SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Güle Güle Sevgili Defter!

Gurur, mutluluk, belki inanmayacaksınız ama biraz da boşluk. Can doğduğundan beri günde en az 10 kereden toplamda 5,400 kere ve hatta -muhtemelen- daha fazla yapmış olduğum bir şeyin sonuna geldim. 18. aya ulaşmamızın şerefine Can’ı yedirdiğim, içirdiğim, altını değiştiğim ve uyuttuğum gün ve saatleri not aldığım defterleri bırakıyorum. Derin bir nefes! Oh!

Doğum hastanemizde başladı herşey. Doktor “3 saatte bir bebek uyanmasa da siz onu uyandıracak ve besleyeceksiniz.” dedi. Hoş doktor demese de bizimkisi uyanıyordu zaten. Kimi zaman 3 saatte, kimi zaman daha da önce…

Bir yandan emziriyordum. “Acaba bu minik beden yeterince doyuyor mu?” diye endişe ettiğimden hemşireye sormuştum. “Kaç dakika emzirmeliyim?” diye… Şimdi komik geliyor. Ama ilk kez anne olan bir kadın işte bunları düşünüyor. Hemşire de “Şu anda midesi çok küçük. İlk günlerde birkaç çay kaşığı kadar sütle (kolostrum) bile doyar. Ama sonraki günlerde her iki taraftan da 5 dakika falan emzirseniz yeterli” demişti. Tabii uykulu kafayla emzirirken hangi tarafı, kaç dakika verdiğini hatırlayabilene aşkolsun.

Bir de tuvalet konusu vardı. Doktor “İlk günlerde bebek, gün sayısı kadar çiş yapar.” demişti. Yani ilk gün 1 bez, ikinci gün 2 bez, 3.gün 3 bez değiştireceksiniz… Günde de en az 4 kez kaka. Hesap ortada. Emzirmediğiniz zamanlarda elinizde çocuk beziyle dolaşıyorsunuz.

Hastanede kaldığımız sürede emzirme zamanlarında bebeği bana getirdiler. Altını da hemşireler değiştiriyordu. Kendi yaptıkları bez değişimi gibi bakım işlemlerini de bir kağıda not alıyorlardı. Bu nedenle o üç gün bana tatil gibi gelmişti. Eve gelince işler değişti tabii. Annelik her ne kadar harika ötesi bir duygu da olsa da sorumlulukları başdöndürücü. Uykuya düşkün bir insan olduğumdan, yeni düzene alışmaya çalışırken uykusuzluktan tarumar olmuş zihnime güvenemedim. Bu nedenle hastanede gördüğüm şekilde Can’ın uykusunu, beslenmesini, tuvaletini not almaya başladım.

Bir gün, iki gün, bir hafta, bir ay derken günler su gibi geçti. Ekim ayında Can 18 aylık oldu. Bu süre içinde bir gün bile aksatmadan notlarımı tuttum.Tatile gittiğimde, yolculukta, hasta olduğumda dahi not almayı aksatmadım.

Pekiyi ne oldu da artık vazgeçtim? Ummm! Bu soruya yanıtım çok basit: Can artık büyüdü. Beslenme anlamında bizim yediğimiz hemen herşeyden yemeye başladı. Artık aç kalacağından endişe etmiyorum. Tuvaleti çoktan düzene girdi. Uyku saatleri de öyle. Artık hareketleri tahmin edilebilir bir bebek oldu kısacası. Bu nedenle oğluma (ve kendime) güveniyor ve artık not alma ihtiyacı hissetmiyorum.

Belki size pek de önemsiz ve hatta gereksiz bir detay gibi gelebilir, ama, bu 18 aylık süreçte not almanın çok faydasını gördüm. Öncelikle Can küçükken beslendiği saatlerden ve ne kadar besin aldığından emin oldum. Tuvaletini birkaç gün yapmadığı zamanlar oldu. Rahatsızlığını süratle tespit edip fazla ilerlemeden çözdük. Not almamın bir faydası da arkadaşlarıma dokundu. Kah çevremdeki, kah blog dünyasından edindiğim arkadaşlarım kimi zaman Can’ın belli bir ayda ne yediğini ya da ne kadar yediğini sordular. Onların sorularını kolayca yanıtlayabilmek ve aldığım notların bizim dışımızdaki kişilere de faydalı olduğunu bilmek beni mutlu etti.

Öte yandan not almanın bazı zorlukları da olmadı değil. Kimi zaman gün içinde üst üste birkaç kere not almayı unutmuş oldum. Daha sonra ne yaptığımı hatırlamak zordu :) Bu konuda Kuzey’e teşekkür ediyorum. Aklımın uçtuğu dakikalarda onunla beraber zihin jimnastiği yaparak eksikleri tamamlamak çok eğlenceliydi. Kimi zaman dışarı çıkarken not defterimi yanıma almayı unuttum. O zamanlarda yaratıcılığımı! konuşturarak peçetelere, gazete kağıdı köşelerine, broşürlerdeki boşluklara not almam bambaşka bir deneyimdi.

İşte not defterlerimin hikayesi böyle.

Şimdi ara ara çalışma masamın üzerinde duran son not defterime bakıyorum. Bazen boş bulunup yeniden not alasım geliyor. Elim kaleme gidiyor ki, duraklıyorum. Sonra gülümsüyorum. O son not defteri çok anlamlı bir şeyi simgeliyor. Uykusuz geceler falan hepsi boş. Gözlerimi kapadım, gözlerimi açtım. Oğlum büyüdü. Bundan güzeli olabilir mi? Güle güle sevgili defter! Yolun açık olsun. Can sırasını savdı. Artık başka bebeklerin hayatına eşlik et.

Yazının devamı...

Amerika’da Anne Olmanın Bana Öğrettikleri

Can Amerika’da doğdu. Doğumundan önce de, sonra da, Türkiye tatili yaptığımız kısa süreler dışında, yanımda, yakınımda beraberce bebek büyüttüğüm bir Türk arkadaşım, hatta bebekli bir arkadaşım olmadı. Amerika’da eski oturduğumuz şehirde sadece bir tane bebekli arkadaşım vardı. Onun çocuğunun doğduğu zaman da Can henüz portakalda vitamin bile değildi :0) Makus kaderim… Biz oradan taşındığımızda hem o arkadaşım Can’la neredeyse yaşıt başka bebekler yaptı, hem de diğer arkadaşlarım çocuk doğurdu. O şehirde kalsaydık Can için çok güzel arkadaşlar olacaktı. Kısmet değilmiş.

Şu anda yaşadığımız şehirde de arkadaş grubumuz ya müzmin bekar, ya evli ve çocuksuz, ya da çocuklarını çoktan büyütmüş çiftler. Dolayısıyla bebek bakımı konusundaki tüm tecrübelerimi kah okuyarak, kah araştırarak, kah doktora sorarak, kah kafa göz yara yara kendim oluşturdum.

Bununla beraber bebeklere ve çocuklara olan büyük sevgimden ve ilgimden, Türkiye’de yaşadığım dönemde bebek/çocuk bakımını fazlasıyla gözlemlemişimdir. 2011 senesinde BebekveBen’de yazmaya başladığımdan beri dahil olduğum online gruplar, websiteleri, takip ettiğim sosyal medya hesapları ve elbette bloguma gelen okur mektupları sayesinde Türk annesinin bebek/çocuk büyütme stiliyle de bayağı tanışık oldum.

Türk annesinin ve Amerikan annesinin de bence çocuk büyütmek konusunda oldukça benzer ve farklı yönleri var. Hatta Türk annesini Avrupalı anneden ziyade, Amerikan annesine yakın buluyorum. Ben Can’ı büyütürken her iki tarafta faydalı bulduğum yönleri uygulamaya çalışıyorum. Yine de özellikle Türkiye ziyaretlerimiz sırasında benim çocuk bakma stilimin klasik Türk annesinden farklı olduğu bazı noktaları keşfedip, şaşırıyorum. Kimi zaman da ben farketmesem de çevremdekiler yaptığım bazı uygulamaların farklı olduğunu söylüyorlar. Bu yazımda klasik Türk annesinden farklı olduğunu düşündüğüm yaklaşımlarımı anlatacağım.

