SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

En seksi şey: samimiyet

Bizi, en insan yapan özelliğimizin başında ne gelir? diye kendime sorduğumda, benim aklıma samimiyet geliyor. Türk dil kurumunun sözlüğüne baktığımızda, samimiyet: "içtenlik, senli benli olma durumu" olarak tanımlanmakta.

İçtenlik; içimizden geldiği gibi, sahte olmayan, sahici kelimelerini çağrıştırıyor bende ve yanına güveni alır bir de... Karşısında, savunmada hissetmezsiniz kendinizi samimiyetin. Ruhundan geleni, bedeni taşır ve yakışır kişinin. Duyguları eğreti durmaz. İyi bir dansçının, ritm duygusunun olması gibidir, hani müziği aldığı gibi yorumlar ve yansıtır çarpıtmadan.

"Candan" deriz bir de... Bu sözcük de samimiyetin kardeşidir bence. "Can" dan "canan" ına giden yolda hesap yoktur, çıkar yoktur. Gönül penceresini ötekine açmaktır. Vermek yük olmaz ona, verdikçe içinde çoğaldığını hisseder; iyi ve güzelin.

Samimiysen; acıyı da sevinci de bölüşürsün, anı kaçırmazsın. Duyarlısındır ve karşındakinin ne beklediğini yakalarsın. Sevme becerisi de buradan gelir çünkü, gönül gözüyle görür, işitir ve anlar kişi. Bir tek anı yaratmak için bile uzun süre kafa patlatabilir; o an eşsiz olsun diye.

O anı, doyasıya yaşamadaki başarısı; canı yürekten selamlayabildiğinden diğerini, o ana kendisini bırakabildiğinden, teslim olabildiğindendir.

Hediye alırken sevdiğine bile belli eder samimiyetsiz kendini; laf olsun, adet yerini bulsun diyedir seçtiği şey. Ama diğeri, geniş zaman ve emek harcar, karşıdaki kendini özel hissetsin diye.

Parayla ilşkisinde de tanırsınız onu, bir türlü eli gitmez cebine! Cömertin, gönlü de cömerttir, gönülden verir verince...

Samimi insan, kendisini dünyaya ve insanlara açmaktan çekinmediği için, doyurucu ilişkiler yaşar. Samimiyetsiz ise, güvensiz ve korkak olduğu için huzursuz ilişkiler yaşar ve bu nedenle cinsel hazlarının peşinde koşar.

Kişinin benlik duygusu ne kadar güçlüyse, yakınlaşma becerisi de o kadar büyüktür. Tam bir benlik duygusuna sahip olmayan kişiler, güvensiz kişiler samimiyet düzeyi düşük ilişkiler yaşarlar. Sağlam benlik sahibi, kendini gerçekleştirmiş kişiler; bencil olmayan, romantik sevme biçimleri sergilerler ve ilişkileri de bir hayli samimidir.

Stratejik davranan, sürekli oyun oynayan, samimi olmayan insanların ilişkileri çatışmalıdır ve yürümez.

Fiziksel anlamda samimileşip, hızlıca seks yaşayanlar kısa süre sonra önemli bir boşluk duygusuna kapılırlar. Çünkü, insanın aradığı ruhsal olarak kurulan yakınlık ve samimiyettir yani; hayatın tümünü kapsayan bir kavrama ve kucaklama.

Ve bence, "canım" kelimesi sevdiğine söylenen en samimi sözdür. Elbette "can" ından geldiğinde ve bir nefeste içine çeker gibi söylendiğinde...

Bu yüzden, en seksi şeydir samimiyet.

Yazının devamı...

Güçlü kadınlar, korkak erkekler

Eski çağlarda kadın, alınıp satılan bir mal, erkeklerin isteğine boyun eğen bir dişi olmaktan öteye geçemezdi. Erkek gözünde köleden tek üstün yanı, ona soyunu sürdürecek çocuk dogurmasıydı.

21. yuzyılda özellikle gelişmiş ülkelerde kadın, erkeğin karşısında eşit bir toplum üyesi olarak yerini almıştır. Kadınlar, her alanda ve her meslek dalında erkeklerle yanyana ve yarış içinde başarılı olabileceklerini kanıtlamışlardır.

Ülkemizde de buna örnek yönetici, akademisyen, girişimci pek çok kadın vardır. Üstelik, bu kadınlar artık aynı zamanda bakımlı ve hoştur. Çünkü, artık kadınlıklarıyla da barışıktırlar. Örneğin; Tusiad başkanı da bir kadındır ve aynı zamanda hoş ve çekicidir. Benzer örnekler, dünyada ve ülkemizde az sayıda değildir.

Peki kadın güçlendikçe ve erkekle eşit bir konuma geldikçe, erkek bundan nasıl etkilenmektedir?

Aslında her dönemde ve toplumda kadının yüceltilmesi ve aşağılanması yanyana gitmiştir. Kral ve padişah saraylarında gözde olan kadınlar vardı mesela, bir de diğerleri. Ortaçağ şovalyeleri ise, sadece soylu kadınları yüceltirlerdi.

