SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Evlenmeden önce nelere dikkat edilmeli

Flört dönemi heyecan dolu, aşkın doyasıya yaşandığı, her anına bir anlam yüklenen, ilişkinin belki de en güzel dönemi. Keşfetmenin, kendini anlatmanın tadına varılan, birlikte yaşanan her “ilk”te biraz daha yoğun duygular tadılan, heyecan dolu bir dönem. Bu dönemin keyfini çıkartmak, ilişkinin tadını almak gerek elbette ama bu dönemin aynı zamanda bir değerlendirme süreci olduğu da unutulmamalı.

Maalesef flört döneminde yapılan en büyük yanlışlardan biri, bu dönemde aslında sezilebilecek uyumsuzluklara gözümüzü kapatmak, görmezden gelmek ya da evlenince değişeceğini düşünmek. “Sevgi” hissinin gölgesinde, öz sezilerimize gözümüzü kapayıp, kaybetme korkusunun gerçekleri değerlendirme gerekliliğinin önüne geçmesi.

Oysa bu dönem hayatımızın belki de en önemli kararlarından birini, evlilik kararını almadan önce birbirimizle uyumumuzu değerlendirebileceğimiz, bir ömür boyu birlikte olup olamayacağımızı az çok anlayabileceğimiz bir dönem. Peki, nelere dikkat etmeliyiz?

Belli konularda hayat görüşü paralel olan çiftler, evliliklerinde daha mutlu olabiliyor ve sorun yaşasalar da problemlerini daha kolay çözebiliyorlar;

Para; para harcama alışkanlıklarının denkliği ilişkilerde avantaj sağlayan noktalardan biri. Örneğin çiftlerden biri yarınları düşünüp geleceklerini garanti altına almaya çalışırken, diğer eş günlük zevklere ya da eşine gereksiz gelen şeylere aşırı harcama yaptığında, ilişkilerde ciddi sorunlar çıkabiliyor. Ya da eşlerden biri ödemeleri konusunda çok titizken, diğeri faturaların ödeme gününü geciktirmekte sakınca görmüyorsa, ilişkide güven krizi yaşanabiliyor.

Cinsellik; çiftlerin cinsellikle ilgili algılarının, beklentilerinin paralel olması, ilişkide bağlılık ve yakınlık sağlayan unsurlardan biri. Aksi takdirde, eşlerden birinin beklentilerinin farklı olması çiftin arasında uçurum yaratabiliyor.

Aileler; ailelerle ilişkilere bakış açısının denkliği evliliklerde çok önemli. Eşlerden birinin ailesinin aşırı müdahaleci olması, bir taraf aileden çok kopukken, diğerinin aileye bağımlı olması, bu sebeple çıkacak sorunlarım karı koca arasında çok ciddi ayrılıklar oluşmasına ve bir çok evlilikte krize neden oluyor.

Çocuk; çocuk sahibi olmak bir çok birey için isteğin dışında bir tutku, olmazsa olmazdır. Hayatında mutlaka çocuk sahibi olmak isteyen bir bireyin, asla çocuk istemeyen bir eşle birlikteliği, maalesef bir çok evliliğin bitmesine sebebiyet veriyor. Evlenmeden önce mutlaka konuşulması ve mutabık kalınması gereken bir konu çocuk sahibi olmak.

Dini inançlar; İnançlar kişiye özel, eleştirilmesi yanlış ve kolay değişmezlerimiz. Bu sebeplerle aynı inançları paylaşmak çiftlerin uyumu açısından çok önemli. Farklı inançlara sahip eşlerin ise, bu farklılıklara saygı göstermeleri, destekleyebilmeleri önemli.

Bu belli başlı noktaların yanı sıra, sorumluluk anlayışları, özen, sorunlarla baş etme şekilleri, saygı anlayışı, karşılıklı iletişim, eşimiz olmasını planladığımız insanın başkalarıyla ilişkilerini gözlemlemek çok önemli.

En çok dikkat edilmesi gereken nokta ise, ilişkinin kendi seyrinde iyi gidiyor olması. Zorlanarak ya da tek tarafın çabasıyla yürüyen bir ilişki, evlendikten sonra mutlaka daha büyük sorunlara gebedir. Oldurmaya çalışılan değil, mutluluk veren bir ilişki değerlendirmeye değer.

Sevgiler

Yazının devamı...