Çocuğumu Aşırı Giydirmem

Bunu Türkiye’ye gelince fark ettim. Havada bırak kar, en ufak üfürük olduğunda kendi ailemdekiler dahil pek çok anne, dışarıya çıkarken çocuğu lahana gibi sarıp sarmalıyor. Örneğin kışın biraz soğuk fakat güzel bir havada yürüyüşe çıkılırken, çocuğun üzerine fanila, kazak, pantolonun altına yünlü çorap, hepsinin üzerine kar tulumu giydirip, kafasına bere, boynuna atkı, ayağına çizme, eline eldiven giydirdikten onra pusete oturtup, üzerine polar battaniye örtüp, bebek arabasının üzerine de rüzgar gelmesin diye şeffaf muşamba saran pek çok kişi var. Çocuk elbise katlarının çokluğundan kollarını bedeninin yanına kavuşturamıyor. Pusetin içinde garibim, sera etkisi şeklinde muhtemelen kurdeşen döküyor. Bu bebeklerin çoğu aşırı giydirilmekten güzel havanın keyfini bile çıkaramıyor. Sıcaktan pusette uyuyakalıyorlar. Ne anladım ben o yürüyüşten. Aynı havada ben Can’a en fazla fanila, kazak, normal bir mont, normal bir ayakkabı ve kadife pantalon giydirdim. Annem “Bu çocuk üşüyecek” derken Can mutlu-mesut pusetten çevresini izliyordu. Şapkasını ve eldivenini takmama rağmen çoğunlukla çıkarıp atıyordu. Battaniye ve muşambayı hiç kullanmadığımızı bilmem söylememe gerek var mı? Yine özellikle kaloriferli evlerde bebekler yatırırken kat kat pijamalar giydirmek, üzerine kat kat battaniyeler örtmek, kafasına şapka takmak hem çocuğu bunaltıyor, uyumasını engelliyor hem de SIDS’e davetiye çıkartıyor. Can Türkiye’de karlı kışta bile üzerine örtü örtmeden pamuklu pijama üstüne uyku tulumuyla uyudu. Yatakta bebekleri aşırı giydirmekten ve örtmekten uzak durun derim.

Sterile Dikkat Ederim ama Sürekli Steril Ortam Yaratmam

Türkiye’de bebek bakılırken acayip steril bir ortam yaratma çabası var. Bebek doğduktan sonra aylarca mikrop kapacak endişesiyle evden çıkarılmıyor. Evde yere düşen bir emzik aceleyle sabunlanıp çocuğa geri veriliyor, yere düşen bir bisküvi parçası pislendi diye çöpe atılıyor. Sosyal ortamlarda çocuğun oturacağı, elinin deyeceği yerler adeta dezenfekte ediliyor. Daha büyük çocuklar için komşunun pişirdiği yemek zinhar yedirilmiyor… Bunların tersi birşey yaptığınızda gözler devrilerek sana bakılıyor. Ben çocuğun makul ölçülerde/koşullarda mikroplarla temas etmesinin faydalı olduğunu düşünüyorum. Çünkü aşırı steril ortamlarda büyüyen çocuklar, baş edebilecekleri mikroplarla dahi temas etmediklerinden bağışıklık sistemleri kuvvetsiz oluyor. Bu korunaklı çocuklar daha çabuk ve daha sık hasta oluyorlar, hastalıkları daha uzun sürüyor. Can doğumundan 7 gün sonra fazla kalabalık olmayan bir restoranda ilk soyal ortamına girdi. Evde yere düşen emziğini de ağzına aldı, yere düşen yemeği de yedi. Ancak bence çok ilginç bir not, steril ortamlara bu kadar dikkat eden Türk annesi bana göre bazı kritik konularda hata yapıyor. Mesela çok küçük bebekleri herkesin şap şup öpmesi, yeni doğan bebeği evde ziyarete gelenlerin ellerini yıkamadan bebeğe dokunmaları, yere düşen emziği annenin ağzına soktarak temizlemesi, ufak bebeğin kaşığının ağıza sokularak sıcaklığına bakılması ve aynı kaşıktan beslenmesi bence sağlık açısından çok daha kritik hatalar…

Yemek Yemesi için Zorlamam

Genlerimizde var: “Ne yapsak olmuyor, bu çocuk doymuyor, bu çocuk zayıf, hiç yemiyor.” Okurlarımdan en sık gelen şikayetlerden biri bu. Türk annesinin içi, çocuğu sumo güreşçisi kıvamında pofidik-pofidik yapmadan rahat etmiyor. Ne yalan söyleyeyim, başlangıçta benim de eğilimim bu yöndeydi. Ancak çocuk doktorumuzun ısrarlı telkinleri sonucu bu konuda kendimi eğittim. Ben yine her gün sebzesini, etini, meyvesini kısacası dengeli menüleri hazırlamaya devam ediyorum. Yemek zamanı hepimiz beraberce oturup, Can’ın önüne de tabağı koyuyoruz. Yemek konusunda felsefemiz “Yiyeceği gıdaları ve ne zaman yiyeceğini biz seçiyoruz, ancak ne kadar yiyeceğini ona bırakıyoruz.” Yani teklif var, ısrar yok :) Hele hele kaşığı elimize alıp ağzına tıkmak hiç yok. Bu kurallar nadiren (Türk anası damarım tutunca ya da Türkiye’ye gidince) bozuluyor. Beslenme konusunda ne aşamalardan geçtiğimizi, nasıl olgunlaştığımızı beslenme etiketinden okuyabilirsiniz.

Her Rahatsızlıkta İlacı Basmam

Sonbahar, kış yani hastalık mevsimleri geldiğinde internetteki anne forumlarında konuşmalar, yazıların altındaki yorumlar ilaç isimlerinden geçilmiyor. Azıcık ateşte, aksırdığında, öksürdüğünde hemen panikle ilaca uzanılıyor. Özellikle basit grip vakalarının burun akması, hapşırma, öksürme gibi belirtileri olduğunda bunları iyileştirmek için herhangi bir ilaca gerek yok. Burun akması ve öksürük çocuğunuzu ne kadar perişan etmiş gibi gözükse de gribin 10 günlük bir seyri var. Bu süre dolduğunda ilaca gerek kalmadan geçiyor. Tek ilacı dinlenmek ve bol bol sıvı içmek. Tıkalı burunlara en iyi ilaç serum fizyolojik. Öksürük için ayağa Viks sürerek çorap giydirmek yeterli. Özellikle yatmadan önce yapılırsa çocuk uyurken rahat ediyor. Hele ki viral rahatsızlıklara antibiyotik vermek ya da ateşi 38’e çıkınca hemen ateş düşürücü ilacı dayamak kadar hatalı yaklaşım yok. Ateş düşürücü ilaçlar geçici olarak ateşi düşürse de, aslında çocuğun mikroplarla mücadele etme yetisini maskeliyor. Her ateşte çocuğun havale geçirmesinden korkuluyor. Can’da Kuzey’in yanımızda olmadığı bir gün ateşlenmişti. Bizi korkutan o vakadan sonra ateş konusunda yaptığım ve doktordan da teyidini aldığım araştırmaların sonucunu Her Ateşte İlaca Sarılmayın yazımda anlattım. Siz de ateşten korkan ebeveynlerdenseniz mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Keza antibiyotik bakteriyel enfeksiyonları tedavi ediyor. Viral enfeksiyonlara karşı etkisiz. Gereksiz yere antibiyotik vermek, vücudun antibiyotik direncini yükseltiyor ve ileride gerçekten antibiyotik gerektiren bir rahatsızlık olduğunda ilaç işe yaramıyor. Bu nedenle basit rahatsızlıklarda, doktorumuzla koordineli giderek ilaçsız tedavi yöntemlerini izliyoruz. Bu şekilde Can’ın daha dirençli bir bünyesi olduğuna inanıyoruz.

Uyku Konusunda Tercihi Çocuğuma Bırakmam

uyku

Özlenen Tablo

Çocuğun sağlıklı bir şekilde büyümesi için uykusunun düzenli olması ve uyuması için de belli bir rutini olması şart. Türkiye’de en sık gözlediğim durum özellikle küçük çocukların uykusu konusunda disiplinin bir türlü yaratılamaması. Uyku zamanı geldiğinde çocuk evin efendisiymiş ya da yetişkinmiş gibi davranılıyor. Yetişkinlerle beraber geç saatlere kadar oturtuluyor, ayakta sallama, kolda sallama gibi yaş ilerledikçe uygulanması imkansız yöntemlerle uyutulmaya alıştırılıyor, sonra da bir türlü uyutulamadığından şikayet ediliyor. Yaşı ya da karakteri ne olursa olsun çocukların belli bir saatte uykuya gitmesi gerekiyor. Ebeveynlerin bu konuda kararlı ve tutarlı olması şart. Acıklı acıklı bakarak “Ne yapsam olmuyor. Bu çocuk uyumuyorrr!” diyen arkadaşlara birkaç soru sorduğumda ya uyku konusunda belli bir rutin uygulamadıkları ya da rutin uygulasalar bile kritik bazı konularda hatalı yaklaşımlar yaptıklarını fark ediyorum. Can’ın uykusunda da bizim zorluk çektiğimiz anlar elbette oldu. Ancak zaman içinde kendimizi eğiterek belli bir düzene ulaştık. Bu konuda uyku etiketiyle yazdığım yazılara göz atmanızı öneririm. Eminim size yardımcı olacak pek çok ipucu bulacaksınız.

