde lazımlık bulundurulmalı. Çocuğun havlusu erişebileceği yükseklikte asılmalı ve kirli giysilerini atabileceği kendine ait bir kirli sepeti olmalı.

Montessori’nin önem verdiği prensiplerden biri de çocuğun yaşam alanın sade bir şekilde düzenlenmesi. Günümüzde çocuk odalarının parlak renklerle ve akıllara ziyan detaylarla döşenmesi alışkanlık haline gelmiş durumda. “Ne kadar süslü, o kadar iyi!” gözüyle bakılıyor. Oysa görsel ve fiziksel dağınıklık çocukların gelişiminde olumlu etki yaratmıyor. Çocuklar sade ve organize bir şekilde döşenmiş ortamlarda daha sakin oluyor ve oyun yoluyla öğrenmeye odaklanıyor. Kısacası, çocuğun zevkinden çok annenin gösteriş duygularını tatmin eden fırfırlı yatak takımları, aşırı sayıda oyuncaklar, ihtişamlı yatak ve dolapları ortadan kaldırılmalı, yalın çizgilerle üretilmiş, yeterli sayıda eşyayla sade bir çocuk odası döşenmeli.

Oyuncaklar… Montessori felsefesinde oyuncakların karışık bir şekilde oyuncak kutularında durması benimsenmez. Çünkü bu kaos görüntüsü çocuğun dikkatini dağıtır ve oyuncaklara erişimini azaltır. Bunun yerine oyuncaklar, her bir grup oyuncak için özel bir alan ayrılmış alçak raflarda yerleşmeli. Örneğin yapbozlar bir yerde, arabalar bir yerde gibi… Oyuncakları gruplamak için plastik, kumaş ya da karton kutular ve tepsiler kullanılabilir.

Bir ipucu! Hepimiz çocuğumuzun ihtiyacından çok oyuncağı olduğundan, oyuncaklarıyla yeterince oynamadığından. pek çok oyuncağın bir kere oynandıktan sonra bir kenara attığından şikayetçiyiz öyle değil mi? Çözüm basit: Çocuğun yaşına göre küçük kalan oyuncakları akraba ve arkadaşlarınıza ya da ihtiyacı olan ailelere verin. Kalan oyuncakları da ikiye bölün. Yarısını büyük torbalara doldurarak çocuğun erişiminden kaldırın. Bırakın oyuncaklarının yarısıyla doya doya oynasın. Bir müddet sonra kaldırdığınız oyuncakları ortaya çıkarın ve ortadakileri kaldırın. Bu şekilde çocuğunuz yeni oyuncaklar bulmuş gibi sevinecek ve elindekilerle daha uzun süre oynayacaktır. Ayrıca çocuğa oyuncak seçimi yaparken tek yönlü olarak oynayabileceği, pahalı ve elektronik oyuncaklardan mümkün olduğunca kaçının. Bunun yerine görünüşü basit, fonksiyonları esnek, klasik ve hayal gücünü geliştiren oyuncaklara ağırlık verin. Örnek: tahta küpler, yapboz, misketler vb.

Maria Montessori diyor ki, ““

Çocuğun odası kendi ilgili alanları göz önüne alınarak döşenmiş olmalı. Çocuğun değişikMontessori aktiviteleri arasında dilediğini seçebileceği basit ama fonksiyonel bir dekorasyon izlenmeli. Montessori yaklaşımında çocuk, oyun oynarken, yaşam alanındaki aktivitelerden birini, kendi başına seçer. Oyununu oynar/aktivitesini yapar. Oyun/aktivite tamamlandıysa, yeni bir aktiviteye geçmeden önce dağıttığı oyuncakları/materyalleri yerlerine yerleştirir. Bu düzen duygusu çocuğun aktivitelerden aldığı keyifi artırır.

Can’ın yuvasında bu uygulamayı sıkça gözlüyorum. Çocukların hepsi bireysel oyunları bittikten sonra oyuncaklarını kendi topluyor. Oyuncaklar/materyaller toplanmadan kimse okuldan ayrılmıyor. Grup aktivitesi yapıldığı zamanlardaysa dikkat dağılmasının önlenmesi için oyuncakların/materyallerin üzeri örtülerle kapatılıyor. Çocuk yuvada bu düzene alıştıysa evde de aynı düzeni sürdürmeye çalışmak en güzeli. Ancak evde kimi zaman her aktiviteden sonra oyuncakları toplamanın zor olduğunu biliyorum. Eğer her aktiviteden sonra ilgili oyuncağın yerine konması sağlanamıyorsa en azından gün sonunda tüm oyuncakların çocuk tarafından yerlerine kaldırılması sağlanabilir.

Montessori ev aktivitelerinin bir kısmı yerde, bir kısmı masa/sandalyede gerçekleştirilir. Odanın içinde yer oyunları için yeterli alan bırakmanın yanısıra, çocuğun değişik aktiviteleri üzerinde gerçekleştirebileceği, boyuna uygun küçük bir masa ve sandalye konulabilir.

Okul öncesi çocuklar için değişik ilgileri teşvik edebilecek dekorasyon önerileri şöyle: (Elbette bunların hepsini aynı anda yapmak zorunda değilsiniz. Çocuğun ilgi alanlarına göre birkaç tanesi seçilebilir.)

Bu yazımda Montessori’ye uygun çocuk odasında dikkat edeceğimiz 3 temel konuyu aktardım:Erişilebilirlik, sadelik ve ilgi alanları… Elbette bu 3 prensibin dışında başka dikkat edilecek noktalar da olabilir. “Önemli olanın şekilcilik değil, işin felsefesi” olduğunu hatırlatarak, yazımı fazla uzatmamak için onları da ileride ele almayı planlıyorum.

Son olarak, bebek ve çocuk odası dekore ederken güvenlik her zaman göz önünde bulundurulmalı. Bu konuda Bebek İçin Güvenli Bir Ev Yaratmak, Bu Bebek Odasındaki 10 Yanlışı Bulun, ve Bebek Mobilyası Alırken Bunlara Dikkat Edin! başlıklı yazılarıma göz atabilirsiniz.

Yazının devamı...

Çocuk Doktoru Seçerken Nelere Dikkat Ettim

Çocuk gelişimi konusunda ebeveynlerin birinci referans noktası her zaman tıp uzmanları olmalı. Bir çocuk büyürken onu düzenli olarak görecek, sağlık durumunu takip edecek iyi bir çocuk doktoru (pediatrist, pediatri uzmanı) seçmek şart. Bu çocuk doktoru hem çocuğunuzun rutin muayenelerini yapacak, hem de bir hastalık durumu olduğunda başvuracağınız ilk kişi olacak.

