SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Aşka küsmek olur mu?

Şubat ayı kadar aşkın konuşulduğu bir ay yok. "Sevgililer Günü" sebebiyle herkeste bir aşk hali gidiyor.

Sevgililer gününün tarihçesi 3.yüzyılda Aziz Valentine'nin gizli kıydığı nikahlara dayanıyor. Roma İmparatoru Claudius II, orduyu güçlendirmek için genç erkeklerin evlenmesini yasaklar. Aziz Valentine'de gizli nikahlar düzenleyerek sevenleri evlendirmeye devam eder. Bu durum ortaya çıkınca da Aziz Valentine 14 Şubat'ta idam edilir. Bu nedenle 14 Şubat Sevgililer günü kutlanmaya başlanır. Aşkın ferman dinlemediği ortada :) Zamanında olan Aziz Valentine'ne olmuş.

Ülkemizde dahil birçok ülkede kutlanan sevgililer günü sebebiyle; sevgililer birbirine hediyeler alırken sevgilisi olmayanlarda bu gün ya yalnız kalmayı seçiyor ya da alternatif kutlamalara katılıyor. Aziz Valentine günümüzde yaşasaydı acaba sevgililer günü için ne düşünürdü? Bırakın hediye almayı, sevin sevilin mi derdi? Hiç fikrim yok.

Sevgililer gününde sevgilisi olmayanlar için bugün bazen can sıkıcı olabiliyor. Sırf sevgililer gününde sevgilisi olsun diye sevgili olan kişilerde olabiliyor. İlişki durumu güncelleniyor, cafcaflı reklamlara tıklanıyor, hediyeler alınıyor, planlar yapılıyor. Ey Valentine sen nelere kadirsin!

"Aşk, sadece bir güne mi özel kutlanmalı? Sevgililer günü mü aşkı özel kılan? " soruları her sevgililer gününde ortaya çıkar. Hararetli konuşmalar yapılır. Herkesin aşka bakışı, sevgililer günü anlayışı farklıyken cevap çoklukla yetersiz kalır. Bana hiç sormayın aşık olduğu zaman aklı seyahate çıkanlardandım:) Eskiden aşka aşıktım, ama çok yıldır aşkın aşk halini seviyorum. Bana göre hayatın her anında aşk var. Okuduğunuz bir satırda, dinlediğiniz şarkıda, izlediğiniz bir filmde, kokladığınız çiçekte...

İnsanız, sevdiğini ve sevildiğini hissetmek hepimiz için güzel bir duygu. Aşka küsmek olmaz. Kalbimizde, ruhumuzda hissettiğimiz her an aşk bizimle.

Yeşim Mutlu

@yesimmutlu

Yazının devamı...

Yaratılış amacım kitabımmış

Hatıralar değil midir unutulmayan? Hayaller değil midir gerçekleşmesi için zaman bekleyen? Sekiz sene önce bir kitap projesi için Mario Levi'nin fotoğraflarını çekmiştim. Mario Levi ile tanıştıktan sonra satırlarıyla beni derinden etkileyen yazarın öğrencisi olmayı hayal etmiştim. Tam sekiz sene sonra bir eylül ayında "bir gün mutlaka katılmalıyım" dediğim "Mario levi ile Yaratıcı Yazarlık Atölyesi" ne katılarak 12 hafta boyunca kendisinden yeni anılarını ve hikayelerini dinleyeceğimi bilemezdim.

Atölye Maçka'da katıldığım yaratıcı yazarlık atölyesinde bir masa etrafında buluşup Mario Levi'den ders dinlemek terapi gibiydi. Kelimelerimizle çıplak kalırken, satırlarımızda farklı hayatlarda buluşuyorduk. Çok güzel hikayelerini olan, kelimelerle dans eden muhteşem kadınlarla tanıştım.

12 haftanın son dersinin asla son olmayacağını biliyordum. Çünkü zamanım elverdikçe derslere katılmaya devam edecek, bu harika kadınların hikayelerini paylaşacaktım. Ders çıkışı sohbetlerimizi şimdiden özlüyorum.

Atölyenin bana kazandırdığı bu harika kadınlardan biri de Ayfer Gültekin. Sevgili Ayfer; içinden geldiği gibi yaşadığı bu hayatta yazdığı kitabıyla çok farklı dünyaların kapısını aralıyor. Gerçekten şu hayatta hiçbir şey tesadüf değil.

Ayfercim, "İki Ucu Boklu Değnek" kitabın gerçek hayattan kurgulayarak yazdığın bir kitap. Kitap yazma fikri nasıl ortaya çıktı biraz anlatır mısın?

Uzun yıllar gittiğim ülkelerde yaşadığım deneyimleri, hayatın içinde karşılaştığım olayları, insanları, anları hep yazdım. Ayrıca bazen Allah'a, bazende sevdiğim birine teşekkür mektupları yazardım. "Kuraldışı Akademi" ile karşılana kadar kendi kendime yazdığım metinlerdi bunlar. Sevgili Nil Gün ve Saim Koç'la tanıştıktan sonra onların beğenisi ve teşviği ile kitap yazma düşüncesini hayata geçirmeyi planladım. Fakat yazabilmem için kitap haline gelecek konunun beni heyecanlandırması, birilerinin hayatına dokunması gerekiyordu. Önce kitabıma ben inanmalıydım. Bu sebeple çok iyi bildiğim bir konuyu ele almam gerektiğine inanıyordum. Yoksa ben kitap yazmış olmak için kitap yazmak istemiyordum. Sonrasında yazmaya değer konu ve kişinin zaten hayatımda olan insanlar olduğunu gördüm.Henüz bipolar hastalığı ile ne ben ne de onlar tanışmamıştı. Onlarla birlikte ben de ilk kez o gece tanışmış oldum. İlk hastaneye yatırıldığı gece. Sonrada tam hayatlarının ortasında buluverdim kendimi...

Kitap ile birlikte farklı projeler hayatına girmeye başladı. Önce kitabın İngilizceye çevrildi. Sonra kitabın kahramanına modern dans eşliğinde hayat verdin. Barcelona'da bir sanat galerisinde performans sergiledin. Bizi daha neler bekliyor?

Benim hiçbir gün, kitap yazmak gibi ne bir fikrim ne de hayalim olmadı. Yazmayı çok seviyordum evet. Duygularımı kaleme almak çok özel bir şeydi benim için. Ama benim asıl hayalim sahneye çıkmaktı. Lise yıllarından bu yana, bir gün bir şekilde sahneye çıkmak hayalimdi ama bir gün yazacağım kitabımın bana bu yolu açacağını hiç düşünmezdim. Üstelik Barcelona'da bir sanat galerisinde, kitabımla elimden tutularak "haydi çık, sahne senin" denileceğini.

Sevgili Fatmagül Mutlu Hanımın başkanlığında hayata geçecek birçok değerli proje ve çalışmalar var. Bu projelerden biri de "İki Ucu Boklu Değnek" kitabımın İngilizcesi olan "Horns of a dilemma" adlı müzikal. Gerçekten çok büyük bir proje. İnanılmaz heyecanlıyız. Kitabımın müzikalinin olacağı düşüncesi bile, beni sevinçten çılgına çevirmeye yetiyor. Yine ilk sahneleneceği yer Barcelona olacak. Öte yandan Avrupa turnesi planlıyoruz. Bu turnede yine birçok sanatçının eserleri ve performansım (Horns of dilemma) olacak.

Uluslararası Sanat ve Sağlık Derneği'nde başkan yardımcısı olarak da yer alıyorsun. Bu dernek neler yapıyor?

