SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Diklenmeden dik durmak

100 Kadın 100 Erkek Kitabımdan Bir Hikaye;

Diklenmeden Dik Durmak

Aysun Fatih’in gönlünün kırıldığının farkında, bir an tereddüt etse de hemen vazgeçti. Şimdi taviz verip sonra kimseyi tepesine çıkartmak istemiyordu. Fatih’in kuzeni Amerika’dan geldi diye, cumartesi akşamını onlara ayırmıştı zaten ama üstüne eve davet edip, tek tatil gününü yemek yaparak geçirecek, hele bir de yatıya alıp bütün hafta sonunu heba edecek hali yoktu. Kendisine güvenip gelmemişlerdi herhalde onca yolu, gidip bir otelde kalsınlar, bana ne, diye kendini haklılığına ikna edip içini ferahlattı.

Çocukluğundaki o bitmez tükenmez ağırlamaları düşündü. Annesinin Ankara’da neredeyse her hafta sonu durmadan yatak hazırlayıp kaldırdığı, misafirlere yemek hazırlamaktan mutfaktan çıkamadığı ama yine de babasına yaranamadığı zamanları hatırladı. Babasının memleketinden doktora, hastaneye, işe gezmeye gelen kim varsa onlarda alıyordu soluğu. Zaten normal vakitte babasından izin alamayıp gezmeye çıkamayan, mecburi çarşı Pazar alışverişi dışında sokak havası alamayan annesi, böylece eve kilitlenir, işten başını kaldıramazdı. Yapsa da takdir edilse ne ala, aksine her misafir sonrası babası bir bahaneyle üzerine yürürdü. Yemeğin tuzu fazlaydı, misafire güler yüz göstermedin, çocuklar çok gürültü yaptı misafir rahatsız oldu, başımı öne eğdin diye kükrer dururdu.

Aysun babasından hep uzak durmuş hep çekinmişti. Öldüğünde hissettiği rahatlamadan utanmış, ama içinde üzüntüyü bulup çıkaramamış, yerine eksilmeyen bir öfkeyle karşılaşmıştı. Ama şimdi düşününce annesine de bir o kadar uzak hatta öfkeli hissediyordu kendisini. Bu kadar zayıf olduğu için, kendini de çocuklarını da kocasının hışmından kollayamayacak kadar ezik olduğu için, kendilerine kol kanat geremediği için kızgındı ona da. Çocuklarını bahane edip gidememesini, onlara yüklediği için kızgındı.

Aysun’sa bu mutsuz evin içinde ezildikçe güçlenmiş ama annesi gibi zayıf olmamaya şartlamıştı kendisini. Uyumlu görünmeye çalışanların aslında zayıf ve ezik insanlar olduğuna, merhamet gösterinin sonrasında merhamete muhtaç kalacağına inanmıştı bir kere. Kendisini ezdirmeyecekti, hayattaki en önemli prensibi buydu.

Asla evlenmemeye kararlıyken Fatih’le tanışınca, Fatih’in sabrı, nezaketi taşlaşmış kalbini az da olsa yumuşatmış, kendisine bir aile kurma şansı vermişti. Ama çocuk sahibi olmamaya kesinlikle kararlıydı. Bu konuda Fatih’in dil dökmesi, kendisini ikna etme çabası hiç umurunda değildi. O en başta söylemişti bir kere anne olmak istemiyorum diye. Fatih Aysun’u evliliğe razı ettiği gibi çocuğa da razı edeceğini zannediyordu ama yanılıyordu.

Aysun anne olmak istemiyordu. Çocuğu var diye kendisini bir adama mecbur bırakmak, mutsuz yaralı çocuklar yetiştirmek istemiyordu. O annesi gibi olmayacaktı. Asla ezilmeyecek hep bağımsız ve güçlü kalacaktı.

Uzman Yorumu;

Hepimiz içinde doğup büyüdüğümüz ailenin yapısında şekilleniyor, karakterimizin temelini ailemizde oluşturuyoruz. Aysun anne ve babasının ilişkisinden ilk izlenimleriyle, karakterinde artık kemikleştirdiği bir sertlik oluşturmuş. Kendisini ezdirmemeye kararlı. Ne güzel. Her birey için ve özellikle bizim erkek egemen toplumumuzda bir kadının kendisini ezdirmemesi, ayakları üzerinde durabilen, hayır demeyi bilen bir birey olması çok önemli. Ancak ezilmemek adına ezmek de bir o kadar yanlış. Aysun yel değirmenlerine karşı savaşır gibi, birikimli ve öfkeli. Karşısında onu ezmeye çalışan kimse yokken, ezilmemek adına ezen taraf olduğunun farkında değil. Çocukluk travmalarından arınmadığı için, içinde birikmiş öfkeyi hak etmediği halde Fatih’e yönelttiğini anlayamıyor ve muhtemelen Fatih’i çok kırıyor. Aysun’un bu tavırları ne yazık ki ilişkisinde çok fazla yıpranmaya yol açacaktır.

İlişki fedakarlık gerektirir ama fedakarlık kadar doğru sınırlar çizmeyi de gerektirir. Kendi sınırımızı çizerken, eşimizin sınırlarına da saygı göstermeyi, onun mutluluğunu da önemsemeyi gerektirir. Evet, bir kadının hayatta dik durması gerekir. Ama diklenmeden dik durmak da bir meziyettir.

Yeşim Varol

100 Kadın 100 Erkek

Yazının devamı...

