SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Ada rüzgarı

Sizinle yaşam ve ilişkiler üzerine yazdıklarımı paylaşırken, zaman zaman mola niyetine, yaşadığım şehirden bile neredeyse daha fazla aşina olduğum yer olan Ayvalık ve Cunda hakkında da paylaşımlarım oldu. Hissiyat bu ya; yaz kış tadına varılacak emsalsiz keyif noktaları, havası ve atmosferi ile ada rüzgarının yine hafif hafif estiği bu temmuz sıcağında, yolunuz Cunda' ya düşerse sizden saklamak istemediğim birkaç yerden daha bahsetmezsem haksızlık ederim.

Cunda' nın eskimeyen Girit mutfağını gerçek anlamda damak zevkinize sunan çeşitli mekanlarından daha önce bahsetmiştim. Bilmeniz gereken bir yer daha var; 'Fysiko' Narlı Bahçe, geçen Temmuz ayında Mehtap Tekinoğlu tarafından açılmış. Mehtap hanım Giritli ve kuşaktan kuşağa aktarılan yemek kültürünü hem yaşatmak hem de Cunda' ya gelen kişilere tattırmak amacıyla yola çıkmış.

Tamamen anneanne usulü yemeklerini yapıyor ve tertemiz bir şekilde size sunuyor. Evinizin avlusunda oturur gibi rengarenk çiçekler içerisinde, samimi bir yaz serinliğinde müthiş erik ya da kiraz suyu ile olaya girmenizi öneririm. Sonra gelsin peynirli Girit kabağı, yaz türlüsü, yaprak sarma, ada köftesi ya da inanılmaz lezzetli Girit böreği. Mevsimine göre arapsaçlı kuru fasulye ise anlatılmaz yenilir. Üzerine bir de samsa tatlısı ile belki kendinizi ödüllendirirsiniz.

Mehtap hanımın eşi Murat bey de, meşhur Nesos restaurantın sahibi dolayısı ile ailenin yeme içme konuları yaşam biçimi durumunda. Sahilde Nesos restaurant ve pazar yerinin bir üst sokağında yer alan Narlı Bahçe gidilmesi gereken yerlerden, afiyet olsun...

Efendim Ayvalık' a gidip de Çamlık Dondurma' da, Güngör beyin gerçek meyveden ve kendi yetiştirdiği keçi sütünden yaptığı dondurmayı yemeden sakın gelmeyin. Zaten Türkiye' nin en iyi on dondurmacısı arasına gurmeler tarafından sokulmuş, gerçekten müthiş! Dondurma yemem diyorsanız orada yediğiniz lor tatlısını, başka bir yerde yiyeceğinizi ben zannetmiyorum. İnsanların yaptığı işi en iyi şekilde yapması gerktiğinin ne güzel örneği...

Son olarak; akşam yemeğinizi yediniz, sohbetinizi yaptınız ve gerçek anlamda kaliteli müzik dinlemek ve eğlenmek istiyorsunuz adres kesinlikle; Cunda Kaçamak Bar. 'Grup Mandalin' in program yaptığı yerde grubun üyelerinden Serdar Arslan, zaten çok özel bestelere imza atmış bir müzisyen mesela; Gökhan Tepe' nin 'yalan' şarkısı gibi. İstanbul' da çok özel mekanlarda da program yapıyorlar. Serdar' ın kardeşi diğer grup üyesi Zafer Arslan ise buziki sanatçısı ve Alev Azyok olağanüstü birikimi ve sesiyle size geceyi bitirmek istemeyeceğiniz bir müzik ziyafeti çekiyor. Sahibi İsmail Varol beyi seçiminden dolayı kutlamak lazım...

Aynen böyle, eksiği vardır fazlası yoktur. Ben de size her nerede olursanız olun, hayatınızda kısa bir parantez açtığınız bu aylarda, tüm sıkıntılarınızdan kurtulacağınız, bir tatlı huzur almaya gidip de gerçekten aldığınız, son derece keyifli bir tatil geçirmenizi diliyorum...

