SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Boşanmak istiyorum!

Evli çiftlerin kavgalarında, hayata geçiremeyecekleri halde; "Boşanıcam senden" ya da "Boşanmak istiyorum" gibi tehdit içeren cümleleri sıklıkla kullanmaları, karşı tarafı oldukça olumsuz etkilemekte, bilesiniz!

'Boşanmak' çok ciddi bir karardır. Boşanma kararı, çiftlerin evliliklerinde yaşadıkları sorunların çözümleri ile ilgili seçeneklerin tamamen tükendiğini düşündüklerinde, birarada yaşamanın artık imkansız olduğunu hissettiklerinde ve mutsuz olduklarında, herşeyi yeniden değerlendirdikten sonra artık birlikte bir hayat sürdüremeyecekleri sonucuna vardıklarında, karşılıklı alınan karardır.

Tek bir taraf bu noktaya gelmişse de, gerekçelerini ve duygularını paylaşarak karşı tarafın da zarar görmeyeceği şekilde ve boşanmak istemeyen tarafa destek vererek bu süreç yaşanmalıdır.

Bırakıp gidilemediği halde sürekli olarak edilen bu sözün, karşı tarafta yaptırım etkisi yaratmasını bir kenara atın, tam tersi eşinizin aklına boşanma fikri düşürdüğünüz gibi, bir de beklemediğiniz anda, "Ben senden ayrılmak istiyorum" isteği ile gelebileceğini unutmayın.

O zaman karşı tarafın en büyük silahı; "Ama sen yıllardır bunu istiyordun." şeklinde olacak, sizin ise bunun karşısında söyleyecek pek de sözünüz olamayacaktır.

Poker oyununda;

blöf: 'Elinde değerli kartlar olmadığı halde yüksek bahisler öne sürerek, diğer oyunculara elinde değerli kartlar olduğuna inandırmaya çalışmak',

rölans: 'Düşünmek için süre istemek',

iflas: 'Elindeki tüm parayı kaybetmek' tir.

Uygun yaklaşım, ilişkinizde zorlandığınız dönemlerde "rölans" diyebilmektir. Aksi taktirde, siz birçok kereler blöf yaparsanız, bir süre sonra karşı tarafın "iflas" deme ihtimali yüksektir.

Akıldan çıkarılmaması gereken şey; her iki tarafın da birbirlerinin yokluğuna gerçekten hazır olup olmadıklarını iyice düşünüp, ondan sonra bu yola girmeleri gerektiğidir. Böyle olmadığı halde 'boşanma' sözünü sık kullananlar, bu durumla yüzleştiklerinde mevcut durumla başaçıkamamaktadırlar.

Hem karşı tarafın size olan saygısını, hem kendinize olan saygınızı kaybetmemek, hem de evliliğinizi korumak adına öfke ile değil, düşünerek konuşmak lazım.

Ne demişler: "Dilden gelen elden gelse, her fukara padişah olur".

Yazının devamı...

Benimle oynar mısın?

Çok sevdiğim küçük bir kıza şöyle bir yeni yıl mesajı attım; "Yeni yıl senin için; güzel sürprizlerle dolu, eğlenceli, komik yani bir karnaval, bir festival, bir lunapark, vs, vs... tadında olsun. Her zaman mutlu ol:) çok öptüm..."

Çocuklara başka ne yazılır ki? Doğdukları andan itibaren çocuklar hem kendi kendilerine, hem biz büyüklere oyun kurmaya başlarlar. Kendi kurdukları oyuna hep bir davet vardır etrafındaki büyüklerine. Kim onlarla oyuna girerse; el çırparak, gülerek, coşarak ya da mutlu gözlerle bakarak belli ederler onlara.

En çok mutlu oldukları zamanlar, oyun oynadıkları zamanlardır. Hangi anne, hangi baba, hangi büyükanne ve dede, hangi komşu teyze ve amca, abla, abi, teyze, dayı olabildiğince sık oyuna katılıyorsa, ne mutlu o çocuğa.

Küçükken oynanan oyunların tadı damağımızda kaldığından mıdır, büyümeye başladıkça bu oyunlar acımasızca elimizden alınmaya çalışıldığından mıdır bilinmez, yetişkin dönemimizde oyun arkadaşı aramaktan hiç vazgeçmeyiz.

Sizinle oyuna giren, oyuna girme cesareti olan birileri ile karşılaştıysanız, o zaman size de ne mutlu! Oyun arkadaşınızı bulmuşsunuz demektir.