Uluslararası Sanat ve Sağlık Derneği, yaratıcı projeleri ve programlarıyla toplumlara değer katıyor. Avrupa Birliği projeleri, inovatif ve sürdürebilir bir kurum hayaliyle 12 yıl önce yola çıktı. Mental sağlık alanında yaptığı çalışmalarla bipolar sanatçılar başta olmak üzere, mental desteğe ihtiyacı olan sanatçıları istihdamı ve uluslararası görünürlüğe destek olmak amacıyla 4 uluslararası çözüm ortağı ile yoluna devam ediyor. Okuyucular derneğimizi sosyal medya hesaplarından takip edebilirler @bicostore @bipoco_art @artnesscontemporary @bipocostre

Sen ne tür kitaplar okuyorsun? Popüler kitapları mı yoksa farklı yazar tercihleri mi tercih ediyorsun? Bu kitapları okurken seni en çok ne etkiliyor?

Ben aşk ve tarih türü haricinde her tür kitabı okurum ve okuyorum. Her nedense tarih konulu kitaplar beni bir türlü içine alamıyor. En sık başıma gelen şey ise bu tür kitapları okurken, neden bahsettiğini hatırlamaz, birkaç sayfa geriye döner " en son neden bahsetmişti" diye tekrar tekrar baktığım olmuştur. Anlamak adına tabii ki. Aşk türü kitaplar ise bana her nedense sıkıcı geliyor. Okuduğum kitapların içinde aşk olmasın demiyorum ama buram buram da aşk kokmasın, arada saçlarıma meltem rüzgarı ile hafif dokunsun ve geçsin :)

Belirli yazarların kitaplarına, okunacak kitaplar listemin başında ilk önce onlara yer veriyorum açıkçası. Ama arada, farklı yazarların kitap sayfaları arasında yolculuğa çıkıp, deneyimlemeyi de seviyorum. Kitapları okurken beni en çok konu ne olursa olsun yazarın kullandığı yazı dili, samimiyeti, duygusunun bana geçip geçmediği etkiliyor.

Özellikle sormak istiyorum; bu kitabı yazmasan hayatın nasıl olurdu? Hayatından memnun muydun?

Hayatımdan memnundum aslında. İçimdeki boşluğun, bir şeylerin eksikliğini hissediyordum ama adını koyamıyordum. Kitabım doğduktan sonra o eksikliğin, boşluğun ne olduğunu anladım. Bu adını bilmediğim, hayatımda eksik olan şey meğer birilerinin hayatına dokunmakmış. Ben kitabımla birçok insanın hayatına dokundum. Her aldığım okur yorumu bir kez, bir kez daha "iyi ki yazmışım" diye teşekkür ettirdi bana, Allah'ıma. Okurlarımdan aldığım yorumların hepsi ayrı ayrı değerli oldu ve birilerinin hayatına dokunmak hazzı değeri kattı bana. Ama bu okur yorumları içinde beni etkileyen; yorumdan ziyade bir eylemdi aslında... Hastanede yatarken kitabımı alıp okuyup, bitirdikten sonra da diğer bipolar hastalara okutma çabalarıydı.

Bu kitabı yazmasam ne mi olurdu? Herkesin bu dünya için bir yaradılış sebebi olduğuna inanıyorum. Ben yaradılış amacımı kitabımla buldum.

Ailen projelerinin ne kadar içinde? Satır aralarında aile yaşamından izler var mı?

Ben özellikle eşimin bana bu kadar destekçi olacağını açıkçası düşünmemiştim. en büyük, tam desteği ondan aldım, alıyorum. Çekirdek ailem dört kişiden oluşuyor. Ben, eşim ve iki oğlum. Ama şimdi altı kişi olduk. Kızlar daha duygusal olduklarından ve duygularını dibine kadar çekinmeden yaşayabildiklerinden, hayata geçecek her proje öncesi, öncelikle onları arıyorum. Doya doya hoplayıp, zıplayıp kutluyoruz attığım proje adımlarını. Erkekler ise daha ağır takıldıklarından :) işin başka boyutlarında destekçiler büyük bir inançla. Satır aralarında aile yaşamımdan tabii ki izler var. Çünkü o kalemin sahibi benim.

Son olarak farklı durumlarda olan ve hayata farklı bakan kişilere neler söylemek istersin?

Eğer hayatta başına bir gün kötü bir şey gelirse ( ki hepimizin başına geliyor) unutma ki; bu dünyanın sonu değil. Eğer kaderine kahredersen diye kendine acırsan, işte o zaman bir tek üstüne toprak atmadığı kalır yaşamın. Unutma ki bu hayatta hiçbir şey tesadüf değildir. Bazen kötü gibi gördüğün şeyler, başka bir dünyanın kapısını açar insana.

Teşekkür ederim.

Yeşim Mutlu

yesim@yesimmutlu.com

Yazının devamı...

Terapi Odasında Neler Oluyor?

Kitap okumayı her zaman çok sevdim. Okumayı söktüğüm günden bu yana okuyorum desem yalan olmaz. Ortaokul yıllarından üniversiteye kadar kütüphaneden aldığım kitapları okurdum. Ortaokulda en çok kitap okuyan öğrenci ödülünü aralıksız üç sene almıştım. Hiç unutmam edebiyat öğretmenim " Hangi ara bu kadar kitap okuyorsun, sen hiç ders çalışmıyor musun?" diyerek her okuduğum kitaptan sorular sormuş gerçekten okuyup okumadığımı sorgulamıştı.

Yıllar geçtikçe okuma alışkanlıklarım değişti. Üniversite yıllarımla birlikte kitaplarımı arşivlemeye başladım. Eskiden; okuduğum kitaplarımı rahatlıkla okumak isteyenlere verirken, zaman ile kitaplarımı kimselere veremedim. Aynı kitabı yeniden satın alarak kitapları onlara hediye etmeye başladım. Altını çize çize, dantel gibi işlediğim sayfalara dönüp dönüp baktığım çok olur.

Kitaplar, her zaman baştacımdır. Psikoloji kitapları okumaya en büyük kızımın doğumundan sonra başladım. Kızım bugün psikoloji yüksek lisans öğrencisi :) Onun sayesinde de farklı kitapların dünyasına giriyor ve benzersiz yazarlarla tanışıyorum.

Klinik Psikolog Mehtap Güngör; kızımın süpervizörüydü (gözetmen). Çok uzun zaman sonra biz tanıştık, iyi ki de tanıştık. Mehtap Hanım; kitabından bahsettiğinde kitap daha son halini almamış, yayınevine bile gitmemişti.

diyerek sözünü aldığım kitap eylül sonunda raflarda yerini aldı. Üç farklı danışanının hikayesine yer verdiği ve EMDR psikoterapi yaklaşımını anlattığı kitabı "Ukde"yi bugün sizlerle paylaşıyor olmak benim için büyük mutluluk. Terapiye gitmiş biri olarak terapi koltuğuna oturmanın ne kadar zor olduğunu biliyorum. Hele yazmanın zorluğunu hiç düşünemiyorum. Ki Mehtap Hanım kitabında tüm terapi süreci ve ukdeleri muazzam anlattığı gibi bize unutulmaz bir süreç yaratıyor. Kitabı okuduktan sonra epey sarsılıyor insan.

Terapi odasından dökülen hikayeleriyle "Ukde" Dünya'da alanında ilk eserler arasında yer aldı bile. Size söyleşimizi aktarırken ikinci baskıya girmişti. Eminim ki daha çok baskısı olacak. Satırlarla çıplak kaldığınız bir kitap "Ukde". Okumak için kendinize en doğru zamanı hediye edin lütfen. Bu arada söyleşi için yeniden terapi koltuğuna oturdum ama sohbet için o koltukta olmak çok başkaymış :)

TERAPİ ODASINDAN DÖKÜLENLER

EMDR Terapi Sürecini anlatan kitabınız "Ukde" psikoloji dünyasına hızlı bir giriş yaptı. Kitabı bir solukta okudum. Öyle içten, öyle ince duygularla yazılmış ki... Sizi bu kitaba yazmaya ne itti?

