SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Yeni nesil evcilik oyunları

Özellikle 20’li yaşlarını süren gençlerin evliliklerini gözlemlersek, neden boşanma oranlarının bu kadar yüksek olduğunu anlamak hiç de zor değil. Sanki evli değiller, evcilik oynuyorlar.”Biz” birlikteliğinden tamamen uzak, boş vakitlerinde oyun oynuyorlar gibiler. Hani oyunculardan birinin canı sıkılsa, oyunu bitirecek evine dönecek. Nitekim sonuç tam da böyle oluyor çoğu zaman.

Birbirlerinden neredeyse haberleri yok. Eşinin ne iş yaptığını, hangi semtte çalıştığını bile bilmiyorlar. Kazancı ne, işe ilgili idealleri ne? Hayattan ne bekliyor? Emekli olunca Bodrum’a mı yerleşmek istiyor, yoksa ölene kadar çalışırım mı diyor? Örneğin bir gün piyango çıksa, dünya turuna mı gitmek ister, parayı mala mülke mi yatırır? Kaç beden giyer, en çok hangi rengi sever ? Yok, bilmiyorlar. Çünkü onları birlikte geçirdikleri zaman, yani oyun oynayabildikleri ortak zamanlar ilgilendiriyor sadece. Çoğunun bütçeleri ayrı. Birbirlerinin kazançlarından bir haberler. Birlikte yemek yediklerinde herkesin kendi payını ödediği çiftler bile var. “Alman Hesabı” onların ideali.

Harcamaları olduğu gibi, hayatı, aileleri, arkadaşları da yarı yarıya paylaşıyorlar. Örneğin kadın erkeğin ailesinden hazzetmiyor. Görüşmek zorunda da hissetmiyor kendisini . Bunun kendi evliliğinde de bir boşluk yaratacağının farkında bile değil. Anneler günü mü, herkes kendi annesini kutluyor. Sonra günün geri kalanında oyuna devam. Ver elini eğlence. Bir tek arkadaşlar ortak.

Evde zaten düzen yok. Yemekler dışarıdan, temizlik haftalık gelen kadından. Ev zaten otel.Kimse evi sahiplenmiyor, özel hissetmiyor, emek harcamıyor. Birlikte yaşadığı da hayat değil, ev arkadaşı sanki Hoş, ev arkadaşı olsa paylaşımları daha fazla olurdu muhtemelen

Birlikte evde oldukları zamana gelince… Genelde herkesin bilgisayarı kucağında. Neredeyse biri diğerinden su rica ederken bile konuşmayacak, ekranda yazışacak. Hadi ortak bir şey yapalım dediklerinde, en fazla paylaşım film izlemek. Konuşmadan, göz göze bakmadan vakit geçirilebilinecek en kolay şey. Sohbet yok, paylaşım yok.

Evlilikleri salt eğlenmek, dışarı çıktıklarında yalnız olmamak, aileden ayrı bir evde oturmanın maddi yükünü paylaşmak üzerine kurulu. Hal böyle olunca, eğlencenin bittiği, hayatın gerçekleri ile karşılaşıldığı ya da menfaatlerin çakıştığı noktalarda evlilikler çatırdamaya başlıyor. En ufak sarsıntıya bile dayanamıyor birliktelik. Nasıl dayansın, sağlam bir temel yok ki. Ne doğru düzgün paylaşım, ne yaşanmışlık, ne de kuvvetli bir “biz” ruhu var ortada. Sevgi tek başına yetmiyor fırtınaları atlatmaya.

Sonuçta biri sıkılıveriyor. “Oyun bitti” deyip yeni arayışlara giriyor.

Yeni bir oyun başlıyor. Boşanmacılık!

Yazının devamı...

Erkekler neden aldatır?

