SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Evliliklerde bayram krizi

Efendim…..Bir bayramı daha geride bıraktık. Vatana, millete, hepimize hayırlı olsun. Kimi tatilde güneşlenerek, kimimiz büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperek geçirdik bayramı. Dinlenmek, dostları, hısım akrabayı görmek, bayram coşkusu içinde eski bayramlarla birlikte çocukluğumuzu anmak hepimize iyi geldi. Ancak bayramı güzellikleri yerine, huzursuzlukla yaşayanlar da var maalesef. Neden mi? Maalesef bayramlar bazı evlilikler için kriz dönemidir de ondan.

Kimin ailesine önce gidileceği, eğer aileler şehir dışındaysa hangi tarafın ziyaret edileceği hangi ailenin sadece telefonla kutlanacağı, bir çok çift için tartışma konusudur. Eşinin ailesine gitmemek için ayak direyenler, direnemeyip gittiğinde iki karış suratla herkesin burnundan getirenler, zaten gönülsüz gitti ya, buluttan nem kapıp “bir daha asla” yemini edenler…. Giderken alınan hediyeleri fazla bulup para için vır vır edenler, eşinin memleketine gidip sonra da neden benimle ilgilenmedin diye hesap soranlar. Hepsinin sonrasında da bayramdan geriye kalan kırgınlıklar, huzursuzluklar…

İnsanların özel hayatlarıyla ilgili hırslarını yorucu ve gereksiz buluyorum. Bencillik ve hırs birleştiğinde önce kişinin kendisine sonra evliliğine sonra da tüm yakınlara yayılıyor huzursuzluk. Oysa aile birliği paylaşım ve esneklik gerek.

Evlilik tıpkı bir masanın dengesini gerektirir. İki ayağı eşler kabul edersek bir diğer ayak kadının, dördüncü ayak da erkeğin ailesidir. Ayaklarından biri eksik hatta kısa olsa, masanın dengede duramayacağı gibi evliliğin de dengesi bozulur.

Öncelikle birlikte geçirilen vakitlerin, güler yüzle yapılan ziyaretlerin evliliğe iyi geleceğini unutmamak gerek. Üstelik mutluluk bulaşıcıdır. Etrafımızdan aldığımız memnuniyet ve mutluluk mutlaka bize yansıyacaktır. Karşıdan beklemek yerine önce vermenin erdemini anladığımızda dengeyi kurmak hiç de zor değil.

Yazının devamı...

Bayramlarımızı kaybettik sanki

Normal 0 21 false false false TR X-NONE X-NONE

Bizim büyüklerimiz eski bayramları anlata anlata bitiremez ya, hep eskiye özlemden midir, yoksa giderek değerlerimizi mi kaybediyoruz gerçekten bilmem, bizim çocukluğumuzun bayramları da bir başkaydı sanki.

Çocukluk heyecanlarımız da vardı elbette işin içinde. Ailemizin muhtemelen ihtiyaçlarımızı denk getirip aldığı bayramlıklarımız vardı mesela. Öyle her zaman her istediğimiz alınamadığı, her kıyafetin altına uygun ayakkabılarımız olamadığı için çok özeldi bayramlıklarımız. Bayram öncesi özenle yıkanılır, giyilecek kıyafetlerimiz ayakkabısından çorabına kadar dizilir, bir heyecanla uyurduk. Gelecek gün her günden farklıydı çünkü.

Sabah erkenden kalkardık. Bayramlaşmalar, şeker toplamalar, verilen harçlıklarla neler alınabileceği üzerine hayaller…

Büyüdük…. Hayallerimizle birlikte, aslında insanı umutlu kılan, hayata bağlayan heyecanlarımızı da yitirdik. Bayramlar, artık tatil fırsatından başka anlam taşımaz oldu.

Hadi biz büyüdük de, şimdiki çocukların hiç bayramı yok artık. Onlar tamamen mahrum kaldı bayram sevinçlerinden, tanıyamadılar bayramları. Zor elde etmenin ardında gelen sahipliğe yabancılar. Bayramlık sevinçleri hiç kalmadı. Bayram okula gitmemek için, tatil yapmak için bir fırsattan öte değil. Sabah erkenden kalkmanın, kalabalık aile kahvaltılarının tadını, el öperken büyüklerden alınan duanın iç rahatlatan sıcaklığını tanımıyorlar.