Bugün, kadınlar açısından gelinen nokta Fransız ihtilali, Rusya ve Çin devrimleri sonrasında kadının lehine yeni düzenlemelerin olması ve feminizm hareketi gibi pekçok özgürlük mücadelesiyle olmuştur. Tamam mıdır? Olmuş mudur? Değildir ama çok yol alınmıştır.

Kadın için kullanılan; duygusal, güvenilmez, güçsüz, korunmaya muhtaç, gözü yaşlı kavramları bügünün "güçlü" kadınlarını tanımlıyor mu? Erkekler, bu tanımları koyabiliyor mu kadınların önüne?

Koyamıyorlar! Çünkü kadın sınırını aştı. Erkekle yarışa girdi ve başardı!.. Erkek güzel ve başarılı kadını tehlikeli bulmaya başladı. Tutkulu, becerikli, zeki kadından çekindi. Böyle kadınların karşısında kendini yeteri kadar başarılı, güçlü ve erkek hissedemiyordu.

Zaten, kadını severken bile güçsüzleştiren ifadeler kullanmak erkeğin çok hoşuna gidiyordu; "bebeğim, yavrum, çiçeğim..."

Erkekler, kimi zaman kendilerinden oldukça küçük kızlarla beraber oluyorlar ya da evleniyorlar; hani daha iyi hissetmek için! Sonra da "Birşey paylaşamıyoruz, alışveriş merkezinde gezmek istiyor hep." diye yakınıyorlar! Ama o küçük daha...öyle değil mi?

"İtte vefa olur, avratta vefa olmaz" diyen Atalarımızın, evlatları da bu sözü içselleştirdiklerinden olsa gerek; Anadolu' da "avrat" "esaslı kadın" anlamında da kullanıldığından güçlü kadına güvenmemeleri...

Erkek kendi ayakları üzerinde duran, gelişmiş, ne istediğini bilen, cinsel açıdan olgunlaşmış kadından ne anlıyor acaba? O kadının kendini var etme sürecinde, nasıl bir yolculuğu oldu anlıyor mu? Bu omurgalı duruşu oluştururken, bir o kadar tevazü sahibi de oldu biliyor mu?

Kadının kimliği, kadın-erkek eşitliği, kadın hakları konuları konuşarak değil, kesinlikle her kadının kendine yatırım yaparak, varolma sürecinde gerçekleşir.

Öyleyse, hiç de kolay olmayan bu süreçlerden geçen kadından niye korkulur? Erkekler, gerçekten neye ihtiyaçları olduğunun farkında mıdır acaba? Şunu söylemek istiyorum:

Güçlü ve güvenli eşi ve sevgilisi olan erkekler, "poposu kalkmasın" diye kadına kendini değersiz hissettirecek davranışlar sergileme eğiliminde olmaktadırlar. Daha uzak ve agresif davranmakta, ilgi göstermemekte, başkalarının yanında küçük düşürecek davranışlarda bulunabilmekte ve en önemlisi de kadının yaptığı güzel hiçbirşeyi görmemekte ve onore etmemektedirler.

Sanki erkek böyle davrandığında, kadın bu zaafiyeti anlamıyormuş gibi? Anlıyorlar tabii ki ve daha bir zorlaşıyor kadın için yakınlık kurmak. Güçlü ve zayıf yanlarını bilip, bunlarla dalga geçen erkeğe, daha yakın hissediyor kendini, daha bir hayranlık duyuyor halbuki...

Aslında erkek bilse ki, sevmeyi en iyi bu kadınlar bilir. Çünkü bu kadınlar, insanları zayıf ve güçlü yanlarıyla kabul etmeyi öğrenmişlerdir. Kişisel ve sosyal anlamda güçlülük; olgunluk demektir, olgunluk demek; daha iyi sevmek, verebilmek ve sahiplenmek demektir. Adı üstünde "gücünü bilmek" neler yapabileceğini, neler kotarabileceğini, nasıl seveceğini ve nasıl gideceğini de bilmektir.

Bunlardan korkulur mu? Bunun yanında durulur, hatta durdukça daha da durasın gelir. Korkmasan, bir gelsen ahir ömründe başına gelen en iyi şey olur...

Yazının devamı...

"Hayır" diyebilmek...

Kişilerarası ilişkilerde kendimizi sağlıklı ve mutlu hissetmemiz için olması gereken özelliklerin başında, kendini korumayı bilmek gelmektedir.

Çeşitli nedenlerle yardım almak için başvuran danışanlarım arasında azımsanmayacak sayıda kişinin, "hayır" deme konusunda güçlükleri olduğunu izlemekteyim.

Öğrenim hayatında arkadaşlarına karşı, işyerinde çalışma paylaşımı konusunda, evliyse kocası ve çocuklarına, ailesine, akrabalarına ve dostlarına "hayır" demesi gereken durumlarda bunu söyleyemeyen kişilerin ne kadar tükenmiş, yorgun ve öfkeli olduğunu gözlemlemekteyim.