Yazının devamı...

Başkalarına göre yaşamak

İnsan, sosyal bir varlık olarak tanımlanır ve bireyselleşme sürecinde bireyselliğini korurken aynı zamanda toplumla da uzlaşı içinde yaşar. Ancak bu dengenin bozulmasına sebep olan bazı düşünme biçimleri vardır; kişinin mutluluğunu ve özgürlüğünü ciddi biçimde baltalayan, kendisi olmasına bir türlü izin vermeyen, bireysel kimliğini ifade etmekten alıkoyan, başkalarının memnuniyetini önceliğine alan ve kişiyi giderek yalnızlaştıran düşünce kalıplarına sahip kişilerden sözediyorum.

Bu öyle bir zorluktur ki kişiler farkında olmadan, hayat ile bağları kopmuş, daha öfkeli ve giderek kendisine yabancılaşmış bir duruma gelirler.

'Başkalarının ne dediği' ne göre yaşayanlardan, başkalarının kendisi hakkında sürekli yargıda bulunduğunu düşünüp ona göre davrananlardan, sürekli dış referanslarla hareket edenlerden, kendisine ait bir fikri ve inisiyatifi ortaya koymaktan çekinen kişilerden bahsediyorum.

Her girdikleri ortamda sınanma kaygısı yaşayanlar, girdikleri ortamlarda sürekli performans göstermesi gerekiyormuş gibi düşünenler, sürekli onay alma beklentisi ile yaşayanlar için hayat gerçekten de çok zor olmalı.

İnsanları kırmaktan korkmak, hayır diyememek, olumsuz bir duygusunu dile getirememek, "Herkes beni sevsin" diye beklemek. Tüm bu davranışların temelinde yatan kaygı ise; 'Yalnız kalmaktan korkmak'.

Bu kişilerin öykülerine bakıldığında genellikle ebeveynlerinde benzer özellikler bulunmakta ya da ebeveyn ile güvenli ilişkinin kurulamamış olduğu anlaşılmakta.

Kişinin kabul görmeyeceği düşüncesi nedeniyle kendi rengini ortaya koymaktan kaçınması, reddedilmekten korkması, küçük düşme kaygısı, sevilmeyeceği endişeleri, ilgi gösterilecek birisi olmadığı düşüncesi, insanların kendisinden uzaklaşacağı ve yalnız kalacağı gibi hatalı düşünceler ve yanlış inançlar kişinin hayatını olumsuz yönde etkilemekte ve yönetmektedirler.

Bu kişiler giderek sosyalleşmekten kaçınmakta, çevresindeki insanlar ile ilgili yanlış ve hatalı yorumlar yapmakta, insan ilişkileri bozulabilmekte en sonunda da yalnızlaşma ve depresyon ile sonuçlanan bir durum ortaya çıkmaktadır.

Burada ironik olan şudur; genellikle başkalarının kendisi hakkında ne düşündüğü konusunda 'falcılık' yapıp ona göre hareket edenler, aslında kendi düşündükleri şeyi karşısındakine yansıtıp sanki onun düşüncesiymiş gibi algılamaktadırlar. Bu insan ilişkilerindeki bir yanılsamadır ve böyle yaşamaya çalışmak çok zordur.

Yeni tanıştığı insanların olduğu bir ortamda kişinin; "Ben söze başlarsam kimse söylediklerime ilgi göstermez" düşüncesiyle suskunluğu tercih etmesi tamamen kendi ürettiği düşünce ile ilgili bir durumdur ancak bunu karşı taraf düşünüyormuş gibi algılar. Bu yansıtmaları sık sık kullanan kişiler, ilişkilerinde de ciddi zorluklar yaşarlar.

Düşünce şemaları erken yaşlardan itibaren yanlış örgütlenmiş olduğu için, kişiler arası ilişkilerde objektif olarak anlama, yorumlama ve tepki verme davranışları gösteremezler. Bir dönem böyle davranmanın doğru birşey olduğunu öğrendiğinizden, uzun zamandır böyle davranıyor olabilirsiniz ancak kabul edersiniz ki hayatınıza ağır bedelleri oldu.