Mesleğini layıkıyla yapan pek çok doktor, hemşire ve sağlık personeli var. Çocuğunuzu muayeneye götürdüğünüzde doktorunuz size yeterince zaman ayırıyor, sorularınızı ilgiyle yanıtlıyor, acil durumlarda kendisine telefonla ulaşabiliyorsanız doktorunuzla aranızda bir güven ilişkisi kuruluyor. Çocuğunuzu büyütürken böyle tıp uzmanlarına denk geldiyseniz şanslısınız. Ancak doktorlar da sonuçta birer insan. Tüm doktorların aynı özen, ilgi ve bilgi seviyesinde olmadığını biliyoruz. Her birinin farklı kişilik özellikleri var ve karakterleri mesleklerine yansıyabiliyor. Bazı doktorlar maalesef ailelerin çocuk gelişimi konusundaki sorularını doyurucu bir şekilde yanıtlamıyor. En basidinden rutin muayenelerinde çocuğun boyunu/kilosunu/baş çevresini ölçerken ailelere bu rakamları bildirmiyor. Bazı doktorlara telefonla ulaşılamıyor. Kimi zaman da aşırı hasta sayısı nedeniyle hastalarına istedikleri özeni gösteremeyen, çok zor koşullarda çalışan doktorlar var. Bu yazımda Can’ın çocuk doktorunu seçerken dikkat ettiğimiz noktaları paylaşacağım.

1- Kişisel Referans

Çocuk doktoru seçerken ilk olarak çocuğu olan tanıdıklarınıza kendi doktorlarından memnun olup olmadıklarını sorarak işe başlayın. Elbette kişiden kişiye görüşler değişebilir. Bir ailenin iyi bulduğu bir doktoru başka bir aile beğenmeyebilir. Bu nedenle çocuk bakımı konusunda mümkün olduğunca size benzer görüşleri olan tanıdıklarınızın fikirlerine öncelik vermeniz sürprizlerle karşılaşma ihtimalinizi azaltır.

2- İnternet Araştırması

İnternet araştırması da günümüzde önemli bir referans kaynağı. Kendi şehrinizdeki çocuk doktorlarının isimlerini Google’da arayarak işe başlayabilirsiniz. Doktor isimlerini tespit ettikten sonra o doktorlar hakkında hastalarının yorumlarını/değerlendirmeleri okuyun. Amerika’da bu tür araştırmaları internetten yapmak çok kolay. İnsanlar bir doktorla ilgili olumlu ya da olumsuz bir tecrübe edindiklerinde, bunu internette paylaşmaktan üşenmiyorlar. Doktorların değerlendirildiği Health Grades, Vitals, RateMDs gibi pek çok websitesi var. Bu sitelerde doktorun diplomasından, uzmanlık alanlarına, aldığı ödüllerden, hasta yorumlarına kadar pek çok bilgi yer alıyor. Elbette her türlü internet yorumlarında olduğu gibi, bir doktoru beğenen olduğu kadar, beğenmeyen hastalar da olabiliyor. Ayrıca en mükemmel doktorun da muhtemelen yorgun olduğu ve bir hastasına gerekli ilgiyi gösteremediği bir gün mutlaka olabilir. İnternet araştırmasında önemli olan, yorum yapan kişilerden büyük çoğunluğunun olumsuz görüş bildirdiği doktorlardan uzak durmak.

Ayrıca doktorun kendine ait bir websitesi olması da mesleğine yatırım yaptığını belirten güzel bir gösterge. Bu websitesinde en basidinden özgeçmişi, muayenehanesinin yeri, iletişim bilgileri, çocuk bakım felsefesine dair ipuçları veren yazılar olması olumlu göstergeler.

İnternet araştırması yaparken doktorun gerçekten diplomalı bir doktor olup olmadığına da bakmalısınız. Bunu T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun websitesinden öğrenebilirsiniz.

3- Doktora Ulaşmak

Bir çocuk hasta olduğunda ebeveyni en çok zora düşüren durumlardan biri doktorun ulaşılamayacak kadar uzak olması. Özellikle trafiği yoğun olan büyük şehirlerde doktoru eve yakın bir yerden seçmek önem kazanıyor. Ne kadar ünlü ya da iyi bir doktorunuz olursa olsun, ihtiyaç duyduğunuzda muayenehanesine en fazla 20-30 dakikada ulaşamıyorsanız doktorunuzu değiştirmenizin zamanı gelmiştir.

Doktora email ya da telefon gibi alternatif kanallardan ulaşabiliyor olmanız da önemli. Elbette gün içinde çeşitli sebeplerle bizzat kendisine ulaşamayacağınız durumlar olabilir. Bu durumlarda asistanı/hemşiresi vasıtasıyla hastaya gerekli bilgiyi verecek donanımda olmalı.

Buna ilave olarak, doktorunuzun senelik izin ya da konferans nedeniyle muayenesinde olmadığı durumlar mutlaka olacak. Böyle zamanlarda çocuğunuzu bir doktora gösterebilmek için B planınız mutlaka olmalı. Birden fazla çocuk doktorunun çalıştığı klinikler ya da merkezler güzel bir seçim olabilir. Can’ın çocuk doktoru yaklaşık 10 doktorun çalıştığı bir merkezde bulunuyor. Bizim bir adet ana çocuk doktorumuz olmasına rağmen, o doktorun müsait olmadığı durumlarda diğer çocuk doktorlarına da gösteriyoruz.

4- Yaş / Tecrübe

Her ailenin bu konuda farklı bir fikri olabilir, ama, benim tercihim çok genç ya da çok yaşlı doktorlardan uzak durmak. Doktorun mezun olduğu okul ne kadar iyi bir okul olursa olsun, bana göre doktorluk mesleği biraz da tecrübeyle daha iyi bir noktaya geliyor. Bir doktor ne kadar çok değişik vaka görürse o kadar tecrübeleniyor ve teşhis yapması daha kolaylaşıyor. Bu nedenle okuldan yeni mezun olmuş ya da sadece 1-2 senelik pratiği olan bir doktor bana pek hitap etmiyor.

