"Akustikadam" Mert Erşahin ile Röportajdaydık
Son yıllarda Fener/Balat çok popüler. Ocak ayının başında restorasyonu biten Balat'taki Sveti Stefan Kilisesi'nin ibadete açılmasıyla birlikte (Demir Kilise) popülerlik daha da artmış durumda. Bloggerların en uğrak fotoğraf mekanı olan Fener Rum Erkek Lisesi'nin pabucu dama atılmış durumda. Bir de televizyonda yayınlanan diziler sebebiyle herkes dizilerin çekildiği yerleri arıyor. Röportaj için Mert Erşahin ile buluştuğumuzda sokaklarda selfie çubuğuyla gruplar halinde gezen çok kişiye rastladım.
Sevgili Mert Erşahin Balat'ın en büyük mekanlarından "Atölye Kafası"nın sahibi. Buram buram ahşap kokan ve ruhu olan bu mekanı çok seviyorum. Balat’ın her bir köşesine zaten aşığım. Birçok güzel cafe, müthiş işler çıkaran yerler var. Balat başlı başına güzel. Aslında geçtiğimiz yıl mekanı yazmak için röportaj planlamıştık. Sonra o röportaj bir türlü gerçekleşmedi. Sizi bilmem ama ben olmuyorsa vardır bir anlamı diyenlerdenim. Gerçekten de anlamı varmış. Sevgili Mert, sözü ve müziği tamamen kendisine ait olan 5 şarkıyla "Akustikadam" albümüyle müzik piyasasına merhaba dedi. Hazır albümü kutlama bahanemizde var hemen buluştuk ve aşağıda okuyacağınız satırlar ortaya çıktı. Tabiki tüm röportaj boyunca Balat'ın altını üstüne getirdik. Fotoğrafımızı çeken Cook Life Balat ekibine de ayrıca teşekkür ederim.
Hazır mısınız okumaya;
Atölye Kafası, Akustikadam derken Mert Erşahin olarak karşımıza çıktın? Mert'cim hayırdır senin derdin ne?
:) Aslında hepsi yine benim. Atölye Kafası, Balat ve Eminönü’nde yer alan, severek kurduğum ve beni çok farklı yerlere taşıyan bir oluşum. Bir nevi hayallerime doğru yürüdüğüm yolun başlangıcı da denebilir. Atölyeyi açtıktan sonra, atölyenin işleri o kadar yoğunlaştı ki müziğe vakit ayıramaz oldum. Bari dedim atölyeye bir sahne kurayım, akşamları müziğimi yapayım. Akustikadam projesi de yine Balat’ta bu şekilde başlamış oldu. Kendi şarkılarımın yanı sıra, bilinen parçaları da akustik cover yapıyordum o dönemler. Konser performansları kulaktan kulağa, biraz da sosyal medyanın gücü ile duyulmaya başlayınca, albüme kadar giden bir yolculuk başladı. Bu gelinen süreçte sadece “akustik” çalmadığımız için akustikadam yerine kendi ismimi kullanmaya karar verdim. Uzun lafın kısası, dediğim gibi hepsi benim aslında. Sen bana ne dersen de. Derdim bir şeyler üretmek. İsmim ne olursa olsun, farketmez. Ürettikçe hayatta var olduğumu hissediyorum. Gerisi fasa fiso.
Albüm fikri nasıl çıktı?
14 yaşından beri çalıp söylüyorum. Yüzlerce beste birikti. Müzik benim derdimi anlatabileceğim en uygun mecra. Her müzisyen gibi ya da üreten her insan gibi diyelim, arkamda bir şeyler bırakmak istiyorum. En azından sesim kalsın şu boşlukta :) Eskilerin deyimiyle; baki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş. Bu yüzden albüm yapma gereği hissettim.
Kim bu şarkındaki “Umutsuz Ev Kadını”?
