SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Erkekler aşık olunca

Ünlü psikanalist Rollo May, kadın-erkek ilişkisi için; "Tuhaf nedenlerle en çok önem taşıyan

şeyleri paylaşmakta utangacız. Böylece insanlar kendilerini, bir ilişkide daha tehlikeli

ve zedelenebilir kılacak fantezilerini, umutlarını, korkularını ve arzularını

paylaşmaktansa, bedenlerini paylaşıyorlar, hemen yatağa atlayıp kısa-devre yapıyorlar."

diyor.

Genellikle yaşamlarının önemli bir bölümünde kısa süreli ilişki yaşayan, daha çok fiziksel

beraberlikleri olmuş erkek danışanlarımın, bir gün "aşk" a düştüklerinde, sudan çıkmış

balık gibi ne yapacaklarını şaşırdıklarını, nasıl davranacaklarını bilemediklerini,

endişeye kapıldıklarını, kaybetme korkusunu çok yoğun yaşadıklarını görüyorum.

Birini tanımaya yakın durdukça, karşınıza çıkacak olan yeni durumdan hem heyecan, hem kaygı

duyarsınız. Kendimizi bir ilişkiye bıraktığımızda, gerçek anlamda bir yakınlık oluşur,

sadece bedensel bir yakınlığın arkasından gelen duygu, boşluğun sesidir. Birbirini

tanımayan iki kişinin, sevişme sonrası yaşadığı yabancılaşma bu nedenledir.

Erkek danışanlarım, duygusal ilişkilerinde daha önce hiç tatmadıkları coşkuyu, huzuru,

adanma isteğini, birine birşeyler vermenin hazzını ve nasıl değiştiklerini anlattıklarında

benim de gözlerimin içi parlıyor... Neden mi? Kendileri için çok iyi birşey yaptıklarını

düşündüğümden...

Artık bundan etkilenmeksizin çıkamayacaklarını biliyorum, bundan sonra hep bu tadı

arayacaklarını biliyorum, artık o kadar korkmadıklarını ve birini sevmeye ve birilerinin

onu sevmesine izin verdiklerini biliyorum ve CESARET GÖSTERDİKLERİNİ biliyorum.

Üzülüp, kırılabilme riskine karşı cesaret gösterebilme...

Arka arkaya yaşadığı kısa süreli veya tek gecelik ilişkilerin arkasından bir erkek

danışanım; "O kadar hızlı yaşıyordum ki, hemen hemen herşeyi denedim ama giderek daha

mutsuz oluyordum, hatta bir ara panik atak yaşadım. Hiçbir şey zevk vermemeye başladı,

herşeyin ....nu çıkartmıştım." diyerek anlattığı durum, yukarıda bahsettiğim "yakınlık"

ihtiyacının öneminin özeti gibi.

Tabii ki bu türde yaşanan bir ilişki de yani paylaşımların yoğun olduğu, sürekliliği olan,

sevdiğiniz ve alıştığınız, değer verdiğiniz kişi ile olan ilişki, devam etmeyip birgün

bitebiliyor. İşte ne olursa ondan sonra oluyor.

İşinde başarılı, daha önce kendi doğrularına göre yaşayan ve hayatını devam ettiren erkek

danışanlarımın; ciddi bir sarsıntı geçirdiğini, alkol kullanımını artırdığını, iş veriminin

düştüğünü, uykusuzluk ve "yaygın kaygı bozukluğu" gibi bazı psikolojik sorunlar yaşadığını

görmekteyim.

Kayıp duygusunu çok ağır yaşadıklarını gözlemliyorum. "Bir daha böyle bir ilişki

yaşayabilecek miyim?", "Yalnız kalmak istemiyorum." düşünceleri kendilerini esir alıyor.

Aslında kayıp duygusunu bu kadar şiddetli yaşamalarının nedeni, daha önceleri bir savunma

durumu olarak duygusal ilişkileri aşağılamaları ve bundan kaçınmaları. Eğer olması gereken

zamanlarda ilişkilerde derinleşmeye izin verseler, risk alabilseler, yüzleşmekten

kaçmasalar, bu kadar hazırlıksız yakalanmayacaklar. Ayrılık olacaksa yine üzülüp, yine yas

tutacaklar ama bunu normal sürecinde yaşayıp atlatacaklar.

