SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Boşanmadan önce...

Boşanma konusundaki bir önceki yazının çok ilgi görmesi nedeniyle, bu konuda yazmaya devam etmem gerektiğini düşünüyorum.

Anladığım kadarıyla, boşanmayı düşünen ya da ilişkisinin bittiğini düşünüp bunu yapmaya cesaret edemeyen ve mutsuz olan birçok evli çift var.

Ancak, öncelikle ilişkinizi bir masaya yatırmaya ne dersiniz? Hiç düşündünüz mü? Bir zamanlar bu adam ya da kadınla niye evlenmiştim? diye...

- Yalnız olduğunuz bir dönemde yalnızlıktan kurtulmak için mi?

- Mutsuz bir aile ortamından kaçmak için mi?

- Çocuk yapma yaşım geldi deyip çocuk için mi?

- Yoksa kendinize ana-babalık yapacak birini bulduğunuz için mi? Ya da siz ana-babalık yapmak için mi?

- Ya da aşık olup kaptırıp gittiğiniz için mi?

- Mutsuz biri, evlenerek mutluluğu yakalayacağını düşünerek de evlenebilir.


Ne yazık ki bizim eş seçimimiz bilinç düzeyinde olmuyor. Bilinçdışı tanıdık gelen birine doğru yönelebiliyoruz.


Gerçekte ise yaşamı tek başına göğüsleyebilecek hale geldiğinizde ve yalnız bir insan olarak mutluluğu yakaladığınızda, başka bir kişiyle birlikte yaşamı göze alabilirsiniz.

Bu nedenle evliliğiniz zaman içinde umduğunuz gibi gitmeyebilir. Beklentileriniz karşılanmayabilir, hayal kırıklıklarınız birikir.

Neler sebep olabilir bunlara?

- Siz ya da eşiniz kişisel bir değişim geçirmiş ya da gelişim sürecinden geçmiş olabilirsiniz. O zaman etkileşim sisteminiz bozulabilir. Biri değiştiğinde diğeri onu yakalayamayabilir. O zaman sorunlar olmaya başlar.

_Eşler anne-babalarının rollerini devam ettirebilirler. İşlevsel olmayan anne-baba davranış modelleri evliliği zorlar. Mesela boyun eğen, ödünleyen anne modelini kız çocuk içselleştirebilir ve evliliğinde kendisi de aynı şekilde davranır. Bu da bir süre sonra öfke yaratacağından sorun olur.

- Bazen üçüncü bir kişinin varlığı yüzünden ilişki tehlikeye girebilir. Eşlerden birinin bir başkasıyla birlikte olması için ilişkisini bozmasının pek çok nedeni vardır. Bu nedenlerden en önemlisi, ilişkinin temelinde çatlakların olması ya da kötü giden bir ilişkinin sonucu olabilir.

- Son olarak yapılan uzun soluklu bir araştırmada, boşanan çiftlerin boşanma sebeplerinin kavga ve çatışmalar değil "özensizlik" olduğu ileri sürülmektedir.

Örneğin; gün içinde aranma "aklımdasın" anlamı taşır. Hastalandığında merak etme, tetkiklere beraber gitme, sevdiği krepi sabah onun için yapma, güzel sözler söyleme, dinleme, eşinin sevdiği programlar yapma, eşinin ailesine özen gösterme, özel günleri hatırlama, başbaşa seyahat etme gibi şeylerin giderek azalması ya da olmamasının boşanma sebebi olduğu bulgulanmış.

Evet, ilişkiniz hakkında evlilik danışmanının yardımı olur mu? Hem eşiniz hem siz ilişkinizin aksayan yönleri ile ilgili emek verirseniz kesinlikle yararı olur. Sadece tek taraf istekli olursa yürümez. Bu nedenle evlilik danışmanlığı alacaksanız, gerçekten ilişkiniz için birşeyler yapmayı ve kurtarmayı istemelisiniz. Bu konuda "Evlilik Terapisi" ile ilgili yazımı okuyunuz.

Devam edecek...

Yazının devamı...

Boşanmak...

Eğitim sürecimde hocalarımızdan birinin evlilikle ilgili söylediği birşey, evli çiftlerle çalışırken zaman zaman aklıma düşer. "Evliliklerin %90'ı kötü gider, %10' u ise mutludur. Evlenen herkes bu %10' nun içinde olacağını varsayarak evlenir." demişti. Bu söylediği yıllar önceydi. Bugün %10 dilimin düşüp düşmediği ile ilgili bir veri yok ama boşanmaların giderek arttığını ve mutsuz evliliklerin çoğaldığını gözlemliyoruz.