Bu durumun üstesinden, bir uzman desteği alarak gelmek mümkündür. İnsan olduğumuzu unutmadan, insan olmaya izin vermek, yaşadığımız gezegende herkesin elinden geldiğince yaşamaya çalıştığını düşünmek gerek. Monteigne; "Her insan varoluşumuzun bütün biçimlerini içinde taşıyor" demiş, doğru söze ne denir?

Yazının devamı...

Gönülden hayata akanlar...

80' li yıllar ve doksanlı yılların ortalarına kadar yumuşacık sesi ve kendi sanatından ödün vermeyen çizgisi ile Türk Sanat Müziği severlerin büyük bir keyifle dinlediği sanatçı Ayşe Tunalı, uzun zamandır sahnelerde değil. Yıllarca güzel sesi ve yorumu ile sanat müziğine hizmet veren sanatçı, sahnelere veda ettiğinden bu yana üretkenliğin her zaman, her yerde ve her yaşta devam edebileceğine ne güzel bir örnek teşkil ediyor.

Ayşe Tunalı 1997' de, şimdilerde mutlu bir şekilde süren, prof. dr. Sabri Narman ile evlendikten bir yıl sonra oğlu Aydın' ı dünyaya getirmiş. İlkokula başlayana kadar oğlunu kendisi büyütmüş.

Sonrasında Tunalı, 2006 yılında şimdi hala başkanı olduğu 'Acarkentliler Musiki Derneği(AKDM)' ni kurmuş. Kurulduğu günden bu yana dernek; gerek musiki çalışmalar, gerek güzel sanatların başka kollarında kurslar, etkinlikler, bulundukları bölgede başka derneklerle işbirliği içinde yürüttükleri eğitim çalışmaları ve daha da önemlisi derneğin amaçlarına yönelik olarak müzik eğitimi almak isteyen ama maddi zorlukları olan gençlere burs sağlamak gibi faaliyet alanları göstermektedir.

Dernekte bunlarla ilgili yoğun bir şekilde çalışan özverili bir takım arkadaşlığı var ancak değerli sanatçı Ayşe Tunalı, inanılmaz bir performansla işi sahiplenen ve liderlik eden bir gönül emekçisi. Bakın, özetle derneğin çalışmalarına bir gözatalım;

Kurulduğu günden itibaren bulundukları bölgede konserler vermekle yetinmeyen dernek her yıl huzurevleri ve bakımevlerinde konserler düzenlemeye başlamıştır.

İkinci yılından itibaren Türk musikisi eğitimine destek vermek amacı ile İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı' nda okumakta olan ve aileleri İstanbul dışında yaşayan yetenekli, başarılı öğrencilere burs vermeğe başlayan AKMD, burs fonunu her geçen yıl geliştirmektedir.

Derneğin beşinci yılında açılan Türk Halk Müziği şubesi eğitmen Nursaç Doğanışık eşliğinde, çalışmalarına başarıyla devam etmektedir.

Beykoz Eğitime Destek Derneği(BEDES)’nin ‘Meşale Anneler’ projesi kapsamında haftada bir gün; çocuklarına burs sağlanan annelerin(meşale anneler) oluşturduğu, ev kadınlarına yönelik okuma alışkanlığı kazandırmak amacı ile dört saat süren eğitim amaçlı çalışma yapılmaktadır.

Haftada iki gün ünlü ressam Güler Çakır eşliğinde yağlı boya çalışmaları yapılmakta ve bugüne kadar iki sergi açılmış bulunmaktadır.

Acarkentliler Musiki Derneği olarak ayda bir kez kültür gezileri düzenlenmekte, geliri ile burslu öğrenciler okutulmaktadır.