Başıma gelen trajikomik bir hikayenin başkahramanı. Çok eskiden tanıdığım bir kadın diyelim. Umutsuz mu değil mi bilinmez, belki de onu öyle düşünmek istediğim için öyle demişimdir :) 6 sene önce yazdığım bir şarkı. İnanın hangi psikolojiyle yaptım, ben bile hatırlamıyorum… Zaten belli bir zaman sonra acılar, duygular hatta kadınlar, hepsi gidiyor. Sadece şarkılar kalıyor. En azından bu da bir şey. Elde var şarkılar…
Akustikadam olmasaydın yani müzik yapmasaydın, ne yapardın? Reklam ajanslarında metin yazarlığı yapmaya devam eder miydin?
Müzik yapmasaydım, ne yapardım, inanın düşünemiyorum. Ajans kafasından çok sıkılmıştım. Müzik yapmasaydım, atölye kafası’nın işlerine daha çok odaklanırdım herhalde. Ahşap atölyesinde daha çok vakit geçirirdim. Ama böyle iyi. Her ikisini yapmak iyi. Tipik ikizlerim. Her şeyi yapmaya çalışıyorum :) Maymun iştahlıyım :)
Aşk, meşk ne alemde?
Klasik bir cevap olacak ama “aşk” derken... Çok genel bir kavram. Girersek bu mevzuya, çıkamayız :) Ama senin ima ettiğin anlamda bir soru ise, şu an yolunda giden, güzel olan şeyler var hayatımda. Sevildiğimi hissettiren, yalnız olmadığımı hissettiren şeyler. Ben böyle şeyleri konuşamayan bir adamım. Utanırım.
13 Şubat Yalnızlar Günü’nü çıkaran adamsın. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
4 sene önce ilk kez, atölye kafası’nda, Balat’ta kutladık. O dönem herhalde kendimi çok yalnız hissetmiş olacağım ki böyle bir fikir geldi aklıma. Dedim ki kendi kendime, 14 Şubat zaten onların günü. Vıcık vıcık her yerde sevgililer var. Bütün aşklarını herkesin gözü önünde yaşıyorlar. Hele sosyal medya hayatımıza girdikten sonra aman allahım, dayanılmaz bir şekilde her şey gözümüze sokuluyor. Düşünsene sevdiğine kavuşamamışsın, karşılık bulamamışsın ya da sevdiğin başka birisiyle beraber, kendini çok çaresiz hissediyorsun. Herkes hayatının belirli dönemlerinde bunları yaşamıştır. Dedim ki biz de yalnızlığımızı başkalarının gözüne sokalım. Çünkü bir şeyleri ‘yalnız’ başarmak, bir şeylerden “yalnızken” de zevk almak, inanın bana her şeyden daha değerli. Çünkü şarkıdaki gibi, “yalnızlık ömür boyu”. Kimle olursan ol, ister eşin, ister sevgilin, farketmez, başını yastığa koyduğunda düşüncelere ‘yalnız’ dalıyorsun. Neyse uzatmayayım, böyle birgün yapalım, kutlayalım dedim. Hem de onlardan önceki gün olsun ki daha çok dikkat çeksin istedim. 4 senedir bu şekilde konserler veriyorum, müthiş geçiyor. Önce damar damar çalıyoruz, eski sevgilileri hatırlayıp kahroluyoruz, sonra koca bir “boşver” çekip hareketli parçalarla coşuyoruz. Ruh hastası bir gün yaşıyoruz, anlayacağınız :) Özetle, Marilyn Monroe ablamız der ki : “T Üstüne daha da laf söylemeyeyim istersen :)
Peki bir gününü nasıl geçiriyorsun? Yani bu kadar işi nasıl idare ediyorsun? Eminönü, Balat, etkinlikler, konserler, esnaflık?
Sabah kalkıyorum. Dükkana gidiyorum. Anlayacağın esnaf mode on :) Akşamları da konserler oluyor. İnan bana pestilim çıkıyor. Ama hiç şikayet edemem. Çok keyifli bir yorgunluk yaşıyorum gün içinde. İstediğim hayatı yaşıyorum.
Sosyal medyaya bakış açın nasıl? Aktif kullanıyor musun sosyal medyayı?
Sosyal medya artık “olmazsa olmazlar” arasında. Özellikle yaratıcı işler yapan insanların, farkındalık yaratacağı en hızlı ve güzel alan. Çok aktif kullanmayı sevmesem de aklıma geldikçe kullanmaya çalışıyorum.