En söylenmesi gereken yerde bile "hayır" diyememek, insanın iç dünyasında nasıl bir baskı oluşturur hiç düşündünüz mü? Bir türlü içinden geldiği gibi olamamak, devamlı insanın eksilmesine yol açmaz mı? Ya biriktirdiği öfkeler? Bu eşiniz ve çocuklarınız olsa bile kendinizi "kurban" gibi hissetmenizi sağlamaz mı?

Bir kere "hayır" derseniz sanki herşey kırılıp dökülecek ve bir daha toparlanamayacak gibidir...Ve ben sorarım "Ne olur hayır derseniz?" diye... Önce "Birşey olmaz, ne olacak ki?" cevabı gelir.

Ben de "Öyle olsa bunu söylersiniz zaten." derim. Sonra biraz üzerinde çalıştığımızda, daha derinlerdeki hatalı öğrenilmiş inançlar ortaya çıkar; "Ya kırılırsa?", "Ya üzülürse?", "Onu kırarsam aramız bozulur, benden uzaklaşır", "Hakkımda kötü düşünür, beni sevmez." cümleleri sıralanır. "Böyle olursa ne olur?" diye sorduğumda ise "YALNIZ KALIRIM" denir ki işte, hatalı düşünce sisteminin esas tetikleyicisi de budur ama YANLIŞTIR ve HATALIDIR.

Siz, yaşamınızın bir döneminde böyle davranmanın iyi bir şey olduğunu öğrendiniz. Erken çocukluk döneminde sizin için özel olan kişiler; ebeveyn ya da bakıcılarınızla sevgi bağı oluşturmadaki başarısızlık, reddedilme veya terkedilmeye bağlı olarak kalıcı bir kaygı geliştirdiniz. Bundan sonra da ödünleyerek ilişki kurmaya başladınız.

Sürekli veren taraf olarak ilişki kurma davranışını; rol modeliniz olan annenizden de öğrenmiş olabilirsiniz. Başka bir modeliniz olmadığı için, bu da anlaşılır bir durum sonuçda.

Oysa sürekli vererek ilişki kurmak insan doğasına uygun bir ilişki modeli değil. Sürekli veren kişi bir süre sonra aynı şekilde karşı taraftan da beklediği için devamlı hayal kırıklığına uğrar ve öfke biriktirir. Sonra da hiç ilgisi olmayan yerlerde öfke patlamaları yaşar. Bu kez karşısındaki insan onun neye kızmış olduğunu anlamadığı için ilişki bozulmaya başlar.

Yazının başında "kendini koruma" demiştik. Bu kavrama tekrar dikkatinizi çekmek isterim. Kendini korumak demek, insan ilişkilerinde daha doyumlu ve mutlu yaşamanız için, psikolojik kaynaklarınızı tüketmeden ve karşınızdakini tanıyarak ilişki kurmak demektir. Siz sürekli veriyorsanız, karşınızdaki bu konfora alışır ve kim bundan vazgeçmek ister?

İlişki iki insanın dansıdır; iki ileri bir geri, iki geri bir ileri, bazen ikiniz birlikte yana doğru gibi düşünürseniz uyum da o zaman oluşur.

Bedenimiz yeterli oksijen ve gıdayı aldığında ancak verimli olabiliyorsa, bedenimiz gibi tıpkı ruhumuz da kendi ile ilgili ihtiyaçlarını giderdiğinde başkasını besleyebilecek hale gelir.

Sonuç olarak, "Kurban olmak da bir seçimdir." ve bu durumu farkettiğinizde bunu değiştirebilirsiniz. "Hayır" demek öğrenilebilir, önemli olan bunu nasıl söyleyeceğinizi bulmaya çalışmaktır ve geliştirmektir.

Şunu aklınızdan çıkarmayın; "hayır" dediğinizde reddettiğiniz şey karşınızdaki kişi değil, onun istediği şey konusunda yeterli gücünüz, zamanınız veya bilginiz olmadığı konusudur. Ayrıca neden yapamadığınız konusunda karşı tarafı açık bir şekilde bilgilendirirseniz, sizi anlamasına olanak vermiş olursunuz.

Başlangıçta, "hayır" demek konusunda çocuğun yeni ayaklanıp yürümesi gibi bodoslama duvara çarpabilirsiniz. Ama zamanla bu durum, tıpkı yürürken olduğu gibi kendiliğinden gelen bir ifadeye dönüşür. Siz de hiç kimsenin gitmediğini ve sadece sizi sevdikleri için orada olduklarını görürsünüz.

Yazının devamı...

Aldatma ve bağışlama

Kadın ve erkek hangi nedenlerle evlilik dışı ilişkiye yönelir?

Bu konuda kültürler arası bir ölçüde fark olsa da, hemen hemen tüm kültürlerde erkeğin aldatmasına görülen hoşgörü kadın için geçerli değildir.

Edebiyatta ve sinemada, kadının bu konuda konumlanması suçlama, ayıp, utanç, suçluluk ve ceza üzerinedir.