Acarkentliler Musiki Derneği olarak her yıl Caddebostan Kültür Merkezi(CKM) ‘nde ücretsiz bahar konseri düzenlenmektedir.

2012 Şubat ayı itibariyle Güzel Sanatların diğer dallarında faaliyet göstermek ve site bünyesinde eksikliği hissedilen bazı kültür ve eğitim alanlarında çalışmalar yapmak üzere kurslar açılmıştır.

Bu sene Ahşap Boyama ve Çini İşlemeciliği kursu, Bilgisayar Kursu, Pratik İngilizce Eğitimi ve çalışmaları, Resim Kursu, Bahçe Bakımı ve Halk Oyunları Kursları açılmıştır.

Yaz aylarında da kısa süreli yaz kursları açılması düşünülmektedir.

Hani zaman zaman yazılarımda bahsediyorum ya hayatın anlamı üzerine, söylemeye çalıştığım şey tam da bu! Hepsi birbirine bağlı aslında; seversek üretebiliriz de, üretirsek sevebiliriz... Hayat, başka hayatlara da katkınız olduğunda ve verebildiğinizde "yaşadım" diyeceğiniz birşey. Ayşe Tunalı' ya ve ekibine bütün bu özverili çalışmaları için saygı duymamak mümkün değil. Geçen hafta yaptıkları bahar konserinde sayın Tunalı' nın müthiş yorumunu dinleme şansım oldu, umarım daha da çok kendisini dinleme fırsatlarımız olur.

Yolunuz açık olsun Ayşe Tunalı ve onun gibi güzel işlere öncülük edenler...

Yazının devamı...

Evliliğinize mizahı katın...

Evli çiftler kavgalarını dışardan izleseler, mesela bir video onlardan habersiz durumu kaydetse sonra izleseler, emin olun komik bulacakları şeylerin hiç de az olmadığını farkedeceklerdir. Kavgaya konu olan nedenden tutun da, kavga etme biçimine, yüzlerinin aldığı ifadeye, sarfettikleri sözlere kadar öfkeleri yatıştıktan sonra tekrar dönüp baksalar, trajik yanı kadar komik yanlarının da olduğunu göreceklerdir.

Çoğu kere trajikomik olan evlilik kavgalarını neden hep ciddiye alma ve gerginliği artırma eğilimindeyiz? Neden her daim kırılmaya, alınmaya, kin ve öfke biriktirmeye daha açığız. Kızmak ya da öfkelenmek gülmekten daha mı kolay? Sizce evlilikte mizahi bir bakış açısı ile bakacağınız birçok konu ve olay yok mu?

Bir televizyon kanalında oynayan; "Bir kadın bir erkek" isimli komedi dizisinde bu konular çok iyi işleniyor ve siz gülmekten kırılmıyor musunuz? Aynı kavgaları kendi evliliğinizde yaşasanız tamamen farklı bir duyguyla yani trajik yanıyla deneyimlersiniz. Peki fark ne?

Acaba herşeyi fazlasıyla ciddiye mi alıyorsunuz? Bazen bir espri, muzurluk ya da ince bir nükte ile yönetebileceğiniz durumlara siz hep olumsuz tarafından mı yaklaşıyorsunuz. Mizah sizin hayatınızda ne kadar var? Evliliğinize mizahı katıyor musunuz? Çok hafifletici olacağından emin olun. Zaman zaman eşinize esprili bir dille yaklaşmanız, kavgaya sebep olan her ne ise durumun ağırlaştığını hissettiğinizde kendinize yönelip mizahi bir dille kendinizle dalga geçmeniz her iki tarafı da yumuşatır. Konuya dışardan bakmaya çalışmak, kendi içinizde sizin gerginliğinizi azaltacak detaylar görmenizi sağlayabilir.

