SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Ameliyatsız boyun fıtığı tedavisi mümkün

Her insanın hayatı boyunca farklı iş yüklerine sahip olması kaçınılmazdır. Bu durumun artması halinde ise vücudunuz olumsuz sinyaller vermeye başlar. İş sektöründe özellikle ofis ortamında, daha çok bilgisayar başında geçirdiğiniz süre içerisinde hareketsizlikten kaynaklanan boyun ağrıları sizi mutsuz hale getirebilir. Bu can sıkıcı etki hem iş hem de yaşam kalitenizi oldukça düşürür.

Yaşadığınız boyun fıtığı, omuzlar arasında yer alan disklerin, dikkatsiz eğilip doğrulma, aşırı ağır yük kaldırma, zıplama, ani hareket etme, travmatik çarpma sonucu elastikiyetlerini kaybetmeleri ile oluşmaktadır. Dikkat edilmesi gereken bir işareti ise boyun tutulmalarının sıklaşmasıdır. Bu aşamada iken ileri boyutlara gelmeden ameliyatsız boyun fıtığı tedavisi için uzman bir fizyoterapiste başvurmanız gerekir.

Eğer sizin de teşhisi konulmuş bir boyun fıtığı şikayetiniz varsa, ameliyatsız boyun fıtığı tedavisi mümkündür. Gelişen teknolojinin yanı sıra, edindiğimiz bilinçli yaklaşımlar sayesinde artık bıçak altına yatmadan, vücudunuzdaki rahatsızlıktan konforlu bir şekilde kurtulabilirsiniz. Dünya’da kabul görmüş ve yaygınlaşmış ülkemizde de pek az merkez tarafından uygulanan bütüncül birçok fizyoterapi yöntemi ile ameliyatsız boyun fıtığı tedavisi ağrısız ve sağlıklı yaşantı için kanıta dayalı bir şekilde sonuç veriyor.

Hasta kişinin elleri ve kollarında ciddi boyutlarda güç kaybı varsa, bunun yanında diğer tedavi metotlarına cevap vermiyorsa cerrahi müdahale düşünülebilir. Ama sizin yaşadığınız ağrılı süreçler bu seviyede değil ise mutlaka fizyoterapi yöntemlerini denemenizde fayda var.

Düzenli Fizyoterapi Seanları ile İyileşebilirsiniz

Ameliyatsız boyun fıtığı tedavisi, herhangi bir ilaç ve iğne kullanılmayan bir terapi sürecidir. Bu süreçle sağlıklı ve zinde bir yaşama adım atmış olursunuz. Fizyoterapi, Manuel Terapi ve Fonksiyonel fizyoterapi gibi bütüncül konseptte benzersiz terapi yöntemleri ile tıp etiğine ve bilimine dayalı bütüncül bir tedavi sürecini uzman fizyoterapistler eşliğinde deneyimleyebilirsiniz. İlk önce yapılan detaylı fizyoterapiye özgü muayenenin ardından teşhis ve tanı hekimler tarafından koyulur. Sonrasında ise bu tıp alanı dahilinde gerçekleştirilen metot ve değerlendirmeler kapsamında fizyoterapistlerce bir terapi programı hazırlanır. Hazırlanan programa bağlı kalarak yapılan ameliyatsız boyun fıtığı tedavisi düzenli seanslarla birlikte sizi sağlıklı ve ağrısız bir yaşama kavuşturmaktadır.

Boyun fıtığı problemleri %97-98 gibi yüksek bir oranda kesinlikle ameliyat gerektirmez. Boyun fıtığı şikayetiniz varsa ve hekiminiz tarafından bir teşhis tanı aldıysanız, iş hayatınız sizi hareketsiz olmaya itiyor ve sık sık ağrılar yaşıyorsanız fizyoterapistiniz ile iletişime geçebilir; online olarak randevu oluşturabilirsiniz.

Probleminiz daha ileri seviyelere gelmeden, erken teşhis ile boyun fıtığı tedavinize başlayabilir, ağrısız ve sağlıklı bir yaşamın tadını çıkarabilirsiniz.

Saygılarımla.

Uzman Fizyoterapist Ahmet Burak Sezgin

Yazının devamı...

Bel fıtığında ameliyatsız tedavi mümkün mü?

Ortopedik rahatsızlıklar arasında en sık görülenlerden biri de bel ağrılarıdır. Omurgada meydana gelen sorunlar bu ağrıların nedeni olabileceği gibi başka hastalıkların da belirtisi olabilmektedir. Omurgadaki küçük omur kemiklerinin gövde kısımları arasında, yuvarlak ve esnek yapıda diskler bulunmaktadır. Disklerin iç kısımlarının etrafında halka şeklinde kuvvetli bağ doku lifleri yer almaktadır. Omurgada bulunan bu diskler hareket esnasında çeşitli kuvvetlere maruz kalırlar. Aniden gelişen şiddetli travmalar disklerde hasar yaratabilmektedir. Disklerin bulunması gereken yerden dışarı taşması ile bel fıtığı oluşmaktadır. Burada ilgili hekimliğinizin bel fıtığı teşhis ve tanısı sonrasında fizyoterapistinizin de değerlendirmesi ile bilinenin aksine ameliyatsız bel fıtığı tedavisi fizyoterapi ile mümkün olabilmektedir. Tabii ki önemli olan cerrahi gerektiren bir durumun olmaması gerekliliğidir.