Pek çok kişi için boşanma; resmin bozulması, yalnızlık, gelecekten umutsuzluk ve başarısızlık duygusuna yol açar. Bazı kişiler mutsuz bir evliliği sadece resmin bozulmasını, parçalanmasını istemediği için yürütürler. Tabii bilinçaltı resimlerimiz de mutlu sonla biten filmlerden ve masallardan kareler taşıdığından hayal kırıklığı ve öfke dayanılır gibi değildir. Bir danışanım boşandıktan hemen sonra "Ama ben yaşlanınca onunla elele tutuşup yürümek istiyordum" demişti ağlayarak.

Elbette birlikte anılar biriktirdiğimiz veya öyle umduğumuz birini kaybetmek acı verici bir deneyim. Kişinin kendini yaralı, ihanete uğramış, kandırılmış, yıllarından çalınmış hissedebileceği bir süreçtir bu.

Zaten hukuksal boşanma gerçekleşmeden "duygusal boşanma" aşamasından geçilmiştir ancak ayrı yaşamaya geçildiğinde kaybedilen sadece eş değil bir yaşam biçimi ve kimliktir. Boşanan kişi sosyal ve cinsel kimliğini yeniden tanımlamak durumundadır. Tabii ki geleneksel cinsiyet kimliğine bağlı olanlar daha fazla zorluk çekecektir.

Ayrılık sürecinde yaşanan duygular yas sürecinde yaşananlarla benzerdir. Bu süreçler inkar, kendini insanlardan ayırma, öfke, kaybedilenleri geri almak için pazarlık ve son olarak gerçekleri kabul etmektir. Evliliği bitirmeyi istemeyen taraf genellikle "herşey eskisi gibi olacak", "değişeceğim" şeklinde yaklaşımlarda bulunarak karşısındakiyle pazarlık yapar. Bu ise ayrılığı isteyen tarafı daha da uzaklaştırır.

Sıklıkla karşılaştığım bir durum da terapi için gelen bazı çiftlerde, taraflardan biri veya her ikisi ne evliliğin içinde ne de dışında olabilmekte ve her iki durumda da kayıp ve mutsuzluk yaşamaktadırlar. Böyle bir durumda ise çiftler kendilerine yüklenmek yerine; bu çatışmayı anlayıp, acele etmemeleri ve verecekleri karar için bir sürece ihtiyaçları olduğunu anlamalıdırlar.

Bir başka sorun, ilişkiyi bitirme konusunda daha istekli olan taraf karşı tarafa derin bir suçluluk ya da acıma hisseder. Bu nedenle evliliğin devam etmesi sağlıklı bir durum değildir. Daha çekimser olan taraf ise reddedilmiş olmayı kabullenemez ve o da yoğun bir öfke duyar.

Kopan bir ilişkiden arda kalan duygusal bağlardan vazgeçmek oldukça zordur. Bununla birlikte, sona ermiş olan bir ilişkiye duygusal yatırım yapmaktan vazgeçmek de önemlidir.

Acı, hayatımızın çeşitli dönemlerinde karşımıza çıkar ama eğer acının içinden geçip, üstesinden gelebilirsek ödül, daha güçlü bir benlik ve zenginleşmedir. Ayrılma aşamasında derin bir yalnızlık ve gelecekten umutsuzluk yaşayabilirsiniz. İçinde bulunduğunuz ilişkiye kendinizden o kadar çok yatırım yapmışsanız, ilişki sona erdiğinde benlik değeri ve benlik saygısı duygularınız paramparça olur. Yapmanız gereken, kişisel gelişiminize yatırım yapmaya başlamaktır bu boşanma sürecinden daha rahat geçmenizi sağlar.

Boşanma sonrasında kişi kırıldığı ve reddedilmiş hissettiği için "Bir daha sevebilecek miyim" veya "Ben sevilecek biri değilim" gibi duygular yaşayabilir. Boşanma sonrası benliğinizi onarmak için kendinize zaman vermelisiniz.