Sonuç olarak, bu süreci sıkıntılı geçiren danışanlarım ile birlikte bu süreci; kendisini

anlama, bundan sonraki ilişkilerinde yeni bir anlayış kazanma ve güçlenme hedefine yönelik

olarak çalışıyoruz.

Afyon etkisi yaratan yaşantılardan uzaklaşıp, yaşadığınızı hissetmeye doğru giden yolun

önemli duraklarından birisi olan bu dönemler, inanın çok kıymetli...

Yazının devamı...

Picasso' nun kadınları

Biz terapistlerin terapi odalarında tanıklık ettiği durumlar; insanın acıları, yalnızlıkları, kaygıları ve öfkelerine dair ne çok şey var. İlişkiler üzerine çalışan da bir terapist olarak, çiftlerin birbirlerine olan öfkelerinin şiddetine sıklıkla tanık olmaktayım ben de.

Surviving Picasso (Picasso ile yaşamak) filmini izlediniz mi? 1996 yapımı Antony Hopkins, Natascha McElhone, Julian Moore' un başrolünü oynadığı filmde, ağırlıklı olarak Picasso' nun yaşamına giren kadınlarla olan ilişkileri anlatılır. Bu kadınlardan Françoise Gilot ile olan ilişkisi ise filmin ana konusunu oluşturuyor.

Bu film niye çağrışım yaptı bende? Çiftlerle çalışırken, ilişkilerinin kriz dönemlerinde veya ayrılık aşamasına geldiklerinde, öfkenin ne kadar yıkıcı olduğunu ve birbirlerini durmaksızın suçladıklarını göruyorum.

İlişki normal seyrinde ilerlerken, en mahrem alanlar birbirine açılır, bir yastığa baş konur, birbirlerinin sıcaklığında kaybolur, huzur bulur, biri diğerini kucaklarken, öteki uykuya daha rahat teslim olur.

Birlikte planlar yapılır, yeni dünyalara açılınır. Kendi birikimleri ne ise, biri ötekine yepyeni katkılar sağlar, ufuklar açar. Biri öbüründen beslenir, büyür ve başkalaşır. Koca koca deneyimler yumağı oluşur.

Sonra birgün bu yolculuktan yorulan biri, yoldan ayrılıp başka bir yola devam etmek isteyebilir. İşte o zaman en acımasız söylemler, kızgınlıkla yapılan davranışlar, birbirlerine alınan tavırlara şahit olursunuz... Sanki hiç yakın olmamışlar, en güzel yıllarını birbirlerine adamamışlar gibi, hoyratça yaşadıkları güzellikleri de yok ediverirler.

Çok mutlu oldukları zamanları hatırlamaya engel olan "öfkeleri", yoğun bir emeğin ürünü olan anıları da bir anda hiçe sayıp yok etmekte oysa aslında bu kendilerine ait olan bir hayat dilimini de inkar etmek anlamına gelmekte.

Lütfen bir daha düşünün! İlişkinizde sahip çıkacak güzellikler yok muydu?

İşte yukarıda bahsettiğim film de, büyüklenmeci bir kişiliği olan ve ilişkilerinde kendi ihtiyaçlarını her zaman ön planda tutan Picasso, kadınlar tarafından tahammül edilmesi zor biridir. Ancak zekası ve espri yeteneği ile Françoise, uzunca bir zaman Picasso ile aşk yaşar. Eğlendiği de olur, üzüldüğü de. En sonunda Picasso' nun ihanetini de görür. Picasso' nun şaşkın bakışları altında çekip gider yani ilişkiyi bitirir.

Benim için çarpıcı ve çok etkileyici kısmı ise filmin final sahnesidir;

İspanya' da Picasso' nun onuruna kalabalık bir arenada yapılan kutlamada, Picasso François' e kendisinin kadını olarak arenaya çıkmasını ister. Kabul eden ve at üstünde arenaya çıkan Françoise, herkesin önünde Picasso' yu selamlayarak; "Yaşattığın ve öğrettiğin herşey için teşekkür ederim." der, kadınlara karşı acımasız olduğu bilinen Picasso' nun yüzüne karşı minnet duygusu içeren bir ifadeyle... Gülümseyerek cevap verir Picasso ona...

Size yaşattıkları ve kattıkları için, bir zamanlar sevdiğiniz kişiye teşekkür etmeyi ve şükran duymayı bilmek, ne büyük yaşam ustalığı...