Bu değerli yorum için teşekkür ederim öncelikle. Evet, "Ukde" beklemediğim bir hızla giriş yaptı psikoloji dünyasına. Bu çok heyecan verici. Pek çok insan terapi odasında neler yaşandığını merak ediyor. Terapinin "ne olduğu" konusunda kafalar biraz karışık. Rahmetli babamın da öyleydi. Merak ediyordu o da. Sağlığında soruyordu sık sık. Bir kaç kez kısaca anlatmaya çalışmıştım, kısaca anlatmaya çalışmıştım, kısaca olmuyor işte. Babamın vefatından sonra, yas sürecimi yaşarken karar verdim böyle bir kitabı yazmaya. Babama anlatır gibi yazdım terapi öykülerini. Kitaptaki o içten, o samimi dil belki de oradan geliyor.

Üç danışanınızın gerçek öykülerine yer verdiğiniz kitabı yazarken diğer psikolog arkadaşlarınızdan "tepki alır mıyım" diye hiç düşündünüz mü?

Düşünmez miyim? Kitapta seanslarımı, orada yaptığım müdahaleleri açık açık anlatıyorum. Terapisti çıplak hissettiren, tedirgin eden bir durum bu. Bu noktada sevgili süpervizörüm, EMDR Avrupa Akredite Eğitmeni Asena Yurtsever devreye girdi. Her aşamasında destek verdi, cesaret verdi bana. Yoğun programına rağmen hikayeleri okudu, değerlendirdi. Klinik editörlüğünü yaptı. Böyle bir ustadan "onay" alınca içim daha rahatladı tabi.

Terapi odasından kitaba uzanan süreçte neler yaşadınız?

Öncelikle hikayelerini ve terapi süreçlerini yazmayı düşündüğüm danışanlarıma anlattım projeyi. Nasıl tepki vereceklerine dair bir kaygım oldu tabi. Öyle güzel geri dönüşümler aldım ki onlardan. Sadece hikayelerimi yazmam için vermediler, desteklediler, yüreklendirdiler beni. Kitaptaki kahramanların isimlerini kendileri koydular. Her aşamasında onlardan teyit aldım. Hikayeler bittikten sonra ise okumalarını istedim onlardan. Rahatsız oldukları, hoşlarına gitmeyen bölümleri birlikte gözden geçirdik. En son onların onayıyla tamamladık. Sonrası yayınevi ve baskı...

Klasik bir soru olacak ama :) neden psikolog oldunuz?

Ben bu mesleği yapmaya erken yaşlarda karar verdim. O sahneyi dün gibi hatırlıyorum. Orta 2.sınıftayım. Yaklaşık 12 yaşındayım yani. Televizyonda gördüğüm bir dizi ya da film karesi beni çok etkiledi. Orada bir seans sahnesi vardı. İzledikten sonra, " ben bu işi yapacağım." dediğimi hatırlıyorum. Sonrasında da fikrim hiç değişmedi. Ama içsel olarak bu kararı vermede hangi dinamikler etkili oldu derseniz, kendimi tanıma, anlama ihtiyacı muhtemelen. Eğer tesadüfi olarak bu mesleği seçmediyseniz, içinizde halletmek istediğiniz meseleler var demektir.

Kitaptaki giriş yazınız kendi ukdenizle ilgili. Babanızın ölümünden sonraki nasıl geçirdiniz? Kendi travmanız var mı?

Yazarak... Hepimizin içinde travmalar, ukdeler var tabii ki. "Keşke" ler var. Babamın ölümü ailemiz için çok ani oldu. Hastalığının ne olduğu daha tanımlanmadan ölüm haberi geldi. Hepimiz sarsıldık. Sonrasında ben de o yastaki süreçleri yaşamaya başladım. Ölümü içselleştirmek, artık olmadığını kabul edebilmek zaman alıyor. Yas sürecinde, "Keşke babama terapi odasında ne olduğunu anlatabilseydim." noktasına takıldım kaldım. Artık bunu yapamayacağımı bilsem de, bu düşünce ve onun getirdiği tatsız duygular günlerce etkisi altına aldı beni. Sonrasında da bu kitap fikri geldi aklıma. Hem ona, hem terapinin nasıl olduğunu bilmek isteyen insanlara bunu anlatabilirim diye düşündüm. Kitabın ismi de bu sebeple "Ukde" oldu.

Siz terapiye gidiyor musunuz? Yoksa kendi kendinize terapi mi yapıyorsunuz? (gülüşmeler)

"Terapist olmak istiyorsak o koltuğa oturmak gerekir" cümlesini çok duydum hocalarımdan. Kendi içine, kendi derinliğine bakamayan kişi, karşısına gelen danışanın içine bakmakta zorlanır. İyi bir terapist olmak için, terapi almanın gerekliliğine inanıyorum. Bu sebeple ben de o koltuğa oturdum tabii. Terapi sürecinden geçtim yani.

Terapi sürecimde de geçmiş travmalarımla çalıştık sevgili terapistimle. Bu ülkede büyüyen bir insanın travmalarının olmaması mümkün mü? Enteresan bir coğrafya burası... Hem insanıyla, hem doğası ve kaynaklarıyla, hem travmatik olaylarıyla zenginliklere sahip bir coğrafya. O yüzden "Hocalarım terapi almamızı gerektiğini söylüyor." diye başladığım süreçten, aydınlanarak, kendimi daha iyi anlayarak, tanıyarak ve travmalarımın sebep olduğu ağırlıktan kurtulup hafifleyerek çıktım.

Babamın ölümünden sonra da gitsem mi diye düşündüğüm zamanlar oldu. Ama oturup yazmaya başlayınca ihtiyacım kalmadı. Yazmak, bir nevi terapi etkisi yarattı bende. Ancak ihtiyacım olduğunu hissettiğim bir durum olursa yine tereddüt etmeden terapiye giderim.

Kitap yazmak çok kişinin hayalidir ( en azından benim :) ). Siz harika bir kitaba imza attınız. En büyük hayaliniz kiyap yazmak mıydı? Yoksa?

Hayallerde zamanla değişiyor sanırım. İlk hayalim terapi yapabilmekti. Bunu yapan insanlarla karşılaştığımda çok heyecanlandığımı hatırlıyorum ilk gençlik yıllarımda. Sonra psikoloji lisans eğitimi almaya başladığımda hayalim kendi danışmanlık merkezimde bu işi yapıyor olmaktı. O zamandan terapi koltuğumun rengine varana kadar düşünürdüm. Ama kitap yazma fikri uzaktı bana. Bu konuda bir yeteneğim olduğunu düşünmüyordum. İyi bir okuyucu sayılırım. Hatta bazı yazarların satırlarını kıskandığım, becerilerine hayran kaldığım anlar çoktur hayatımda.

Şimdiki hayalim de, klasik olacak bir sahil kasabasında, bahçeli bir evde olmak. Hayat telaşının biraz azaldığı bir zamanda bol bol okumak ve yazmak istiyorum.

Pandoranın kutusunu biraz açalım. Biraz sizden bahsedelim. Hayatta en çok neyi seversiniz, sevmedikleriniz neler?

Çok geniş kapsamlı bir soru oldu bu :) Aslında çok hareketli bir yaşamı benimseyemiyorum ben. Kendimle kalmak, ailemle olmak inanılmaz keyif verici benim için. Samimi sohbetleri seviyorum. Sizin gibi samimi insanları seviyorum. Aslında insanı, insana dair olanları, onların hikayelerini seviyorum. Sonra neleri seviyorum? Kapalı havalarda evimde ya da ofisimde kahve eşliğinde okumayı seviyorum. Kahvesiz olmaz ama. Doğayı çok seviyorum. Tarihi, tarihi mekanları seviyorum.