Anna Karanina, Madam Bovary, Carmen, Shakespeare'in Othello'sunda kadınlar ya kendilerine biçtikleri ceza ile ya da Othello'da olduğu gibi sevgilisinin kendisini boğmasıyla ölürler.

Zeki Demirkubuz'un "Masumiyet" filminde de kocasını aldatan kadın, erkek kardeşi tarafından sevgilisiyle birlikte ölüme mahkum edilmiştir; sevgilisi ölmüş kendisi şans eseri hayatta kalmıştır.

Kadına bazı toplumlarda evlilik dışı ilişki zina olarak kabul edildiği için ölüm cezası verilmektedir.

Erkek ve kadının "aldatma" nedenlerine dair bir takım genelgeçer inançlar vardır. Ancak bunların ne kadar gerçekçi olduğu da tartışılır.

- Kadın aşık olduğu erkekle seks yapar.

- Kadın tek gecelik ilişkilerden nefret eder.

- Kadın evliliğinde mutsuzsa aldatır.

- Kadın aldatınca kendini suçlu hisseder.

- Erkek çokeşlidir ve bunun için aldatır.

- Erkeğin yattığı kadının karısı ya da sevgilisi olması önemli değildir.

- Kadınlar aldatmayı sadece duygusal nedenlerden dolayı yapar.

- Kadın için erkeğin görünüşü önemli değildir.

- Kadının aldatması öç alma ve misilleme sebebiyledir oysa erkeğinki ihtiyaçtandır.

- Erkek aldattıysa kim bilir karısı yeterli değildir... gibi algıların yeniden sorgulanması gerekebilir.

Çünkü kadın için seks ve sessizlik yanyanadır. Kadınlar cinsel yaşamları hakkında erkekler gibi konuşmazlar. Bu nedenle kadınlar konusunda ileri sürülen soruların doğruluğu muammadır. Ekonomik ve sosyal açıdan güçlü kadınların son yıllarda cinsellik konusundaki serbestlikleri daha gözönünde yaşanmaktadır. Bu grupdaki kadınlara bakıldığında, erkeklerden daha farklı yaşamadıkları aşikardır.

Kadın konuşmamakta ama erkekler gibi yapmaktadır.

Erkeğin aldatma davranışı ile ilgili "Çokeşli olduğundan yapar." aforizmasını cepte tutalım ama erkeğin aldatma serüveninin; zaten ihtiyacıdır, çapkınlıktır ve hatta çapkın olması prim yapan da bir etikettir. Üstelik bu etiket bir yapıştı mı bu sefer buna uygun davranışlar beklendiğinden artık bunun karşı cinsle "sevişme" değil "çalışma" şeklinde ilişkilere dönüşmesi durumlarını da gözardı etmeyelim lütfen!

Bir de erkeğin aldatma davranışını, başarısızlık ve yetersizlik kaygısını yoğun olarak yaşadığı durumlarda daha çok gösterdiğini biliyor musunuz? Aynalanma ihtiyacı çok fazla arttığı için bunun en kolay yolu olarak kadınlara koşmaktadırlar kendileri. "

"Ne kadar soylusun ve boylusun" sözlerini duyduktan sonra geçici olarak rahatlarlar ama bu çok kısa sürer, benliğin ihtiyaçları öncelikle içeriden beslenmek zorunda olduğu için!

Aslında erkek de kadın da her ikisi de iyi bir seks ve iyi bir ilişki ister. Aldatma davranışına öncelikle bu pencereden bakmak gerekir. Ancak sosyal ve kültürel etmenlerin aldatma davranışı üzerinde cinsiyetler arası yarattığı fark özellikle bizim toplumumuzda baktığımızda, son 15-20 yılda giderek kapanmış gibi görünmektedir.

Gelelim evlilik dışı ilişki yaşayanlara; bunu eşlerine anlatmalı mıdırlar? Yani paylaşılsa mı iyi paylaşılmasa mı?

Uzmanların görüşleri farklıdır. Bir grup, paylaşıldığında yalan dolan bittiği için daha güçlü bir bağ olacağını öne sürerler. Başka bir görüşe göre ise "sonuna kadar inkar et", "yakalanınca da az şey anlat" şeklindedir. Çünkü oluşacak duvarın ömür boyu yıkılmayacağını belirtmektedirler.

Peki diyelim ki yakaladınız ya da aldatıldığınız ortaya çıktı. Bu durumda tercihiniz ne yapmaktan yana olurdu?
Eğer evliliğinize yatırımınızı çekemiyorsanız, eşinizi gerçekten kaybetmek istemiyorsanız "bağışlamak" da bazen bir yoldur. Eğer başınıza ilk kez böyle bir şey geliyorsa, belki de bunu halledebilirsiniz.

Bağışlamak, çoğu kez ötekinin zaafına karşı bir yardımdır. Bir şans vermek ve onarmasına fırsat vermektir. Gerçekten çabalıyorsa, onarmak için çok uğraşıyorsa kırılan kalp, gurur ve acı rehabilite olabilir. Birlikte yarattığınız onca güzelliğin önemi çok daha fazla olmalıdır. İlişkinizin büyük, önemli ve görünen kısmı birlikte ördüğünüz yıllar olmalıdır. Bağışlarsanız kendi gücünüzü de görürsünüz.