Çocuğuma Sorumluluk Veririm

Türkiye’de çocuk yetiştirme konusunda annelerin en sık yaptığı hatalardan biri de çocuğa sorumluluk vermekten kaçınmak. Yerken kaşığı ağzına vermek, kendi başına giyebilecek yaşta olmasına rağmen elbiselerini giydirmek, oyuncaklarını toplamak, kırar/döker/yapamaz endişesiyle ev işlerinden uzak tutmak, ödevlerini onun yerine yapmak, liste uzar da uzar… Biz çocuklarımızın yaşı ne olursa olsun, yaşına uygun sorumluluklar alabileceğini kabul etmek istemiyoruz. Korumak gayesiyle sürekli onun yerine kararlar alıp, günlük hayatta yapması gereken işleri onun yerine biz gerçekleştiriyoruz. Amerika’da ailelerde gözlediğim, en çok takdir ettiğim ve Can’da da uyguladığım şeylerden biri de Can’a çok küçük yaşlardan beri sorumluluk vermek. Can’ın şu anda Montessori felsefesine göre eğitim veren bir anaokuluna gitmesi de bu konudaki kararımızı oldukça destekliyor. Can 5 aylıktan itibaren kendi biberonunu tutuyor, 8-9 aylıktan itibaren kaşık/çatalla kendi kendine yemek yiyor, şu anda bulaşık yıkama, çatal/kaşık yerleştirme, toz alma, çamaşırları makinadan çıkarma, çorapların çiftlerini bulma gibi pek çok günlük hayat aktivitesini gerçekleştiriyor. Montessori felsefesi ve Montessori aktiviteleri konusunda daha fazla bilgi almak isterseniz Montessori etiketli yazılarımı okuyabilirsiniz. Bu yazılarda çocuğunuza sorumluluk vermeye başlamanız için güzel ipuçları ve aktiviteler göreceksiniz.

Çocuğuma Bir Birey Gözüyle Bakarım

Çocukların elbette yetişkin olana kadar pek çok konuda gözetilmesi gerekiyor. Ancak yukarıda da anlattığım gibi çocukların yaşlarına uygun konularda sorumluluk alması gerektiğine gönülden inanıyor ve bunu oğluma uyguluyorum. Madalyonun diğer yüzünde de çocuk hakları var. Çocuğa bir birey olarak bakılması ve haklarının olduğunun kabul edilmesi konusunda almamız gereken çok yol var. Amerika’da toplu taşıma araçlarında çocuklar da koltuğa oturur. Çocuğun her birey gibi oturmaya hakkı vardır. Yetişkinlerle beraber kuyruğa giren bir çocuğun sırası gaspedilmez. Sokakta tanımadığınız çocuklara ebeveynlerinden izinsiz dokunmazsınız. Kaldı ki, tanıdığınız bir çocuğu dahi olsa onun isteği dışında sevmek gayesiyle yanağını sıkıştırmamalısınız. Çocuğun annesi/babası olmanız, onun banyo esnasında ya da tuvalete otururken çekilmiş ve sizin pek bir şirin bulduğunuz çıplak fotoğrafını sosyal medyaya koyma hakkını size vermez. Çocuğa bir birey olduğu için saygı göstermek bunları gerektirir. Türkiye’de bunları konuştuğumda arkadaşlarımın müstezi bir şekilde güldüğünü görüyorum. Biz maalesef hala çocuk tacizlerini, çocuk gelinleri, başları örtülerek okula giden ortaokul çocuklarını, çocuk işçileri konuşuyoruz. Çocuğun bir birey olarak görülmesi konusunda almamız gereken çok yol var. Türkiye’de de birgün mutlaka daha iyi bir noktaya gelinecek ama okuyan, düşünen anneler olarak artık bu ivmeyi hızlandırmamızın zamanı gelmedi mi?

Bugün klasik bir Türk annesinden farklı olduğunu düşündüğüm yaklaşımlarımı anlattım. Aileden uzakta çocuk büyütmek hiç kolay değil. Ancak bizim gibi bu durumda olan tüm aileler bir şekilde başarıyor, başarmak zorunda. Yaşanan tüm zorluklara rağmen çocuk büyütmenin ödülleri her zaman bir adım önde gidiyor. Bu yolda sizlere farklı bir bakış açısı sunabiliyorsam ne mutlu bana…

Sevgiler,

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com

Facebook>> Bebek ve Ben

Twitter>> @Bebek_ve_Ben

Pinterest>> bebekveben

Yazının devamı...

Bebek ve Çocuklarla İlgili Batıl İnançlar

Geçen akşamüstü yan komşumuza kısa bir ziyaret yaptık. Giderken Can’ı da mama sandalyesine oturtarak götürdük. Kahvelerimizi içerken bizimki sandalyede sürekli kıpırdanınca, komşumuz da iyi niyetle “bırakın dilediği gibi dolaşsın” dedi. Mümkün mü? Sehpaların üzerinde kırılacak ne varsa yere indireceği gibi, eşyaların sivri köşelerine çarpma riski de var. Bu nedenle teşekkür edip, minik beyimizi mama sandalyesinde oturtmaya devam ettik.

Bunun üzerine komşumuz, kendisinin bebekken oldukça geç yürüdüğünden bahsetti. Bir yaşını bayağı geçmesine rağmen yürümeyince, annesi onu üst üste 3 cuma günü bir camiye götürmüş. Ayak başparmaklarını bir kurdeleyle birbirine bağlamışlar. Camiden ilk çıkan kişinin eline bir makas tutuşturup, “ayaklarının bağının çözülmesi” niyetiyle kurdeleyi kestirmişler. Böyle 3 cumadan sonra, komşumuz gerçekten yürümeye başlamış. Bu hikaye oldukça hoşuma gitti. Eve dönünce ülkemizde bebek ve çocuklarla ilgili halk inanışlarını araştırmaya başladım. Kimi insanı gülümseten ve kimi de şaşırtan pek çok adet ile karşılaştım. İşte bulduklarım:

Not: Halk inançlarının kimisi sağlık açısından oldukça zararlı sonuçlar doğurabilir. Mesela bebeklerin vücuduna toprak sürmek tetanoza, tuz sürmek ise hücre dengesini bozarak beyin kanamasına yol açabilir. Bu nedenle özellikle sağlıkla ilgili olan inanışlara itibar edilmemesi, sağlık sorunu olan bebek ve çocukların mutlaka doktora götürülmesi konusunu hatırlatmak isterim.

Sevgiler,

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com

Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>> bebekveben

Yazının devamı...

Fotoğraflarla Sık Rastlanan Çocuk Hastalıkları -1

Çocukluk dönemi hastalıkların yoğun olarak yaşandığı bir dönem. Bunda bağışıklık sisteminin henüz tam olarak gelişmemiş olması, çocukların kişisel hijyeni tam olarak uygulayamamaları ve yuva/okul gibi kalabalık ortamlarda sık olarak bulunmalarının etkileri büyük. Bana en çok gelen sorulardan biri de çeşitli çocuk hastalıklarıyla ilgili oluyor. Özellikle ilk ve tek çocuklarında bu tür hastalıklarla karşılaşan okurlarım fotoğraf göndererek bu durumla karşılaşıp karşılaşmadığımı soruyor. Bu nedenle sık rastlanan çocuk hastalıklarından bir yazı dizisi yapmaya karar verdim.

Bugün ilk olarak çocuklarda sık rastlanan ve deride döküntülere yol açan hastalıklardan bahsetmek istiyorum. Bu yazı dizisini fotoğraflarla da zenginleştireceğim. Böylece çocuğunuzda bir deri döküntüsü gözlemlediğinizde bu fotoğraflara ve belirtilere bakarak bir ön fikir edinebilir ve bir an evvel doktora başvurabilirsiniz. Aşağıda seçtiğim hastalıklar çocuklarda en sık rastlandıklarını düşündüklerim. Bunların dışında da deride döküntüye yol açan pek çok rahatsızlık olabilir.

