SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Tahıl liflerin gücü

Bağırsaklarımızın tercihi tam tahıllar

Tam tahıl ürünlerin diyet lifleri içerdiklerini ve vücudumuzda olumlu etkileri olduğunu hepimiz biliyoruz. Tahıllardan elde edilen diyet lifleri yapılan araştırmalarda çok çeşitli sağlık yararları göstermiş ve birlikte taşıdıkları biyoaktif maddeler ile daha çok faydalar sağlamıştır.

Tahıl lifinin gücü

Buğday tanesinin dış zarı, lifler ile doludur (46/100 g) ve bunlara ‘nişasta olmayan polisakkaritler’ (ortalama yüzde 95) denmektedir. Çok farklı fizikokimyasal özelliklere sahip büyük bir grup sindirilemeyen karbonhidratlardır. Buğday kepeğinin kabızlık için etkili olduğu kanıtlanmıştır. Diğer huhubatlarda örneğin çavdar, arpa ve yulaf liflerinin bağırsak hareketini arttırdığı yapılan çalışmalarda görülmüştür. Buna ek olarak, tahıl lifi midenin boşalmasını yavaşlatır ve ince bağırsaktaki akışı hızlandırır.

Tahıl liflerin bağırsak hareketi üzerindeki etkisi meyve ve sebze liflerin bağırsak hareketi üzerindeki etkisinden daha fazladır.

Buğday kepeği aynı zamanda ortalama yüzde 5 oranında fermente diyet lifleri içerir. Bunlardan beta-glukanlar ve arabinoksilanlar, dayanıklı nişasta ve fruktanlar bağırsakta parçalanırlar. Bu vesile ile bağırsak hücreleri ve çevresi için kısa zincirli yağ asitleri ve faydalı metabolitler oluşmaktadır. Böylelikle sağlıklı bir bağırsak florasına katkıda bulunurlar.

Araştırmalar bağırsak bakterilerinin çeşitliliğinin düşük lif alımı ile azaldığını göstermektedir. Böylece bağırsak bakterilerinin çeşitliliği düşük olduğunda, bağırsak sağlığını olumsuz etkilemektedir. Bu da bize tekrardan liflerin önemini yansıtır.

Tahıl lifleri kabızlığı gidermede, kolesterol ve şeker seviyesini düşürmede ve bağırsak florası bileşiminde önemli bir yer almaktadır.

Tahıl lifleri ve biyoaktif maddeleri

Tam tahıl ürünleri lif, çeşitli mineraller (demir, çinko, magnezyum ve fosfor), B vitaminleri, E vitamini, biyoaktif maddeler, flavonoidler, karotenoidler ve bir dizi antioksidatif özellikler içeren maddeler içerir.

Tam tahıl liflerin kanıtlanmış sağlık etkileri

Tahıl liflerin ve/veya kepeklerin kronik hastalıklar ve mortalite riskini düşürmede başarılı olduğu görülmüştür. Özellikle LDL-kolesterolün düşürülmesi ve glukoz emilim hızının yavaşlatılmasında (mide boşalımın yavaşlaması) tahıl liflerin etkili olduğu kanıtlanmıştır.

Burada anlatmaya çalıştığımız herhangi bir nedenden ötürü diyet lifi kaynağı tercih etmeniz değildir. Birçok diyet lifleri mevcuttur. Örneğin; sebze, meyve, tahıllar, bakliyatlar vesaire.

Peki, günlük lif alımını nasıl arttırmalıyız?

Lif alımı ve lif önerisi arasındaki uçurum gün geçtikçe büyümektedir. Günlük almamız gereken diyet lifi en az 25 gramdır. Bağırsak hareketimizi rahatlıkla düzenleyebilmemiz için tüketilmesi gereken orandır. Daha fazla diyet lifi alımı sağlığımızı olumlu anlamda etkileyecektir. Örneğin kalp ve damar hastalıkları riskini azaltıp, tip 2 diyabet ve daha iyi bir kilo kontrolü için diyet lifleri öğünlerimizde vazgeçilmezimiz olmalıdır.

Gel gelelim yeterli diyet lifi alımı gün geçtikçe daha da azalmaktadır. Nedeni ise hazır gıda tüketiminin gün be gün artış göstermesidir.

Bitkisel karbonhidrattan zengin temel besinler yani tahıllar, kuru bakliyatlar, meyveler ve sebzeler lif zengini kaynaklardır. Tohumlar ve fındıklar az miktarda da olsa lif içermektedir. Tahıl ürünleri almamız gereken günlük lif miktarının neredeyse yarısını (%43) karşılamaktadır. Soframızda yeterli miktarda tahıl ürünleri bulunmadıkça günlük lif miktarını karşılamamız mümkün değildir.

