SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Kol Kırılır Yen İçinde Kalır

Ailenizle çok yakın olabilirsiniz. Hatta küçüklüğünüzden beri hayatınızdaki her şeyi onlarla paylaşmak ve her yaşadığınız sıkıntıda onların sunduğu güvenli limana sığınmak âdetiniz olabilir. Her konuda fikirlerine güvenip onlardan akıl alıyor ve gösterdikleri şefkatle kendinizi iyi hissediyor olabilirsiniz. Ama eşinizle yaşadığınız problemleri ailenize ASLA aktarmayın.

Ailenizin yaşadığınız ve ağlayarak aktardığınız problemler karşısında objektif kalabilmesi ve yansız, yargılayıcı olmadan size akıl vermesi ve hatta sizi sadece dinlemesi çok zordur. Kaç yaşına gelirsek gelelim, biz onların biricik çocuğuyuz ve bizim üzülmemiz onları da üzer ve yaralar. Dolayısıyla taraf tutmadan, eşi de olsa, çocuğunu üzen kişiye sinirlenmeden dinlemeleri çok zordur.

Her ne kadar iyiliğimizi de isteseler, bizi korumak amacında da olsalar, objektif olmayan tutumlar özellikle yaşadığımız sorun nedeniyle, içinde bulunduğumuz duygusal süreçte zarar verici olabilir ve sorunun hacmini büyütebilir.

Ailelerimize koşarak "eşim bana bunu yaptı" dediğimizde ki zaten genelde haklı olduğumuz inancıyla yanlı olarak anlatmamak mümkün değildir, bu noktaya gelene kadar olan olayları, eşimizin neden bu şekilde davrandığını ailemiz pek sorgulamaz. Onlar için sonuç önemlidir ve nihayetinde gelinleri ya da damatları, çocuklarına bu şekilde davranmış veya üzecek sözü söylemiştir. Hâlbuki bu sözün bir cümle gerisinde, biz eşimizin damarına basacak bir şey söylemiş ve onu kışkırtmış olabiliriz. Ya da hareketlerimizle eşimizi çileden çıkartmış ve istemeden bizi kırmasına sebebiyet vermiş olabiliriz. Hatta onun hareketi, tamamen kendini savunmadan kaynaklanmış olabilir. Ama aileler genelde bizim onlara aktardığımız, eşimizin tek başına kabahatli olduğunu kanıtlayan son harekete ve son cümleye takılırlar.

Elbette hiçbir aile, çocuğunun yuvasının yıkılmasını, hele pire için yorgan yakmasını hiç istemezler. İlk tepkileri koruma içgüdüsü ile gelişse bile daha sonra yılların tecrübesiyle aklıselimliği ele alır ve yapıcı davranmaya çalışırlar. Burada en azından birçok aile demeliyim, çünkü bir hareket ya da tek cümle yüzünden çocuğunu istemediği halde eşinden ayırmaya zorlayan çok aile de gördüm maalesef.

Büyük bir ihtimalle, artık bu bardağın taşma noktası değilse, siz sakinleşir ve eşinizle barışmaya karar verirsiniz. Çektiğiniz üzüntüden sonra barışmanın heyecanı ve tazelenmesiyle, eşinizi çoktan affetmişsinizdir. Hoş zaten sakin sakin düşününce, siz de hatalısınızdır canım, çok üstüne gidip zorla sinirlendirmişsinizdir. Sizin de ettiğiniz lafın yenilir yutulur tarafı yoktur zaten. Netice itibariyle bunun için yuva mı yıkılır? Siz onu affetmişsinizdir, o da sizi. Artık her şey yolundadır.

Ama aileniz ASLA affetmez.

Hiçbir anne baba, çocuğunun üzülmesine kıyamaz ve çocuğunu üzen insan onun eşi bile olsa, affetmez. Belki çocuğunun hatırına, ya da çocuğunun hayatında ek bir sorun çıkartmamak adına susar veya durumdan habersizmiş ya da olayı unutmuş gibi davranır. Ama bu olay hep akıllarında kalacaktır ve su yüzüne çıkamasa da en azından duydukları saygı ve sevgi azalacaktır. Bu da bir şekilde davranışlarına yansıyacak, sizin ve eşinizin üzerinde yeni bir sorun bulutu olarak zaman zaman gölgesi üzerinize vuracaktır.


Sevgiler
Yeşim Varol Şen

Yaşam Koçu ve Evlilik Danışmanı


Yazının devamı...

Dominant kadınlar mutlu mu?

Dönemler değişip evliliklerin çehresi değişse de, eski neslin ataerkil aile yapısının yerini günümüzün kadın ve erkeğin eşit basamaklarda durduğu, aile reisliğinin tek başına erkeğin sırtında değil de eşlerin birlikte üstlendiği, ortak kararlarla hayatı paylaştıkları evlilikler çoğalsa da, evliliklerde yaşanan sorunların konu başlıkları çok fazla değişmedi. Her dönemin evlilik sorunlarında ortak konular vardır. Örneğin gelin – kayınvalide sorunları, kadın ya da erkek fark etmez, eşlerden birinin ailesinden kopamayıp kendi yuvasını kurmakta zorlanması, ihanet, şiddet, yanlış iletişim dilini kullanmak hemen her devrin sorunudur mesela. Bunun yanı sıra cinsellik, çocuk yetiştirme tarzlarının farklılıkları, maddi konularda yaşanan zorluklar veya para harcama alışkanlıklarının farklı olması, yine temizlik, ev içi düzen ya da kişisel bakım anlayışlarının farklılıkları da evliliklerde sık sorun yaşanan sorunlardan bazılarıdır. Tüm bu saydığım ve ilave yapılabilecek diğer genel başlıkların yanı sıra, günümüzde, eski nesil evliliklerden farklı olarak, daha çok günümüz evliliklerine özgü ve evlilikleri çok fazla etkileyen yeni bir konu başlığımız daha var artık. Günümüzün, maddi bağımsızlığına sahip, annelerinin evlilik içersindeki kıstırılmışlığının izlerini bizzat üstlerinde taşıyan “Ben kendimi ezdirmem” cümlesini neredeyse tanışma cümlesi ilan etmiş dominant kadınları.