Bunun tam tersine mezuniyetinin üzerinden çok uzun süre geçmiş olan bir doktoru da tercih etmiyorum. Her ne kadar profesör seviyesinde olan doktorlar çok tecrübelenmiş olsa da, bu doktorlara ulaşmak, onlardan randevu almak çok zor, ücretleri de gereksiz bir şekilde pahalı. Anne/babalarımızın jenerasyonunda mesleğe başlamış olan bir doktorun çocuk sağlığı konularına bakış açısıyla, ondan 20-25 sene sonra tıp alanında eğitim görmüş olan bir doktorunki daha farklı olacaktır. Eğer bir doktor hala mezun olduğu dönemdeki terminoloji, yaklaşım ya da bakış açısını devam ettiriyor, tıp alanındaki gelişmeleri/yeni uygulamaları takip etmiyorsa, kısacası aynı dilden konuşmuyorsak bu tür bir doktoru tercih etmiyorum.

Bana göre en güzeli, mezuniyetinin üzerinden 8-10 sene geçmiş, belki doçent seviyesine ulaşmış, yeterince hasta bakarak tecrübesizliği üzerinden atmış, ancak mesleğiyle ilgili hala heyecan duyan ve bu konuda kendini geliştiren bir doktoru seçmek.

5- Bilgi

Doktorluk mesleği her meslek gibi sürekli değişim içinde. Doktorların mesleklerini iyi yapabilmeleri için tıp alanında çıkan yeni makaleleri takip etmeleri, konferanslara katılmaları önemli. Ayrıca gündemdeki sağlık konularından haberdar olmaları ve o konularda hastalardan gelebilecek sorulara bilimsel kaynaklar göstererek yanıt verebilmeleri gerek. Çocuğunun uyku sorunu danışarak yardım isteyen bir anneye “Çocuk uyumuyorsa, siz yatana kadar onu da oturtun. Nasılsa sonunda yorulup uyuyacaktır.” diyerek baştan savma yanıt veren bir doktor benden maalesef puan alamıyor.

Kimi zaman doktorun mezun olduğu okul da önem taşıyabilir. Ünlü bir okuldan mezun olmak doktorun iyi/başarılı bir doktor sayılması için tek gösterge olmasa da, iyi okullarda öğrencilerin gelişimini sağlayacak tıbbi araştırmalara, laboratuvarlara, ders gereçlerine ayrılan kaynaklar genellikle daha fazla.

6- Hastaya Yaklaşım

Doktorlar da nihayetinde bir hizmet veriyor. Bu hizmetin kalitesi önem taşıyor. Benim için sorularıma doyurucu yanıtlar veren, pozitif bir tutumu olan, çocuğa karşı nazik davranan/çocuk dilinden anlayan, bilgiyi aktarırken karşısındakini küçümseyici/azarlayıcı tavırlar takınmayan, tıbbi bilgileri herkesin anlayabileceği bir dilde anlatan, sürekli acelesi varmış gibi yapmayan, gerekli durumlarda diğer iyi uzmanlara yönlendirme yapan, acil durumlarda ulaşılabilen bir doktor diğerlerinden bir adım öne çıkıyor.

7- Mesleğine Yatırım Yapmak

Bir doktorun mesleğine yatırım yapması hem kendisine hem de hastalarına saygı gösteriyor olması demek. Ofisinin düzenli olması, mesleği için gerekli aletlerin/malzemelerin temiz ve güncel teknolojide olması, bekleme odasında meslek dergilerinin/ aileyle ilgili dergilerin göze çarpması, bekleme ve muayene odasında ufak çocukları meşgul edecek oyuncakların bulunması, senenin belli dönemlerinde mesleki konferanslara gidiyor olması ve bir internet sitesinin olması mesleğine yatırım yaptığının önemli göstergelerinden…

Son olarak doktorun kendisiyle direkt ilgili olmamakla beraber ofisindeki diğer elemanların kalitesi de önemli. Doktoru ziyaret ettiğinizde sizi karşılayacak danışma masası elemanlarının, muhasebe işlerine bakan elemanların ve doktorla beraber çalışan hemşire/asistanların temiz, nazik ve profesyonel olması da doktorun mesleğine yaptığı yatırımı gösterir. Diğer elemanların profesyonel olması sizin hayatınızı kolaylaştırır, güven verir.

8- Ebeveyn Olmak

Belki her doktor türü için geçerli değil, ancak bir çocuk doktorunun kendi çocuğunun da olması bence artı puan. Bir doktor çocuk sahibi olduğunda hastasıyla empati kurabilme yeteneğinin ve çocuklara yönelik bazı durumlar bizzat kendi çocuğunda yaşamış olmasından ötürü pratiğinin artmasını beklerim. Bir muayenehanede doktorun çocuklarının fotoğraflarını görmek, arada ufak da olsa çocuklarının yaşadığı birkaç anektodu duymak ya da benim çocuğumun bir rahatsızlığını açıklarken kendi çocuklarından örnek vermesi beni mutlu eder.

Sonuç Olarak…

Sonuç olarak bence çocuk doktoru seçerken kişisel referanslar ve internet araştırması ilk adımlar. Sağlık bakanlığı’nın sitesini kullanarak doktor adaylarınızın diplomalı bir doktor olduğundan ve kaç senedir/nerelerde çalıştığından emin olun. Doktor hakkındaki yorumları okuyun. Bu yollarla birkaç doktoru tespit ettikten sonra ofislerine telefon açarak ücretlerini öğrenin ve sizin sağlık sigortanızı kabul ettiğine emin olun.

Sonunda aralarından en çok içinize sinen doktora randevu alarak çocuğunuzla beraber gidin. Ofise ulaşırken yolda harcadığınız süreye ve arabanız varsa park kolaylığına dikkat edin. Doktor ofisinde sıranızı beklerken çevrenize göz gezdirin. Ofisin temizliği, çalışanların size yaklaşımı ve belki bekleme odasında duran diğer ebeveynlerle ufak birer sohbet ilk intibanızı oluşturacaktır.

Doktorun muayenehanesine girdiğinizde gözünüz açık olsun. Sizi karşılamasına, çevrenin temizliği/düzenine, çocuğunuza ve size yaklaşımına, sorduğunuz sorulara verdiği yanıtlara dikkat edin. Zaman içinde doktorunuzun bilgi birikimi ve ulaşılabilirliği konusunda da fikir sahibi olursunuz.