Yazının devamı...

"Vefasızın meclisinde bade içilmez"

Vefa; sözünde durma, sevgiye, dostluğa bağlılığa sebat etme diye tamımlanıyor sözlüklerde. Zeki Müren yazdığı şiirde sözetmiş ilk, Vefa' nın sadece bir semt adı olduğunu.

Vefa dostun, sevgilin diye düşündüğün kişiye gösterilir ya da ondan beklenir en çok.

Rahmetli anneannem bana, "Kızım ben yapılan kötülüğü unuturum ama iyiliği asla unutmam." demişti, nur içinde yatsın... Ben bunu çok iyi içselleştirmişim, vefa hayatımın en önemli belirleyicilerinden biri.

İlişkiyi ne güçlendirir en çok! Emek değil mi? İlmek ilmek örersin sağlam bir doku çıksın diye.. Dikkatini, zamanını, enerjini, aklını, beynini verirsin ilişki ilerlerken, öyle kolay değildir.

Sonra belki kötü bir zamandan geçiyordur arkadaşın ya da yakın dostun, sen destek verirsin, yüreklendirirsin, acısını paylaşırsın, ekmeğini bile bölüşürsün onunla.

Sıkıntılı günler her daim sürüp gitmez, güneş açar birgün, karanlıkken, aydınlığa doğru çıkılır.

İşte insanın değer kodları böyle zamanlarda ortaya çıkar; acı, sıkıntı geçmiştir artık ve sana o karanlıkta ışık olanlar da çekilirler eski yerlerine. Sana düşen ise;

Vefa, emeğe saygıdır,

Vefa, erdeme sahip çıkmaktır,

Vefa, senin için zor gününde yorulan dostuna, "Bütün bunların kıymetini biliyorum" demektir,

Vefa, özünden bunları hissetmektir,

Ve bunu gerçekten karşı tarafa da hissettirebilmektir, onu layık olduğu yerde taşımaktır.

Gerçek ve güçlü dostluklar, ilişkiler kurmak asla kolay olmayan ama bir o kadar da hayata hayat katan, anlam kaynaklarımızdır. Yaş ilerledikçe elimizdeki en kıymetli birikimimiz; biri ürettiklerimiz, diğeri dostluklarımızdır.

Ahde vefanız yoksa yalnızlık en büyük korkunuz olur. Eskiler "Düşene bir tekme de sen vur" gibi garip ve sadistik bir cümleyi herhalde vefasızlar için söylemişler. Bu kadar gayri insani bir sözün ortaya çıkması, herhalde insanların dostlarının vefasızlığı karşısında ne büyük kırgınlık yaşayabildiklerini düşündürttü bana...

"Vefasızın meclisinde bade içilmez" demiş Ziya Paşa, vefanın olmadiği yerde gerçek bir yakınlıktan söz edilemeyeceğini düşünüyorum ben de. Vefa; mertliğin, sözü özü bir olmanın yani güvenin adı bence.

Hoyratça harcamamalı kötü günde yanımızda olanları, kadir kıymet bilmeli... "Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var" ise, siz düşünün gerisini... Bayram arifesi "vefayı" çağrıştırdı bende, hadi bir yüzleşelim, vefa var mı sizde?

Yazının devamı...

"Bir musibet bin nasihattan iyidir"

İnsanın yaşadığı olaylardan ders çıkarması bir yeti midir? "Dersini almış da ediyor ezber" diyen türkülerimiz gibi ezber ettiğiniz dersleriniz var mı? Ezber etseniz bile, "Bu bana çok iyi ders oldu" deseniz bile "Yine yaptım aynı hatayı" dediğiniz olmuyor mu?

Tekrarlarımız, tekrarlarımız... Hep aynı şekilde kurduğumuz ilişki tarzlarımız, benzer seçimlerimiz, iş yaşamında aldığımız kararların ve sonuçlarının aynılığı, hayatımıza aldığımız sevgililerimizin birbirine benzerliği... Size tanıdık geliyor mu?