Mert'in albümü mutlaka dinlenmeli, Atölye Kafası'da Balat'a yolunuz düşerse mutlaka görülmeli. Mert'e rastlarsınız benden selam söyleyin :)
Yeşim Mutlu
http://www.instagram.com/yesimmutlu
Artık "Ünlü Ünsüzler" Zamanı
Sıkıldım. Sosyal medyadan, getirdiği yüklerden köşe bucak kaçmaya çalışıyorum. Hele bir de sosyal medyanın hayatımızdan çaldığı zaman yok mu o tekrarı olmayan zama en çok ona üzülüyorum. Sosyal medya insanıysanız - ki günümüzde herkes sosyal medya insanı) paylaşımlarınız daha özenli olmak zorunda.
Teknoloji ile ilişkim her zaman çok iyi oldu. Hem iş hayatımda, hem özel hayatımda teknolojiyi kişisel anlamda verimli kullandım ve aramızdaki ilişkiyi iyi yönettim. İnternet ile ilk tanışmam o zaman ismi "Halk Yaşam Sigorta" olan çalıştığım şirkettedir. Bir öğlen yemek saatinde şirkette kullandığımız As/400 sisteminde yanıp sönen yeşil uyarı ışığıyla "İnternet Toplantısı hakkında" memosu (o zaman mail vb yoktu şirket içi bilgilendirmeye bu isim verilmişti) kendimi 9.katta bulmama yol açmıştı. "Neydi bu internet, ne işe yarıyordu?" derken salonda bulunan en az 150 kişi ağzımız açık halde; garip sesler çıkaran telefon sesiyle, Bilkent Üniversitesinin web sitesine bağlanmış ve olan biteni hayretler içinde izliyorduk. Bu anımı en küçük kızım Mira'ya bile anlattığımda "Anne sen doğduğunda ipad de mi yoktu?" diyor. Z kuşağı teknolojiyle doğmuş inanılmaz bir nesil. Büyük kızım Y kuşağı ve o internet teknolojisiyle büyüyen ilk kuşak. Bilgisayar ile üniversite de tanışmış bir kadın olarak günümüzün iletişim trafiğini ve hızını düşündükçe yakın gelecekte neler olabileceğini tahmin edemiyorum.
İCQ, mirc gibi chat programlarının ya da Yonja, 80630, siberalem vb sitelerin devri çoktan gerde kaldı. Günümüz facebook, youtube ve instagram devri. We Are Social ekibinin bu yıl yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’de de sosyal medya kullanımı bir hayli fazla. Rapora göre Türkiye nüfusunun yüzde 60’ı (yaklaşık 48 milyon kişi), her gün ortalama 3 saat 1 dakikasını sosyal medya kullanarak geçiriyor. 48 milyonun yüzde 87’si her gün düzenli olarak internete giriyor ve sosyal medya harici 3 saat 45 dakikasını internette harcıyor. Yani toplama baktığımızda 6 saat 46 dakikalık bir internet kullanımı karşımıza çıkıyor. (verilere google aracılığıyla ulaşabilirsiniz)
Türkiye’de en çok kullanılan sosyal medya platformu yüzde 57 ile YouTube. Youtube'un hemen ardından yüzde 56 ile Facebook, yüzde 45 ile de Instagram geliyor.
Sosyal medyanın yoğun kullanımı doğal olarak kendi ekosisteminde kendi ünlülerini, ünlü ünsüzlerini yaratıyor. Alanında çok başarılı bir sanatçının instagram hesabına baktığımızda mesela Behzat Uygur 82,2 bin takipçisi olduğunu görüyorsunuz. Şuraya bir Kerim Can Durmaz, Şeyma Subaşı örneği yazmak istemedim. Rastgele keşfet sayfasından bulduğum Pelin Anıl (@pelinanilaa) hesabının 226 bin takipçisi var. Şimdi Pelin Anıl çifti kadar sanatçı bir babanın oğlu ve hayatını tiyatroya adamış bir ailenin ferdi olarak Behzat Uygur daha fazla takibi hak etmiyor mu?