Elbette onların değil, biz ebeveynlerin hatası bu. Çocuklarımıza devretmemiz gereken bir değer, bizlerin kolaya kaçması, bencilliği nedeniyle kaybolup gidiyor.

Hadi bayramlarımıza sahip çıkalım, çocuklarımıza aktaralım.

İyi bayramlar

Yazının devamı...

Bütün iplikler pazara serildi, alıcısı yok

Normal 0 21 false false false TR X-NONE X-NONE MicrosoftInternetExplorer4

Bu günlerde hemen hemen her gazetenin gündeminde Ivana ve Yurdal Sert’in ayrılık haberleri. Ben de bu konuda yazmasam olmaz dedim. Ancak habere mevzu olan şahısları tanımam, özellerinin de kimseyi ilgilendirdiğini düşünmüyorum aslında.

Yazmak isteme sebebim ise kötü ayrılıkların maalesef ünlüsünden ünsüzüne, iş adamından fabrika işçisine, sanatçısından ev hanımına, toplumun her kesiminin derdi olması. Ne gelir seviyesi ne de kültür seviyesiyle paralelliği yok bu durumun. İşler ters gitmeye başladığında maalesef insanlar kendileri olmaktan çıkıyor, ya da yanılıyorum, belki de özlerine dönüyor ve birlikte verilen mutlu aile pozları yerini savaşa bırakıyor. Bütün kirli çamaşırlar ortalığa seriliyor.

Kadın erkek ilişkisini bir tarafa bırakalım, arkadaşlık dostluk ilişkisinde bile, bazı adı konmamış kurallar vardır. Gün gelir dostluklar bitebilir, menfaatler çakışabilir, paylaşımlar tükenebilir. Ama iki dostun, en kenetli zamanlarında paylaştıkları, arkasından konuşulmaz. Zamanında inşa edilmiş güvene istinaden paylaşılan sırlar, dostluk bozulunca ortaya dökülmez. En azından delikanlılığa sığmaz.

Bir de evliliği düşünün. Daha yakın bir ilişki var mı hayatta? Ekmeğini, duanı, yatağını paylaşmışsın. Hiç kimseyle olmadığın kadar tek vücut olmuşsun. Yeri gelmiş en yakın arkadaşının dedikodusunu eşine yapmışsın, yeri gelmiş kendi ailenden dert yanıp omzunda ağlamışsın. Çocuğunun ateşi çıktığında emanet edebileceğin tek kişi olmasının rahatlığıyla eşinin kucağına vermişsin yavrunu, için rahat uykuya yenilmişsin. Yeri gelmiş en doğal halini sermişsin ortaya, canını, geleceğini emanet etmişsin eşine güvenmenin rahatlığıyla.

Sonra bir gün tersine dönmüş…. Sevgi bitmiş, saygı bitmiş. Hatalar, can yakmalar başlamış.

Birlikte geçen zamanların hiç mi hatırı kalmaz. Yıllarca paylaştığın kötü günlerin, kutlamaların, gözyaşlarının, kahkahaların hepsi boşuna mıydı?

Diyelim ki, eğer yazılanlar doğruysa, Sert çifti gibi son zamanlarda evlilik sadece görüntüydü, herkes kendi hayatını yaşıyordu da kimse sesini çıkartmıyordu…. İyi de, etik görünmese bile, bu sırrı paylaşmışsınız, gizli bir anlaşma varmış, herkes susmuş. Şimdi ne oldu peki? Kim kimin kuyruğuna bastı da bütün iplikler pazara çıktı?

Siz savaşmak mı istiyorsunuz? Savaşın! Sizin kararınız. Biz de pembe dizi izler gibi izleriz, hiç işimiz yok ya nasıl olsa. Bakalım bugün ne söyleyecekler, eşini başka kimlerle aldatmış? Vay be, bu kadar güzel bir kadın da aldatılıyorsa, bizimki neler yapmaz?

Kirli çamaşırlarınızı ortalığa saçmak sizin, takip edip etmemek bizim kararımız.

Ya çocuğunuz? Çocuğunuz aldığı hangi kararın sonucu olarak bu kabusu yaşıyor?

Yazının devamı...