Oyun arkadaşımızı kaybetmekten hep korkarız. Kadın veya erkek, oyun arkadaşını bulduğunda, oyunun büyülü, sürükleyici, heyecan verici, eğlenceli, terapotik yani iyileştirici etkisi altına giriverirler. Bu aynı zamanda hayatın kendisidir. Yaşamın özü, kadın erkek beraberliğidir, motivasyonlarımızı oradan alırız.

Oyun biterse hayat biter!

Ne zaman ki ruhunuz sancılanıyor, ağzınızın tadı kaçık veya kendinizi yalnız ve mutsuz hissediyorsanız, bilin ki oyun oynamaktan veya oyuna girmekten vazgeçmişsinizdir.

Hadi; "BENİMLE OYNAR MISIN?" diyeceğiniz birileri illa ki var.

Yeni yılın oyuna gelmediğiniz, oyunlarınızın bozulmadığı, oyun arkadaşınızı kaybetmediğiniz ya da oyun arkadaşınızı bulduğunuz bir yıl olmasını diliyorum.

Yazının devamı...

Sevişmeyen kadınlar, sevişmeyen erkekler

Daha önce bir yazımda belirtmiştim: "İlişki; ruhun ruha, bedenin bedene iyi gelmesi halidir" diye.

Çiftlerle çalışırken, kadın ya da erkeklerin eşleri ile sevişmek konusunda 'isteksizlik' durumunun yaygın bir problem olduğunu gözlemlemekteyim.

Sadece bana başvuran danışanlarımdan yola çıkarak, bu konuda ağırlıklı olarak erkeklerin eşleri ile ilgili daha çok şikayetçi olduklarını söyleyebilirim ama bu konudan muzdarip kadınların da sayısı az değil.

Öte yandan, çift terapilerinde eşinin kendisiyle sevişmediği ya da cinsel beraberlik talebi genel olarak reddedildiği için bundan şikayetçi olan kadınlar da var.

Bu ülkede, 35 ve 40' lı yaşlarında hala bakire olan kadınlar da var. Üzücü değil mi?

İnsan neden sevişmek ya da seks yapmak istemez?

'Sevişmek' ve 'seks yapmak' arasında fark var mıdır? Önce ona bakalım.

Sevişmenin TDK sözlük anlamı; 'Birbirini sevmek'.

Sevişmek,‘sev-‘, yani ‘sevmek’ fiilinden geliyor, bu köke de ‘-iş’ yapım eki yani işteşlik eki geliyor. İşteşlik eki, bir eylemin karşılıklı olarak yapıldığını anlatır. ‘Sevişme’ de, karşılıklı iki insanın yaptığı bir sevme eylemi.

Yaygın görüş, 'sevişmek' ve 'seks yapmak' eylemini anlam bakımından birbirinden ayırmak eğilimindedir. Bir karşılıklı olma halinden sözettiğimize göre, sözkonusu da 'insan' olduğuna göre, sevişme-seks birbirini bütünleyen eylemler topluluğudur.

Desmond Morris, insanın cinsel birleşme eylemini hayvandan ayıran önemli bir farka işaret etmiştir; iki ayağımızın üzerinde olduğumuz ve yüzyüze baktığımız için, karşımızdakinin kişiliğinden etkilendiğimizi ve cinsel eylemlerimizin bundan bağımsız olamayacağını öne sürmüştür. Yani işin içine anlam, duygu ve etkileşim örüntüsü girmektedir.

Cinsel birliktelik, ikili ilişkilerde olmazsa olmazlardandır ancak yukarıda belirttiğim gibi, dürtüsel olmanın dışında pek çok faktörden etkilenir.

Sağlıklı bir beden ve ruh, cinsel yaşamın kalitesini arttırır. Aynı şekilde eşler arasındaki sağlıklı iletişim ve paylaşım da, cinsel yaşamın öncülüdür.

Tabii ki bir yetişkin oyunu olarak, cinsel yaşamın içinde fantezi boyutunda yaşanan aniden, hızlı ve farklı heyecanlar verecek durumlar da olacaktır amma velakin ille de kişi değerli ve özel olduğunu hissetmek isteyecektir.

Yatakta eşlerin birbirlerini iyi tanıması, ön sevişmeye zaman ayrılması, bu konuda birbirlerine açık olmaları önemlidir.

Yaygın görüş, kadının seks öncesi daha duygusal bir zeminde, romantik davranışlar beklediği ve cinsel eylemin bunların arkasından geldiği ve eşiyle arasında problemler varsa, sevişmek istemediği yönündedir.