Çağımız evliliklerinin yeni başlıklarından biri olan bu mesele, aslında kaynağı itibariyle pek de yeni sayılmaz. Dolayısıyla konuyu irdelemek istediğimizde gerek aile yapıları, gerek baskın karakter olan kadınların bakış açısı, gerekse bu baskın karakter karşısında ne yapacağını bilemeyen erkek tarafından da değerlendirmek gerekir.

Öncelikle kaynağa yani neden günümüz kadınlarının zırh kuşanmaya ve ellerine silah almaya ihtiyaç duyduklarına bakarsak, bu noktada ebeveynlerinin evliliklerine bakmakta yarar var.

Annelerimizin, teyzelerimizin ya da büyük annelerimizin, yani bizden önceki neslin evliliklerinde var olan kadınların, evlilik içersindeki duruşlarına bakarsak maalesef genelde mutsuz kadın tablolarıyla karşılaşıyoruz. Bir çoğu evlilikleri için eş seçimlerini kendileri yapamamış, babalarının yani kendileri adına karar veren bir erkeğin “tamam” demesiyle bir anda kendilerini hiç tanımadıkları bir erkeğin evinde buluvermişler. Dolayısıyla ümit etmek, sevmek ve hatta sevilmek gibi bir beklentileri olmamış. “Ne çıkarsa bahtıma” anlayışının sonucunda, bir çoğu mutsuz evlilikler kurmuş ve hatta şiddet görmüyorlarsa kendilerini talihli saymışlar. Şanslı olanlar ise eşlerini tanıyarak, severek seçmiş. Ancak elbette bu tanışma dönemi günümüzün flört anlayışından çok uzak. Kaçamak, dar vakitlerde görüşmeler, herkesin iyi yönlerini ön plana çıkarttığı, kısıtlı konuşmalar. Çoğunlukla babanın otoritesinden uzaklaşma kaygısını, sevgi zannı altında müstakbel eşe yönetmeler. Atılan imzalar sonrasında ise, gerçek kişiliklerle birlikte, bir arada yaşamanın zorluklarıyla yüzleşme.

Bu evlilikleri, günümüzün dominant kadınları üzerindeki etkisine gelince. Babanın, bir yerden sonra “baba” kavramının erkek davranışı modellemesiyle birleşmesi sonucu, anneyi ezer tavrı özellikle kız çocuklarında bir isyanla birlikte yanlış algı geliştirmiş. İçten içe erkeğin her daim kadını ezdiği, kadının bu davranışlara hep mecburen katlandığı yönünde bir inanış oluşturmuş, anneyi koruyamayan bu kız çocuklarının ruhunda. Çocuğun ilk öğrendiği annenin mutsuzluğu, ezberlediği ilk cümle ise “Ben kendimi ezdirmeyeceğim” olmuş.

Tam tersi aile yapılarında büyüyüp de yine baskın davranışları olan kadınlar yok mu, elbette var. Aşırı ters uçlar genelde aynı davranış şekilleriyle sonuçlanır zaten. Alkolik ebeveynlerin birçoğunun, çocuklarının da alkolik olabildiği gibi. Annenin aşırı baskın, dominant karakterde olması kimi kız çocuklarını aşırı içine kapanık, ürkek yaparken, kimi kız çocuklarının da aynı şekilde dominant yetişmesine sebep olur. Çünkü annenin babaya karşı davranışları, kadının erkeğe davranması gereken tavırlar öğretisiyle şekillendirir davranışları.

İşte bu sebeplerle, ailelerin çocuklarını yetiştirirken psikolojisini korumak için, salt yanında kavga etmemesi yeterli olmaz. Çocuğun anne ve baba ilişkisindeki gözlemleri ve yorumları, onun nasıl biri olacağını da şekillendirir, kendi kuracağı aile modelini de. Sürekli mutsuz, ezilen bir anneyi görmek de, dominant, baskıcı bir anneyi model almak da, kız çocuğunun nasıl bir kadın olacağını, erkek çocuğunun nasıl bir koca olup, nasıl bir eş seçeceğini belirler.

Ailelerin etkisini bir yana bırakırsak, günümüzde biz kadınlar kendi içimizde de annelerimizden oldukça farklıyız. Artık daha büyük bir yüzdemiz, en azından büyük şehirlerde, çalışan, kendi paramızı kazanan kadınlarız. Kendimize, sosyalliğimize çok daha fazla önem veriyoruz. Etraftan önce kendimiz için yaşıyor, hayattan daha çok şey bekliyoruz. İş çıkışı biz de arkadaşlarımızla buluşup stres atıyor, eskiden sadece erkeklerin olan iş dünyasında en zirveye tırmanma konusunda iddiamızı ortaya koyuyoruz. Çocuk da yapıp bakıyoruz, kariyerimize de önem veriyoruz. Dans kursundan çıkıp, eski arkadaşlarımızla yemeğe çıkabiliyoruz. Bu anlamda inanılmaz bir değişim, hatta devrim var kadın dünyasında. Belki erkek dünyası bizim için yeni olan bu devrimin nimetlerinden zaten faydalanıyor olduğu için kendi adlarına çok şey değiştirmeye gerek duymadı ama biz kadınlara alan açtılar. Kadınların devrimi büyük bir güç oldu ve yaşam kalitesini yükseltti. Ama her güç gibi kötüye kullanıldığında maalesef geri dönülmez zararlar veriyor.

Günümüz kadınları da elde ettikleri bu güçle çoğu zaman ezilmemek adına ezmeye vardırabiliyor durumu. Yani kantarın topuzu kaçıyor zaman zaman. Öncelikle bakalım, eşiniz sizi ezmek isteyen bir karaktere sahip mi? Belki babanız, hatta onun babası kendi eşlerini ezmeye çalışıyorlardı. Belki hiçbir konuda kadınların fikrini almıyor, hatta sürekli bir otoriteyle davranıyorlardı. İyi de sizin eşinizin yapısı bu değilken, sürekli tetikte olmak niye. Size saldıran yoksa niye sürekli savunma yapasınız ki. Sürekli tetikte olmak bir müddet sonra saldırıya dönüyor çünkü. Gerçekten ihtiyaç yoksa kalkanları kuşanmak niye. Boşaltalım elimizi kolumuzu, karşı karşıya değil, yan yana duralım, fena mı?