Yaşadığımız bir olayın bizi başka bir yere taşıması, çoğaltması, bakış zenginliği katması, güçlü kılması ve daha bir uyanıklık hali olması, en sonunda aydınlanma dediğimiz farkındalığa ulaşmamız bazı kişilik özellikleri gerektiriyor;

Öncelikle içine bakabilme yeteneği olmalı,

Özeleştiri yapabilmeli,

Kayıp ve acı yaratan durumun ardından, kendi başına bir süre kalmaya tahammülü olmalı,

Karşı tarafı suçlamak yerine, olayların bu duruma gelmesinde kendi payı üzerine düşünerek, aynayı kendine tutabilmeli,

Dönüştürebilmeli, yaşantılama yeteneği olmalı...

"Bir musibet bin nasihattan iyidir" demiş atalarımız, demiş demesine de bazılarının bir kulağından girip ötekinden çıktığı için ya da yanlış olmasın; yaşadıkları üzerine kafa yorup derinleşmek, kendiyle yüzleşmek yerine, inkar mekanızması dediğimiz savunmaları kullanarak, seçimlerinin sonuçlarını görmezden geldiği için, ergenlik döneminde takılıp kalmaktadır.

Beyin araştırmacıları, beynin ön korteksinin ders alma özelliğinden sorumlu olduğunu ileri sürmüşler. Beynin ön korteksi iyi gelişmemişse, ders alma özelliği eksik olabiliyormuş. Bu biyolojik bakış açısının geçerliliği şüphesiz tartışmaya açıktır ancak ruhsal açıdan baktığımızda bazı kişilik bozukluklarında da ders alma yeteneğinin zayıf olduğunu veya pek olmadığını biliyoruz.

Kişiliğin sağlıklı gelişiminde önemli bir rol oynayan yaşadıklarından öğrenme kapasitesi, yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Benim görüşüm; kendini yaşadığı ana bırakabilen, gerektiğinde yaşadıklarını sahiplenen, tutkuyla yaşayabilen ama aklını da duygularına sokabilen, samimi insanların ders alma yetilerinin de iyi olduğu yönünde.

Tekrar tekrar aynı hataları yapan kişilere baktığınızda, iş yaşamında birden fazla başarısızlık yaşamış, para kayıpları olan, ikili ilişkilerde acı çekmesine rağmen tekrar ve tekrar aynı karakter özelliğinde insanlarla birlikte olan ve kendileriyle ilgili anlattıkları hikayelerde hep benzer içeriğin olduğu durumlara tanıklık edersiniz.

Çevresinde yaşayan insanların bu duruma bir türlü anlam veremedikleri, "Nasıl oluyor da hep aynı hataları yapıyor?" diye hayıflandıkları veya hayrete düştükleri olur. Cevabı kısaca, "Ders alma yetenekleri" yoktur.

Bir şeyi, zarar gördüğünüz ve kayıp yaşadığınız halde tekrarlıyorsanız, kendinizle ilgili anlamanız gereken iç engelleriniz var demektir. Bununla ilgili yardım almanı,z yaşam kalitenizi arttırırak, ruhsal doyumu olan bir birey olarak hayata devam etmenizi sağlar. Yaşam kalitesi demişken, Ataol Behramoğlu' nun "Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Birşey Var" isimli şiirinden alıntı yapmak istedim;

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

...

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

...

Yazının devamı...

Kadınlarda orgazm sorunu

Kadınlarda orgazm sorunu çok konuşulmayan ama hem kadının ruh ve beden sağlığı üzerinde hem de eşler arasında problem yaratabilecek bir konudur. Farklı biyolojik ve ruhsal örüntüye sahip bireyler olarak düşündüğümüzde bu konuda da tek ve aynı olma halinden bahsedemeyiz. Kinsey raporunda(1950' lerdeki Amerikan toplumunun cinsel eğilimlerine ilşkin en geniş araştırma) bu durum çok net bir şekilde ortaya konmuştu. Günümüzde ise internet arama motorları üzerinden 1 milyar aramayı, araştırmacı yazarlar analiz etmişler ve cinsellikle ilgili günümüz eğilimlerini ortaya koymuşlar.Konumuz bu değil, o yüzden spesifik olarak kadınların orgazm sorunundan bahsedeceğim.

Orgazm sorunu olan kadınların çoğu; hiç orgazm olmamış kadınlar ve masturbasyonla orgazm olabildikleri halde bunu partneriyle birlikte gerçekleştiremeyenler olmak üzere iki kısıma ayrılırlar. "Orgazm olamama" sorununda, ne cinsel ilişki ne de masturbasyon sırasında hiçbir zaman klimaks yani orgazm fazına erişmek mümkün olmamakta. Bazı kadınlar uykuda iken klimaksa erişirler anacak bunu tam olarak anlatamazlar. Bazıları gerçekten orgazm olabilirler ancak kasılmalar çok zayıftır ve orgazm ile ilgili beklentiler, yaşanılandan tamamıyla farklı olabilir.