Bana göre ediyor, ama sosyal medya algoritmasına göre etmiyor. Artık "ünlü ünsüzler" zamanı. Andy Warhol'ın 1960'larda söylediği sözü gerçek oldu. Artık herkes sosyal medyası kadar "ünlü"
Eskiden bir insanın “ünlü” olması için çok ama çok uğraşması gerekirdi. Hele keşfedilmek neredeyse imkansızdı. Ama günümüzde akıllı telefonlarla çekilen bir fotoğraf, video ya da bir cümle bir anda milyonlarca insana ulaşabiliyor. Doğal olarakt herkes paylaşımlarının çok kişiye ulaşması için çaba gösteriyor. Instagram da fotoğraf paylaşmak için yemeğe çıkan, popüler mekanlarda boy gösteren, tatile giden, kahve içmediği halde kahve içen ya da sırf paylaşım için "mış gibi yapan" fotoğraf ya da video paylaşamayınca mutsuz olan çok kişi tanıyorum ben. İşte bu durumdan da ben sıkıldım. Sosyal medyaya karşı daha temkinli ve daha az zaman geçirme halindeyim.
Artık herkes 15 dakikalığına ünlü. Hayatımdaki gerçek ünlüler ünsüz olurken, ünlü ünsüzler etrafı sarmaya devam ediyor.
Hayatınızda gerçek "ünlü" ile "ünlü ünsüz" ayrımını ayırt edebilmeniz dileğimle,
Yeşim Mutlu
http://www.instagram.com/yesimmutlu
Vegan Beslenmeye Neden geçiyorum?
Bugün 1 Kasım 2017 ve Dünya Vegan Günü. Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce "Vegan Beslenme"ye başladığımın 17. gününde olduğumu belirtmek isterim. Bu kararı neden verdim; hikayem nasıl başladı sizlerle paylaşmak istedim. Aslında yolun çok başındayım. Her geçen gün kendimi farklı bilgilerle, vegan konulu grup ve yazılarda buluyorum. Vegan olmak sadece beslenme alışkanlıklarını değiştirmek değil.
Bu kararı vermeden önce her şeyin Netflix daveti sonrası başladığını yazmak isterim. Çok sevdiğim dizi Narcos Netflix dizisi. Vodafone operatörüm de 3 ay hediye üyelik vermiş; Netflix ile de kısa bir temasım olmuştu. Geçtiğimiz ay Netflix Türkiye tarafından düzenlenen bir davete katıldım. Davet sonunda üç aylık üyelik hediye ettiler. Üyeliği aktivite ettikten sonra izleyemediğim tüm Narcos bölümlerini bir solukta bitirdim. Zaten bir dizi, bir film hayatımda olmazsa olmaz. Dizi bitince de "ne izlesek" derken belgesellere göz atmaya başladık. Evde var olan doktor da benim kadar sağlıklı beslenmeye ilgi duyuyor. Daha önce de sağlıklı beslenme ile ilgili bir çok belgesel izledik. İlgi duyduğumuz konuların başı doğal olarak sağlıklı yaşam. Bitkisel beslenme, püre beslenme, sağlıklı yaşam belgeselleri derken Netflix'de Dr T Colin Campbell'in yer aldığı üç belgeseli arka arkaya izleyince uzun zamandır düşündüklerimi anlatan bir doktor vardı karşımda. Dr T Colin Campbell vegan beslenmenin diyabet, kalp ve damar hastalıkları gibi birçok hastalığı önlediğini verilerle anlatıyordu. Mutlu Dr'da doktorun ingilizce kitabını okumaya başladı. Belgesellerle birlikte konuşmalarımız vegan beslenme üzerine yaşam değişikliği üzerine döndü. "Bir anda ben vegan beslenmeye geçiyorum" dedim ve o gün bugündür 17 gün işte :)
Bu kararı almam da en büyük etken 2006'dan bu yana düzenli mide ilacı, 2010'dan bu yana insülin direnci, 2014'den bu yana da troid ve reflü ilacı kullanıyor olmam. Bu ilaçları bırakmam istememe, daha önce farklı beslenme yolları denememe rağmen ne kilom da değişiklik ne de kan değerlerim de iyi yönde değişim görülüyordu. Var olan anemimle birlikte kendimi iyi hissetmemem de diğer yanı. İlaçlar mutsuz ediyordu. Dr T Colin Campbell bilimsel çalışma ve canlı örnekleriyle insulin kullanan diyabet hastalarının vegan beslenmeye geçince 3 hafta içinde insulin almayı tamamen bıraktıklarını anlatıyordu. Kişiler gerçekti, hikayeler gerçekti. Bu deneyimi yaşamalıydım.