Diyet liflerin diğer faydaları ise uzun süreli tokluk hissi sağlaması, kabızlığı gidermesi ve kan şekerini dengelemesidir.

Birkaç besinin 100 gram içeriğindeki lif miktarı:

100 g Tam buğday ekmeği: 6,7 g/100 g lif içerir

100 g Çavdar ekmeği: 4,3 g/100 g lif içerir

Müsli:5,8 g/100 g lif içerir

Pirinç pilavı: 1 g/100 g lif içerir

1 porsiyon meyve: +/- 1,2-5,8 g / 100 g lif içerir

Fındık türevleri: 6,7 g / 100 g lif içerir

Dipnot: Meyve liflerin sağlığa etkileri tahıl lifleri ile kıyaslanamaz. Bu makalede günlük yaşantımızda lif alımının yani tahıl liflerinin sağlığımıza olumlu etkilerinden bahsedilmektedir.

Sağlıklı günler dileği ile…

Uzm. Dyt. Emel Yılmaz

Mail: info@emelyilmaz.com.tr

www.emelyilmaz.com.tr

Facebook

Yazının devamı...

Pinus Pinaster (Sahil çamı)

Sahil çamı (Pinus pinaster) ve oligomerik prosiyanidinler

Oligomerik prosiyanidinler bitkilerin katkı maddeleridir. Doğru kaynaktan ve iyi kalitede olursa, önemli ölçüde antioksidan ve anti enflamatuvar özellikler gösterir ve tamamlayıcı tıpta birçok rahatsızlıkların önlenmesinde kullanılabilir. Özellikle kalp ve damar hastalıkları, venöz bozuklukları, hafıza ve konsantrasyon bozuklukları, astım, cilt rahatsızlıkları, göz şikayetleri, eklem ağrıları ve anti-aging durumlarında çok yararlı olabilir.

Oligomerik prosiyanidinler üzüm, yaban mersini, kiraz ve eriklerin kabuğu ve/veya çekirdeğinde bulunur. Güzel ve enteresan bir kaynak ise Pinus pinaster yani Sahil çamı. Birçok klinik çalışmalarda etkinliği kanıtlanmıştır.

Kardiyovasküler sağlık

Omega-3-yağ asitleri, zerdeçal, yeşil çay, fermente sarımsak, ginkgo, resveratrol ve K2 vitamini gibi bitkiler veya besinler ile birlikte oligomerik prosiyanidinler kardiyovasküler sağlık için önemlidir! Oligomerik prosiyanidinlerin damarlardaki oksidatif stresi azalttıkları ve içindeki kronik düşük seviyedeki iltihaplanmayı frenlediği kanıtlanmıştır. Aynı zamanda trigliseritlerin düşmesine ve HDL-kolesterolun artmasına neden olmaktadır. Yani Sahil çamından elde edilen oligomerik prosiyanidinlerin ateroskleroz, hipertansiyon ve angor pektoris önlemesi ve desteklenmesinde birinci basamak preparatlar olarak düşünülebilir.

Venöz sorunlar

Sahil çamından elde edilen oligomerik prosiyanidinlerin, kronik venöz yetmezliği, varis ve şikâyetleri örneğin ağır ve yorgun bacaklar, ödem, kramp ve kötü iyileşen yaraların tedavisinde başarıyla kullanılmaktadır.

Daha iyi bir mikrosirkülasyon

Birçok klinik çalışmalarda Sahil çamından elde edilen oligomerik prosiyanidinler mikrosirkülasyonu gözlerde, beyinde ve cinsel organlarımızda düzelttiği görülmüştür. Bu nedenden ötürü hafıza ve konsantrasyon bozukluklarında, retinopati, menopoz şikayetleri, dismenore ve azalmış böbrek fonksiyonu gibi durumlarda değerli olabilir.

Astım şikâyetlerinin azalması

Antioksidan ve anti-enflamatuvar etkisi nedeniyle ve akciğerlerde mikrosirkülasyonu düzeltmesi sebebiyle astım hastalarında gözle görülür bir şekilde akciğer fonksiyonunu iyileştirdiği görülmüştür. Böylelikle solunum cihazlarına daha az ihtiyaç duyulabilir, geceleri daha az uyanıp daha az hekim kontrollerinize gitme ihtiyacı olabilir.

Allerjik rinitte de azalma olduğu gözlemlenmiştir.

Anti-aging etkisi

Oligomerik prosiyanidinler seçici bir şekilde kollajen ve elastine bağlanır ve onları oksidatif bozulmaya karşı korur (UV- ışını gibi). Buna ilaveten anti-enflamatuvar etkisi, daha iyi bir mikrosirkülasyon ve melanogenezi inhibe ettiğinden (engellediğinden), oligomerik prosiyanidinler ayrıca cilt yaşlanması, kırışıklık oluşumu, cildin dehidratasyonu, aşırı leke oluşumu, yaşlılık lekeleri, güneş yanığı ve kötü iyileşen yaralarda da önerilmektedir. Böylelikle cildiniz sadece iyi korunmakla kalmayıp, oligomerik prosiyanidinlerin geniş anlamda hücre koruyucu etkisi devrede olur. Yani erken yaşlılık belirtilerinde anti-aging olarak kullanılabilir.