Sadece erkekler aldatmaz elbette. Kadınlar da aldatıyor. Kadınların aldatma sebepleri genelde aynı. Duygusal ihtiyaçlarının karşılanmaması etrafında seyrediyor, genelde benzer sebepler. Erkeklere gelince, bahaneler daha çeşitli. Klasik mazeretler de olsa, liste daha uzun. Bahane diyorum, çünkü aslına bakarsanız hiçbir sebep, bir insanın diğer insanı kandırmasına neden olmamalı. Elinden geleni yaparsın, olmuyorsa çekip gidebilmeli insan. Ya da başkasına duygu beslemeye başladıysa, açık olabilmeli. Bu da bir meziyettir. Elindekileri kaybetmeyi göze alamadığı için, gitmek yerine aldatmayı seçmenin mazereti yok aslında.

Erkek aldatmaya karar verdiğinde, birlikte olmak istediği kadına anlattıkları, genelde evdeki tablodan farklı olur. Klasik bahaneler artık hepimizin ezberinde;

“Karım beni anlamıyor. Zaten çok uzun zamandır ayrı yatıyoruz. Cinsel hayatımız kalmadı .” Ya da “Beni hiç takdir etmiyor. Zaten evde huzur yok, her gün kavga her gün kavga. Çocuklar olmasa bir gün katlanmam valla. Hele o anası yok mu, evlendiğimiz günden beri huzur vermedi bize.” Ya da “Kıskançlığı bezdirdi beni. Yanımdan dişi sinek uçsa huzursuzluk çıkarıyor.” Bazen de, “Zaten isteyerek evlenmedik. Görücü usulü evlendirdiler bizi. Ben kendimi çok geliştirdim, ama o aynı yerde, cahillikten sıyrılamadı.” Hatta daha da insafsızlığa vardırıp, evden dışarı çıkartmadığı, üç kuruş para vermediği, çocuklarla eve hapsettiği karısının ardından “ İki çocuk doğurunca, iyice kilo aldı. Kendisine bakmaz, saçını taramaz. Varsa yoksa çocukları. Koluma kadın diye takıp dolaştıramıyorum bile” diye bahsetmekten geri kalmaz.

Bunlar genelde, suça iştirak etmesi için dil dökülen kadına anlatılanlardır. Çoğu zaman bakarsınız yıllardır ayrı yattıklarına dair atıp tuttukları eşleri hamile. Veya her gün kavga çıkartıyor diye dert yandıkları kadın, korkudan “nereden geldin nereye gidiyorsun” diye soramıyor.

“Last Night”, yani “Dün gece” adında bir film izledim. Aslında geniş bir hikayesi yok filmin. Neredeyse iki günden ibaret konu. Genç çift, erkeğin iş arkadaşlarının yer aldığı bir davete gidiyorlar birlikte. Hazırlandıkları karelerden ve giderken yoldaki sohbetlerinden anlıyoruz ki son derece uyumlu ve mutlu bir çift. Davette, kadın kocasının iş arkadaşıyla yaptığı sohbeti uzaktan izliyor ve tesadüfen öğreniyor ki kocası son dönemlerdeki iş seyahatlerine hep bu bayanla gitmiş. Fakat kendisine hiç söylememiş, hatta iş yerinde böyle bir kadının çalıştığından bile bahsetmemiş.

Eve döndüklerinde tartışıyorlar. Kadın diyor ki, “Benim bu kadının varlığından bile haberim yok ve sen kimlerle seyahate gittiğini sorduğumda bile ondan bahsetmedin. Sen bu kadından etkileniyorsun. Zaten çok çekici bir kadın ve tam senin tipin”. Adam itiraz etmiyor, “Evet onu çekici buluyorum ama aramızda hiçbir şey olmadı, olamaz” diyor.

Gecenin devamında barışıyorlar. Adam ertesi sabah yine aynı bayan arkadaşıyla iş seyahatine gidiyor. Kadın kocasının bavulunun bir köşesine bir not bırakıyor. Aşırı tepki verdiği için özür dileyen, eşini tanıdığı ve ona güvendiğini hissettiren.

Ertesi gün kadın dışarı çıktığında, yıllar öncesinde kalan eski sevgilisine rastlıyor. Kısa süreli bir ilişki yaşadığı ve ayrı ülkelerde yaşadıkları için ayrılma kararı verdiği eski sevgilisi. O akşam buluşuyorlar ve birlikte vakit geçiriyorlar. Kadın, kocasıyla ilişkisi ne zaman kötü gitse, ne zaman uykusuz kalsa onu düşündüğünü ve hatta sık sık düşündüğünü itiraf ediyor. Eski sevgilisinin aklı zaten onda kalmış. Aralarında ciddi bir etkileşim oluyor, hatta öpüşüyorlar ama kadın duruyor. Kocamın gözlerine bakamam bir daha diyor ve evine dönüyor.