Umarım çocuk doktoru deneyiminiz her zaman olumlu olur. Eğer doktorunuzdan öğrenmek istediğiniz bir konuya doyurucu cevap alamıyorsanız başka bir ziyarette yeniden aynı soruyu başka bir açıdan sormayı deneyin. Unutmayın, doktorunuz da bir insandır ve onun da zor bir günü olabilir. Ancak sürekli sorduğunuz sorulara üstü kapalı yanıtlar veren, çocuğunuza ayıracak yeterli zamanı olmayan, karakter olarak kaba ve verdiği önerileri ebeveynlik felsefenizle örtüşmeyen bir doktoru ne kadar ünlü ya da tavsiye edilir olursa olsun değiştirmekten çekinmeyin. Güvenebileceğiniz, iyi bir doktor mutlaka bulacaksınız.

Siz de çocuk doktorunuzdan memnunsanız adını, bulunduğu şehri ve kısaca neden memnun olduğunuzu aşağıya yorum olarak bırakın. Böylece diğer ailelere de yardımcı olabilirsiniz. Şimdiden teşekkürler,

Yazının devamı...

Emzirmeyle İlgili Doğru Bildiğin 12 Yanlış

Sosyal medyadaki yazışmalarda ve bana ulaşan okur sorularında emzirme problemleri o kadar sık gündeme geliyor ki… Emzirme konusunda annelerin ve anne adaylarının düşünmeden kabul ettiği ve ezbere uyguladığı pek çok “doğru bilinen yanlış” var. Daha önce “Emzirmek ya da Emzirmemek: İşte Bütün Mesele” başlıklı yazımda bu konuya değinmiştim. Bu yazımda emzirme hakkında oldukça yaygın, ancak bir o kadar da hatalı uygulamaları ve bunların nasıl çözüleceğini bir kere daha ele almaya karar verdim. Bakalım senin yaşadığın emzirme sorunlarına da değinmiş miyim?

1- Emzirecektim Ama Doğumdan Sonra Sütüm Gelmedi

Bebek doğunca anne göğsüne konur konmaz sütün gürül gürül gelmesi çok hoş, adeta mucizevi bir görünüm. Ancak bu durum genellikle filmlerde olur. İşin aslı senin bildiğin beyaz renkli anne sütünün gelmesi 2-3 günü bulacak. İlk birkaç günde memenden gelen sarı renkli sıvı bebeğin için yeterli ve çok kıymetli. Onun adı kolostrum. Eğer düzenli olarak emzirme denemesi yaparsan anne sütün de yakında gelecek. Yeni doğmuş bebeğinin midesi zaten bir misket kadar. Bu nedenle litrelerce anne sütü içmesine gerek yok. Sakın pes etme!

2- Sütüm Az Geliyor

Doğa tüm anneleri kendi yavrularına yetecek miktarda süt ile donatmış. Açlıktan kırılan Afrika’da bile anneler çocuklarını emzirerek büyütüyor. Sen sütüm az geliyor diyorsan onlar ne yapsın? Emzirme bir arz-talep meselesi. Sen emzirdikçe sütün artar. Sütünün yetmediğini düşüyorsan emzirme sıklığını artır ve emzirmekle ilgili başka bir sorun yaşamadığından (mesela bebeğinin meme başını doğru şekilde ağzına aldığından) emin ol. Eğer bebeğini yeterince sık ve doğru teknikle emzirirsen sütün mutlaka artacak, Hollanda’nın meşhur Holstein inekleriyle yarışacaksın.

3- Hastayken Emzirmeyi Kesmeliyim

Hastayken emzirmeyi ertelemeni ya da kesmeni :( gerektiren birkaç nadir hastalık var. Eğer memelerinde enfekte olmuş lezyonlar varsa ya da bir kereye mahsus tedavi amaçlı radyoaktif ışın almışsan, bunların etkisi geçene kadar emzirmeyi ertele. Sadece HIV virüsü taşıyan, aktif ve tedavi edilmemiş tüberküloz hastalığı olan, HTLV-1 türünde kansere yakalamış, kanındaki kurşun miktarı belli bir orandan yüksek olan, uyuşturucu kullanan, tedavi amacıyla düzenli olarak radyoaktif ışınlar alan ve anne sütünden çocuğa geçecek belli ilaçları kullanan anneler hiç emzirmemeli. Eğer ilaç kullanmanı gerekecek bir rahatsızlığın varsa, doktoruna emzirdiğini belirt. Sana emziren anneler ve bebekleri açısından güvenli ilaçları yazacaktır. Ayrıca bebeğinde nadir bir metabolik hastalık olan galaktosemi varsa, onu emzirilmemelisin. Bu konuda doktorun gerekli bilgiyi verecektir.

Onun dışında grip/nezle olduysan emzirmeyi kesmene gerek yok. Aksine grip/nezleyken emzirmek bebeğine antikor geçmesini sağlayarak onu bu hastalıklara karşı dirençli yapar. Grip/nezleyken ellerini yıkaman ve bebeğinin ağzına/burnuna doğru hapşırıp/öksürmemeye dikkat etmen yeterli. Anne sütünün bir görevi de senin vücudunda üretilen antikorları bebeğe transfer ederek bebeğinin bağışıklık sistemini geliştirmek. Kısaca grip/nezleyken emzirmeye devam…

4- Sütüm Yetersiz, Bebeğim Hala Aç

Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere tüm aklı başında sağlık kurumları bas bas “bebeğin ilk 6 ay boyunca sadece anne sütüyle beslenmesinin gelişimi açısından yeterli olduğunu, hatta ilk 6 ay boyunca su bile verilmemesi gerektiğini” söylüyor. Bak “Bebeklere Sakın Su Vermeyin” yazımda yazmışım, “Su, bebeğin midesini gereksiz yere doldurup tokluk hissi yaratır ve esas besini olan anne sütünden daha az içmesine yol açar.” Bebeğin özellikle ilk 6 ayda gelişimi için gerekli olan tüm besinleri senin sütünden alır. Eğer 6 aydan küçük bebeğin düzenli olarak kilo alıyorsa, her gün yaşına uygun adette çişli ve kakalı bez çıkarıyorsa, hareketli ve neşeliyse yeterince besleniyordur. Bu nedenle “Bu çocuk sürekli aç, sütüm yetersiz” diye kendini sakın hırpalama. Hele ki sütünün yetersiz olduğunu düşünerek 6 aydan küçük bebeklere ek mama, devam sütü, pirinç unu, sulandırılmış süt, içine bebe bisküvisi katılmış süt vs. gibi gıdaları verme. “Yaz mevsimi, bu çocuk susuz kalıyor!” diye aile büyüklerinin aklını almasına izin verme :) Bebeğinin susuz kaldığı konusunda endişen varsa (olması gerekenden daha az çişli bez, bıngıldağın çökük olması) onu daha sık emzir.