Etkili olduğu diğer alanlar

Klinik çalışmalar sonucunda ve yukarıda belirtilen özellikleri nedeniyle, oligomerik prosiyanidinler diğer alanlarda da kullanılabilir:

-Tip 2 Diyabet hastalarında daha iyi bir glisemik kontrol için ve şekere bağlı komplikasyonları engellemede

-Eklem şikayetlerini azaltmada

-Performansı arttırmada

-Psoriasis ve atopik dermatitte

-Saç dökülmesinde

Sağlıklı günler dileği ile…

Uzm. Dyt. Emel Yılmaz

Mail: info@emelyilmaz.com.tr

www.emelyilmaz.com.tr

Facebook

Instagram

Yazının devamı...

Covid-19 sonrası beslenme

Covid-19 karantinası sonrası nasıl beslenmeliyiz?

Öncelikle sosyal mesafe kurallarına uymalıyız. Hijyen konusunda hijyen kurallarını göz ardı etmemeliyiz. Aslında bu hep dikkat edilmesi gereken bir konuyken milletçe bunun önemini yeni yeni fark ediyoruz maalesef. Tabii bilinçli bir kısım hep dikkatliydi.

Peki, beslenme ne durumda? Nelere dikkat etmeliyiz?

Önceliğimiz daima sebze ve meyve olmalı. Mümkün oldukça mevsim sebzeleri ve meyveleri tüketmeliyiz. Soğan ve sarımsak gibi doğal antibiyotikleri asla yemeklerimizden ve sofralarımızdan eksik etmemeliyiz. Domates, domates salçası ve kuru domatesler çok değerli antioksidanlar. Hatta salçalar ev yapımı olursa süper olur.

Mavi, mor ve kırmızı meyveleri yani yaban mersini, frambuaz, böğürtlen, çilek, ahududu, karpuz, kiraz ve turunçgiller kayısı, kivi, elma, portakal, mandalina, greyfurt gibi meyveler önceliğimiz olsun. Kuru yemiş tüketimi de çok önemli. Çinko açısından ve diğer mineraller açısından ölçülü ve düzenli tüketim fayda sağlar.

Bir diğer önemli husus ise sıvı tüketimi. Özellikle su tüketmeniz vücudunuzdaki mikropları atmanızı sağlayacak. Yeşil çay veya siyah çay bağışıklık sisteminizi güçlendirecek. Yalnız çay tüketimi arttıkça su tüketimi de artmalı, unutmayalım.

Protein kaynaklarından hayvansal proteinin yanı sıra bitkisel protein kaynakları bizim için çok değerli. Özellikle kuru bakliyatlar olmazsa olmazlarımız. Magnezyum, çinko ve selenyum açısından zengin olan bu besinleri sofralarımızdan eksik etmeyelim.

Tabii fiziksel aktiviteyi de göz ardı etmemek gerek. Neden mi? Sadece bedenimizi değil, ruhumuzu da güçlendirmek ve dinginlik sağlamak için hareket önemli.

Karantina döneminde bazılarımız çok kilo aldı. Bunları verebilmeniz için çok sıkı diyetler uygulamanıza gerek yok. Sadece gereksiz besinleri keserek, daha sağlıklı seçimler yaparak ve porsiyon miktarlarını küçülterek doğru beslenebilirsiniz.

Mutfağımızda mutlaka olması gerekenler neler?

Propolis, zerdeçal, zencefil ve çörekotu olmazsa olmazlarımız. Yapılan çalışmalarda düzenli tüketimde bağışıklık sistemini güçlendirici etkileri olduğu ve bizi hastalıklardan uzak tutmaya yardımcı oldukları görülmüştür.

Çörekotu tohumunun yağı, antimikrobiyaldir. Mikropları öldürür ve güçlü bir antioksidan olması sebebiyle bağışıklık sistemini kuvvetlendirir.

Zencefil, antimikrobiyal ve antiflojistik (inflamasyon önleyici) etkisi nedeniyle bu dönemde sıklıkla kullanabileceğiniz bir bitkidir. Yemeklerinizde, salatalarınızda ve çay şeklinde rahatlıkla tüketebilirsiniz.

Mutfağımızda mutlaka yer alması ve düzenli tüketilmesi gereken baharatlardan bir diğeri ise zerdeçal. Zerdeçal antiviral, antibakteriyel, antiflojistik ve antimutajendir. Hücrelerin mutasyona uğramasını engeller.