Önemli olan ilişkinin buna değip değmeyeceğine karar vermektir. Kötü giden bir ilişkiyse, zaten aldatma sonuçtur ve inceldiği yerden kopacaktır.

Bir uzmandan yardım almanızı da oneririm, kesinlikle üçüncü bir gözle daha objektif olabilir ve duygularınızı birlikte çalışabilirsiniz.

Elbette aldatan tarafın anlayışı, aldatılan tarafın öfkesinin karşısında durabilmesi, çabalaması, karşısındakinin tekrar değerli hissetmesini sağlayacak davranışlarda bulunması gerekecektir. Tekrar tekrar olayı sorgulamak ve kıyaslamalar yapmak aldatılan taraf için sözkonusu olabilmektedir. Tüm bunlara anlayışla yaklaşmak ve biraz sabretmek gerekir.

Bağışlayan taraf da; her defasında bu olayı temcit pilavı gibi gündeme getirmemeli, duygularını uygun bir dille anlatmaya çalışmalıdır. Sonuçda ilişki zaten yara almıştır, konuşa konuşa orta yol bulunmaya çalışılmalıdır.

Öte yandan evlilik dışı ilişki yaşayanlar; üç kişilik ilişki olmaz. Üçü de ilişkiyi yarım yaşayacağından hiç kimse ilişkiyi tam olarak yaşayamaz. Üstelik sürekli yalan dolan ve kurmaca ile giden bir hayata siz de bir süre sonra yabancılaşır ve yorulursunuz.

Bir şeye "evet" demek diğerlerine "hayır" demektir ve bu bir seçimdir. "Evet" dediğimde ya "hayır" dediklerim diyecekseniz ta baştan "adanmış" bir ilişkiye hazır değilsiniz demektir. Ne istediğinizi bilip ona göre seçiminizi yapınız...

Aklıma psikiyatrinin duayenlerinden merhum Leyla Zileli' nin söylediği bir cümle geldi: "Nerede üçgen varsa, orada cehennem vardır.". Anne- baba- çocuk üçgeninde daha önce bunu yaşamış olabilirsiniz. Tekrar kendi cehenneminizi yaratmayınız...

Yazının devamı...

Sadakatsizlik

Aldatmak, sadakatsizlik, ihanet...Başka bir adı var mı aklıma gelmedi. İnsanı cinsel kimliğinde en çok yaralayan bir konu olması itibarıyle de üzerine çok yazılıp çizilen bir olgu...

Ahlaki bir boyutu da olan sadakatsizlik durumu; sevgiliyse iki insanın karşılıklı, evliyse şahitler huzurunda birbirlerine verdiği "akit" i bozan birşey. Yani evlenirken şahitlerin olması sadakatsizliği zorlaştırıcı bir unsur oluşturuyor veya öyle olması bekleniyor.

Bu nedenle kişinin "aldatılmak" olarak algıladığı durum her neyse, üçüncü kişilerin duymasıyla daha ağır yaşanan bir soruna dönüşüyor.

Gizli kaldığında sineye çekebilirken, başkaları duyduğunda ilişkisini bitirmek zorunda kalabiliyor kişiler.

Kadınlar aldatıldıklarını arkadaşlarına, dostlarına daha kolay söyleyebilirken erkekler için bu imkansızın da ötesinde oluyor ve fakat şu da bir gerçektir ki aldatıldığı halde eşini bırakmayan erkek sayısı hiç de az değil; eğer kamuya mal olmadıysa!

Peki kadın ve erkek başlangıçda birbirlerine bu kadar büyük sözler vermelerine rağmen sadakatsizlik neden dizboyu? Aslında ilişkinin en başında bu korku ve kaygı hep var. "Beni her zaman seveceksin değil mi?" sorusu bu kaygıyı anlatmıyor mu?

Eskiden kadınlar bu kaygıyı daha fazla yaşarken şimdi erkekler de aynı kaygıdan müzdarip. Sadece bu nedenle bile ilişkide derinleşemeyebiliyorlar yani ciddi bir güven sorunu yaşıyorlar.

Sosyal paylaşım ve arkadaşlık sitelerinde katologdan seçer gibi Ece, Birce, Hatice o da olmazsa Tuğçe şeklinde alternatifler yaratabiliyor adamlar ya da bunu tersine çevirirsek kadınlar. Dolayısıyla çokeşlilik gerçekten cinsiyete özgü birşey mi? bu da tartışılır görünüyor.

Ahmet Sohbetli, Psikeart dergisindeki bir yazısında çokeşlilik ve tekeşlilikle ilgili ilginç bir yorumda bulunuyor; "Çokeşlilikde isteyip elde edebileceğimiz kişiler üzerinde sınırsız hakkımız vardır, tekeşlilikde elimizdeki kişinin sahipliği. Sonuçta tekeşliliğin getirdiği sahip olmanın verdiği onay ve haz, diğer taraftan bakılırsa yanlış, çalıntı ve soysuzdur: "Mülkiyet hırsızlıktır." diyor.