Kadın ya da erkek bir tarafın dominant davrandığı, eşlerin eşit hizada durmadığı evliliklerin huzur süresi, bastırılan eşin tahammül süresine bağlı oluyor genelde. Ama ezen de ezilen kadar mutsuz ve tatminsiz oluyor aslında. Çünkü beklentiler karşılanmıyor, saygı ve sevgi örseleniyor ilişkide.

Konumuz dominant kadınlar. Öncelikle kadınlar açısından incelersek durumu….

Aşkın doğasında hayranlık vardır. İnsanlar bir yönüyle hayran oldukları, hatta hayran oldukları konuda kendilerinden daha iyi olduğunu düşündükleri insana aşk duyarlar. “Neden” sorusuna verilen cevaplarda hep güçlü yönler sıralanır. “Aşığım, seviyorum çünkü çok zeki, çok başarılı, çok yakışıklı, çok karizmatik vs vs…” Fakat birliktelik kurulup da yönetmeye başladığınızda önce o “çok”lar silinir. Çünkü yönetebildiğiniz, sürekli komuta ettiğiniz, her daim sizin izninize bağlı bir erkek, “çok akıllı”, “çok başarılı”, “çok bilmem ne “olamaz artık. Olsa olsa akıllıdır, başarılıdır ama sizin kadar değil. Zamanla hayranlık azalır, kadın erkek ilişkisinin yerini anne-çocuk ilişkisi almaya başlar. Çünkü dominant kadın yönetmektedir ilişkiyi de, erkeği de. “ Aşk duygusunun yerini, yavaş yavaş beğenmezlik, onaylamazlık, sonrasında da saygı yitimi alır. Sorsanız “ben olmasam o hiç bir şeyi tek başına yapamaz”a kadar varır durum. Sanki erkeğin evlilikten önceki tüm hayatı eksikti, başarısızdı. Kadın olmasa erkek ne iş ilişkilerini sağlıklı götürebilecek, ne ailesiyle ilişkilerini dengede tutabilecek, herkesin elinde oyuncak olacak sanki.

Hele bir de üzerine kısıtlamalar başlayınca. Aslında kısıtlamaların altında genelde korku ve kendine güvensizlik yatar. Erkek arkadaşlarla, arada bir toplanılan gecelere engel olunur, çünkü bekar arkadaşlar tehlikelidir. Aile ziyaretlerine tek başına gidilmez, Allah korusun ailesi eşini doldurabilir. İş seyahatlerinde nerede kalacağı, kiminle gideceği denetlenir. Cümle alem evli olduğunu bilsin diye spor salonuna ancak beraber gidilir. Erkeğin fikri olmaz, ancak birilerinin dolduruşuna gelmiştir, dolayısıyla çevresi denetlenir. Liste böyle sürüp gider. Bu kısıtlamalar altında erkeğin hali vahim ama kocasına çocuğu gibi davranan hiçbir kadının da mutlu olduğunu görmedim henüz. Çünkü aşkın başında kadının yerleştirdiği “çok”tan sonra gelen olumlu sıfatlar artık “çok beceriksiz”, “çok mantıksız”, “çok yanlış”lara dönmüştür artık. Aşkın içindeki övgüler yergiye dönüşünce de aşk uçup gider, yanına saygı ve sevgiyi de katarak.

Çünkü her kadın güçlü bir erkek ister aslında. Zor durumlarda çözüm yaratabileceğine güvendiği, kendisi tıkandığında yolunu açabilecek, kendisini koruyup kollayabileceğine güvendiği, kaybetme tedirginliğiyle sarmak istediği erkeği ister. Dominant kadınların ideal eş tariflerine kulak kabarttığınızda, genelde cevap hep diş geçiremeyeceği erkektir. Çünkü hayatla didişmekten, hep öncü kuvvet olmaktan yorgundur aslında. Biri kontrolü ele alsa da bir dinlense ister.

Erkeklere gelince… ilk çağlardan beri erkek profiline bakarak başlamak lazım belki de. Mağara döneminde bile erkek avlanmaya çıkarmış, kadınlar mağara civarında yaşarken. Sonrasında erkekler savaşa gidermiş yeni topraklar fethetmek, ailelerinin güvenliğini sağlamak için. Sonra “şövalyelik” kavramı çıkmış ortaya. Bir çok masalda prensesleri ejderhalardan, kuleye kapatan kötü kalpli cadılardan kurtaran şövalyeler anlatılır hala. Hiçbir masalda prensesin şövalyeye kendisini nasıl kurtaracağını anlattığını duydunuz mu? Prensesler kurtarılmayı beklerken sessizce gözyaşı döker, prens kendi imkanlarıyla ejderhayı alt eder ve sonunda prenses kahraman şövalyesine aşık olur. Elbette hiçbir kadının hayatı başkasının kendisini kurtarmasına bağlı, aciz yaşamasından bahsetmiyorum. Ama erkek psikolojisine bakarsak, kadını korumak kollamak, eşi için bir şeyler yapmak doğalarında var.

Günümüze dönersek, çoğu erkek artık babasını rol model almıyor. Çünkü onlar da erkek egemen evliliklerin annelerini ne denli mutsuz ettiğini görmüş ve bundan ders çıkartmışlar. Zaten evlendikleri kadınlar da annelerine pek benzemiyor. Daha bağımsız, ayakları üzerinde duran, kariyere öncelik veren güçlü kadınlar eşleri. Erkek zaten ezebileceği değil, başarısından gurur duyacağı kadını seçmiş eş olarak. Bu sebeplerle hayran olmuş, adı aşk olmuş zaten.

Sonra hayat başlıyor. Kadında hayran olduğu güç, bir dönem sonra ezici bir şekilde hissettirmeye başlıyor kendini. Erkekler kadınlar gibi değil, çoğu erkek bıçak kemiğe dayanmadıkça, her mutsuzluğu dile getirmiyor hemen. Evde tartışma veya huzursuzluk olmaması arzusu, onları zaman zaman sorunları ertelemeye itebiliyor. Fakat bir dönem sonra, eşinin dominant davranışları karşısında rahatsız olmaya başlayan erkekler farklı reaksiyonlar geliştirebiliyor.Ya isyan başlıyor, ki bu evde sürekli tartışma ve huzursuzluk anlamına geliyor ve şiddetli geçimsizlikle sonuçlanıyor. Ya da pasifize olmuş erkek, evlilik etiğine aykırı da olsa kendini aktif hissedebileceği yeni alanlar yaratma ihtiyacı hissetmeye başlıyor. Eşi bir “anne”ye dönmüş erkekler, yanında kendilerini huzuru ve güçlü hissedebilecekleri bir “kız arkadaş” a ihtiyaç duymaya başlıyorlar. “Evde kedi, dışarıda kaplan” tabir edilen hayat modelleri çıkıyor ortaya.