Propolis, bal, arı sütü ve polen yine en az zencefil ve zerdeçal kadar değerlidir. Antimikrobiyal olan polen aynı zamanda besleyici özelliğe sahiptir. Üstüne antiviral özelliği eklenince bal virüslere karşı savaşır ve bağışıklık sistemimizi güçlendirir. Propolis antibakteriyel, antiviral olmakla birlikte mantarlara karşı da savaşır. Arı sütü ise yukarıdaki özelliklerle birlikte bağışıklığı güçlendirir ve antibiyotik etkisi gösterir.

Sağlıklı günler dileğiyle...

 

Yazının devamı...

Sporcularda Coenzym Q10

Sporcularda Coenzym Q10 kullanımı

Genç yaşta sporcu ölümleri oldukça sık duyulur oldu. Yoğun ve ağır fiziksel aktivitelerde örneğin bisiklet veya triatlon gibi, kalbe ve diğer kas gruplarına uzun süre yükleniliyor. Bazen sporcularda performans ve aşırı antrenman arasında çok ince bir çizgi vardır.

Bilimsel araştırmalarda fiziksel aktivite sağlıklı yaşamak için önerilsede, aşırı spor tam tersi bir etki yaratıp kalbe yükleniyor.

Coenzym Q10 enerji dönüşümünü desteklemekte ve antioksidan gibi görev yapmaktadır. Böylece kalp kasını ağır fiziksel aktiviteye karşı koruyabilmektedir. Coenzym Q10 birçok sporcularda dayanıklılığı arttırmak için hücresel enerji dönüşümü ile bilinmektedir.

Erkek sporcularda araştırılmış

Britanya’da, ‘Journal of Nutrition’ da yayınlanan bir çalışmada, araştırmacılar Q10 takviyelerin genç, sağlıklı ve erkek yüzücülerde, aşırı ağır antrenmanlardan kaynaklı, kalp kasındaki olumsuz etkileri engellediğini kanıtlamışlar. Bu tarz bir doku hasarı oksidatif stresten kaynaklanmaktadır.

Araştırmacılar katılanların coenzym Q10 takviyeleri alan ve almayanların, kalp hasarı ve oksidatif stres belirteçlerine bakmışlar. Her sporcu günde 2 kez, farklı antrenmanlarda hız ve dayanıklılık gerektiren yüzme programını uygulamış.

Antrenmanlar öncesi ve sonrasında kan örnekleri alınmış. Oksidatif stres ve kalp doku hasarı belirteçlere bakılmış. Coenzym Q10 alan sporcularda oksidatif stres veya doku hasarı bulunmamış.

Coenzym Q10 kullanan kişilerin creatine serum kinaz-MB, kardiyal Troponin I, myoglobin, LD ve lipid peroksidasyon değerleri antrenman öncesi ve sonrası gözle görülür bir şekilde değişkenlik göstermezken, Coenzym Q10 takviyesi almayanlarda ise bu değerlerde antrenman sonrası artış görülmüş.

Sonuç olarak Coenzym Q10 takviyesinin yoğun antrenmanların zararlı sonuçları için koruyucu bir etkisi mevcuttur.

Sağlıklı günler dileği ile…

Uzm. Dyt. Emel Yılmaz

Mail: emeldiy@yahoo.com

www.emelyilmaz.com.tr

Facebook

Yazının devamı...

Strese karşı doğal kaynaklar: Enerjimizi nasıl yüksek tutabiliriz?

Hepimizin geçtiği bu zorlu ve belirsiz süreçte, evde karantinada olmak bizi strese sokabilir. Enerjimizi yüksek tutmalı ve evde verimli olmak için neler yapmalıyız? Evde olmadığımız günlerde bile yani yoğun çalışma temposu, aile hayatı, metropolde yaşamak, sınavlar, müsabakalar vs. hepsi için gerekli enerjiyi nasıl toplayabiliriz?

Yaşam tarzı

Öncelikle yaşam tarzımızı gözden geçirebiliriz. Neler önceliğimiz, dinlenmek için yeteri kadar kendimize zaman ayırabiliyor muyuz, sigara kullanıyor muyuz, alkol tüketimi ne boyutta gibi durumları değiştirmeliyiz. Beslenmede ise önceliğimiz meyve, sebze, rafine edilmemiş besinler, mümkünse mevsimsel sebze ve meyveler, sağlıklı pişirme teknikleri, yeterli oranda hayvansal ve bitkisel proteinler ve dengeli yağ kullanımı olmalıdır. Kesinlikle kullanılmaması gerekenler ise şeker ve türevleri, rafine gıdalardır (örneğin beyaz un, beyaz undan elde edilen hamurlu mamuller, beyaz makarna, pirinç pilavı). Rafine besinler yüksek glisemik indekslerinden dolayı stres seviyesini yükseltir. 