Böyle hisseden erkeklerin de sayısı az değildir. Erkek de eşiyle kavga etmişse, bir süredir devam eden sorunları varsa, eşine kızgınsa sevişmek istememektedir. Sanki erkek her durumda hazır asker gibi algılansa da, işin aslı öyle değildir.

Günümüzde erkeklerin iş stresi, başarı konusundaki rekabeti ve kendisine zaman ayırmadaki sınırlılıklar gibi nedenler cinsel istek ve performansını olumsuz yönde etkilemektedir. Kadının zaman zaman cinselliğe isteksiz olması kadar ,erkeğin de kimi zaman hazır olmadığını söylemesi normal bir durumdur.

Kadın açısından baktığınızda ise ev, iş ve çocuk üçgeninde gece kendini enkaz altında kalmış gibi hissedebilmekte ve cinsel yaşamı olumsuz etkilenmektedir.

Cinsel istismara uğramış kişilerin de, yetişkin dönemde cinsel yaşamında sorunlar yaşadığını biliyoruz.

Zor geçen çocukluk yılları, ebeveynlerle kurulan sağlıksız ilişki de olumsuz etkenlerden.

Eğer, cinsel yaşamı olumsuz etkilyecek bir cinsel işlev bozukluğu varsa -erken boşalma, ereksiyon bozukluğu, vajinusmus, orgazm bozukluğu- gibi mutlaka profesyonel bir yardım alınmalıdır çünkü böyle durumlar da giderek eşlerde isteksizliğe sebep olurlar.

Ama bunların dışında kadınlarla ilgili önemli olan iki konu var:

Birincisi; cinselliğe dair katı ve yanlış inançları olan, yetişme çağında anne ile bu konuda gerekli etkileşimin olmadığı kadınlarda cinsel yaşamda zorlanmalar görülebilmekte. Eşine "Asla sana oral seks yapmam" diye başlayan bir diyalog açıldığında; bunun pis, mide bulandırıcı, ayıp, günah ve zevk vermeyen bir durum olduğu inancı ortaya çıkmaktadır.

Halbuki kendinizi vererek ve haz almayı isteyerek yani kendiniz için de seviştiğinizde ve partnerinizin keyif aldığı birşeyden dolaylı olarak sizin de etkileneceğinizi düşünürseniz, 'oral seksi' de bu çok özel bütünleşmenin küçük bir bileşeni olarak göreceksiniz.

Tabii ki öncelikle partnerinize keyif ve haz vermeyi seveceksiniz ancak o zaman oral seks erotik hale gelir.

Kadınlarla ilgili ikinci durum, 'obsesif kişilik' özellikleri. Detaycı, mükemmeliyetçi, aşırı sorumluluk sahibi, görev insanı, takıntılı özellikleri olan kadınların cinsel beraberliğe de görev gibi baktıklarını, öyle deneyimlediklerini, sanki iş yapıyorlarmış gibi davrandıklarını gözlemlemekteyim.

Aşırı kontrollü oldukları için sevişmekten, seks yapmaktan haz alma duyumlarını geliştiremedikleri, yanlış ve doğruları siyah ve beyaz kadar iki uçta olduğu için, cinselliği de bu şekilde sınırlamaları nedeniyle zorluklar yaşadıkları görülmektedir.

Bu kişilik özellikleri olan kadınlarda, cinsel birliktelik sırasında 'orgazm' sorunları da daha sık görülmektedir.

Hem erkekte hem kadında, cinsel isteksizliği etkileyen diğer pek çok faktör vardır:

Metabolik hastalıklar; şeker hastalığı, hormon bozukluğu, şişmanlık gibi...

Depresyon da, cinsel isteksizlik yaratan ruhsal bozukluklardan biridir.

Eş ile ilgili fiziksel beğeninin azalması. Kadınların dişi özelliklerini ön plana çıkarma konusundaki isteksizlikleri, erkekleri olumsuz etkilemekte. Erkeklerin ise kendini bırakmış, bakımsız, giyimine özen göstermeyen ve kilolu olmaları da kadınları etkilemekte.

Erkeklerde, testesteron seviyesi de önemli olabilmekte. Bu konuda üroloğa gitmekte yarar olduğu söylenebilir.

Efendim, bütün bunların neticesinde en önemli husus; yatakta teslimiyettir. Yatakta bir kadın ve bir erkek olarak tümüyle kendini bırakabilme, en önemli cinsel olgunluk göstergesidir.