Bu sayfadaki deride döküntüye yol açan hastalıklardan birkaç istisna dışında hepsi sümük, salya, tükürük gibi burun, boğaz ve ağızda bulunan mukuslu dokulardan yayılıyor. Bu nedenle hasta kişilerin hapşırığına, öksürüğüne ve hatta ağızdan tükürük sıçrayacak kadar şiddetli kahkahasına maruz kalmamakta fayda var. Bu hastalıklarının bir kısmı rutin çocuk aşıları sayesinde hiç gözlenmiyor. Hatta pek çok gelişmiş ülkede yaygın aşılama kampanyaları sayesinde tarihe karışmış durumdalar. Bununla beraber dünyanın başka bölgelerinde bu hastalıklar hala gündemde olabiliyor. Uluslararası seyahatlerin yoğunluğu ve son dönemde gelişmiş ülkelerde maalesef yayılmaya başlayan aşı yaptırmama eğilimleri nedeniyle, unutulmuş çocuk hastalıkları yeniden hortlayabiliyor.

Bu hastalıklar genellikle çocuk hastalığı olarak düşünülmekle beraber, aşılı olmayan kişilerde her yaşta ortaya çıkabiliyor. Özellikle bağışıklık sistemi henüz gelişmemiş yenidoğanlar, bağışıklık sistemi zayıf olan hastalar, yaşlılar ve hamilelerde tehlikeli sonuçlara yol açabilenleri var. Bu nedenle özellikle bu risk grubundaki kişilerin hastalarla temas etmemesinde fayda var.

Bu hastalıklarla ilgili önemli bir nokta da kuluçka süresi. Kuluçka Süresi bulaşıcı hastalıklara yol açan etkeninin (virüs ya da bakteri) vücuda girmesinden hastalığın ortaya çıkmasına kadar geçen süreye deniyor. Bu süre içinde hastada bir belirti gözlenmediğinden, hastalığı bulaştırsa bile bunu bilemeyebiliyor. Bu nedenle el yıkama alışkanlığının çocuklara kazandırılması, eli ağıza sokma, tırnak yeme gibi alışkanlıklardan kaçınılması önem taşıyor. Ayrıca hastalık şüphesi taşınan biriyle istenmeden temas edildiğinde, kuluçka süresini bilmekte fayda var. Böylece ilk belirtiler ortaya çıktığında daha hızlı teşhis konulabilir. Şimdi gelelim hastalıklara…

Sebebi: Virus (Human Herpesvirus 6 – HHV-6 ve Human Herpesvirus 7 – HHV7)
Bulaşıcı mı? Evet
Bulaşma Şekli: Boğaz ve burun salgılarından bulaşır. Hasta kişiyle aynı bardağı paylaşmaktan ya da hasta kişinin öksürüğü, hapşırığı ya da gülüşü esnasında havaya saçılan damlacıklardan bulaşır.
Kuluçka Süresi: 9-10 gün
Belirtileri: 6 ay – 2 yaş aralığında en sık görülür. 4 yaşından sonra nadirdir. Soğuk algınlığıyla başlar, birkaç gün 39–40 °C yüksek ateşle takip eder. Ateşler havaleye yol açabilir. 2-5 gün sonra ateş birden kesilir. Ardından ilk olarak göğüste ve sırtta, sonra ellerde ve ayaklarda kırmızı-pembe, küçük, kaşıntısız, düz ya da hafif kabarık döküntülere yol açar. Döküntüler 1-2 gün sürebilir. Boğaz ağrısı, burun akıntısı, yorgunluk, boğazdaki lenf bezlerinin şişmesi, hafif ishal, iştahsızlık ve huzursuzluk gibi belirtileri de olabilir.
Aşısı var mı? Yok.
Tedavisi: Genellikle 1 haftada geçer. Yüksek ateşin görüldüğü durumlarda dikkatli olunmalı, doktorun önerisine göre ateş düşürücü yöntemlere başvurulabilir. Yeterli sıvı alımı yapılmalıdır.

Sebebi: Virüs (Erythrovirus ya da Human Parvovirus B19)
Bulaşıcı mı? Evet
Bulaşma Şekli: Öksürük, hapşırık. Hasta olan kişi ilk belirtilerin gözükmesinden 5-6 gün öncesine kadar hastalığı bulaştırabilir. Döküntüler başlayınca bulaşıcılık sona erer. Birinci trimesterde hamile olan kadınlarda düşüklere yol açabilir.
Kuluçka Süresi: 4-20 gün
Belirtileri: En çok 5-15 yaş grubunda görülür. Grip gibi başlar. Düşük ateş, üşüme, başağrısı, vücut ağrısı, boğaz ağrısı, burun akıntısı, karın ağrısı görülebilir. Bu belirtilerden birkaç gün sonra özellikle yanaklarda tokatlanmış gibi kırmızı bir yüz ve ardından vücutta kızarıklıklar olur. Döküntüler birkaç gün sürer ve biraz kaşınabilir. Ergenlik çağındaki çocuklarda ve yetişkinlerde eklem ağrıları olabilir.
Aşısı var mı? Yok.
Tedavisi: Dinlenmek, bol sıvı almak


Sebebi: Virüs (Coxsackievirus A16)
Bulaşıcı mı? Evet
Bulaşma Şekli: Öksürme, hapşırma, mukus, salya ve kirli bebek bezlerinden bulaşır.
Kuluçka Süresi: 3-6 gün
Belirtileri: Genellikle yaz ve sonbahar aylarında görülür. Ateşle başlar. Ağızda ağrılı yaralar ve kaşıntılı olmayan kızarıklıklar gözlenir. Elde, ayaklarda ve bazen popoda ve bacaklarda kabarıklıklar görülür.
Aşısı var mı? Yok.
Tedavisi: Kendi kendine 1 haftada iyileşir. Dilenme, yeterli sıvı alımı önerilir. Gerekirse doktorun önerisine göre ateş düşürücü yöntemlere başvurulabilir.

Sebebi: Tam olarak bilinmemektedir. Ancak hassas ciltli ve alerjik bünyeli insanlarda daha çok görülür. Çok sıcak ya da çok soğuk havalar, bazı sabunlar, bazı kıyafetler (özellikle yünlüler) egzamaya yol açabilir.
Bulaşıcı mı? Hayır
Belirtileri: Egzamanın çok değişik tipleri vardır. Ancak genelde hafif kabarık döküntüler, kızarıklık, kuru cilt, kaşıntı görülür.
Aşısı var mı? Yok.
Tedavisi: Cildi parfüm ve kimyasallardan uzak tutmak, parfüm ve kimyasal içermeyen doğal sabunlar kullanmak, cildi egzamaya özel kremlerle nemlendirmek önerilir. Ağır vakalarda doktorun önerisiyle kortizonlu kremler uygulanabilir.


Sebebi: Bakteri (Streptococcal or Staphylococcal bacteria)
Bulaşıcı mı? Evet
Bulaşma Şekli: Hasta çocukla yakın temas, havlu ve oyuncak gibi eşyalarının kullanılması. Yaralı bölgenin kaşınmasıyla vücudun diğer yerlerine de bulaşabilir.
Kuluçka Süresi: Streptococcal enfeksiyonlar için 1-3 gün, Staphylococcal enfeksiyonlar için 4-10 gün
Belirtileri: En çok 2-6 yaş aralığında görülür. Sıcak aylarda daha yaygındır. Tüm bedende görülmekle beraber özellikle ağız ve burun çevresindeki kırmızı, hafif kabartılı, kabuk bağlamış şekilde yaralar oluşur. Bu yaralardan sıvı sızabilir ve yaraların çevresinde bal renginde kabuk oluşabilir. Kaşıntılıdır.
Aşısı var mı? Yok.
Tedavisi: Doktorun önerisiyle antibiyotik ya da antibiyotikli krem uygulanır. Tedaviye başlandıktan genellikle 1-2 gün sonra bulaşıcılığı kalkar ve 3-5 gün içinde iyileşmeye başlar.


Sebebi: Virüs (Paramyxovirus)
Bulaşıcı mı? Evet
Bulaşma Şekli: Hasta kişinin boğaz ve burun salgılarından, öksürüğü, hapşırığı ya da gülüşü esnasında havaya saçılan damlacıklardan bulaşır. Kızamık virüsü hasta kişinin odadan ayrılmasından sonra 2 saat kadar havada kalabilir ve bu şekilde bulaşabilir. Düşük, ölü doğum ve erken doğum gibi risklere yol açması nedeniyle hamileler kızamıklı hastalarla temastan kaçınmalıdır.
Kuluçka Süresi: 7-21 gün
Belirtileri: Burun tıkanıklığı, öksürük, gözlerde akıntısız kızarıklık ve orta ateşle başlar. Çocuk hasta, iştahsız ve yorgun gözükür. 3.4. günde 40 °C’e varan yüksek ateşle beraber yüzde, yüzle saçın birleştiği çizgide ve kulak arkasında döküntüler başlar. Ardından döküntüler gövdeye, bacaklara ve ayaklara yayılır. 1 hafta sonra döküntüler kırmızıdan koyu kahveye döner biter.
Aşısı var mı? Var.
Tedavisi: Virüsle temas ettikten sonra 72 saat içinde hala aşı yapılabilir. Bu aşı hala koruma sağlayabilir ya da hastalık belirtileri gözükse de hastalık hafif geçer. Hamilelere ve bağışıklık sistemi düşük olanlara özel tedavi uygulanır. Dinlenme, sıvı alımı, nefes alışını kolaylaştırıcı hava nemlendiriciler ve gözlerin dinlendirilmesi önerilir. Doktor hastalığın seyrine göre gerekli görürse ateş düşürücü ve hastalığın şiddetini azaltan A vitamini verebilir.