Sorun pastasını dilimlere ayırın

Normal 0 21 false false false TR X-NONE X-NONE MicrosoftInternetExplorer4

Sorun pastasını dilimlere ayırın

İlişkilerimizde, eşimiz veya partnerimizle iletişimimiz, karşılıklı etki tepkiyle gelişir. Tepkilerimiz, eşimizden aldığımız olumlu ya da olumsuz verilere göre, kar topu gibi büyür. Güzel bir dönem yaşıyor ve olumlu etkileşimde bulunuyorsak mutluluk; sorunlar yaşıyorsak sıkıntılar, karşılıklı tepkilerimizden beslenerek çoğalır.

Yaşanılan sıkıntılı ve sorunlu bir dönemse, sorunun asıl kaynağı dipte saklı dururken, küçük sıkıntılar, esas sorununun üzerine yığılmaya başlar. . Bir bakarız ki sevdiğimiz insanın her şeyine sinir olur hale gelmişiz. Yaptığı her hareket, sarf ettiği her söz, gözümüze batmaya başlar, sinirimizi bozar olmuş. Sevdiğimizin, ilişkinin başında şirin ve sevimli bulduğumuz , “çocuk gibi,çok tatlı” diye değerlendirdiğimiz ve içimize sıcaklık veren davranışları, artık sinirimize dokunmaya başlar ve yorumumuz “çok sevimli”den, “çok bencil”e,” “çok şımarık”a döner.

Danışanlarım, ilişkilerinde yaşadıkları problemleri aktarırken, genelde bir çok cümle peş peşe sıralanır;

Eşim bana karşı çok ilgisiz. İşten geldiği zaman ağzını açıp da benimle tek kelime konuşmuyor Bir de ailesi sürekli bizim evde. Kardeşlerine hizmet etmekten bıktım. Ev işlerinde de hiç yardımcı olmuyor bana. Okuduğu gazeteleri ortada bırakmamasını defalarca söylememe rağmen, hiç umurunda değil.”

Bu ilişkide danışanım Esra, sorununu tek bir konu başlığı altında “eşimin davranışları” diye özetlese de, çizdiği tabloda bir çok farklı şikâyet sıralanmış durumda. Siz de şikâyetlerinizi, sadece “eşim” ya da “sevgilim” başlığı altında toplamış olabilirsiniz. Ancak bütün sorunların üstesinden tek bir konuşmayla gelmek ya da hepsini bir arada çözmek mümkün değil. Sorunları tek tek ele almak, çözüme ulaşmanızı ve ilişkinizi zorlayan bu sancılı süreci mümkün olduğu kadar hasarsız atlatmanızı, kolaylaştırır.

İlişkiler aslında emek verip büyütmemiz gereken çocuklarımız gibidir. Çocuğu olan çiftler çok iyi bilirler; örneğin çocuğunuza hem tuvalet eğitimi vermeyi hem de emzik alışkanlığını sonlandırmayı aynı zamanda yapmayı düşünmezsiniz. Çocuğu fazla zorlamamak için , mevcut alışkanlıklarını aralıklarla,tek tek değiştirmeyi denersiniz. İlişkilerimizde sorunlarımızı çözmemiz için de izlememiz gereken yaklaşım aynıdır. Her sorunu tek tek ele almak, ve yeni sürecin oturması için zaman vermek.

Şimdi kağıt kalemi elimize alalım ve değiştirmek istediğimiz sorunları alt alta yazarak başlayalım. Esra’nın şikayetlerinden yola çıkarak örnekleme yaparsak;

Şimdi siz de, kendi konularınızı listeleyin lütfen. Bunları şikayet olarak değil de değişmesini ve düzelmesini istediğiniz sıkıntılarınız olarak görerek listelerseniz çok daha gerçekçi bir liste yapacağınızı fark edeceksiniz.

Listenizi tamamladıktan sonra ,bu sıkıntılarınızı kocaman bir pasta olarak görün.Hatta bu pastayı kağıt üzerine de çizebilir ve pastanızı bölebilirsiniz.Ya da elimize bıçağı aldığımızı ve pastamızı dilimlere ayırdığımızı hayal edelim.

Sizin için en büyük , size en çok sıkıntı veren, ve öncelikli olarak değiştirmek istediğiniz şikayetiniz hangisi? Bu sizin en büyük pasta diliminiz olacak. Pastayı kaç parçaya böldüğünüz önemli değil. Her dilimi bir sorun olarak görün ve bu sorunun hayatınızdaki etkisini düşünerek, dilimlerinizin büyüklüğüne karar verin.