5- Memelerim Çok Küçük, Sütüm Az Oluyor

Memelerin küçükse sırt ağrın fazla olmayacak ve sarkma sorununu belki de daha az yaşayacaksın. Fena değil mi? Şaka bir yana memelerinin büyüklüğünün süt üretimiyle ilgisi yok. Memelerinin büyüklüğü içinde yer alan yağ dokusuna bağlı. Oysa süt, memedeki süt bezlerinde (glandular tissue) ürer. Küçük memeliysen de gayet başarılı bir şekilde emzirebilirsin. Sadece süt bezlerin çeşitli sebeplerle doğuştan yetersizse süt üretimin az olabilir. Ancak bu durum çok nadir, benden söylemesi… Şüphen varsa doktoruna danış.

6- Emzirirken Canım Çok Yanıyor, Emziremiyorum

Emzirirken canının yanmasının nedeni bebeğin meme ucunu doğru şekilde almaması. Bebek memenin sadece en ucunu alırsa, memenin koyu renkli aerola kısmının tamamı ağzına girmemişse emzirme işlemi acılı olabilir. Bunu düzeltmenin yolu bebeğini memeden uygun bir şekilde ayırarak memeyi tekrar doğru şekilde almasını sağlamak. Bebeği memeden ayırmanın yolu bebek emiyorken küçük parmağını ağzının kenarından hafifçe içeri sokmak. Bebek ağzını açınca memeni çekip, tekrar doğru yöntemle memeye tutunmasını sağlamalısın. Ayrıca emzirirken sırt ağrılarının oluşmaması için bebeğe eğilmek yerine, bebeği kendine çekmelisin. Bir de ayağını hafifçe yüksek bir tabureye ya da yastığın üzerine koyarsan rahat edersin. Eğer oturarak emzirme seni rahatsız ediyorsa diğer emzirme pozisyonlarını dene. Eğer hiç başarılı olamıyorsan kendine boşuna eziyet etme! Bir an önce bir sağlık uzmanı ya da emzirme danışmanından yardım al. Atalarımız ne demiş?: Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp…

7- Sütümü Artırmak İçin A,B,C Gıdalarını Yemeliyim

Sütü artırmak için soğan, bulgur, dere otu, baklava gibi tatlılar, inek sütü, alkolsüz bira mayasından yapılan değişik içecekler öneren komşular, akrabalar, bilimum ticari firmalardan bucak bucak kaçın arkadaşım. Sütü artıracak 3 şey var: Birincisi bol bol emzirmek, ikincisi sağlıklı ve dengeli gıdanı almak, üçüncüsü bedenin susuz kalmaması için su içmek. Sütü artırdığı iddia edilen gıdalar aslında senin susayarak su içmeni sağlamaktan başka işe yaramıyor. Böylece sıvı alımın ve dolayısıyla süt üretimin artıyor. Elbette emziriyorken canın çekiyorsa soğan, bulgur, dere otu, baklava gibi yiyecekleri yemelisin. Ne de olsa kendin ve bebeğin için beslenmeli ve sağlıklı olmalısın. Ancak süt yaptığını düşünerek bulgur tenceresinin başına tabure çekmene gerek yok.

8- Sütüm Fışkırarak Geliyor, Bebeğim Sütü İstemiyor

Bak sen şu yaramaza! Demek annesinin sütünü istemiyor… Sütün fışkırarak geliyorsa anne sütün fazla geliyor olabilir. Bebeğin hızlı süt akışına ayak uyduramazsa hava yutar, sürekli ağlar, başını geriye atar. İlerleyen zamanlarda mukuslu, hatta kanlı kakalar görebilirsin. Doktorun laktoz hassasiyeti, alerji gibi teşhisler koyabilir. Seni belli besinlerin yasak olduğu bir diyete sokabilir. Hiçbir şey çözüm olmuyorsa anne sütünün fazla gelebileceğini düşün. Anne sütünün fazla gelmesiyle ilgili pek çok yazım var. Belki senin de derdine çare olabilir.

9- Her Emzirmeden Sonra Gaz Çıkarmasam da Olur

Her emzirmeden sonra gaz çıkarmazsan hayatının hatasını yaparsın canım. Neden mi? Bebeğin belki bir beslenmeden sonra rahat ve mutlu gözükebilir. Ancak hemen her bebek, emzirme sırasında az da olsa hava yutar. Emzirme seansları üst üste geldiğinde bu hava birikimi artar ve özellikle gece saatlerinde bebeğinde huzursuz bir kıpırdanma başlar. Biz buna tıpta “Vıyyy bizimkisi yine uyumuyor! Anlaşılan bize bu gece de uyku yok” deriz. Bunu önlemenin yolu her beslenmeden sonra birkaç dakika da olsa gaz çıkarmak. Böylece gaz olayının akşam saatlerinde çileden çıkmasını önlersin. Her beslenmeden sonra gaz çıkarmayı uygula, sonra bana dua edersin.

10- Katı Gıdaya Başlayınca Emzirmeyi Kesmeliyim

Katı gıdaya başlayınca o gömleğin düğmelerinin şak diye kapanacağını düşünme. Sen nasıl esnafsın ki müşterinin ağzı tam alışmışken 6. ayda kepenkleri kapatıyorsun? Sanıyor musun ki katı gıdaya geçiş bir günden öbürüne, çabuk çabuk değil ama hızlı hızlı olacak. :) Yoksa o sebze püresini ilk verdiğinde, bebeğinin yalayıp yutacağını mı sandın? Her bebek katı gıdaları hemen benimsemez. Ayrıca alerjik bir durum olup olmadığını anlamak için o işi aşamalı olarak yapacaksın canım. Katı gıdaya geçişin ilk dönemi sadece bebeğini yeni besinlerin tadına alıştırmak için. Bu arada bebeğini emzirmeye devam etmelisin. Zaman içerisinde bebeğin büyüyüp, normal gıdalara bünyesi alışınca ve kalorisinin çoğunu o yaptığın lezzetli yemeklerden almaya başlayınca emzirmeyi kesebilirsin. Tabii istersen… 2-3 yaşına kadar emziren pek çok anne de var. Sen en iyisi benim katı gıdaya geçiş yazılarımı oku.