Aslında bu sadece kadın yada erkek farkı değil elbette. Hiç kimse sürekli yönetildiği, her adımı kontrol edilen ve sürekli talimatlarla yaşadığı bir hayatı tercih etmez. İlişki kurmanın, evliliğe adım atmanın amacı mutlu olmaktır. Evlilikler hapishaneye döndüğü anda kadın ya da erkek herkes özgür bir nefes alabilmenin, parmaklıkları aralayabilmenin düşünü kurmaya başlar. Bu nedenle “evlilik müessesi” tanımını, “evlilik ciddi bir kurum”dur lafını hiç sevmem. Çünkü hiç kimse bir kurumun katı kuralları içinde yaşamayı tercih etmez. Hatta bırakın yaşamayı, patronun tek elinde bir yönetimde, fikirlerine hiç değer verilmediğini hisseden bir ortamda çalışanlar bile, gün gelip kendi işinin patronu olacağı günleri hayal eder.

Evlilikler hayatımıza renk katmalı. Evlenip de “Biz” olmak, “ben” kimliğimizden vazgeçmek anlamına gelmemeli İki hayat bir araya geldiğinde evlilik zenginleşir. Aksi halde bir tarafın kurallarıyla ilerleyen bir ilişki, ilişkiden çok memnun olunmayan bir iş akdine dönüyor.

Kadınlar çok yol aldı yıllar boyunca. Elbette gurur duymalıyız bu gelişimle. İş dünyasında var olmak, sesimizi duyurabilmek, hayatın içinde eşimizin arkasında değil yanında durabilmek, bizim canla başla çalışarak elde ettiğimiz güçler. Ama gücü kötüye kullanmak kullanana bile mutluluk getirmez.

Evliliğin bir güç savaşı değil, yol arkadaşlığı olduğunu unutmamak gerek. Önde ya da arkada değil, yan yana yürümek gerek.

Aksi halde, Çin atasözünde olduğu gibi “Güç gelir, adalet gider”

Sevgiler

Yazının devamı...

Öğrenilmiş Çaresizlik

Bu hafta katıldığım bir TV programında, stüdyodaki izleyicilerden birinin hikayesi, programda önce üzüntü yarattı. TV programının iyi niyetli sunucusu da dahil, stüdyoda bulunan herkes bu hayattan çok çekmiş hanımefendinin hikayesiyle hüzünlendi. Herkes çözüm yolları önermeye, nasıl yardım edebileceğini düşünmeye başladı. Ama hikâyenin detayları ve içindeki gerçekler ortaya çıkınca tepkiler acımadan kızgınlığa döndü maalesef. Neden mi?

Hanımefendi otuz yıllık evli. Orta yaşlarında olduğuna göre belli ki çok erken yaşta evlenmiş, bir kızı, ardından da bir oğlu olmuş. Otuz sene boyunca eşinden şiddet görmüş. Onun tabirine göre aslında eşi kötü bir insan değil. Sadece içtiği zaman – ki her akşam alkol kullanıyor –muş-, hanımefendiye şiddet uyguluyor ve hakaretlere boğuyormuş. Kollarındaki morlukları gösterdiğinde neredeyse tüm konuklar isyan etti. Bu hanım daha önce polise gittiğinde, polis halk arasına ağızdan ağıza dolaşan, şehir efsanesi mi değil mi belli olmayan “Koca bu , döver de sever de” cümlesini kurmuş. Dolayısıyla bu hanım, ne ailesinden, ne polisten destek alamadığını, yıllardır –mecburen- bunlara katlandığını, çocuklarının psikolojisi bozulmasın diye ayrılamadığını, kendisine kimsenin sahip çıkmadığını anlatarak çok gözyaşı döktü. Üzerine bir de aldatıldığını, hem de bu ihanetin diğer kadının karşısına dikilmesine sebep olacak kadar ciddi bir ilişki olduğunu anlatınca, stüdyoda bulunan herkes bu hanımı kurtarmak için bir şeyler yapmak konusunda çırpınmaya başladı. Taa ki… bir de madalyonun diğer yüzü de görünene kadar.

Belki tepkim ilk etapta size sert gelecek ama, işte bu nedenle salt aktarılanlarla harekete geçmemek ve hiçbir hikayeyi tek taraflı değerlendirmemek gerek. Çünkü maalesef ülkemizde, aileleri sahip çıkmadığı için kötü evliliklerin içinde hapsolmuş ya da maddi dayanakları olmadığı için kımıldayamayan çok kadın var. Yardım eli uzatmak için ne gerekiyorsa yapmamız gereken öyle çok mağdur var ki.

Mevzu bahis olan hanımefendiye gelince;

Her şeyden önce, bir insanın eşi kendisine hakaret ediyorsa, şiddet uyguluyor ihanet ediyorsa nasıl “Aslında beni seviyor. Normalde iyi bir insandır” denir. Bir de sevmese ne yapacaktı, normalde iyi ise anormali ne bu durumun?

Yasalar değişti hanımlar. Emniyet güçlerimiz bu konuda gerekeni yapıyor inanın. Şiddet gösteren eşe kamu davası da açılıyor. Evden uzaklaştırma cezasından tutun da daha ağır cezalara kadar bir çok yaptırım uygulanıyor. Şikayetçi olmayıp da, “Nasıl olsa polis hiçbir şey yapmaz “ diye düşünüyorsanız, bu sizin eksik bilginiz. Emniyet güçlerinin değil.