Aşk ve sevmek iki insanın ortak deneyimi ve yaratımıdır ama mesela "Ben seni ellerin olsun diye mi sevdim." şarkısında kendi kurduğu bu yaratıcı aşkın yitimine yapılan bir sitem vardır. Yarattığı şeyin güzelliği, yaşadığı kayıp duygusunun inanılmaz ağırlığı nedeniyle asla görülemeyecek ve bunun hazzına bundan sonra varılamayacaktır.

Demek ki eninde sonunda insan sadakatsizliğe ne kadar açıksa, sahiplenmeye o denli musait. Gerilim hattında salınım..

Arthur schopenhauer' den söz etmeden olmaz; "Doğa neslin devamı için insanı harcar. Kadın ve erkek çocuk için birbirine aşık olur" diyor. Kanıt olarak da "Çocuk doğduktan sonra aşk biter" diye ileri sürüyor. Bu önermeye göre de evlilikte çocuktan sonra aldatma potansiyeli artıyor.

Bir de "aldatma" olarak neyi algılayacak aldatıldığını düşünen taraf kısmı var; günübirlik ilişkiler var mesela, bir de duygusal ilişki boyutu olanlar. Peki ya sanal seks onu da "aldatma" sayacak mı?

Kadın ve erkek niye aldatır? Bagışlamak nedir? Bağışlanabilir mi? Yani "Aşk herşeyi affeder mi?"

Bunlar da bir dahaki yazının konusu olsun...

Yazının devamı...

Erkeğin Güzeli Çirkini Olur Mu?

"Güzelliğin on par'etmez bu bendeki aşk olmasa" demiş Aşık Veysel. Ne güzel demiş..Sadece güzellikle iş bitmiyor canım seni çekmezse, ruhum ruhuna değmezse...

Elbette, bedenden geçmeyince ruhuna değemezsin sevdiğinin ammavelakin kadın ile ilgili olarak güzelliği olmazsa olmazların en başına koyan erkekler kendi güzellikleri konusunda ne düşünüyorlar acaba? Peki ya kadınlar?

Güzel olmak ile ilgili çabanın çağlar boyu kadına özgü olduğu bilinir. Çünkü kadın her zaman güzellik ve cinsellikle yorumlanmıştır. Ancak toplumun değişen yapısı ile birlikte günümüzde erkeklerin de kendi güzelliğini ve çekiciliğini oldukça önemsediklerini görüyoruz.

Kadının güzel olma uğraşının yüzyıllar boyu devam ettiğine ilişkin en bildik örnekler Afrodit ve Kleopatra iken, bir erkek güzelliğinden bahsederken "Yunan Heykeli" ifadesi kullanılır. Antik Yunan, erkek bedeni ve güzelliğini en çok öne çıkarmış dönemdir. Rönesans ve sonrasında tekrar güzel olanın kadın olması gerektiği düşünülmüştür.

1990'ların ortasında çıkan "metroseksüel erkek" bakımlı, bağımsız, kentli erkek tanımını içine alırken, 2000'li yıllarda metroseksüellik yerini "überseksüel" ve "heteropolitan" lara bırakmış durumda.

"Überseksüel" erkekler iyi giyinmesini bilen, kaliteyi önemseyen, kendine güvenen fakat maço yanını göstermekten çekinmeyen erkek tipiyken, "heteropolitan" hem eğlenceli, hem aile yaşantısına özen gösterenler olarak tanımlıyor.

Bu durum, son onbeş yılda farklı erkek tiplerinin ortaya çıktığını göstermekle birlikte ortak yanları bakımlı, şık, kendine özenen erkekler olmaları.

Geroffrey Miller "Sevişen Beyin" adlı kitabında Evrim Teorisi' nin sahibi Darwin'in erkek güzelliği konusundaki görüşlerine yer vermektedir. Darwin, birçok erkek hayvanın rengarenk tüyleri ve ahenkli şarkıları olduğunu görmüştü. Bu özelliklerin günlük beslenme, kaçma ve savaşma gibi işlerde hiçbir yararı yoktu. Hayvanlar güzelliklerini insanlara değil karşı cinsine gösteriyordu ve bu tür gösterileri de genellikle erkekler yapıyordu.

Mesela; erkek tavuskuşunun kuyruğunu dişisinin önünde açtığını, şehirlerde yaşayan erkek güvercinlerin öterek ve kabarıp yürüyerek dişisini taciz ettiğini, erkek bülbüllerin ötüş yeteneklerinin dişilerini cezbetmeye yönelik olduğunu biliyor muydunuz?

Erkek tavuşkuşunun kuyruğunun bu denli uzun olmasının evrimsel süreçte kurlaşma içgüdüsüyle olduğu çıkarımı doğal seleksiyon (hayatta kalma) teorisini desteklemeyen bir buluş olduğundan, Darwin'i bir hayli rahatsız etmiş.