Bel Fıtığı Neden Olur?

Disklerin içerisinde bulunan sıvı, zaman içerisinde ve yaşlanmaya bağlı olarak azalmaktadır. Bu durum disklerin dayanıklılığını olumsuz yönde etkilemektedir. Kontrolsüz ve ani bel hareketleri, uzun süre oturma ya da ayakta durma, düşme gibi travmaların yanı sıra egzersiz eksikliği de dayanıklılığı azalmış olan disklerin kayma ya da deformasyonuna neden olmaktadır.

Bel fıtığına neden olabilecek durumları şu şekilde sıralamak mümkün;

• Ağır yük kaldırmak ve bunun sonucunda oluşan ani gerilim,

• Düşme, çarpma gibi travmalar,

• Aşırı kilo,

• Disklerde sıvı kaybını tetikleyen sigara kullanımı ve diyabet,

• Uzun süre araba kullanmak,

• Yaşlanma,

• Fonksiyonel kayıplar,

• Duruş bozukluğu,

• Postür bozuklukları,

• Omurganın mekanik rahatsızlıkları gibi durumlar düşünülebilir.

Bel Fıtığı Belirtileri Nelerdir?

Bel fıtığı, başlangıç seviyesinde genellikle belden bacağa kadar yayılan ağrılar ile kendini göstermektedir. Ancak farklı seviyeler için farklı belirtiler de söz konusu olmaktadır. Bu belirtiler;

• Bel ve bacak ağrıları,

• Bacak ve ayaklarda karıncalanma,

• Oturma ve yürümede zorluk,

• Hareket kabiliyetinde azalma/ zorlanma,

• Denge kaybı ve çabuk yorulma,

• Kaslarda güçsüzlük,

• İdrar tutamama ve iktidarsızlık gibi durumlardır.

Semptomlarınızın şiddeti ve seviyesi cerrahiyi zorunlu hale getirebilir. Hekiminiz ve fizyoterapistinizin değerlendirmesi neticesinde tedavi/terapi metodu oluşturulmalıdır.

Bazen çok hafif bir ağrı olduğu için hastaların çoğu bu durumu önemsememektedir. Ancak bel fıtığı nedeni ile oluşan bu hafif ağrı ilerleyen zamanlarda ameliyatsız bel fıtığı tedavisi başarı oranını düşürebilmektedir.

Ameliyatsız Bel Fıtığı Tedavisi ve Fizyoterapinin Önemi

Ameliyatsız bel fıtığı tedavisi, tamamen hastaya ve hastalığın seyrine göre şekillendirilmektedir. Bel fıtığı için önerilecek ilk tedavi yöntemleri; manuel terapi, osteopati, psikonöroimmünoloji, egzersiz gibi işlemlerdir. Bu uygulamalar özellikle ilk aşamada olan bel fıtığında kas spazmını azaltıp, egzersiz programına başlanmasını kolaylaştırabilmektedir. Ameliyatsız bel fıtığı tedavisi, sinir tahrişini azaltmak ve omurganın işlevini arttırmaya yönelik uygulanmaktadır. Fizyoterapi yöntemleri ameliyatsız bel fıtığı tedavisi açısından ağrısız ve acısız bir şekilde hastanın normal yaşamına, kısa sürede dönmesini sağlar. Ağrıların azalmasının ardından hastaya korunma ve kasları kuvvetlendirme yöntemleri gösterilmektedir. Özellikle sırt kasları geliştirilerek doğal bir korse oluşturmaya çalışılmaktadır. Ameliyatsız bel fıtığı tedavisi için modern metotların uygulandığı, dünya standartlarında, akademik ve bütüncül bir fizyoterapi hizmeti sunan terapistle çalışmanız ve mutlaka ilgili hekiminizden de bu konuda onay almanız ile birlikte fıtık probleminizden kurtulabilir, sağlıklı bir yaşama dönebilirsiniz.

Saygılarımla.

Uzm. Fzt. Ahmet Burak Sezgin

Yazının devamı...

Migrene fonksiyonel bakış

MİGREN NEDİR?

Migren toplumlarda sıkça görünmeye başlayan en yaygın ve kişiyi yaşam kalitesi olarak en zayıflatıcı nörolojik bozukluklardan biridir. Bununla birlikte farmakolojik(ilaç) tedavilerin etkinliği

yetersiz kaldığı durumlarda fizyoterapi ve ilaç ışı dışı metotlarda gıda destek takviyelerinin kullanımı etkinliğe sahip olabilir.

MİGREN İYİLEŞİR Mİ?