Sevmediklerime gelince... Çok hızlı yaşamayı, hızlı tüketmeyi sevmiyorum mesela. Samimiyetsizlikten çoğumuz gibi hiç hoşlanmıyorum.

Yoğun çalışma temponuz ve terapi dışında neler yapıyorsunuz?

Sizin gibi benim de kızlarım var. Çalışma dışında kalan zamanımı ailemle ve dostlarımla geçiriyorum genellikle. Sanata, resme, tiyatroya bir düşkünlüğüm var. Fırsat buldukça tiyatro oyunlarına gidiyorum, galerileri gezmeye çalışıyorum. Gidemesem de resim ve tiyatroyla ilgili gelişmelerin sıkı takipçisiyim. Tarihi seviyorum. Yine fırsatım olduğunda tarihi yerleri geziyorum. Kimi zaman kültür turlarına katılıyorum. Bir de aksatmamaya çalıştığım açık hava yürüyüşlerim var.

Terapiye gitmek isteyen ama gitmekten çekinen kişilere önerileriniz neler olur?

Hiç tereddüt etmeden gitmelerini öneririm. Hepimizin bu hayatta duygusal olarak zorlandığı süreçler oluyor. Geçmişimizden getirdiğimiz yüklerimiz oluyor. Yaşamak zaten kolay bir mesele değil... Bir de bu yüklerle ilerlemeye çalışmak çok daha zorluyor insanı. Eğer o yüklerden kurtulmak, süreçlerdeki zorlanmaları rahatlatmak için bir fırsatımız varsa, niye bu fırsatı değerlendirmeyelim ki?

İçinizde hiç ukde kalmaması dileğimle...

Yeşim Mutlu

http://www.yesimmutlu.com

Yazının devamı...

Bütünsel Beslen, İyi Yaşa!

Sevgili Karen Hill ile tanışmamız Mert Tatlı sayesinde oldu. Mert, sağlıklı beslenme ve sağlıklı yaşama duyduğum ilgiyi bildiği için sevgili Karen ile muhakkak tanışmamızı istedi. Karen Hill Türkiye'de ve Amerika'da çok kişinin hayatını değiştirmiş bütünsel beslenme, fitness ve yaşam koçu. Belirli aralıklarla Türkiye'ye geliyor, bütünsel beslenme ve spor programlarıyla insanların hayatına dokunuyor.

Karen ile ikimizde bir araya gelmemizin tesadüf olmadığını tanıştığımız anda hissettik. Karşımda duran muhteşem kadın şu ana kadar hakkında ne söylenmişse hepsinden daha fazlasıydı. Beraber geçirdiğimiz saatlerde Karen'in ve beraber geldiği annesinin enerjisi hepimizi sarmıştı. Karen'i sanki yıllardır tanıyordum. Hayat hikâyesini masaya yatırdığımızda derin bir sohbetin kapıları çoktan aralanmıştı. Konu konuyu açtı, doyumsuz bir gün anılarımızda kaldı.

Karen'in üniversite eğitimiyle başlayan Amerika yolculuğunun hayatının aşkıyla taçlanması, 23 yıllık evlilik, iki evlat ve güçlü aile bağları. Kendini hayatındaki insanların yaşamına adamış harika kadının hikâyesini bir de size ben anlatayım.

Sevgili Karen, Türkiye seni ve eşin Tony'i Kıvanç Tatlıtuğ'un baklava kaslarının mucitleri olarak tanıdı. Her ne kadar Tony şu an İstanbul'da olmasa da sizi biraz senden dinleyelim mi?

Biliyorsunuz ki Tony ile 23 senelik evliyiz ve 23 senedir beraber yaşıyoruz. Biz birbirimizi evlilikte ve mesleğimizde de tamamlıyoruz. Bu hayattaki bütün amacımız nefes aldığımız müddetçe insanlara bir kerelik verilen bu hayatı, kaliteli, sağlıklı, güçlü, iç huzurlu ve kafaca da zinde yaşamaları.Yani var olmak yerine YAŞAMAK ve bu yaşam ile etrafımızdaki kişilere bir IŞIK olmak.

Biz Amerika'da yaşadığımız için bütün dünyadaki Türkler ile online ve bireysel çalışıyoruz. Las Vegas'ta eğitim amaçlı seminerler düzenliyoruz. Şu günlerde üzerinde çalıştığım "Kadınlar" projesi var. Bu projeyi önce İstanbul'a getirmek sonra tüm Türkiye'ye yaymak istiyorum.

Senin ABD'ye gitmen, eşin ile tanışman film gibi bir hikâyeniz var. Bu hikâyenin tam ortasında harika bir eş, anne, ailesine bağlı muhteşem bir kadın görüyorum. Yaşam enerjin ve değerlerine bu kadar bağlı olman ilham verici. Peki, bu dengeyi nasıl sağlıyorsun?

Evetttt! Ailem yani eşim ve çocuklarım bana Allah'tan bir hediye. Ben yaşam enerjimi Allah'tan alıyorum. Ben eşime enerjik ve iyi bir eş olmak istiyorum Çocuklarıma kuvvetli, güçlü ve en önemlisi yalnızca sözle değil yaşadığım hayat ile örnek olmak istiyorum. Aynı anda benimle çalışanlara örnek olmak istiyorum. Ben yapabilirsem onlarda yapabilirler. Ve bütün bunları yapabilmek için kendine bakman ve özen göstermen gerekir.

Senin motivasyon kaynakların arasında neler var? Hayatımda olmazsa olmaz dediklerin nelerdir?

İlk önce Allah sonra "Ailem". Tabiî ki bunun yanında gerçekten aşk ile yaptığım mesleğim. Ve tabii ki benim için dürüstlük, karakter, gerçek sevgi ( karşılıksız) ve paylaşmak çok önemlidir.

Dünyada beslenme ve sağlıklı yaşam trendleri bu kadar popüler değilken sen çok uzun yıllardır bu işin içindesin. Nasıl oldu da bu yola bu yola girdin? Senin sağlıklı beslenmeye geçişin ne zaman başladı?

Güzel bir soru! 28 senedir bu meslekteyim. Ben aslında politika ve işletme okudum ve hatta stajımı Birleşmiş Milletler'de yaptım. Üniversiteye giderken kilo almaya başladım. Türkiye'de lisanslı yüzücüydüm ama Amerika'da yeni yiyecekler ile tanıştım ve maalesef içki kullandım. Kilo vermeye uğraşırken bir sürü diyetler yapmaya başladım ve başarısız oldum. Bu sefer araştırmaya başladım ve araştırdıkça çok ilgimi çekmeye başladı. Aynı anda bildiğimizden ne kadar değişik olduğunu öğrendim. Kendime dedim ki bunu okumak istiyorum ve işte şimdiki ben!

Sayısız kişiye ve spor merkezine danışmanlık verdiniz. Kıvanç Tatlıtuğ, Özge Ulusoy, Mustafa Koç, Hacı Sabancı, Burcu Esmersoy, Mabel Matiz vb popüler kültürün bir parçası olan bu isimlerle çalışmak zor muydu? Yoksa çok disiplinli bir koç musun?

Saydığınız kişiler ve burada isimlerini söyleyemediğim kişiler ile çalışması çok kolay ve çok zevkliydi. Bu isimler kendi mesleklerinde çok disiplinli oldukları için ben hiç zorluk çekmedim ve evet ben disiplinli bir koçum. Fakat baştan kurallarımı söylerim ki bilerek benimle bir yola girsinler veya vazgeçsinler. O zaman gayet kolay. Ama bir sonuç elde edebilmek veya yaptığın işte başarılı olmak; disiplin ister, özveri ister, doğru bir sebep ister ve biraz rahatından olmak ister.