Kafanın da biraz cinsellikle meşgul olması gerekmez mi? Bu konuda düşünmekten bile kaçına kaçına artık aklına bu tür konular, imgeler ve fantaziler gelmeyen, pornografik materyallere aşırı tepkili ve mastürbasyon bile yapmayan kadınlarımız var; zamanında aile ve çevresi tarafından budanmışlar...

Sevişmek lazım... Olmuyorsa, zor oluyorsa soruna doğru açıdan bakıp bu durumu aşmak lazım...

Geçmiş yıllarda, oyun yazarı ve şair olan bir arkadaşım şöyle demişti: "Sevişirken öç alıyoruz hayattan". Sahi ne demek istemişti?

Yazının devamı...

Kadına şiddette 'Göçmen Kadınlar' da var

25 Kasım, Kadına yönelik şiddetle mücadele günü.

Yılda yaklaşık 2000 boşanma başvurusunun yapıldığı İstanbul' da başvuruların %85' inin nedeni şiddet.

Verilere göre, kadına yönelik cinsel saldırı suçlarında son beş yılda yüzde 30 artış meydana gelmiştir.

Resmi rakamlara göre, 2006’da 663; 2007’de 1011; 2008’de 806; 2009’un ilk altı ayında 950 kadın öldürüldü.

Sadece cinsel şiddete maruz kalanların oranı %15.

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün resmi kayıtlarına göre, Şubat 2010- Ağustos 2011 arasındaki 19 ayda 78 bin 488 aile içi şiddet vakası yaşandı. Bu da, kayıtlara geçen haliyle her 10 dakikada bir aile içi şiddet olayının yaşandığı anlamına geliyor.

Birleşmiş Milletler’in bildirdiği istatistiklere göre günümüzde dünya üzerinde her 3 kadından 1’i dayak yemiş, cinsel ilişkiye zorlanmış ve genellikle tanıdığı bir kişinin istismarına uğramıştır.

Evet, sadece rakamlar konuşsa geriye söyleyecek birşey kalmıyor aslında. Durumun ne kadar vahim olduğunu, rakamlar gözler önüne seriyor.

Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporuna göre, 135 ülkenin incelendiği raporda Türkiye sondan 14. sırada yer alıyor.

Son birkaç yıldır, konu ile ilgili acilen önlem alınması gerektiği, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının, kitle iletişim araçlarının, üniversitelerin ve sanatçıların da yaptığı çalışmalarla sürekli dikkat çekmeye çalışması vesilesi ile görülmektedir.

Devlet bazında ise, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü koordinasyonunda;

Ulusal Eylem Planı ile yasal düzenlemeler, farkındalık yaratma ve zihinsel dönüşüm, kadının güçlendirilmesi ve koruyucu hizmet sunumu, sağlık hizmetlerinin sunumu ve kurum/kuruluşlar arası işbirliği olmak üzere 5 temel alanda iyileştirmeler hedeflenmektedir.

Ulusal Eylem Planı, Kısa (2012–2013), Orta (2012–2014) ve Uzun vade (2012–2015 ve sonrası) olmak üzere üç uygulama dönemini kapsamaktadır.

Bütün bu mücadelelerin yanında dikkat çekilmesi gereken bir konu daha var. Konu ile ilgili bir basın duyurusu; 'Cinsiyete Dayalı Şiddet Mağduru Göçmenler için Çalışma Grubu' dan geldi. Basın açıklamasının önemli bir bölümünü yerimin yettiği ölçüde veriyorum:

"Başlı başına travma yaratabilecek bir durum olan göç, kişinin ülkesinde maruz kaldığı şiddet olayları, sığınma, ülkesinde karşılaşılan ekonomik sorunlar ve temel sağlık, güvenlik ve sosyal hizmetlere erişimde yaşanan güçlüklerle biraraya geldiğinde kişide psikolojik olarak kapanması zor yaralar açmaktadır.

Ülkemizde şiddet mağduru göçmen kadınların en önemli sorunlarından biri de karşılaştıkları toplumsal ayrımcılıktır. Bu kadınlar önyargılar ve ırkçı söylemlerin yanı sıra sıklıkla fiziksel, cinsel ve psikolojik istismara maruz kalmaktadır. Göçmen kadınlar herhangi bir şiddet gördüklerinde ya da şiddetle tehdit edildiklerinde güvenlik güçlerine ve koruyucu-önleyici hizmetlere erişimde aksaklıklar yaşamakta; kimi zaman duydukları korku ve sınır dışı edilme endişesiyle devlet korumasına başvurmaktan kaçınmaktadırlar.