Azalmış cinsel istekle birlikte çok az lubrikasyonu(vajinal ıslanma) olan ya da hiç olmayan kadınlardan, orgazma çok yaklaşan ancak daha ilerisine kendilerini bırakamayan kadınlara kadar uzanan bir yelpaze içinde, tamamen unorgazmik(orgazm olamama) kadın sayısı çok azdır.

Kadınların çoğu tek başına ya da bir partnerin yardımı ile masturbasyon yaparsa orgazm etkili olabilir. Amerikada yapılan bir araştırmaya göre kadınların sadece % 30 u cinsel ilişki sırasında her zaman orgazm olur.

Bazı kadınlar neden orgazm olamaz?

En basit neden cinsel eğitimin olmayışıdır. Katı ve baskılayıcı yetiştirilme, suçluluk ve kaygı yaratacağından orgazm sorunu yaşanabilir.

Son zamanlarda gevşek pubokoksigeal kasların orgazmı güçleştireceği imancı da ortaya çıkmıştır.

Bir başka neden kendini yetersiz uyarma ya da uyarının bilgisiz veya eli ağır partner tarafından uygulanmasıdır.

Aşırı özdenetimli yani kontrol odaklı kadınlar, kendini bırakmakta güçlük çektiklerinden orgazm zorluğu yaşayabilirler. Böyle bir kadın orgazm sırasında partnerinin gözü önünde bayılarak veya idrar kaçırarak küçük düşeceğini veya kendini aptal durumuna sokabileceğini düşünebilir.

Bazı durumlarda fonksiyon bozukluğu ciddi bir hastalıkla veya -depresyon ve anksiyete tedavisinde kullanılan- ilaçlarla ilişkili olabilir.

Bir başka iddia da doğum sonrası gevşeyen PC kaslarının orgazmı güçleştireceği şeklindedir.

Çözüm yoları nelerdir?

Primer unorgazmi denilen hiç orgazm olmayan kadınlarda, genellikle masturbasyona yönelik tutumları bir kez değişince tedavi edilmeleri güç değildir. Tedavide en önemli adım, başlangıçdaki direncin kırılmasıdır.

Cinselliğe dair yanlış ve olumsuz inançların değiştirilmesi.

Fantazi kurmayı denemek ve geliştirmek gerekmektedir yani cinsellik konusuna kafa yormak ve cinsel içerikli materyaller okumak ve izlemek de faydalı olmaktadır.

Ortama bağlı orgazmik fonksiyon bozukluğu yaşayanlar ise, sadece cinsel ilişki ile orgazma erişebilmesi için bazı ilave teknikleri deneyebileceği konusunda bilgilendirilmekte ve ödevler verilmektedir.

Çoğu kadın için ideal olan en azından bazen sadece cinsel ilişki yoluyla orgazma erişebilmektir. Birçok kadın vaginal ve elle uyarmaya birlikte gereksinim duymaktadır.

Sonuç olarak; bu konuyla ilgili yaşanan zorluk hayatınızı ve ilişkinizi olumsuz etkiliyorsa cinsel tedavi almaktan çekinmeyin. Benim çalışma pratiğimde gözlemim, erkeklerin bu durumlarda zamanla kendilerini yetersiz hissedebildikleri veya durumdan olumsuz etkilendikleri yönünde.

Hanımlar, tedavi sürecinde edindiğiniz bilgi ve güveni bir partnerle orgazmı paylaşma sürecine aktarmakta sorunlar yaşayabilirsiniz ancak partnerinizi de dahil ederek, soruna sizin de mutlu olacağınız çözümler bulabilirsiniz.

Kaynak

Gillan, P.(1987): Cinsel Sorunlar ve Tedavileri El Kitabı. çev. Eker, E., Özmen, M., Özmen, E.. Menteş kitabevi,1. Türkçe Baskı, 1993, İstanbul.

Yazının devamı...