Şuna inanın; eğer kayıp bir ilişkinin içindeyseniz, kendinizin yok olduğunu hissediyorsanız, kendinizi artık değerli hissetmiyorsanız ve olmayan birşeyleri oldurmaya çalışıyorsanız, artık çok öfkeliyseniz ve kısaca mutsuzsanız boşanmak dünyanın sonu değil!

Anais Nin "Hayat kişinin cesaretiyle orantılı olarak daralır ya da genişler" demiş. Yüzleşmek kolay değil biliyorum ancak ilişkinizde geldiğiniz nokta artık ciddi bir mutsuzluksa zamanı gelmiş demektir. "Birşeyi geride bırakmanın yolu onunla yüzleşmek, daima yüzleşmektir. Hemen yüzleş" demiş Joseph Conrad da.Tek başınıza yapamıyorsanız mutlaka profesyonel yardım alın. İnanın iyi gelir.

Yazının devamı...

Güzellik, Aşk Ve Andy Warhol

Andy Warhol; kendisine sanatın "Pop Prensi" deniyor. Eserlerinde populer kültür imgelerini konu alır. Amerikan popüler kültürüne ve tüketimine karşı sanatını konuşturduğu söylenir ancak eleştiriler kendisinin de bunun bir parçası olduğu yolundadır. Onu Marilyn Monroe ve daha birçok sanatçının serigrafik resim çalışmalarından bilirsiniz.

Mezar taşına "figment" "hayal" kelimesini yazdırmıştır, her söylediği ve yaptığı olay olmuş birisidir.

"Andy Warhol Felsefesi" isimli bir kitap okuyorum, Warhol Çeşitli konulardaki düşüncelerini teybine kaydetmiş, kitabın içeriği bunlardan oluşuyor. İşte benim seçtiklerim;

GÜZELLİK;

"Güzel diyemeyeceğim kimseyle karşılaşmadım bugüne kadar."

"Herkes yaşamının bir döneminde güzel oluyor."

"Güzelleri o kadar umursamıyorum, gerçekten sevdiğim konuşanlar, bana göre iyi konuşanlar güzeldir."

"Birisine ilgi duyduğunuzda, o da size ilgi duyuyorsa bütün güzellik sorunlarınızı siz işaret edin. Diyelim ki bacaklarınız kısa dosdoğru söyleyin bunu. Birkez açıkca söylendi mi ilişki sırasında mesele edilmeyecektir, edilirse ben söylemiştim deme şansınız var."

"İnsanlar bana diyorlar ki bazı güzeller yatakta kendilerinden beklenen yatak oyunlarını yapmadığında o güzelliği kaybediyormuş. Ben öyle şeylere inanmam."

Güzelliğin seksle hiç ilgisi yok. Güzelliğin güzellikle ilgisi var, seksin de seksle ilgisi var."

"Temiz olmak çok önemli, bakımlı insanlar gerçek güzeller."

"Esaslı bir sade görünüş en sevdiğim görünüştür. Bu kadar "kötü" görünmek istemeseydim sade görünmek isterdim."

"İnsanları kendilerine ilişkin zihinsel imgelerine dayanarak kabul ederim. Kız kimbilir üç yüz kilodur, o aldırmıyorsa ben de aldırmam buna."

"Bazen bir şey, sırf etraftaki başka şeylerden bir açıdan farklı olduğu için güzel görünebilir. Penceredeki saksıda duran kırmızı petunya geri kalanların hepsi beyazsa çok güzel görünecektir."

AŞK;

"Birşeyi artık istemez olduğunuz anda onu elde ediyorsunuz.. Bunun kesinkes kendiliğinden böyle olduğunu keşfettim."

"Fantazi aşk, gerçek aşktan kat kat iyi. O işi hiç yapmamak çok heyecan verici. En heyecan verici çekimler, hiç birleşmeyen iki zıt kutup arasında."

"Güzel gülümseyen insanlar beni büyüler. Onları böylesine güzel gülümseten şeyin ne olduğunu merak edersiniz."

"Romantik aşk, fantazinizi o fantazinin bulunmadığı insanlarda bulmaktır. Bir arkadaşım hep şöyle der. "Kadınlar beni olduğumu sandıkları adam olduğum için severler."

"Kendilerine hükmedecek zayıf erkekler arayan güçlü kadınlarla karşılaşıyorum hep."

"Tanıdığım bazı kişiler yeni baştan çıkartma yolları icat etmeye uğraşarak çok zaman harcıyor. Aslında ofislerde çalışanların çoğu, yeni baştan çıkartma yollarının hayalini kurarak maaş alıyor."