Fas'lı Kumalar

Bugün konuk olarak katıldığım bir tv programında, yorum yapmak üzere davet edilme nedenim Mardin’in bir köyünde, neredeyse moda haline gelen Fas’lı kuma getirme konusuydu. Bu modanın(!) öncüsü Halit Bey ve Fas’tan gelip Mardin’e yerleşen gelin de benimle beraber canlı yayın konuklarıydı. Hikâyelerini izleyicilerle paylaştılar. Fas’lı gelin Türkçe bilmediği için tercüman aracılığıyla sorularımızı cevaplamaya çalıştı. Mardin’in bir köyünde yaşayan ve çiftçilik yaparak eşine ve 12 çocuğunu geçindiren Halit Bey, ilk eşinin rahatsızlanması üzerine yeni bir eş arayışına giriyor. İnternet aracılığı ile önce Suriye’den bir hanımla nişanlanıyor ve kendi iddiasına göre bu nişan ciddi bir miktarda para kaybı yani iddiasına göre dolandırılmasıyla son buluyor. Sonra yine internet sayesinde şimdiki eşiyle tanışıyor. Teknolojiyi kullanarak onu ailesinden istiyor ve Fas’lı eşini Türkiye’ye getiriyor. Önce evli olduğunu ve çocuklarını saklıyor. Fakat sonra gerçekleri itiraf etmesine rağmen, bu hanım Halit Bey’le evlenmeyi kabul ediyor. Böylece Halit Bey ilk eşinden boşanıyor, Fas’tan gelen yeni eşle nikahlanıyor. Ondan da bir çocuk yapılıyor. Şimdi 13 çocuk, Fas’lı gelin, eski eş ve Halit Bey hep beraber yaşıyor, onun tabiriyle gül gibi geçinip gidiyorlar. Hikayenin neresinden tutsanız elinizde kalıyor, her aşaması ayrı bir tartışma konusu; Her şeyden önce 13 çocuk. Evde çekilen görsellerden anlaşılıyor ki hepsi sefalet içinde, küçüklü büyüklü bir çok çocuk. Hangisine ne kadar bakılıyor, kiminle ne kadar ilgileniliyor belli değil. On iki çocuk doğurduktan sonra haliyle sağlığı da etkilenmiş eski eş. Hasta diye ifade ediliyor ama zannedilmesin ki yataktan kalkamayan, bakıma muhtaç hasta. Şeker, kolestrol gibi sağlık sorunları var. Halit Bey evlenme sebebi olarak eşinin rahatsızlıklarını mazeret gösteriyor. Sanki sağlığı çok daha kötü olsa üzerine kuma getirilmesi doğal olacak. Eski eş bu kuma olayından hazzetmiyor elbette ama on iki çocukla nereye gidecek, ne yapacak. Seçme şansı yok, başına geleni çekiyor çaresiz. Fas’lı eşe gelince….. Sanal ortamda yalanla başlayan bir ilişki. Sonradan ismini de değiştirmiş kocası, şimdi adı “ Sultan” olmuş. Sultan diyor ki seviyor-muş. Sadece bilgisayar ekranından gördüğü, üstelik kendisine yalan söyleyen, sonradan da evli ve bir sürü çocuklu bir adamı, hangi mantık sevgi adına kabul eder? Bir de gelecek, eski eşle beraber yaşayacak ve onun çocuklarına da bakacak. Bana Fas’taki hayatının şu andaki durumundan da kötü olduğunu düşündürüyor. Demek ki bu hayat bile lüks gelmiş bu kadıncağıza. Siz buna sevgi der misiniz? Üstelik Halit Bey’le Sultan Hanım arasında kültür ve eğitim farkları da ayrıca düşünülecek konular. “Kuma” denince tüylerim diken diken oluyor. Bugün bile hala böyle bir ayıpla yaşadığımızı bilmek, toplumumuzun bazı kesimlerinde hala bu durumun makul kabul edildiğini bilmek can yakıcı. Bırakın kadın haklarını, insani haklara da aykırı. Hayatları mahveden, çare bırakmayan bir durum. Hangi kadın kabul eder üzerine başka bir kadın gelmesini, yeni eşle ayna evde yaşamayı. İnsani değerlerimizin almadığı bu duruma kanunlarımız da karşı çıkıyor ama burnumuzun dibinde işittiğimiz bu hikâyeler maalesef hala sıkça yaşanıyor. Bu hikâyenin en acı tarafı ne biliyor musunuz? Kökünü kazımaya çalıştığımız, kadınları kabul etmemeleri için bilinçlendirmeye çalıştığımız bu duruma kurban on üç çocuk. Halit Bey’in sayısını hatırlamakta zorlandığı kızları büyüyüp evlendiklerinde, üstlerine kuma gelmesini doğal bulacaklar belki de. Oğulları eşlerinin üzerlerine kuma getirmeyi kendilerinde hak görüp, eşlerinin de canlarını yakacaklar muhtemelen. Tek bir karar kaç hayatı, kaç bilinci etkileyecek bir düşünsenize….. Yazık!

Yazının devamı...

Yeni yıl hedefleri

Yeni yıl yeni umutlarla geldi. Çoğu insan geçmiş seneden şikayetçi, daha iyi bir yıl diliyor. Gelen gideni aratmasın elbette. Umarım herkes için iyi bir yıl olur, mutluluk, sağlık ve neşeyle yaşanır.

Elbette tüm bu dilekleri, noel babadan, evrenden, yaratandan, umutlarımızı neye bağladıysak ondan beklemekle kalmamak gerek elbette. Çalışmak, çabalamak, planlamak gerek. Hedefleri belirleyip, hedeflere doğru adım atmak gerek.