Boşanma sonrası toparlanma

Biten bir ilişkinin ardından tek başına kalabilmek... Boşanma aşamasında yaşanan yoğun kaygı ve umutsuzluk duyguları ,oldukça sık karşımıza çıkan bir durum. Eğer kişinin daha önce bekar yaşama deneyimi olmamışsa, kaygının katsayısı bir hayli artmakta.

Tek başına bir eve çıkabilecek mi? Yalnızlık duygusuna dayanabilecek mi? Faturaları kim ödeyecek? Alışverişi yalnız başına mı yapacak? Eşiyle olan ortak arkadaşlarıyla ilişkisini yeniden nasıl düzenleyecek? Ya bir daha kimseye aşık olamazsa? Ya bir daha kimseyi hayatına sokamazsa? Peki şimdi boş kaldığı zamanlarda ne yapacak? Yeni arkadaşlıklar olabilecek mi?

Kısaca yeniden cinsel ve sosyal kimliğini tanımlayabilecek mi?

Kötü giden bir ilişkinin ardından bile, hele bir de evli kalınan süre fazlaysa bu endişeler görülebilmekde. Boşanmanın ardından yeniden toparlanabilmek için birincisi belli bir zamana, ikincisi bakış açınızı değiştirmeye, üçüncüsü eyleme dönük planlar yapamaya ihtiyacınız var.

Boşanmanın ardından gelen "Tek başına olma deneyimi", evlilik öncesi tek başınalıktan farklı olarak; artık bir gelişim görevi olan evlenip çocuk yapayım kaygısından uzak ,potansiyel eş arama durumu olmayıp, gerçekten ne istediğinizi daha iyi bileceğiniz, edindiğiniz tecrübe ile kimi istediğizden daha emin olduğunuz, çok daha sağlam dostluklar geliştirebileceğiniz ve kendinize daha çok zaman ayıracağınız bir dönemdir aynı zamanda.

Günümüzde toplumun bekarlara bakışı da eskiye oranla çok daha kabul gören bir statü, mesela birçok kadın ve erkek daha geç evleniyorlar artık.

Boşanma sonrasında ""çivi çiviyi söker" diye hemen bir ilişki peşinden koşmaktansa, kendini ve hayatı yeniden yorumlamak için kendimize zaman tanımalıyız. Boşanma sonrası hayatın en üretken aşamalarından birisidir.

Kaybolan zamanların telafisi ve kendiniz için yapmak isteyip de ertelediğiniz şeyler için bir fırsatlar dönemidir. Kaybınızın yasını tutarken diğer taraftan fiziksel, ruhsal ve profesyonel anlamda kendinize yeni ve farklı katkılar oluşturmakla ilgili yaratıcılığınızın arttığını görürsünüz yani kendi kişisel gelişiminize yatırım yaparsınız.

Bana gelen danışanlarımdan biliyorum; boşanma sonrası verilen ödevleri hızla yerine getirdiklerine tanıklık ediyorum. Yeni hobiler bulma, arkadaşlarına daha fazla zaman ayırma, dışarıda sosyal etkinliklerde bulunma, yeniden işe girme, işi ile ilgili eğitimlere katılma ve kariyeri için kendine daha fazla yatırım yapma ve yeni yaşayacağı alanı kendi beğeni ve rahatına göre düzenleme gibi konulara yoğunlaştıklarını görüyorum.

Bunları yaparken kaygıları zaman zaman yükselmiyor değil "Acaba başarabilecek miyim?" düşünceleri yoklayabiliyor. Ben size bu konuda bir danışanımın söylediklerini kendi ağzından aktarmak istiyorum;

"Boşanmaya karar verdiğim günlerde herşey karanlık görünüyordu, çok canım acıyordu. Yıllardır alıştığım şeyler vardı ama evliliğim iyi gitmiyordu, düzeltmeyi de denedik olmadı, birbirimize saygımız kalmadı. Çok zor oldu, bu süreci sizinle yaşadık, hiç uyku bozukluğu çekmezdim, boşanma aşaması ve sonrasında uykularım çok bozuldu. Ancak bu öyle bir yolculuk ki bir kere başladı mı geri dönüşü yok, hem o acıyı çekiyosun hem ayakta kalmaya çalışıyorsun ve benim hayatım tamamen değişti, ama kendimi geliştirmek için nasıl çabaladığımı da gördünüz. Verdiğim karar çok doğru bir karardı, şimdi bunu daha iyi görüyorum."

