SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Kanseri Pembe İzlere Dönüştüren Kadın: Arzu Karataş

Kanser...

Duyulduğu andan itibaren hissedilen duygular çok başka. Bu kelimeyi ilk duyduğumda 9 yaşındaydım. En yakın arkadaşım Ayfer ( allah rahmet eylesin) okula gelmemeye başlamıştı. Anneme, babama sorduğumda anlatmaktan kaçınıyor, "o hasta olmuş iyileşince gelecek " diye beni oyalıyorlardı. Her gün beraber oynadığımız arkadaşımın evine giremiyor, onu göremiyordum. Bir gün annesi ile sokakta karşılaştım. Ayfer'i çok özlediğimi ve onu görmek istediğimi söyledim. "Bana gelebilirsin" dediği anda havalara uçmuştum.

Arkadaşım hasta diye düşünerek hep birlikte topladığımız papatyalardan toplamış ve ona götürmeye karar vermiştim. Her zaman ki gibi evlerine gidip kapıyı çaldığım da annesi çiçekleri olduğum yere bırakmamı, biraz beklememi, ellerimi oradaki sıvı ile yıkadıktan , bana uzattığı maskeyi taktıktan sonra onu görebileceğimi söylemişti. O anı ve sonrasını hiç unutmuyorum. Ayfer yatağında yatıyor, yüzü şişmiş, saçları , kirpikleri dökülmüş. Yanına gidip sarılmıştım maskemle, onunda maskesi vardı "hep gel demişti hep gel. " Sonra hep gittim izin verildikçe. O yaz Ayfer'i kaybettim. Kanser demek ondan sonra Ayfer demekti.

Yıllar sonra yakın çevremden çok kişiyi kanserden kaybettim. Kanser ile yüzleşmem, konuşabilmem yıllarımı aldı. Bir çok dernekte gönüllü olarak çalıştım. Halen aktif yer aldıklarım var, hala da kanser denildiğinde başka oluyorum. Kanser görülme sıklığı dünyada her geçen gün artıyor. Sevdiklerimiz kanser olmasın desekte oluyor. Erken tanı çok ama çok önem kazanıyor.

Herkesin kanser hikayesi başka. Eski çalışma arkadaşım Pembe İzler Derneği Başkanı Arzu Karataş'ın meme kanseri hikayesini anlattığı bu söyleşiyle kaybettiklerimi sevgiyle anıyorum.

Sevgili Arzu “Kanser, Kadın, Pembe İzler Derneği Nasıl başladı?

Öncelikle kanser şöyle başladı. 2014 Ocak ayıydı, çok yoğun çalışıyordum. Her sabah olduğu gibi hastanede işe gittim, yine çok yoğun bir tempodayım. Geç saatte eve gittim. Normalde hayatım boyunca koltuk altıma ve mememe dokunmadım, tanımıyorum. Şöyle birisiyim duş alıyorum çıkıyorum, duş alıp çıktıktan sonra bile kağıt havluya kolonya döküp koltuk altımı temizlerim. Ter kokusu ile ilgili ciddi hassasiyetim var. Hiçte bu işlemi bedenime dokunarak yapmadım. Bir gün televizyon seyrederken burnuma ter kokusu geldi elimi koltuk altına sürdüm ve 'hay allah kahretsin ter kokuyorum, hastanede çocuklara da ter koktum ' dediğim anda elime ceviz büyüklüğünde bir şey geldi. Sonra o gece çok önemsemedim herhalde lenf iltihaplanması vb oldu dedim. Ertesi gün bir ultrason yaptırayım dedim, unutuyorsunuz aslında. Sabah temposuyla işe daldım doktoru aradım “bir ultrason yaptırmam lazım” dedim, akşam saat 5 civarında doktor meme de ultrason yaparken yüzündeki ifadeden durumu anladım;

-Arzu hanım siz hiç mamografi yaptırmadınız mı?

-Yok hayır

Yüzünün şekli değişti malum aynı zamanda arkadaşım, gözleri doldu. Tekrar “sana bir mamografi yapalım “ dedi “yapalım ok” dedim ama sorun olduğunu anladım. Hemen mamografi yaptık, mamografi yaptıktan sonra sağ tarafta beş yerde kitle olduğunu gördük ama en büyüğü koltuk altındaydı. Bu tabi sıçramış manasını taşıyor ve kitle 5,5-6 cm civarındaydı.

Durumu anladım. İstanbul'daki bir çok arkadaşım ile görüştüm, radyologlara gösterdim, bir şey yapmam lazım ama bu sırada işin peşine düşüyorum. Tanı almadığınız için kısmen sizi rahatlatıyor. Uykun kaçıyor, gece saat ikide yattım. Rüyamda 'kesinlikle kanser değilsin allahım sana şükürler olsun ' diyerek dörtte uyandım. Ertesi gün saat 11'de kontrole gideceğim. 25 senedir sağlık sektöründe çalıştığım için herkes durumdan haberdar oldu. Ama kendi çalıştığım yerde de bir şey yaptırmak istemiyorum Çünkü herkes öğrensin, bilinsin istemiyorum. Acıbadem Maslağa gittim Cihan Hoca ( Prof Dr Cihan Uras) kapıda karşıladı. Cihan hoca karşılayınca gözlerim dolmaya başladı. İlk reaksiyonum ' bunların hepsini alın. Hepsini alın ve beni kurtarın '

'Sakin ol, biyopsi yapacağız, şunu yapacağız, vb' sürekli ağlıyorum ve “yok, yok ne olur kurtarın' diyorum.

Onlar zorla beni ultrasona götürdüler. Biyopsi yapılıp, meme işaretleme yapılacak. Bütün bunları yaşarken senin için öyle bir plan yapıyorlar ki hepsini görüyorsun. Biyopsiden çok korkarken biyopsinin çok kolay olduğunu anladım. Orada işaretlemeleri yapıp tümörümden bir parça aldılar. Hiç aklıma gelmeyecek hayal edemeyeceğim bir şey. Tümörden bir parça alıp -20 derecede saklıyorlarmış bir gün metastaz yaparsa onu aşı şeklinde kullanabiliriz diye.

Aynı gün Cihan hoca beni onkolog ile tanıştırdı, oraya götürdü. Ben 'niye götürüyor biyopsi sonucu çıkmadı ' diyorum ama hoca anlattı '%90 böyle bekliyoruz ama sizi ileri evre kabul ediyoruz yaşınız da genç size hemen kemoterapi başlamakta fayda olur.'

Tabi içinde bulunduğum durum çok kötü. Tanıdığım bütün cerrahlar, bütün onkologlar, çevremdeki herkes arıyor: 'Ona git ondan görüş al. Buna git ondan görüş al. '

Ben bir sonucu bekleyeyim, Bütün bunlar aynı gün oldu. Akşam yanımda çok yakın arkadaşlarım. Sağ olsunlar beni hiç yalnız bırakmadılar. “Beni bir bırakın, nefes almak istiyorum ne olur yanıma kimse gelmesin yalvarıyorum” dedim.

Tarabya oteline gittim. Yeşim, işim gereği en kötü senaryoları biliyorum. Kemoterapi alırken alerjik reaksiyon gösterip ölen hastayı biliyorum yakın çevremde çok ileri evre olup kaybedilen hastayı biliyorum ve bedenimin beş yerinde tümör var. Bir taraftan da diyorum ki “yok canım daha biyopsi sonucu çıkmadı kanser de bu kadar olamaz pataloglar çalışacak günün sonunda onlar bu kadar da anlayamaz” diyorum. O gün çarşambaydı, iki gün otelde kaldım. Bütün onkolog dostlarım arıyor konuşuyorum, O gece ağladım, ağladım. İnsanın ruh sağlığı o kadar ince bir pamuk ipliği üzerinde ki sağ ve sol tarafa geçmen çok mümkün. Sağ tarafa geçip şöyle diyorsun “kemoterapiler alacaksın, saçın dökülecek, kaşın dökülecek, işe gidemeyeceksin, miden bulanacak, çalışamayacaksın. 1000 kişinin arasındasın onlar sana nasıl bakacak Buna son ver tedaviyi reddet. bu dünyayla vedalaş.” Diğer taraftan da diyorsun ki “bütün kanser hastaları ölüyor mu acaba nasıl ölüyor acaba? “ Orada beni tek hayatta tutan şey annem, abim ve yeğenim oldu. Kendimi de düşünmüyorum ben intihar edersem onlar kimbilir ne yaparlar? Onlar nasıl üzülür? Hadi dedim ben bu işin yarını olsunda bir pataloji sonucu çıksın.

Herkesin bir yorumu var “acaba önce ameliyat mı olsaydın, acaba kemoterapi mi? ” sonuç patoloji raporu çıkacak ve konsey yapacaklar. Bu sırada asla internete girmedim hiç bir şeye bakmıyorum. Tek başımayım.

Cihan Hoca Gökhan Hoca ve Bülent Hoca telefon açtım perşembe sabah 07 de toplanıp konsey yapacaklar. “Siz düşünün ki kız kardeşinize teşhis koyuldu siz de benim velimsiniz siz şu toplantıda şunun kararını verin bana yol haritası çizin. Tek ricam var bana yalan söylemeyin benim için hiç bir raporu değiştirmeyin sizden rica ediyorum benimle ilgili her şeyi bilmek istiyorum. Diyin ki Arzu yol haritası bu kemoterapi alacaksın.şöyle olacak böyle olacak. Tartışın hiç bir şeyi sorgulamayacağım ilacın adını dahi öğrenmek istemiyorum. Bir an önce kurtulmak istiyorum.”