Adaptojen bitkiler

Adaptojen bitki nedir? Adaptojen bitkiler kimyasal, fiziksel ve biyolojik stres faktörlerine karşı direnci yükselten (normal biyolojik parametreleri bozmadan) bitkilerdir. Adaptojen bitkiler stres dayanıklılığını gözle görülür bir şekilde arttırırlar. 

Ashwagandha ve Rhodiola

Özellikle tavsiye edilen adaptojen bitkiler Ashwagandha veya Hint ginsengi veya Kış kirazı olarak bilinen (Withania somnifera) ve Rhodiola yani Altın kök’dür (Rhodiola rosea). Sinirlilik, hassasiyet, korku ve uyku bozukluklarında kullanılabileceği gibi aynı zamanda halsizlik ve performans düşüklüklerinde etkili bitkilerdir. Peru kökenli Ginseng (Lepidium peruvianum) veya Maca bitkisi düşük libido ve düşük doğurganlık durumlarında etkilidir. Yorgunluk, halsizlik, ilgisizlik, yaşlılık zayıflığı ve düşük libido durumlarında ginseng (Panax ginseng) ve Sibirya ginsengi (Eleutherococcus senticosus) önerilmektedir.

Magnezyum; anti stres minerali

Magnezyum akut stres altındaki duygularımızı azaltır. Bunu noradrenalin için ?-1 ve ?-2 reseptörleri frenleyerek ve Mg/Ca oranını yükselterek yapar. Bunun sonucunda aşırı uyarılmış sempatik adrenal bez stresin etkisi altında daha az katekolamin salgılar. Sonuç olarak magnezyum dinlendirici etkiye sahiptir. 

Daha iyi mitokrondiyal fonksiyon

Anti stres minerali magnezyum yorgunluğu ve halsizliği azaltabilir. Magnezyumun sakinleştirici etkisi vücudumuzu stresli durumlarda daha az enerji yakmasını sağlamaktadır. Magnezyum, etkili mitokondriyal anaerobik solunum ve böylece kısa, yoğun çabalar sırasında enerji üretimi için çok önemlidir. Aerobik enerji üretimi de sitrik asit döngüsü ile aktif mitokondrilerin daha iyi enerji üretimi ile arttırılmasıyla teşvik edilmektedir. 

B vitamini kompleksi

B vitamini kompleksi magnezyum ile sinerji içerisindedir. Neredeyse tüm B vitaminleri, özellikle B6 vitamini, direkt veya indirekt nörotransmitterlerin yapımında rol oynarlar ve böylece sakin, pozitif bir duruş, keyif alma, atik ve öğrenme süreçlerinde katkıda bulunurlar. Enerji bakımından da B vitaminleri çok önemlidir. Özellikle B1, B2, B3 ve B7 vitaminleri mitokondride karbonhidrat ve yağlardan, enerji taşıyıcı ATP üretimi için gereklidir. Diğer yandan pantotenik asit yağların yakılması için vazgeçilmezdir. 

Süperoxitdismutaz

Günlük hayatımızda metabolizmamıza çevre faktörleri, işlenmiş besinler ve zararlı serbest radikaller saldırmaktadır. Bunun fazlası sinir sistemimizde sinirlilik, korku ve uyku sorunları yaratmaktadır. Burada bize yardımcı olacak süperoxitdismutaz, süperoxit aniyonu nötralize etmektedir. Süperoxitdismutaz enterik kaplı olmalıdır (bağırsaklarda sindirilmemelidir). Böylelikle antioksidan görevini yerine getirebilir ve aynı zamanda diğer primer antioksidanları, glutathionperoxidaz ve katalazın yapımını destekleyebilir. Yapılan çalışmalarda süperoxitdismutazın bu formu rahatlamamızı, uyku kalitemizi düzeltmemizi, zihnimizi güçlendirmemizde ve fiziksel olduğu gibi mental yorgunluğumuzu da düzeltmektedir.

Sinerjinin gücü

Magnezyum, B vitaminlerin bioaktif formları ve iyi seçilmiş adaptojen bitki (Ashwagandha gibi) batılı bir yaşam tarzında genelde rahatlatır, daha fazla enerjik hissetmeye ve daha iyi bir performans sergilemeye yardımcı olur.

Sağlıklı günler dileği ile…

Uzm. Dyt. Emel Yılmaz 

Mail: emeldiy@yahoo.com

www.emelyilmaz.com.tr 

Facebook

Instagram

Linkedln

Yazının devamı...

Strese karşı doğal kaynaklar

Strese karşı doğal kaynaklar; Enerjimizi nasıl yüksek tutabiliriz?