Bu arada kocası, çekici iş arkadaşıyla birlikte. İçki içiyorlar, evliliğinden bahsediyorlar ama geceyi yatakta noktalıyorlar. Adam karısına dair tek bir olumsuz cümle söylemiyor. Onu sevdiğini anlatıyor. Ama cinsel çekime karşı durmuyor. Ertesi sabah eşinin bavula sakladığı notu görünce aklı başına geliyor ve pişmanlıkla eve dönüyor.

İkisi de birbirini sorgulamıyorlar, ikisi de suçlu, ikisi de gizli. Birbirlerine sarılıyorlar ve anlıyoruz ki yollarına devam edecekler.

Bu bir film elbette. Üstelik de bizim kültürümüze aykırı diyebileceğimiz noktalarla bezeli. Ama kadın ve erkek her yerde aynı, ilişki her yerde ilişki.

Hiç sebepsiz bir ihanet bu filmde anlatılan. Size de sebep gösterilen her şeyin aslında bahane olduğunu anlatmıyor mu?

Sevgiler

Yazının devamı...

Bu çocukları kim koruyacak? Kılıçdaroğlu mu, Erdoğan mı?

Bugün Sabah gazetesinde, tam da yan yana yer alan iki haber, hem içimizi burkuyor, hem de devletimize duymamız gereken güveni bir kere daha sorgulatıyor;

İlk haber İstanbul Eyüp’ten. Başlık, “Cici annem beni sürekli dövüyor.”

3 yaşındaki A.N.Z., komşularının küçük kızın vücudundaki morluklardan şüphelenip polise ihbar etmesi üzerine , psikologlar eşliğinde ifade vermeye alınıyor. İfadesinde cici annesinin kendisini dövdüğünü anlatan küçük kızın vücudunun tamamında morluklar ve boğazında da diş izleri tespit ediliyor. Baba durumdan bir haber, morlukların parkta olduğunu iddia eden sevgilisine inanıyor. Belli ki kızı bir yana, öz çocuğunu teslim etmekten rahatsızlık duymadığı, birlikte yaşadığı sevgilisi bir yana.

Sonuç? Çocuğunu korumaktan aciz baba ve küçük kıza şiddet uyguladığı iddia edilen sevgilisi, yavrunun şiddete maruz kaldığı tespit edilmesine rağmen, savcıdan gelecek rapor beklendiği için serbest bırakılıyor ve küçük kız da koruma altına alınarak çocuk yuvasına gönderiliyor.

Bir nebze de olsa içimiz rahatlasın, değil mi ? Sonuçta zavallı çocuk artık şiddet görmeyecek ne de olsa. Annesiz bu yavru, şimdi babasız da kalacak ama, en azından artık dayak yemeyecek .

Öyle mi? Değil!

Şimdi gelelim tam yanında yer alan diğer habere;

Başlık, “Sevgi Evi’nde işkence.”

Adana Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna Bağlı Sevgi Evlerinde kalan, 7 yaşındaki kimsesiz S.E, okuldan dönerken çok sıkışınca, duvara küçük tuvaletini yapmış. Olayı gören iki bakıcı anne çocuğu mutfağa götürüp ocakta ısıttıkları çatallı çocuğun bacaklarına sürüyorlar. Çocuğun bacaklarındaki izleri gören başka bir bakıcı anne, durumu hemen yetkililere bildiriyor. Alınan ifadelerde, şiddeti uygulayan iki bakıcı suçlarını kabul ediyor ve uyarı amaçlı yaptıklarını söylüyorlar. Bu iki caninin kurumla ilişkileri hemen kesiliyor kesilmesine ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyorlar. Ancak, bu şiddete maruz kalan çocuğun ruh haliyle ilgili son durum yer almıyor haberde.