Ailesinden destek alamadığı için kendine yeni bir hayat kuramayan çok kadın var evet. Maalesef bir çok aile, cehaletin etkisiyle, evladından çok etrafın ne düşüneceğine takılmış durumda. Ancak detaylara indiğinizde,bir çok kadın zamanında evden kaçarak evlendiği, ya da gerçekten kararlı olmadığı için yardım alamayacağına inanıyor ve hiç denemiyor. Ailesiyle konuşması ve kararlı olduğunu belirtmesi için teşvik ettiğimiz bir çok kadın, korktuğunun aksine ailenin kendisine kucak açtığını görüyor.

Hanımefendinin psikolojisi bozulacak diye korktuğu oğlu yirmi yedi yaşında kocaman bir adam. Üstelik çalışıyor, eli ekmek tutuyor. Kızı ise daha büyük ve evli. Hanımefendi, damadı ve kızı kendisine destek olduğu halde onlara yük olmak istemiyor. Peki, ama şimdi hayatının kederini onlara yansıtmakla yük olmuyor mu? Oğlu bu durumda annesine destek olmak istemiyorsa, nasıl evlatlar yetiştiriyoruz, çocuklarımızı nasıl yönlendiriyoruz düşünmek gerek. Üstelik, hiçbir çocuk kaç yaşında olursa olsun anne baba ayrılığının kararını veremez, vermemeli. Dolayısıyla biz öncelikle kendi ihtiyaçlarımızı belirlemeli ve çözümleri üretmeliyiz. Biz iyi olmazsak kimseye faydamız yok.

Elbette bu yaklaşımım içinde canlı yayında bu kadar rahat sorunları paylaşabilmeye, bu denli sıkıntılı bir hayat yaşadığını söylerken her gün stüdyo stüdyo gezebilmeye ve kadın kuşağı programlarının geleneksel duruşu bir an ağlarken bir an kalkıp göbek atma havasına girebilme becerilerine şüpheci bakışımın da etkisi var. Kocasından bu kadar korkan ve şiddet gören bir kadın, nasıl cümle aleme canlı yayında kocasını bu kadar rahat anlatabiliyor. Yok yere şiddet uygulayan bu koca, ekranda karısını dinleyip de, eve gidince ne yapmaz?

Tüm bu yorumları özelden genele toplarsak, kötü hayat standartlarından çıkış yolu bulmak yerine, oturup kadere küsmenin, kadersizliği kabullenip gözyaşı dökmeye devam etmenin ve hiçbir çıkış yolu denemeden tüm kapıların kapalı olduğuna inanmanın adı “ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK.” Yani bize kimsenin yardım edemeyeceğine inanma, katlanmaktan başka yapabileceğimiz hiçbir şeyin olmadığına yani kısaca çaresiz olduğumuza inanma durumu. Oysa, çaresiz olduğumuza inanmadan önce aklımıza gelen tüm çareleri denemiş, bize çare önerebilecek tüm kapıları yoklamış olmamız gerek. Acılardan beslenmemek, hayat standardımızı değiştirmeye kararlı olmak gerek. Bugün olmuyorsa yarın çare bulmak için şartları hazırlamak gerek.

Kısacası kadere inat, mutluluk ve huzur için çabalamak gerek.

Sevgiler

Yeşim Varol Şen

Yaşam Koçu ve Evlilik Danışmanı

Yazının devamı...

Duygular Bitince

En çok üzüldüğüm, en adaletsiz görünen ama bir o kadar da hayatın içinden tablolar…….duygular değişince geriye kalanlar. Aşk, sevgi namına bütün duygular bitmiş. Görseniz birbirlerine o kadar önem ve değer veriyorlar ki. Ama tanımları hep çocuğumun annesi/babası, en iyi arkadaşım, dostum sıfatları üzerine kurulu. Evliliklerde arkadaşlık elbette çok önemli ama en sevdiğimiz dostumuzla evlenmeye kalkmıyoruz öyle değil mi?

Hayatta bir çok rolümüz var. Hepimiz birilerinin evladı, kardeşi, ablası/abisi ,annesi/babasıyız. Çocuğumuza ebeveyn kimliğiyle davranıyoruz, iş yerinde başka roller, marketten alışveriş yaparken “müşteri” adını verdiğimiz kılıfımız üzerimizde. Eşinin nesi olmak istiyorsun sorusuna verilen sıfat ise genelde birden fazla oluyor. Yakında evlenecek bir bayan danışanım bu soruya şöyle cevap verdi ; “Yeri geldiğinde eşi, yeri geldiğinde arkadaşı, annesi, kardeşi olmak istiyorum. İşte başı sıkıştığında bana danışsın, hasta olduğunda ona ben bakayım. İçip dağıtmak istediğinde arayacağı kişi ben olayım. Vs. vs. Ben eşimin “her şeyi” olmak istiyorum.” İyi teoride süper, ama ya pratikte mümkün mü? Siz eşinize kızdığınızda, birlikte oturup onu çekiştireceğiniz kız arkadaşlarınızın yerine eşinizi koyabilmeniz mümkün mü? Patronunuza sinir olduğunuzda, aynı dertten muzdarip mesai arkadaşınızla oturup söylenmenin keyfini, konuyu hiç bilmeyen eşiniz verebilir mi?

Elbette bir hayat paylaşmak, temelinde her şeyi paylaşmak istediğiniz insanla bir ömür paylaşmak güzel. İşte problem yaşadığınızda eşinizden fikir almak, evlilikten beklentilerinizi oturup tadıyla eşinizle paylaşmak güzel. Ama dengeyi bozup tadını kaçırmamak lazım.

Neden eşinizin annesi olasınız ki? Onun zaten bir annesi var. Bir anneyle yaşamak isteseydi zaten annesiyle yaşamaya devam ederdi. Tamam arkadaş da olun eşinizle, ama sizinle arkadaş kalmak isteseydi bir evlilik cüzdanına gerek kalmazdı zaten.

Bütün bu rollerin evlilikte yeri var, yok değil. Ama öncelikleri karıştırmamak gerek. Siz evlilik içersinde önce “eş”siniz. Eşinizin “her şeyi” olmanız gerekmiyor ama illa ki “eşi” olmanız gerekiyor. Sizi öncelikle “kadın” ya da “erkek” kimliğiyle görmesi gerekiyor. Sizin bir mahreminiz var, özel hayatınız var. Diğer tamamlayıcı kimlikler, eş kimliğinin önüne çıktığı zaman arzu, heyecan ve tutku gibi kavramlar gölgede kalıyor,zaman içinde de unutulup gidiyor.