Kararımdan sonra veganlıkla ilgili web üzerinden okumaya başladım. Bu beslenme tarzının bana ne kadar uygun ve beni ne kadar mutlu ettiğini gördükçe heyecanım daha da arttı. Ayrıca sadece beslenmenin yanı sıra; hayvanların sömürüsüne dayanan, dünyanın ekosistemini değiştiren bu çılgın tüketimin karşısındayım. Hayvancılığın neden olduğu seragazı salınımı düşünün dünyada ulaşım kaynaklı seregazı salımından daha fazla. Amazon ormanlarının %20'si hayvancılık için kesilmiş. İklim değişikliğinin en büyük sebeplerinden birisinin bu olduğu belgeselde de belirtiliyor. Zaten et, süt vb aram hiç iyi olmadı. Uzun yıllar (20 yaşına kadar) et yememiştim. Bence beslenme hayatın temel taşlarından olduğu için buzdağının en çok görünen parçası. Sağlıklı olmak için hayvansal gıdalara muhtaç değiliz. Yapılan bilimsel çalışmaları okumanızı, izlemenizi öneririm. velhasıl uzun bir yolculuğun henüz 17.günündeyim ve her gün öğreniyor olmak beni mutlu ediyor.
Sağlıklı beslenmek, sağlıklı duygular ve sağlıklı insanlar olarak hayatıma devam etmek ve kızlarımın uzun süre yanında olmak istiyorum. Anne olarak bu sorumluluğu tüm kalbimle hissediyor, çocuklarıma daha yaşanabilir, daha sevgi dolu ve kaynakları tüketilmemiş bir dünya hayalime birey olarak umarım katkı sağlayabilirim.
Deneyimlerimi ve hikayeme paylaşmaya devam edeceğim.
YSM
“İnsanlar hayvanları yemeye devam ettiği sürece savaşlar devam edecek.” Yahudi soykırımından kurtulan bir kişinin sözü
Bozcaada Kardinal Bağ Evi'ndeydik!
Helloooooo, Uzun bir aradan sonra merhaba. Tatil için Bozcaada'da olunca zamanın, ne de teknolojinin farkında oluyor insan. Ne zaman sabah, ne zaman akşam oluyor anlamıyorum. Zaten tatilde zamanı unutmak en iyisi. Benden size tavsiye tatile sadece kendinizi götürün. İş, stres ve ne varsa düşünmeyin.
Ailemiz kalabalık olunca uzun süreli otel, pansiyon vb kalmamız bizim için zor oluyor. Çocuklar da ben de ev rahatlığını arıyoruz. Bu sebeple uzun süreli konaklamalarda tercihimiz ev yönünde. Bu yılda bu kural değişmedi. Bayram sürecince kaldığımız evin asıl sahibi gelince evi bırakıp çok sevdiğimiz Kardinal Bağ Evi'ne geçtik. Ada'da arkadaşlarımla zaman geçirmek bizim için çok değerli ve keyifli :) Eksik olmasınlar onlarda (Miray, Yamaç ve Nuray) bizi evimizde gibi hissettiriyorlar.
Kardinal Bozcaada'ya daha önce hep kahvaltı için gelirdik. Bu yıl konaklamak da kısmet oldu :) Yamaç, Miray ve Nuray diğer işletmecilerinden bu yıl devir aldılar. Lakin çıtayı öyle yükselttiler ki şimdiden herkesin dillerindeler. Bu arada orada konaklamasam ama o şahane kahvaltısından tatsam diyorsanız da kapıları herkese açık. Bu yıl ki fiyatı 30 TL :) Fırın omlet, yumurta kapama, yumurta muffin ve efsane tatlıları mutlaka deneyin :) Ev yapımı lezzetler sizin için vazgeçilmezse doğru yerdesiniz.