Yeni yılda yeni kararlar vardır çoğu zaman. Bu yıl kilo vereceğim, sigarayı barakacağım, işimi değiştireceğim... Çoğu zaman bunlar sadece teoride kalır, dilek balonu olur, bir yerlere dağılır.

Dilekleri hedef edinmek gerek. Kararlarınıza sıkı sıkıya tutunun olur mu? Nasıl mı? Öncelikle yazın. Her birini bir cümleye dökün. Hepsini olumlu birer cümle haline getiririn. Örneğin "kilo vermek istiyorum" yerine, "şu kadar kilo olmayı hedefliyorum" deyin. Sonra hedefiniz için bir de hedef zaman belirleyin. Örneğin "Önümüzdeki ay sonunda şu kadar kilo olmayı hedefliyorum" deyin. Sıra nasılda? Hedefinize ulaşmak için nelere ihtiyacınız var? Rejim yapmak, spora başlamak vs. Güzel şimdi bunları da yazın hedefinizin altına. Kararınız netleşti ve yol haritanız da hazır değil mi? Şimdi iş, yol haritanıza uymaya ve motivasyonunuzu korumaya kaldı. Kendinizi denetleyin ve en önemlisi bir de ödül belirleyin. İstediğiniz hedefe ulaştığınızda kendinizi neyle ödüllendireceksiniz? Güzel bir masaj, yeni bedeninize uyacak bir kıyafet, özel bir yemek? Hedefinize ulaştığınızda son derece hak edilmiş bir ödülün tadını çıkaracaksınız.

Yeni yılda daha çok çabalamak, daha çok çalışmak gerek. Bu senenin de sonuna geldiğimizde, listenizde ulaşılmış bir çok hedefin mutluluğunu yaşayacağınız, bir çok ödülün keyfini çıkarttığınız bir yıla veda etmeniz dileklerimle.

Sevgiler

Yazının devamı...

Evliliklerde doğum sonrası krizi

Evliliklerde doğum sonrası krizi

Evli danışanlarımın yaşadığı sorunların sebepleri ve dönemleri üzerine istatistiki bir çalışma yaptığımda, büyük bir oranın özellikle ilk doğum sonrası yaşananlardan veya evliliğin üzerinde kalan etkisinden kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Maalesef birçok çift bu zor dönemi atlatamıyor ya da bu dönemin izlerini kalan evlilikleri boyunca taşıyor. Oysa bu süreç evlilik için en zor dönemeçlerden biri ve hemen her çift için sancılı bir dönem. Bu döneme dair en büyük yanılgı ise, çiftlerin problemi kendilerine has, kendilerinin başaramadıkları bir dönem olarak algılaması. Dolayısıyla, kendi evliliklerinden ve eşlerinden şüpheye düşmeleri. Yaşanan aile kaosunu, kendi iç meselelerinin yanlışı gibi görmeleri.

Oysa, şunu kabul etmek lazım. Doğum dönemi evlilikte en zor ikinci dönemeçtir. İlk zorlu dönemecin evlilik hazırlıkları olduğunu düşünüyorum. Çünkü evlilik hazırlıkları, çiftlerin ailelerini bazen mecbur bazen gönüllü olarak planlara dâhil etmek zorunda oldukları ve fikir ayrılıkları ve beklentiler nedeniyle çokça sorun yaşanan bir dönem. Bu dönemim tekrarı ve hatta o zaman biriktirilen memnuniyetsizliklerin adeta hesaplaşma anı olarak görülen ve yine krize mahal verilen ikinci dönemse doğum sonrası. Aileler yine ya mecburen ya gönüllü olarak işin içine dâhil ve her kafadan çıkan ayrı seslerin çarpışma dönemi.

Sonuç; kırılmış ya da küsmüş aile büyükleri, haya kırıklığına uğramış ve birbirine artık şüpheyle yaklaşan çift ve “artık çocuk da var, ayrılmak imkansız”la başlayan sanal esaret duygusu.

Doğum yapmış yeni anne, gerek bebeğiyle ilgili endişeleri, gerek yeni düzenin getirisi kendine vakit ayıramama, uykusuz kalma vs. gibi fiziksel koşulların zorluğu, bir taraftan yardım etmek veya ziyaret etmek için eve dolan insanların şartlarını ağırlaştırması ve tabi bir de iniş çıkış gösteren hormonlarının etkisiyle patlamaya hazır bir bomba gibi yaşar ilk günleri.

Kolay değil elbette, ne kadar istenen, özlenen bir bebek de olsa, dünyanın en güzel duygusu da olsa, gecenin gündüze karıştığı, okuduğunuz onca kitaba, dinlediğiniz onca tavsiyeye rağmen ne yapacağınızı bilemediğiniz bir dönem bu. Herkesten yardım beklenilen ama gelen yardım tekliflerinin bir o kadar da bunaltıcı olduğu zamanlar. Bu kaosun üzerine bir de aileler eklenince şenlik(!) başlıyor. Daha önce bilmem kaç çocuk büyütmüş büyük annelerin telkinleriyle doktorunuzun tavsiyeleri çakışınca evhamlar, her yaptığınıza karışan, ya da her cümlesinde size bir şey ima eden kayınvalidelerle dip dibe oldukça gerginlik başlıyor. Biriken öfke de genelde koca’ya yöneliyor. Birçok kadın, bu dönemde eşini annesini idare edememekle, annesine laf geçirememekle suçluyor. Bu dönem patlama olmadan atlatılsa bile, bunu ömür boyu affedilmeyecekler listesine ekleyip ,eşine “ana kuzusu” veya “beceriksiz” etiketlerini yapıştırıyor.