“Eşimi çok seviyorum. O benim en iyi dostum. Ama artık onu eşim gibi sevmiyorum” cümleleri, öyle çok çıkıyor ki karşıma. Bunun içinde erken yaşta evlenmenin, birlikte büyüyüp farklı gelişmenin payı olduğu kadar , eşinin tüm hayatını işgal etmenin de payı var.

Eşinizin her şeyi olmaktansa, hayatında en sevdiği, en çok istediği olmak, daha doğru gelmiyor mu kulağa. Bırakın onun arkadaşları olsun, annesi, babası ve kardeşleri olsun. Birlikte içip dertleştiği insanlar olsun. Ama eve döndüğünde sarılmak istediği, birlikte gülüp eğlenmek istediği insan siz olun.

Her şeyi siz olmayın ama her şeyi paylaşmayı arzuladığı insan siz olun.

Sevgiler

Yeşim Varol Şen

Yaşam Koçu ve Evlilik Danışmanı

Yazının devamı...

Aşkın Matematik Hali

İlişkinizde problem yaşıyor ve probleminizi bir türlü çözemiyor musunuz? Aile, arkadaş vb. sorununuza sorun katıyor ve siz sevdiğinizle uzlaşamıyor musunuz? Lütfen pes etmeyin, sevgi ve saygı devam ettiği sürece her problem çözülebilir. Nasıl mı?

Öncelikle ilişkinizdeki her problemi tek tek ele alın. Karşınızdaki insana aynı anda bir sürü şeyi anlatmak ve değiştirmesini beklemek ve bana bunu da yapıyor, şu davranışı da kötü diye sızlanmak yerine, kendinize bir öncelik sırası yaratın ve her problemi gerçekten çözmeniz gereken bir matematik problemi gibi görün ve tek tek değerlendirin.

Öncelikle probleminizi tek bir cümle haline getirin. Örneğin, sevdiğinizin geç kalacağı zaman arayıp haber vermemesi sizin için problemse;

Bunu olumlu bir cümle haline getirin;

`Sevgilimin/ eşimin/ çocuğumun vb. geç kalacağı zaman arayıp haber vermesini sağlamak istiyorum.`

Şimdi problemi ortaya sorun olarak değil de, gerçekleşmesini arzu ettiğimiz bir hedef olarak ortaya koyduk. Peki bu hedefimizin gerçekleşmesini nasıl sağlarız?

Konuşarak, onun olumsuz davranışına ayna tutarak, olumlu davranışını takdirle ödüllendirerek vb... Lütfen kendi listenizi çıkartın ve hiçbir cümle için `ben zaten bunu yaptım ve işe yaramadı` diye düşünmeyin.

Evet, belki daha önce bu konuyu kendisiyle konuştunuz ve istediğiniz sonucu alamadınız. Peki, gerçekten konuştunuz mu, sadece şikâyet mi ettiniz? Siz konuştunuz ama karşınızdaki ne anladı? Siz aklınızdan geçenleri mi cümlelediniz yoksa içinde bulunduğunuz duygusallığın da etkisiyle kastetmediğiniz kelimeler mi döküldü dudaklarınızdan? Ya o ne cevap verdi size, onun bambaşka nedenleri ve istekleri olabilir mi?

Her ilişkinin temelinde iletişim yatar ve doğru iletişim sağlıklı ilişkiler için olmazsa olmazdır. Problemlerimizi doğru tanımlamayı ve objektif cevaplar bulmayı başaramadığımız sürece sorunları sadece örtbas etmiş ya da ertelemiş oluruz. Dışarıdan bir uzman, psikolog, yaşam koçu ya da ilişki terapistinden yardım almak bu nedenle çok önemlidir. Sorununuza objektif bakabilen ve sizi doğru iletişimle yönlendirebilen bir uzman, aslında sizin bildiğiniz fakat duygusal travmalardan dolayı dışa çıkartamadığınız cevapları uygulamanıza da yardımcı olacaktır.

Sevgi ve saygı barındıran hiçbir ilişki bitmeye mahkûm değildir ve çözüm her zaman mevcuttur. Sizin aklınıza başka çözümler gelmese de, bir yerlerde başka cevaplar olduğunu sakın unutmayın.

Sevgiler...

Yeşim Varol Şen

Yaşam vKoçu ve Evlilik Danışmanı

Yazının devamı...

Ev İşi ya da Gönül İşi

Yeni evliydim. Yakın akrabalarımdan bir bayan bana dedi ki Teyze nasihati, elbette benden daha iyi bilirler evliliği, ne de olsa onca senelik tecrübe. Ama hangi vakitte yapılacak bunlar, zaten sadece bir gün tatilim var.Onda da ev işi mi, yemek mi, dinlenmek mi , eşimle geçireceğim zaman mı diye bunalmadım değil hani. Off ne zormuş bu evlilik derken eşi girdi sohbete. diye. Hoş ben evlenirken çocukluk yaşını geçeli biraz olmuştu ya neyse. “ “ dedi. Bir hayli karışmıştı aklım. Dolayısıyla konunun direkt muhatabı eşime açtım konuyu. O da dedi ki “”

Bunca yıllık evlilik tecrübesinden ve hele danışanlarımın ev işlerine boğulup da eşlerini ihmal etmiş hikayelerinden sonra artık biliyorum, çamaşır makinesine değil, eşime bakmanın ne demek olduğunu. Temizlik, hijyen ve evimin düzenli olması benim için de çok önemli. Sağlıklı ev yemekleri yapmak çocuğumun doğumundan sonra daha da önemli oldu benim için. Ama evim bana hizmet etmeli. Evin kölesi olmak başka, evde huzur başka.