Bu bakıcılar hangi sınavlardan geçerek, hangi testlere tabi tutularak seçiliyor bilmiyorum. Hoş yeterliliklerinin ölçüldüğünü de zannetmiyorum. Sonuç ortada. İki cani yüzünden tüm çalışanları yargılayamayız elbette ama, maalesef bu ilk defa okuduğumuz bir durum değil.

Evet, şimdi ilk haberdeki zavallı yavruyu alalım, çocuk esirgeme kurumuna yerleştirelim. Ne değişti? Bu kurumda, bu yavrunun yeniden şiddet görmeyeceğinin bir garantisi var mı? Maalesef!

Seçim konuşmaları için meydan meydan gezen Sayın Erdoğan ve Sayın Kılıçdaroğlu. Yaptığınız konuşmalar genelde birbirinizin neyi yapamayacağı üzerine. Ya sizin yapacaklarınız? Hanginiz bu yavruları koruyabilecek? Bu konuda yapacaklarınız var mı?

Yazının devamı...

Tartışmanın kuralları

Bir çok çiftin sorunu, tartışmayı başaramamak. Hatta konuşamamak. Her fikir ayrılığında, konuşmanın kavgayla bitmesi. Evet, bu ciddi bir sorun. İşte sırf bu nedenle, seanslarımda öncelikle doğru iletişim dilini anlatmaya çalışıyorum.

Hayat bu. Her zaman sorunlarımız olacak. Fikir ayrılıkları yaşayacağız. Doğru iletişim dilini kullanabiliyorsak, kavga etmeden tartışmayı başarabiliyorsak, sorun yok. Ne güzel. Problemleri medeni bir şekilde aşabiliriz demektir.

Ancak her çiftin tartışma ile ilgisi algısı farklı. Bu sebeple konu başlıklarını belirlemekte fayda var;

· En seviyeli tartışma eşinizle yaptığınız olmalı;

Öncelikle yabancı insanlara “ayıp etmemek” üzerine kurulu bir mantık yapımız var. En çok anlayışı en yakınımızdan bekleriz, öfkemizi en rahat ona sarf ederiz. Elbette beklentilerin yüksekliğinden de kaynaklanıyor bu rahatlık. Oysa, en “ayıp” etmeyeceğimiz insan eşimiz olmalı. Evet, tartışabiliriz. Sonunda anlaşırız ya da anlaşamayız. Ancak her halükarda kelimelerimizi özenle seçmeliyiz. Bugün öfkeyle söylenebilecek tek bir kötü kelime, yarının güzel anlarını sunileştirir. Bu gün kontrolsüzce çıkan bir söz , yarın içinizden gelerek sarf ettiğiniz bir sevgi sözcüğünü gölgeleyecektir.

· Tartışmak kötü değildir;

Tartışmak yanlış ya da kötü değildir. Seviyeli bir tartışmanın gerekli olduğunu bile söyleyebiliriz. Tartışmanın çok yanlış ve zarar verici olduğunu düşündükleri için , sırf tartışmamak uğruna, bir çok sorunun üstünü örten, bir çok sıkıntıyı içinde biriktiren çiftler var. Sonunda bakıyorlar ki, evet, hiç tartışmamışlar. Ama tutku da, beklentiler de bitmiş gitmiş. Oysa dozunda ve seviyeli tartışmalarla harcayacakları negatif enerji, birbirlerini daha iyi tanımalarını sağlayabilirdi. Küçük sarsıntıları engellemek, kocaman bir depreme sebep olabiliyor.

· Sık sık, farklı konularda tartışmanın tehlikesi;

Bizi zorlayan, çoğu zaman ortak bir karar gerektiren ancak üzerinde mutabık kalmayı başaramadığımız konu veya konular olabilir. Karar verene kadar sıklıkla üzerinde konuşabilir, zamana yayabiliriz. Ancak, somut problemler olmadığı halde, sık sık gündelik konularda anlaşmazlık yaşayan çiftler, kısa dönemde bunu ilişkinin kimliği haline getiriler. Tanımlarken “incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle “ diye açıkladığımız durumlarla ilgili sık tartışmalar, ilişkiyi yorar ve agresif kimlikler oluşturur.