O sabahı hiç unutmuyorum, saatler geçmek bilmiyor 7-9 arası bitmek bilmiyor. 9'u beş geçiyor telefon açtılar :

“biz şu an konseydeyiz seninle ilgili kararı açıklıyoruz “ dinliyorum dedim “önce dört kez ağır bir kemoterapi dozu vermek istiyoruz. Üç haftada bir vereceğiz. Ondan sonra artı dört daha vereceğiz. Ya da artı 12 vereceğiz. Zaten tümörlerini işaretlemiştik, biz bu tedaviden fayda göreceğini düşünüyoruz. Tümörün sıfırlanacağını düşünüyoruz. Ameliyat olacaksın ardından radyoterapi”

tamam dedim telefonu kapattım. Hiç bende yorum yok. Sonra tekrar telefon açtılar “biz bu programa hemen başlamak istiyoruz. Hemen yapmak istiyoruz” tamam dedim. “Yarın akşam gel venal portunu takalım cumartesi de kemoterapiye başlayalım” , o kadar hayal gibi geliyor ki şöyle düşünüyorum. Sanki kendinle ilginle konuşulmuyor, Yeşimle ilgili bir şeyler anlatıyorlar da sen orada yoksun , sen orada başka bir oyuncusun cuma akşamı gittim portumu taktırdım. Cuma akşamı portumu taktırmaya hastaneye giderken yanıma pijama almamışım.

Arkadaşım diyor ki :

- Bir şey almıyor musun?”

“-Yok ne gerek var”

diyorum.

Sanki ertesi gün çıkacağım da yoluma devam edeceğim. Bilinç o kadar reddediyor ki. Cumartesi kemoterapi başlayacak . Orada kendimi sıkıyorum, sıkıyorum. Kemoterapinin ilaçlarının etkilerini anlatıyorlar o kadar gerildiğim belli ki , Gökhan Hoca “bize müsade edin” dedi herkes yanımda tabi. O iki günde bile duyanlar 'sen çok güçlüsün, güçlü kadınsın, bunu yenersin' hoca herkesi çıkardı 'Arzu Hanım burası güçlü olacağınız alan değil iş değil, ailenizin yanı değil bırakın kendinizi ağlayın kemoterapi olacaksınız rahat bırakın artık” dedi. Böğürerek ağlamaya başladım ilk gün ki gibi. Neyse kemoterapi başladı sonra kemoterapi aldıktan sonra odaya birileri geldi kafamın ölçüsünü alıyor. Herkes biliyor ki benim için saçlarım, kaşarım çok önemli, protez saç yaptıracaklarmış. Aldılar iyi tamam hep biri bir şey söylüyor peki tamam diyorum.

Kemoterapiyi aldım alır almaz bir an önce insan evine koşma duygusu var malum. Eve gittim tek başıma 13 gün evden dışarı çıkmadım pijama tişörtümü terlediğimi için değiştirdim. Onun dışında iletişim kurmuyorum hiç kimseyle farkına varamıyorum duygumun. Gerçekten kanser miyim? Bu şaka mı nerden çıktı? Nasıl oldu ? Üç - dört gün ruhsal olarakta kötü olduğum için zor geçti, 13-14. gün 'dışarı çıkayım mı, yok çıkmayayım acaba hiç çalışmasam mıydım, yok çalışayım. Kopmasam mı kopayım. ' hiç unutmuyorum o cumartesi gününü. “Arzu kendine gel” dedim süslendim püslendim giyindim toplantıya katıldım. O ilk temas çok önemliydi. Şöyle zannediyorsun insanlar sana ne diyecek. 30 kişilik bir toplantı kimse kanserimle ilgili bir şey söylemedi. Çevredeki reaksiyonda çok önemli. İlk çıkış anı zordu ya zinciri kırdıktan sonra geçti. Hani bir de kemoterapi zordu midem bulanacaktı vb o da olmadı. 16 kez kemoterapi aldım hiç birinde olmadı. İlk üç gün yatıyorsun kalkıyorsun; koskoca et yiyemiyorsun da beyaz peynir yiyorsun çorba içiyorsun böyle şeyleri var. Ondan sonra dedim ki 'Arzu bu yoldan hayırlısıyla çıkacaksın.” Kemoterapiler vb sürerken hep şunu söylüyorum “bu duyguyu yaşamam lazım herkesin yaşadığı duyguyu yaşamam lazım. Saçım Nasıl dökülecek” herkes diyor ki “saçını kazıt”, Hep bir umut diyordum ki belki dökülmeyecek, belki benimki dökülmeyecek öyle bir inancım var ya. 14 Şubat 2014 onlarda parça parça dökülmeye başladı, iki gün tülbentlerle vb tuttum çalışırken pat diye dökülmesin diye. Yastığa dökülüyordu o günde onunla vedalaştık protez taktım ( saç) yoluma devam ettim. Bütün bu işler yapılırken kendi aramızda da konuşuyoruz “ben bu kadar zorlandım şöyle mi yapsak böyle mi yapsak” bir taraftan da kemoterapi alıyorum kafamda da tasarlıyorum. Sonra içinde doktorlarımın da olduğu bir grup beraber olup dernek kuralım dediler, Kuralım da başkanlığın bana hediye olacağını hiç bilmiyordum.

DERNEĞİ BANA HEDİYE ETTİLER!

Kemoterapi süreci bitti . Yazın Bodrumdayım, cuma kemoterapi alıyorum pazartesi işe geliyorum. Cuma akşamı sabahlara kadar sohbet ediyorum. Sonrasında büyük bir ameliyat geldi devamında, temmuzda brc genimde pozitif olduğu için “iki memeyi de boşaltıp implant yerleştireceğiz” dediler peki tamam “azıcık kalsaydı olmaz mıydı?” olmazmış iki ameliyatı da oldum. Kemoterapilerden sonra ameliyattan bir hafta sonra neredeyse dans edebilirsin :) sonra 28 seans radyoterapi . İşte ben tam radyoterapiye başladığımda bana hediye edilmiş dernek başkanlığında buldum.

'Artık istemediğim hiç bir şeyi yapmıyorum hayatımda' dedin ? Nedir son durum hayatında? Pembeizler gerçekten istediğin bir iş mi? Neden Pembeizler?

Herkese aynı şeyi anlatıyorum, Gerçekten kanser hayatım kadar eğlendiğim bir dönemim olmadı.

Daha önce kendim için bu hayatı yaşamadım. Kanser olduktan sonra benim için önemli ilk onu saymam istendiğinde ilk üç işten sonra ona gelemedim.

Gerçekten şunu yapmayı çok istedim. Bilinçaltımda da bu var, hepimizin yaşamında da bu var . Sen de söyledin iş, iş iş, çok çalışıyoruz ama insanın yaşamında besleneceği bir faaliyet olmalı. Bir yetenek olabilir . Keman çalmak, resim yapmak gibi yeteneğim yok. Ben Pembeizler’de kendimi buldum. Mesai saatleri içinde, dışında birisini dinlemekte dokunmakta kendimi buldum.

O bana o kadar iyi geliyor ki . Karşındakine çıkarsızca, koşulsuzca tek yaptığın iş bu Yeşim. Bunun maddi bir kazancı yok maddi beklentisi yok orada tamamen isimsizsin. Arzu'sun Acıbadem yöneticisi olduğun için saygı duyulmuyor sen gerçekten orada onunla aynı kategoridesin. Sende kansersin aynı statüdesin. Paramızın geçmediği yerler hastalıklar ve kanserler. Aynı tecrübeyi yaşıyorsun. Dolayısıyla aynı tecrübeyi yaşayan insanların birbirine dokunması çok anlamlı. Çok zengin olmanın bir anlamı yok. Kanser geçirip tecrübeni paylaşmak değerli.

Sen kanseri yaşamış bir kadınsın ve bununla ilgili anlaşabiliyorsun Arzu'cum. Tabiki herkes kendi hikayesinden yola çıkarak anlatıyor. Kanseri yaşamış ve atlatmış bir kadın olarak bize ne söylemek istersin?

Bundan sonra hayatımda tüm samimiyetimle söylemek isterim ki “artık bir yerde yediğim yemek, sevdiğim insanlarla olmak” gerçekten ne istiyorsam onu yapıyorum. Gerçekten çok istiyorsam paraya kıyıyorum. Yaşamımda o kadar derin bir temizlik yaptım ki hayatımda olması gerekenler var olmaması gereken çıkar ilişkileri artık yok. Benim için içtiğimiz kahvenin anlamı çok büyük, yaptığımız sohbetin anlamı çok büyük bu kıymetli olan.

Enerji vampirleri hayatımızı emiyorlar ve hayatımızdan çıkartmamız gerek diyorum. Zaman çok değerli, sağlığı zaten satın alamıyoruz anın da tekrarı yok. Sana çok teşekkür ederim zamanını ayırdığın ve bunları konuşuyor olduğumuz için. Hayat çok hızlı akıyor ve başımıza ne zaman ne geleceği belli olmadığı gibi. Peki hiç neden dedin mi Arzu neden ben? Neden başıma geldi?

Hayatımda çok ironik bir şey var biliyor musun bilmiyorum. 21 Ocak 2012'de anevrizma ameliyatım var (beyin kanaması) 21 Ocak 2014 meme kanseri teşhisi. Daha çok neden dedim. Neden dedim ya kime ne yapmış olabilirim? Çok şükür anevrizmayı atlattım, ölmedim sağım neden aynı şey şimdi ne olacak kanserin geri dönüşü yok gibi hissediyorsun. İnanç ve sevgi dostlukla kanseri yeniyorsun. O kadar keyifli hale geliyorsun ki sabır ve tevekkül var. Tümörüm 5cm'di şükür 3,5 cm düştü. Tümör üçtü ikiye düştü belli yok oldu. Aşama aşama yaşıyorsun ki öyle bir mutluluk geliyor ki. Önce duvara tosluyorsun şok, hayattan kopmak tedaviyi reddetmek istiyorsun . Ama aslında her anın, her nefes kıymetli ki sonra onun kıymetini anlamaya başlıyorsun. Ben hiç unutmuyorum mesela en son ameliyata girmeden önce hep aynı hoca ultrasonumu yapıyor kadın tümör arıyor anladım yok. Üstümde jel vb var kadının üzerine atlayacaktım usg yapan kadın “tümör bulamadım” dedi. O kadar önemli ki tedavi olmuşsun ve yüzde yüz cevap vermiş. Vermeyebilirdide her gün başka bir krizle karşılaşabilirsiniz. O yüzden yaşadığımız her an çok değerli.