Sebebi: Virüs (Rubella virus)
Bulaşıcı mı? Evet
Bulaşma Şekli: Boğaz ve burun salgılarının hapşırık ve öksürükle yayılmasıyla bulaşır. Hamilelerin kızamıkçık geçirmesi doğmamış çocuk için çok tehlikelidir.
Kuluçka Süresi: 12-23 gün (ortalama 14)
Belirtileri: Yüzde başlayan pembe ya da açık kırmızı döküntüler vücuda yayılır. Orta derecede kaşıntılıdır. Düşük ateş (38 C), orta şiddette eklem ağrıları, göz kızarıklığı, boğazdaki ve kulak arkasındaki lenflerin şişmesi görülebilir ve bu belirtiler 3 gün sürer. Genellikle kızamığa göre daha hafif seyreder.
Aşısı var mı? Var.
Tedavisi: Genellikle kendi kendine iyileşir. Dilenme, yeterli sıvı alımı önerilir. Gerekirse doktorun önerisine göre ateş düşürücü yöntemlere başvurulabilir. Hamilelerin özel bir şekilde tedavi edilmesi gerekir.


Sebebi: Bakteri (Group A Streptococcus)
Bulaşıcı mı? Evet
Bulaşma Şekli: Boğaz ve burun salgılarının hapşırık ve öksürükle yayılmasıyla bulaşır.
Kuluçka Süresi: 1-7 gün (genellikle 3 gün)
Belirtileri: Okul çağındaki çocuklarda en yaygın olarak kış ve ilkbaharda görülür. Boğaz ağrısı, yüksek ateş, baş ağrısı, karın ağrısı, boğazın şişmesi ile başlar. 1-2 gün sonra öncelikle göğüste ve karındaki deri kırmızılaşır ve zımpara yüzeyi gibi hafif kabarır. Ardından tüm vücuda yayılır. Çocuğun dili beyaz görünümlüdür, ancak dil üzerindeki kabarıklıklar parlak çilek görünümü gibi kırmızıdır. 7-14 gün sonra döküntü sona erer.
Aşısı var mı? Yok.
Tedavisi: Doktorun yazacağı antibiyotikle tedavi edilebilir.


Sebebi: Aspirin gibi ilaçlar; yumurta, yemişler, kabuklu deniz hayvanları gibi besinler ve gıdalardaki katkı maddeleri; çok sıcak ya da soğuk ve boğaz enfeksiyonu, stres gibi pel çok değişik neden kurdeşene yol açabilir.
Bulaşıcı mı? Hayır
Belirtileri: Bedenin herhangi bir yerinde, aniden çıkan, soluk kırmızı, parçalı görünümlü, hafif kabarıklıklar. Geçmesi dakikalar, günler ya da haftalar alabilir. Çok değişik türleri vardır. Ciddi sağlık sorunlarının habercisi olabilir. Özellikle kurdeşenle beraber solunum güçlükleri ya da yüzde şişme görülüyorsa dikkatli olunmalıdır.
Aşısı var mı? -
Tedavisi: Kurdeşene yol açan besinlerden ve koşullardan uzak durmak, doktorun önerdiği alerji ilaçlarını kullanmak, kabarıklığın çıktığı yerlere ıslak biz bezle kompres yapmak, çok sıcak odalarda uyumamak, çok dar kıyafetlerden kaçınmak gereklidir.


Sebebi: Virüs (Human Papillomavirus)
Bulaşıcı mı? Evet
Bulaşma Şekli: Siğillerin üzerine dokunarak ya da siğili olan birinin kullandığı bir objeyi kullanarak. Bulaşmasının engellenmesi için çocuğun siğilleri dokunması ya da tırnaklarını yemesi engellenmelidir. Bantla üzeri kapatılabilir.
Kuluçka Süresi:
Belirtileri: Çoğunlukla elde, parmaklarda ya da ayakta gözlenen beyaz kabarıklıklar
Aşısı var mı? -
Tedavisi: Çoğunlukla kendi kendine iyileşir. Ancak siğilin türüne göre dermatoloji uzmanının önereceği salicylic acid, siğilin likit nitrojenle dondurulması, lazerle tedavi gibi değişik tedavi yöntemleri de vardır.


Sebebi: Virüs (Varicella-zoster)
Bulaşıcı mı? Evet
Bulaşma Şekli: Boğaz ve burun salgılarının hapşırık ve öksürükle yayılmasıyla bulaşır. Ayrıca hasta kişinin enfekte giysileri ve yatak takımlarına dokunularak da bulaşabilir. Kimi durumlarda hasta kişinin bulunduğu odada 15 dakika kalmakla da bulaşabilir. Bağışıklık sistemi düşük yenidoğanlar, hamileler, yaşlılar için çok tehlikelidir. Bir kere su çiçeği geçirip iyileşenlerde virüs hayat boyu uykuda kalır. İlerleyen yaşlarda stres ya da yaşlılık bağışıklık sistemini düşürdüğünde virüs aktive olarak zona hastalığına yol açar.
Kuluçka Süresi: 10-21 gün
Belirtileri: Önce ateş, boğaz ağrısı ve yorgunluk gözükür. Ardından genel olarak yüz ve gövdede başlayıp tüm bedene yayılan kaşıntılı kırmızı noktalar oluşur. Düşük ateş olabilir. 7-10 gün boyunca devam eden noktalar önce kabarır, 1-2 gün sonra patlar, 2-3 gün sonra kurur ve kabuğu dökülür.
Aşısı var mı? Var.
Tedavisi: Doktor önerisiyle ilaç yazılabilir. Kaşıntıların önlenmesi için kalamin losyonu (reçetesiz) kullanılabilir. Kaşıntı sırasında çocukların tırnakları kısa tutulmalıdır.

Sevgiler,

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com

Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>> bebekveben

WebMD1 | WebMD2 | WebMD3 | BabyLifetime | EmedicineHealth | Wikimedia Commons |

Bu blogdaki yazılar bir anne olarak kişisel tecrübelerimden oluşmaktadır. Doktor veya tıbbi ehliyete sahip bir kişinin tavsiyesi niteliğinde değildir. Lütfen sağlık konularında karar vermeden önce araştırmalarınızı yapın, sağduyunuzu dinleyin ve doktorunuza danışın.

Yazının devamı...

Ey Sevgili Takipçim

Ey sevgili takipçim!

Bugün nedendir bilinmez sana yazmak istedim. Özellikle sana… Öyle işaret parmağını göğsüne bastırıp, gözlerini kocaman açarak “Ben mi?” deme. Evet, gerçekten sana sesleniyorum. Belki bir annesin, belki bir baba, belki bir kadınsın ya da bir genç kız… Yaşın 18’de olabilir, 45’de… Ya da benim gibi 30’lu yaşların sonunda, kollarını kaldıra kaldıra, eteğini savura savura (ama erkek takipçiler alınmasın) dans eden bir (ruhu) tazesin…

Pek çok ortak noktamız var, hissedebiliyorum. Ortak noktalarımız olmasa ben gecenin bir saatinde tek gözüm kapalı bir şekilde şu satırları yazar; sen de sabahın köründe, daha afyonun patlamamışken ya da ilk çayını içerken okur muydun? Sahi bugün klavyenin tuşlarına basarak ne arıyordun da bloguma geldin? Her ne arıyorsan hoşgeldin. Hmmm, belki de düzenli takipçilerimdensin. Öyleyse seni yeniden gördüğüme sevindim.

Biliyor musun? Seni sıkça düşünüyorum. Türkiye’de mi yaşıyorsun? Amerika’da mı? Yoksa Avrupa’da mı? Sana bir yüz yaratıyorum kafamda, gülümsüyorsun şu anda. Hayatını kazanmak için evinin dışında çalışıyor musun, yoksa anneliğin, babalığın dışında evden milyon tane işi mi yürütüyorsun? Sana ve bana iki tane orta şekerli kahve pişiriyorum. Yanına da birkaç çifte kavrulmuş fıstıklı lokum… Tezgaha dökülen pudra şekerlerini elimle sıyırıyorum. Köpüklü olanı sana verdim ha! Haydi soğutmadan iç… Oh! misss… Bitince bir fal bakarız değil mi?