"Bazen seks eskimez, birbirleri için yıllar içinde seksin eskimediği çiftler gördüm."

"Ben uzun nişanlılıklara inanırım, ne kadar uzun o kadar iyi."

"Aşk için ödediğiniz en büyük bedel, yanınızda yörenizde birinin olmasıdır. Tek başına kalamazsınız."

Evet, hayatı boyunca imaj pazarlamış, eserleri kült olmuş, bunları yaparken en çok da kendi reklamını yapmış bir şahsına münhasır kişi. Kitaptan anlaşılan sonuçda Warhol' un da insani kaygılar, korkular ve yalnızlıklardan müzdarip olduğu. Yukarıda bahsettiklerim ise kulağa hoş gelenlerden. 60' lı yıllardan bu yana pek birşey değişmemiş anlaşılan...

Yazının devamı...

Kayıtsızlık İnsanın Psikolojik Ölümüdür

Düşünüyorum yaşadığımız yuzyılda insanoğlunun en önemli sorunu "kayıtsızlık" yani "hissetmeme durumu" dur. Son yıllarda "boşluk depresyonu" diye adlandıracağımız sorunla profesyonellere başvuranların sayısı giderek artmakta, artık kişiler "anlam" sorunu nedeniyle başvurmaktadır.

Psikolojik gelişimimizi tamamlayan önemli bir basamaktır; yaşamımızı anlamlı kılma çabamız ve anlam kaynaklarımız. Anlamlandırma duygumuzu kaybedersek yalnızlık, boşluk ve hiçlik duygumuz da büyür. Kayıtsızlık demek, hayatın anlamını yitirmesi demektir.

Oysa günümüzde eşe, sevgiliye veya sevgiye kayıtsızlık, ilgiye kayıtsızlık, şiddete kayıtsızlık, yaşananlara kayıtsızlık, memleket meselelerine kayıtsızlık, emeğe kayıtsızlık... hat safhadadır. Elbette gelinen nokta kendi isteklerine, ihtiyaçlarına, iç dünyasına, mutluluğuna kayıtsızlıkdır.

Yabancılaşma, içsel olarak yoksullaşma ve daha da acısı "duygulanımsızlık" kişinin yaşama yetisinin de yitimine yol açar.

Her akşam televizyon dizilerinin başında hayatlarını başkalarının hikayeleri üzerinden yaşayanlar, dizi kahramanlarıyla özdeşleşerek gerçeklik algısını yitirenler kendi hayatlarına ne kadar ilgi gösterirler ve hayatlarının yaratıcısı olabilirler?

Şiddet ve ölüm haberlerini müzik, kurgu ve montaj marifetiyle etkili bir korku filmi tadında izleyen seyircinin artık "kurban etkisi" denilen şiddete kayıtsız kalma durumuna şaşırmak gerek.

Kayıtsızlık ve duygu eksikliği dünyayı tehdit algılayan birisi için bir savunmadır, kaygının üstesinden gelmek için bir savunma.

Artık kadın erkek ilişkisinde de yaşanan bunalmaktan korktuğu için yanıt vermemek, talepleri duymamazlıktan gelmek ve herşeyi akışına bırakmak kısaca ilgi göstermemek durumu çok bildik.. Böylece "Beni duy, beni gör lütfen" diye kendini paralayan taraf önce öfkeli sonra uzaklaşan oluyor.

Cinseliğin bile kendini vermeden kolayca yaşandığı bir dünyada yabancılaşma ve tükeniş çok doğal değil mi?

Cansız, kuru benlikler çoğalmaya devam ediyor. Canlılık ise dünya ile ilişki kuran, dünyayı etkilemeye ve değiştirmeye çalışan ve dünyadan da etkilenen, heyecanlanan kişilerin olduğu yerde görülen bir durum. Sonrasında insanı ve insana dair olanı sahiplenen, kavrayan, paylaşan ve kucaklayan "Can"ın ürünleri de burada ortaya çıkıyor.

Kayıtsızlık "Hiçbirşeyi etkileyemem ve değiştiremem" düşüncesinin ürünüdür ve bu durum ilişkiler ve gelecek için en büyük tehdittir.