Neden ben sorusunu ilk bir hafta 10 gün sordum sonrada bunda da bir hayır var vesile var.

KANSERDEN SONRA HAYAT NASIL DEĞİŞİYOR?

Kanserle birlikte hayatında çok değişen ne oldu? Pembe İzler Derneği dışında kendin için ne yapıyorsun?

film seyretmeyi çok seviyorum. Eskiden de severdim ama çok vakit ayıramazdım. Şimdi izliyorum. Günde bir saat ya da yarım saat mesajlardan uzaklaşıyorum. Görmek istediğim yerleri görüyorum. Senede iki üç günde olsa kapalı devre yaşıyorum. Çok önemli farkındalıklarım. Keşkelerim vardı eskiden, annem “sekreterini arayıp randevu istesem gelip seninle konuşabileyim” derdi. Şimdi haftada iki gün kesin ve kesin onlara zaman ayırıyorum. Ailemden biri aradığında benim için hayat duruyor. Bu bende önemli bir fark, günün sonunda aslında ailen, birinci derece yakınların ve çok yakın arkadaşların senin hayatın. Yine önemli bir tespitim gerçekten kardeş olmak için kan bağı olması gerekmiyor. Benim o kadar yakın kardeşlerim var ki, çok üzülürdüm kızkardeşim yok ablam yok diye. Yakın kardeşlerim var onların kıymetini bilmeye çalışıyorum. İyi günde insanlar birbirinin kıymetini biliyorlarda acılarında üzüntülerinde hüzünlerinde yanlarında olmaya çalışıyorum. Hayal ediyorum bir gün kanun çalmayı istiyorum yeteneğim var mı onu tespit etmeye çalışıyorum. Şöyle hayaller kuruyorum üç beş sene daha çalışayım sonrasında çalışmamayı hayal ediyorum. Para dışında, koşturma dışında işin başka boyutu olduğunu düşünüyorum. Günün sonunda hepimiz aynı türk kahvesini içiyoruz aynı yemeği yiyoruz önemli olan keyif alabilmemiz

Pembe İzler farkındalık oluşturuyor. Destek gruplarınız var mı? Sen psikolojik destek aldın mı? Kadınlara bunu öneriyor musun? Konuşabilir miyiz?

Bir kere farkındalık Türkiye'de çok konuşuluyor, hep farkındalık erken teşhisi konuşuyoruz, Pembe İzlerDerneği'nde farkındalıkta bizim bir rolümüz ama asıl rolümüz bir insana kanser teşhisi koyulduktan sonra yaşadıklarına ortak olmak hiç bir tedavi imkanı olmayan ( sosyal güvenlik imkanı olmayan parası olmayan kişilere) kişilere tedavi olmasına imkan sağlıyoruz. Bunu çok arka planda yapıyoruz. Bu bizim medyaya görünen yüzümüz değil hem de bilinmesini istemiyoruz hem hastanın mahremiyeti açısından hem de gizliliğini istiyoruz.

Saç kaş konusunda bende acı duyguları yaşadığım için ihtiyaç duyanların peruklarını temin ediyoruz. Bir kol bilekliği projemiz var şahsım içinde geçerli. Meme kanserinden sonra koltuk altı çıkarılan hastalarda hangi taraftan yani hangi koltuk altı çıkarıldıysa onu kullanmamanız, damar yolu açılmaması, ağır taşımamanız gerekiyor,. Türkiye de bu durumda çok fazla kadın var ve bir kaza geçirebilirsiniz kendinizde olmayabilirsiniz. Sağlık profesyonelleri hangi kolunuzu kullanacağını bilmeyebilir. Sokakta bile başınıza gelebilir. Kan şekeriniz düşer bayılırsınız ' bu kolumu kullanmayın' diye bir bileklik projemiz var. Şu an da 1800 kadına ulaştık tamamen ücretsiz yolluyoruz Bunların hepsi meme kanseri ver koltuk altı çıkarılmış kadınlar. Bu projeyi çok önemsiyoruz.

Bir insanı daha tedavi ettirebilmek bir insana daha katkıda bulunabilmek amacımız. Psikolojik tarafını çok önemsiyorum. Hem hekimler boyutunu hem de hasta tarafını. Onun dışında insanların konuşabileceği bağımsız birisinin olmasını istiyorum. Psikolog da olabilir en yakın arkadaşınız da. Sizi koşulsuzca dinleyen, size kanser olduğunuzu hatırlatmayan sizin duygularınıza ağlamanıza fırsat veren birilerinin olması gerekiyor. Türkiye'nin en büyük zaafiyeti bu. Şu anda kanser hastasının yanındaki insanların hepsi o kadına ya da erkeğe şunu söylüyor 'ağlama, moralini bozma, şöyle olacak Ali'nin başına da şu gelmişti Veli'nin başına da bu gelmişti o öyle kaybolmuştu öyle saçı dökülmüştü” Buna hiç gerek yok orada sadece bir dinleyiciye ihtiyacınız var. Duygunuzu akıtmak için birine ihtiyacınız var. Güçlü kadın, güçlü erkek olmanız gerekmiyor. Bu bir tedavi süreci önemli olan onu keyiflendirmek.

Mesela çok önemli örneklerimden bir tanesidir. Ben o yakın arkadaşlarım sayesinde kendimi daha iyi hissediyorum. Onlara şöyle mesaj atıyorum. “Yeşil salatamı yedim, şu kadar proteinimi aldım, iyi geceler.” Bazen öyle noktaya geliyorsunuz ki onlar sizi öyle motive ediyorlar ki o kadar kıymetli onlar benim için kendin bile bazen kendini unutuyorsun. 5 saat telefonlarımı açmadığım zaman kaygılanacaklardı bildiğim için “iyiyim, yiyorum şu an sadece tembellik yapıyorum beni aramayın “ diye mesaj atıyorum çevrenizde böyle insanlara ihtiyacınız var.

“ Etrafın baskısından mahalle baskısından kanserimi yaşayamıyorum' demişti bir arkadasım gözlemlerin bu yönde mi? Gerçekten böyle bir şey söz konusu mu? Müdahale çok mu fazla?

Benim de başıma geldi Yeşimcim. İnsanlar sevdikleri için yapıyorlar tabiki. Kanser oldum bir hafta sonra evimin önü kolilerle doldu organik beslenmem için meyve sebzeler. Ben şu anda zencefil ve zerdeçallı görmeye tahammül edemeyecek kadar rahatsızım çünkü hep size birileri bir şey yapmaya çalışıyor. Bir kere her hastalık kişiye özel. Her kişide farklı reaksiyon gösteriyor. Birinde tedaviye cevap verirken diğerinde başka bir ilaç reaksiyon verebiliyor bu manada yiyecek içecek konusunda çok baskı var.

Askında kanserken de hamileykende bedeninizin kabul edebildiği kadar zorlamadığınız temiz ve taze beslenme gerekiyor.

İnsanlar kanserin en başında da olsan en sonunda da olsan ' bunun her dileğini yerine getirelim' diye davranıyorlar. Senin yanlış diye savunduğun tezi bile “ ya bu kanser . Boşver şimdi doğru olduğunu savunalım gülelim” gerçek hayattan kopuyor insanlar, öyle bir şey yok. Gerçek hayattan kopmamak gerekiyor. Güçlü kadın değilim ya. Mahalle baskısı çok yoğun.

Güçlü kadın değiliz tabiki. Ağlamaksa ağlamak kadınız biz Arzu'cum .

Güçlü kadınsam atlatacağım, güçlü değilsem atlatmayacağım öyle bir dünya yok.

İnsanların en korktuğu hastalığı yaşamış bir kadınsın en zor süreçleri geçirmişsin. Bugün karşımda kızıl saçlarınla, kaşlarınla, kirpiklerinle güzel gülümsemenle karşımdasın. Kansere karşı güçlü olman gerekmiyor bu senin kanserin. Burada laf söylemek bana düşmez Ben ancak yanında olabilirim. Elimi tut dediğinde elini tutabilirim ama istemediğin zaman hayatına karışmak bana doğru gelmiyor. Pembe İzler Derneği böyle de bir mesaj verecek mi?

Yeşim, biz o hastaların kolunda omuz olmayı hedefliyoruz. Ben ve bütün arkadaşlarım şunu yapıyoruz. İşimde de bunu çok yapıyorum.

Bir hasta örneğini vermek isterim. Meme kanseri olmuş tüm hastalarla görüşmeye çalışıyorum. Onkoloji merkezlerini her gün dolaşıyorum, dün yaptım mesela. Bir hastaya rastladım, asansöre biniyordu.

- Tedavi mi görüyorsunuz?

- Evet

- Öyle mi? Geçmiş olsun

- Meme kanseri sıçradı benimkisi

- Nereye sıçramış?

Konuşmak istemiyor çok net ifadesi.

“ Benim de sıçramıştı bakın o meme kanserinden böyle bir hikaye çıkıyor “ dedim.

Kadın inanamadı dehşete kapıldı.

- Şaka yapıyorsunuz

- Şaka yapmıyorum diyerek hemen fotoğraflarımı gösterdim.

- Görüntüde farklılık var mı ?

- Yoooo

- Bir süre bedeninizin soyunduğunu düşünelim . Karşınıza daha sonra böyle bir şey çıkacak

O kadar etkilendi ki. Bunları göstermek, bunu yapmak gerekiyor.