Son günlerde aralıklı oruç diyeti çok popüler. Geriye dönüp baktığımda senin bunu çok uzun zaman önce önerdiğini görüyorum. "Intermittent" programını nasıl keşfettin?

Aralıklı oruç yeni bir şey değil. Aralıklı oruç aslında çok eski zamanlarda mecburiyetten uygulanan bir beslenmeydi. Biz onu aldık ve bir moda haline getirdik. Öncelikle kesinlikle herkese göre değil ilk başta.

6 değişik İF vardır. iF aslında vücut içi saatimize de çok uyar ama önce vücudu sağlıklı ve güçlü bir duruma getirmek gerekir. Zaten sağlıklı vücut aslında bırakırsan buraya doğru kayar. Ve ben 5 günü bu şekilde ve 2 günü normal beslenirim. Zaten 7 günü yapılmaz.

Veganlık tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de yaygın bir hale gelmeye başladı. Vegan beslenmeye bakış açın nasıl? Veganlar için özellikle tüketmeleri gereken besinler ya da özel formüller var mı?

Veganlık kısa süreli yapılır ise çok iyileştirici ve güzel olabilir ama uzun süreli yapılır ise ve hele ki planlı yapılmaz ise çok yıpratıcı olabilir vücuda. Benim en rahatsız veya yumuşak veya yorgun veya soluk ciltli hastalarım veganlardır. Ve Amerika da çok var. Her şey yerinde ve dengeli güzel.

Protein bizim yapı taşımız ve hormonlar olsun, organlar olsun, bağışıklık sistemimiz, tiroitlerimiz PROTEİN ister.

Karbonhidrat alımı ile protein alımını çok iyi planlamak gerekir veganlarda. Akşam karbonhidratı (bakliyat vb) mutlaka kesmek gerekir. Vegan protein tozunu kesin tavsiye ederim. Bunun yanında balık yağı çünkü keten veya chia tohumu ile olmuyor bu iş maalesef.

Türkiye'de sağlık kalitesi her geçen gün bozuluyor, fazla kilolu insanlar çoğalıyor. Sence neden bunları yaşıyoruz.

Biz 1998'de Tony ile Türkiye'ye geldiğimizde - ki Tony'nin ilk gelişiydi" taa o zamandan belliydi bu durum. Tony bana şunu dedi:

Sebep gerçek kültürümüzü bir kenara koymamız, beslenmemizi bozmamız, stresi kaldıramayan bir vücut ve zihin oluşması, doğrularımızın değişmesi. Çok derin konu.

Ama asıl ana sebep; insanların artık kendilerini gerçekten sevmemesi., beğenmemesi ve kendine değer vermemesi. Çünkü değer verdiğin neyse ona çok iyi bakarsın!

Bize önerebileceğin beslenme önerileri ve spor tüyoları neler olur?

Gerçek; sağlıklı yaşam için hayatınıza katmanız gereken; temiz beslenme, kaliteli ve doğru zamanda uyku, doğru spor ve ruhsal durum.

Size naçizane önerim:
Süt ve süt mamullerinden uzak durun- GERÇEKTEN
Glütenden uzak durun, arada sırada yani haftada bir OK.
Akşam yemeklerimiz en hafif yemek olmalı. Hem porsiyon hem de kaliteli olmalı. Örneğim, balık ve sebze gibi
Akşam karbonhidrat yok (Bakliyat ve meyve dahil)
Spor için en iyi zaman sabah kahvaltı evveli
En iyi spor vücut ağırlığı ile yapılan doğru şekilde yan yana konulan spor programı (evde spor demek)
En kaliteli ve hormonların en çalıştığı saatte uyumak gerekir. ( 22.00-02.00 en yoğun)

Yeşim Mutlu

http://www.yesimmutlu.com

Yazının devamı...

Bozcaada'dan Paris'e Sanat

Bozcaada, her geçen yıl popülerliğini arttırıyor. Türkiye'nin en iyi adası, Dünya'nın en iyi dördüncü adası seçilmişliği var. Bu yıl da The Guardian tarafından Bozcaada Akvaryum Plajı Avrupa'nın en güzel 30 plajı arasında yer aldı. Açıkçası Bozcaada'nın eski halini görseler bütün birincilikleri alırdı :) Eski Bozcaada ile şu an ki Bozcaada arasında o kadar fark var ki. Ada için çok üzülüyor, turizmin ve popüler kültürün getirdiği bozlaşan/ yozlaşan Bozcaada için acil eylem planının hayata geçirilmesini diliyorum. Sürdürebilir turizm anlayışına geçmez ise yakın gelecekte doğal kaynakları aşırı ve bilinçsizce tüketen ekonomik anlayış, yakın gelecekte üzüm bağları yerini tamamen betonlaşmaya bırakacak.

Bozcaada çok özel ve büyük titizlikle korunması gereken bir adadır. Doğal ve kültürel mirasın korunması için yasal düzenleme ve kuralların acilen planlanması gerekiyor. 2017 yılında otopark olarak kullanırken gördüğüm mezarları sorarak hikayesine ulaştığım ve o süreçte terk edilmiş araç, otopark ve çöp alanı olarak kullanılan Nekropol kazı alanının 2018 yılında güvenlik altına alınması sevindiricidir. Adanın tarihi yerlerinin koruma altına alınması, kültürel ve sosyal etkinliklerin daha da artması ve var olan sanatçılara sahip çıkılması gerekmektedir.

Bozcaada'ya gittiğinizde neredeyse her bir köşede adanın sembolü haline gelmiş duvar resimleriyle Cemil Onay sizi karşılar. Cemil Onay; ürettiği eserleri kadar Bozcaada'dan çok sayıda güzel sanatlar öğrencisi çıkaran, Bozcaada'yı uluslararası sanat arenasında temsil eden bir yer haline getirmiş muazzam bir sanatçıdır. 2018'den bu yana Bozcaada Sanat Galerisi'nin küratörlüğünü yaparken, galeride açılan benzersiz sergileriyle herkesi sanatla buluşturuyor.

Cemil Onay kendini sanata adamışken bu yaz eserlerine verilen zararları instagram paylaşımlarıyla izledik. Sayısız yerde yer alan eserlerinin yok edilmesi sanat ve Ada adına çok üzücüdür. Duvar resimlerinden adını silmek anaokul çağına dahi yakışmayan bir aymazlıktır! Cemil Onay, Bozcaada için büyük değerdir. Kendi isteğiyle Bozcaada'ya yerleşmiş bir resim öğretmeni olarak yaşadığı yeri eserleriyle güzelleştirmiş adayı sanatla anılır hale getirmiştir. Bozcaada'daki "Göz Kırpan Kız" duvar resmi Türkiye'nin 10 iyi selfie noktasından biri seçilmiştir. Cemil Onay; kendi eserlerinin önünde o eserin sahibi olduğunu söylemeden fotoğraflarını çekmesini isteyenlerin fotoğrafını çeken bir ressam olarak mütevazi ve sıra dışı kişiliğiyle gerçek bir dosttur.

Adadan eserleri siline dursun ressam Cemil Onay, bu yıl yirmi beşincisi düzenlenecek olan Paris Carrousel du Louvre Artshopping sergisinde Bozcaada rüzgârı estirecek. Farklı disiplinlerde çeşitli sanat eserleriyle sanat fuarına katılacak sanatçılarımızdan sekizi Bozcaada'yı temsil ediyor. Bozcaada Sanat Galerisi'ni, Çanakkale ve Türkiye sanatını, sanatçısını Pariste temsil edecek sanatçılar ACT Artistes Contemporains Turquie ve Galerie Bozcaada Îles Égéennes Turquie tabelalarıyla katılmanın onurunu bizlere yaşatacaklar.