Sabah kuş sesleriyle uyanıp, gözünüzü üzümlerin yanında açabilirsiniz. Sonra mutfaktan gelen şahane kokuları ve acıktıysak tabelalarını takip ederek mükellef bir kahvaltı sofrasına ulaşabilirsiniz.
Kardinal Bozcaada'yı seviyorum çünkü;
Kardinal Bozcaada'nın 1 tane üç kişilik, biri suit olmak üzere 4 tane iki kişilik, iki adette de dört kişilik aile odası mevcut :) Oda fotoğraflarına kardinalbozcada.com dan göz atabilirsiniz.
Bana Bozcaada ile çok sorulan soruların başında "Nerede kalalım" sorusu geliyor. Her zaman söylediğimi size de yazacağım. Sevdiğim ve konakladığım yerleri daha önce yazdım. Herkesin bütçesi, beklentisi ve yaşamına göre farklı seçenekler mevcut. Bozcaadarehberi.com göz atın yeter :)
Herkese sağlıkla, keyifle, mutlulukla, sevdikleriyle geçecek bir bayram diliyorum,
YSM
http://www.yesimmutlu.com
http://www.instagram.com/yesimmutlu
Sen Adım At, Onlar Hayata Bağlansın!
Sosyal Sorumluluk Projeleri destek istediği an bende akan sular durur. Geçtiğimiz günlerde Türk Böbrek Vakfı Yöneticilerinden Ayşe Hanım 'dan bir mail aldım. Bu mailde Türk Böbrek Vakfı'nın, Haziran 2017 itibarıyla Adım Adım Oluşumunun yardımseverlik koşuları projelerinde desteklenen sivil toplum kuruluşları arasına katıldığını anlatıyordu.
Türk Böbrek Vakfı ile birlikte 46 sivil toplum kuruluşu, hazırladıkları projelerdeki hedeflerine ulaşmak üzere ilk olarak 12 Kasım 2017’deki Avrasya Maratonu’nda kendileri adına gönüllü olarak koşacak bireysel veya kurumsal koşucular aracılığı ile bağış toplayacaklar.
Türk Böbrek Vakfı ilk Adım Adım projesinde, 5 adet hemodiyaliz cihazı alımı için koşacak. Diyaliz tedavisi süresince, son dönem kronik böbrek yetmezliği hastalarının yaşamları sürdürebilmelerini sağlayan hemodiyaliz cihazlarının belirli bir ekonomik ömrü söz konusu. Avrasya Maratonu’nda vakıf adına koşacak her bir koşucunun kendi yakın çevresinden elde edeceği bağışlarla 5 hemodiyaliz cihazı alınacak. Vakıf bu cihazları Sağlık Bakanlığı tarafından ihtiyacı olduğu belirlenecek devlet hastanelerine ve devlet üniversitelerine bağlı hastanelere bağışlayacak.
Bu hedefe ulaşmak için Adım Adım Oluşumuna kayıtlı 30.000 bireysel koşucu ile yeni kaydolacak bireysel veya kurumsal koşucular arasından değerli gönüllüler arıyorlar.
Spor yapan, egzersizi bir yaşam biçimi haline getirmiş, 10 kilometrelik parkuru koşabilecek veya yürüyebilecek tüm gönüllülerle birlikte böbrek hastaları için harekete geçmek, kronik böbrek hastalığı konusunda toplumda bir farkındalık yaratmak isteyen vakfı canı gönülden destekliyorum.
Başvuru adımları sırasıyla;
Türk Böbrek Vakfı adına koşacak olan gönüllülerin tişörtleri ve koşu bafları Vakıfca sağlanacak.
Sizde 5 adet hemodiyaliz cihazı alımı için koşarım diyorsanız adimadim@tbv.com.tr 'deniletişime geçebilirsiniz.
Yeşim Mutlu
http://www.yesimmutlu.com
http://www.instagram.com/yesimmutlu
Sosyal Medyada Linç Kültürü
Siber Dünya ve sosyal medya hayatımızın tam ortasında. Günümüzde herkes neredeyse akıllı telefon ile sosyal medyayı kullanıyor. Geçtiğimiz yıl babam facebook kullanmaya başladı bu yıl instagrama geçiş yaptı. Annem uzun yıllardır internette zaman geçirmeyi seviyor. Bir zamanlar en büyük eğlencesi google yaparak çiçek fotoğraflarına bakmaktı. Annem bu yıl facebook ve instagram kullanmaya başladı. Babam 78, annem 72 yaşında. Teknoloji kullanımını düşünün her yaşta :) İyi, güzel herkes aktif kullanıcı.