Kayınvalide kanadına bakınca onların da işi çok kolay değil. Geline yardım etmesen laf olur endişesi, yardım etsen yaranamıyorsun, beğenilmiyor hiddeti. Bir de “zaten bu gelinin bir şey bildiği yok, bakamaz bu torunuma. En iyisi ben bakayım” tipi kayınvalideler var. Oğlumun bebeği, oğlumun evi deyip, kendi zamanının çocuk yetiştirme koşullarını zorla dayatmaya çalışan tip. Yeni anne gelinin psikolojisini anlamaya çalışmaz. Çünkü ona göre gelini zaten bir eli yağda bir eli balda yaşıyordur. Kendi doğumunu hatırlar da, hem bebeğine hem kayınvalidesine bakmıştır. Üstelik kocası da hiçbir şeye elini sürmemiş, bir su bile getirmemiştir. Şimdi, karısının etrafında pervane olan, çocuğun gazını çıkarmak için turlar atan oğluna bakıp da gelininin ne denli beceriksiz, ne denli yardıma muhtaç olduğunu görmemek ne mümkün. İstenmeden yapılan yardımın, yardım değil baskı olduğunun farkında bile olmadan, öğretmenliğe soyunur. Buna rağmen memnun edemediği geline beslediği öfkesi ise oğluna devrolur. Oğlu adam olsa da, bir tanecik anasını ezdirmese karısına. Yok yok, evlendikten sonra çok değişti bu çocuk. Yoksa böyle mi yetiştirmişti o oğlunu.

Her iki kadın için de durum zor ve sancılı. Ama tahmin edileceği üzere en zavallı ve arada sıkışmış durumda olan yeni baba, zorda koca, hayırsız evlat elbette. Ya annesini kollayacak kötü koca olacak, ya karısının yanında yer alıp hayırsız evlat damgası yiyecek. Her iki tarafı da idare etmeye çalışınca bakar ki hiçbir taraf idare olmuyor. Yaptığı hiçbir şey kıymete geçmediği gibi iki kadın da yanlışlarını sayıp döküyor. Neredeyse tek ortak noktaları, onun yanlış olduğu konusunda birleşmek olmuş. Herkesin hata yaptığı bu ortamda tek sayılan kendi yanlışları olmuş. Halbuki o da ilk defa baba oluyor, ilk defa eşi ve annesi arasında bu denli kalıyor. Hayat onun için de değişmiş ve zorlaşmış. Yani onun da en hataya açık zamanı.

Bu tablo farklı şekillerde de olsa, dozu farklı da olsa, hemen her çiftin tecrübe ettiği bir süreç. Mümkün olduğunca hoş görülü ve net olmak gerek. Kadınlar genelde imalarla iletişim kurar, ima edildiğini düşündükleri yüzünden sinirlenir. Oysa net olmakta, neye ihtiyaç varsa onu ortaya koymakta fayda var.

Ve en önemlisi….. Belki kötü bir dönemdi ama geçti gitti. Bu geçmiş dönemin sıkıntısını bu güne taşımamak gerek. Zaten yeterince üzüldüyseniz, bir de o zamanki halinizi düşünüp şimdi yeniden üzülmekte ne fayda var.

Bakın yeni yıl geliyor. Geçmiş sıkıntıları geçen yılla birlikte geride bırakmak için bir sebep. Daha mutlu bir sene için, size de iş düşüyor.

Sevgiler

Yazının devamı...

Bir danışmanın arka bahçesi

İş dışında tanıştığım insanlar, mesleğimi söylediğimde genelde meraklı bir gülümsemeyle karşılar. “Sizin çocuğunuzla iletişiminiz süperdir, ne şanslı çocuk, uzman bir annenin kızı”, ya da “Eşiniz çok şanslı, sizin evliliğiniz çok iyidir” gibi yorumlar alırım zaman zaman. Allaha şükür her şey yolunda ama bunun salt benim uzmanlığımla ilgisi yok elbette. Ne eşimin, ne kızımın bu konuda bir uzmanlığı yok, tek taraflı bir uzmanlık ne kadar işe yarıyor bilmiyorum. Elimden geleni yapıyorum sadece. Bu konudaki inancım, insanın öğrettiğini kendi hayatında da uygulayabilmesi yönünde. Sanırım faydası oluyor. Ama onların hakkında yememek lazım.