ACT Artistes Contemporains Turquie dernek başkanı Nazan Aktan "Türk ve diğer Avrupa sanatçılarıyla bir kültür köprüsü oluşturmaya çalışacağız" derken ne kadar doğru söylüyor.

Paris Carrousel du Louvre Artshopping sergisinde en çok ilgiyi 14 yaşındaki sanatçı Eda Zeynep Sezer ve 19 yaşındaki Efe Sezer'in resimleri; Beyin ve Sinir Cerrahı Alpay Burak Doğru'nun mikro tıp minyatür resimleri, Fatma Özen Çerençe'nin kadim sanat cam altı resimleri, Güven Çetinkaya'nın sürreal pop artları, fotoğraf sanatçıları Tamer Taner, Can Özoğuz, Derya Aydınkaptan, Ece Erman Önal, Erdal Bozdoğan ve Nazan Sürmeli'nin eserleri görecek gibi görünüyor.

Küratörlüğünü Cemil Onay'ın yaptığı sanat fuarına: Alpay Burak DOĞRU, Can ÖZOĞUZ, Derya AYDINKAPTAN, Ece Erman ÖNAL, Eda Zeynep SEZER, Efe SEZER, Erdal BOZDOĞAN, Fatma Özen ÇERENÇE, Güven ÇETİNKAYA, Nazan SÜRMELİ ve Tamer TANER katılıyor.

18-20 Ekim tarihleri arasında Paris Carrousel du Louvre Artshopping sergisinde yer alacak ve ülkemizi temsil edecek tüm sanatçılara başarılar diliyorum.

Yazıma Cemil Onay'ın satırlarıyla veda etmek istiyorum.

Yazının devamı...

İyiliği Yaymak İstiyorum!

Sevgili Berika, çektiğin bir video ile seni Instagram'da gördüm. Satırları yazdığım sırada 1 milyon gösterimi geçmişti. Bu videoyu çekerken neyi amaçlamıştın?

Yüzüme yazdığım sözler aslında sırf biraz daha tanınır olduğum için aldığım bazı DM ve yorumlardı. Yüzümü ikiye bölerek iki farklı ben ile makyajlı ve makyajsızken aldığım mesajların gerçekliğini anlatmaya çalıştım. Her ne yaparsanız yapsanız da kimseye yaranamayacağınızı...

Bir sınav çıkışı paylaştığım bir Instagram hikayesinde; göz altlarıma, bakımsızlığıma, kadınlığıma laf atan da aynı kişiler; diğer fotoğrafımda makyaj yaptığım için bana demediğini bırakmayan da... Görüyorsunuz hepsi aynı aslında. Hiç kimseyi memnun edemiyoruz. Ya çok fazlayız ya da bir kadın için yeterli değiliz.

Bu kelimeler ekranları arkasına saklanan, insanları yapmayı seçtikleri ya da seçmedikleri şeyler için eleştiren ve zorbalık yapan insanlar için kullanılması kolay kelimeler. Peki, hiç utanmıyorlar mı bunları yazarken? Kendi hayatlarında mantıklı tek bir hedefi, gayesi olmadığı için birilerinin yaşamı üzerinden kendini önemli biri sanmak ve tüm yapamadıklarının hırsını alıp tatmin olmak nasıl bir duygu?

"Sözde" hatalı olduğumuzu o sözlerle göstermeye çalışırken seçtikleri yol çok mu doğru peki? Onlara tek diyeceğim şey: " Bu yorumlara mesai harcamak yerine bir öğrencinin hayalini kurduğu bir kitabı verin ona, bir ağaç dikin. Güler yüzlü olmayı, içten bir gülümseme sebebi olmayı deneyin. Ama insanları karalamayın. Başkalarını mutsuz edince bundan zevk almayın.

Ben ne kadar az ya da ne kadar çok makyaj yaptığımı önemsemiyorum ya da neyin daha güzel veya kusursuz olduğunu da bu hakaretlerle öğrenmeyeceğim, öğrenmeyeceğiz. Aksine onlar bu sözleri yazdıkça ben daha da demek için çektim aslında. Biz yani bir tık daha göz önünde olan insanlar ya da ne bileyim ünlüler belki alıştık umursamıyoruz lakin bir genç kız kendine yapılan bir rencide edici yorumdan dolayı kendine küsüyor özgüveni kırılıyor. Bu video aslında tam da o güzel gençlere ithafen çektim. Sen başkalarına yaranmaya çalışma genç arkadaşım, çünkü hep tersini iddia eden bir tayfa olacak bu hayatta; şişmansan zayıfla, zayıfsan şişmanla, uzun boyluysan deve misin, kısa boyluysan bodur gibi gibi... Yani kimseye yaranman mümkün değil. demek istediğimden dolayı o videoyu çektim. Hepimiz güzeliz ve istediğimiz her şekilde kendimizi gösterebiliriz. Bu hakaretleri yapanlara ise sosyal medyanın klavye delikanlılığıyla soyut olarak düşündükleri şeylerin aslında karşısındaki insanda nasıl bir etki yarattığını somutlaştırmak da diğer bir gayemdi.

Bu kadar çok sanatçıdan, ünlüden, yazardan ve daha birçok güzel insandan destek almak ise beni ayrıca çok mutlu etti. Sesimi kuvvetlendirmeme katkı sağladıkları adına izleyen, destek yorumları bırakan, kendi sayfasından videoma yer veren herkese de sonsuz teşekkür ediyorum.

Tıp öğrencisi olmana rağmen hem modellik yapıyor hem de ihtiyaç sahiplerine burs veriyorsun. Çok kişi bir kişiyi bile okutamazken sen sayısız kişiye destek oluyorsun. Bunu nasıl başarıyorsun? Ve sende bu fikri başlatan ne oldu?

Ben bu mesleği doktorluğu seçerkenki tek amacım zaten insanlara yardım eli uzatabilmekti. Bu manevi duygu için seçtim mesleğimi. Sosyal medyadan önce üniversite sınavında Türkiye 600. olduğum için devletten aldığım bursu yardıma muhtaç liseli öğrenciler için kullanıyordum. Çevremdeki liseleri gezip müdürlerden, öğretmenlerden, durumu olmayan zeki öğrencileri öğrenip kendim bir şey talep etmeden özel ders veriyordum. Zaman içinde sosyal medyada sevilmem, reklamlar ile para kazanmamdan sonra elde ettiğim gelirlerle daha çok öğrenci okutmak benim için çok güzel bir olanak oldu.

Tıp fakültesini yabancı öğrenci sınavıyla kazanman hakkında söylemlere ne diyorsun? Durum bundan mı ibaret? Okurken gülüp geçiyor musun?

TÜRK vatandaşıyım ve normal üniversite sınavında Türkiye 600. olarak tıp fakültesine yerleştim.

Evet, hatta kocaman gülüyorum falan ispatı çok basit şeyler bunlar. Bu belgeleri hiç gerek olmamasına rağmen Instagramımda öne çıkan hikayelerimde paylaştım. Sürekli burada duruyor. "T.C. vatandaşıdır" ibaresi sanırım yeterli bir cevap :) Beni okulumdan sayısız profesörlerim, hocalarım takip ediyor. Üniversitede yabancı öğrenci kontentajından okumaya hak kazanan öğrencilerin okul numaraları bile farklı oluyor. Allahıma şükür, beni uzun zamandır takip edenler güzel bölümlere yerleşen öğrencilerim de şahit oluyor. Tüm bu uyduruk iftiraların ise, kalpleri kötülükle dolu kıskanç ya da başarısız insanların benim yaptığım iyiliklerin altında ezilirken çıkardıkları anlamsız çığlıklar diye düşünüyorum.

Doktor olmak hayalin miydi?

Evet, kesinlikle! Çocukluktan bu yana doktor olmak istedim. Doktorluk bir meslek olmasının yanı sıra manevi tatmini başka hiçbir yerde bulunamayacak kadar özel bir noktada benim için.