Migren hastalığında alternatif yaklaşımlara klinik uygulamalar ve başarı yönünden güçlü bir ihtiyaç vardır. Bu başarı migren problemlerinde hem akut hem de önleyici tedavi için gereklidir. Kişilerin ilaç kullanımında istekli olmaması veya yan etkiler görüyor olması vitamin destek kullanımı oranını arttırmaktadır.

Klinisyenlerin son dönemde yaptığı iğnesiz ve ilaçsız tedavilerde migren probleminden kurtulmak umut verici olmuştur. Çok sayıda akademik çalışma da bunu desteklemektedir.

Bu yazımızın amacı; migren hastalığının iyileştirilmesinde en yeni ve kanıta dayalı çalışmaları sizlerle paylaşmak ve migren ile mücadele de kişinin yaşam kalitesine daha fazla katkı sunmaktır.

MİGREN TEDAVİSİNDE HANGİ VİTAMİNLER ETKİLİDİR?

Vitamin ve mineral destekleri, tıbbi veya sağlıklı yaşamda kişiye destek sağlayan gıda veya diyet takviyeleri olarak tanımlanır. Genel popülasyonda kullanımları giderek daha popüler hale gelmektedir. Kronik hastalıkların tedavisinde Dünya’da ve ülkemizde son dönemlerde göstermiş oldukları başarılı sonuçlar sayesinde hastaların ve sağlıklı bireylerin oldukça başvurduğu bir alan olmuştur. Migren hastalarının da bu tür farmakolojik(ilaç) olmayan tedavi desteklerini kullanımı artmaktadır ve çalışmalarda göstermektedir ki büyük ölçüde migren probmlemlerinde katkı sağlamaktadır.

BİLİMSEL KANITLARLA MİGREN TEDAVİSİNDE KULLANILABİLİR GIDA DESTEK TAKVİYELERİ

Migrenin önlenmesinde ve ya migren ataklarının kontrolünde ve tedavisinde bazı kanıtlarca gösterilen ve en yaygın kullanılan gıda destek takviyeleri;

-Riboflavin (vitamin B2),

-Ko-Enzim Q10 (CoQ10),

-Magnezyum,

-Butterbur kökü ekstresi – Kabalak Bitkisi (Petasites hybridus)

-Feverfew – Papatya ailesinden ateş böceği bitkisi (Tanacetum parthenium)

RİBOFLAVİN (VİTAMİN B2)

Çalışmada Riboflavin (B2) vitamini 98 migren hastası üzerinde günlük 400 mg olarak 1 ay boyunca kullanılmış ve migren ataklarında, süresinde ve ağrı sıklığında anlamlı azalma sağlanmıştır. Kayda değer herhangi bir yan etki gözlemlenmemiştir. Burada bilinmesi gereken vitamin B2 kullanımının metot ve yaklaşımsal biçimi etki mekanizmasını değiştirebilmektedir. Mutlaka ilgili sağlık uzmanı ile ilerlemelidir.

MAGNEZYUM

Günlük 600 mg Magnezyum kullanımı tek başına migren atakları gün sayısını değiştirememiş ancak migren atağı sırasında açığa çıkan ağrı şiddetini azaltmıştır.

KO-ENZİM Q10

Ko-Enzim Q10 enerji metabolizmasının işlevi için hücresel destek konusunda her zaman önemli ve destekleyicidir.

BUTTERBUR KÖKÜ EKSTRESİ (PETASİTES HYBRİDUS)

Petasites hybridus veya butterbur kökü; migrenin önlenmesinde bir miktar etkinlik gösteren bitkisel bir özdür.

Adı, büyüklüklerinden dolayı başlangıçta tereyağı sarmak için kullanılan bitkinin yapraklarından gelir. Tablet formunda kullanılan butterbur kökü ekstraktı Petadolex olarak adlandırılır ve Almanya'da üretilir.

Son yıllarda butterbur kullanımı ile olası karaciğer toksisitesi ile ilgili bazı güvenlik endişeleri olmuştur. Bu bitki kullanımıyla alakalı bugüne kadar migrende toplamda iki plasebo kontrollü çalışma yapılmıştır. Günlük 75 mg doz ile migren atak sıklığında önemli bir azalma görülürken, daha düşük doz için herhangi bir etki görülmemiştir.

Butterbur; etkili görünmektedir ancak güvenlik endişeleri şu anda önleyici bir tedavi olarak önerilemeyeceği anlamına gelmektedir. Kesinlikle ilgili hekiminizin tavsiyesi doğrultusunda ilerlenmelidir.

FEVERFEW KÖKÜ EKSTRESİ (TANACETUM PARTHENİUM)

Tanacetum parthenium ve ya feverfew, migrende koruyucu etkisini anlamak için çalışılmıştır ancak tek başına sonuçları hala ikna edici değildir ve düşük kalitede kanıtlara sahiptir.

Bu sonuca rağmen 170 migren hastası üzerinde yürütülen büyük bir randomize kontrollü çalışmanın sonucuna göre günlük 6.25 mg ateşli ot özü ekstresinin kullanılması bu hastaların migren ataklarında azalma göstermiştir. Daha fazla bu konuda çalışmaya ihtiyaç vardır.