Geçen gün enteresan bir yorumla karşılaştım. Bir hayli düşündürdü beni. Toplumun bakış açısını, dizilerde seyrettiğimiz karakterleri gerçek kabul etmeye, tanınan insanları örnek alma yanlışına da uygun bir örnek sanırım.

Eşimle birlikte gittiğimiz bankada, bizimle ilgilenen banka memuresi, ne işle meşgul olduğumu öğrendiğinde merakla sorular sormaya başladı. Beni düşündüren soru ise şuydu; “ Siz hiçbir zaman boşanamazsınız, değil mi Yeşim Hanım.” İnşallah hiçbir zaman boşanma isteğim olmaz, evliliğim hep iyi gider umarım, ama üzerimde böyle bir baskı olduğunu düşünmemiştim hiç!

Eşim işi şakaya vurdu.”Bunu duyduğum iyi oldu, demek ki çok da özenli davranmama gerek yokmuş diye.” Banka memuresinin sorusunu soruyla cevapladım. “Eşimi kendime göre doğru seçmiş olmam benden beklenen bir şey olmalı haklısınız. Ama, hayat bu. Diyelim ki eşim bir başkasına aşık oldu. Ya da atlatamadığı bir bunalım geçirdi, beni döven, hakaret eden bir eş haline geldi. Sizce bu kadar kötü bir evliliği sürdürmek bir evlilik danışmanına boşanmaktan daha mı çok yakışır?”

Bir insanın uzmanlığını kendi hayatına aktarabilmiş olması elbette önemli ve güven verici bir unsur. Randevu almak için arayan bir çok danışanım evli olup olmadığını, ya da anne olup olmadığımı sorguluyor mesela, çok doğal. Elbette danışanlarıma kendi tecrübelerimle değil, aldığım eğitimlerle yardımcı olmaya çalışıyorum. Ama evliliği ve anneliği kendi hayatımda tecrübe etmiş olmam onları daha çok rahatlatıyor biliyorum.

Kendi hatası nedeniyle iflas etmiş bir finans danışmanına ya da giyimini beğenmediğimiz bir modacıya güvenmemiz kolay olmaz herhalde. Bu nedenle danışanlarıma tavsiye ettiğim şeylere karşıt davranışlarım olmamasına dikkat etmeye çalışırım hayatımda. İçselleştiremediğim bir şeyi tavsiye edemeyeceğime inandığım için, doğru bildiklerimi kendi hayatıma da katmaya çalışırım.

Ancak, toplumdaki bu sert algılar gerçekten düşündürücü değil mi? Diş hekimlerinin dişi çürümez mi mesela? Ya da gözlük kullanan göz doktoruna güvenmememiz mi gerekiyor?

Birkaç gün sonra gelen bir danışanım, bu düşüncelerimin derinleşmesine sebep oldu. Bir süredir devam ettiği terapistin boşandığını öğrendiği için güveninin kırıldığını, terapiyi bıraktığını söyledi. Kendine faydası olmayan bana nasıl yardım edecek diye düşünüyor? Ne olur yapmayın, yanlış.

Bizim insanlara yardım edebilmemizin en önemli temel taşlarından biri objektif olabilmemiz. Ama kendi sorunlarımız konusunda objektif olamamamız doğal değil mi? Danışmanların da üzülmeye, strese girmeye , bazen çözüm bulamamaya hakkı yok mu? İnsanız hepimiz. Yurt dışında hemen her terapistin bir terapisti vardır. Kimse bunu ayıplamaz, hatta çok sağlıklı olduğuna, terapistlerin kendi ruh sağlıklarını korumalarının, danışanlarına karşı yükümlülüğü olduğuna da inanırım. Ancak bu kadar sert çizgiler çizen bir toplumda bu rahatlığı kullanmak kolay değil maalesef.

İşimiz güven işi. Hatta, beni randevu almak için arayan danışanlarıma iyi bir araştırma yapmalarını, güven duyduklarını hissediyorlarsa çalışmaya başlamamız gerektiğini özellikle vurguluyorum. Ancak daha bilinçli bir toplum olmak adına, dikkat ettiğimiz konuları iyi tartmak gerek. Yoksa rol gereği dizide ölen bir hayal kahramanının ardından cenaze namazı kılmaktan bir farkı kalmıyor maalesef.

Yazının devamı...

Evlenince ne değişti

Çok sevdiği insanla evlenip aynı evi paylaşmaya başlayan, fakat özellikle ilk aylarda ilişkisinin bambaşka bir kimliğe büründüğünü görüp umutsuzluğa düşen ve hatta paniğe kapılan çok çift var. Birçoğu, eşinin evlenince değiştiğini savunuyor, kimi evliliğin aşkı öldürdüğünü düşünüyor. Kimi kendisini kandırılmış hissediyor, kimi ise yanlış bir evlilik yaptığını.

Tüm bunların doğru olma ihtimali de var elbette ama henüz karar vermek için çok erken.