Göçmen kadınlar birçok yasal düzenlemede de olduğu gibi 'Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun' da da unutulmuştur. Bu yasayla, vatandaş kadınların şiddeti raporlamasının önündeki engeller kaldırıldığı gibi göçmen kadınların da raporlamaya ilişkin engelleri kaldırılmalı, yasayla temin edilen haklardan ve hizmetlerden ayrım gözetmeden her kadının faydalanması için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.

Kadına yönelik şiddetle mücadele ‘kağıtlı’, ‘kağıtsız’, ‘vatandaş’, ‘göçmen’, ‘sığınmacı’, ‘mülteci’ gibi ayrımları gözetmeden her kadını koruyacak şekilde yürütülmediği sürece, çalışmalar tüm kadınları değil, 'bir grup kadını' ya da ‘vatandaş’ kadınları koruma ve şiddeti ortadan kaldırma konusunda da eksik ve yetersiz çabalar olarak kalacaktır."

Yukarıda sıralanan korkunç tablonun, kadının ve yakınlarının ruh sağlığı üzerindeki etkileri ve sosyolojik yansımalarını yazmaya kitaplar yetmez.

SORUN HEPİMİZİN, SORUMLULUK HEPİMİZDE VE TAKİPÇİSİ OLMAK İNSANLIK GÖREVİMİZ.

Yazının devamı...

Aşk travmanın tekrarıdır

Farkında mısınız, aşk ilişkilerinizde hayatınıza aldığınız kişilerin birbirlerine benzediğini. Niye hep birbirine benzeyen kişilere aşık oluyorsunuz?

Bir önceki ilişkinizde epeyce üzüldüğünüz ve yorulduğunuz halde, şu andaki ilişkinizde de benzer sorunlarla cebelleşmenizin anlamı ne?

"Gelip gelip aynı arıza tipler beni buluyor" diyen danışanlarıma; birbirlerini bulduklarını, kendisinin de onları seçtiğini göstermeye çalışıyorum.

Kendi ailelerinden sağlıklı bir şekilde ayrışmamış kadın ve erkek birbirlerini bulurlar. Sorunları benzerlik gösterir. Ailelerinde hangi sorunlara takılıp kaldılarsa, buna uygun birini bulup onu suçlayarak, sorumluluğu kendilerinin üzerinden atarlar; "Böyle hissetmemin sebebi sensin" gibi.

Eğer kadının babası şiddet uygulayan bir babaysa, içselleştirdiği bu şiddet duygularını bastırıp, babası gibi bir adamı bularak ona yansıtır yani kendisi annesi gibi mazlumu oynarken, içindeki şiddet duygularını gösteren eşidir. Kendisinin yerine eşi şiddet gösterir, böylece içindeki şiddet yanı eşiyle özdeşleşir. Buna "Yansıtmalı özdeşim" denir.

Evli çiftlerin, terapilerde en çok şaşırdıkları ya da etkilendikleri durum, eşlerinin kendi ebeveynlerine benzediklerini farkettikleri zamanlardır. işte o zaman ilişki dinamiklerini daha derinlemesine çalışmaya başlarız.

Rastgele aşık olunmaz. İnsanlar her zaman öyle görünmese de içselleştirdikleri kişilere uygun birini dikkatle seçerler çünkü böyle biriyle çocuklukta karşılanmayan ihtiyaçlarını karşılamayı umabilirler.

İnsanlar kendileriyle benzer sorunları olan kişilerle beraber olurlar, sado-mazoşist ilişki gibi.

Psikanaliz literatürü; "Aşkın travmanın tekrarı" olduğunu yazar.

Çocukken ebeveynlerimizle yaşadığımız acı deneyimler; terk, ihmal ve ihlal gibi yetişkinlikte kendini ikili ilişkiler içerisinde tekrar eder.

Sevgisini göstermeyen bir babanın kızı, gider yine benzer özelliklere sahip bir adam bulur. Bildiği bir ilişkiyi seçmiştir. Babası ile yaşadığı travmayı seçtiği adamla halledeceğini, bu sefer olduracağını düşünür ancak hayal kırıklığı ve öfke de peşi sıra gelir çünkü bu sefer de olmayacaktır.

Bu seçimler tamamen bilinçdışının kontrolünde olduğu için kişi bunun farkında değildir. "Niye sevgisini vermeyen adamlara ya da kadınlara gidiyorum" diye düşünmesi gerekir.