Aynı işlemi listesini yaptığınız sorunların karşısına, sizin için yüzdesel değerini yazarak da yapabilirsiniz. Amacımız, sorunları bölmek ve birbirinden ayırmak. Yani, Esra’nın listesine bakarsak;

· Eşim bana karşı çok ilgisiz, Benimle sohbet

etmek istemiyor ……. …………………... % 45

· Eşimin ailesi, benim tercih ettiğimden çok

daha sık evimize geliyor ………………% 10

· Eşim ev işlerinde bana yardımcı olmuyor.%15

· Eşim, kendisine yaptığım uyarıları hiç dikkate

almıyor………………………………….….%35

Esra’nın, tamamladığı listeyi gözden geçirirken şaşırarak fark ettiği nokta, bu metodun ne kadar etkili olduğunu anlamasına da yardımcı oldu. Listeyi yaparken, eşinin ailesinin evlerini sık ziyaret etmesi konusundaki şikâyetini, %10’la yani en düşük yüzdeyle değerlendirmişti. Bunun üzerinde konuştuğumuzda, bu konunun aslında kendisini çok da rahatsız etmediğini, sadece eşi ile ilgili diğer şikâyetlerinin tahammülünü azaltması ve artık her şeyin gözüne batması nedeniyle, bu konuyu da şikâyetleri arasında dile getirdiğini fark etti. İşte, kar topu etkisi! Diğer şikâyetlerine çözüm bulduğunda, ziyaret konusunun kendisini hiç de rahatsız etmeyecek olduğunu fark etmek kendisini de şaşırttı ve dolayısıyla bu maddeyi listeden çıkartmaya karar verdi.

Ama bu farkındalığın sonucunda aldığı en önemli karar, bundan sonra eşine ailesinin ziyaretleri konusunda şikayetçi olmamak ve onu bu konuda bunaltmamaktı. Dolayısıyla eşi ile aralarındaki tartışma konularından biri artık yok olmuştu.

Bazen bireyler şikayet ettikleri konunun altında yatan esas nedeni yorumlayamayabilirler. Örneğin Esra’nın eşi kendisine çok daha ilgili davransa, sohbet etse, yani Esra ilişkisinde manevi doyum hissetse, aslında eşinin ev işlerinde yardımcı olmaması da kendisi için listeye yazmaya değer bir şikayet olmayabilir. Ya da tahammülü arttığı için bu konuyu eşiyle konuşmaya gerek bile duymayabilir.

Çapraz düşünmek ve sorunları bölmek ,her şeyden önce konuya odaklanmanızı ve diğer şikayetleriniz hakkında tahammülünüzün artmasını da sağlayacaktır. Kar topu etkisini dağıttığınız zaman, aslında ne istediğinizi ve öncelikle neyi çözmek istediğinizi keşfedeceksiniz.

Evet ,sorun pastasını böldünüz. En büyük dilim ya da listenizde yüzdesel olarak en büyük ağırlık verdiğiniz madde şimdi sizin ilk işiniz. Öncelikle bu problemi ortadan kaldırmaya odaklanacağız , ve sürekli şikayet etmek yerine, enerjimizi bu konuyu çözmeye vereceğiz.

Bizim için öncelikli olarak belirlediğimiz konuyu çözdüğümüzde belki de göreceğiz ki, maddeler halinde listelediğimiz bazı şikayetlerimiz, bu büyük iyileşmenin de etkisi ile kendiliğinden çözülmüş, bazıları da duygusal rahatlamamızın etkiyle artık bizim için önemini kaybetmiş olacak.

Artık rotamızı çizdik, hedefimizi belirledik. Hadi bakalım , şimdi iş başına.

İLİŞKİNİZİ KURTARMA REHBERİ-Netkitap

Yazının devamı...

Artık bu konuyu yazmak istemiyorum

Normal 0 21 false false false TR X-NONE X-NONE MicrosoftInternetExplorer4

Artık bu konuyu yazmak istemiyorum. Yani kadına şiddeti.