Bir hasta çift taraflı meme kanseriydi yanında eşiyle birlikte geldi. Geçmiş olsun dileklerimden sonra.

-Eşiniz mi?

-Evet ama artık olmayacak benim iki göğsüm alacaklar dolayısıyla boşanacağım dedi

Adam da hiç reaksiyon göstermiyor .

-Nasıl yapacaklar? İkisini birden alacaklar belki implant koyacaklar. Bence de boşanabilirsiniz ama neden biliyor musunuz? Şimdi o memeleri boşaltıyorlar ya, içine iki tane protez koyuyorlar. O kadar güzel oluyor ki beyfendiyi siz boşamak isteyebilirsiniz :)

- Şaka yapıyorsunuz dediği anda;

- Beyfendi müsaade eder misiniz? Çıkarmışsınız

diyerek kadına kendi implantımı gösterdim.

Gerçekten o an aslında kafasında meme kanseri oldum. Hayatta bitti , koca da beni bırakır hayatıma onsuz devam ederim vb o kadar bilinmezlikler var ki . İşte biz bunu değiştirmeye çalışıyoruz özetle.

Yaşadığımız tecrübeleri ve geldiğimiz noktayı paylaşmayı çalışıyoruz. Hayallerini gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bazen kaybettiğimiz öyle hastalar var ki. Onların hayali oluyor. Onun çevresinden öğreniyoruz, onun adına yapmaya çalışıyoruz.

Bir hastamızın 3-4 aylık ömrü vardı. Eşi terk etmişti. Hayatında hiç doğum günü kutlaması yapmamıştı. Hayatında devlet hastanesi dışında özel hastaneye gitmemiş, tedavi için çift kişilik odalarda yatmıştı. Biz son iki ayında tedavisini özel odada yaptık . Ona doğum günü partisi yaptık. Bu doğum günü sonrası yaşama o kadar bağlandı ki yaşama mutlu veda etti. Onun o hayali yaşaması, mutluluk duygusunu tatması benim için hayatımdaki en büyük hediye.

KANSER PAYLAŞILMALI MI?

Kanser olunca insanlar kanserli halini paylaşmaktan korkuyorlar. Kanser paylaşılmalı mı?

Yüzde yüz her safhasının paylaşılması gerektiğini düşünüyorum. Kel halimi de paylaştım, protezli halimi de paylaştım. Her safhasını paylaştım. Kanser utanılacak bir hastalık değil. Kronik bir hastalık. Şu an bir şeyim yok şükür beni gördüğünüzde “aaa bu kadında kanser olmuş geçmişte” demezsiniz. Tek fark eden çok sıkı takip ettirmemiz gerekliliği.

Aslında yapmamız gereken bu.

Kadınlara mesajımız şudur ki meme muayenesi düzenli olarak yapın, yılda bir kez usg, 40 yaş üstü mamografi ve doktor kontrolü.

Yılda bir kez jinekoloji hekiminize gitmeniz sizi üç aşamalı kanserden kurtarır, rahim, rahim ağzı ve yumurtalık. Sadece bir meme kontrolü meme kanserinden kurtarır. Unutmamak gerekiyor ki 60000 kadın kanser oluyor. Ne kadar paylaşırsak o kadar kişinin kurtarılacağını düşünüyorum. Bakın bu iki yıldır çevremdeki kişilere zorla mamografi, usg yaptırıyorum. 10'a yakın hasta tespit ettik. Hiç birisi kemoterapi, radyoterapi olmadı. Bu o kadar anlamlı ki .. Sadece kendi bilgisinde kalan hastalar var. Hiç kimsenin bunları yaşanmasına gerek kalmayabilir.

Belki 'bana verilen hediyeydi kanseri yaşamak , hayatımı yeniden şekillendirmek adına' demişti bir tanıdığım. Başımıza gelen her şeyin gerçekten anlamı var. Son söz olarak kendin için rahatlamak açısından sen ne yapıyorsun? Yoga, meditasyon vb var mı hayatında?

Dua çok ediyorum, çok kitap okuyorum. Gelmiş, geçmiş gelecek çok sorguluyorsun. İnancım hep vardı süreci farklı yaşıyorsun. Ben artık günlük yaşıyorum. Bugün çok şükür yemeğimi yedim, kahvemi içtim, sevdiklerimle oldum, işimi düzgün yaptım, başımı yastığa koydum çok şükür. Yarının bana şu an katkısı yok .

Yoga meditasyon zamanım yok koşturma içinde olduğum için. Ama bütün bunların dışında kendim için bir şey yapma arayışındayım.

Belki fotoğraf çekeriz birlikte, belki sana fotoğraf çekmeyi öğretirim :)

Olabilir, süper olur...

Hepimizin yapabileceğimiz çok şey var. İnsanların yapmadığı şeyleri hayatına sokarız kim bilir?

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

OBEZİTE KADERİNİZ DEĞİL!

Yaklaşık üç yıl önce Ezine'li çiftçilerin emekleriyle üretilmiş ürünlerden oluşan bir kahvaltıya katılmıştım. Bu kahvaltı doğal olarak bir çok yemek blog yazarı ile tanışmama vesile olmuştu. Zaten sosyal medya öyle bir yer ki bir dönem sonra takip ettiğiniz insanlar ile mutlaka bir yerlerde karşılaşıyorsunuz. O gün orada daha önce takip etmediğim bir blog yazarı dikkatimi çekti. Kendisinin yemek bloguyla birlikte bir tüp mide ameliyatını anlattığı blogunun daha olduğunu ve altı ay önce bu ameliyatı geçirdiğini anlatmaya başladı. O gün orada data-mce-style="text-align:style="color: rgb(51, 51, 51); font-family: Georgia, " font-size:=""> Aradan geçen data-mce-style="text-align:style="color: rgb(51, 51, 51); font-family: Georgia, " font-size:=""> Bu röportaj için Halil Bey'e çok teşekkür ederim.

OBEZİTE KADERİNİZ DEĞİL!

Son iki yıldır “Obezite cerrahisi” ile ilgili çok fazla haber okumaya başladık. Siz çok uzun zamandır konuyla ilgili çalışmalar yürütüyorsunuz. Hikayeniz nasıl başladı? Neden tüp mide ameliyatına kafayı taktınız?

Obezite ameliyatları ile ilgilenmem İstanbul Tıp Fakültesindeki Genel Cerrahi asistanlık günlerime dayanıyor. 1997 yılında ülkemizde son derece az sayıda yapılan bu ameliyatlara, çalışmış olduğum klinik öncülük etmekteydi. Durum böyle olunca 1999 yılında benim Genel Cerrahi bitirme tezimde o dönemde daha fazla uygulanan Mide Kelepçesi üzerine oldu ve ben Türkiye de bu alanda ilk tez veren genel cerrahi uzmanı oldum. Daha sonra kişisel ilgim nedeniyle bu alanda ilerlemeye karar verdim. 2004-2007-2014 yıllarında ABD Cleveland Clinic, 2012 yılında ABD Cornell Medical Collage de bu alanda çalışmalarda bulundum.

Bu gün için hem ülkemizde, hem dünyada en fazla uygulanan teknik Tüp Mide (Sleeve Gastrektomi) ameliyatları olmakla birlikte Gastrik Bypass, Mide Kelepçesi ve Duedonal Switch gibi daha az tercih edilen ameliyatlarda uygulanmaktadır. Hangi ameliyat tipinin hangi hastaya tercih edileceği hekim-hasta değerlendirilmesi ve buradaki detaylara bağlı olarak değişim gösterebilmektedir.

Yapılan araştırmalara göre, Türkiye’de erkeklerin dörtte birinde (%25), kadınların yarıya yakınında (%44) obezite belirlenmiş. Her geçen gün arttığı saptanmış. Doğal olarakta tüp mide ameliyatını daha çok duyar olduk. Bu ameliyat herkese yapılıyor mu?

Obezite ameliyatları tabiki herkese yapılmıyor, ülkemizde son yıllardaki ameliyat sayısındaki artış gecikmiş bir artış aslında, çok daha öncesinde bu sayının artması gerekiyordu. Bunu neye göre söylüyorum dünyadaki yapılan ameliyat sayılarına göre ifade ediyorum. Geçen yılın verilerine baktığımızda yaklaşık olarak ABD de 250bin, Fransa da 45bin civarında yıllık obezite ameliyatı yapılmaktadır, bizim ülkemizde ise net olmayan verilere göre bu sayı 12-15bin ameliyat civarındadır. Yani istatistiksel olarak bakıldığında ilerleyen yıllarda bu sayının daha fazla artmasını beklemekteyiz.

Obezite ameliyatları sadece kilo verdirip insanları zayıflatan ameliyatlar değildir, bu ameliyatların metabolik faydaları bulunmaktadır. Obezite ile ciddi artış gösteren Tip2 diyabet, hipertansiyon, uyku apne sendromu, ciddi karaciğer yağlanması ve bir çok hastalık bu ameliyatlardan sonra ciddi düzelme göstermekte ve hatta tamamen tedavi olarak hastalar kullandıkları ilaçları bırakmaktadırlar.

Ameliyat seçim kriteri olarak tüm dünyada benzer kurallar uygulanmaktadır, bunlar; Vücut Kitle İndeksi (VKİ) 40 kg/m den büyük olması, VKİ 35-45 kg/m arasında olup yandaş hastalık bulunması (Tip2 diyabet, hipertansiyon vd), en az 3 yıldır obezite problemi yaşıyor olmak ve daha önce diyet, egzersiz ve medikal tedavi gibi diğer yöntemleri deneyip başarısız olmak temel kriterleri oluşturmaktadır.

“Obezite cerrahisi her isteyene yapılır “ gibi bir algı var benim gördüğüm kadarıyla. Ameliyat geçiren kişilerin bazen düşük kilolu olsa dahi ameliyat olması sizce doğru mu?