"Hissetmediğimiz yaraları iyileştiremeyiz." demiş S.R.Smalley. Başkalarından uzak durabilirsiniz ama kendinizden değil. İçinizdeki bildiğiniz değil, bilmediğiniz sizi yönetir. Önce içinize sonra çevrenize bakın ve ilgi gösterin; yıkıcı bir sona doğru gitmemek için!

Yazının devamı...

"Hata Yapmaktan Korkan İnsan Hiçbirşey Yapamaz"

İnsan sosyal bir varlıktır denir ya, sosyal fobik olma durumu burada bir paradoks yaratır. Sosyal gruplara katılma, sosyal destek alma, sosyal etkinlikte bulunma, sosyal içici olma gibi sosyalleşme süreçlerinde kişinin içsel engelleri varsa, basitçe mutlu olmakla da ilgili ciddi bir sorun var demektir.

Zeka ve entellektüel kapasitesi çok iyi olan kişilerde bile gerçek performansın ifadesini engelleyen ve sağlıklı, doyurucu ilişkiler geliştirmenin önüne geçen sosyal fobi toplumda yaygın bir bozukluktur.

Küçük düşme ve utanç duyma olasılığı olan koşullarda ortaya çıkar.

Sosyal bağlamda diğer kişiler tarafından incelenme ve yargılanma korkusu vardır.

Korku duyulan koşullardan kaçınılır.

Üniversite öğrencisi birisi çok iyi bildiği halde derste fikrini söyleyemez, şirket kademelerinde önemli yeri olanlar mesleki sunum ve konuşmalarını topluluk önünde gösteremezler. Alışveriş yapamaz, restoranda yalnız yemek yiyemez, yeni birisiyle tanıştırılırken zorlanır, şaka yapılmasından rahatsız olur, misafir kabul etme gibi sorunlar yaşar.

Sonuçta akademik ve mesleki başarısızlık, depresyon, kaygıyı yatıştırmak için alkol ve madde kullanımı ve intihar gibi sonuçlar da sosyal fobinin ciddi bir ruhsal bozukluk olduğunu göstermektedir.

Fiziksel belirtiler; çarpıntı, terleme, titreme, kaslarda gerginlik, huzursuzluk hissi, ağız kuruluğu ve ateş basmasıdır.

Sosyal fobikler kendi kişisel yeteneklerini küçümserler.

Kendilerinden mükemmelliyetçi beklentileri vardır.

Başarısızlığı hep kendilerine yükleme eğilimindedirler.

Kişisel performansını değerlendirmede sadece olumsuz örneklere odaklanır.

Sosyal fobi toplumun tüm katmanlarında görülen ruhsal bir bozukluktur. Bu sorundan muzdarip ünlüler olduğu da söylenmektedir; Elvis Presley, Winona Ryder, Tom Hanks, Nichole Kidman gibi.

Sosyal fobi, tedavi edilebilir bir ruhsal bozukluktur. Tedavide kimi zaman ilaç da kullanmak gerekebilir.

Olumsuz veya hatalı düşüncelerin yeniden yapılandırılması oldukça önemlidir. Sosyal fobiye sebep olan hatalı düşünceleri örneğin "eğer fikrimi söylersem kimsenin ilgisini çekmez" hatalı düşüncesini gerçeğe uyumlu hale getirecek çalışmalar yapmak,

Kaygı yaratan durumlara zorluk açısından aşamalı olarak maruz bırakmak,

Sosyal becerisi eksik olanlara "sosyal beceri eğitimi" uygulamak.

Tüm bu tekniklerin uygulanmasının başarılı olabilmesi için terapotik işbirliği, karşılıklı güven ve empati gereklidir.

Nasıl yaşadığımız önemlidir. Sosyal fobi sahip olduğunuz yetilerle yaşamanıza engel olur ve hakettiğiniz hayatın sadece seyircisi olabilirsiniz. Profesyonel yardım almayı bile engelleyen bu durumun devam etmesine izin vermeyin ve mutlaka bir uzmana başvurun.

Sağlıklı günler...

Yazının devamı...

Sosyal Kaygı

Sürekli bir eleştirilme, toplumdan atılma veya cezalandırılma korkusu, "utanma" nın etkisiyle yakından ilgilidir. Kişinin eylemlerine çevrenin göstereceği tepkilerin dikkate alınması, bütün insan ilişikilerinde önemlidir. Gerçekten her kişinin varoluş biçimi, onun diğer kimselerin tepkilerini dikkate alış şekline bağlıdır. Ancak bunun abartılmış şekli, kişinin hayatını olumsuz etkiler.