Hepimizin geçtiği bu zorlu ve belirsiz süreçte, evde karantinada olmak bizi strese sokabilir. Enerjimizi yüksek tutmalı ve evde verimli olmak için neler yapmalıyız? Evde olmadığımız günlerde bile yani yoğun çalışma temposu, aile hayatı, metropolde yaşamak, sınavlar, müsabakalar vs. hepsi için gerekli enerjiyi nasıl toplayabiliriz?

Yaşam tarzı

Öncelikle yaşam tarzımızı gözden geçirebiliriz. Neler önceliğimiz, dinlenmek için yeteri kadar kendimize zaman ayırabiliyor muyuz, sigara kullanıyor muyuz, alkol tüketimi ne boyutta gibi durumları değiştirmeliyiz. Beslenmede ise önceliğimiz meyve, sebze, rafine edilmemiş besinler, mümkünse mevsimsel sebze ve meyveler, sağlıklı pişirme teknikleri, yeterli oranda hayvansal ve bitkisel proteinler ve dengeli yağ kullanımı olmalıdır. Kesinlikle kullanılmaması gerekenler ise şeker ve türevleri, rafine gıdalardır (örneğin beyaz un, beyaz undan elde edilen hamurlu mamuller, beyaz makarna, pirinç pilavı). Rafine besinler yüksek glisemik indekslerinden dolayı stres seviyesini yükseltir.

Adaptojen bitkiler

Adaptojen bitki nedir? Adaptojen bitkiler kimyasal, fiziksel ve biyolojik stres faktörlerine karşı direnci yükselten (normal biyolojik parametreleri bozmadan) bitkilerdir. Adaptojen bitkiler stres dayanıklılığını gözle görülür bir şekilde arttırırlar.

Ashwagandha ve Rhodiola

Özellikle tavsiye edilen adaptojen bitkiler Ashwagandha veya Hint ginsengi veya Kış kirazı olarak bilinen (Withania somnifera) ve Rhodiola yani Altın kök’dür (Rhodiola rosea). Sinirlilik, hassasiyet, korku ve uyku bozukluklarında kullanılabileceği gibi aynı zamanda halsizlik ve performans düşüklüklerinde etkili bitkilerdir. Peru kökenli Ginseng (Lepidium peruvianum) veya Maca bitkisi düşük libido ve düşük doğurganlık durumlarında etkilidir. Yorgunluk, halsizlik, ilgisizlik, yaşlılık zayıflığı ve düşük libido durumlarında ginseng (Panax ginseng) ve Sibirya ginsengi (Eleutherococcus senticosus) önerilmektedir.

Magnezyum; anti stres minerali

Magnezyum akut stres altındaki duygularımızı azaltır. Bunu noradrenalin için ?-1 ve ?-2 reseptörleri frenleyerek ve Mg/Ca oranını yükselterek yapar. Bunun sonucunda aşırı uyarılmış sempatik adrenal bez stresin etkisi altında daha az katekolamin salgılar. Sonuç olarak magnezyum dinlendirici etkiye sahiptir.

Daha iyi mitokrondiyal fonksiyon

Anti stres minerali magnezyum yorgunluğu ve halsizliği azaltabilir. Magnezyumun sakinleştirici etkisi vücudumuzu stresli durumlarda daha az enerji yakmasını sağlamaktadır. Magnezyum, etkili mitokondriyal anaerobik solunum ve böylece kısa, yoğun çabalar sırasında enerji üretimi için çok önemlidir. Aerobik enerji üretimi de sitrik asit döngüsü ile aktif mitokondrilerin daha iyi enerji üretimi ile arttırılmasıyla teşvik edilmektedir.

B vitamini kompleksi

B vitamini kompleksi magnezyum ile sinerji içerisindedir. Neredeyse tüm B vitaminleri, özellikle B6 vitamini, direkt veya indirekt nörotransmitterlerin yapımında rol oynarlar ve böylece sakin, pozitif bir duruş, keyif alma, atik ve öğrenme süreçlerinde katkıda bulunurlar. Enerji bakımından da B vitaminleri çok önemlidir. Özellikle B1, B2, B3 ve B7 vitaminleri mitokondride karbonhidrat ve yağlardan, enerji taşıyıcı ATP üretimi için gereklidir. Diğer yandan pantotenik asit yağların yakılması için vazgeçilmezdir.

Süperoxitdismutaz

Günlük hayatımızda metabolizmamıza çevre faktörleri, işlenmiş besinler ve zararlı serbest radikaller saldırmaktadır. Bunun fazlası sinir sistemimizde sinirlilik, korku ve uyku sorunları yaratmaktadır. Burada bize yardımcı olacak süperoxitdismutaz, süperoxit aniyonu nötralize etmektedir. Süperoxitdismutaz enterik kaplı olmalıdır (bağırsaklarda sindirilmemelidir). Böylelikle antioksidan görevini yerine getirebilir ve aynı zamanda diğer primer antioksidanları, glutathionperoxidaz ve katalazın yapımını destekleyebilir. Yapılan çalışmalarda süperoxitdismutazın bu formu rahatlamamızı, uyku kalitemizi düzeltmemizi, zihnimizi güçlendirmemizde ve fiziksel olduğu gibi mental yorgunluğumuzu da düzeltmektedir.