Ama gazetelerde okuduğumuz, ana haber bültenlerinde izlediğimiz hikâyelerin ardı arkası kesilmiyor. Her gün birkaç kadın daha sevgilisi, eşi ya da aile meclisi tarafından öldürülüyor. Kulağımıza gelenler, okuduklarımız bu kadar. Bir de hiç duymadıklarımız, yaşamının da ölümünün de hiç değeri olmayanlar var. Nasıl duracak bu vahşet, bu katliam bilmiyorum.

Namus adına işlenen cinayetlerin namuslarını temizlediğine inanan bu katiller, sanki suç işlememiş de aslında kahramanmış gibi bakıyorlar kameralara. Kendilerini doğruyu yapmış, en yüksek mertebeye ulaşmış gibi kasılmaları. Pişman bile değiller. “Yine olsa yine yaparım” bakışı gururla yansıyor gözlerinden. Yitip giden hayatlar umurlarında bile değil.

Geçen gün yine böyle acı ama bir yanıyla da traji komik bir haber vardı gazete. Adam sevgilisini öldürmüş. Neden mi? Çünkü sevgilisi, karısına küfür etmiş. Vay anam vay. Adamın karısını sahiplenişine bakın. Zannedersiniz ki, öyle değer veriyor ki karısına, kimselere laf söyletmez, kendisi de bir dediğini iki etmez.

Zaten lafı söyleyen sevgilisi. Sen karına değer vermemişsin, kim bilir sevgilini tavlamak için karın hakkında neler atıp tutmuşsun. Lafı söyleyene değil söyletene bak bir de. Öyle ya, “karım harikadır, çok iyidir, biz de birbirimizi çok severiz, çok da iyi anlaşırız ama ben iş olsun diye aldatmaya çıktım” dese sevgilisini tavlayamayacak.

Sonuçta sevgilisini öldürmüş, kendisi doğru hapise. Sözde çok kolladığı karısı ve çocukları yine mağdur, yine mağdur. Kaç hayat etkilendi yine.

Böyle bir ahlak ve namus anlayışı sürdüğü sürece bitmez bu katliamlar. Herkesin ayrı bir birey olduğunu, her bireyin yaptığı ahlaksızlığın kendi kimliğine kara çaldığını, bu lekeyi taşımamak için yapılacak şeyin boşanmak olduğunu anlamak gerek. Eşini kendi malı gibi gören, sanki o namus bekçiliği yapmasa karısının, kızının hiç ahlak anlayışı yok, kesin ahlaksız olur çıkar gibi gören zihniyetlere artık dur demek gerek.

Boşanma oranları son yıllarda sürekli artışta. Maalesef çoğu zaman temeli olmayan başka başka sebeplerle.

Keşke ölümler artacağına, namus sebebiyle boşanmalar artsa. Buna razıyız.

Yazının devamı...

Özgüven ve değer

Öyle küçük ki daha. Kocaman mavi gözlerinde, henüz çocukluktan çıkmadığını gösteren masumiyet ışıltıları hüzünle kavga ediyor. Hangisinin baskın geleceği belli değil.

Öyle küçük ki. Ama o küçük bedeninde bir senelik kötü giden bir evliliğin ağırlığını, küçücük vücudunda kendisinden de minik bir bebeği taşıyor.

Yine neredeyse kendisi kadar küçük bir çocuğa aşık(!) olmuş. Ailesi izin vermeyince kaçmış. Adı artık “koca” olan oyun arkadaşıyla beraber, onun ailesinin evine sığınmış. Ama rahat yok. Maaşını alıp kuruşu kuruşuna onlara teslim etmek, işten yorgun argın da gelse, adı “gelin” olduğu için onlara hizmet etmek zorunda.

Kocası çalışmıyor. O iki katı çalışıp, eşinin ailesinin borçlarını ödemek zorunda. Şimdi kocası askere gidecek. O tek başına eşinin ailesiyle yaşayıp onları sırtlamak zorunda. Bu arada babası hala küs kızına. Sığınacak yeri kalmamış. Zaten eşinin ailesi de kendi anne ve babasını görmesini yasaklamış. Şimdi bir de bebeği var karnında.

Ailesi karşı çıktığı için kaçmış. Aslında, kaçtığı kendi ailesi. Babasının otoritesinden, evdeki kurallardan kaçmış. Zannetmiş ki, kendi evi olacak, kendi kuralları ile yaşayacak. Sevilecek, sayılacak. Artık çocuk muamelesi görmeyecek. Hala çocuk olduğunun farkında değil, “eş” olunca terfi edecek, sözü geçecek.