Özge Uzun ile İlişkiler Üzerine

Yeşim; Özge. Ben senin aklını, kalbini biliyorum ama insanlar çoklukla seni ekranlardaki güzel yüzün ve muhteşem ses tonunla tanıyorlar. Sen hep ciddi programlarla çıktın ekran önüne. Ama ben biliyorum ki bu uzun boylu, ciddi görünüşlü kadının içinde küçücük bir kız çocuğu, sıcacık bir kalp ve acayip eğlenceli bir kadın var. Hadi gel bu ciddi kadını bir kenara bırakalım ve şu eğlenceli kadınla erkekleri çekiştirelim bu defa. Ne dersin?

Özge; Şahane olur.

Yeşim; Sence bu erkekler neden bizi anlamıyorlar? Ya da genelleme yapmalı mıyız bu konuda?

Özge; Yaradılışlarında yok bence. Ama bir taraftan da böyle davranmak işlerine geliyor. Oh ne rahat, sıfır sorumluluk! Ha haklarını yememek gerek bazılarının. Kendini kadınları anlamaya adamış erkekler de var bu hayatta. Ama sayıları kısıtlı. Aslında biraz zorlasalar, iki taraf da çok mutlu olacak. Anlamanın yanı sıra aslında bazı özelliklerimiz bizi anlaşılmaz kılıyor erkekler tarafından. Özellikle, cesaret konusu.

Bir kadının bir ilişkideki cesaretine sahip hiç bir erkek tanımadım ben.

Yeşim; Aslında genelleme yapmak çok doğru değil. Her şeyden önce cinsiyet değil de “empati” seviyesiyle ilgili birini anlamak. Ama kadın ve erkek o kadar farklı ki birbirinden. Beyin yapımız, yaşama bakışımız, yetiştirilme tarzlarımız apayrı….kadınlar annelik içgüdüleri sayesinde daha empatik. Ama cesaret konusunda sana çok çok katılıyorum. Konu ilişkiyi inşa etmek ve korumak olduğunda kadınlar çok cesaretli.

Peki biz onları anlıyor muyuz dersin?

Özge; Tabi ki anlıyoruz. Yoksa bu kadar kızabilir miyiz onlara :)

Şaka bir yana, nasıl olsa bu adam beni anlamıyor deyip, her şeyi tek başımıza halletmeye çalışıyoruz. Sonra adam “beni yok sayıyorsun bu ilişkide” diyor. Gururu ve egosu zedeleniyor. Sonra biz yine kızıyoruz. Bu kısır döngü sürüp gidiyor.

Yeşim; Ama kadın dergilerindeki makaleleri, “erkeğinizi tanımanın 10 yolu” başlıklı yazıları ezberleyip de tüm erkeklerin aynı olduğunu düşünmek de büyük yanılgı olur elbette.

Bir ilişkide sen bir erkeğin en çok neyine gıcık olursun?

Özge; Korkaklığına. O koca gövdelerinin içinde ürkek bir kalp taşıyor çoğu. Özellikle bir ilişkinin gelişme bölümünde bu ortaya çıkıyor. O en baştaki, bir anda başını döndüren adamın temkin dolu adımlarına şahit oluyoruz. Tamam, temkin iyidir, bazen. Ama bir gün önce seni havalara uçuran adamın sadece 24 saat sonra sanki hiçbirini yapmamış gibi davranmaya başlaması, en en gıcık olduğum durum.

Yeşim; Çünkü ağzımızdan çıkan kelimelerin bir sorumluluğu olmalı. Öylesine söylenmiş bir cümle, bir başkası için umut olduğuna, tutulmamış sözler de yıkıcı olabiliyor.

Özge; Kesinlikle!

Yeşim; Herkesin sevgiyi gösterme şekli farklı. Kimi söyleyerek, kimi dokunarak gösterir sevgisini. Kimi dile getiremez de karşısındakinin hayatını kolaylaştırır ya da jestler yapar. En sevdiği yemeği pişirir veya sürprizler yapar. Hiç seni çok heyecanlandıran bir sürpriz yapıldı mı?

Özge; Birkaç tanesi geliyor aklıma. Ama burada anlatabilir miyim bilemedim :)))))

Yeşim; Hahhhahhaha:) Peki pas diyelim. Sen sevgini nasıl hissettirirsin?

Özge; Ya Yeşim, ben çok severim ya! Bu da benim arızam belki. Ben çok güzel severim. Sözle, dokunarak, bakışla. Asla esirgemem o sevgiyi. İyi mi oluyor dersen, yok olmuyor. :))) ama büyüdükçe ve o aşk denen gökdelenden bir iki kere fena halde itildiğimden ve düşüp yaralandığımdan olsa gerek, bayağı kabuk bağladı kalbim. Bir yere kadar yumuşuyor artık. Bir daha eskisi gibi fütursuzca sevebileceğimi sanmıyorum.

Yeşim; Ahhh Özge. O yaraları temizleyip iyileştirmedikçe, o kabuklar dökülmüyor. İçindeki zehri akıtmadan, yeni duygulara yer açılmıyor.

Sen arkadaşlarınla birlikte olduğunda ilişkinden dert yanan mısın, arkadaşlarını dinleyen mi diye sorayım o zaman?

Özge; Sence? :) Sanırım eşit mi acaba? Sana soralım..

Yeşim; Biz birlikteyken saatler nasıl geçiyor anlamadığımız için, hangimiz daha çok konuşuyor bilemedim şimdi:))

Sana göre bir ilişkinin olmazsa olmazı nedir? Ne olmazsa o ilişkide kalamam dersin?

Özge; Güven, güven, güven… Bu konunun uzmanı sensin ama, şu üçü olmazsa olmaz bir ilişkide, kalbin sevmesi, beynin sevmesi ve bedenin sevmesi… Bunlardan biri eksik olduğunda ve azaldığında mutsuzluk baş gösteriyor.