Sosyal kaygıda sevgiyi yitirme korkusu egemendir. Bu durum daha çok Ana-babalar çocuğun hangi davranışının, onların sevgisinin devamını en iyi şekilde sağlayacağını önceden görmesini olanaksız kılacak derecede tutarsız bir davranış gösterdiklerinde ortaya çıkar; bundan sonra çocuk iyiyle kötüyü ayırdetmekten vazgeçerek, davranışlarını o anın gereklerine uyduracaktır.

Bu kişiler başkalarının sevgisini yitirme korkuları o denli büyüktür ki, hiçbir zaman sahip olmadıkları bir sevgiyi bile yitirmekten korkarlar.

Sosyal kaygıda çevrenin iyi yönetilmesi için bir boyun eğme vardır ancak saldırganlık bastırılır.

Boyun eğme ve saldırganlık arasında çatışma vardır.

Kişiler neyin reddedilmesi, neyin kabul edilmesi gerektiğine karar veremezler, cesaret edemezler.

Sadece başkaları ne bekleri keşfetme ve ona göre hareket etmek ister. Kibar, uzlaşıcı ve saygılı davranır.

Ağır sosyal kaygısı olan kişilerde bazı paranoid özelliklere rastlanır. Tek fark sosyal anksiyetesi olan kişi "Herkes bana karşı olabilir." diye düşündüğü halde, paranoid hastanın "Herkes bana karşıdır." demesidir.

Abartılmış bir sosyal kaygının ilk tipi çift değerli bir duygunun (ambivalansın) sonucu olabilir. Herkesten nefret edenin herkesten korkması gerekir.Kibar, uzlaşıcı ve saygılı olmak, saldırgan eğilimlere karşı bir savunmadır. Aynı zamanda yitirilmiş veya suçluluk duyguları nedeniyle tehlikeye düşmüş benlik değerlerinin başkalarının yargısına veya acımasına başvurarak onarılma çabası olabilir.

Övgüye gereksinimi olan ama aynı zamanda sahne korkusu olan artist buna en iyi örnektir. Çocukken yaşantılanan durumların devamı olarak yargısından korktuğu kişilerle çatışma yaşar. Benliğin değerlendirilmesi dış desteklere bağlıdır. Bu duruma suçluluk ve başarısızlık korkusu da eşlik eder.

Bazı kimselerin benlik değerlendirmelerini artık dıştan elde edilen duygular değil, bazı ideallerinin gerçekleşmesi düzenler; ancak bir idealin gerçekleştirilip gerçekleştirilmeyeceği konusundaki karar çevresindeki kimselere bırakılmıştır. Bu kimseler "duygu" ya değil "onaylanma" ya gereksinim duyarlar.

Kişilerin aile, sosyal ve iş yaşantısını olumsuz yönde etkileyen sosyal kaygıya bu yazımda sorunun dinamikleri açısından yaklaştım. Gelecek yazımda bir tanı olarak "sosyal fobi" den bahsedeceğim.

Sağlıklı günler...

Yazının devamı...

Aşk ve Seks

Eski zamanlarda seks ölüm kadar doğal kabul edilen birşeydi. Günümüze gelene kadar sekse yüklenen anlamlar değişse de toplumumuzda bugün için seks hayattan daha büyük görünmektedir. Bunun yarattığı sıkıntı şimdilerde yalnızlık zamanları iken, gelecekde daha fena şeylerin bizi beklediğinin ipuçları ise oldukça fazladır.

Seks fizyolojik terimlerle bedensel gerilimin birikimi ve onların salıverilişidir. Freud, seksi gerilim azaltılması olarak tanımlanmıştır. Eros ise eski Yunan mitolojisinde, dünya üzerindeki yaşamı yarattığı anlatılır. Eros çamur biçimindeki erkek ve kadının burun deliklerini üfledi ve onlara "yaşam ruhunu" verdi. O zamandan beri Eros seksin gerilim boşaltma işlevinin aksine, yaşam ruhu verme işlevi olarak önem kazandı.

Seks, bir uyarım ve tepki biçimi iken, eros bir varlık durumudur. Seks yaşantısının sonunda tatmin rahatlama varken Eros bir arzulayış, özlem, sürekli ulaşmaya çalışma, büyümek için çabalayıştır.