Bana gönderdiğin sorularını okuyorum. Çabalıyorsun. İyi bir anne, iyi bir baba, iyi bir kadın, iyi bir adam, işin özeti her ne isen onun en iyisini olmak için. Sözlerindeki mutluluğu, endişeyi, gururu, hüzünü ve heyecanı hissediyorum. Satırların, kelimelerin seni yansıtıyor. Bazen pek çok kapı suratına kapanmış. Umutsuzca son bir defa araken sorunun yanıtını, beni görmüşsün. Bana yazmışsın. Ne de iyi etmişsin. Seni kucaklamak, sana yardımcı olmak istiyorum. Seninle dertleşmek istiyorum.

Kimi zaman kırıcı da olabiliyorsun. Acı sözlerinin ardında yatan duyguları, düşünceleri merak ediyorum. Senin de canını acıtmışlar tahmin edebiliyorum. O nedenle hırçınsın, insanlara inancın kalmamış. Kırılıyorum ama öfkelenmiyorum. Bundan daha iyisini yapabilirsin biliyorum.

Ben de senin gibi bir insanım. Basit, sade, sıkıcı… Okyanustaki milyarlarca kum tanesinden sadece biri. Kimi zaman mutlu, kimi zaman hüzünlü. Bazı sabahlar başımı yastıktan kaldırasım gelmiyor. Başucumdaki cep telefonuma uzanıp, amaçsızca dolaşıyorum sanal alemde. Sonra bir fotoğraf, bir söz, bir haber… Ruhumu tamir ediyorum. Yataktan kalkıyorum, şöyle bir silkiniyorum. Küçük bir kasede 2 yumurtayla biraz beyaz peyniri çırpıyorum. Tavada tereyağı kızarken, bilgisayarımın açılış tuşuna basıyorum.

Yaşantımı güzelleştiriyorsun biliyor musun?

Pencerem yemyeşil bir bahçeye bakıyor. Denizi görsem hiç fena olmazdı hani. Buna da şükrediyorum. Yeşili görebildiğime… İstanbul’u özlüyorum. Annemi, babamı, kardeşimi, ailemi, arkadaşlarımı özlüyorum. Telefonun tuşlarına basıyorum. Seslerini duyuyorum. Bazen seslerini duymak yetmiyor. Bilgisayar ekranından konuşuyoruz. Kelimeler akıp giderken izliyorum onları. Bilgisayar kamerasının soluk ışığında, yıllanmış yüzlerini. Bir imge var kafamda. Babam ve annem gençmiş. Babam yeşil, polo yaka tişörtünü giymiş. Annem gri ekoseli eteğini. Saçları kıvır kıvır, dudakları neşeyle yukarı doğru kıvrılmış. Sohbet ediyorlarmış misafirlerle, salonda. Ben küçücük bir kızmışım. En güzel anne ve baba benimkisiymiş… Sonra… Havalar soğumuş, annem hırkasını giymiş. Babam elini çenesine koymuş, kamerayı düzeltiyor. Kardeşim yeğenimi gösteriyor telefondan… Şükrediyorum.

Düşünüyorum da sevgili okurum… Bugün sana teşekkür etmek istedim. Varlığın için. En sıkıcı anlarımda mesajlarınla, emaillerinle, yorumlarınla yüzümü güldürdüğün için. Yanlız olmadığımı hissettirdiğin için. Dünyanın hala güzel bir yer olduğunu, hepimizin ne kadar küçük, önemsiz ve ölümü olduğunu hatırlattığın için… Bir o kadar da büyük, önemli ve ölümsüz… Nerede yaşarsak yaşayalım, anne olmak, kadın olmak ya da insan olmak paydasında birleştiğimiz için.

Aisha, Ali, Arzu, Aslıhan, Aylin, Ayşe, Banu, Beren, Beril, Berna, Berrak, Berrin, Betül, Biricik, Burcu, Burçin, Defne, Deniz, Devrim, Didem, Dilek, Duygu, Eda, Elif, Emel, Emine, Eren, Esra, Evren, Fatoş, Filiz, Gamze, Gökçe, Gönül, Görkem, Gözde, Gülcan, Gülçin, Gülden, Güler, Gülfiliz, Gülgün, Gülşen, Handan, Hande, Hanife, Hatice, Hayriye, Hilal, Hülya, Huriye, İlknur, Meltem, Mehmet, Mehtap, Mervin, Miray, Murat, Nagihan, Nazlı, Nefise, Nergis, Neriman, Neslihan, Nesime, Nilgün, Nimet, Nur, Nurcan, Nurşen, Özcan, Özlem, Öznur, Pelin, Rabia, Rabiye, Reşide, Saadet, Saba, Şansal, Şaheser, Secce, Seda, Selime, Selin, Selma, Sena, Serap, Sevgi, Sevilay, Sezen, Sibel, Şeref, Şule, Tanya, Tuba, Tuğba, Ufuk, Ümran, Yasemin, Zehra, Zeynep ve daha buraya ismini sığdıramadığım niceleri… Eskiler ve yeniler, şahsen tanıdıklarım, internetten tanıştıklarım… Sana kulak veriyorum, seni düşünüyorum… Bugün sen de konuş benimle…

Sevgiler,

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>> bebekveben

Yazının devamı...

2-3 Yaş İçin 7 Montessori Aktivitesi

Bildiğiniz gibi Can, Montessori standartlarına göre eğitim veren bir anaokuluna gidiyor. Montessori felsefesi İtalya’da doğmuş. Amerika’da ilk Montessori okulu 1911’de NewYork’da açılmış. Bu felsefe ilk dönemlerde Amerika’da hızla yayılmış, ancak sonra 1.Dünya Savaşı ve dil bariyerleri nedeniyle bir müddet sonra Montessori’ye ilgi sönmüş. 1960’lı yıllarda Montessori akımı Amerika’da yeniden gündeme gelmiş. American Montessori Society’nin kurulmasıyla beraber Montessori okullarının sayısı hızla artmaya başlamış. Bugün ülke genelinde 1.300’den fazla okulla Montessori eğitiminde Amerika dünya lideri. Bu okullar anaokulundan başlayarak lise sonuna kadar eğitim veriyor. Montessori felsefesi Türkiye’de de açılan yeni okullar sayesinde yavaş yavaş tanınmaya başladı.

Türkiye’de artan ilgiyle beraber, bu konuda anne/babalardan bana pek çok soru geliyor. Bu nedenle çocuk gelişimi açısından çok faydalı olduğuna inandığım Montessori eğitimi konusundaki görüşlerimi mümkün olduğunca sık paylaşmaya çalışıyorum. Çok özetle “Keşif yollu eğitim, çocuğun sınıf içi aktivitelere katılımında esneklik, farklı yaş gruplarının aynı sınıfta eğitim görmesi, öğretmenin eğitimde teşvik edici bir rol model olması” gibi ilkelere sahip olan bu eğitim konusunda daha önce yazdığım yazılara blogumdaki Montessori etiketinden ulaşabilirsiniz. Montessori eğitiminin bence en önemli yönleri bağımsız, meraklı, öz disiplini, düzenli, yaptığı işe odaklanan ve öğrenmeyi seven bireyler yetiştirmesi. Ayrıca, çocuklara hayat boyu lazım olacak özbakım, kişisel temizlik, yaşanan çevrenin temizliği, nezaket gibi becerilerin de gelişimi hedefleniyor. Bu nedenle Montessori eğitiminde uygulanan sınıf içi aktiviteler bu kişilik özelliklerini geliştirmeye odaklanıyor. Okurlarımdan Nefise, 2 yaşındaki çocuğuna uyacak Montessori aktivitelerini sorunca bu konuda yeni bir yazı yazmaya karar verdim.

Montessori aktivitesi denildiğinde insanların aklına nedense daha önce eşi benzeri görülmemiş etkinlikler geliyor. Ancak bu aktivitelerin pek çoğu bir ailenin günlük yaşamında yaptığı işlerden esinlenerek hazırlanmış, her evde bulunabilecek malzemelerle kolayca gerçekleştirilebilecek etkinlikler. Sadece biraz yaratıcılığınızı konuşturmak yeterli. İşte 2-3 yaş civarı çocuklar için faydalı olacağına inandığım ve çoğunu bizim de Can ile beraber sık sık yaptığımız Montessori etkinlikleri…

(Hedeflenen Beceri: Eşleştirme, Ev işlerine yardım)

Çamaşırlar yıkandıktan sonra katlama-ütüleme faslı her evde olur. Çorap eşleştirme aktivitesi bizim Can ile çok sık yaptığımız ve Can’ı eğlendiren, bana yardımcı olduğu duygusunu hissettiren bir aktivite. Tüm çorapları karışık olarak yere koyup, Can’dan birbiriyle aynı çiftleri bulmasını istiyorum. O çiftleri bana verdikçe, ben de katlıyorum.