Yeşim; Zaten beyninin yani mantığının onaylamadığı, senin tabirinle sevmediği bir ilişki, sağlıklı bir sevgi de olamaz haliyle. O zaman ihtiyaç halini veya bağımlılık halini düşünmek gerek. Güven zaten olmazsa olmaz. Ama sadece sadakat değil, varlığına güvenmek….. Desteğine güvenmek…. Özüne, sözüne güvenmek….

Geçmişe baktığında “ay ben de ne kadar çok büyütmüşüm, ne saçma davranmışım” dediğin bir ilişki hatıran var mı?

Özge; Çoooooooooook :))))

Yeşim; Ama insan o halin içindeyken, ne doğru, ne kadar haklı zannediyor değil mi kendini,:))

Sence insan büyüdükçe ilişkilere dair ne öğreniyor?

Özge; Acısa da öldürmez :))

Yeşim; Ne güzel söyledin! Acısa da öldürmez.

Aynı adamla iki kere evlenmek nasıl bir duygu?

Özge; Ya inanır mısın? Sanki iki kere evlenmiş gibi hissetmiyorum. Boşanmamış gibi. Kısa bir mola verdik, o sanki bir seyahate gitti. Döndü, devam ediyoruz kaldığımız yerden.

Yeşim; Şimdi 40’ında bir kadın olarak bir ilişkiden ne bekliyorsun.

Özge: Huzur, daha çok güven, bolca eğlence, ilişki oyunlarına gerek duymadan anlaşılmak ve rahatlık.

Yeşim; Peki; şimdi bu yaştaki Özge, 20 yaşındaki Özge’yi karşısına alsa, ne tavsiye ederdi?

Özge; Yaşamaktan korkma, her anının tadını çıkar. Çok hata yapacaksın, korkma. Onlar seni daha daiyi bir kadın yapacak. Dersini al devam et. Ve unutma hiç bitmeyecek sanıyorsun ama bitecek, geçecek. Ve bu hayatta en çok sevmen gereken kişi kendinsin. En önemli sensin.

Yeşim; Ah Özge:) Ne güzel söylüyorsun da. En iyisi ben sana sık sık hatırlatayım bu cümleleri:)

Teşekkürler tatlım. İyi ki varsın

Yazının devamı...

Boşandıktan sonra hayat var mı?

İngilizce’deki “house” ve “home” kavramları, bizdeki “ev” ve “yuva” kavramlarına karşılık gelir. Ama farklı şeyler hissettirir.

“Home” sıcak gelir kulağa. Sevgi doludur. İnsana aidiyet duygusu verir. İçinde neşeli çocukların oynadığı, mutfaktan elmalı kurabiye kokusunun yükseldiği, bazılarında kapıdan girdiğinizde çocuklardan önce evin köpeğinin suratında kocaman bir gülümsemeyle, dili dışarıda üzerinize tırmandığı ve eşlerin hep birbirine sıcacık bir gülümsemeyle baktığı bir yerdir orası. Çocukların eşeysiz ürediği, kadın ve erkeğin pazar pikniği için heyecanlandığı, kareli masa örtüleri ve çiçek desenli çarşafların olduğu bir yuva. En azından seyrettiğimiz Amerikan dizilerinde böyleydi ve içimizde böyle sıcacık bir iz bıraktı “home sweet home” kalıbı.

Ama bizim “yuva” dediğimiz yer her zaman sıcacık ve böyle “sweet” değildir. Bakınız Yeşilçam filmlerine, Kadın çocuklara bakar, yemek yapar evi temizler. Adam filmin ilk yarım saatinde, henüz çocukların ortaya çıkmadığı karelerde, elinde evrak çantasıyla koşarak eve gelip, son derece namuslu karısının alnından, namuslu bir şekilde öperken ilerleyen sahnelerde alacakaranlık kuşağında evine dönüyor ve kadın gözü yaşlı camda bekliyor olabilir mesela. Ya da adam başka yerinden öpmeye utandığı namuslu karısını, son derece iffetsizlikle suçlayabilir filmin orta bir yerinde. Veya adam eve zil zurna sarhoş, gömleğinin yakasında başka bir kadının ruj izleriyle gelip, kendisine tek bir soru soran karısının üzerine evrak çantasını fırlatabilir. Kadın şanslıysa adam onu dövmüyordur. Şansızsa da yapacak bir şey yok. Yuva bu! Yıkılmaz. Hele yuva yıkanın hiç yuvası olmaz!

Bizdeki “yuva” kavramı böyle bir şeydir işte…. Aidiyet duygusundan, sıcaklıktan, tatlılıktan ve hatta can güvenliğinden uzak bile olsa, yıkılmaz. Bu kadar sağlam ve bu denli istikrarlıdır evlilikler, yuvalar bizde!

Ama hayat bir Yeşilçam filmi veya Hollywood stüdyolarında çekilen bir dizi değil elbette…

Yuva, “yuva” olmadığı zaman yıkılır. Evlilikler biter. Üstelik her evliliğin “mutlu son” olmaması gibi, her ayrılık da “mutsuz bir başlangıç” değildir. Ayrılıktan sonra da, boşandıktan sonra da yaşam devam eder. Yine çiçekler açar, uzaklarda bir yerlerde filler tepişir, gökte yıldızlar kayar….

Evet ama, bir evlilik ne zaman bitmeli? Nasıl bitmeli? Çocuklar kimde, elektrik süpürgesi hangimizde kalmalı? Bu dönemde kaybedilen arkadaşların yerine drama dizileri mi konmalı? Peki, kadehlerin boşanmanın şerefine kalkması ayıp mı? Sahi evlilikler kutlanırken, boşanmalar niye kutlanmıyor? Boşanma da, gelecek mutlu olsun diye atılan bir adım değil mi aslında?