Çağımızın en önemli sorunu yaşam ruhu veren Eros'dan vazgeçmemizdir. Seks ve Eros'u ayırdığımızda seksin yavanlaşması, yabancılaşma, boşluk duygusu kaçınılmaz oldu. Duygusal olanı aşağılamak, romantik olanla dalga geçmek ve seksi bunlardan arınmış olarak yüceltmek bugünün dünyasında terapistlere daha çok "anlamsızlık" sorunu ile başvurmanın sebebi olabilir mi?

Günümüzde sadece bedenlerin ortalıkta uçuştuğu yakınlaşmalar, Milan Kundera'nın "Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği" romanındaki Tomas karakterinin birlikte olduğu kadınları, orgazm olma şekliyle tanımlamasını hatırlatıyor. İki insan birbirini duyamadığında yatağa giriyor.

Bir düşünün aşırı derecede elde edilebilir olan şey ne kadar kıymetlidir? Seks bu kadar sıradanlaştırıldığında ruhun kaynakları kurur. Çünkü salt seks sözkonusu olduğunda sadece organlarını kullanırsın, Eros katıldığında ise sevişirsin. Eros, hazda ve tutkuda birleşmeyi ve yeni deneyim boyutları üretmeyi vaadeder.

Eros'un da içinde olduğu seks, yüksek anlam düzeylerine hem nörofizyolojik boyutlarda hem de estetik ve ahlaki boyutlarda katılmaktır.

Orgazm bir bitişken Eros ve onun bir parçası olan tutku çoğalma, genişleme ve derinleşmedir.

Sevişmedeki en önemli an, orgazm anı değildir. En önemli an, daha çok giriş anı erkeğin ereksiyonun kadının vajinasıyla temas ettiği andır. Kişinin sevişme deneyimine tepkilerinin en özgür, en bireysel, en kendine has olduğu an o andır. O an birleşme anı ötekini kazandığımızı anladığımız andır, orgazm değil.

Freud ve Platon'un ortak noktası ikisinin de aşkın insan deneyiminde esas olduğuna, aşkın her hareketin içine işlediğine ve derin, geniş, güdüleyici bir güç olduğuna inanmasıdır.

Seks ve teknoloji uyumludur ve önceden kestirilebilirliği gerektirir ve zamanla yarışır. Eros varolan biçimleri kırıp yenilerini yaratır ve bu da teknoloji için tehdittir. Fakat bir yerden sonra tekniğe tapınma duyguları yok eder, tutkuları hiçe sayar. O zaman bireysel kimlik ortadan kalkar.

Kadın ya da erkek "Eğer biriyle hemen yatmaya çalışmazsam onlarla ne yaparım?" sorusunu sormak zorundadır. Belki arkasından kendisiyle ya da diğeriyle "otantik" bir ilişki kurmak mümkün olabilir.

Seksle Eros'u (tutku, aşk) ayırdık ama şimdilik! Çünkü eninde sonunda çığırından çıkan teknolojik ilişkiler insana uymak zorundadır.

Yararlanılan Kaynak:

May R. 2008. Aşk ve İrade. Çev. Yudit Namer.Okuyan Us Yayınları.

Yazının devamı...

Evlilik Terapisi

Son zamanlarda herhangi birisine iyi giden bir evlilik bilip bilmediğini sorarsanız, büyük ihtimalle alaycı bir ifade ile omuz silkerek cevap verecektir. İlk zamanlar birbirlerini kusurlarıyla seven kişiler beklentilerinin yerini hayal kırıklıkları aldıkça birbirlerini olumsuz algılamakta, giderek evlilik karabasan misali bir yaşam şekline dönüşmektedir.

Ülkemizdeki veriler son yıllardaki boşanma sayısında hızlı bir artış olduğunu göstermektedir. Yine bu verilere göre, evliliğin ilk bir yılında boşanma sayısının geçmiş yıllara göre oldukça fazla olduğu dikkati çekmektedir. Evlilik büyük bir organizasyondur ve psikolojik, sosyolojik, hukuksal ve ekonomik birçok boyutu vardır. Çocukların katılımıyla sorumluluk çok daha fazla artmaktadır. Bu nedenle sorunları iyileştirme yönünde çaba göstermelidir.

Evlilikte Ne Zaman Yardım Almak Gerekir?