Bu konuya benim akış açım biraz daha farklı! Her alanda (tıp, basın-yayın, hukuk vd) ETİK kavramlar söz konusudur. Obezite ameliyatlarını endikasyon dışında yapmak hem hasta, hem hekim hem de hastane düzeyinde etik dışı bir durumdur. Ameliyat edilen kişinin tıbbi durumunu bilemediğim için sizin bahsetmiş olduğunuz olgu için bir şey söylemem doğru olmaz. Ancak sadece 10-15 kg fazlam var, ben kısa yoldan kilo vermek istiyorum diyerek ameliyat olmak tıbbi açıdan doğru bir yaklaşım değildir. Ameliyatlar kendi içinde ciddi riskler taşıyabilir ve hiç ummadığınız şekilde komplikasyon ile sonuçlanabilir. Hasta seçim ve ameliyat kararı verirken tıbbi doğrulardan ayrılmamanın gerekli olduğunu düşünüyorum.

Maalesef medyatik kişilerin, özellikle düşük kiloda bu ameliyatları olması tüm toplum üzerinde bu ameliyatlar için negatif bir algı oluşturmaktadır. Oysa bu ameliyatlar gerçek endikasyon sahibi hastalarımız için gerçekten hayat kurtarıcı ve yeni bir yaşam sunmaktadır.

Sizin de web sitenizde belirttiğiniz gibi obezite cerrahisi hakkında epey şehir efsanesi var. Gerçekten çok mu pahalı, ameliyat çok mu zor, ameliyat şartları çok mu katı? Doğrusunu sizden öğrenebilir miyim?

Hastalarımızı ameliyata hazırlarken belli standart tetkik ve konsültasyonlardan geçiriyoruz ancak bazı hastalarımızın tıbbi durumları daha kompleks olabilir ozaman tetkik ve tahlil sayımızda artış söz konusu olacaktır. Temelde tüm hastalarımızı ameliyat öncesi dört dörtlük hazırlayarak ameliyata alırız.

Ameliyatların ücretleri yapılacak ameliyat tipüne (tüp mide, gastrik bypass vd), gerçekleştiren cerrahi ekibin tecrübesine ve ameliyatın yapıldığı hastaneye göre değişim göstermektedir. Doğal olarak fiyatlarda kendi içinde farklılık gösterecektir. Ancak şu da unutulmamalıdır ki bu ameliyatlar SGK kapsamında Devlet Üniversite ve Hastanelerinde de düşük ücrete hatta ücretsizde yapılmaktadır. Dolayısıyla her kesimin bütçesine ve durumuna uygun bir merkez bulmak şu an için ülkemizde mevcuttur.

Ameliyat süreside yapılan ameliyat tipine göre değişmektedir. Tüm ameliyatlarımızda Laparoskopik ve/veya Robotik Cerrahi tekniği kullanılmaktadır. Tüp Mide ameliyatı için ortalama 1-1.5 saat, gastrik bypass ameliyatı için 2-3 saat, duedonal switch ameliyatı için 3-4 saatlik süreler söylenebilir. Tabi ki bazen ameliyatın daha kompleks olduğu durumlarda karşımıza çıkabilir o zaman süreler daha fazla uzamaktadır.

En merak ettiğim konular arasında obezite cerrahisi sonrası yaşam değişikliği geliyor. Hatta obezite cerrahisi geçirmiş hastaların en başından olması gerektiği kiloya kadar içeren süreyi fotoğraflamakta hayallerim arasında :) Sizin gördüğünüz kadarıyla hastalarınızın hayatında neler değişiyor?

Başarılı bir obezite ameliyatı inanın tüm hastaların hayatında ciddi değişikler sağlıyor. En önemlisi obeziteye bağlı yandaş hastalıkların azalması, kullanılan ilaçların bırakılması hastalarımız için muhteşem bir sonuç oluyor. Bu konuda dünyada yapılan en etkili akademik yayın SOS (İsveç Obezite Çalışması) dır. Bu çalışmaya göre ameliyat olan ve olmayan obez hastalar 20 yıllık takiplerinde ameliyat olan grubun yaşam süresinde anlamlı derecede uzama tespit edilmiştir.

Değişimin bir diğer önemli tarafı fiziksel ve ruhsal yapıda meydana geliyor. Bir çok hastamızın sosyal ve iş hayatlarında pozitif değişim görüyoruz. Özellikle genç hastalarımız kilo verimiyle birlikte hayatlarında ikinci bir yaşamın başladığını söylüyorlar, kendilerine olan öz güvenleri yükseliyor.

Tabi ki şunu da hiçbir zaman unutmamak gerekli obezite ameliyatları birer sihirli değnek değildir, sadece çok etkili araçlardır. Biz cerrahlar ameliyatların başarılı bir şekilde gerçekleştirilmesinde sadece aracıyız, gerçek başarıyı hastalarımızın uyumu ve gösterdikleri özveri oluşturmaktadır.

Ameliyat olmayı düşünen hastalara ne önerirsiniz? Psikolog, diyetisyen , estetik cerrahi vb ekip arkadaşlarınızla birlikte mi hastalarınıza bilgi aktarıyorsunuz?

Obezite ameliyatlarında asıl olay sadece ameliyat yapmak değildir, hastayı hem ameliyat öncesi hem de ameliyat sonrası çok iyi hazırlamak, takip etmek ve her alanda destek vermek gereklidir. Bu yüzden bir ekip çalışması bu işin temelini oluşturmaktadır. Ekibin içerisinde yüksek tecrübeli bir obezite cerrahının yanında hastalarımızın ameliyat sonrası bu özel beslenme şeklini adım adım onlara anlatarak takip edecek bu alanda spesifikleşmiş bariatrik beslenme uzmanı ve gerektiğinde psikolojik ve psikiyatrik destek sağlayacak, yine bu alanda çalışmalar yapan psikiyatrist/psikolog bulunması çok önemli olmaktadır. Ameliyat öncesi özellikle Tip2 diyabetli hastalarımızın durumunu stabilize edip ameliyat için hazırlayacak bir Endokrinoloji uzmanı bulunmasıda gerekmektedir.

Ameliyat sonrası kaybedilen kiloya bağlı olarak (her hastamızda durumu farklı olabilmektedir) estetik cerrahi işlemi gerekebilir ancak bu tür bir müdahaleye ameliyattan ortalama 18 ay geçtikten sonra yapılması konusunda görüş birliği bulunmaktadır. Estetik ameliyatlardan maksimum fayda alabilmek için kilo kaybının durması ve belli bir süre aynı kiloda kalınması önemlidir.

Dile kolay 1000 ameliyat ile dünyanın sayılı akademik dergilerinden Surgical Endoscopy’ ye konuk olan bir hekime soru sormak zor :) Hem akademik, hem de özel yaşamınızda Prof Dr Halil Coşkun nasıldır?

Ben bu alanda spesifik çalışan bir cerrahım, yaklaşık 15 yıldan daha uzun süredir Obezite ve Metabolik Cerrahi alanında çalışmalar yapmakla birlikte son 6-7 yıldır sadece bu ameliyatları yapıyorum ve bu hasta grubunu takip ediyorum. Dolayısıyla akademik açıdan çok fazla bölünmüyorum, buda bana özel hayatımda daha fazla zaman kalmasına neden oluyor. Mümkün olduğu kadar spor ve sanatsal faaliyetlere de zaman ayırmaya özen gösteriyorum.

Ekşisözlükte sizin için okulan yorumlar o kadar etkileyici. yazmış betty puf puf . Bir çok kişinin hayatında çok özel yeriniz var gördüğüm kadarıyla. Bu kadar sevilen bir hekim olmak herkese kısmet olmaz. Siz neler hissediyorsunuz?

Obezite ameliyatlarının sonuçları hastalarımızı çok mutlu ediyor. Dolayısıyla hastalarımız bu mutluluklarını bizlerle paylaşıyor hatta mimarı olarak görebiliyorlar. Ameliyat sonrası zaman ilerledikçe bazen ben bile hastamı tanımakta güçlük çekiyorum, değişim o kadar güzel ki anlatmakla tarif edilemez. Keşke ihtiyacı olan daha çok hastaya dokunabilsek ve daha fazla mutluluğa sebep olabilsek.

Sevilen hekim olmak, ne diyebilirim kiO ne mutlu bana…

İnstagram sayfanız çok başarılı. Hekimliğinizden çok stiliniz ön plana çıkmış durumda :) Moda ile ilişkiniz nasıl başladı? Çok sevdiğiniz modacılar kimler?

İnstagram sayfam hekimliğimin dışında benim için hobi olarak başlamış zaman içerisinde benim dahi sınırlarımı aşmış bir sosyal medya aracı oldu. Aslında ilk instagram paylaşımlarım bu yönde değildi, ta ki bir resmimi (kıyafet ile ilgili) başka bir instagram blog sayfası paylaşıncaya kadar. Sonrasında takip ettiğim sayfalarda bu yönde olunca paylaşımlarımı artırma kararı aldım, tabi paylaşan farklı sayfalarda artmaya başladı. Son 2 yıldır artık sadece bu alanda paylaşımlar yapıyorum, bir çok instagram erkek fashion sayfası resimlerimi paylaşıyorO Çok güzel ve farklı bir durum benim için hekimlik dışında da çok farklı bir alanda takip ediliyor olmak gurur verici. Tabi benimde ülkemizden takip ettiğim çok başarılı paylaşımlar yapan Türk erkek instagram bloggerları da mevcut, bir kısmını da bu vesile ile tanıyor ve bazen beraberde paylaşımlarda bulunuyoruz.

Kendinize zaman ayırabiliyor musunuz? Spor yapabiliyor musunuz?