Bu yazı akademik referanslar kaynak alınarak bilgilendirme amaçlı hazırlanmıştır. Teşhis ve tedavi için mutlaka hekiminize danışın.

Sağlıklı günler.

Saygılarımla.

Uzm. Fizyoterapist Ahmet Burak Sezgin

Yazının devamı...

Diş sıkma (bruksizm) ve fizyoterapi

BRUKSİZM (DİŞ SIKMA-GICIRDATMA) NEDİR?

Bruksizm; çağımızın hastalığı haline gelmiş özellikle gece uyurken açığa çıkan kontrolsüz çene sıkma, dişleri gıcırdatma gibi istemsiz hareketlerin açığa çıkardığı problemin adıdır.

Amerikan Uyku Tıbbı Akademisi Uluslararası Uyku Bozuklukları Sınıflandırmasına göre bruksizm; uyku sırasında diş gıcırdatma veya sıkma ile karakterize ve uyku ile ilişkili bir hareket bozukluğu olarak da tanımlamaktadır. Uyanıkken açığa çıkan diş sıkma problemlerini de bruksizm olarak sınıflamıştır ancak bu çok çok az bir oranı kapsamaktadır.

BRUKSİZM (DİŞ SIKMA-GICIRDATMA) NEDEN OLUR?

Yetişkin kişilerde diş sıkma gıcırdatma oranı %8 ile %20 oranında değişmektedir. Yani her 100 kişiden 8-20 kişi arası bireyler uyanıkken yada uyurken bir diş sıkma, diş gıcırdatma, çene sıkma gibi probleme sahiptir.

Araştırmalar genel nüfusun% 85 ila% 90'ının yaşamları boyunca bruksizm adı altında mutlaka diş sıkma, çene sıkma, diş gıcırdatma problemi yaşadığını göstermektedir. Bu nedenle etkili bir bruksizm tedavisi bulmak çok önemlidir.

Bruksizm baş ve boyun sistemi rahatsızlıklarında hareket sistemi için en zararlı problemlerden birisi olarak kabul edilir. Dünya çapında milyonlarca insanı etkiler ve esas olarak ilişkili morfolojik, patofizyolojik ve psikososyal özellikler ile birlikte klinik sonuçları nedeniyle stomatognatik sistem için en zararlı faaliyetlerden biridir.

BRUKSİZM (ÇENE SIKMA-GICIRDATMA) TEDAVİSİ NASIL YAPILIR?

Gelişmiş tedavi protokollerinde bilimsel ve akademik çalışmalar temporomandibular yani çene eklemi problemlerinde; diş sıkma, diş gıcırdatma, çene sıkma gibi problemlere tedavisel yaklaşımın mutlak olarak fizyoterapi, psikoterapi, ilaç ve enjeksiyon uygulamalarının bir arada kullanılması ile olabileceğini gösterir. Fizyoterapistlerin ve fizyoterapi metotlarının etkin olarak rol alması gerektiği tedavi protokollerinde ise;

Oklüzal splint,

Botoks,

ilaç tedavileri,

Cerrahi yaklaşımlar,

Biofeedback,

Bilişsel davranışçı terapiler bulunmaktadır.

BRUKSİZM PROBLEMİNDE TEK BİR TEDAVİDEN BAHSETMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR. Çünkü litaratür multidisipliner ve bütüncül çalışma ilkesinde sadece tek bir tedavi protokolünün ön plana çıkamayacağını, sadece şu metot etkilidir denilemeyeceğini göstermektedir. Bu konuda da netlik kazandırılmış bir kesin çalışma yoktur.

BRUKSİZM TEDAVİSİNDE (DİŞ SIKMA TEDAVİSİ, DİŞ GICIRDATMA TEDAVİSİ, ÇENE SIKMA TEDAVİSİ) FİZYOTERAPİSTİN VE FİZYOTERAPİNİN ETKİSİ

Bilimsel çalışmalar ve anatomik kanıtlar artık çene eklemi yapısının omurgayla olan ilişkilerini ıspatlamış ve göstermektedir. Çene eklemi vücudun denge sistemidir gibi düşünülebilir. Bruksizm problemleri psikolojik etkileriyle birlikte kas sistemini etkileyen bir sinirsel problem olarakta düşünülebilir. Çene problemlerinde neden fizyoterapi metotları etkindir ve fizyoterapistler etkili rol almalıdır sorusunun cevabını anlamak içinde bu problemin vücutta nasıl sonuçlar yarattığını bilmek gerekir. Kısaca açıklayacak olursak Bruksizm problemine sahip bireylerde

Çene çevresi ve kafa kaslarında kasılmaya bağlı olarak açığa çıkan ağrı,

Kas aktivitelerinde meydana gelen değişiklikler,

Ağız açıklığının kısıtlılığı,

Anksiyete,

Stres,

Depresyon,

Kötü uykuya bağlı yaşam kalitesinde ki bozulmalar,

Ağız sağlığı kalitesi, temporomandibular bozukluk (çene eklemi yapısı)

Postüral(duruş) bozukluklar gibi nedenlerden dolayı diş hekimleri ve fizyoterapistlerden oluşan disiplinler arası profesyonel bir ekip ile tedavi önerilmekte ve fizyoterapistlerin önemli bir meslek grubu olduğu belirtilmektedir.