En azından bazılarında…

Ama tabi gel de bunu anana, babana anlat. Senin bezli halini bilen komşu Hanife Teyze’ye, annenden, babandan önce seni uyarmayı kendine görev ve ailene borç edinmiş Muhittin Amca’na, hatta kendisini Hulusi Kentmen zanneden babacan patronuna anlat. Ne var şimdi boşanacak? Elektrik alamıyorum, sevgi bitti de neymiş? Bu devirde elektrik mi kesilirmiş? Sevgi erzak dolabında bal kavanozu muymuş da fazla yemişsin tükenmiş, yediğin de gitmiş basenlerine yapışmış? Aldatmış mı? Dövmüş mü, sövmüş mü? Bu ağır suçların olmadığı durumlarda en fazla idari cezayla evlilik sürdürülmeli, yok eğer ağır ceza gerektiren bir durum varsa da sabır gösterip sineye çekilip bol dua edilmeli. Suçlu tarafın aklı başına gelince her şey unutulup eski güzel günlere dönülmeli. Yeter ki yuva yıkılmasın.

Yuva mı? Yuvanın sıcak ve nemli olması gerekmiyor muydu?

Üstelik burada kendi içinde çelişkili bir durum yok mu Allah aşkına? Evlenirken sevgi yani duygu kabul ediliyor ve hatta duygudan başka, mesela adam zengin bana iyi bakar veya kadın güzel, koluma ve yeni aldığım havalı saate de yakışır gibi bir sebep olsa ayıplanıyor da, duyguyla başlayan ilişkinin bitiminde duygunun bitmesi neden yeterli sebep olmuyor? İlla eve haciz gelecek, patlak bir dudak, rujlu bir gömlek vs olacak. Zaten onda da gömleği çamaşır suyuna bas geçer demeyecek misiniz?

Hayat, çelişkilerle dolu ve her şey zıt kavramıyla anlamlı. Ayrılıkla ilgili - ihtimalin de ya da korkudan fark etmez- düşüncenin olmadığı bir evlilik ne kadar özensiz ve tatsız olacaksa, bazen boşanmak da – laikiyle yapıldığında- doğru ve iyiliğe bir karar olabilir. Her yuva yuva değildir ve iki kişilik mutsuzluktansa, yalnız mutluluk yeğdir.

Hızımı alamadım, bir tane daha ekliyeyim; Mutsuz evliliği sürdürmek değil, gerektiğinde doğru bir şekilde “hoşça kal “demektir başarı.

Üstelik göz doktorları da gözlük kullanabilir:)

Sevgiyle

Yeşim Varol

Yazının devamı...

Kalplerde iz bırak

Bir çoğumuz etrafımızda maddi ya da manevi yardıma ihtiyacı olanlar için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bazılarımız da bir şeyler yapmak istiyor ama zaman veya ekonomik kısıtlar nedeniyle nereden başlayacağımızı bilemiyoruz. Bazen de kime güveneceğimizi bilemiyor, yanlış insanlar için emek vermektense hiçbir şey yapmamayı tercih ediyoruz. Aslında hepimizin yüreği yufka, hepimiz duyarlıyız birbirimizin yaşamına.

Ama aşikar olan bir şey var ki, sadece üzülmekle , sosyal medyada iki cümle yazıp vicdanımızı rahatlatmakla hiçbir şey değişmiyor, acılar azalmıyor. Hepimiz birinin elinden tutmak ve bir şeyler yapmak zorundayız. Bir kişiye yardım etmek neyi değiştirir demeyelim. Denizyıldızı hikayesini belki çoğunuz bilirsiniz;

Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder gibi hareketler yapan birini görür.Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir
adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır:

- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?

Genç adam yanıtlar;
- Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek. Onları suya atmazsam ölecekler.

Yazar sorar;

- Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.Ne fark eder ki?


Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı daha alır, okyanusa fırlatır.

- Onun için fark etti ama...

Bu cevap bilgeyi şaşırtmış ne söyleyeceğini bilememiş. Geriye dönmüş, yazısının başına geçmek üzere kulübesine gitmiş. Gün boyunca birşeyler yazmaya çalışırken genç adamın görüntüsü gözünün önünden hiç gitmemiş. Aklından çıkarmaya çalışmış, ama bir türlü olmamış. Nihayet akşama doğru farketmiş ki, bu gencin davranışının özünü kavrayamamış. Cünkü bu gencin asıl yaptığının; evrende bir gözlemci olmayı ve olup biteni gözlemeyi değil, evrende bir oyuncu olmayı ve fark yaratmayı seçmek olduğunu sonradan anlamış ve utanmış. O gece sıkıntı içinde yatmış. Sabah olduğunda birşey yapması gerektiğini bilerek uyanmış. Yataktan kalkmış, giyinmiş, sahile inmiş ve o genci bulmuş. Ve bütün sabahı onunla okyanusa deniz yıldızı atarak geçirmiş.

İşte biz de bu denizyıldızı hikayesinden yola çıkarak dedik ki, yapabileceğimiz çok şey var. Birinin bile yüreğine, yaşamına dokunup kalbinde güzel bir iz bırakabilirsek ne mutlu bize.

Bu bağlamda geçen ay, çocuk esirgeme kurumu bünyesinde kalan, korunmaya ihtiyacı olan bir grup çocuğumuzu Kidzania’ya ya götürdük. Onlar hem eğitici hem eğlenceli bir gün geçirdiler. Biz de onlar sayesinde hem öğrendik, hem de neşelerine ortak olduk. Umarım kalplerinde güzel bir iz bırakabilmişizdir. Daha yapacak çok şey var, projelerimiz devam ediyor. Siz de bize katılmak ve kalplerde iz bırakmak isterseniz çok seviniriz. Fikirlerinizi bizimle paylaşmak ve aramıza katılmak isterseniz bizi Instagram hesabımızdan (@yesimvarolsenofficial) takip edebilir, bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Sevgiler

Yeşim Varol Şen

İlişki ve Evlilik Danışmanı

Yazının devamı...