Bunlardan bazen biri, bazen birden fazlası evlilik için sorun teşkil eder. O zaman bir uzmandan yardım almak, çözümsüz ve içinden çıkılamaz gibi algılanan duruma kalıcı çözümler getirir. Çözüm aranmadığında, kişilerin farklı biçimlerde bu durumun olumsuz etkilerini yaşadıkları bilinmektedir; bazen psikiyatrik tedavi merkezlerine depresyon ya da kökenini psikolojik sebeplerin oluşturduğu fiziksel rahatsızlıklar nedeniyle başvuran kişilerde, altta yatan sorunlu bir evliliğin olduğu görülmektedir.

Evlilik (Çift) Terapisi Nedir?

Evlilik(çift) terapileri ilişkinin sağlıklı ve doyumlu bir birliktelik olarak yürümesini olumsuz yönde etkileyen unsurların profesyonel bir yaklaşımla ele alınmasını ve ortadan kaldırılmasını amaçlar. Önceki yıllarda terapiye ilk başvuran kadınlar olurdu ve genellikle de başka bir psikiyatrik / psikolojik yakınmalarla gelirdi. Ancak son yıllarda evde kadınlar eşlerini ikna için bir süre çabalasalar da birlikte evlilik terapisi almak için daha çok başvuru olduğu görülmektedir.

Eğer eşlerden biri gelmek için isteksizse ve ikna olmuyorsa o zaman, sadece birinin gelmesi ve profesyonel anlamda destek alması da evlilikteki sorunlarla başa çıkmakta önemli ölçüde etkili olmaktadır. Ancak terapinin çiftlerle birlikte yürütülmesi birbirleri ile olan iletişim tarzlarını, tepki biçimlerini ve çatışma alanlarını görmek ve her ikisi ile de bunlarla çalışmak açısından önemlidir.

Evlilik Terapisinde Nasıl Çalışılır?

Evlilik terapisi taraflardan her ikisi ile birlikte yürütülen bir süreçtir. İlk iki seansta eşleri birlikte görüp öyküleri alındıktan sonra kadın ve erkeği ayrı ayrı birer seans görmek, eşinin yanında söyleyemediği konular veya duygular ile ilgili bilgi almak açısından önemli ve gereklidir. Dikkat edilmesi gereken husus, eşlerden birisini yaşanan sorunların hedefi olarak göstermemek yani günah keçisi durumuna düşürmekten kaçınmaktır. Terapiler haftada bir, 1,5 saat olarak yürütülür.

Haftada bir olması terapide işlenen konuları gözden geçirmeleri, verilen ödevleri uygulamaları ve yaşanan zorlukları seansa getirmeleri açısından en uygun süredir. Terapilerin ne kadar süreceği konusu çeşitli terapi yaklaşımları açısından farklılık göstermektedir, ancak çiftler yaşadığı sorunların yoğunluğuna ve terapi süresince gösterdikleri çabaya göre sürenin uzun ya da kısa olmasını belirlemektedir.

Her çiftin kendi özgün sorunları ve bu sorunları kendi kişilik özelliklerinin elverdiği ölçüde ele alma ve tepki oluşturma durumu vardır. Kişiler terapinin başında bu açıdan tanınmaya çalışılır. Birbirlerine ilişkin düşüncelerini açık bir biçimde ortaya koymalarına yardımcı olmak, birbirlerinin duyarlılık ve kırılma noktalarının ne olduğunu anlamalarını sağlamak, dinleme becerilerini geliştirmek birlikte yaşamın getirdiği ihtiyaçları karşılamalarını anlamalarını sağlamak ve sorun çözme yeteneklerini geliştirmelerine yardımcı olmak gibi konular üzerinde durulur.

Hangi Durumlarda Evlilik Terapisi Yapılmaz

Evlilik ilişkisi öğrenilmiş beceriler ve ruhsal olgunlaşma ile sağlıklı olarak yürüyebilir. Evliliği yürütmek için herkes kendince bir çaba göstermektedir. Bu süreçde herkesin acı deneyimleri olabilir, ancak bu deneyimler aynı zamanda insanı olgunlaştıran ve bilgelik kazandıran deneyimlerdir. Evliliğinin çıkmazda olduğunu düşünen çiftler, evlilik danışmanlığı alarak zorlu deneyimlerini birlikte yaşamayı öğrenmeye dönüştürebilirler. Her çift kendi evliliğinin terapistleri olabilir ve problemlerine bir terapist duyarlılığı ile yaklaşabilir.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.