Yukarıda bahsettiğim danışanım, boşanma sonrası bir süre ailesiyle yaşadı, ekonomik olarak biraz toparlandıktan sonra kendi evini tuttu, bu arada bazı kurslara katıldı, eğitimler aldı, arkadaş grubunu genişletti. Boşandıktan 3 yıl sonra birisiyle tanıştı ve çok iyi giden bir ilişkisi var. Önümüzdeki yılın ilk yarısında evlenmeyi düşünüyorlar.

Yukarıda bahsettiğim durum bir hikaye değil, gerçek. İşleri yoluna koymak, kendine gelmek, yani hedefler koymak, çocuk varsa onları da yeni duruma alıştırmak bunların hepsi kolay olmayan şeyler...Ben yine yukarıda bahsettiğim danışanımın sözlerinie yer vermek istiyorum; "Çok acı çektim ama çok değiştim, ne istediğimin fazlasıyla farkındayım, gerçekten büyüdüm."

Hayat yeniden başlayabilir, yeni olan korkutur genellikle ama aynı zamanda heyecanı da vardır. Arzu edilen birlikte yaşlanmaktır elbette ama olmuyorsa, yürütemediyseniz verdiğiniz kararın arkasında durup, kendiniz için onarıcı ve iyileştirici yaşantılara yönelmek durumundasınız. Tüm hayat birikimlerinize yenilerini ekleyerek yola devam... Ve mutlaka yolunuzun üzerinde oyun bahçeleriniz var, yeter ki siz o bahçeleri es geçmeyin...

Yazının devamı...

"Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin"

Sık sık yakınlık kurma becerisinden sözediyoruz. Sevmek ne kadar önemli bir yetiyse, sevilmek de o ölçüde birtakım özelliklere, yetilere sahip olmayı gerektirir.

Sevilecek biri olmak için önce kendini sevmek gerekir, kendini seversen, sevileceğine inanırsın.

Özgüven sahibi kişilerin hem sevme, hem sevilme becerileri daha iyidir.

Kimlik duygusu gelişmiş kişiler, daha iyi severler, gelişmemiş kişiler sınırlarını kaybetmekten korktukları için, içinde yaşadıkları gelgitleri size de yansıtırlar. Huzursuz olursunuz onlarla ilişkinizde, bir yakınlaşıp bir uzaklaşırlar, suçu kendinizde aramayın!

Savunucu olmayan, özeleştiri yapabilen, içine bakabilen, eleştiriyi karşılayabilen kişilik özellikleri ile anlaşabilmek ve ilişkiyi geliştirebilmek mümkündür. Aksi taktirde, siz söylüyorsunuz duvara çarpıyorsa, işiniz çok zor demektir. Kendinize bir sorun; Eleştiriye ne kadar duyarlısınız?

Genelde suçlayıcı ve yargılayıcı bir tutumunuz var mı? Başkalarını yargılamak çok kolaydır, eşinizle, dostunuzla yargılayıcı, suçlayıcı tutumunuzdan vazgeçin, yoksa insanlar sizden uzaklaşırlar, sadece anlamaya çalışın...

Birisinin sorununu dinlerken, kendi değer yargılarınızdan bağımsız olmaya gayret gösterin.

Kimseye önyargı ile yaklaşmamaya özen gösterin, genellemeler çok tehlikelidir, karşı tarafı yanlış anlamanıza sebep olur ve dolayısıyla yanlış tepkiler verirsiniz.

Sevilen kişilere ya da sevdiğiniz kişilere dikkat edin; sizi dinleyen, empati yapabilen kişilerdir daha çok. Diğer adı ""eşduyum" olan kendini ötekinin yerine koyabilme yetisi de güçlü ilişkiler geliştirebilmek için oldukça önemlidir.

Çünkü dinlemek anlamaktır, dinlemek görmektir, dinlemek karşısındakinin varlığını onaylamaktır, dinlemek değer vermektir yani "Seni duyuyorum" demektir. Görülmeyen ve duyulmayan kişi sizi sevemez. Dinlemek kişisel çekiciliğinizi de attıran bir özelliktir.

"Kendini gerçekleştirmiş" kişilerin sevme ve sevilme potansiyelleri çok daha yüksektir. Nedir kendini gerçekleştirme; kendi potansiyelini en üst düzeye çıkarabilme; yaratıcı, bağımsız, zamanı iyi kullanan, çevreye ve kendine saygılı, mizah yapabilen, doğa ile barışık, yalnız kalma yeteneği olan, insanları olduğu gibi kabul eden, ileriye dönük gelişme yolunda çaba gösteren kişi.