Doğru erkekle mi evleniyorsunuz?

Bahar geliyor. Yani düğün sezonu açılıyor. Ama içinizde korkular var biliyorum. Son zamanlarda düğün haberlerinden çok boşanma haberleri alır olduk. Ne oluyor da, bir ömür geçirmek için yola çıkılan evlilikler, çok da uzun süre geçmeden bir anda sonlanıveriyor. Elbette, sonu kötü biten örneklere bakarak hayallerinizden vazgeçemezsiniz. Vazgeçmeyin de . Peki, ama “evet” demeyi düşündüğünüz erkek, sizin için doğru erkek mi nasıl anlayacaksınız?

· Öncelikle kendinizi iyi tanıyın!

Maalesef bir çok kadının zihninde her istediğini bulamayacağına dair endişeler var. Elbette kimse mükemmel değil. Her istediğinizi bulamayabilirsiniz.Hem yakışıklı, hem iyi eğitimli, hem zengin hem o, hem bu olsun…. Hayal gibi, değil mi? Ama kendiniz için öncelikli meseleleri belirlemelisiniz. Sizi çok seviyor diye, sizin için öncelikli olan özelliklerin eksikliğini görmezden gelemezsiniz. Mesela sizin için eşinizin iyi eğitimli ya da iyi bir kariyer sahibi olması yüksek öncelikliyse, sırf çok yakışıklı ya da çok ilgili diye, ileride kültür farkından rahatsız olacağınız bir evlilik yapmamalısınız. Neyin sizi mutsuz edeceğini çok iyi bilmelisiniz.

· Erkek arkadaşınızın sizden önceki hayatını ne kadar biliyorsunuz?

Elbette hepimiz yaş aldıkça olgunlaşıyoruz. Zaman içinde daha sakin, daha olgun davranmayı hayat bize öğretiyor. Gençliğinde çok çapkın olan bir erkek , sizinle tanışınca bir aile hayal eden sadık bir eş olabilir.Çok makul. Ancak geçmişinde şiddet uygulamış ya da kumar veya alkol sorunu yaşamış biri, ilerideki hayatında sorun yaşadığı dönemlerde, yeniden bu alışkanlıklarına geri dönebilir. Sevgiyle her şey düzelir demeyin, bazı bağımlılıklardan kurtulmak için tedavi şart.

· Erkek arkadaşınız için yaptığınız bir değiştirilecekler listeniz var mı?

Belki erkek arkadaşınızın daha şık giyinmesi için ufak dokunuşlar yapabilirsiniz. Ya da onu sizin hobilerinizle tanıştırıp ortak ilgi alanları yaratabilirsiniz. Ama sakın onun karakterini değiştirebileceğinizi düşünmeyin. Çalışkan olmayan birini hırslı, ev işlerinde isteksiz bir erkeği usta bir tamirci, içine kapanık bir erkeği sosyal bir kelebek haline dönüştürebileceğinizi düşünmek, sadece sizin yanılgınız olur. Huylu huyundan vazgeçmez, kimse kimse için değişmez. İnsanlar sadece kendileri istedikleri konularda değişirler. Gelişim de budur işte!

· Aranızda çekim var mı?

Mantığa önem veren, rasyonel kararlar almayı seçen biri olabilirsiniz. Ne güzel! Ancak bir iş ortaklığı yapmadığınızı göz ardı etmeyin. Mantığınızla bir karar almak, duygularınıza hitap etmeyen biriyle evlenmek demek değildir. Bir ömrü birlikte geçirebilmek için aranızdaki sevginin sağlayacağı tahammül ve hoş görüye ihtiyacınız olduğunuzu sakın unutmayın. Cinsel ve duygusal bir çekim hissetmediğiniz bir insanla evde köşe kapmaca oynayarak yaşayamazsınız.

Sevgiler

Yeşim Varol Şen

İlişki ve Evlilik Danışmanı

Yazının devamı...

Hayatı değiştirmek için geç değil!

Buse, benim hayatımda tanıdığım en cesur kadınlardan biri. Bir çok insanın çalışmak için can attığı bir kurumda,düzenli bir gelirde, kendini emniyette hissedeceği bir ortamda çalışırken birden şaşırttı beni. Evden işe gidip gelen, sakinliğine ve güler yüzüne hayran olduğum kadının yerine motosikletlerle dolanıp, dövmeler yaptıran, eskiden kahvaltıya buluşalım diye sözleştiğimizde yakın yer planlarken, şimdi çantası sırtında taaa Afrika'ya giden bir kadın var artık. İtiraf etmeliyim ki bu haline daha fazla hayranım!

Size onun hikayesini anlatmak istemiştim ama sonra dedim ki, ben sorayım o anlatsın. Kendi kelimelerinden okuyun Buse'nin yeni hayatını ve "Buse'ce"nin hikayesini. Umarım Buse'nin hikayesi size de ilham verir....

Busecim, ben seni ilk tanıdığımda ayağında topuklu ayakkabıların, üstünde takım elbisenle tam bir kurumsal plaza profiliydin. Neler oldu sana? Nereden çıktı bu radikal değişimler?