(Hedeflenen Beceri: Küçük motor gelişimi)

Çocukluğumuzda hemen hepimizin yaptığına emin olduğum kağıt örme aktivitesi, Montessori felsefesine çok uygun bir etkinlik. Çocukların küçük motor becerilerini geliştirmeye yönelik olan bu aktivite, renkli kağıtları kullanarak yaptığınızda çok eğlenceli oluyor ve çocukların çok hoşuna gidiyor.

(Hedeflenen Beceri: Sayılar, Sınıflandırma, Sosyal ortamlara uyum)

Çocukların günlük hayatta aileleriyle beraber yaptıkları market alışverişinden yola çıkılarak, çocuklara değişik beceriler kazandırmak mümkün. Aşağıda sizler için hazırladığım tüm sayfaların renkli çıktılarını aldıktan sonra işaretli yerlerden kesin. Fotoğrafların adetlerini çoğaltmak için her sayfadan birden fazla çıktı alabilirsiniz. Kağıtların kolayca yırtılmaması için arkalarını kartonla sağlamlaştırabilirsiniz. Oyunda 2 rol mevcut: Alışveriş yapan müşteri ve market sahibi. Oyunun başlangıcında market sahibi ürünleri alır, müşteri de oyuncak paraları… Müşteri market sahibinden belli ürünler isteyerek alışveriş yapar ve oyuncak parayla karşılığını öder. Bu oyunu daha geliştirmek ve gerçekçi yapmak isterseniz, evde küçük sepetleriniz varsa ürünler sepetlere yerleştirilebilir ve alışverişten sonra torbalara konulabilir. Market sahibi rolünde olan çocuktan sebzeler, meyveler, kahvaltılıklar, kırmızı olan yiyecekler gibi değişik ürün grupları istenerek sınıflandırma becerileri geliştirilebilir.

Not: Sayfaların üzerine tıkladığınızda büyük versiyonlarına ulaşabilir ve çıktı alabilirsiniz.

(Hedeflenen Beceri: Sınıflandırma, Ev işlerine yardım)

İşte günlük hayatta sıkça gerçekleştirdiğimiz bir ev işinden yola çıkılarak yapılabilecek bir Montessori aktivitesi daha… Bulaşık makinasını boşaltırken Can’ı yanıma çağırıp, bana yardımcı olup olmayacağını soruyorum. Çoğunlukla yardım etmek istiyor. Ben de keskin bıçakları ayırdıktan sonra, çatal-kaşıkların bulunduğu sepeti eline veriyorum. Mutfaktaki çekmecede çatal-bıçak ve kaşıkları doğru yere koymasını istiyorum. Birkaç denemeden sonra 2-3 yaş grubunun bu işi ne kadar başarıyla yapabildiğine şaşıracaksınız.

(Hedeflenen Beceri: Eşleştirme, Renkleri tanıma)

Renklerine göre eşleştirme oyununu 2 şekilde oynamak mümkün. Aşağıda sizler için hazırladığım 2 sayfayı yazıcıdan renkli olarak çıktı alın. Bu kağıtları yere koyun ya da kaymamasını istiyorsanız ufaklığın boyuna uygun bir masaya/sehpaya bantlayın. Birinci oynama şeklinde renkleri işaret ederek, o renklere uygun küçük eşyaları evden bulup size getirmesini isteyin ve ilgili renklerin üzerine koymasını isteyin. İkinci oynama şeklinde, bu renklere uygun en az 20 küçük objeyi büyükçe bir çanağın içine koyup karıştırarak, çanağın içindeki objeleri ilgili renklerin üzerine koymasını isteyin.

Not: Sayfaların üzerine tıkladığınızda büyük versiyonlarına ulaşabilir ve çıktı alabilirsiniz.

(Hedeflenen Beceri: Ev işlerine yardım, Küçük motor gelişimi)

Can’ın 2 yaşından beri bizimle yaptığı bu aktivite evdeki işbölümünü öğrenmesine ve küçük motor becerilerini geliştirmesine yardımcı oluyor. Elbette Can’la beraber bulaşıkları yıkarken, keskin bıçakları biz hallediyoruz. Onun dışında porselen tabaklar ve cam bardaklar dahil herşeyi o sudan geçiriyor ve biz bulaşık makinasına yerleştiriyoruz. Bulaşıklar ara sıra elinden kaysa da şu ana kadar henüz bir kaza olmadı Elbette kırılacak eşyaları yıkarken nazik ve dikkatli olması gerektiğini sürekli hatırlatıyoruz. Suyla uzun uzun oynamak bu aktivitede Can’ın en sevdiği özellik.

Can bey büyük bir ciddiyetle bulaşıkları yıkarken…

(Hedeflenen Beceri: Vücudu tanıma)

Ufak çocuklar yaklaşık 1 yaşından itibaren yüz parçalarını öğrenmeye başlar ve 2 yaş civarına geldiğinde bu konuda ustalaşır. Bu oyunu oynamak için 1 numaralı sayfadaki yüz resmini ve 2-6 numaralı sayfalardaki yüz parçalarını renkli çıktı alın. 2’den 6’ya kadar olan sayfalardaki yüz parçalarını makas yardımıyla kesin. 1 numaralı sayfayı yere koyun ya da kaymamasını istiyorsanız ufaklığın boyuna uygun bir masaya/sehpaya bantlayın. Çocuğunuza göz, burun, saç, ağız, bıyık, gözlük gibi yüz parçalarını vererek boş suratın üzerine dilediği gibi yerleştirmesini isteyin.

Not: Sayfaların üzerine tıkladığınızda büyük versiyonlarına ulaşabilir ve çıktı alabilirsiniz.

Sizler için derlediğim ve hazırladığım 2-3 yaş grubuna uygun Montessori aktiviteleri umarım hoşunuza gider. Çocuğunuzun ve sizin en beğendiğiniz aktiviteyi yorumlar kısmında yazmayı unutmayın.

Sağlıcakla kalın,Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>> bebekveben

Yazının devamı...

Can’ın Emziği Bırakma Hikayesi

Can, bundan birkaç ay önce, 37 ya da 38 aylıkken emziği tamamen bıraktı. Minik dünyasında oldukça önemli bir aşamaydı bu. Kolay değil, 3 seneyi aşkın bir süredir çoğu bebek gibi tutkuyla kullanıyordu emziğini. Bununla beraber, böyle önemli gelişim miladını oldukça kolay hallettiğimizi söylesem şaşırır mısınız? Açıkçası ben bile emzik bırakmanın bu kadar zahmetsiz olacağını tahmin etmemiştim. Demek ki herşeyin bir zamanı varmış…

Can emziğe muhtemelen 3.ay civarında başladı. Kimi ailelerin aksine, doğduğu anda emziği ağzına vermedik. Çünkü yenidoğanlarda emzik kullanımının emzirmeyi olumsuz etkilediğini, bu nedenle emme alışkanlığı gelişene kadar, ki bu 6.-8. haftayı buluyor, emzikten ve biberondan uzak durulması gerektiğini hamileyken okumuştum. Biberonun akışı anne memesinden hızlı olduğu için ve emzik de emme güdüsünü tatmin ettiği için bebeğin yaşamının ilk haftalarında önerilmiyor.

O ilk haftaları atlatıp, Can’ın artık anne memesinden emmeye iyice alıştığına kanaat ettikten sonra emziği verdim. Amacım uykuya geçmesine ve uykuda kalmasına yardımcı olmaktı. İlk haftalarda emziğe pek yüz vermedi. Azıcık kullandı ve çoğunlukla yere attı. Biz de fazla ısrar etmedik. Zaten ilk aylarda bebeklerin cisimleri elle kavrama yetisi henüz fazla gelişmemiş olduğundan, emziği ağzından düştüğünde ancak bizim yardımımızla geri alabiliyordu. Sonra yavaş yavaş alıştı. Yaklaşık 6 ay civarında, emzik Can’ın uykuya geçerken mutlaka kullandığı ve gündüzleri de nereye giderse gitsin çoğunlukla ağzında tuttuğu bir arkadaşı haline gelmişti. Gündüzleri emziği sürekli ağzında taşıyor, kazayla yere düşerse hemen ağzına geri alıyor, biz ağzından çekmeye çalıştığımızda sinirleniyordu. Emziğine bir isim de koydu Can: “Nobiş”. Nobiş kelimesi Kuzey ile benim çok hoşumuza gitti. Türkiye’ye gittiğimizde herkese öğrettik. Büyükanneler, büyükbabalar ve tüm aile nobiş aşağı, nobiş yukarı bayağı eğlendik. Bizim gözümüzde bebek olmanın en tatlı yanlarından biriydi emzik… Hem Can’a verdiği güven duygusu, hem de bize verdiği rahatlık yüzünden bu alışkanlığa fazla müdahale etmedik. Bu durum yaklaşık 18. aya kadar devam etti.