Yukarıda sözünü ettiğimiz şey, aslında olgunlaşma süreci dediğimiz şeyin açılımı. Tüm bunları kendi bünyesinde barındırmak zor gibi gözükse de, önemli olan, bu yolda ilerlemek için elinden geleni yapmak.

Sorun şurada; ikili ilişkilerde olgunlaşma düzeyiniz paralellik göstermiyorsa, sıkıntı ortaya çıkması çok muhtemel.

Sevgilinizle gelişim seviyeniz bakımından aranızda çok fark varsa, çoğu kere kendi kendinize söylediğiniz "Ben nerdeyim, o nerde?" cümlesini duyar gibiyim. Bu nedenle seveceğiniz kişi, kendisine size yakın oranda yatırım yapmış kişi olabilir ancak.

Olgunluk düzeyiniz yakın olmalı tabii ki ama farklılıkları da kabul edebilmeli, onun biricik ve özel olduğuna saygı ve ilgi göstermelisiniz.

Yani "Sevilmek için sevilebilir" olmak, yine döndük dolaştık parmağı kendimize çevirdik, Nietzsche sevgilisi Salome' ye durumu iyi ifade etmiş, şiirden bir bölüm;

"Denizleri seviyorsan
Dalgaları da seveceksin
Sevilmek istiyorsan
Önce sevmeyi bileceksin"

Yazının devamı...

"Mış gibi" kişilikler

"Mış gibi" kişiliği Deutsch; "bireyin yaşamla ilişkisinin her alanında içtenliğin olmadığı ancak dışarıdan bakıldığında tam 'mış gibi' göründüğü" bir kişilik olarak tanımlamıştır.

Bu kişiler hissedişlerindeki bu sorunun farkında değil gibidirler.

Konuşmaları biraz sevimli ve yüzeysel olmakla birlikte görünüşte uyumları iyidir ve hatta uygun duygusal tepkiler verebilirler.

Ancak bu kişilerde belli belirsiz ve adlandırılması güç birşey eksiktir, arkadaşları ve yakınları bu kişilerdeki sorunun ne olduğunu anlamaya çalışırlar.

İnsanların kalıcı kişilik özellikleriyle eşduyum yapamazlar. Ancak kendilerinden beklenmeyen bir biçimde diğerlerinin beklentilerinin farkındadırlar ve bu çevrelerine uyum sağlamalarına yardımcı olur.

Özgünlükten yoksundurlar, insanlarla hızla narsisistik özdeşim kurma eğilimleri vardır ama bunlar özümsenmez, yüzeyel kalır.

İnsanları taklit etme eğilimleri, kırılgan ve zayıf içsel kendiliklerini desteklemeye yardım eder. Aynı zamanda insanlar ile herhangi bir mesafe, farklılık ve anlaşmazlığı yadsımaya hizmet eder ve böylece onların desteğinin devamlılığını sağlar.

Saldırgan eğilimleri bölüp dışlayarak, kendilerine bir "yalancı iyilik" ve ılımlı cana yakınlık havası verirler.

"Mış gibi" kişiliklerin neredeyse tümünde çocukluklarının ilk yıllarında anneden yoksunluk ve değişken, çoğul bakım vericiler öyküsü alınır. Yaşadıkları en temel örselenme, duygusal yatırım yapacakları sürekli nesneler bulamamış olmalarıdır.

Bu kişilerin özdeşim süreci, taklidin ötesine geçememiştir.

İçsel ruhsal yapıları zayıftır.

Evet, bir türlü yakınlık duygusu geliştiremediğiniz, ağzınızda buruk bir tat bırakan, duygusunun size geçmediğini hissettiğiniz, onun duygusunun da size geçmediği ve yanında kendinizi yalnız hissettiğiniz kişilere ışık tuttu mu?


Kaynak:

Akhtar, S.,(1995). Ağır kişilik bozukluklarının tanı ve sağaltımı için başvuru kitabı. çev. Alkan, M., Gürdal, C. Ed. Eğrilmez, A. Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Eğitim Hizmetleri, Org. Ltd. Şti. Yayınları No:11. İzmir, 2009.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.