Yeşimcim haklısın... Kurumsal hayata veda edip edip tekrar başladım. İlk istifam öncesi gece yarıları ofisten çıkabiliyordum ve o işyerinden son mailimi attıktan sonra dışarı çıktım, plazaya sırtımı dönüp saatimi çıkarttım. Artık saate bağlı yaşamak istemiyordum ve işte o günden beri saat kullanmıyorum. Ne yazık ki zaman içinde şartlar beni yine oralara çekti ve son özgürlüğümü bundan 4 sene kadar önce buldum...

Hepimiz üniversiteyi tamamlar tamamlamaz bir girdabın içinde buluyoruz kendimizi. Aslında biraz da Türkiye gerçekliği... Aman iyi bir işim olsun, arabam olsun, hadi bir de evim olsun, evleneyim, bir de çocuğum olsun ohh tamam... Tamam da kime göre, neye göre tamam... Dışarıdan bakılınca evet... Ama benim iç dünyama dönülünce, hayat akıp geçiyor. İnsanlar nedense kendilerinde bir hastalık teşhis edildiğinde ya da yaş kemale erdiğinde silkeleniyorlar. Ben şanslıyım ki kendim bunları yaşamadan “Ben bu hayatta ne yapmak istiyorum?” diye kendime soranlardanım. Aslında tek isteğim anı yaşamak... Hayat istesen de istemesen de akıp gidiyor. Ve ben arkasından bakakalmak istemiyorum.

Peki hayatında neleri değiştirdin? Şimdi neler yapıyorsun?

Kurumsal hayatta iyi bir görevim ve iyi bir maaşım vardı. Önce onlarla vedalaşarak hayallerimin peşinde koşmaya başladım. Az param ama daha çok zamanım var şimdi... Motorsiklete biniyorum, yazıyorum, bütçem ve zamanım yettiğince geziyorum. Kızımla vakit geçiriyorum. Huzurun ve keyfin peşinden koşuyorum sevdiklerimle...

Kurumsal hayatın griliğine ve şimdi yaptığın işlerin renkliliğine bakarsak, tamamen farklı bir ruh gerektiriyor gibi? Kendinle ilişkin nasıl? Daha önce sahip olmadığın bir ruh hali bu, sakladın mı bunca zaman?

Çok doğru... İçimdeki heyecanlar son yıllarda su yüzüne çıktı sanırım... Kurumsal hayatta plazadan öğlen vakit bulup yemeğe çıkabilirsem eğer gözlerim kamaşırdı güneşin ışığından. Güneş daha gökyüzünde yerini bulmadan ofise girip, akşamın ilerleyen saatlerinde çıkmaya öyle alışmışız ki... O günler sanki çok geride kalmış gibi geliyor şimdi. Öncelikle yaşam tarzımı değiştirdim. Yapılacaklar listem var ve bir bir üzerlerini çiziyorum maddelerimin. Sonra... Düşünce yapımı tamamen değiştirdim. “Kim ne demiş, o ne düşünür” bunlara kafamı yormuyorum. Standartlardan farklı yaşıyorum hayatı. Beni “ben” olarak kabul edenleri memnuniyetle hayatıma alıyorum. Düşünmeyenler “zaten benim yakınım değilmiş” diye bakabiliyorum. An ne getirirse onu yaşıyorum. Üzülmeyi, üzülmem gereken ana bırakmaya çalışıyorum. Kurumsal griliğin bıraktığı hala “planlamacılık” gibi “anı yaşamak” a ters bir yetkinliğim var sürdürdüğüm... Bunu da umarım yakında aşacağım...

“Busece” nin amacı ne? Neler anlatıyor ve neleri anlatacak bize?

Adı adında gizli diyebilirim.... “Ben”i “Busece” anlatıyorum... Geziden eğlenceye, spordan sanata Busece kareleri paylaşıyorum. Önceliğim gezi yazıları olmakla birlikte beni ben yapan, hayatıma dokunan her ne ise; o anı, o anıları yazıya dökmeyi seviyorum. Çünkü hepsi birbirinden kıymetli, birbirinden eşsiz benim için...Bu bazen gittiğim bir sergi de oluyor, gördüğüm bir fotoğrafın bana hissettirdiklerinin yansıması da... Ya da sosyal sorumluluk kapsamında yapılabilecek en ufak bir girişim ya da ilk defa bir dergide görüp mutlaka denemeliyim deyip koşa koşa gittiğim bir spor da... Kimseye dokunmuyorum, kimseye atıfta bulunmuyorum. Ne hissedersem, Busece onu kaleme alıyorum blogumda...

Senin yolculuğunun Everest’i neresi, büyüyünce ne olmak istiyorsun?

Aslında geleceği düşünmüyorum desem pek de yalan söylemiş olmam... Elbette çizdiğim bir çerçeve var zihnimde ama bunlar geleceği garanti almaktan ziyade kurguyu doğru yaşamak adına atılan adımlar... Şu an gerçekleştireceğim projeler için sponsor arayışındayım. Ve insan isterse ve emek sarf ederse herşeyi başarabileceğine inanıyorum. Tıpkı benim de bir sponsor bulacağım gibi!

Bütün bu renklerin arasında bir de kızın var. Annelik seni nasıl besliyor? Kızınla ilgili hayalin ne?

Ah evet, olmazsa olmazım Berenim. Her annenin çocuğu kendine özeldir. Beren de benim için öyle... O benim neşe kaynağım... Bazen benden büyük bir abla gibi, acıtmadan düşündüren sözler bulabiliyor... Çok küçük yaşlardan beri empati kuruyor. Sürekli isteyen de bir çocuk olmayınca insanın hep veresi geliyor. Anneliğe gelince bu da hayatımın bir rolü ve sanırım ben bunu o “birçok” anne gibi oynamıyorum. Daha dün akşam Beren “sen farklısın işte, bunun için seviyorum seni. Sanırım benim çılgınlıklarım da senden” diyordu. “Hangi anne paraşütle atlıyor, hangi anne dünyayı geziyor. Hadi geziyorlar desek de sen gide gide Tanzanya’ya gidiyorsun” dedi gülümseyerek...