Ayrıca doktorlar merhamet, nezaket ve sevgi doludurlar. Onlar arada mesafeler olmasına rağmen kendinize yakın hissettiğiniz insanlardır. Çünkü onlar fiziksel sınırları ortadan kaldırırlar ve sizin ruhunuzla kolayca bağlantı kurarlar. Anlayışlıdır ve başkalarının acılarını anlama sanatında uzmandırlar. Bu yüzden kendi acılarıymış gibi insanları hissedebilirler. İnsanların yaralarını, sıyrıklarını anlamak için çaba harcarlar ve o yaraları iyileştirip güzel hale getirmeye çalışırlar. Onlar bu acıları kendileri için bir ders ve güzel bir tecrübe olarak düşünüp, kullanabileceği başka bir yöne doğru geliştirmeye çalışırlar. Onların gizli silahları kalplerinin derinliklerinden gelen sevgi dolu mimikleridir, doktorlar hiçbir karşılık beklemeden, hep pozitif enerji yayma eğiliminde olurlar. Başkalarının iyi hissetmesini sağlayarak kendilerini iyi hissederler.

Böyle bir manevi tatmini başka bir meslekte bulamayacağıma inanmadığım için hep doktorluk tek hayalimdi ve amacımdı. Hep bunun için çalıştım, çabaladım.

Hekim olmak sonsuz özveriye dayanıyor. İleride hangi alana yoğunlaşmak istiyorsun?

Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi, Dermatoloji, Kadın Hastalıklar ve Doğum.

Hakkında estetik ile ilgili birçok yorum var. Haliyle insanlar bunu merak ediyor. isteyen istediği estetiği yaptrır bana göre. Sen söylendiği kadar estetik yaptırdın mı?

Estetiğin var mı sözleri açıkçası beni inanılmaz mutlu ediyor. Demek ki soran kişi gerçek olamayacak kadar güzel bir algı yaratmış kafasında benim için. Ne mutlu diyorum ve bir iltifat olarak alıyorum. Ayrıca çok seviniyorum :) Zaten ileride esttek cerrah olursam böyle bir durumu gizleyecek son insan benim, ben bu işi yapacağım zaten ileride :)

Gelecek planların neler? Hekim mi yoksa fenomen olarak mı hayatına devam edeceksin? Açıkçası hekim olmak için çok fazla emek ve çalışmak gerekiyor. Hepsini bir arada nasıl yürütmeyi planlıyorsun?

Şan, şöhret, ün peşinde olsam gelen onca dizi başrol tekliflerini elimin tersiyle itmezdim. Ben bunca emek verip, çabalayıp didinip kazandığım mesleğimi harcamayacağımdan hep reddettim. Peki ne yapabilirim ikisini bir arada diye sordunuz :) Fenomenliği ileride mesleğimle örtüşen bir sağlık programı sunuculuğu ya da yardım dernekleri kurma gibi hayallerim için bir basamak olarak kullanırım.

Şubat ayında çektiğin sigaraya karşı farkındalık videosu son çektiğin video kadar ses getirmişti. Sosyal sorumluluk / farkındalık videoları çekmeye devam edecek misin?

Elbette! Bazı fenomenler gibi küfürle, bel altı esprilerle ünlü olmadım. Çalışmanın, emek vererek bir yerlere gelmenin, akademik başarının değerini, iyiliği yaymanın eşsiz mutluluğunu anlatarak bu günlere ve bu bilinirliğe eriştim. Bu yolda genç kardeşlerime naçizane katacağım küçük farkındalıklar beni ayrıca mutlu ediyor bu yüzdendir ki devamı gelecek :)

Aile yaşamın nasıl? Aşk meşk etrafında göremiyoruz. Planlı tercih mi yoksa aradığın aşkı bulamadın mı?

Biz çekirdek bir aileyiz. Kızkardeşim, annem, babam birbirimize çok bağlıyız. Aileme çok düşkünüm. Sırf onlardan ayrı kalamadığım için her gün kilometrelerce yol çekiyorum. Hastane ev arası günlük dört saatimi alıyor. Onlar benim her daim arkamda en büyük destekçilerim. Allaha bin şükür sahip olduğum her başarımda emekleri, hakları çok büyük. Allah yokluklarını göstermesin.

Aşka gelirsek evet bunca yıl derslerim, okulum, okuttuğum öğrencilerim bu hayatta hep önceliğim oldu ve zaman bırakmadılar o hadiselere sanırım. Özellikle planladığım bir şey değildi ama dolaşacak, yeni insanlarla tanışacak pek bir ortamım olmuyor bu tempoda yoksa neden istemeyeyim :)

Dünyada bir şeyi değiştirme hakkın olsa neyi değiştirmek isterdin?

Çocuklara tecavüz eden adileri komple yeryüzünden silmek isterdim.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

LGS Annesi Olmak!

Milli Eğiitm Bakanlığı tarafından henüz net rakamlar ifade edilmemiş olsa da sınava girecek öğrenci sayısının 1.8 milyonu bulacağı söyleniyor.

Geçtiğimiz yıl Milli Eğiitm Bakanlığı tarafından LGS'ye yönelik örnek sorularla iki adet deneme sınavı yapıldı. Bu sınav sonrasında da veliler arasında LGS sınavında şehir efsanesi olarak değişiklikler olacağı söyleniyor. Zaten ne söylemler ne de efsaneler bitmez. "Yine elimiz kolumuz bağlı bekleyelim görelim" diyordum ki Milli Eğitim Bakanı Prof.Dr. Ziya Selçuk'un şu sözleri içimi biraz rahatlattı. Milli Eğitim Bakanı Prof.Dr. Ziya Selçuk; geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada 2020'de de LGS olacağını ancak sonrasında olup olmayacağını Ekim ayında belirleyeceklerini aktarmıştı.

Bu açıklamanın ardından bazı veliler ve eğitimciler 2020 LGS'de yaş kriterinin kullanılamayacağını dile getiriyor. Kızımın erken yaşta ilkokula başlamasının LGS için bir avantaj mı dezavantaj mı olacağını henüz bilemiyoruz. Şu anda zaten var olan eğitim sisteminde köklü değişimler oluyor.

4+4+4 eğitim sistemiyle zorunlu olarak ilkokula başlatılan 600 bin öğrenciden birinin annesi olarak ben de yaş kriterinin kullanılmasını istiyorum. Çocuklarımız zorunlu olarak okula başlatıldıysa bunu yıllar öncesinden planlanması ve bu yönde gereken düzenlemelerin yapılması gerekir.

Yaş kriterinin değişmesini gerektiğini düşünen kişilere de 4+4+4 eğitim sistemi başladığında neden seslerinin çıkmadığını sormak istiyorum. 2012 yılında mesele sadece 4+4+4 sebebiyle okula başlatılan çocukların ailelerinindi şimdi mesele hepimizin. Şimdi sıra LGS'ye geldğinde önümüze yaş kriterinin değişmesi vb söylemlerini kabul edemiyorum.Yaş sebebiyle puan eşitliğinde doğum tarihine göre küçük olan çocuklar bu durumda avantajlı diye itirazlar yükseliyor. Pardon ama yaşı küçük çocuklar zaten bu sistemi istememişti. Zorunlu olarak 600 bin öğrenci okula başlamıştı.

Her iki taraftanda baktığınızda 2006 ve 2007 doğumlu çocuklar LGS sınavında yetersiz kontenjan ile karşılaşacak. Sayılı öğrenci alan liselerin kontenjanlarının artırılması gerekir. Keza devlet okullarınında sayısının artması gerekecek. Var olan duruma göre liselerin kapasitesi belli.