Darwin' e göre, erkekler dişileri döllemek için genellikle rekabet ederler. Bunu diğer erkeklere silahlarıyla gözdağı vererek ve dişileri süsleriyle cezbederek yaparlar. Dişiler güçsüz ve sade erkeklere oranla daha güçlü ve çekici olanları seçerek cinsel tercihlerini kullanırlar.

Daha fazla dişiye "sahip olmak" için erkekler arası rekabet ve uyum yeteneği gösteren erkekler arasından zor beğenen dişilerin yaptıkları seçim.

Günümüze dönüp insan soyuna baktığımızda spor salonlarında daha çok vakit geçirip, kas gücünü artıran, görüntüsünü hem daha estetik hem güçlü kılan, kuaför salonlarında manikür yaptıran, şıklığı çok daha fazla önemseyen erkek modeline bunu uyarlayabiliriz.

Ve kadınların da fit, bakımlı, kendine özenen erkekleri beğendiğini ve tercih ettiğini bizzat kişisel gözlemlerim doğrultusunda söyleyebilir hatta söylemlerin şu olduğunu burada yazabilirim;

"Kadınlar artık çok bakımlı ve yaşını göstermiyor. Kendini bırakmış, 30'unda göbeklenmiş ve bakımsız adam gördüğümde hoşuma gitmiyor" babında görüşlerinin ne yazık ki hepsini burada yazamamaktayım!

Öyleyse kadın da erkek tercihinde "çirkin ama ruhu güzel" demeyip ruhunu açacağı adamda estetik olana da oldukça ilgi göstermekte.

Sözüm elbet sadece bütünleyici olan bir güzellik kavramınadır. Varın siz ne demek istediğimi anlayın artık...

Yazının devamı...

Boşanmayı Taşıyabilmek; En Azından Çocuklar İçin!

Evli ve çocuk sahibiysek yaşamımızda meydana gelebilecek her türlü değişiklik çocuklarımızı da etkiler. Boşanma söz konusu olduğunda bu durum, çocuklar için yaşayacakları en önemli travmalardan biri olabilir. Onlar sadece ana-babalarının boşanmalarına değil, aynı zamanda onlarda meydana gelen değişikliklere de uyum sağlamak zorundadır. Bu nedenle çocuklarımıza elimizden geldiğince yadımcı olmalıyız.

Araştırmalar iki farklı görüş öne sürerler; kimi araştırmalar çocukların ömür boyu yara aldığını öne sürerken, kimileri de çocukların ana-baba boşanmasından yararlanabileceği görüşünü savunur. Evliliğiniz kötü gitmeye başladığında ya da boşanmaya dair tehlike başgösterdiğinde çocuklar bunu hemen sezinlerler. Hatta yetişkinlerden daha fazla farkında olurlar.

Aslında çocuklar bu süreçte ailelerine destek bile olurlar. Çoğu zaman üzmemek için uslu olurlar. Ne kadar acı ve öfke yaşadıklarını belli etmezler, anne-babalarını mutlu etmeye çalışırlar. Anne-babalarını hırpalamamak için kendi uyum süreçlerini bir süre dondururlar. Ne zaman ana-babalar rahatlar, uyum sağlar ve güçlenirse dikkatli olmaları gerekir.

Çocuklar ana-babalarının toparlandığını sezinlediklerinde, artık tepki vermeye başlayabilirler. Ağlama, öfkelenme ve içindeki acıyı dışarı atma sırası ona gelmiştir ve şimdi "Sen beni anlamak zorundasın, buna ihtiyacım var!" demek istemektedirler.

Çocuklardaki en yaygın kanı "Tek başlarına kalacakları korkusu"dur. "Annem ve babam beni terk ediyor." "Babam evden gidiyor, annem de gidecek mi?" "Ben tek başıma mı kalacağım?"

Çocuklarımıza verilmesi gereken açık mesaj şudur: Anne ve babalar birbirinden boşanabilirler, ama çocuklarından asla boşanmayacaklardır. Evlilik sona erebilir ama ana-babalık sonsuza dek sürer. Bu konuda sözleriniz ve hareketlerinizle vereceğiniz güvencenin çok büyük önemi vardır.

Boşanma sürecinde çocuklarınızda uyum gösterme davranışında artma olur ve size ana-babalık yapmaya çalışırlar, bazen bu durum yetişkinlerin işine gelir ve bunu teşvik ederler. Bu anlaşılır olmakla birlikte iyi bir fikir değildir. Kendi ihtiyaçlarınızı karşılamak için çocuklarınızı kullanmayınız. Çocuklarımızı ana-babalarına bakmak yerine kendileri olamlarını sağlamalı ve bağımsız olmaya teşvik etmeliyiz.

Çocuklar da anne-babalarının boşanmalarının ardından yalnızlık çekerler. Bu dönemde yeni aile düzeni içerisinde bir yerleri olduğunu, sevildiklerini ve önemli olduklarını bilmelerine yardımcı olunmalıdır.