Evliliğin özellikle ilk senesi çok zordur. Her şeyden önce evlilik bu kadar güle oynaya yapılan bir şey olmasına rağmen bir travmadır aslında. Düşünsenize, hayatınız değişiyor. Ailenizin, bekârlık günlerinizin, tek başınıza yaşadığınız hayatın içinde bir pencere açıp, artık merkezi iki kişilik olan bir dünya yaratıyorsunuz kendinize. Eşinizi ne kadar çok severseniz sevin, zor bir tarafı var.

Her şeyden önce yeni bir ev, yeni bir düzen. Birlikte yaşama hayalleri, evde düzen anlayışının denk olmamasıyla, harcama alışkanlıklarının farklılıklarıyla, boş zamanı nasıl değerlendireceğiniz tartışmalarıyla gölgelenebiliyor. Aileleri destek olanlar şanslı elbette ama bir çok çift, nişan düğün zamanı iki aile arasında oluşan gerginliklerin etkisiyle zaten birikimle başlıyor evliliğe. Dolayısıyla evliliğin ilk günlerinin en sıkıntılı konusu evlilik öncesi dönemde eksik yapılanlar, fazla karışılanlar oluyor.

Sevgiyle başlayan bir birliktelik, bir dönem sonra, evliliğin getirisi ortak karar gerektiren konularda tartışmayla kimlik değiştiriyor ve içinden çıkılmaz gibi görünen bir dönemece giriyor.

Birçok değişenle birlikte, çözümsüzlüğe götüren en büyük değişense beklentiler.

Flört süresince, sonrasında nişanlılık döneminde ve nihayetinde imza atıldıktan sonra beklentiler o denli farklı ki. Flört döneminde birlikte geçirilen vakitleri en hoş, en eğlenceli biçimde paylaşarak geçirilen ilişkiler, nişanlılık döneminde bir geri sayım sürecine giriyor. Zor ve fazla koşturmacalı bir dönem haliyle. Mobilya nereden alınacak, ev nerede tutulacak, önce plazma mı alsak, küçük odaya misafir yatağı mı koysak tartışmaları ne kadar sinir bozsa da geçici bir dönem kabul edildiği için tahammül hala var. Hele bir de üzerine ailelerin yaptırımları ve karşılıklı çakışan istekleri girince çift çekişmeye başlıyor. Ailelerin taleplerine ve müdahalelerine, bir çok kararda ailelerin onayına mecburiyetten doğan isyanlar, beklentileri büyütmeye başlıyor. Evlenince hepsi geride kalacak, kapı kapanacak ve yaşananların hepsi eşi tarafından telafi edilecek beklentisi başlıyor.

Hal böyle olmuyor elbette. İlk günler kavuşmanın heyecanı, düğün stresinin sona ermesinin rahatlığı, canım cicim günleri. Sonra bakılıyor ki hayat tozpembe değil. Kadın eve gelince kocasıyla beraber sohbet ederek yemek yapmayı hayal etmişti . Ama bak sen şu adama, işten surat beş karış dönmüş. Yorgunum deyip kendini kanepeye atmış. Adam eve gelince karısının en bakımlı hali ve en güler yüzüyle kendisini karşılamasını, sıcacık sarılmasını hayal etmiş.Şık bir sofra kendisini bekleyecek, ev sıcacık poğaça kokacak. Evlilik böyle olur diye düşünmüş. Ama karısı evde eşortmanları üzerinde, yorgun bir suratla geziyor ve yardım etmediği için kendisine sitem edip duruyor. Flört ederken her buluşmada ışıldayan kadın bu değil miydi, evlendikten sonramı değişti?

Hayır, hayatın gerçekleri girdi işin içine. Beklentilerinizi ne kadar çok şişirdiğiniz, gerçeklerden ne kadar çok koptuğunuz ve birbirinizi gerçekten tanımadan evlenme kararı aldığınız gerçeğiyle karşılaştınız.

Umutsuzluğa kapılmak için henüz çok erken. Önce gerçekleri kabul etmek gerek. Eşiniz değişmedi, sizin ona bakış açınız değişti. Önce kendinizi gözden geçirin lütfen.

Bu kadar çok şey beklemek zorunda mısınız? Sizi mutlu etmekle yükümlü tek kişi eşiniz mi? Mutluluğunuzu sağlamak öncelikle sizin göreviniz. Denge kuruluna kadar geçirilen bu zor dönemi çekişmek yerine, uyum sağlamaya çalışmakla geçirmek, her şeyden üstte sevgiyi ve saygıyı tutmak da bir seçim. Flört ederken gösterdiğiniz özeni, ilişkiyi geliştirmek için gerekli bulduğunuz çabayı devam ettirmek gerek. Bu dönemde hoşunuza gitmese de durmak zorunda kaldığınız, karşınızdaki sadece flörtünüz olduğu için daha fazla müdahale hakkınızın olmadığını düşündüğünüz bir çizgi vardı. Şimdi ne değişti? Atılan bir imza mı bu kadar hak veriyor şimdi her şeye karışmaya, her şeyden şikâyet etmeye. Flört mü bitti, ilişki mi?