Hiçbir kurala “hayır” diyecek gücü yok. Çünkü öyle yetiştirilmiş. Kendi sınırlarını çizebilecek gücü, buna hakkı olduğuna dair inancı yok.

“Sen değersizsin”, “anlamazsın”, “bilmezsin”ler öyle bir sarmış ki etrafını… Birileri için bir şey yapmak, onun tek bildiği şey. Kendisi için ne yapabileceğinin farkında bile değil. Böyle bir şeyi hak bile görmüyor zaten kendisinde. Bir kere isyan etmiş, kaçmış. Yani mücadele etmemiş. Kaçmış. Onda da kocasında var olduğunu zannettiği güç, eşinin ailesinde olduğunu sandığı sıcak yuva ümitleriyle.

Bir kere daha “özgüven” duygusunun ne kadar şart , “değerli” hissetmenin su gibi, ekmek gibi gerekli olduğunu seriyor önüme. Çocuklarının peşinde ellerinde tabak koşturan, çocuklarının her lokmasında kendi karınları da doyan anneleri düşünüyorum. Keşke, özgüveni de böyle kaşık kaşık verebilsek çocuğumuza. Çünkü şımartmamak adına engellenen, değersizlik duygusu ile büyüyen çocukları vitamin takviyesi bile kurtaramıyor .

Yazının devamı...

Fark etmez...

Normal 0 21 false false false TR X-NONE X-NONE MicrosoftInternetExplorer4

İnsanın fikrinin olmaması kadar kötü bir şey yoktur. Bir çoğumuz uyumlu olmak adına kararı karşı tarafa bırakırız. Oysa uyumlu olmak adına kendi fikrimizden vazgeçmekle vazgeçmemek arasında ciddi bir fark vardır.

“Komedi filmine mi gidelim, korku filmine mi?”

“Fark etmez….”

Nasıl fark etmiyor? Gülmek ve korkmak arasında sizin için fark yoksa, ölmüşsünüz ağlayanınız yok demektir.

“Ne içersin?”

“Fark etmez, sen ne içersen”

Ben viski ile çay arasında karar veremedim. Senin için gerçekten fark etmez mi yani?

Çay ve ıhlamur bile bir değil ki. Tadları farklı, kokuları, renkleri farklı. Nasıl fark etmez?

Kendini ortaya koymaktan, isteklerini söylemekten korkmamak lazım hayatta. Çünkü hayat dönüp dolaşıp istediğimizi veriyor bize. Bizim için ne yaşadığımız fark etmiyorsa , hayat da torbasında kalanı sunuyor .

Ayağınızı yere vurup tepinerek istediğinizde diretmenizden, kendinizi yerlere atmanızdan ya da birlikte olduğunuz insanların isteklerini görmezden gelmeniz gerektiğinden bahsetmiyorum elbette. Ama ne istediğimizi bileceğiz ki, ona göre hareket edeceğiz. Canımız içki içmek istiyorsa çay bahçesine, gülmek istiyorsa korku filmine gitmeyeceğiz.

Sizin için gerçekten fark etmiyorsa, zaman içinde göreceksiniz ki siz de fark edilmiyorsunuz. İnsanlar ne istediğinizi sormadan emrivaki yapmaya başlayacaklar. Fikriniz önemsenmemeye, önemsenmediğiniz için saygı duyulmamaya başlayacaksınız.

Hayatta herkesin fikri olmalı. Hangi partiye oy vereceğinize fark etmez dememelisiniz. “Hangi pozisyonda çalışmak istiyorsunuz” sorusunun cevabı “Ne iş olsa yaparım” olmamalı. Siz hayatta misafir değilsiniz, ev sahibi ne ikram ederse onu yerim, duruşundan çıkmak lazım. Bu sizin hayatınız, ev sahibi siz olmalısınız.

Sizin için fark etmezse, fark edilmemeyi de göze almalısınız.

Sevgiler

Yazının devamı...

Erkeklerde ikinci çocuk depresyonu

Normal 0 21 false false false TR X-NONE X-NONE MicrosoftInternetExplorer4

Doğum sonrası dönem, bir çok çift için çok özel ve güzel, bazı çiftler için ise zor bir dönemdir. Hele ikinci çocuğun doğumu bazı evliliklerde deprem etkisi yaratır. Dünyanın en güzel duygusu olan çocuk sahibi olmak maalesef bazı evliliklerde sebep değil elbette ama mazeret haline gelebiliyor. Neden mi?