O kadar obsesif bir toplumuz ki. Bir çok kadın, iyi bir ev hanımı olmak uğruna bakıyorsunuz evinin kölesi olmuş. Çalışmaya yeni başladığımız bir çiftim var. Bayan ev hanımı. Eşi ise cumartesi dahil çok yoğun çalışan bir bey. Aralarındaki paylaşım azlığından, konuşacak hiçbir şeylerinin kalmamasından şikayetçiler. Bayanın programı neredeyse eşinden ağır. Her gün iki çocuğuna ve eşine kahvaltı hazırlayarak başlıyor güne. Kahvaltı hazırlıyor dediysem, on sekiz yaşındaki oğluna bile ekmeğine yağ bal sürerek hazırladığı için garip. Sonra çocuklar okula, bayan ev işlerine. Öğlen hepsi yemeğe geliyor, öğlen için hazırlık. Yemekten sonra herkes çekilince, yine ev işleri ve akşam yemeği. Bütün gün toplanan ev, akşam çocuklar gelince darmadağın oluyor. Dolayısıyla yarın yine toplanacak. Bu arada çamaşırlar, ütüler, bulaşıklar vs vs. Eşinin evde olduğu Pazar günü ise bayan için de kıymetli. Çünkü onda da market alışverişi yapılacak, günlük koşuşturma daha az olduğu için camlar silinecek, tül perde yıkanacak. Çünkü bu hanım için dışarıdan bakınca camların ve tüllerin pırıl pırıl görünmesi en büyük guru kaynağı. Lafın arasında “siz ne zaman dinleniyorsunuz” diye sorduğumda, soruma çok şaşırdı. Büyük bir hayretle cevapladı “Uyuyunca???”

Tertemiz ve düzenli bir ev hepimizin içini ferahlatır elbette. Ancak evin kölesi olup hayattan alınacak dakikaları kaçırmak da var işin ucunda. Bu bayanın eşi de şüphesiz memnun eşinin hamaratlığından. Ancak yalnız yaptığımız seansta da “keşke eve bu kadar özeneceğine, bana özense” diye özlemini dile getirmekten de geri kalmadı. Hoş bir taraftan sitem etse de, eşine “dur” dememekle, yardım etmemekle, kendisi de katkıda bulunmuş aralarındaki kopukluğa.

Hayat müşterek, ev müşterek, işler müşterek. Paylaşmak lazım sorumlulukları. Ev işleri çok vakit alınca, gönül işlerine kalan vakit çok dar çünkü.

Sevgiler

Yeşim Varol Şen

Yaşam Koçu ve Evlilik Danışmanı

Yazının devamı...

Ya Değişmezse?

Flört edilen dönem belki de ilişkinin en tatlı, en heyecanlı tarafı. Karşılıklı kur yapmalar, heyecanlar, birlikte eğlenmek… Hepsi çok güzel de, bir sürü insan bir taraftan da sanki bir hesap defteri tutuyor bu dönemde. Evlenene kadar ses çıkarılmayacaklar, evlendikten sonra ilk fırsatta değiştirilecek taraflar. İlişki ilerledikçe liste de uzayıp gidiyor.

Danışanım Zeynep (çalışmamızdaki mahremiyet gereğince gerçek isimlerini kullanmıyorum), erkek arkadaşı Arda’nın arada bir de olsa alkol kullanmasından hiç hoşlanmıyor ve evlendikten sonra alkol almasını yasaklamak konusunda kararlı. Bir de Arda’nın her hafta futbol maçına gitmesinden şikayetçi. Futbol seven erkekleri de hiç modern bulmuyor. Bu konu da, Zeynep’in değiştirilecekler listesinde.

Danışanım Erdal, kız arkadaşı Esma’nın fazla açık giyindiğini düşünüyor. Bir kaç kere bu konuda kendisini uyarmış ama, Esma’nın “Babam bile bana karışmıyor” şeklinde tepki vermesi üzerine, şimdilik karışabilecek konumda olmadığını düşünmesi sebebiyle, bu konuyu –şimdilik- ertelemiş.Ama evlendikten sonra Esma’nın giyim tarzının ne kendi ne de ailesinin tarzına uymayacağını düşündüğü için değiştirmek zorunda olduğunu düşünüyor.Esma ise bu konuyu çözdüklerini zannederek istediği gibi giyinmesinin artık asla sorun olmayacağı konusunda rahat.

Böyle yüzlerce örnek verebilirim. Elbette birlikte olduğunuz kişi ile her konuda yüzde yüz uyumlu olamayabilirsiniz. Ancak özellikle hayatın tümünü etkileyecek kadar önemli görüş farklılıklarını ölçebileceğiniz dönem değil midir flört dönemi. Oldurmaya çalışmak yerine, “ uygun mu değil mi” yi ölçmek için kullanmak daha sağlıklı değil mi? Karşımızdakini değiştirmeye ne kadar hakkımız var, değiştiği zaman mutlu olabilecek mi bakalım. Üstelik de ya değişmezse?

Talimatlarla, kısıtlamalarla süren hayatlar mutluluk getirmez. Zeynep’in örneğinde olduğu gibi, belki o erkek arkadaşı hiç alkol kullanmayınca ve futbolu da bırakınca çok mutlu olacak. Peki , ya erkek arkadaşı. Erkek arkadaşı mutsuzken Zeynep’in mutluluğu gölgelenmeyecek mi? Ya da bu delikanlı da Zeynep’e, “O zaman ben de arkadaşlarınla buluşmanı istemiyorum” demeyecek mi?

Hiç kimse, başkasının isteği ile değişmez. Bunu aklımıza sokalım. İnsanlar ancak kendi gerekli gördükleri yönlerini değiştirirler. Gelişim dediğimiz de bu işte. Birey önce kendi davranışının yanlış ya da ilişkiye zarar verici olduğunu hissedecek ki , değiştirmeye karar versin. Şimdi yine örneğimize geri dönersek, Arda futbol oynamayı seviyor. Haftada bir akşam sadece bir saat oynamasının ise ilişkiye hiçbir zarar verici yönü yok. Aksine Arda için iyi bir deşarj yöntemi olduğu için, bu bir saat aksine moralini yükseltiyor Arda’nın. Şimdi sırf Zeynep’in hoşuna gitmiyor diye, Arda niye bu kadar zevk aldığı bir aktiviteden vazgeçsin. Üstelik de adı üstünde spor. Zararı değil, yararı var.Bir de işin aslına bakarsanız Arda’nın futbol oynadığı saatler de Zeynep’in henüz işte olduğu saatlere denk geliyor. Yani Zeynep’in bu bir saate tepki göstermesinin bir mantığı da yok.Yani futbol oynayacağına beraber olsaydık denecek bir durum da yok ortada.