Evliliğiniz aynı zamanda eğlenceli bir birlikteliğe neden dönüşmesin? Bu tamamen sizin elinizde. Herşeyi kişiselleştirip kendi üzerinizden yaşamazsanız daha objektif olabilirsiniz, o zaman da daha az öfkeli olursunuz. Unutmayın ki evlendikten sonra karşı tarafa fazlasıyla rol yüklemek kırılganlığı artırır. Nitekim ortak bir yaşam isteği ile biraraya gelen çiftler, kendi kişiliğinin renklerini o birlikteliğe katacaklardır. Size düşen, bu renklerle zaman zaman eğlenmeyi de bilmek.

Araştırmacılara göre mizah anlayışı, eşini mutlu etme çabası olarak algılandığı için evlilikleri olumlu yönde etkiliyor. Aslında denklemi kurmak zor değil. Yaşadığımız yüzyılda hiçkimse kendisini geren, huzursuzluk veren, sürekli kavga etmeye hazır biriyle hayat geçirmek istemiyor çünkü hayatın kendi baskısı ve stresi epeyce fazla. Hal böyle olunca da insanın yanında daha eğlenceli, mizah duygusu gelişmiş birisini görmeyi tercih etmesi doğal değil mi? Mizah yapabilen, olaylara mizahi bir gözle de bakabilen birisi ikili ilişkileri yürütmede daha başarılı olabilir çünkü mizah, insanı olumsuz duygulardan bir süreliğine uzaklaştırarak gerginlik yaratan durumun aşılmasını sağlar.

Güzel bir söz vardır; "Hayatı çok ciddiye alırsanız önemini kaybeder" demiş şimdi ismini hatırlamadığım bir yazar ya da sanatçı. Evet "mizah yapabilmek" sağlıklı insanın tarifi yapılırken de sıralanan özelliklerden birisi. Hayatı fazlasıyla ciddiye aldığınızda trajedi tarafı ile daha çok ilişki kurarsınız.

Sevgi ile mizahı örtüştürdüğünüzde, iki kişilik hayatı zor yaşayanlar başka türlü de birarada olabileceklerini farkedeceklerdir. Jean Paul Sartre; "Mizah, dünyada ıstırabın yenilişidir" demiş. Evliliğinizde sıkıntı veren duyguları ve durumları kimi zaman mizahla yenmeye ne dersiniz?

Yazının devamı...

Burada yaşanır sohbetin en şahanesi...

Oscar Wilde; "İçimde yollara düşüp Japonya' ya gitmek, gençliğimi bir badem ağacının altında oturup, mavi bir fincandan kehribar çayı içerek perspektifsiz bir manzaraya bakmakla geçirmek yönünde karşı konulmaz bir arzu var." demiş.

Benim de; ne zaman Cunda' ya gidip geri dönsem, daha üstüne yatmadan tekrar Cunda' ya gidip, sevgili Fevzi' nin yeri 'Cunda Balık Evi' nde, artık önüme ne konduysa yemek, yanında ne içilirse içmek ve sokağın ruhunu içime çekmek yönünde karşı konulmaz bir arzu oluyor...

Cunda, bu aydan itibaren kalabalıklaşmaya başladı. Deniz kenarındaki balık restaurantların her biri, denize karşı bir duruş alıp şöyle adamakıllı bir keyif çatmak için dolup taşıyor. Hepsi de meze ve balık konusunda lezzet ve tazelik bakımından birbirinden aşağı kalmaz.

'Cunda Balık Evi' ise sahilde değil, Cunda sahile dik olarak arka sokağa doğru yürüdüğünüzde; kulağınıza sizi 33' lük plaktan rüzgarla birlikte gelen ezgileri, mavi sandalyeleri, beyaz örtüleri, penceresinden görünen dantelli ve işlemeli raf örtüleri, tamamı Fevzi bey tarafından çeşitli zamanlarda toplanan antika dekorasyonu ile içine çekiverir.

Hani bir eve ilk kez gidersiniz ve daha o eve girdiğiniz andan itibaren bazı evlerde o evin bir ruhu olduğu duygusu sarar sizi. Cunda Balık Evi de, hem içerisi hem dışarısı ile şarkıda sözü edilen; İstanbul' da Balat' taki eski 'Agora' meyhanesi acaba böyle birşey miydi gibi bir düşünceye kaptırdı gitti beni, öyle hisettim... Yani sokağa bu kadar mı ruh ve güzellik katılır.