Yazar: Uzm. Fizyoterapist Ahmet Burak SEZGİN

Referans

PMID: 30041736

DOI: 10.1016/j.jmpt.2017.10.014

Yazının devamı...

Bebeklerde yürüteç kullanmak zararlı mı?

İskoçya Shetland Fizyoterapi merkezinde her yıl fizyoterapi hizmeti bölümüne doğrudan bebek yürüteçinin kullanımıyla ilişkilendirilebilen kas, kemik ve eklem sorunları için çok fazla başvuru olmaktadır. Bu başvurularda uzmanları acaba bebeklerde yürüteç kullanımı kas-iskelet ve eklem sistemi problemlerini tetikler mi ? Sorusunu araştırmaya yönlendirmiştir.

Bir çok araştırma yürüteçli bebeklerin güvenliği ve kas gelişimi için zararlı olabileceğini göstermektedir. Öyle ki Nisan 2007 yılında Kanada’da bebek yürüteçlerinin satışı tamamen yasaklanmıştır. Kanada ile birlikte İngiltere'de bunun olması için bir çok kez çağrılar yapmış olmasına rağmen henüz resmi olarak yürüteç kullanımı yasaklanmamıştır.

YÜRÜTEÇ KULLANIMI BEBEKLERİ NASIL ETKİLER?

Bebek yürüteine bebek koymak araç kullanmayı bilmeyen bir gence hızlı bir Ferrari araç vermek gibidir. Tehlikeli ve riskli. Yürüteçteki bir bebek yürüteçte olmayan bir bebeğe göre çok daha fazla dikkat ve denetime ihtiyaç duyar. İstatistikler, yürüteç kullanan çocukların% 40'ından fazlasının yaralandığını göstermektedir (İngiltere Birleşik Krallık'ta yılda tahmini 4.000 yaralanma). Bebekleri çok hızlı hareket etmelerine, bıçak veya sıcak içecekler gibi tehlikeli maddelere ulaşabilecekleri bir yüksekliğe sahip olmalarına imkan tanır. İskoçya Galler bölgesinde yapılmış bir başka çalışma bu durumu desteklemektedir. Yanık nedeniyle hastanede yatan 6-12 aylık bebeklerin %25'inin bebek yürütecinde olduğu ortaya çıkarılmıştır.

YÜRÜTEÇ KULLANIMI BEBEĞİN KAS-İSKELET SİSTEMİNİ ETKİLER Mİ?

Yürüteçler çocuğun doğal duruşuna müdahale ederek kalça ve dizleri anormal bir pozisyona alabilir. Ayrıca doğru hareket olmayınca kilo almaya yatkın hale gelebilirler. Bu durumda çocuğun yürüme düzeninde uzun vadeli değişikliklere yol açabilir ve bazen uzun süreli kalça sorunlarına neden olabilir.

YÜRÜTEÇLER BEBEKLERE PARMAK UCU KULLANIMINI ÖĞRETEREK YANLIŞ KAS GRUPLARINI GÜÇLENDİRİYOR

Bebek yürüteçleri çocuklara ayak parmaklarını kullanarak yerde kaymayı öğretir ve bu da bacaklardaki yanlış kasları güçlendirir. Bunun denge ve uzun süreli ayak ve ayak bileği sorunları dahil genel kas ve eklem gelişimi üzerinde büyük etkisi olabilir.

YÜRÜTEÇ KULLANIMI TÜM GELİŞİMSEL FONKSİYONLARI ETKİLEYEBİLİR?

Kanıtlar yürüteç kullanan bebeklerin yürüteç kullanılmayan bebeklere göre daha geç oturduğunu göstermekte. Ayrıca çocuğun zihinsel gelişimi ve dil gelişiminin yanı sıra Motor becerilerine de bakan Bayley Değerlendirmesinde(bebekler için zeka testi) daha düşük puan aldığını göstermiş. Ayrıca çocukları sürekli dik tutar ve destek sağlar pozisyona alıştırdığı için omurga, karın ve stabilizasyon kaslarının yeteri kadar gelişmeyerek farklı mekanik problemlere de yol açabilir. Yürüteçler çocuğun emeklemesini engeller ve ciddi durumlarda çocuğun doğal beyin gelişimini engelleyecek şekilde çocuğu dik pozisyonda tutar. Emekleme, beyindeki çapraz örüntünün gelişmesi için bir aktivitedir. Yürüteçte bebekler mesafe ve derinlik gibi önemli motor ve algısal becerilerle birlikte ve içeri / dışarı, açık / kapalı ve altında / üstünde gibi anahtar kavramları öğrenme fırsatlarını kaybederler.

Bunlarda genel motor gelişimlerinde yetersizlik oluşturabilir.

YÜRÜTEÇ YERİNE NE YAPABİLİRİM?