· Asla üçüncü kişilerin yanında tartışma;

İnsan egosu kırıldığında, saldırganlaşır. İkili tartışmalarda kolayca telafi edilebilecek eleştirilerin algısı, üçüncü kişilerin yanında hep daha ağır olur. Başkalarının yanında tartışmak ilişkiye kalıcı hasarlar verebileceği gibi, gelebilecek objektif olmayan yorumlar haksız “haklılık”ları alevlendirebilir.

· Tartışmalarda tek konuya odaklanmak;

Yapılan en büyük hatalardan biri tartışmalarda mevcut sorunun içine başka konuları da karıştırmaktır. Eleştirilere verilen “sen de bunu yapıyorsun” yada “geçen hafta da bunu yapmıştın “gibi karşılaştırmalar konuyu çözümsüzlüğe iter ve ana konudan uzaklaştırır. Sonuç sadece bir çok ayrı konuda sarf edilen karmakarışık cümlelerle dolu bir kavgaya döner.

· Tartışma kavgaya döndüğünde durmayı başarabilmek;

Tartışma alevlenip , gerilim arttığında durmak zordur. Oysa hepimiz tecrübe etmişizdir ki, kavga esnasında hiçbir sorun çözülmez. Ya pes edilir ve gerginlik uzamasın diye alttan alınır ya da hiç de çözüm olmayacak küslükler başlar. Gerilim arttığında durup, konuyu daha sakin bir zamanda tartışmak üzere erteleyebilmek bir meziyettir.

· Haklılığın önemi yok;

Unutmayın ki mahkemede değilsiniz. Tartışmayı kazanmak, haklı çıkmak gibi kavramları eleyin. Önemli olan her iki tarafı da huzurlu kılacak bir çözüm bulmaktır. Tartışmalarda haklı çıkmak mutluluk getirmeyecek, sevdiğiniz insanın yüzü gülmediğinde huzur duymayacaksınız. Önemli olan haklı olmak değil, mutlu olmaktır.

Sevgiler

Yazının devamı...

Eyvah, aşk bitti...

Bir çok insan “imza atınca ne değişecek sanki” der. Yanlış.

Birçok çift için evlilik, flört etmeye benzemez. Eğer en allı pullu hallerinizle, eskinin pastaneleri yerine bugünün kafelerinde buluşan bir çiftseniz, kaybetmemek uğruna olduğunuzdan farklı görünme oyunları oynuyorsanız, aynı eve girince dünya değişir.

Sabah saç baş darmadağın kalktığınızda çektirdiğiniz resim, daha önceleri iki dirhem bir çekirdek buluşmalarda çektirdiğiniz resme benzemez çünkü.

Evlendiğiniz adamın yatağın başucunda çorap koleksiyonu yaptığını, Afrodit gibi gördüğünüz kadının evin içinde pijamalarla dolaştığını görünce şaşırmayın. Topuklu ayakkabı giymediği zaman o kadar da zayıf görünmüyormuş değil mi?

Dibi yanan yemekler, ödeme günü unutulan faturalar, aniden ziyarete gelen aile büyükleri, traş sonrası lavabonun içinde kalan sakallar, nereye başınızı çevirseniz karşınıza çıkan her biri ayrı renkte kadın çantaları sizi şaşkına çevirmesin.

Sonra artık harcamalarda ortak. Ekstreleri incelemeye bir başlarsınız, aman o da ne…. Bu kadın bu kadar parayı kuaföre mi veriyor? Eee, veriyorsa yataktan kalktığında niye böyle görünüyor? Vermezse aman tanrım, o zaman nasıl görünecek. Dur bakalım bir, kuaför parasının aynısı playstation oyunlarına verilmiş. Çocuk gibi saatlerce başından kalkmadığı için deli olduğu oyunlara, bir de bu kadar para mı harcanıyor yani?