Çocuk sahibi olduktan sonra sadece “anne ve baba” kimliklerini üstlenmek, “kadın ve erkek” veya eş kimliklerini arka planda bırakmak ,daha önce de pek çok yazımda değindiğim, evliliklerde yıkıcı bir etkisi olabilen durumdur. Bebeğin ihtiyaçlarının yoğun olduğu yeni doğan dönemi sonrası, çiftlerin evlilik hayatlarını da anne –baba-çocuk yaşantısıyla paralel götürmesi gerektiğinden, ilişkilerini ihmal etmemeleri ve çocukları için yapabilecekleri en büyük yatırımın mutlu aileyi korumak olduğundan sık sık bahsederim.

Elbette bu durum, ikinci ve sonrası çocukların doğumundan sonra da geçerli. Ancak bazı çiftler için bu defa süreç çok daha ağır olabiliyor.

İkinci çocuk bir çok erkek için, daha ileri yaşlarda baba olmalarının, sorumluluklarının artmasının vs. sebebiyle yaşlanma duygusu yaratabiliyor. “İki çocuk babası” olmasının ağırlığını hisseden ve birden bire kendisini daha yaşlı, daha sorumlu ve daha az özgür hissettiğini söyleyen erkeklerin sayısı hiç de az değil.

Bir de bunu adlandıramayanlar var. Zamanı ve maddi şartları ağırlıklı olarak çocuklarına yöneltmesi gerekliliği mecburi bir baskı, salt kendisi için yapabileceklerinin eksildiği duygusu bazı erkeklerde uzaklaşma yaratabiliyor. Ancak bunu bahsettiğim sebeplerle adlandıramamak, yerine eşine karşı hislerini sorgulamaya dönüşüyor.

Kadınlar ise tüm bu hislerden habersiz, kendini çocuklarına adadığı, iki çocuğun birden sorumluluğunu üstlenmeye çalıştığı bu dönemde eşine yeterli desteği veremeyebiliyor. İlerleyen yaşında tekrar bebek bakma döngüsüne girmek, ilk çocuğun kıskançlıkları, aşırı yorgunluk, anne olmanın yanı sıra eş olmak ve ilişkiye yeterli özeni göstermek konusunda zorlanırken, erkeğin kopuşunun farkında olmayabiliyor.

Elbette bu tablo her evlilik için geçerli değil. Özellikle bir şeylerin idare edildiği, ayrılmamak adına sürdürülen evliliklerde risk fazla. Çocuk sebep değil, çoğu zaman mazeret oluyor.

Riskten uzak durmak için yapılması gereken tek şey “ biz” duygusunu yaşatabilmek. İlişkiye birlikte özen göstermek, çocukların bakım ihtiyacını birlikte karşılamak, aile kavramını “anne ve çocuklar” ve “baba” olarak bölmeden yaşayabilmek.

Günümüzde çehre değişiyor olsa da hala pek çok evlilikte, çocuklarının temel bakımlarını öncelikle anne üstlenir. İki çocukla çalışma imkanı bulamayan pek çok anne, kendini eve ve çocuklarına adar. Baba çalışır, eve geldiğinde çocuklarıyla eğlenir ve sonrasında dinlenmeye çekilir. Anne, işten yorgun gelen eşine alan sağlamak için çocukların bakımına devam eder. Ve yavaş yavaş baba, anne ve çocuklardan kopmaya başlar. Emek vermediğimiz hiçbir şeyi tam anlamıyla sahiplenemeyiz çünkü.

Devamında erkek hislerini sorgulamaya başlar. Neden uzaklaştığını anlamaya çalışır. Çoğu zaman cevap eşine karşı eskisi gibi hissetmediğidir. Ancak pek çok örnekte bu yanıltıcı bir kurgudur. Durumu net irdeleyememek, yanlış sorgulamalara ve uzaklaşmalara yol açar.

Çocuklarımız için yapabileceğimiz en büyük yatırımın, onları mutlu bir aile ortamında, ortak paylaşımlarla büyütüldükleri huzurlu bir yuvada yetiştirmek olduğunu hiç unutmayalım. Her çocuk bu mutluluğu hak eder.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.