Kas gücü ve dengesi yeterince geliştiğinde, bebeklere uygun cesaret ve zaman verildiğinde bilinmelidir ki zaten patolojik bir problem yok ise yürüyeceklerdir. (genellikle 9-18 ay arası).

Yürüteçte geçirilen zaman yürümeye gerçek hazırlığı sağlayan etkinliklerden zaman alır. Karın kasları yeterince kullanılamaz. Bu yüzden ola ki yürüteç kullanımını tercih ettiyseniz ve kullanıyorsanız bebeğin sırtüstü uyumasını ve mutlaka karın bölgesi kaslarının gelişmesi için sağ-sol cephesinde oynanmasını tavsiye ederiz.

Karın kasları tüm motor beceriler için temel yapı taşıdır ve bunun eksikliği çok büyük bir etkiye sahip olabilir.

Laminat parke zemininiz varsa, bebeğiniz emeklemeyi ve yürümeyi öğrendiğinde biraz kavraması için yere büyük bir halı veya kaymaz bir paspas koyun. Kendi başlarına ayakta durabilecekleri zaman, sabit ve itmeli bir bebek yürüteci almayı düşünün.

YÜRÜTEÇ NE KADAR VE NASIL KULLANILMALI?

Yürütecinin, bebeğinizin her iki ayağını da tamamen düz bir şekilde yerleştirebileceği kadar alçak olduğundan emin olun.

Sadece ayak parmakları yere değiyorsa lütfen bebeğiniz biraz daha büyüyene kadar yürüteç kullanmayın.

Bebeğinizi her zaman denetleyin ve dikkat edin.

Lütfen kullanımı günde 10 dakika ile sınırlandırın.

SAYGILARIMLA

UZMAN FİZYOTERAPİST AHMET BURAK SEZGİN

Referanslar

www.babydevelopmentnews.com/babywalker

www.babydevelopemtnnews.com/dangersofbabywalkers

Siegel, A. And Burton, R (1999) Effects of Baby Walkers on Motor and Mental Development in Human Infants Journal of Developmental and Behavioral Pediatrics Garrett,

M., McElroy, A. And Staines, A (2002) Locomotor milestones and babywalkers: Cross sectional study British Medical Journal

Chartered Society of Physiotherapy Campaign 2005

Child Accident Prevention Trust – Baby walkers factsheet

Bayley Assessment — http://www.pearsonassessments.com/ HAIWEB/Cultures/en-us/Productdetail.htm?Pid=015-8027- 23X

Yazının devamı...

Covid-19 ile mücadelede nasıl ve ne kadar egzersiz yapmalıyız?

Yeni koronavirüs hastalığı 2019 (COVID-19), küresel olarak tüm insanlarda fiziksel aktivitede büyük bir etkiye sahip görünüyor. Pandemi, Dünya çapında birçok insanı evde kalmaya zorladı.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ),

-6-17 yaşındaki kişiler için 60 dakika / gün orta-şiddetli fiziksel aktivite (serbest olarak)

-Yetişkinler ve yaşlılar için 75 dakika / hafta şiddetli Sporcular için ise; 150 dakika / hafta orta derecede fiziksel aktivite önermektedir. Egzersiz modelleri olarak ise; sırasıyla kas ve kemik güçlendirme egzersizleri yapılabilir.

Bisiklet sürme, yürüyüş, aerobik egzersizler etkilidir. Vücut ağırlığı ile yapılan güçlendirme egzersizleri, dans ve bireyi aktif tutacak video oyunları ile evde aktif kalmak pratik birkaç örnek olabilir.

Egzersiz; COVID-19’un zararlı fiziksel ve zihinsel yan etkilerini önlemeye yardımcı olabilir.

Egzersiz kişinin doğal bağışıklığını geliştirir ve viral enfeksiyonlara karşı koruma sağlar. Ayrıca sosyal izolasyona bağlı olarak gelişen stres, anksiyete ve hareketsizlik gibi izolasyonun olumsuz etkilerini hafifletir.

SARS-CoV-2'nin insan vücudunda ki davranışı hala tam olarak anlaşılmadığından ve çoğu insan beslenme, psikolojik yüklenim, stres artışı gibi bağışıklığı zorlayıcı ortamlarla sınırlı olduğundan, egzersizin aşırı yoğunluklarda ve zorlayıcı hacimlerde yapılması tavsiye edilmeyebilir.

Sağlıklı günler.

Uzman Fizyoterapist Ahmet Burak Sezgin

Referanslar

DOI: 10.1055/a-1283-6256

DOI: 10.1080/23750472.2020.1757494

Yazının devamı...

Sağlıklı bir vücut için ne kadar D vitamini almalıyız?

D vitamini, sağlık için kesinlikle gereklidir. Güneş ışığı vitamini olarak da bilinir, güneş ışığına maruz kaldığında cildinizde üretilir. Buna rağmen D vitamini eksikliği Dünyadaki en yaygın besin eksikliklerinden biridir. ABD'deki yetişkin nüfusun% 42'sinde düşük D vitamini seviyesi vardır ve bu da çeşitli sağlık sorunlarının başlıca nedeni olabilmektedir.