Sinerjinin gücü

Magnezyum, B vitaminlerin bioaktif formları ve iyi seçilmiş adaptojen bitki (Ashwagandha gibi) batılı bir yaşam tarzında genelde rahatlatır, daha fazla enerjik hissetmeye ve daha iyi bir performans sergilemeye yardımcı olur.

Sağlıklı günler dileği ile…

Uzm. Dyt. Emel Yılmaz

Mail: emeldiy@yahoo.com

www.emelyilmaz.com.tr

Facebook

Yazının devamı...

Vajinal flora dengesizliği

Bulaşıcı vajinitin ana nedeni; Vajinal flora dengesizliği

Probiyotik kullanımı etkili midir?

Vajinal flora, bir yandan laktobasiller ile diğer yandan potansiyel patojenler arasında karmaşık bir dinamik dengeden oluşur. Ne zamanki bu denge bozulur, laktobasil miktarı genelde düşer, asit derecesi azalır ve belirli mikrop sayısı başa geçer. Ne zaman Candida türleri ortamı ele geçirir, o zaman Vulvovajinal Kandidiyazis’ den bahsedebiliriz. Yüksek vajinal ph seviyesi ile anaerob bakteriler baskın gelirlerse, bu durumda Bakteriyel vajinozis’den bahsedilir.

Peki, ne zaman buradaki denge bozulabilir? Bağışıklık sistemi düşer ise, fazla sabun kullanımı olursa, antibiyotik gibi ilaç kullanımlarında vs. denge bozulabilir.

Bakteriyel vajinozis genelde üreme yaşlarında çok sık karşılaştığımız bir genital sorundur. Sorun ele alınmadığında, aylar veya yıllar sürebilir ve kronik bir hal alabilir. Bazı ekstrem durumlarda Candida hayatı tehdit edebilir. Candida kana karışabilir ve ‘sistemik kandidiyazis’e neden olabilir. Bu şekildeki Candida enfeksiyonu, sadece bağışıklık sistemi düşük ağır hastalarda görülür. Örneğin; organ transplantasyonu geçirenler, kanser hastaları veya Aids hastaları.

Mevcut tedavi yöntemleri

Çoğunlukla lokal veya sistematik antimycotic (antifungal ajan) ile tedavi edilir. Oral tedavi hekim kontrollünde kullanılabilir ve takip edilir.

Kandidiyaz, Candida cinsi mayaların neden olduğu bir mantar enfeksiyonudur. İnsanda enfeksiyona neden olabilecek yirmiden fazla Candida cinsi mayalar vardır. Bunlardan en fazla görülen is Candida albicans. Candida mayaları normalde insan derisinde ve mukoza zarlarında enfeksiyona sebebiyet vermeden yaşarlar. Bu mikro organizmaların aşırı büyümesi (maya cildin daha derinine veya mukoza zarlarına yerleşmesi sonucunda) kandidiyaza neden olabilir. Kandidiyaz ciltte, vajinada veya ağızda meydana gelebilir. Oral mukozada meydana gelen enfeksiyonda, pamukçuk gelişir ve yanaklarda, dilde ve damakta ağrılı beyaz lekeler oluşur. Vajinal enfeksiyonlarda (vulvovajinal kandidiyaz) vajinanın mukoza zarı ve vajina çevresindeki cilt tahriş olabilir ve bu sebeple vajinal akıntı artışı yaşanabilir. Akıntı genelde top şeklinde ve beyaz olmakla birlikte kokusuz olur. Bununla birlikte aşırı kaşıntı ve yanma hissi olabilir. Enfeksiyondan kaynaklı olarak cinsel ilişki acılı olabilir. Ciltte oluşan enfeksiyonlar özellikle vücudun sıcak ve nemli yerlerinde oluşur örneğin aşırı kilolu insanların deri kıvrımlarında ve bebeklerin kasıklarında (bebek bezi döküntüsü). Deri kırmızı ve nemli olur. Küçük ve sıvı ile dolu baloncuklar oluşur. Candida’nın semptomları rafine besinler tüketerek artar. Örneğin; rafine karbonhidratlar, maya, küflü peynirler, mantar, birçok meyve çeşitleri, tüm lahana çeşitleri, tatlı sebzeler ve alkol. Hava durumu da Candida oluşumu için bir etken olabilir. Örneğin; sıcak, nemli ve bunaltıcı havalar.