Bunlar yetmezmiş gibi, bir de evlilikle ilgili katı kuralları olanlar var. Neymiş efendim, sen artık evli bir erkeksin. Evli erkekler, öyle eskisi gibi bekâr arkadaşlarıyla içmeye falan gidemez. Otur evinde. Şu facebook, twitter hesaplarının hepsini bir kapat bakalım. Sen artık evlisin, sana ne lise arkadaşının nerede olduğundan. Annene de söyle, öyle seni işten falan aramasın, artık ben de varım. Arayacaksa akşam evden arasın. Ne konuştuğunuzu bileyim. Hem ne öyle iş yemeklerine yalnız gitmeler ? Başka bekâr müşteri temsilcisi mi yok, onlar götürsün bayileri yemeğe.

Erkek de boş durmaz elbette. Çalışmıyorsa evde otursun karısı. Ne işi var her gün her gün annesinde bekâr genç kız gibi? Yok efendim, artık öyle spor salonuna falan gidilmez tek başına. Tamam fitnessta tanıştık ama, işte zaten bu yüzden evli bir kadının tek başına işi yok sporda. Arkadaşlarınla buluşacaksan gündüz buluş, evli barklı kadının ne işi var gece arkadaşlarıyla yemekte. Zaten o etek de çok kısa, artık onları çöpe atmanın zamanı çoktan geldi de geçiyor bile. Daha usturuplu giysiler almak lazım ama, aman dikkat! Dünyanın parasını saçma el kadar kumaşlara.

Listeler böyle sürer gider. Evlilik değil sanki hapishane.

Sonra derler ki, evlilik aşkı öldürüyor. Kim öldürdü şimdi aşkı. Atılan imza mı kovaladı aşkı? Elbette hayır. İmzanın peşinden sıralanan kurallar bırakın aşkı, sevgiyi bile kaçırdı . Sanki sevdiğiniz insanla birlikte yaşamak için değil, can sıkıcı maddelerle dolu bir sözleşmeye attık imzayı.

Suç kimin şimdi? Aşkı öldüren evliliğin mi, yoksa bir imza karşısında zoru görünce kaçan aşkın mı? Kuralları koyanların hiç mi suçu yok?

Yazının devamı...

İnsanlığın çivisi çıkmış

Gazeteleri açmaya elim varmıyor artık. İnsanın ruhunu mutlu edecek bir tane haber olmaz mı? Hep olumlu düşünmekten bahsettiğimi bilen okurlar belki “Yeşim Hanım, nasılmış bakalım” diyecekler. Desinler, siz yine de olumlu düşünün. Ama “olumlu düşünün” den kastım oyun oynayın, gerçekleri görmeyin değil ki. Gerçeklerin farkında olun, ama mutlu olmak için yapabileceklerinize odaklanın demek. Offf neyse, konu başka yere kaydı. Anlatmaya çalıştığım şey başka.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü geçeli, henüz 1 ay oldu. Bu kutlu! günde bir çok uzman çıkıp, bu arada belirtmeliyim, BEN de DAHİL, kadın haklarından, kadınlar için yapılması gerekenlerden, günde bilmem kaç kadının şiddete maruz kaldığından bahsedip durduk. Yanlış mı söyledik. Hayır! Doğruları saydık. Ama saydık da ne oldu? Her sene aynı konuşmaları yapmak neyi değiştirdi. Değişmiş olsa zaten kadınlar gününe ne ihtiyaç olur. Kadının korunmaya ihtiyacı olmadığı gün gelse de şu kadınlar gününü iptal etsek. Erkeğin günü var mı? Yok. Neden? Çünkü korunmaya ihtiyacı yok.

Neyse konuştuk ve bir sonraki gün, 9 mart ‘ta da unuttuk. Bir ay içinde toplam kaç kadın eşi ya da sevgilisi ya da uğursuzun biri yüzünden öldürüldü, sayamadık. Her gün üçüncü sayfa haberlerinde boy boy çıkan haberleri gözümüzün ucuyla süzdük, detayını okumaya bile lüzum görmeden sayfayı çevirip geçtik. Öyle ya her gün olan şeyler bunlar, bana dokunmayan yılan bin yaşasın ya.

3. sayfalarda katledilmiş, dövülmüş veya yaralanmış kadın haberlerinin yanı sıra çocuk katliamları haberleri. Şiddete ve tecavüze uğramış çocukların haberleri içimizi acıtıyor. Bu defa da daha çok bunalmamak için çeviriyoruz sayfaları, yüreğimiz dayanmıyor. Sabah sabah ruhumuz sıkılıyor. Hele bir anne ya da bir babaysanız, gözünüzün önüne gelen kabus misali görüntüleri kovmak için gazeteyi kenara fırlatmak da yetmiyor. Yüreğinize sıkıntı oturuyor.