D VİTAMİNİ NEDİR?

D vitamini vücutta steroid hormon gibi işlev gören önemli ve yağda çözünen bir vitamindir. 300’den fazla rahatsızlığın kaynağı olarak yorumlanmaktadır. Covid-19 ile mücadelede adını sıkça duyduğumuz vitaminlerin başında gelmektedir. Bizlerin fizyoterapist olarak kas-iskelet sistemi problemlerinin rehabilitasyonu konusunda da en çok önem verdiği vitaminlerdendir.

Besinlerde iki çeşit D vitamini vardır;

-D2 Vitamini (ergokalsiferol): Bu D vitamini bazı mantarlarda bulunur.

-D3 Vitamini (kolekalsiferol): Yağlı balıklarda, balık karaciğer yağında ve yumurta sarısında bulunan türlerdir. D3 vitamini her iki türden daha güçlüdür.

Aynı zamanda Güneş ışığına uygun zaman ve durumlarda maruz kalındığında ciltte var olan D vitamini reseptörleri aracılığıyla vücutta depolanmaya başlar. Güneşten gelen sağlıklı UV ışınlarına maruz kalındığında, cildinizde de büyük miktalarlarda D vitamini üretilebilir. Yaz mevsiminde bu oran en yüksek seviyelerdedir. Fazla D vitamini daha sonra kullanılmak üzere vücut yağında depolanabilir.

Vücudumuzda ki her hücrede, D vitamini için bir reseptör vardır. Bu reseptörler bu vitaminlerin açığa çıkmasını sağlayarak, kemik sağlığı, bağışıklık sistemi işlevi ve kansere karşı koruma dahil olmak üzere birçok işlemde rol oynar.

D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ NEDEN OLUŞUR?

D vitamini eksikliği tüm Dünyada bir sorundur. Özellikle genç kadınlarda, bebeklerde, yaşlılarda ve koyu tenli insanlarda D vitamini eksikliği yaygınlığı fazladır.

ABD nüfusunun yaklaşık %42'si D vitamini yönünden eksiktir.

Tüm yıl boyunca güçlü bir biçimde ve sürekli güneşe erişiminiz varsa bu kolay kolay D vitamini seviyesinde eksiklik yaratmayacaktır. D vitamini gereksinimlerini karşılayacaktır. Bunun için tarlada çalıştığınızı düşünürseniz tabi.

Bununla birlikte, ekvatorun çok kuzeyinde veya güneyinde yaşıyorsanız, D vitamini seviyeleriniz mevsime bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Özellikle yeterli güneş ışığının olmadığı kış aylarında bu seviyeler çok daha fazla düşebilir.

Bu durumda kış aylarında D vitamini takviyesi kullanma gereksinimi artabilir ve D vitamini yönünden zengin beslenmek doğru bir tercih olabilir.

D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ HANGİ RAHATSIZLIKLARA SEBEP OLUR ?

-Kas zayıflığına neden olur.

-Kemik yoğunluğunda azalma olabilir.

-Vücutta kırılma riski artar.

Özellikle çocuklarda şiddetli D vitamini eksikliği kemiklerin yumuşadığı bir hastalık olan raşitizmin yanı sıra büyümede gecikmelere ve anomalilere neden olabilir.

Ayrıca D vitamini eksikliği;

-Tip 1 diyabet,

-Multipl skleroz,

-Yüksek tansiyon

-Tiroit problemleri,

-Kas-iskelet sistemi problemleri, ağrıda hassasiyet ve artış gibi problemleriyle ilişkilendirilmiştir.

D VİTAMİNİ SEVİYESİNİ NELER ETKİLER?

Ne kadar D vitamini ihtiyacınız olduğu birçok faktöre bağlıdır.

Bunlar:

-Yaş,

-Irk,

-Coğrafi konum,

-Yaşadığınız enlem,

-Mevsim,

-Güneşe maruz kalma zaman ve süresi,

-Giyim faktörleri gibi durumları içerir.

GÜNLÜK NE KADAR D VİTAMİNİ ALMALIYIZ?

ABD Tıp Enstitüsünün tavsiyeleri, günlük ortalama 400–800 IU D Vitamini takviyesinin bireylerin % 97,5'i için yeterli olduğunu söylemektedir. Ancak bazı araştırmalar günlük yaşantınızda Güneş ışığına maruz kalmıyorsanız günlük alım miktarının bu seviyeden daha yüksek olması gerektiğini göstermiştir.

Klasik tıpta; 20 - 30 ng / ml'nin üzerindeki kan seviyeleri "yeterli" kabul edilir. Fonksiyonel bakış açısında ve psikonöroimmünolojik terapide bunun minumum 80 nm/ ml olması gerekmektedir.

Sağlıklı yetişkinlerle yapılan bir çalışmada yeterli seviyelerde kabul edilen D vitamini düzeyini korumak için günlük 1120-1680 IU alımına ihtiyaç olduğu gösterilmiştir. Aynı çalışmada, D vitamini seviyesi eksik olarak kabul edilen bireylerin 30 ng / ml'nin üzerindeki kan seviyelerine ulaşmaları için günlük 5000 IU takviye gerektiği gösterilmiştir.