11- Emzirirken Hamile Kalınmaz

Oh taze annem! Emziriyorsun diye doğa sana kıyak geçecek sanıyorsun :) Eh, bebeğini gece ve gündüz sıkça emziriyorsan, yumurtlamaya ve adet görmeye başlamadıysan kısa bir süre yeni bir bebek olma şansı azalabilir. Ancak emzirmek seni kısır yapmaz. İlk bebeğini emzirdiği sırada ikinci bebeğine hamile olan pek çok kadın var. Bu nedenle emzirirken hamile kalma ihtimalini azaltmak için doğum kontrol yöntemlerini uygulaman gerek.

12- Yeniden Hamile Kalınca Emzirmeyi Kesmeliyim

Hamileyken emzirmek karnında büyüyen bebeğin gelişimini etkilemez. Bir bebeğin anne karnında gelişimiyle diğer çocuğun emzirilmesi farklı işler. Bununla beraber her ikisi de sonuçta senin bedenini kullanacağı için güçten düşmemelisin. Sağlıklı ve dengeli beslenmeli, bol sıvı almalısın. Hamileyken büyük çocuğunu emziren, hatta ufak olan doğduktan sonra ikisini birden emziren pek çok anne var. Sen yüzbin kaplan gücündesin, ikisine de yetersin. Hem bir çocuğu emzirirken ikincisini emziremeyeceksek üçüz, dördüz sahibi olan anneler ne yapsın… Haydi anne kaplanım, istiyorsan yaparsın…

Senin de emzirmeyle ilgili yaşadığın başka sorunlar varsa bu yazının altına yorum bırakabilirsin.

Bol sütler ve neşeli emzirmeler!

Yazının devamı...

Bu Yazı da Çocuk İstemeyenlere Gelsin

Türkiye koşullarında evli bir çiftin çocuk yapmama hakkı yoktur. Hele bir “Biz çocuk düşünmüyoruz.” diye kamuya açık alanda ünleyin. Görün bakalım başınıza gelecekleri…

Analar, babalar, teyzeler, halalar, nineler, dedeler dört bir koldan Haçlı ordusu gibi bastırır. Önce ikna çabaları gelir. “Böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemiyoruz.” dersiniz, “Hadi len, bizim başımız kel miydi?” derler. “Çocuk yetiştirecek durumumuz yok.” dersiniz, “Tövbe de! Çarpılırsın. Hem Allah rızkını verir. O kısmetiyle gelir bir kere.” buyururlar. “Zamanım yok, kariyer yapmak istiyorum.” dersiniz, “Sen sus! Sanki sen bakacaksın. Biz bakacağız.” diye ağzınıza tıkarlar. Çocuk yetiştirmenin faydalarını, güzelliklerini, ulvi yanlarını günde beş vakit beyninize ekleştirirler. İşe yaramazsa gözlerinin kıyısında bir damla yaş “Bize torun/yeğen duygusunu tattırmayacaksın ha!” diye içinizi kıyım-kıyım kıyarak duygu sömürüsü yaparlar.

Bana torun vermeyeceksin demek. Alacağın olsun. Anne deme bir daha bana!

Sosyal çevrenizde de durum farklı değildir. En bir cool, her haftasonu beraber alemlere aktığınız, pizza-bira eşliğinde topluca Game of Thrones maratonu yaparken “Yaşam bu lan! Eşim, arkadaşlarım, ben… Değmeyin keyfime” dediğiniz evli arkadaşlarınız çocuk sahibi olunca evrim geçirir. (bkz. Evrim Teorisi) Bir gün bir bakarsınız Facebook profillerini bebek fotoğrafına çevirmişler. Bu onları arkadaş listenizden çıkarmanız için son şansınızdır. Çıkarmadığınız takdirde veletin doğumundan, yürümesine, okul gösterisinden mürüvetine kadar her anını, dakika dakika, envai çeşit medya formatında WhatsApp’lardan, Instagram’lardan yudum yudum içeceksiniz. Her videonun altına “Uyyy, maaaşşşaalllaah! Yerim ben onun bı-gı diyen dudaklarını, tıpış-tıpış yürüyen ayaklarını!” ya da her fotoğrafın altına “Küçük Fenerbahçeli yetişiyor!” yazmazsanız kolunuzu ters yöne büküp kündeye getirir, maazallah doğduğunuz güne tövbe ettirirler.

Otobüste eşinizle el ele tutuştuğunuzu göre yaşlı teyze, mahallenizde bira yanına leblebi aldığınız kuruyemişçi ve hatta apartman görevliniz Muhsin bey bile bulduğu ilk fırsatta “Bebaaaakghhhkk! Bebak ver bizeaaa!” diye ünler. Kendinizi bir pazar sabahı Muhsin bey’in elinden ekmek alırken “Yok abi, valla ikimizde de bir sorun yok, sadece çocuk istemiyoruz.” diye cinsel sağlığınızı savunurken bulursunuz. Kapıyı kapatırken “Sana ne lan! Keyfimin kahyası mısın?” diye burnunuzdan solusanız da, Muhsin bey alt kattaki komşuya çoktan “Deniyorlar ama olmuyor.” diye yetiştirmiştir… Sonraki günlerde asansörde karşılaştığınız komşularınız acıklı gözlerle bakarlar. Asansörden inerken kulağınıza “Kaynımın, eltisinin, kayınçosunun da tam 12 sene olmamıştı. Tüp bebek yaptılar, 9 ay sonra kucaklarına aldılar, mutlaka deneyin.” diye fısıldayıverir.