Bu durum hepimizin sorunu ve buna en uygun çözümün acilen planlanması gerekiyor. Umarım Milli Eğitim Bakanlığı Ekim ayında gerçekleşecek bu toplantıda itiraz edilen yaş kriterinden ziyade var olan kontenjanlarla ilgili durumu da gözden geçirir.

Zaten var olan sınav stresi çocuklara yetiyor. Bir de yerleştirme süresinde sorunlar ve adaletsiz durumlarla karşılaşmayalım.

Umarım, herkesin çocuğu hayal ettiği okulu kazanır. Gelecek çocukların ve bizlerin onlara en uygun eğitimi sağlamak görevimiz.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Şarkıcı Olmasam Olmazdı!

Son günlerde "Saymadım kaç yıl oldu" şarkısı dilime dolanmış durumda. Bunda da çok yakın arkadaşım Şenay'ın beni Deniz Gençay ile tanıştırmasının payı büyük. Sevgili Deniz bir araya geldiğimiz de bu şarkısına klip çekmek için kolları çoktan sıvamıştı. Ben bu yazıyı hazırlarken klip çok güzel yorumlar alıyor. Zaten sevgili Deniz'in sesi insanı alıp götürüyor.

Sanata emek veren, sanat yapmak adına hayatını değiştiren, sanata kendini adayan insanlar benim için çok değerli. Sizleri de sanat adına bu dostlarımla tanıştırmayı istiyorum. Hayatıma kimse tesadüfen gelmiyor. Sevgili Deniz'den aylar öncesinden söz almıştım. Eğitimi için Almanya'da olması sebebiyle bir araya gelmemiz için uzun zaman geçti. Demek ki bu satırları paylaşmam için gereken zaman şu anmış.

Umarım sizde bir gün sevgili Deniz ile tanışırsınız. Öyle bir kadın ki gönüllü olarak sahne alıyor ve bir çok hayata dokunuyor. Bu yönüyle de Deniz'e hayranım. Denizcim; çok kişinin görmezden geldiği sosyal sorumluluk projelerine ışık olsun.

Size Deniz Gençay'ı anlatmaktan mutluluk duyarım.

Teşekkür ederim. İki şarkıdan da emeklerimin karşılıklarını, gelen olumlu yorumlarla çok güzel alıyoruz. Çok şükür her şey yolunda ve güzel ilerliyor. Hülya Hanımla kulvarımız farklı. Okumaya çalışmış. O okumayı bence müzik otoriteleri değerlendirsin.

Hiperaktif denilecek kadar hareketli, enerji dolu, değişiklikleri seven bir kadınım. Klip setinde de kıpır kıpırdım yine de bir şey beni rahatsız ediyordu. Yönetmenim Erkan Nas Bey'e dedim. o da dedi ciddi ciddi. Ben de gittim, meğer şaka yapmış. Ben de ciddiye almak gibi bir gafta bulundum. Önce kıyamet koptu, ama onun içi vicdanlıdır. Gönlünü alınca affetti, ertesi gün çekime devam ettik :)

Teşekkür ederim Yeşim'ciğim. Aslında "Mavi Boncuk" şarkısı çıkıncaya kadar böyle bir benzetme veya kıyas yoktu. Klip sonrasında mavi gözlü oluşum, bir de sarışınlığa geçiş yapışım insanları bu benzetmeye yöneltti. Gözler benziyor olsa da Emel Sayın çok naif, soprano ve hayran olduğum bir sanatçı. Ben ise alto ve çok dominant sert bir kadınım. En önemli benzerliğimiz bence ses kalitemizi ortaya koyuyor oluşumuz

19'umdan gün almışken Ankara'nın en önemli gazinosu Altınnal'ın kapısından içeriye girip cümlesini kurarak medeni bir cesaretle müzik hayatıma adımımı attım. Zira o gün Deniz ismindeki birisinin randevu listesinde oluşu, benim o gün patronla görüşmemi kolaylaştırmıştı.

Şarkıcı olmasam yine severek yaptığım modelistlik ve stilistliğe devam ederdim.

Genelde insanların şarkı sözlerine göre akıllarına ilk gelen düşünce "ya aşıksındır ya da aşk acısı çekiyorsundur" Ben şarkılarımı asla özel bir insan için söylemiyorum. Ne geçmişimde kalmış değersiz birini değerli kılar, ne de geleceğimdekini etkilemeye çalışırım. Son şarkım "Saymadım Kaç Yıl Oldu" ailem de sanat müziğine çok düşkün oldukları için daha ilkokula başladığımda bildiğim, söylediğim ve yıllardır sahnemde yer verdiğim bir şarkıdır. Şarkı seçimimi yaparken insanların sevebilecekleri şarkıları seçmeye çalışıyorum.

En büyük hayalim şarkıcı olmaktı. Üniversite için Alman Dili ve Edebiyatı'nı kazanmış olmama rağmen aileme "kazanamamışım" diyerek sınav sonuç belgesini yrtmıştım.

Ah İstanbul, bende ki bu sevgi olmasa, taşın toğrağın beş para etmez. Navigasyondan yardım istesem de, sendeki bu trafik hiç bitmez. Diye başlardım herhalde :)

Düzgün bir çizgide ilerlemek uğruna verdiğim emek, bir yerlere gelebilmek için yapılan fedakarlıkla aynı şey benim için. Kimisi kolay yolu seçer, kimisi benim gibi zoru seçip mücadele eder.

Çok anılarım oldu elbette, fakat beni en etkileyeni kariyerimde ilerleme yolunda değil de daha henüz yolun başındayken duayen müzisyenlerin beni sahneye yetiştirme süreçlerindeki anılardır. Unutamadığım şarkı ise hayatımda ilk defa sahneye çıkarken okuduğum "Meyhaneci Sarhoşum Bu gece"dir...

Elbette; parfüm... Çünkü ben gazino kültürü ile yetişen son jenerasyondanım. Daha ben sahneye gitmeden parfüm kokum gitmeli.

Tabii ki "sanatçı" titrini hak edenleri beğeniyorum. Zeki Müren, Ahmet Özhan, Gönül Akkor, Nesrin Sipahi, Mine Koşan, Kamuran Akkor ve Muazzez Ersoy...

Günümüzde sanat yapmaya çalıanlar değil, sanatı rezil edenler maalesef para kazanıyor ve gündem oluyorlar. Halk her şeyin farkında, bu kirlilik bir gün elbette yerini tertemiz bir sanata bırakacak.

"Zor" kelimesinin anlamını ben daha 9 yaşımda Almanya'dan köye halamlara gönderildiğimde öğrenmiştim. Frankfurt gibi bir metropolden bitin, pirenin içinde, ahırın üstünde yaşamak, hayvanlara çobanlık yapıp, küçücük ellerle kendir yolmaya çalışmak. Ve daha neler neler.

Ama zor neydi biliyor musun? Anne, babaya en çok ihtiyacı olduğu yaşta onlardan ayrı olup köyün çocuklarının "bu da analı babalı öksüz Alman'cı" diye dalga geçmeleriydi. Yani sonrasında sanat dünyasında yaşadığım zor olan hiç bir şey anne babadan ayrı olmak gibi zor gelmedi bana, her zaman dik durdum.

Müziğin evrensel olduğunu ve aslında dili olmadığını varsayarsak söylediğim şarkıları da dillerinden dolayı değil melodisi hoşuma gittiği için ezberleyip söylüyorum. Sahnedeyken yabancı bir misafire süpriz yapmak ve karşıdakinin gözlerindeki sevinci görmek inanılmaz keyif veriyor bana.

Eğitim şart :), zira sesim güzel olmasına rağmen sahnenin bir çok gerekliliklerini varsayarak 6 (altı) yıl Türk Müziği konservatuar eğitimi aldım. İlhamım da hep müzik oldu.

Yeşim Mutlu

http://www.instagram.com/yesimmutlu

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.