İtiraf ediyorum ben de okuyamıyorum detayları. Sevgilisini beklerken kapısına şeker almak için gelen 3 çocuğu katledip, sonra da “ne yapayım kendimi kontrol edemiyorum” diyen bir canavarın resmine bakmak beni mahvediyor.

Bunun yanı sıra Japonya’dan dünyayı tehdit eden haberler geliyor. Orada hayatına kaybeden insanlara mı üzülelim, yayılan radyasyon bizi de etkiler mi diye korkalım, bilemiyoruz.

Deprem haberleri , keza aynı. Dünyanın neresinde bir deprem olsa, İstanbul’da deprem riskini konuşup, ertesi gün toplantıda müdürümüze kötü giden satışları nasıl açıklayacağımıza odaklanıyor, konuyu kapatıyoruz.

Satış falan demişken, belki de tek güzel haber ekonomiyle ilgili. Enflasyon düşmüş. İyi de aylardır iş arayan, kredi kartlarının limiti bir ekmek almaya bile müsaade etmeyen insanlarımız niye bu düşüşü hissedemiyor hala. Enflasyonun düşüşünün, hayat standartlarımızı etkilemesini beklemek hayalcilik mi acaba?

Bu arada Nihat Doğan bir yarışmaya katılmış. Döktürdüğü özlü sözler herkesin ağzında. Bütün Türkiye bunu konuşuyor. O ne ala. Demek ki, önem sıralamasında birinci bu hayatımızda.

Sevgiler

Yazının devamı...

Gözü dışarıda erkekler

Sorumluluk duygusu olmadan ilişki olmaz. Hiçbir şey olmaz. İlişki yaşıyorsak eğer sorumluluk anlayışımız olacak, fedakârlıklarımız, etik değerlerimiz olacak. Olmazsa hayal kırıklığı, yaralanmalar kaçınılmaz….

Artık aksi daha sık yaşanıyor olsa da, sıklıkla alışık olduğumuz, en azından bu yazının konusu, gözü dışarıda olan erkekler. Bir ilişki de yaşıyor olsalar, evli de olsalar, gözü dışarıda olan, sanki avcı misali av peşinde koşan, fırsat kollayan erkekler.

Sebepler türlü türlü….. Örneğin;

Örneğin sorumluluk almayı öğrenememiş olmaları.

Bir türlü büyüyememeleri. Annelerinin “canı çekerse Allah korusun, bir yeri şişer” korkusuyla her istediklerini önlerine koyarak yetiştirmesinin lüksünü kaybetmemek için büyümeyi reddetmeleri.

“Erkek adam çapkınlık yapar” hikayeleri ile büyütülmüş, hayatta en büyük başarının birlikte olunan kadın sayısının çokluğu olduğu zannıyla yetiştirilmiş olmaları.

Aslında kendi içlerinde değer duygusundan, öz güvenden yoksun birer birey olmaları. Dolayısıyla, onların tabiriyle “tavladıkları” her kadınla kendilerini değerli hissetmeye ihtiyaç duymaları.

Yine aynı sebeplerle, günümüzün güçlü, akıllı, başarılı kadınının altında ezilip, kendini yanında “daha güçlü”, “daha akıllı”, “daha bilmem ne” hissedebilecekleri, yani genelde eşlerinden aslında daha alt nitelikte kadınlar aramaları ki kendilerini “daha üstte” hissedebilsinler.

Hayatın merkezinde olduklarını ve her şeye hakları olduğunu zannetmeleri. Sinirlenince eşlerini dövmeye, canları isterse aldatmaya hakları olduğunu zannetmeleri gibi.

Erkek erkeğe sohbetlerde çapkınlık hikayeleriyle ilgili atıp tutarken aslında yalan söylüyor olmaları ve aslında hayatlarında pek az kadın tanıyabilmiş ve aklı takılı kalmış olmaları vs. vs.