Kendime zaman ayırma konusunda başarılı birisi olduğumu düşünüyorum, spor olmazsa olmazlarımda birisidir, çok abartmamak kaydıyla düzenli olarak haftada en az 3 kez gitmeye gayret ederim. Ayrıca amatörce heykel yapımıyla da ilgileniyorum, çok düzenli olmamakla birlikte haftada yarım gün bir heykeltraş hocasıyla çalışıyorum, aksilik olmazsa Kasım ayı içerisinde Eatly de sergilenecek bir karma sergide benim de bir eserim gösterime konacak.

İş ve özel hayat arasında denge kurabildiniz mi? Yoksa işiniz hayatınız mı oldu?

DENGE hayatta en önem verdiğim temel kavramlardan bir tanesidir. Bu konuda ne kadar başarılıyım bilemiyorum ama çok dikkat edip özen gösteriyorum. İş ve akademik hayatımda sıkı çalışan birisiyim ama kendime mutlaka zaman ayırmaya özen gösteririm. İşimi ve mesleğimi seviyorum ama vazgeçemeyeceğim olgular değiller benim için, sağlıklı ve mutlu yaşamanın daha doğru ve temel kavramlar olduğunu düşünüyorum.

Yakın gelecekte kitap, tv var mı hayal ettiğiniz projeler?

Bundan 6 yıl önce “Obezite Kaderiniz Değil” isimli bir kitabım çıkmıştı, son bir yıldır bu kitabın yeniden düzenlenmesi ve güncellenmesi için uğraşıyordum. Bu sefer kitabımda beslenme, psikoloji/psikiyatri alanlarında da birlikte çalıştığım iki meslektaşım katkıda bulunuyor. Aksilik olmazsa önümüzdeki 1 ay içerisinde piyasaya çıkmış olacaktır, size de mutlaka bir tane göndereceğim.

TV konusunda bir deneyimim olmadı, ileride olur mu bilemiyorum, zaman neleri gösterir beklemek gerekO

Yeşim Mutlu

www.yesimmutlu.com

http://www.instagram.com/yesimmutlu

Yazının devamı...

Bir Ada bir Adamı nasıl Ressam yapar? ” Ada Ressamı Cemil Onay ile röportajdaydık!

Gözlerimi kapatıp gitmek istediğim tek yerin bir ada olması benim ironim. Yıllardır en sevdiğim ve hep olmak istediğim tek yer var benim için. Hiç vazgeçmediğim ne kadar bozulsa da, eski hali olmasa da her haliyle beni büyüleyen ve orada olmaktan mutlu olduğum yer BOZCAADA…

Belki çocukluk hallerim, belki hayatımda en önemli kararları aldığım yer belki de çok şey. Dünya da onca yer varken neden küçücük bir adaya sıkışıp kalmayı ister insan .

Hayat başka akıyor Bozcaada’da. Sadelik, sükunet ve sessizlik.. Kısa özet net..

Bu güzel Ada’yı her yıl güzelleştiren biri var : Cemil Onay

Kendisini ilk Rengigül Sanat Galerisi’nde bir sergide görmüştüm çok eski zamanlarda. “Ada’nın resim öğretmeni Cemil Onay çok güzel resimler yapıyor” dediklerinde merak etmiştim. Sergi ortamında tanışmanın ötesine gitmedi hiç tanışıklık. Son iki yıldır da iki kez röportaj için yazıştık. Eşi Hafize Hanım sağ olsun organize etmeye çalıştı. Olmadı, olamadı. Ada’dayken ben uğradım Cemil Onay Noktasına yine Hafize Hanım ile ayak üstü sohbet ettik ama Cemil Bey ile bir türlü biz denk gelemedik. Yüz yüze oturup sohbet edemedik. Sonra benim yolum Beliz ve Efe Acar’la (Bozcaada Underground) kesişti. Ada’da olduğum sürece onlarda bizi bir araya getirmeye çalıştı. Biz yine bir araya gelemedik. Ama pes etmedim ve yazılı da olsa, uzaktan da olsa “Cemil Onay” ile aşağıda okuyacağınız satırlar ortaya çıktı.

Bazı yerler, bazı isimlerle özdeşleşir. Can Yücel Datça, Halikarnas Balıkçısı Bodrum, İstanbul; Yahya Kemal ve Orhan Veli Kanık’ın dizelerinde anlam bulur. Burgazada’da Saik Faik’i hatırlarız. Bozcaada için de Cemil Onay olsa gerek. Yıllardır sanata ve sanatçıya değer veren 600 nüfuslu Ada’nın her sokağında Cemil Onay’ın izlerine rastlamak mümkün. Her yıl farklı duygularla dolaştığım sokaklarda onun eserlerine rastlıyor ve fotoğraflıyorum. Kaldı ki sırf Cemil Onay’ın eserlerinin önünde “özçekim” yapmak için Ada’ya gidenler var. Ada’ya ellerinde yapılacaklar listesiyle gelen çok kişinin #cemilonay eserlerini araması boşuna değil. Velhasıl sanatına ve bıraktığı eserlere hayranım. Onun boyadığı her duvar, her taş değerli benim için.

Benim kadar keyif alırsınız umarım satırlardan.

Bozcaada’ya, Cemil – Hafize Onay’a, Beliz ve Efe Acar'a ve röportajda adı geçen tüm güzel insanlara teşekkürlerimle..

YSM

Sosyal medyada “Bozcaada ” etiketiyle arama yaptığınız da en çok sizin eserleriniz önünde çekilen fotoğraflar çıkıyor. Tuvalleri bırakıp duvarları, kapıları ve her yeri boyamak nereden aklınıza düştü ?

2015 yazında Bozcaada hakkında en çok paylaşılan fotoğraf göz kırpan kızmış. O resim aslında önünden geçip belki de göremeyeceğiniz bir noktada. Diğer duvar resimlerimde öyle. Sanatı göze sokmayı sevmiyorum. Göz kırpan kız dört mevsim saçları değişen bir portre. Ekimde kırmızı saçlı olacak. Yapma sebebimde esprisi de bu. Benden kat kat fazla tanınmış bu kız. Hatta sırf bu kızın önünde fotoğraf çektirmek için ada ya gelenler olduğunu duydum. Gençlerin altına yazdığı yazılar hoşuma gidiyor Duvarları boyuyorum ama tuvalleri bırakmadım. 1998 den bu yana Bozcaada’da ve yurt dışında sergiler açıyorum. Ada zaten güzel. Ben sadece hafif bir allık sürüyorum.

Sizi tanıdığımda yıl 2002 ‘ydi. Resim öğretmeni olarak geldiğiniz bu Ada’da simge olmak nasıl bir duygu?

Bu yaz Armagrandi sanat galerisinde -Masallar- isimli resim sergimde adanın hayvanlarını bitkilerini ve bence özne olmuş isimlerini sayıp –masal değildir de nedir? diye bitirdiğim bir metin yazmıştım ve açılışta sevgili arkadaşım Anıl KURTULDU çok güzel okumuştu. Simgeden çok adanın öznelerinden biriyim. Bununla gurur duyuyorum 19 yıldır da resim öğretmeniyim. Öğrencilerim çok yetenekli ve akıllı. Onları çok seviyorum.

2004 yılına ait bir yazımda :“Geçmişinden getirdiğin efsanelerle denizleri kıskanan tanrıçalar gibisin yine. Yanağında bir tutam saç gözlerin yarı aralık. Nefesin rüzgar gibi; bir ılık bir soğuk. Ansızın ürpertiyor dokunuşların. Gözümü açtığımda karanlık sert kayanın üzerinde buluyorum kendimi. Arkadaşlarım sokak kedileri. Birisi açlıktan miyavlıyor elimdeki biraya mırıl mırıl. Diğeri kavgaya tutuşmuş azman aslan. Boş bir salıncakta sallanan geçmişin kız çocuğu bugünün geleceği. Gökyüzü yere indi sanki. Önümden geçen yabancı(mı) sana ne bu halimden ! Benim hikayemde senin yerin ne…” diye sormuştum Bozcaada’ya. Sizin hikayenizde Bozcaada’nın yeri nedir?

Bozcaada ressamı etiketini almamdan bahsedecek olursak Rengigül sanat galerisi ve galeri sahibesi Özcan GERMİYANOĞLU 'n dan bahsetmezsek olmaz. Bende çok emeği var. 1998 yılında Rengigül galeri de açtığım –denemeler- kış sergisi çok sattı ve hepsini boya, fırça, tuvale yatırdım . Bozcaada ressamı süreci o zaman başladı. Sonra " tuvalden esen rüzgar, rüzgarı boyayan adam, adayı boyayan adam1 gibi isimler aldım.

Bozcaada her insanın imge dünyasını zenginleştirebilecek en güzel yer. Doğası, insanları, hayvanlarıyla yetişkin lunaparkı. Her koyunda , her sokağında, her mekanında resim yaptım.

“Bir adada dünya yaratırsın ya da dünyayı ıssız bir adaya çevirirsin.” Cemil Onay

Bozcaada Underground’ la bu yaz yaptığımız söyleşide ‘’Bir ada bir adamı nasıl ressam yapar en iyi örneği benim herhalde ‘’ demiştim sanırım bu her şeyi özetliyor. Beliz ve Efe Acar’la da (Bozcaada Underground) benim işlerimin, sanata daha kolay ve ucuz ulaşılmasını sağlamak için tıpkıbasım ve çeşitli ürünler üzerine basımlarını yapmayı düşünüyoruz.

Rüzgar, Ada, Gri, Kadınlar, Kale, Deniz, Yüzler, Kargalar ve girdaplar ve daha fazlası. Cemil Onay’ı “Ada Ressamı” yapan detaylar neler, nelerden ilham alıyorsunuz?