Çocukluğunda annesinin kendisini değersiz hissettirdiği bir erkek, olasılıkla eleştirel ve yargılayıcı bir kadını kendine eş seçecektir.

Siz de bir düşünün; sevgiliniz veya eşinizle anne-babanız arasında benzerlik var mı? İlişkinizde neyin mücadelesini veriyorsunuz da elleriniz hep boş kalıyor? Çocukken ailenizle alakalı sizi en çok ne üzerdi? En çok nelere kırılmıştınız? Duygularınız size tanıdık geliyor mu? Tanıdık geliyorsa köklerini çocukluktan alıyor demektir.

İlişkilerinizde tekrar tekrar aynı hatalar oluyorsa, seçimlerinizi gözden geçirmeniz gerekiyor. Bu döngüyü kırmadan sağlıklı ve mutlu bir ilişkiden söz etmek mümkün değildir.

Size iyi gelecek kişi, erken çocukluk travmanızı onaracak olan kişidir, yarayı kanatacak kişi değil.

Yazının devamı...

Yapışkan ve boğucu ilişkiler

22 yaşında, iyi bir üniversitede öğrenci, yakışıklı, zeki, ailenin tek çocuğu, oldukça kibar ve beyefendi bir görünümü olan, üç yıldır beraber olduğu kız arkadaşından yeni ayrılmış erkek danışanım:

Birinci seans; "Kendimi çok kötü hissediyorum, zaman onsuz nasıl geçecek, nefes alamıyorum gibi, acı çekiyorum, üç yıldır sadece 'o' vardı, herşeyi beraber yapıyorduk, o benimdi, onun bütün ihtiyaçlarını düşünürdüm, onu hiç aldatmadım... Onsuz hiçbirşeyin tadı yok, hiçbirşey umurumda değil, hiçbirşey yapmak istemiyorum, kimseyle görüşmek istemiyorum... Peki 'o' bensiz yapabilecek mi? Beni nasıl unutur? Ben onu nasıl unutacağım, başka kimseyi almadık ki hayatımıza, arkadaşlarımızı da bıraktık, sadece ikimiz vakit geçiriyorduk, onsuz zaman durdu, kendimi çok yalnız hissediyorum..."

Haftada iki kez görüşmeye alınan danışanım, birkaç hafta sonra artık daha yatışmış hatta ilişkisini kendisiyle dalga geçen ve mizahi bir dille anlattığı en son görüşmemizde, ilişkilerinden bir kesiti dile getirdi, kendisinden izin alarak, yorumsuz aktarıyorum:

"Ben onu hergün okul çıkışında almaya gidiyordum, arabada yanıma oturuyordu, elinde telefonu sürekli telefonda birşeyler okuyor ya da yazıyordu, tweet falan, ben içimden bugün 'Onu' nasıl eğlendirebilirim, değişik ne yaparım diye geçirirdim, sonra ona sorardım, 'Nereye gidelim' diye o da yüzüme bakmadan 'farketmez' derdi. Sonra bir yere otururduk, 'O' ellerini göğsüne bağlar öyle bakardı, ben de artık çocukken izlediğim çizgi filmleri falan anlatmaya başlamıştım, herşeyin çok sıkıcı hale geldiği ne kadar belliydi ama başlangıçta o böyle istemişti, sürekli beni yanında istiyordu, mümkün olduğunca ayrı kalmamaya çalışıyorduk, ne kadar hastalıklı bir hale gelmişiz! Hatta bir keresinde hava çok kötüydü değişiklik olsun diye onu Büyükada' ya götürmüştüm, ikimiz bir bisiklete bindik o sürekli ofluyordu, rahatsız olmuştu bisiklette, ben ve o sanki zoraki eğlenmeye çalışıyorduk, o gün onu bir salıncağa bindirdim 'Yavaş salla' diye söyleniyordu, inadıma hızlı hızlı sallıyordum."

İkili ilişkilerde, kadın ve erkeğin dipdibe, içiçe, sanki tek benlik gibi yaşamaları, birbirlerinden bağımsız hareket edememeleri, sürekli aklını fikrini birbirleriyle bozmaları, yapışkan ve boğucu bir ilişki yaşayarak sonra kendi kendilerini tüketmeleri, bazı ilişkilerde tanık olduğumuz bir durumdur.

Hayatınıza karşı cinsten birisi girdiğinde, başlarda bir anda yalnızlığın ağırlığından kurtulduğunuz, bir olmanın verdiği hafiflikle rüyaya daldığınız, arkadaş çevrenizden bir anda uzaklaştığınız, sürekli birarada zaman geçirmeye çalıştığınız bir dönem vardır. Bu ilişkinin ilk zamanları için nispeten anlaşılır bir durumdur. Kısa bir süre sonra, ilişki normal seyrine döner.