Kendimle ilgili kurmadığım gibi kızımla ilgili de gelecek hayalleri kurmuyorum. Hani derler ya “Gelinlikler içinde göreceğim günü iple çekiyorum” diye. Ona gelecekle ilgili söylediğim tek şey, “Sen nerede olmamı istersen ben orada olacağım. Seni korumamı istersen önünde, yoldaş ararsan yanında, düşürken tut beni dersen arkanda... Hayat senin hayatın... Neyin iyi neyin kötü olduğunu zaten biliyorsun. Oyunun kurallarını, oyuncuları ve hayatının rollerini belirlemek sana düşünüyor. Bu sahnede benim nerede durmamı istiyorsan ben orada olacağım.”

Seni takip etmek isteyenler nerelerden sana ulaşabilirler?

Web : www.busece.net

Facebook : www.facebook.com/busecekareler

Instagram :

Twitter : www.twitter.com/busecekareler

Tumblr : www.busecekareler.tumblr.com

Linkedin :

Google+ : www.plus.google.com/113034547957385582201/posts

YouTube : www.youtube.com/channel/UC6F61eBIdvY0sjqChYQdSzQBusece Kareler

Yazının devamı...

8 Mart Dünya Kadınlar günümüz kutlu olsun

Biz kadınlar her şeyi başarabilecek güçteyiz!

Yeter ki kendimize inanalım. Gücümüzün farkında olalım. Yeter ki her çocuğun hakkı olan güven duygusu , eğitim alma hakkı ve en çok da sevgi, bizden esirgenmemiş olsun.

Biz ki, kız çocuğunu evlat kabul etmeyen toplumların içinde baş kaldırmışız, kendimizi var etmişiz. Kravatı şart kabul eden çalışma hayatının içinde, kendimize yer açmışız. Biz ki bedenimizin çektiği acıya göğüs germi, çocuk doğurmuşuz. Çocuklarımızı emzirdikten sonra beşiğine bırakıp, gözümüzde yaşlarla işimize dönmüşüz. Biz ki mesailerimizi bitirip daha ağır ev mesailerine istekle, özlemle koşmuşuz. Biz kadınlar her şeyi başarabilecek güçteyiz. Yeter ki kendimize inanalım!

Evet, büyük şehirlerde çehre kısmen de olsa değişti. Ama keyfini sürebilmek ne mümkün? Toplumumuzun büyük bir kısmında, hala yaralı. Hala çocuk gelinlerden bahsediyoruz örneğin. Ellerinden bez bebekleri alınıp, aklında ne oynayacağından gayrı bir düşüncesi olmadığı halde gelin edilen kız çocuklarımızdan. Sevilme hakkı olmayan, eğitim fırsatları ellerinden alınan, çocuk olmalarına izin verilmeyen, küçük yaralı yüreklerden.

Hala kadın cinayetlerinden bahsediyoruz bu devirde. Babaları, erkek kardeşleri, amcaları dayıları ve çoklukla bir ömür aynı yastığa baş koymaya niyetli oldukları halde başlarını toprağa koyan kocaları tarafından öldürülen kadınlardan. Hayatlarındaki erkeklerden her gün dayak yiyip, bunu kendi suçları, kendi kaderleri zanneden kadınlardan bahsediyoruz.

Toplumdaki bu yaralar kapanmadan, başımız dik, yüzümüz güleç yürümek ne mümkün. Rahat bir nefes alabilmek için, önce bilmeliyiz ki hiçbir kadın nefessiz kalmıyor….. Bilmeliyiz ki hiçbir kadın, sevdiği erkeklerin şiddetine, öfkesine katlanmak zorunda değil.

Üzülmek, gözyaşı dökmek yetmiyor arkadaşlar!

Hepimizin yapabileceği bir şeyler var. Günlük koşuşturmalarımızın, endişelerimizin, korkularımızın arasında bir duralım. Komşu evden gelen çığlıklara kulaklarımızı kapatmayalım. Kapıyı çalmak çok zor biliyorum. Ama en azından güvenlik güçlerinden yardım isteyebilir, şiddete uğrayan o kadının dili, kurtarıcısı siz olabilirsiniz.

Bir çok yardım kuruluşu var. Biliyorum hepimizin vakti değerli. Ama bu kuruluşlara maddi veya manevi destek vermenin iç rahatlığını size hiçbir alışveriş, hiçbir seyahat veremez, göreceksiniz.

Ama en önemlisi ne biliyor musunuz? Çocuklarımızı, bu bilinçle yetiştirmek. Netice itibariyle kadınlara şiddet uygulayan, döven, ezen ve hatta öldüren bu erkekler yine biz kadınların yetiştirdiği bireyler. Erkek çocuklarımıza merhameti, şiddettin güç değil zayıflık olduğunu öğretelim. Kadının yerinin erkeğin gerisinde değil, yanında olduğunu öğretelim. Cinsiyetinin erkek olmasının, adam gibi adam olmasına yetmeyeceğini öğretelim.

Kız çocuklarına gelince….. Öyle bir güven, öyle bir sevgi verelim ki kızlarımıza, hayatta her şeyi başarabilecek güçte olduğunun farkında olsunlar. Eğitim fırsatı verelim ki kızlarımıza, yarın “adam gibi adam” olmayan bir erkekle karşılaştıklarında, bunu kaderleri zannetmesinler. Çalışıp kendi ayakları üzerinde duracak güçleri olsun. Ve en önemlisi….. öyle destek olalım ki kızlarımıza, başlarına ne gelirse gelsin, ailesinin yanında olduğundan, onu bekleyen sıcak bir yuvası olduğundan hep emin olsunlar.