Eşimizden neyi hangi sebeple istediğimizi iyi düşünmek lazım. Gerekli mi, yoksa sadece boş bir kapris mi bizimki. Değiştirmeyi arzu ettiğimiz yönü onun karakteri mi, değişebilir bir özelliği mi? Flört dönemini evet eğlenerek, ilişkiden tat alarak ama aynı zamanda akıllıca kullanmak gerek. Oldurmaya çalışmak yerine, olmuşunu bulmak gerek. Her karşımıza çıkan bize uygun olamaz elbette. Bu süreci iyi değerlendiren, flört döneminde birbirini iyi tanıyan ve birbirini olduğu gibi kabul eden çiftlerin evlilikleri daha sağlıklı, daha mutlu. Değiştirdiğimizde sevebileceğimiz insanı bulmaktansa, olduğu haliyle sevdiğimiz insanla beraber olmak sizce de daha doğru değil mi?

Sevgiler

Yeşim Varol Şen

Yaşam Koçu ve Evlilik Danışmanı

Yazının devamı...

Tutkusuz Beraberlikler

Eskilerin bir lafı vardır ya , “Azı karar, çoğu zarar”. Diğer konularda olduğu gibi çiftlerin birbirleriyle tartışmaları konusunda da yerini bulan bir cümledir bu. Neden mi?

Özellikle genç çiftlerde, sıkça karşılaştığımız bir sorun bu. Pırıl pırıl, gencecik insanlar, tam da kendilerine göre , aynı oranda hoş, görünürde her şeyiyle uygun sevdikleriyle oturuyorlar koltuğuma. Bir bakıyorsunuz ki sevgi, saygı tam, eğitimleri, kariyerleri hatta aileleriyle, son derece uyumlu bir çiftler. Ancak bir şeyler eksik aralarında. Örneğin “Biz henüz iki senelik evliyiz ama cinsellik yaşayamıyoruz, aramızda hiç tutku yok” diyorlar. Birbirlerini tanımlamalarını istediğimde ise, anlattıkları kişi onların tabiriyle “kanka”ları, eşleri değil.

Üstüne basa basa anlatmaya çalışıyoruz ya, çocukların yanında tartışmayın diye. Bir noktadan sonra kendini durdurmakta zorlanan da çok maalesef, neden çocuklarının yanında tartışmamanın bu kadar önemli olduğunu anlamayan da. Hatta her kavganın sonunda hastanelik olduğu halde , “ne var ki çocuğun önünde kavga etsek, dersleri çok iyi, bakın etkilenmemiş işte” diyen de oldu.

Bu çocuk belki bugün göstermiyor nasıl etkilendiğini ama yarın kendi kuracağı aile yapısına kadar etkileniyor işte. Anne babasını sıkça tartışırken görmüş pek çok çocuk da, bu bahsettiğim gençler gibi, ilişkisini sadece “iyi geçinmek” üzerine kuruyor. Tartışmamak uğruna, ya ilişkide yaşadığı rahatsızlıkları bastırıyor, içine atıyor .Bu da demektir ki ya ömrünü idare ederek, mutsuz harcayacak, ya da bir gün ,aniden, her şeyi yıkıp yakacak şekilde patlayıverecek.

Kavga etmeyi ve tartışmayı aynı algılamamak lazım. Zaten tartışmalarda birbirimizi rencide etmemeyi, suçlamadan çözümcül konuşmalar yapmamız gerektiğini, konuları birbirine karıştırmadan konuşmayı, gerilim arttıysa başka bir zamana ertelememiz gerektiğini her daim yazıyorum. Ama uygun tarzda yapılan tartışmalardan kaçmak da aynı oranda zararlı.

Anlaşamamak, tartışmak ilişki için kötü değildir. Yarattığı olumsuz duygusal enerji bizi strese sokar. Aslına bakarsanız kendimizle bile tartışıyoruz zaman zaman. Pişmanlık dediğiniz nedir ki, insanın kendisiyle tartışmasından başka.

Tartışmadan kaçtıkça, hep uyumlu olmak ve iyi geçinmek adına kendini ifade etmekten kaçındıkça, evliliklerin de ibresi kayıyor. Bakıyorsunuz birlikte film izlemeye, spor yapmaya, gezip tozmaya bayılıyorlar. Harika. Ama bu kadar. Bir yerden sonra bakıyor ki bunları zaten kardeşiyle, arkadaşıyla da yapabiliyor. Eşinin bir özelliği kalmamış. Çünkü dostluk evliliği ele geçirmiş ve tutkuyu, heyecanı dışarıda aramaya başlamış. Mükemmel derecede anlaşılan bu evlilikte, biri bir gün başkasına aşık oluvermiş.

Kitabımda art arda yazdığım, sadece başlıkları okuduğunuzda belki biraz kafa karıştıran iki bölüm var. Birinde diyorum ki “Eşinizle arkadaş olun”, diğerinde ise “Eşiniz sizin dostunuz değil.” İşte bir azı karar, çoğu zarar durumu daha.

Aslında sadece çiftler için değil, hayattaki tüm ilişkilerimiz, iletişimimiz için geçerli bu. Tartışmaktan, kendinizi ifade etmekten korkmayın. Anlamak ve kendinizi anlatabilmek için gerekli tartışmak. Ama kavga etmekle, tartışmanın ayrımına varmak, ve nasıl tartışırsak ilişkiyi yıpratmayacağımızı bilmek önemli.

İlişkilere geri dönersek, hepimizin hayatta bir çok kimliği var. Aynı zamanda iş yerinde çalışan, evde ev hanımı, evlat, kardeş, abla ya da abi , dost, arkadaş, anne ya da baba ve eş rollerimiz bir bütün olarak kimliğimizi oluşturuyor. Kimin karşısında hangi kimliğimizle yer alacağımız önemli bir denge. Evet, evlilik ya da ilişkide dengeler iç içe. Bazen arkadaşı oluyoruz sevdiğimizin, bazen hasta oluyor çocuğumuz gibi bakıyoruz. Ama eşimizin karşısında “eş” kimliğimizle yer almamız, birbirimizi öncelikle kadın ya da erkek olarak algılamamız en sağlıklısı.

Tartışmaktan korkmaya gerek yok. Unutmayalım, azı karar, çoğu zarar.

Sevgiler

Yeşim Varol Şen

Yaşam Koçu ve Evlilik Danışmanı

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.