Sonunda “Temam huleynnnn! Gelmeyin üstüme!!! Tez zamanda çocuk yapmayan eşşşeğin önde gideni!” noktasına gelirsiniz. Zira kadının karnında o tümseği görmeden rahat etmez Türk halkı. Bir curcunayla evlenir, çocuğa ailece/mahallece karar verir, hayırlısıyla tüm Türkiye beraberce büyütürüz biz…

Çocuk istememeye TÖVBE etmiş çift…

Bunlar çocuk yapmak istemeyen çifte yönelen zulümler. Kadınsanız işiniz daha zor. Türkiye’de evli bir çiftin çocuk yapmama hakkı yoksa, evli bir kadının “Ben çocuk istemi…” deme hakkı hiç yoktur. Dikkat ederseniz cümleyi bitiremedim bile. Zira Türkçe klavyem evli bir kadın olduğumu anlayınca “istemiyorum” kelimesini basmadı. “Londra Ekonomi Okulu’nun yaptığı araştırmaya göre zeka ne kadar fazlaysa annelik dürtüsü o denli zayıfmış.” Ben zaten hiçbir zaman zeki bir kadın olduğumu iddia etmedim. Zaten var ya, zeki kadınları paralarlar bizde. Mesela evli ve zeki bir kadını ele alalım. Günde 3 öğün yemeklerden sonra “Niye istemiyorsun? Neden ama neden? Evliliğinde sorun mu var? Denediniz olmadı mı? Bencilsin. Sonra pişman olursun. Vık-vık, bık-bık!” diye kafasını turşuya çevirin. Bir süre sonra artık cidden ikna olduğundan mı, yoksa beyin sarsıntısından mı, çocuk sahibi olmanın hiçte fena bir fikir olmadığını düşünmeye başlayacaktır. İki sene sonra aynı kadının evine kahve içmeye gidersiniz. 2 yaşındaki Tonguçcan annenin kafasına Ipad’i vurup, kadının uykusuzluk ve yorgunluktan zaten randımanı düşmüş beyninin IQ’sünü 15 puan daha düşürürken, siz kahvenizi yudumlayıp ikincinin ne zaman geleceğini sorarsınız. Zira çocuk dediğin tek olmaz. Çifter çifter yapılır. Üç sene önce “Bebaaaak!” diye ünleyenler, daha ilk bebeğin kırkı çıkmadan ikincisini sorarlar. Zaten dikişleri sızım sızım sızlarken, uykusuzluktan afyonlu kafayla minik Tonguçcan’ı emzirmeye çalışan annenin o dakikadaki en büyük fantezisi ikinci çocuktur.

Bütün bunlar nereden mi aklıma geldi? Geçenlerde bir tesadüf eseri çocuk sahibi olmak istemediğini savunan bir kadının blogunu okuyordum. Güzel güzel anlatmış. Demiş ki, “Ben eşimi sevdiğim için evlendim. Çocuk sahibi olmak için evlenmedim ki… Zaten ilerde bana baksın diye çocuk yapmam. Hamile kadın görüntüsünden hazzetmem. Vücudumu bozmak istemiyorum. Eşimle hayatımı yaşamak, gezmek-tozmak istiyorum. Kariyerimden vazgeçmek istemiyorum. Hayatının merkezine çocuğunu koyan kadınları anlamıyorum.” vs. şeklinde tatlı tatlı yazmış. Kalemi güzel, okuması keyifli. “Yaşşa be kızım! İşte ne istediğini bilen bir kadın modeli. Herkes anne olacak diye bir koşul yok ya… Tebrik ediyorum.” dedim kendi kendime…

Sonra yazının bundan birkaç sene önce yazıldığını fark ettim. Acaba hala yazıyor mudur? Bir yazısını daha okuyayım, bizim böyle cesur, kendini bilen, toplum baskısına takılmadan düşüncelerini içinden geldiği gibi dile getiren kadınlara ihtiyacımız var diye düşündüm. Son yazısına tıkladım. Aynen şöyle: “Ruh halim tamamen değişti! Sanırım erkek olacak. Mağazalarda çocuk kıyafetlerine bakıyorum. Ah bu hormonlar! Zaten iş bulamadım. Kariyerimi bitirdim. Sırf çalışmış olmak için çalışacağıma, evde çocuğumu büyütürüm daha iyi! Bebek beklemek dışında birşey yapmıyorum…”

O dakikada beynimde tıkırt diye bir ses oldu. Sanırım IQ’üm 15 puan daha düştü. Yorumu size bırakıyorum…

Yazının devamı...

Prematüre Bebeklerin Gelişimi

Twitter takipçilerimden Pınar’ın bir sorusu var:

Prematüre doğan bebeğim şu anda 10 aylık. 1 dişi çıktı. Emeklemiyor. Yerde dönerek gidiyor. En geç kaç aylık yürüyor prematüre bebekler?

Merhabalar Pınar,

Prematüre doğmuş bir bebek annesi olarak merakını anlayabiliyorum. Öncelikle için rahat olsun. Bebeklerin hepsi çok özel ve gelişimleri kendine özgü. Bu nedenle gelişimlerinde milat olarak değerlendirilebilecek aşamalara ne zaman varacakları konusunda kesin birşey söylemek mümkün değil. Kimi bebek daha erken yürürken, kimisi daha geç yürür. Kimisi düz bir şekilde emeklerken, kimisi senin bebeğin gibi yerde dönerek ilerlemeyi tercih eder. Bunlar gayet normal.

Doktorlar genel eğilimlerden yola çıkarak bebek gelişiminin aşamalarını ortalama olarak tanımlamayı ve her bebeğin gelişimini bu ortalama değerlerle karşılaştırarak takip etmeyi tercih eder. Ortalama değerleri bilmek gelişimin daha rahat takip edilmesini sağlarken, gelişim bozukluklarını tespiti açısından da faydalı.

Bebek gelişiminde önemli olan, bebeğin ileriye doğru aşama göstermesi. Örneğin karın üstü yatarken gövdesinin üst kısmını kaldırması, emeklemesi, ayağa kalkması ve yürümesi hep ileriye doğru bir gelişimi ifade eder. İleriye doğru gelişim olduğu sürece bazı konularda biraz gecikme olması çok da önemli değil. Ancak bebek gelişim aşamalarının her alanında çok çok geriyse, mutlaka doktora danışmakta fayda var. Bebeklerin yaşlarına göre neler yapabileceğini öğrenmek için “0-5 Yaş Bebek ve Çocuklarda Gelişim Milatları” yazıma göz atabilirsin.

Prematüre Doğan Bebeklerin Özel Durumu

Bebek gelişimine böyle genel bir giriş yaptıktan sonra, prematüre doğan bebeklerin özel durumlarından bahsetmek istiyorum. Bilindiği gibi hamilelik 40 haftalık bir süreç. 37. haftanın tamamlanmasından önce doğan bebekler prematüre olarak adlandırılır.

Prematüre bebekler doğdukları zaman kas ve sinir sistemleri 40 haftayı tamamlamış bebekler gibi çalışmaz. Ancak prematüre bebekler de iyi bir bakımla anne karnında gösterecekleri gelişmeyi dışarıda tamamlayıp, hayatlarına sağlıklı bir şekilde devam ederler.