Dil gelişimi konusunda yaşıtlarından biraz geri kaldığını düşündüğümüz 1,5 yaş civarında, rutin muayenesi için doktoru ziyaret ettik. Doktorumuz Can’ın dil gelişimini sağlamak için emziği ve biberonu yaşantımızdan çıkarmamızı tavsiye etti. Ancak o aşamada Can emziğe çok bağlanmıştı. Gündüz oyuna daldığında bazen unutsa da, gece yatmadan önce mutlaka emziğini istiyordu. Gece uyandığında emziği yatağında bulamazsa, emzik ulaşamayacağı bir yere düşmüşse kıyametler kopuyordu. Bu nedenle uyumadan önce birkaç emziği kolayca ulaşabileceğimiz bir yere koyuyorduk ki, gece uyanınca birini bulamazsak öbürünü verelim.

Ancak aylar geçip, Can 2 yaşına gelip, dil gelişimi yaşıtlarına göre bariz bir şekilde geri kalmaya başlayınca nobiş ve biberona bir son vermemiz gerektiğini kesin olarak düşünmeye başladık. O aşamada böyle büyük bir alışkanlığı bir kalemde silip atamayacağımızı düşündüğümüz için kademeli bırakma yöntemini seçtik. Öncelikle emziği gündüz kullanmaktan vazgeçtik. Şöyle ki, Can uyandığında emziği onun gözü önünde ulaşamayacağı, yüksek bir yere kaldırıp, “Sen artık abi oldun. Nobiş artık sadece uyku zamanında kullanılacak.” demeye başladık. İlk hafta çok ısrar etmesine rağmen, bizim bu konuda kesin kararlı olduğumuzu görünce bu yeni düzene alışmak zorunda kaldı.

Bu değişiklikten birkaç hafta sonra biberonu kesmeye karar verdik. Biberonu bırakmak nispeten daha kolay oldu. O dönemde gündüzleri zaten içeceklerini bardaktan içiyor, biberonu sadece gece uykusundan biraz önce süt içmek için kullanıyordu. Biberonu da kademeli kaldırdık. Önce “Artık sen büyüdün. Geceleri sütü biberondan içmek yok. ” diyerek sütü bardakla vermeye başladık. Kısa bir süre sonra “Süt bitmiş, su vereceğiz.” demeye başladık ve bardakla su verdik. Böylece sindirimi tetikleyerek rahatsız eden, çiş getirerek uyku kalitesini bozan, hızlı içildiğinde genize kaçarak kulak enfeksiyonlarına neden olan uyku öncesi biberonundan vazgeçtik.

Bundan sonraki aşama bayağı uzun süreli ve inişli-çıkışlı oldu. Aylar boyunca gece emziğini kaldırmak istedik. Ancak bu girişimin uyku düzenini bozacağından endişe ettik ve uzunca bir süre emzik bırakma planını uygulamaya koyamadık. Tam düşünce olarak kendimizi ayarladığımızda ya Can hasta oldu ya da seyahat gibi düzenimizi bozucu birşey çıktı. O nedenle gece emziklerini bırakmayı ertelemek zorunda kaldık. Bu meyanda emzikler bozukdukça ya da parçalandıkça yenilerini almadık ve evdeki emzik sayısını bire indirmeyi başardık.

Artık emziği asla bırakamayacağını düşünmeye başlamıştık ki, Can ilk rutin diş kontrolünü oldu. Diş doktoru ön 2 dişinin hafifçe dışa doğru çıkık olduğunu, bunun genellikle emzik alışkanlığından ileri geldiğini, oğlumuzun diş sağlığını korumak istiyorsak emziği kesinlikle bırakması gerektiğini söyledi. Aynı dönemlerde Can birkaç kere hiç emzik kullanmadan tüm gece uyuyarak bizleri şaşırttı. Biz de buna güvenerek nobişi biraz kaldırdık. Takip eden günlerde “Nobişte, nobiş!” diye yalvararak yine başa sardı. Biz de üzülmesine dayanamadığımız için geri verdik.

Nihayet bundan birkaç ay önce, sanırım Mayıs ayında bir akşam yatağa giderken nobişi bulamadık. Tüm aile, bütün evi haldır huldur, didik didik aradık. Nobiş hiçbir yerde yoktu. Normalde akşam yatana kadar yüksek bir yerde akşam nöbetini bekleyen nobiş, gün içinde bir şekilde Can’ın eline geçmiş ve Can gün boyunca ağzına götürmeden onunla oynamıştı. Bu nedenle oyuncakları arasında bir yere koyduğunu tahmin edebiliyordum ancak oyuncak dağınıklığı içinde bulmak kısmet olmadı. Emziği bulamadıkça hafifçe panikledim ve o gece uykunun biza haram olduğunu düşünmeye başladım. Nobişi bulmak için gönülden çaba gösterdiğimizi, ancak bulamadığımızı gören Can, bir müddet sonra pes ederek nobişsiz uyumaya razı oldu.

Ertesi gün Can evde yokken evi topluyordum. Büyük bir tesadüf eseri nobişi oyuncak kamyonunun içinde buldum. Önce Can’ın pek sevineceğini düşünerek ben de sevindim. Sonra birden bunun nobişi hayatımızdan çıkarmak için bir fırsat olabileceğini idrak ettim ve emziği mutfak dolabına sakladım. Akşam durumu gözleyerek, gerekirse ortaya çıkarmaya karar verdim. Bu tür büyük değişimlerde en zor gün ikinci gün oluyor. O akşam Can uykuya giderken “Nobiş nerede?” sorusunu pek çok kez yanıtlamak zorunda kaldık. “Hatırladın mı? Dün sen oynarken kaybolmuştu. Evde her yere baktık ama bulamadık.” dedik. Pek bir üzüldü. İçlenerek yatağa gitti. O an gerçekten içim parçalandı. Nobişi mutfak dolabından çıkararak vermek, o masum yüzündeki mutluluğu görmek istedim. Ama emzik dönemini sona erdirmenin sağlığı için daha doğru olduğunu söyledi içimdeki ses. Kendimi güçlükle de olsa tuttum. Takip eden günler boyunca nobiş her akşam soruldu, ama giderek azalan bir şekilde… Bir haftanın sonunda artık nobişsiz yatağa gidiyordu Can.

Şu anda Can 41 aylık. Emzik son birkaç aydır hayatımızda yok ve artık bir daha geri gelmeyeceğine inanıyoruz. Can’ın gelişiminde bir büyük adım daha böylece tamamlandı. Bu sürecin bana öğrettiği en önemli ders, bazı şeylerin zamanı olduğuydu. Biz ebeveynler kimi alışkanlıkları bebeklerimize ya da çocuklarımıza ne kadar kazandırmak istesek de, bazı alışkanlıklar çocuk yeterli olgunluğa ulaşmadan gerçekleşmiyor. Bir alışkanlığın bırakılması söz konusu olduğunda, kimi zaman bizim yaptığımız gibi kademeli yöntem, kimi zaman da Amerikalıların “cold turkey” dediği aniden bırakma yöntemi işe yarıyor. Can’ın emziği bırakmasında en önemli faktör bence emziği bırakmak için gerekli olgunluğa zaten erişmiş olmasıydı. Sadece emziğin istemdışı olarak ortadan yok olması gibi ani bir tetikleyiciye ihtiyaç duyuyordu Can. Emziği kaybedenin biz değil de, kendisi olması bence süreci yumuşattı.

Bebeğinize/çocuğunuza emziği bıraktırmak istiyorsanız size kolaylıklar dilerim. Kendi tecrübelerimize dayanarak bu işi fazla zorlamadan, zaman içinde ve doğal akışında halletmenin çocuk için de sizin için de en rahat yöntem olduğunu düşünüyorum. Ha bir de bebişinizin emzik kullandığı dönemlerin bol bol fotoğrafını çekmeyi unutmayın. Sonuçta her çocuk emziği bırakıyor, fotoğraflar da bize tatlı bir hatıra olarak kalıyor.

Sizleri kucaklıyorum…

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>> bebekveben

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.