Probiyotik kullanımı

Yapılan çalışmalarda probiyotik kullanımı, özellikle laktobasiller, Candida enfeksiyon oluşumunu vajina ve vulvada yavaşlatabileceği görülmüştür. Aynı etki ağızda, yemek borusu ve bağırsakta da tespit edilmiştir. Aynı zamanda bakteriyel vajinozisde probiyotik kullanımı etkili olduğu kanısına varılmıştır.

Sağlıklı bir vajinal ortam patojenik mikroplara karşı doğal bir bariyer oluşturur. Yapılan çalışmadan sağlıklı bir vajinal floranın Lactobacillus (L.) crispatus, L. iners ve L. jensenii’ den oluştuğu anlaşılmaktadır. Bu bakterilerin olumlu bir etkisi mevcuttur; diğer mikro organizmaların büyümesini, yapışmasını ve dağılımını önüne geçmektedirler. Lactobacillus türü içeren probiyotikler kadınları urogenital enfeksiyonlara karşı korumaktadır.

Bir araştırmada vajinal Lactobacil kullanımı lokal antimycotic kullanımlara göre bağışıklık sistemini güçlendirmekle avantaj sağladığı görülmüştür. Kronik dysbacteriosisde (uzun süreli vajinal floranın dengesizliği) laktobasil kullanımı vajinayı ve vulvayı tekrarlayan mantar enfeksiyonlarına karşı koruduğu görülmüştür.

Araştırma vajinada laktobasil miktarının probiyotik kullanımı ile (oral veya vajinal kullanım) artabileceği göstermiştir. Probiyotik kullanım vajinal ph seviyesini düşürüp laktobasil miktarının artmasına neden olmaktadır.

Kısacası, çoğu araştırmacı probiyotik kullanımın vulvovajinal enfeksiyonları önlemede veya tedavide olumlu etkileri olduğunu belirtmektedirler.

Uzm. Dyt. Emel Yılmaz

Mail: emeldiy@yahoo.com

www.emelyilmaz.com.tr

Facebook

Yazının devamı...

Selenyumun yaşlılıktaki rolü

Selenyumun yaşlılıktaki rolü

Beslenme ve yaşam şekli ve bununla bağlantılı dejeneratif hastalıklar yaşlılık hızını belirleyen önemli faktörlerdir. Peki selenyum mineralinin buradaki önemi nedir?

Yaşlılık, ömrümüz boyunca hasarlı hücrelerin ve dokuların ‘strese’ karşı bir tepki birikimidir. Bu tarz bir hasar, fonksiyon kaybı oluşturduğu gibi hastalıklara karşı daha açık bir hale gelmemiz anlamına gelir. Bu yüzden beslenme ve yaşam şekli burada önemli bir rol oynar.

Hepimizin bildiği üzere bağışıklık sistemi yıllar içinde gelişir. Hücre onarım kapasitesi oksidatif hasarda ve DNA hasarında belirli bir süre sonra azalır. Yaş ile birlikte vücudun fonksiyonları azalırken sağlıksız beslenme, çevre faktörleri ve stresten dolayı daha da hızlanır. Vücudumuzu desteklemek için en çok ihtiyacımız olan mikro-besinler A, C, D, E, B2, B6, B12 ve folik asit vitaminleridir. Aynı zamanda demir ve çinko mineralleri ve selenyum da çok önemli bir rol oynamaktadır.

Selenyum temel bir eser elementidir ve antioksidan enzimlerin yapımlarında yer almaktadır. Vücudun bundan çok az ihtiyacı olmasına rağmen besinlerde çok az bulunabilir. Selenyum takviyesi kardiyovasküler hastalıklarda oksidatif hasara karşı koruma sağlayabilir.

İyi bir selenyum seviyesi, hücrenin iyi bir DNA onarım kapasitesi ile ilişkilidir. Çalışmalar selenyumun tümörlere karşı koruyucu bir fonksiyonu olduğunu göstermektedir. Bunun yanında birçok çalışma selenyum mineralinin kanda ve böbreklerde toksisite, kemoterapi ve radyoterapi yan etkilerini (oral mukozal enfeksiyonu, yutma sorunları, ishal gibi) azaltabileceği görülmüştür.

Mikro-besinlerin eksikliği ve yetersiz alımları dünyanın her bir yerinde görülmektedir. Her zaman sadece beslenme yoluyla iyi bir selenyum seviyesi yakalamak mümkün olmayabilir. Kişinin sosyal, ekonomik, eğitim düzeyi, etnik ve kültürel geçmişi kişinin beslenme seçeneğini etkilemektedir ve mikro-besinler açısından kişiyi olumsuz etkileyebilir.

Selenyum takviyesi kullanımı için hekiminize başvurulması gerekmektedir. Yüksek doz kullanımı toksik etki göstermektedir.

Sağlıklı günler dileği ile…

Uzm. Dyt. Emel Yılmaz

Mail: emeldiy@yahoo.com

www.emelyilmaz.com.tr

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.