8 Mart Dünya Kadınlar günümüz kutlu olsun!

Sevgiyle

Yeşim Varol Şen

İlişki ve Evlilik Danışmanı

www. yesimvarolsen.com

Yazının devamı...

Adam gibi adam olmak

Nedense, genelde “Adam gibi adam” tabirini hemcinsleri için kullanan erkeklerdir.

Bir açıdan ironik değil mi?

Aslında tabiri hemcinsi için kullanan erkek hem bahsettiği kişiyi onore eder, hem de alttan alta bir, “benim gibi” mesajı vardır cümlenin içinde. Hani ben “adam gibi adam” olmasam, onun böyle olduğunu da fark edip takdir edemem zaten, der alt mesaj.

Ne yazık ki, adam gibi adam olmak o kadar da kolay değil. Çünkü marifetin erkek olmak olduğunu zanneden, adam olmayı gözden kaçıran bir kalabalık var dışarıda. Oysa mesele penis sahibi olmaktan ibaret olsaydı eğer, ne “delikanlı” , ne de “adam gibi adam olmak” kelimeleri girmezdi lügatimize. Adam gibi adamın biri, bırakın kadınları, hemcinsleri tarafından bile takdir toplayıp saygı görmezdi.

Adam gibi olmak… Erkeğin ne yaşıyla ilgisi var, ne kariyerinde ne kadar yükseldiğiyle ne de kaç para kazdığıyla bu durumun. Aslında ne üzerindeki takım elbiseyle, ne de altındaki son model arabayla ölçülebilir adamlık. Mesele karakter meselesidir arkadaşım. Adam gibi adam olmak, sadece erkeğin karakteriyle, mertliğiyle, birikimleriyle ve verdiği güvenle ölçülür. Öyle “kedi olalı bir fare tuttum” güveniyle kendini adam ilan edip, işler biraz zora girdiğinde ”yandım bittim kül oldum” diye kaçmak değildir…..Öyle her erkeğin harcı değil adam gibi adam olmak.

Her şeyden önce karakterin sağlam olacak. Sana kalabalıkta yanlış gelen, tek şahit senken de yanlış gelecek. Öyle kalabalıkta dürüstlükten, mertlikten, vicdandan bahsedip, kimsenin şahit olmadığı bir durumda vicdanı tatile yollamayacaksın. Neysen o olacak, her nasılsan öyle görünecek ve öyle davranacaksın.

Hayatta bir duruşun, hedeflerin olacak. Günü yaşa, gel geç değil hayat. Kolay vazgeçmeyecek, pes etmeyeceksin. Mazeretlerin değil, başarı hikayelerin olacak hayatta. İlla Everest’e tırmanman gerekmiyor. Yeter ki kaçmamış, pes etmemiş ol. İçinde bir savaşcı olsun. Gerektiğinde eşini, aileni dostunu sırtlayabilecek gücün olsun.

Sonra kriterlerin olacak. Her gördüğün dişinin peşinden koşup skor derdinde olmayacaksın. Dişiliğin değil kişiliğin farkını bilecek, karşılıklı oturduğunda “geyik” muhabbetinin dışında anlatacak bir şeylerin olduğundan emin olacaksın. Masaya koyduğun araba anahtarıyla, ikamet adresinle değil, üslubunla, birikiminle saygıyı kazanma derdinde olacaksın.

Özü sözü bir olacaksın mesela. Bu gün söylediğinin yarın da arkasında olacaksın. Dün seninleyken “canım” dediğinin ardından bugün gelişigüzel konuşmayacaksın. Evvela kendine, kendi yaşadıklarına saygın olacak.

Hayatta sorumlulukların olacak. Evdeki kedini zamanında beslemekten tut da, ailenin karnını doyurmaya kadar. İşinde disiplinli olmaktan tut da, mahallendeki komşuna kadar duyarlı ve sorumluluk sahibi olacaksın.

Hepsinden önemlisi saygılı olacaksın. Küçüğüne, büyüğüne ve en önemlisi kadına. Kendini karının, sevgilinin velisi tayin etmeyeceksin. Bunu giydirmem, buraya yollamam demeyeceksin. Kendini mesul müdür ilan etmen sadece senin kendine güvensizliğini gösterir. Özgür bırakacaksın kadını. Kendisi olmasına izin vereceksin. Sen de kendine güveneceksin. Koyduğun sınırlarla değil, saygı duyulduğun ve sevildiğin için mutlu olmanın tadını çıkartacaksın.

Kendini sevecek, özen göstereceksin. Buluşmadan buluşmaya eline parfüm şişesi alan erkeklerden olmayacaksın mesela. Kendine saygın olacak her şeyden önce.

Hayatı öylesine değil, doyasıya yaşayacaksın. Tutkuluyla bağlı olduğun bir hobin olacak mesela. Hakkında çok şey bildiğin bir konu olacak. Hakkını vererek yaşadığın anların, tatillerin olacak. Çok sevdiğin, koşulsuz her başı sıkıştığında yanında olacak dostların. Yüreğinde iz bıraktığın bir sevgilin olacak.

Hepsinden önemlisi, başını yastığa koyduğunda uyumanı engellemeyecek tertemiz bir vicdanın olacak.

Çünkü adam olmak, cinsiyet değil, şahsiyet meselesidir.

Tüm adam gibi adamlara….

Yeşim Varol Şen

İlişki ve Evlilik Danışmanı

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.