Eski 'Agora' meyhanesinde yaşanmış ya 'Aşkların en divanesi, en şahanesi', burada da sohbetin en şahanesi dostunuzla, sevdiğinizle birlikte yapılır hani neyi meze yaparsanız yapın! Tabii isterseniz aşkların en divanesi de...

Sizin sohbetinizde meze ne olursa olsun, masanızdaki mezeler konusu ayrı bir hikaye; ızgara sağanaki peyniri, beyaz soslu sütlü laos, karides böreği, sütlü akkız, deniz ürünü mücver, ot mücver, girit ezmesi, balık pastırma, girit otlarının sıcağı(sıcak ot), beğendili ahtapot sadece başlıcaları ancak bir tanesi var ki denizden özel olarak çıkarılan midye ve beyaz şarapla yapılan; ada akuvadesi mutlaka yenmeli.

Fevzi beyin ailesi Girit' ten gelmiş dolayısı ile mezelerin çeşitliliği ve kalitesi anlaşılır ama esas balık konusu da onun işi çünkü aynı zamanda Fevzi bey, balık ihracaatı ile de uğraşıyor yani balıklar çok taze...

Efendim çok ilginç bir durum daha var bu restaurantta; haftada bir Girit usulu oğlak yapılıyor. Ne işi var oğlağın balık restaurantında diyeceksiniz ama oğlak adaya zaten Girit' ten gelmiş. Fevzi bey saf kan Giritli olunca da kültürün bir devamı olarak yerini almış anlaşılan.

'Cunda Balık Evi' nin İstanbul' dan mudavimi çok. Fevzi beyin mudavimlerine samimi ama ölçülü ilgisi, burayı vazgeçilmez kılan unsurlardan. Hemen yanımızda oturan genç sevgililerin ikisi de İstanbul' da yöneticilermiş ve stres atmak için ne yapıp edip ayda bir soluğu Cunda' da alıyorlarmış, 'Cunda Balık Evi' ise klasikleri olmuş. Böyle olan müşterisi oldukça fazla Fevzi beyin.

Tabii ki birkaç gün önceden rezervasyon yaptırmadan yer bulma şansınız yok, eğer gitmeyi düşünürseniz.

Balat' taki eski 'Agora meyhanesi' ni, beş altı yıl önce orada yaşayan yaşlı bir amca anlatmıştı bana ve gözlerimi kapayıp bir an oradaymışım duygusuna kapılmıştım. 'Cunda Balık Evi' de genel atmosferi ile bana o duyguyu verdi. Şimdi Müzeyyen Senar' dan; 'Burası Agora meyhanesi' şarkısını açıp bir dinleyin, ne güzel söylüyor yaa... Haksız mıyım? Cunda' da, Cunda Balık Evi' nde iseniz, Fevzi bey rahatınız için elinden geleni yapacaktır; siz bir an gözlerinizi kapayıp şarkıyı söyleyin... Ya da Fevzi; lütfen ara sıra bu şarkıyı çalar mısın?

Yazının devamı...

Özledin mi? Öyleyse kalk gel...

Sezen Aksu' nun "Özledin mi öyleyse kalk gel" isimli bir şarkısı var, bakın ne diyor;

"Özledin mi öyleyse kalk gel

Bırak artık kim ne derse der

Yasak, günah, hayat elden gider

Onların kendi hikayeleri yok

Onlar sadece seyirci dünyada

Yaşsız, hasarsız bir diyarda"

Şu sözlere bir bakın, ne kadar anlam yüklü. Ne zaman başlarız kendi hikayemizi yazmaya... Aklımız erdiğinden beri midir? Ergen olduğumuzdan beri mi yoksa? Hiç şüphe yok ki çocukken dayatılmaya başlayan şeylerden dolayı, kabul görmek ve sevilmek adına daha zengin hikayeler yaşamaktan yani kendimizden belki de önemli ölçüde vazgeçiyoruz ama buna rağmen sevda öykülerimiz, uzaklara yolculuklarımız, zor işlere girişmemiz, eserler yaratmamız, başarı için tekrar tekrar ayağa kalkmamız, dostluklar kurmamız, yeniden yeniden aşık olmamız; hepsi insanlık öykülerimiz.