.
Doğal olarak sosyal medya kullanımı arttıkça, herkes herkese kolayca ulaşıyor. Herkes herkese düşüncelerini hızlı bir şekilde iletiyor. Düşüncelerimizi paylaşmak iyi güzel. Lakin yargılama duygusu o kadar arttı ki. Neredeyse "Vurun Kahpeye" Geçtiğimiz günlerde paylaşım yapmadığı için (15 temmuz) Cem Yılmaz sosyal medyada linç kültürüne uğrayan en canlı örneklerden. Cem Yılmaz'ın ardından Ozan Güven'de twitter hesabını kapattı.
Cem Yılmaz linç kültürünün ne ilk ne de son örneği olacak. Sosyal medyada her geçen gün linç kültürü artıyor, bu durum canımı çok sıkıyor. Sosyal ağlarda insanlar her anını ( sevinç, üzüntü, öfke vb) rahatlıkla ifade ediyor. Birçok kişi de düşüncelerini açıklıyor. İyi güzel, hatta süper. Sosyal medyada istediğin kişiyi takip edebilirsin, takip etmeme ya da engelleme imkanın var. Durum böyleyken ister bir takipçisi ister yüz ister milyonlarca takipçisi olsun herkes (çok ünlü kişiler dahi olsa) aynı platformu kullanıyor. Ünlü kişiler de sosyal medyanın hakkını veriyor ve daha fazla etkileşimde oluyor. Birçok kişi bir ünlüyü överken bir bakıyorsunuz eleştirme ve dalga geçmeye ya da gerçek hayatında yüzüne dahi bakıp söyleyemeceği lafları yazmaya başlıyor. Ne olursa olsun hem etik hem de hukuki açıdan (bu arada avukat değilim, danıştığım avukatlardan öğrendiğim) hiç kimsenin bir kişiye hakaret etme, aşağılama ve küçük düşürme hakkı yoktur. Yaşam biçimi , görüşü farklı diye insanın toplumsal linçe maruz kalması, siber zorbalık yaşaması günümüzde normalleşiyor. Durum hiç hoş değil. Herkesin sosyal medyaya erişme hakkı, istediğine yorum yazma ve takip etme hakkı olması takip ettiği/etmediği kişilere kötü yorumlar yazma hakkı vermez. Sosyal medya aracılığıyla bu kişilere erişimimi var, istediğimizi yazabiliriz diye başkasını rahatsız etme hakkımız yok bence.
Hepimiz insanız. Hangimizin hatası yok? Sosyal medyada hata yapan/yapmayan, ayıbı olan/olmayan bir insana ikinci bir şans verme ihtimalini ortadan kaldıracak bir sanal linçe tabi tutuyoruz. Bırakın herkes istediği yaşasın, istediği gibi paylaşsın. Biraz empati lütfen.
Yeşim Mutlu
http://www.yesimmutlu.com
http://www.instagram.com/yesimmutlu
Çocuklara Ölümü Anlatmak! Ama Nasıl?
"Ölüm" Dört harf, tek kelime. Kimsenin duymak istemediği, duyunca da kendini kötü hissettiği yüksek duygu hali. Doğum gibi ölüm de hayatın gerçeği. Ve herkes bu duyguyu hayatında ne kadar geç yaşarsa o kadar iyi.
Geçtiğimiz hafta Maya Su ve Mira "ölüm" ve "ölmek" ile tanıştı. 10 ve 7 yaşında olan kızlarıma bu durumu açıklama görevi bana düştü. Çünkü Mutlu Dr annesinin rahatsızlandığı haberini alır almaz yola çıkmıştı. Maalesef daha yarım saat geçmeden ölüm haberini aldık. Bu süreçten itibaren çocuklardan babası ile yaptığım telefon görüşmelerini ve konuşmalarımı saklamadım.