Sonuçta sebep çok. Zaten sosyal ortamların son derece rahat, insanların daha sınırsız, daha rahat olduğu günümüzde, bu sebeplerin üzerine kaçamaklar kurmak çok kolay. Gözü dışarıda bir çok erkek zaman zaman kaçamak yapmak derdinde, bazen de gerçekten duygu arayışında. Fakat her halükarda sonuç hayal kırıklığı ve travma. Üstelik sadece eşinin gözü dışarıda olan kadın için değil. Aslında erkek de yaralanıyor. Çünkü aldatabildiği kadına saygı duymuyor. Yanındayken başka kadınların aslında daha cazip olduğunu düşündüğü kadına sevgisi örselenmeye başlıyor. Kandırabildiğini hissettiği insana kendi içinde yükseklere oturtamıyor. Dolayısıyla duygularla beraber ilişki de örselenmeye başlıyor.

Hayatta iç güdülerle değil akıl ile ilerlemek lazım. Nasıl alerjimiz olan bir yiyeceği canımız çok çekse de yiyemiyoruz, sonuçlarını göze alamıyoruz. Yani seçim yapıyoruz. Yok akıl değil, temel iç güdüler sizi baştan çıkarttıysa o zaman gözünüz nerede ise ruhunuz ve bedeniniz de orada olsun. Cismi yuvada gözü dışarıda erkekler herkese zarar.

Yazının devamı...

Kaddafi’nin gayri meşru gelini manken kızımız

Gazetelerin hafta sonlarından birinin ekinde okuduğum bir haberi sizinle paylaşmak istiyorum. İsmi lazım değil, “Eski Manken” olduğu yazılan genç bir hanımın beyanı bu haber. Mankenlerimiz hiç kızmasın, haber manken olması değil, bu mesleği adına sıfat olsun diye yakıştırması sorun bence.

Kaddafi’nin oğlu Saif’le yaşadığı ilişkiden yola çıkarak aile içi ilişkilerini, Kaddafi’nin sarayını ve Libya’nın durumu hakkındaki görüşlerini paylaşmış. Dikkatimi çeken cümleler gazetede yazıldığı gibi paylaşıyorum;

“Bütün varlığımı, arabamı, evlerimi ona borçluyum. Ama aramızda sevgi bağı yoktu.”

Nasıl yani? Bir kadın bu cümleyi, bu cümleye sebep olan ilişkiyi nasıl kendisine yakıştırır, hadi yakıştırdı, onun özel hayatı diyelim ve bunu nasıl bu kadar rahat açıklar?

Kimse sormaz mı, aranızda sevgi bağı yoktu da hangi bağ vardı, sevgi olmayan bir ilişkinin sebebi ne olur o zaman, diye? Sen bu mal varlığını, bu adamın eşi değilsin ve hatta belli ki sevgi-lisi bile değilken, nasıl kabul ettin demezler mi ? Bu adam , neyin karşılığı olarak sana bu evleri arabaları aldı diye sorulmaz mı?

Ben soruyorum! Sevgi bağı olmayan bir ilişki ne demektir? İlişkinin sebebi sevgi değilse, herkesin aklına gelebilecek diğer nedenler sebebiyle kurulan bir münasebete ne denir, bunun karşılığında mal varlığı edinmenin sıfatı “sevgili” olmak değil, nedir?

Bu kızcağızın annesi babası yok mu acaba? Bu haberi okuduklarında ne düşünür, ne hissederler kim bilir. Hoş kendi ailesini o düşünmüyorsa ben mi düşüneceğim ama elimde değil geçiyor aklımdan.

Neyse, günahını almayalım. Belki de Libya’ya elçi olarak gitmiştir. Öyle ya, şimdi gazetelerde gündemin en sıcak konusu ile ilgili yorum yapacak bilgi biriktirmiş.

Hatta haberin manşeti şu;

“Ben Libya’da isyan çok daha önce olur sandım”

Demek ki neymiş, Sevgi bağı ile kurulmayan ilişkilerin bir sebebi de politik gözlem olabiliyormuş. Mal varlığı da yanına kar kalıyormuş.

Sevgiler

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.