Hayata katılmadan ve risk almadan bir "yaşam" dan sözedebilir miyiz? Herhangi birimizin anlatacak bir aşk hikayesi yoksa, nasıl bir tat almıştır hayattan hiç düşündünüz mü? Kaybetmekten ve kırılmaktan korktuğu için insanın risk alamamasının bedeli, kayıp bir hayattır aynı zamanda.

Yaşarken hayata kattıklarımız kadarız. Seçimlerimiz bizi oluşturur. Yıllar önce Lawrence' in "Kayıp kız" romanını okurken, roman kahramanlarından birinin sözü aklımdan hiç çıkmadı; "Kendi yanlışımı, başkalarının doğrularına tercih ederim" diyordu. Yalnızca kendi seçimlerimizin sorumluluğunu alabildiğimizi, yanlışlarımızdan ders çıkararak kendimizi bulduğumuzu ve büyümeye doğru sürekli yol aldığımızı ifade eden ne güzel bir söz.

Metin Üstündağ' ın bunu anlatan bir karikatür köşesi de var; "ve hayat bizi yaşar" diye. Siz hayatınızı yaşamazsanız, hayat sizi yaşar gerçekten. Nereye doğru giderseniz gidin rüzgarın sizi götürdüğü yer kadar, sizin rüzgara karşı durduğunuz, rüzgarın tersi yöne gittiğiniz ve rüzgarı da yanınıza alarak yolculuk ettiğiniz zamanların çoğunlukta olduğu bir hayat; sizin hayatınız olur.

Arada bir hayatınıza dönüp bakmak, kendi seçimlerinizle yüzleşmek, sonuçlarının sorumluluğunu alabilmek, kendi katkılarınızı görebilmek ve de ders çıkarabilmek hikayelerimizin çatısıdır.

Freud; "Risk almadan bir hayattan sözedilemez" demiştir. Elbette risk alırken de sonucunda büyük ve karşılanamayacak kayıpların olacağı risklerden sözetmiyoruz. Kaygı, üzülme ve acı çekme durumu yaratan hayat olayları da insana dair. Bu duyguları yaşama riskine rağmen istediğimiz şeylerin içine girdiğimizde insanın ve insanlığın tarihsel öyküsü oluşuyor. Aksi halde korkular gittikçe büyüyüp, yalnızlık ve sığlaşma yaşam biçimi haline dönüşüyor.

Bu nedenle özlediyseniz kalkın gidin! Yola çıkacaksanız beklemeyin. Başka bir iş yapmak istiyorsanız üzerinde daha fazla düşünün, belki de daha mutlu olacaksınız. Sürekli garantici bir hayat yaşamaya çalışmak en fazla kaygı yaratan durumlardan biridir çünkü hayatı her zaman kontrol edemezsiniz ve bu tip insanları hayatın sürprizleri altüst eder. Gittiğiniz yolda bazen aradığınızı bulamayabilirsiniz o zaman da başka bir süreç, başka bir hikaye başlıyor demektir ve bu ille de kötü olacak anlamına gelmez.

Can Yücel' in "Tam zamanında" isimli şiirinden bir bölümle hayata katılmaya ne dersiniz?

"Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli

Tam zamanında ölmelisin

Iskalamak istemiyorsan hayatı.

Haydi şimdi kalk bakalım

Silkin şöyle bir

At üzerinden hayatın yorgunluğunu,

Vakit zannettiğinden daha az

Haydi kalk bakalım,

Şimdi YAŞAMAK ZAMANI....."

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.