2007 yılında Worpswede ‘de (Bremen) açtığım –bakışaçısı- isimli sergimde küratörlüğümü üstlenen Horst R. Fleiner açılış konuşmasında koyu yeşil ve bordoyu karıştırıp beyazla açarak oluşturduğum griye “Cemil Onay grisi ” dedi. Bu griyi çok seviyorum. Bu soruyu sanırım –masallar – sergimin açılış metnini okuyunca anlatmış olacağım.

Adam yetişkin lunaparkı ıssız bir adaya düşmüş.

-düş

bir varmış bir yokmuş….

Rüzgardan sekolinlere, balıkçı kayıklarına,

Rüzgar güllerinden dönme dolaplara

ve denizatı karıncalara binmiş.

Cennette olduğunu anlayan adam

-hinmiş

Ama bir yanı çocukmuş.

Bir karganın sırtında gezinmiş.

Martı sesleriyle

En ücra koyunun koynunda ayılmış.

Küçük bir kız çocuğunun ve yaşlı bağ işçisinin

gözleriyle gördüğü- O her renk rüzgar

Resim olmuş, cisim olmuş, biçim olmuş.

Rüzgârdan Poseidon un atı -bin esin olmuş.

Binmiş o ata…

Her sahili başka bir ülkeye benzeyen o yer – Oradakiler- zaten masalmış…

Kirpinin burnu, arsız ada kedileri, cimcime oğlaklar, tavşanın kulakları, Çığırtkan martılar, Mor kanatlı Kargalar,misafir pelikan.

Her mevsim her renk bağlar….

anemonlar, amarandalar, ada kekikleri, iğde kokuları, zakkumlar, sardunyalar, şarap fıçıları, balıkçı tekneleri, denizfenerleri, Değirmen kalıntıları, pırpırlar….

Lütfü Amca – Kanavuç- Deli Şükrü Amca – Kör Andon –Ersin Abi – Dimitri- Zühtü Feray- Fahri Amca – Aydın Aksu – Simyon – Özcan Hanım, Toto Metin – Uzun Muzaffer – Diler – ismi bilinmeyenler-Nişan Abi. Eti ve Yayla – ve Hristomo Kutufo -Yakar Kaptan -Piyanist Ayten Hanım, Hiko Dayı…. Masal değildir de nedir?

Bozcaada sizin eserlerinizin izini sürmek ve nerede ne zaman karşıma ne çıkacağını bilmemek güzel bir duygu. Peki siz bizim kadar bu resimlerden keyif alıyor musunuz? Yoksa sizin için sadece Ada’ya bırakılmış izler mi bunlar?

Keyif alıyorum. Ada ya gelen konuklar bazen bana resimlerinin yerini soruyorlar telaşlı. Tarif ediyorum benim işim olduğunu söylemeden. Önünden geçerken övgüler duyuyorum. Her bir duvar resmimin benden tanınmış olma hali, bu gizem hoşuma gidiyor. Bazen karşısına geçip Vasilakiyle beraber uzun uzun izliyorum. Hepsinin bir hikâyesi var bende. Dionysos duvar resminde üzüm salkımının üstünde küçük bir boru var. O duvarın arkası Çamlıbağ ‘ın mahzeni. Fermentasyon zamanı bazen onlarca litre şarap taşıyor. Resim o zaman kavramsal bir hale geliyor. Karga kanatlarında hem arkadaşlarım kargalara hem Beşiktaş a gönderme var. Göz kırpan kız her mevsim kuaföre gidiyor. Özçekim zamanımızın bir gerçeği. Neye dokunsam fotoğraflık oluyor. Sebebini bilmiyorum. Önümüzdeki yaz en az üç duvarı daha boyayacağım.

Sizin için “Kandinsky hayranı ve Der Blaue Reiter (Mavi Binici) hareketinden beslenen ve sanatın sebebi olarak içsel gereklilik tavrını benimsiyor ” şeklinde yorumlar okudum. Günümüzde de bu devam ediyor mu? Yeni takip ettiğiniz beğendiğiniz sanatçılar var mı?

1990 yılında resim öğrencisiyken manifestolarını okuduğumda çok etkilenmiştim. Sait FAİK’in ‘’yazmasaydım delirecektim’’ sözüyle aynı ruhu taşıyorlar Kandinsky ve Franz Marc

Çizmesem, boyamasam delirirdim herhalde. Resim benim için içsel gereklilik ruhu taşıyorum. Mavi Binici akımını renk ve desen olarak 1997 yılında bıraktım. Çünkü kendime ait renklerim biçimlerim oluştu.

Bozcaada sanatçı nüfusu açısından en çok ressamların bulunduğu bir yer aynı zamanda. Bu eleştiri ihtiyacını karşılamak için önemli bir avantaj. Yazın ayağımıza kadar güzel sergiler geliyor. Hepsini beğeniyorum. Fakat şu aşamada imza atmadan da resmim tanınıyorken hayranlıkla takip ettiğim , esinlendiğim bir ressam yok.

"Rüzgarın dokunuşunu yüzümde hissedemedikten sonra kanatlar ne işe yarar.” demiştim yine biz yazımda (2000 ) Siz “Rüzgarı hisseder ama çizemeyiz ” diyorsunuz. Ama rüzgarın hissettirdiklerini çiziyorsunuz. ” Nasıl oluyorda oluyor bu?

Rüzgarlı ada : Bozcaada . Bu imgeyi bulmam kaçınılmazdı. Beni ayıltan poyraza ayıp olurdu en başta. Portrelerimden de rüzgar geçer benim. Bir balıkçının yitik aşkının yeli eser bazen. Worswede sergimin ertesi günü Weser Kurier gazetesi bana yarım sayfasını ayırdı. Başlık şöyleydi -Cemil Onay; rüzgarı boyayan adam. Rüzgarı hisseder ama çizemeyiz genel bir laftı . Çizilmesi zor anlamında. Hayatında ilk kez sergi açılışına gelen yaşlı bir bağ işçisinin lafı bu.

-hocam adamızın rüzgarını çizmişsin.

O söz Almanyada manşet oldu. Rüzgar daha sonra Frankfurt , Toronto , Girona Wiyana’ya sergiler olarak esti.

Bozcaada yazın çok güzel ama kışları az insan, çok rüzgar, karayla irtibat kesiliyor. Bu durumla nasıl başa çıkıyorsunuz?

Bozcaada kışında güzeldir. Şehir insanın trafikte geçirdiği zamanı resim, seramik ve heykel yaparak geçiriyorum. Güvenli, huzurlu. Ben sonbaharını ve baharını yazdan çok seviyorum. Aslında turizm nedeniyle adayı sadece yazın kullananlardan kıskanıyorum da az. Benim gibi düşünenlerde bir hayli fazla. Boyalarım, fırçalarım, tuvallerim kargoyla geliyor o zaman bence sorun yok. Sağlıkla ilgili kaygıları olanları anlıyorum. Ben kaygılanmıyorum. Adanın bize kalması , biz bize kalma halini seviyorum.

Yakın gelecekte İstanbul’da serginizi ya da eserlerinizi görecek miyiz?

En son 2009 yılında Teşvikiye de Artpoint galeri de –kır düğünü- isimli Bozcaada resimlerinden oluşan bir sergi açmıştım. Bozcaada aşığı İstanbulların ilgisinden ve sonuçtan memnun kaldım. Geçen kış "bu resimleri Bozcaada’ya gelemeyenlerinde görmeye hakkı var " diyen bir koleksiyonerim beni ikna etti.

2017 baharında Beyoğlu ya da Teşvikiye'de bir sergi planlıyorum. Galerilerle anlaşma aşamasındayız.

Eskicibozcaada arkadaşımdır. Vintage, retro eşyalara, mobilyalara resim yapıyorum –meta- isimli kullanılabilir eşyalara yaptığım resimlerden oluşan bir sergiyi daha sonraki yıllarda açmayı planlıyoruz.

Cemil Onay 18 Eylül 2016 Bozcaada

Yazının devamı...

Bozcaada’nın Lezzet Durakları

Her geçen gün yıldızı parlayan, her yıl kendine bir kez daha büyüleyen bir yer Bozcaada. Yıllardır yeni açılan yerleriyle ve yerel lezzetleriyle bir çok kişinin yaz tatili için tercih ettiği yerler arasında yer alıyor.

Bozcaada’da olmayı , yaşamayı ve her gittiğimde farklı yönlerini keşfetmeyi seviyorum. Bir yeri yaşamadan hissetmek çok mümkün gelmiyor bana. Bir yere sırf popüler diye gidenlerden değilim hiç. Keşfedilmemiş yerleri keşfetmek ruhumda var. Çocukluğumdan bu yana da bu değişmedi. Ama görüyorum ki bir çok kişi benim gibi değil. Daha farklı yerlerde olmayı ve en popüler yerlerde olmayı seviyor.

Dün kızlarla Ayazma Plajı’ndaydık. Onlar gözümün önünde oynarken bende elimdeki kitabı okumaya çalışıyordum. Çalışıyorum diyorum çünkü Ayazma artık çok kalabalık ve ciddi uğultu duyuyor insan. Zaten arabanızı park edip kumsala yerleşebiliyorsanız sizden mutlusu yok. Çok kalabalık çok. O koskoca plajda 5-10 kişi olduğu zamanları bilince insan bu haline biraz üzülüyor. Ama yapılacak bir şey yok. Yıllar önce Bozcaada’nın turizm için sayılı yerlerden olması için çok emek döktü insanlar. Bugün bu emeğin haklı gururunu yaşıyorlar. Bozcaada artık nefes alınmaz hale de gelse hala işletmeler ve yerel halk daha turist gelsin istiyor. Yaşanan darbe girişimi nedeniyle temmuz ayının zor geçtiğini yeni yeni toparlanmaya başladığını dinliyorsunuz herkesten. Bense halimden çok mesut. Aman daha çok kişi gelmesin, daha çok kişi kirletmesin halindeyim. Neden bu bakış açısındayım bir diğer yazımın konusu. Bugün size Ayazma’da rastladığım çiftten aldığım ilham ile bu yazıyı yazmak istedim.