Bir de ilişkinin başından itibaren devamlı olarak, birbirinin içine geçmiş bir hayatı gösteren, sanki dünyaya yapışık ikiz gibi gelmiş ilişkiler vardır. İnsana dışarıdan seyrederken bile bunaltı hissi veren bir ilişki tarzıdır bu. Günümüzde böyle ilişki yaşayan kişiler, elinde telefon baş önde eğik, sürekli bir mesajlaşma, mesajın geldiği "bip" ya da "dırılıng" ya da "çınnn" sesine tiryaki, "o" ses gelmezse ölü balık gibi bakan, mesaj ya da arama geldiğinde tekrar yaşam belirtisi veren bir durum sergilemektedirler.

Bir kimliğin diğerinde eriyip gitmesi, yok olması ve kişinin kendi sınırlarını tamamen yitirmesi kime iyi gelir? Kişinin kendi benliğini havalandırması yani diğer kişiden geçici olarak uzaklaşıp, kendi düşünce ve duyguları ile başbaşa kalması, kendi arkadaşları ile program yapması, kendi hobileri ile uğraşması yani kendi başına vakit geçirmesi sağlıklı bir ruhsal yapı için kaçınılmazdır.

Tam da bu nedenle, böyle ilişki yaşayan kişilerde bir süre sonra kimlikte bir boşluk duygusu, can sıkıntısı, miskinlik hali, eskiden keyif aldığı şeylerden zevk almada azalma gibi duygular oluşur.

Güvenli bir ilişkinin verdiği haz ve doygunluk hissinden farklı olarak bu ilişkilerde huzursuzluk, yabancılaşma ve arzunun tamamen yok olduğu bir süreç hakimdir. Kimse kimseyi artık cazip bulmaz ama tıpkı 'madde' kullananların belli bir dozu alma ihtiyacı gibi bağımlılıktan doğan ihtiyaç vardır ama gün geçtikçe 'madde' nin bedene verdiği zarar ve yok ediş gibi, ruhun kendi kaynaklarını tüketen ve kişiyi sanki bir 'kurgudan' ibaretmiş gibi bir sona götüren bir ilişki kurma tarzıdır böylesi ilişkiler.

Eskiler demişler: "Sık muhabbet, tez ayrılık getirir" diye. Güvenli bir bağlanma tarzına sahip kişiler, başkalarına bağlanmaktan ve başkalarının kendisine bağlanmasından rahatsızlık duymazlar, ilişki kaygı verici değildir, ne yalnız kalmaktan ne birliktelikten endişelenmeyen kişilerdir. Güvensiz yani bağımlı ilişki yaşayanlar ise tam tersidir, yüksek bir yakınlık ve bağlılık seviyesi ararlar ve bu nedenle birlikte olduğu insan öyle değilse onu kaçırırlar.

Yukarıda bahsettiğim danışanım, elini taşın altına koydu ve başlangıçta, "Onu aramadan nasıl duracağım, aramaktan korkuyorum " derken, terapi ile birlikte yas tutabilme kapasitesini geliştiriyor ve önüne bakma konusunda kararlı. Şimdilerde ilişkisindeki yanlışları ve kapalı bir ilişki yaşamanın bedellerini görebiliyor ve yeniden kendisi için birşey yapmaktan zevk almaya başladı.

Yapışmadan, birbirine abanmadan ilişkinin lezzetine daha çok varılacağını, benliğini kaybetmeden daha mutlu bir ilişki yaşanacağını kendi zorlu deneyimi sayesinde öğreniyor. Birlikte ve ayrı ayrı, her türlü durumda 'ben' kalabilmek, esas mesele bu.

Yazının devamı...

"Hastalık hissedilir de, sağlık hissedilmez"

"Sağlık bir ise, diğerleri sıfırdır" denir ya, ne kadar doğru! Yani sıfırların önünden biri kaldırırsan, diğerlerinin hiçbir değeri yok. Bayramdan önceki hafta bir operasyon geçirdim, çok şükür ki tehlikeli bir durum yoktu, operasyon olursa daha rahat edeceğim bir durumdu, ben de karar verip oldum. Birkaç gün içinde işimin başına döndüm ve hemen akabinde bayram da gelince daha uzun dinlenme fırsatım oldu.