Küçükken dinlediğimiz masallar hep mutlu sonla biter ya hani. O mutlu son da hep prens ve prensesin evlenmesidir. Hata buradan başlıyor belki de;

Evlilik mutlu bir son değil, mutlu sürmesi dilenen bir başlangıçtır. Bunu unutmamak gerek.

Yazının devamı...

Teknoloji kovalamacaları

Genelde teknolojiyi, erkeklerin kadınlardan daha çok takip ettiğini zannederdim. Öyle ya yeni çıkan TV’leri ve ses sistemlerini almak isteyenler, çoğunlukla erkeklerdir. Çocukları ağlarken ondan değil de, Playstation’ından gözünü ayıramayan da. Kadınlar daha çok, koltuk takımlarının değişimini planlar, perdelerle halıları uydurmaya çalışırlarken, erkekler bilmem kaç vites araba, bilmem kaç mega piksel kameralı cep telefonlarını takip ederler. Matrix, Avatar gibi filmlerin hayranlarının büyük yüzdesi erkeklerdir örneğin. Elbette teknolojiye yakın kadınlar da vardır ama çoğunlukla erkekler daha yatkın diye düşünür-düm.

Son dönemde özellikle fark ediyorum ki kadınlar, başka amaçlarla da olsa teknolojiye merak sarmış ve kullanıyorlar. Bir ara dedektif tutmak moda değil miydi? Şimdi kimse dedektiflere ihtiyaç duymuyor galiba. Zira kameralar, dinleme cihazları vs. sayesinde herkes dedektif olmuş.

Son dönemde ihanet sebebiyle evliliği çalkalanan danışanlarımın sayısında ciddi artış var. Ben bunun başlangıç noktasını da bitişini de teknolojiye bağlıyorum ister istemez. Çünkü eşini aldatan beylerin çoğu internet aracılığı ile birileriyle önce yazışmaya ve sonra da görüşmeye başladıklarını itiraf ediyorlar. Sonra birçok ”arkadaşlık!!!” sitesi sayesinde çok kolay ulaşabiliyorlar birilerine. Cep telefonu hayatlarını o kadar kolaylaştırıyor ki, çok fazla emek harcamaya falan gerekleri kalmıyor, eşleri çocuğu uyuturken, onlar hayatlarına heyecan getirecek (!) yeni insanlarla mesajlaşabiliyorlar. Eşleri huzur içinde uyurken, onlar bilgisayar başında görüntülü konuşmalarla hasret gideriyorlar.

Esas hafiye kadınlar!

Eşler gerçekten uyuyor mu? Asıl karılarının uyduğunu zanneden erkekler gaflet uykusunda yakalanıyor. Eşinin telefonuna dinleme cihazı yerleştirenler, arabasına micro kamera takıp gittiği yolu evden seyredenler, bilgisayarına casus program yükleyip girdiği her siteyi, her yazışmasını kayıt altına alanlar genelde kadınlar. Zannetmeyin ki bu bayanlar teknoloji konusunda yüksek eğitim almış, teknoloji dehası bayanlar. Ya da belki ben, teknolojiye bu kadar uzak olduğum için, bu yapılanları evlilik için doğru bulmasam bile, deha örneği olarak görüyorum. Herkesin yapabileceği kadar basitse, birileri bana da izah etsin lütfen. Bu hanımlar genellikle teknolojiye TV’nin nasıl açılıp kapatılacağını öğrenmeye bile zahmet etmeyecek kadar ilgisizlermiş daha önce. Ama iş aldattığından şüphelenilen eşi yakalamaya gelince, hanımlar bu konuda uzmanlaşmayı seçmiş.

Bu takip kovalamacasının içinde beni en çok şaşırtan ise eşine hiç renk vermeden eşinin hangi semtlere uğradığını bile evde örgüsünü örerken takip edebilecek ve sevgilisiyle telefon konuşmalarını bir güzel kaydedip eşini kanıtlı, tanıklı köşeye sıkıştıran, orta yaşın üzerinde torun torba sahibi, “zehir” gibi bir hanımdı.

İşin acı yanı, eşinin telefon konuşmalarını ondan habersiz kaydedip de, aslında masumane sadece kayınvalidesiyle konuştuğunu veya bir haftalığına annesine giderken eve kurduğu kameranın eşini sadece maç seyrederken kaydettiği sonucuyla, kendini eşinin günahını almış hisseden bir bayan da çıkmadı danışanlarımın arasında.

Eski -az teknolojili – günler ne rahattı oysa!

Siyah beyazdan renkli televizyona geçmek bile teknolojide bir çığırdı. Ne kamera bilirdik ne dinleme cihazı. Adam eve geldiyse artık huzurlu uykular uyunabilirdi. Bilgisayar başında ne yapıyor diye iç kemirten şüpheler yoktu. Evde değilse, nereye gittiğini söylediyse ona inanmaktan başka çare yoktu ama aslında bir iç huzuru da sağlıyordu bu inanç. Aranan numaraya ulaşılamadığını söyleyen ama nedenini açıklamayıp insanı merakta bırakan ses kayıtları, adamın bilgisayarda saatlerce oyun oynamasına söyleneceğimiz yerde bekar olduğunu beyan ettiği bayanlara yaptığı kurları yakalayıp da üzüleceğimiz casus programlar yoktu.