Şurası çok önemli bir gerçektir: Anne-babanın öncelikle kendilerini yeniden toparlamaları gerekir ki, daha sonra çocuklarına etkin bir biçimde yardımcı olabilsinler. Bu yüzden kendi toparlanma sürecinize eğilip, çocukların sizden beklediği sıcak ve destek verici anne/baba davranışını göstermelisiniz.

Çocuklar evi terk etmeye karar veren tarafa (anne/babaya) karşı büyük öfke duyarlar. İlişkinin bitmiş olma suçunu onun üzerine atarlar. Ana-babalar çocuklarının farklı yollardan da olsa ilişkinin yolunda gitmemiş olmasının, her iki tarafın da eşit hataları olduğunun farkına varmalarını sağlamalıdırlar.

Çocuklar kendilerini yürümeyen evliliğin bir nedeni olarak görebildiklerinden, bundan dolayı suçluluk duyarlar. Çocuklara boşanmanın tamamen yetişkinleri ilgilendiren bir sorun olduğunu anlatmak gerekir.Ana-babalar, ayrıldıktan sonra da çocuklarıyla anlamlı bir ilişki sürdürebilirlerse, çocuklara bu duygularıyla başa çıkma şansı tanımış olurlar.

Çocuklarınıza birbirinizi kötülemeyin çünkü; çocuğunuzun yarısı anne, diğer yarısı babadır. Birbirinizi kötülediğinizde çocuğunuzu kötülemiş oluyorsunuz.

Çocuklar sandığınızdan daha güçlüdür ve kendileriyle doğrudan iletişim kurulacak olduğunda sunulan gerçekleri kaldırabilirler. Yaşadığınız gerçekleri çocukla paylaşmazsanız size olan güveni sarsılır. Çünkü, çok küçük olanlar dışında diğer çocuklar olan biteni çoktan sezmiş olurlar.

Tüm çocuklar aynı olmadıkları gibi, gereksinimleri de farklıdır. Her çocuk ayrı bir bireydir. Gereksinimleri cinsiyetlerine, kültürel birikimlerine, geniş bir aileye, dostlara ve fiziksel çevreye sahip olup olmadıklarına, kendi ana-babalarının evliliklerinin çözülme biçimine ve kişisel özelliklerine bağlıdır. Bu nedenle onların bireyselliklerine saygı göstermelisiniz.

Çocukların uyum yetenekleri yetişkinlerden daha iyidir. Yeniden toparlanma sürecinden sizinle birlikte geçerek büyürler.Lütfen çocuklarınızı bu süreçten geçerken destekleyin ve yüreklendirin!

Unutmayın iyi bir boşanma kötü bir evlilikten daha iyidir.

Yazının devamı...

Neden Boşanmak Zorundayım?

Boşanma söz konusu olduğunda, çoğumuz şu sorunun cevabını bulmaya çalışırız; neden?

İlişkinizi değerlendirirken bu duruma nasıl geldiğinizle ilgili sorumluluğun tümünü kendi omuzlarınıza yüklemeyin. Nedenler ve katkıda bulunan etmenler iki insanın etkileşimi ve birlikte yaşamı sözkonusu olduğunda sandığınızdan daha karmaşıktır. Bu yüzden keşkeleri bırakın!

İlişkinizi, eşinizi ve kendinizi inceleyin. Kendinize karşı dürüst olarak şu soruları sorun:

- Eşinizle ortak ilgi alanlarınız var mı?

- Dost musunuz?

- Eğlence anlayışınız nasıl? Benzerlikler var mı? Sosyal etkinliklere birlikte katılıyor musunuz?

- Para konusundaki yaklaşımınız?

- Çocuk yetiştirme konusunda işbirliği yapabiliyor musunuz?

- Birbirinizin arkadaşlarına saygı duyup siz de ilişki kurmaya çalışıyor musunuz?

- Evin geçimi ve ev işlerinin sorumluluğunu paylaşıyor musunuz?

- Birbirinizin sorunlarıyla ilgilenir misiniz?

- En azından önemli kararları birlikte alır mısınız?

- Birbirinizin kişisel alanlarına saygı duyar mısınız? Birbirinize yalnız kalma fırsatı tanır mısınız?

- Hastalandığınızda birbirinize destek olur musunuz?

- Yaşam hedefiniz uyumlu mu?

- Birbirinize güvenir misiniz?

- Cinsel yaşamınız nasıl?

Bu soruların cevabı canınızı yakabilir, özellikle kendi payınıza düşen kısmını kabullenmek kolay değildir. Yukarıdaki sorulara içtenlikle cevap verdiğinizde sonuç eğer olumsuzsa boşanmak veya ayrılıkla yüzleşmeniz gerekebilir.

İlişkinin aslında bitmiş olduğunu düşünüyorsunuz ama çeşitli nedenlerle içinden çıkamıyorsunuz...Bunlarla ilgili yaşayacağınız zorluklarla nasıl başa çıkacağınız konusu da oldukça önemli. En önemli nedenlerden biri olan "çocuk" konusunu bir sonraki yazımda ele alacağım.

Devam edecek...

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.