Düzeltilmiş Yaş Hesaplaması

Prematüre bebeklerin özel durumlarından ötürü, onların gelişim aşamalarını düzeltilmiş yaşa göre takip etmek gerekir. Düzeltilmiş yaş bebeğin şu andaki yaşından (takvim yaşı), erken doğduğu süre çıkarılarak bulunur. Bir örnek vermek gerekirse:

Bebeğin şu anki takvim yaşı: 40 hafta (10 ay)

Bebeğin erken doğduğu hafta sayısı: 5 hafta (hamileliğin 35. haftasında doğmuş)

Bebeğin şu anki düzeltilmiş yaşı: 35 hafta (8 ay 3 hafta)

Dolayısıyla bu bebeğin gelişim milatlarını takip ederken 10 aylık bir bebeğinkine değil, 8 aylık bir bebeğin gelişim aşamalarına bakmak gerekir. Bebek 40 haftadan ne kadar önce doğduysa, gelişim aşamalarına o kadar geç ulaşması gayet normaldir. Çünkü daha erken doğan bebeklerin, anne karnının dışında tamamlayacakları daha çok haftaları vardır.

Literatürde bu konuda farklı görüşler olmakla beraber, prematüre doğan bebeklerin, genellikle 2 yaşında, tam zamanlı olarak doğan bebeklerin gelişim aşamalarını yakaladığı düşünülür. Kimi doktorlar 3 yaş ya da ilkokul çağına kadar da diyebilmektedir. Bu nedenle en az 2 yaşına kadar düzeltilmiş yaşın kullanılmasında fayda vardır.

Prematüre bebekler çoğunlukla kasları etkileyen motor gelişiminde (emeklemek, ayağa kalkmak gibi) tam zamanlı olarak doğan akranlarından geri kalırlar. Kavramsal gelişmelerinde daha az geri kalırlar.

Prematüre Bebeğin Yürümesi

Prematüre bebeklerin ne zaman yürüyeceği konusunda dikkat edilmesi gereken nokta, düzeltilmiş yaşı göz önüne almaktır. Fikir vermesi açısından, 40 haftayı doldurmuş bebeklerde ortalama yürüme zamanı 13,5 ayken, 32 haftadan erken doğan bebeklerde ortalama 14,5 aydır. Ayrıca her bebeğin birbirinden farklı olduğu ve gelişim aşamalarının her bebekte takvime bağlanmış gibi kesin zamanlarda gerçekleşmediği unutulmamalıdır.

Nadir Durumlar

Eğer prematüre bebeğiniz düzeltilmiş yaşa göre olması gereken zamanda henüz yürümediyse, sabırlı olun. Çoğunlukla bir süre sonra kendiliğinden yürüyecektir. Ancak şüphelendiğiniz durumda mutlaka doktorunuza danışın.

Prematüre Bebeğinizin Yürümesine Nasıl Yardım Edebilirsiniz?

Tüm bebekler gibi prematüre bebekler de oyun oynama yoluyla yürümeyi öğrenirler. Bebeğinizle fırsat bulduğunuz her zamanda oyun oynayın. Oyunların yürümeyi heveslendirici türde olmasına çalışın. Örnek oyunlar:

– Destek alarak ayağa kalkmak: Koltuğun üzerine, bebeğinizin elle erişebileceği yerin birkaç santimetre ötesine sevdiği bir oyuncağı koyun. Bebeğin koltuğa tutunarak ayağa kalkmasını ve oyuncağa erişmesini teşvik edin. Bebek oyuncağı yakalamak üzereyken, oyuncağı biraz daha uzak bir yere iterek oraya doğru koltuğa tutunarak gitmesini sağlayın. Bebek sıkılmadığı sürece bu oyuna devam edin.

– Güvenli bir şekilde popo üstüne düşmek: Bazı bebekler ayağa kalktıktan sonra yere düşünce rahatsız olurlar ve cesaretleri kırılır. Bebeğiniz düştüğü zaman ona gülümseyin. Gerekirse düşeceği yere yastık koyarak yumuşak iniş yapmasını sağlayın. Gülümsemeniz ona düşmenin o kadar da kötü birşey olmadığını anlatacak ve yeniden kalkması için ona cesaret verecektir.

– İki kişi arasında yürümek: Anne ve bir diğer kişi karşılıklı olarak yerde otursun. Aranızda birkaç adım mesafe olsun. Bebeği ellerinden tutarak kaldırın. İsmini çağırarak iki kişi arasında yürümesini teşvik edin. Bebeğin yürüyeceği mesafe başlangıçta birkaç adımdan fazla olmasın. Başarı sağladıkça mesafeleri büyütün.

– Tek başına yürümek: Bebeğinizi ayağa kaldırarak sırtını duvara yaslayın. Kendiniz de birkaç adım ötesinde çömelerek ellerinizi ona uzatın. Size doğru adım attıkça siz de birkaç adım geriye giderek ufak ufak yürümesini teşvik edin.

Bebeğinizi sık sık ellerinden tutarak yürütün.

Bebeğin ayakta dururken elleriyle tutunabileceği ve iterek yürütebileceği oyuncakları almayı deneyin.

Yürüteç gibi aletleri kullanmaktan kaçının. Yürüteçler bebeklerin kaslarını daha az çalıştırarak olanları tembelliğe iter. Bebeğin kendi vücut ağırlığını kendisi kaldırarak yürümeye çalışması gelişimi açısından daha faydalı olacaktır.

Doktorun muayenesi sonucu fiziksel bir gelişim geriliği tespit edilirse fizik terapi ile erken yaşta olumlu sonuç almak mümkün olacaktır.

Umarım bu bilgiler prematüre bebeklerin yürümesi konusundaki soruna bir ışık tutmuştur. Ben bebeğinin en kısa sürede yürümeye başlayacağına eminim.

Bebeğinle beraber sağlıklı, güzel bir yaşam dilerim.

Kaynaklar

Baby Center | Emory University | About.com 1 | About.com 2 |

Önemli not: Bu blogdaki yazılar şahsi tecrübelerimden oluşmaktadır. Doktor veya tıbbi ehliyete sahip başka bir kişinin tavsiyesi niteliğinde değildir. Lütfen sağlık konularında karar vermeden önce sağduyunuzu dinleyin ve doktorunuza danışın.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.