Mesleki yaşamımda, uzun süre hastanede kronik hastalığı olanlarla çalıştığım için sağlığın kıymetini bilirim. Suyu rahat içebilmenin, canının istediğini yiyebilmenin, günlük ihtiyaçlarını giderebilmenin, başını alıp istediğin yere gidebilmenin, rahat uyuyabilmenin...

İnsanın her zaman sahip olduğu sağlığı ile ilgili konforun geçici de olsa bozulması; yaşam, kendisi, ilişkileri, sahip oldukları, kaçırdıkları, yapmak istedikleri konusunda tekrar düşünmesine neden oluyor. Anlıyorsun ki en yakınların bile olsa başkalarının yardımına ihtiyaç olmadan yaşamak ne güzel. Rahat nefes alabilmek ne güzel. Yatakta istediğin pozisyonda yatıp uyuyabilmek ne güzel. Mide-bağırsak sisteminin sorunsuz çalışması ne müthiş birşey; birçoğunuz bilirsiniz ameliyatlar sonrası bağırsak sorunu yaşanır ve bazen zorlayıcı olabilir.

Elbette hiçkimse bu süreçlerden geçmek zorunda kalmasın ancak sağlıklı olmanın çok kıymetli bir şey olduğu, hoyratça geçen gündelik hayat içerisinde zaman zaman hatırlanması gereken bir olgu. O zaman renkler daha parlak, yiyip içtiklerimiz daha lezzetli, içiniz daha huzurlu, daha dingin, anlarınız daha keyifli, sevdiklerinize daha yakın, daha hoşgörülü ve takıntılarınız çok daha az olur.

Anların kıymetini bilerek, bulunduğunuz ana kendini bırakarak, sevdiklerinizle onları içinize çeke çeke zaman geçirmek... Artık yaşlanan anne ve babanızla, evlenip evini ayıran kardeşinizle, bu hayat telaşında akşam birkaç saat gördüğünüz eşinizle, büyüdüğü her ana tanıklık etmenin keyfiyle çocuğunuzla, arkadaşınızla ,dostunuzla kaliteli zaman geçirmenizi sağlayacak bir farkındalık yaratır, sağlıklı olmanın kıymetini bilerek yaşamak.

Dost dedim de, ne kadar kıymetli insanın dostlarının desteği... Zor anlarda içinde bulunduğunuz durumun her aşamasında, yanınızda olduğunu canı yürekten hissettiriyor dost. Dost edinmek kolay değil, ne olur zaman ve emek harcayarak dostluk geliştirin, dostluğu önemseyin. En temel gereksinimlerimizden ve hayata anlam duygusu veren gerçeklerden birisidir dost.

Ünlü Fransız düşünür Montaigne' in en iyi dostu otuzbeş yaşında öldüğünde, kendini çok yalnız hissetmiş, epeyce üzüntü yaşamış ve şöyle demiştir; "Yeri hiçbirşeyle dolmuyor ve benim için gerçek dost yanında çırılçıplak kalabildiğim, tümüyle kendimi açabildiğim kişidir".

Dostlar; zor anları dayanılır kılan, sevinçleri çoğaltan, yaşama sevincini attıran, yalnız olmadığınızı hissettiren değerlerimiz. Bizim kültürümüzde dostluk hala çok önemli ve iyiki de öyle. Hasta kişiye verilen sosyal destek konusunda mesela; Amerikan toplumuyla, Türk toplumu kıyaslandığında bu konuda ne kadar şanslı olduğumuzu söylemeye bile gerek yok.

Psikoloji alanında bu konuda çalışmalar da yapılmaktadır ve sosyal destek sistemlerinin hastalar üzerinde çok olumlu etkileri olduğu bilinmektedir. Bizim toplumumuz bu konuda çok zengindir ve bu değerleri de korumak gerekmektedir.

Bu nedenle dostlar ihmale gelmez! Onlar hayatınızda kalmaya devam ediyorlarsa ve zor zamanınızda sizi daha çok sahiplenip, kucaklıyorsa bilin ki siz de bunu hak etmek için elinizden geleni yapmışsınız, ne mutlu size.

Sevgili ailem ve dostlarım; sayenizde herşey daha kolay oldu. Merakınız, endişeleriniz için,tekrar tekrar aradığınız için, zarif ziyaretleriniz için, en güzel çiçekleri bana layık gördüğünüz için ve iyileşmeme rağmen hala beni şımartmaya ve keyifli zamanlar yaratmaya devam ettiğiniz için binlerce teşekkürler. İyi ki varsınız.

Sağlıklı günleriniz olsun...

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.