Haberi aldığım an eşime ne söyleyeceğimi bilmez haldeyken çocuklara bunu nasıl anlatacağımı da düşünmem gerekti. Derin nefes aldım, Melis ile telefonda konuştum. Sonra Maya Su ve Mira'ya sarıldım. Bir hastalık durumu söz konusu olmadığı için açıklama yapmak biraz daha zor olsa da durumu en sade şekliyle anlatmaya çalıştım. Onlara ilk söylediğim, "çok üzücü bir şey oldu, babaanne öldü" oldu. O anda ağlamaya başladılar. Her ikisinin de farklı tepkileri ve yaşı olduğu için en anlatabilir şekilde anlatmaya çalıştım. Melis'in de bana telefonda söylediği gibi "‘Dünyadaki tüm canlıların bir yaşam süresi olduğunu, yaşam süresi bitince öldüğünü" söyledim. "Babaanne artık bizi duyamıyor, görmüyor, konuşmuyor, nefes almıyor, artık bunları yapamayacak çünkü yaşamıyor, " diye devam ettim. Mira "babaannem öldü, arkadaşımın annesi de ölmüştü" diyerek ağlamaya devam ederken, Maya Su babaannesi ile ilgili aklıma dahi gelmeyecek bir çok cümle kuruyordu.
Maya Su ve Mira, yaklaşık 1,5 saat ağladı. O süreçte sadece sarıldım ve ağlamalarını istedim. Ağlamanın da iyi bir duygu olduğunu insanların sevindiği zaman gibi üzüldüğü zaman da ağladıklarını anlattım. Sonrasında o gece hepimiz beraber yattık. Onların sakinleşip uyuyuncaya kadar geçen süreçte üçümüz sımsıkı sarıldık. Anne olarak yaşadığım anın tarifi yok. Onlar uyuduktan sonra okul arkadaşlarının annelerine -whats app grup aracılığıyla- durumu aktardım. Gün içinde çocukların üzgün ve tepkili olabileceğini, çocukların da bilmesi gerektiğini anlattım.
Sabah uyandıklarında onlara cenaze için Bursa'ya gideceğimi, okul çıkışında kimin alacağını, akşam nerede kalacaklarını, onları sık sık arayacağımı ve aklıma gelen ne varsa anlattım. Sabah okulu arayarak durum hakkında bilgi verdim. Okulun rehber öğretmenleri daha önce "ölüm" konusunda çocuklarla konuştuğu için bu yönde güvenim tamdı. Lakin acının yanı sıra bu detayları da düşünmek insanı başka duygulara taşıyor.
Çocukların mezarlık, cenaze gibi durumlar için henüz uygun olmadığını düşündüğüm için kendilerini defin için götürmedim. Kendileri istediği zaman da mezarına gidebileceğimizi söyledim. Yas sürecinde dahi olsak hayatımızın yeniden eski haline döneceğini anlatmaya çalıştım. Günlük düzenlerinin değişmeyeceğini her şartta anlatıyor ve rutinimizi devam ettiriyorum.
Cenaze günü okuldan çocuklar hakkında bilgi aldım. Zaman zaman ağladıklarını, üzgün olduklarını öğrendim. Yine de kızların büyük olgunluk içinde olduklarını düşünüyorum.
Bugün babaaannemizi toprağa verişimizin 8.günü. Her ölüm çok zamansız geliyor insana. Nur içinde yatsın. Evde şu an durum sakin ve kızlar kendi aralarında eğleniyorlar. Onlara baktıkça yaşam dolu halleri mutluluk veriyor. Diğer yandan çok üzgünüm.
Bu yazıyı yazıp yazmamak arasında kalsam da yazmak her zaman kendimi daha iyi hissettirdiği için yazdım. Tamamen kendi duygularımı ve kızlarıma babaannesinin ölüm ve ölüm haberini anlatışımı anlatmaktadır. Bilmeniz gerekir ki psikolojik olarak herhangi bir görüş vb içermemektedir. Bana doğru gelen sizin yaşam tarzınıza, bakış açınıza uymayabilir.
Sevdiklerinize sımsıkı sarılın. Gerçekten yaşadığımız kadar varız.
Yeşim Mutlu
http://www.yesimmutlu.com
http://www.instagram.com/yesimmutlu