Teknoloji hayatımızı kolaylaştırdı mı, konfor mu getirdi yoksa paranoya mı yarattı belli değil. Sanırım kimin nasıl kullanmak istediğine bağlı. Herkesin ağzında bir cümledir ya “dünyanın öbür ucundaki bilgiye ulaşabiliyorsun internet sayesinde” diye. Arama motoruna yazılacak cümleyi de internet belirlemiyor ki be adam!

Bayanlar teknolojinin nimetlerinden çok memnun. Hoş bir de teknoloji sadece aldatanı yakalamayı değil de aldatılmamayı sağlasa. “En azından yakalayabiliyoruz, kandırılmıyoruz” diyorlar. Oysa çoğunun hapse aldığı kendi hayatı. Hayatları takipler, şüpheler, yüzleşmelerle gelip geçiyor ve hiçbir anın tadı kalmamış. Kimsenin masumiyetin iç huzuruna sığınabileceği bir limanı kalmamış. Çoğu yaşadığı anın keyfini çıkartamıyor, aklında bir an önce eve gidip gizlediği kameranın kayıtlarını izlemek varken. Hayat başlı başına kovalamaca olmuş, herkes yorulmuş. Kimse farkında değil...

Yazının devamı...

Küstüm, oynamıyorum

Çocuklarımıza söylediğimiz ya da en azından çocukken büyüklerimizden duyduğumuz cümleler vardır. “Çok ayıp, insan arkadaşına küser mi hiç?” Ama günü gelince, bu cümleyi duyan da, söyleyen de belki arkadaşına değil, ama eşine küsüyor. Arkadaşa küsmek ayıp ama eşe küsmek mubah galiba.

Kocaman insanlarız ama, sorunlarımızı küserek halletmeyi deniyoruz ediyoruz çoğu zaman. Derdimizi anlatamayınca, küsüyoruz. Küsünce anlıyor mu karşımızdaki? Hayır. Çoğu zaman küslükten bıkıp barışıyoruz, çok uzadığı için yılıyoruz.Ama sorun çözülmüş olmuyor. Hatta onca zaman küs kalmış olmanın üzerine, konuyu açıp tekrar küsmeyi göze alamadığımız için rafa kaldırıyoruz sorunu.

Anlamıyorum ki aynı evin içinde konuşmadan nasıl yaşanır. Hiç mi sorulacak bir şey yok. Oturup konuşsanıza sorununuzu. Cevap hep aynı. “Denedik, konuşamadık.Kavga ettik.” Hayır, siz konuşmayı denemediniz. Siz kendi düşüncenizi kabul ettirmeye çalıştınız. Suçladınız. Niyet kavga etmekti zaten, haklılığını ispat etmekti. Kabul edin.

Kavga etmekle tartışmak arasındaki ayrımı anlayamadık hala. Tartışmanın, kötü bir tarafı yok. Elbette her konuda aynı fikirde olamayız. Alınması gereken kararlarda farklı fikirlerde olabiliriz, uzlaşamayabiliriz. Kendi kendimize bile tartışıyoruz zaman zaman. Geçen sene yaptığımızı, dün söylediğimizi beğenmiyoruz, pişman oluyoruz. Karşımızdakini incitmeden, üzmeden tartışmanın bir zararı yok.

Ama ne zaman sesler yükseliyor, konudan uzaklaşıp birbirimizin neyi nasıl söylediğine takılıyoruz, ne zaman “sen”le başlayan cümleler havada uçuşuyor, iş kavgaya dönüyor. Hangi kavgada hangi sorun çözülmüş ki siz çözesiniz. Kavga ederken siz onu dinliyor musunuz ki, o sizi dinlesin. Kavgada herkes karşısındakinin susmasını bekler sadece. Sussun ki ben konuşabileyim. İyi de, sen onu dinledin mi ki, o seni dinlesin? Haliyle hiçbir şey hallolmadığı, gerilim daha da arttığı için, “olmuyor, çözemiyoruz”larla küslük başlıyor.

Konuşunca olmadı, susup surat asınca olacak sanki!

Sakin sakin, suçlamadan konuşmayı bir öğrensek. Kendi bildiğimizi bir kenara bırakıp sorduğumuz sorunun cevabını dinlemeyi bilsek. Cevabı biliyorsanız, eşinizin ne düşündüğünden bu kadar eminseniz, konuşmaya gerek yok zaten. Siz kendi bildiğiniz doğrultusunda inat edecekseniz, en kötüsünü düşünüp eziyet çekmeye devam edin zaten.

Doğru iletişim dilini kullanmanın önemini hep vurgulamaya çalışıyorum. Tartışmaktan kaçınmayın. Ama kavga etmek ve küsmek çocuksu tepkilerdir. Sizin kendinize yakıştırdığınız buysa, konuyu tartışmaya hazırım.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.