Özetle günlük 1000-4000 IU ve ya 25-100 mikrogram D vitamini takviyesi alımının çoğu insanda yeterli D vitamini seviyelerini sağlamak için yeterli olduğudur. Fazla kilolu ve ya obez bireylerin daha yüksek miktarlarda D vitaminine ihtiyacı olabilir.

4000 IU takviye kullanımı Uluslar arası Tıp Enstitüsü'ne (IOM) göre güvenli bir üst sınırdır. Bir sağlık uzmanına danışmadan bundan fazlasını almadığınızdan lütfen emin olun.

MENOPOZ SONRASI GÜNLÜK D VİTAMİNİ NE KADAR ALINMALIDIR?

D vitamini düzeyleri 20 ng / ml'nin altında olan menopoz sonrası kadınlarda yapılan çalışmada; 800-2000 IU günlük D vitamini takviyesi alımının D vitamini seviyesini 20 ng / ml'nin üzerine çıkardığı görülmüştür. Bununla birlikte, 30 ng / ml ve daha üstü seviyelere ulaşmak için daha yüksek miktar kullanımlara ihtiyaç olduğu tespit edilmiştir.

D VİTAMİNİ NELERDE BULUNUR ?

D vitamini içeren yiyecekler oldukça sınırlıdır ve en büyük kaynağı Güneş ışığına doğru bir biçimde sağlıklı olarak maruz kalmaktır. D vitaminin bulunduğu besin kaynakları olarakta;

-Deniz mahsülleri ve ürünleri,

-Yağlı deniz balıkları,

-Morina balığı karaciğeri,

-Yosun ve türleri,

-Deniz bitkileri,

-Süt ve süt ürünleri,

-Tahıl grupları vb.

D VİTAMİNİ SADECE GÜNEŞTEN ALINIR MI?

Yaz Güneşine maruz kalmak vücut için D vitamini almanın en etkili yoludur. Fakat D vitaminini Güneşten almanın şart ve koşullarında her bireye ve duruma göre değişiklik göstermektedir.

Yaşlı bireyler ve koyu tenli kişiler,

Coğrafi konum ve mevsim (kışın D vitamini alımı çok düşer )

Ekvatordan uzak ülkelerde yaşadıkça D vitamini seviyesi düşer,

Giyim, hava durumu, hava kirliliği, güneş kremi kullanımı, kilo faktörleri, gözlük kullanımı ve genetik gibi faktörler de vücudun D vitamini üretme kabiliyetini etkileyebilir.

D VİTAMİNİ EN ÇOK HANGİ ÜLKELERDE ALINIR?

-35° N'nin kuzeyinde konumlanmış 70'ten fazla ülkede kış aylarında D vitamini üretecek Güneş ışınları yok denecek az.

-Daha kuzey bölgelerde Norveç (69 ° N) gibi ülkelerde ise yıl boyunca Ekim ayından Mart ayına kadar D vitamini üretecek Güneş ışığı seviyesi çok az.

-Ekvatorun uzağında ki ülkelerde D vitamini üretimi seviyesi çok az.

YAZIN ALDIĞIMIZ D VİTAMİNİ GÜNEŞİN AZALMASIYLA KIŞIN BİTER Mİ?

Bir çalışma yaz aylarında güneşe uzun süre maruz kalmanın D vitamini alımından bağımsız olarak kış aylarında ideal D vitamini seviyelerinde kalmak ve vücut için yarar sağlamak konusunda yeterli olduğunu göstermiştir.

D VİTAMİNİ ZARARLI MI?

D vitaminin toksik etki gösterdiğini bildiren çok fazla çalışma yoktur. Günde 20.000 IU'ya kadar değişen dozlarda D vitamini takviyesi verilen ve 17 bin kişi üzerinde yapılan çalışmada herhangi bir toksisite belirtisi olmamıştır. Özellikle yüksek doz D vitamini sadece Güneş ışıklarına maruz kalarak mümkün değildir.

Yüksek dozların vücutta kalsiyum-fosfat ilişkisini bozarak vücutta kalsifike problemler yaratabileceği söylenmiştir. Bu dozlarında genelde günlük olarak 50.000 IU ile 1.000.000 IU aralığında ve aylarca kullanıma bağlı olarak oluşabileceği gösterilmiştir. Kısacası aşırı yüksek doz ve çok uzun süreli kullanımla toksisite görülebilir.

Günlük güvenilir miktar max. 4000 IU olarak düşünülmelidir.

Tüm bilgiler akademik ve bilimsel ispatlı olarak hazırlanmıştır.

Bu bir klinik psikonöroimmünoloji terapi dahilinde bilgilendirme amaçlı hazırlanan bir yazıdır. Lütfen kullanım ve detaylı bilgiler için sağlık uzmanınıza başvurun.

Saygılarımla.

Uzm. Fzt. Ahmet Burak Sezgin

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.