Kitap okurken konuşmalarına şahit olduğum bu çift akşam yemeği için yer arıyorlardı. Doğal olarak Google baş tacı ve arama sonucu rastladıkları bir yazıyı yüksek sesle okumaya başladılar. Kadın eşi ya da erkek arkadaşı ya da her kimseye “burada bunu yemeli, burada bunu içmeli yazıyor, hadi keşfedelim” dediğinde erkek tarafından “ya boş ver biz onların yazdığını yapmak, yemek içmek zorunda değiliz” diye söylendi. Kadın “ e tamam da nerede yiyeceğiz, çok açım buraya yakın bir çok yer var hadi gidelim” dedi. Sonra hızlıca toparlanıp kalktılar. Nerede ne yediler bilmiyorum ama onların bu konuşmaları sonrasında bu satırlar ortaya çıktı :)

Amacım size “Bozcaada’da nerede , ne yenir, ne içilir? “ yazısı yazmak değil. Belki bunları da okumak isteyen kişiler var. Ama benim bakış açım sizin her yeri keşfederek , deneyerek , kendi yaşam stilinize uyan yerleri tercih etmeniz. Ben size hem yıllardır gittiğim, hem de son zamanlarda keşfettiğim ve çok sevdiğim yerleri yazmak istiyorum :)

Yazıda bahsi geçen yerlerin bazıları defalarca bazıları da mutlaka gittiğim yerler. Bu yazı sonrasında unuttuklarım varsa affola diyeceğim ama aklımda kalmamışsa midemde de kalmamış demektir :) Ha birde bazı yerler bir yıl açılıyor diğer yıl kapanıyor. Zaten yazdıklarım arasında bir yer dışında -ki o da Çanakkale’de çocukluğumun yeridir- hepsi geçen yılda vardı.

Bozcaada’da akşam yemeği deyince;

Koreli : Bozcaada’da yemek yemek demek bizim için Koreli demek. Yıllarca önünden denize girdik. Melis küçükken öğlen sıcaklarında denize girmezken avlusunda resim yaptı, sergi açtı, kedi kovaladı. Görevi Mira ve Maya Su devraldı. Onlarda benim kadar seviyor. Artık sadece Ayazma’da hizmet veriyor. Servisiyle, yemekleriyle, sımsıcak atmosferiyle herkese örnek olduğu kesin. Bizim içinse vazgeçilmez. Son zamanlarda bir de çıtır mantısı var ki yarım yer dediğim en minik bile ikinciyi istiyor. Bu arada Koreli sadece akşam yemeği için değil tüm gün tercih edebileceğiniz bir yer. Kahvaltı haliyle yok tabi ama çok acıktım ekmek peynir istiyorum dediğinizde de hayır demezler.

Vahit’in Yeri: Eskiden Ayazma’da bir Koreli bir de Vahit’in yeri var dersem çok kişiye haksızlık etmiş olur muyum bilmiyorum? Açıkçası ikisi arasında pinpon topu gibi gidip gelirdim. Hatta yıllar önce bizden günlük ödeme almayı bırakmış ay sonunda toplu ödersiniz demişti O yaz bizde toptan ödemiştik :) Her şey değişti, her şey başkalaştı. Kişiler çoğaldı, mezeler arttı ama manzarası, havası, lezzeti değişmedi. Bu yıl iki kez kapısından döndüm er bulamayıp anlayın ne yoğun olduğunu. ama inat ettim rezervasyon yaptırmadan yer bulacağım orada. Çiğ börekse çiğ börek, kalamarsa kalamar sevilen ne varsa orada yenecek.

Salkım Bozcaada: “Salkım Bozcaada’nın uzmanlık alanı hayat, misafir ağırlamak, Girit mutfağının eşsiz tatlarını bizlere ulaştırmak olan bu güzel yerde mutluluk garanti. Selma Hanım’a giderseniz benden selam söyleyin. Özlerim hep kendisini.” diye yazmıştım geçtiğimiz yıl bir yazımda onlar için. Bozcaada için Salkım’ın varlığı bir şanstır. Ev sahiplikleriyle, muazzam lezzetleriyle ve gerçek Rum mutfağı yemekleriyle kaç kişi bu lezzete ortak olabilir. Salkım’da yemek yemek düşüncesi bile mutlu olmama sebep. Sohbet, kahve, sakızlı muhallebi sizinle olsun :)

Sandal: Yıl 2001 duvara sandal monte eden adamlara herkes merakla bakıyor. Geçerken bizde soruyoruz haliyle. Rum mahallesinde Lodos ve Salkım’dan sonra yeni bir yer açılıyor. Bir merak bir merak sormayın. İşte o Sandal bugün Rum Mahallesi’nin ilki olma özelliğini hala taşıyor. O yıllarda acaba tutar mı diyen herkes bu günlerde oradan bir yer bulabilme telaşına düşmüş. Mezeleri bir restorandan diğerine kopyalanıyor. İyi yemek istiyorsanız burası doğru yer.

Insulares: Başta ismi merak uyandırıyor insan da sonrada iştah açan görüntüsü. Bozcaada’da deniz kenarında mekana sahip olmak büyük ayrıcalık. Latince ‘Adalı’ anlamına gelen Insulares bir kere yeriyle insanı büyülüyor. Geçen yıl arkadaşım şef olarak bu mekanda olunca bize de afiyetle lezzetlerini tatmak düşmüştü. Hala tadı damağımda. Yakın planda rezervasyonum olduğu için bu yıl için heyecanlıyım. Bu yıl ikinci yılı olmasına rağmen Insulares rüştünü çoktan ispat etmiş durumda. Bir çok gezgin ve gurmenin ziyaret listesinde yer alıyor. Bense kurumsal hayatı bırakıp hayallerinin peşine düşen Sedef’in cesaretine ve becerisine hayranım. Bir Adalı gibi “hangi ot nereden toplanır, semiz otuna beyaz ezine mi keçi peyniri mi yakışır ? “ sohbetlerinde buluşmayı seviyorum. Kaç arkadaşım gittiyse de çok memnun ayrıldı benden sonra bu da ayrıca mutluluk. Hani diyorum ya belirli standartlar vardır Insulares Bozcaada standartlarını çoktan yukarıya çekmiş durumda.

Asma6: Eski Koreli’nin yeri günümüzün Asma6’sı . Mekanın yeri haliyle çok fazla cezbedici :) Hem çocuklarla hem de romantik anlar için harika bir yer. Sevgili Esra Talay ise ev sahipliğiyle sizi evinizdeymişcesine ağırlıyor. Onun hikayesi de aynı. Kurumsal hayat bir kenara hayallerinin ve aşkın peşine düşmüş. Kale, deniz manzarası sizi büyülerken neyi ne kadar yediğinizin farkında bile olmuyorsunuz. Bir de yemekleri var ki.. Geçen yıla göre servis çok daha hızlı, çok daha ilgili. Her fırsatta gidin emi :)

Maya: Bozcaada’nın en az konuşulan en gizli yerlerinden biri. Bunda reklam yapmaması, yerinin dahi bilenler tarafından gidilmesi vb etkisi çok. Şef Selçuk Bey zaten sadece gurme olan gerçek yemek isteyen gelsin istiyor. Ekmekleri , peynirler, şarabı ve bilumum ev yapımı lezzetleriyle Ada’nın en cool mekanı bana göre. Bozcaada’da her yerde olduğu gibi buraya da rezervasyonsuz gitmeniz mümkün değil Zaten yeri çok sınırlı. Gidin görün ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Asude Ada: Sevgili Asude’de Bozcaada’da çok sevdiklerimden. Kendisini İstanbul hayatından tanıyorum. Akıllı, güçlü, hayallerine hayalleri ortak eden lezzet sihirbazı. Asude Ada’nın Türk mahallesinde ki kırmızı iştah açıcı mekanı fotoğraf karelerine sıklıkla yansıyor. Oysa içindeki lezzetler damak çatlatıyor. Sabahtan akşama kadar mutfaktan çıkmayan Asude’nin yemekleriyse kendi formülleriyle birleşmiş durumda. Bir kısırı var ki efsane.

Yalova Restoran: Çanakkaleli olduğumu biliyorsunuz. Yalova Restoran’da bizim ailenin en sevdiği yerlerden. Babamın iş yerine bir kaç adım olan bu harika yere ait anılarım çok nettir. insan kaç yalında olursa olsun güzel lezzetleri unutmuyor sanırım. Babamın balık için bizi götürdüğü anneminse balık yemediği yer. Ben babam gibi “ denizden babam çıksa yerim” diyenlerdenim. Bu yıl Bozcaada’da bir şubesi açıldığını duyunca hemen yerinde test ettim. Alıştığımız lezzetlere yeni lezzetler eklenmiş. ada için çok güzel örnek olacakları net. Servis, sunum, zerafet çok başka. Tek eksiklerinin deniz olduğunu söyledim. Rum mahallesi’n de ara bir sokakta yer alıyorlar. Seneye umarım deniz kenarında ziyaret ederim onları. Yalova Restoran’a deniz ve balık yakışır.

Hafızın Yeri: Bozcaada’da ev yemekleri için tercih ettiğim tek mekan. Çocuklarla birlikte günün her saati muazzam ev yemekleri yiyebilirsiniz. Akşam yemek kalmayabiliyor bu sebeple gündüzden yemek ayırtabilirsiniz. Açıkçası Ada’da başka ev yemekleri yapan yererde var ama ben buradaki lezzeti başka yerde bulamadım. Çam ağaçlarının altında yemeğin tadını çıkarın :)

Sırada gün içinde Bozcaada’da nerede, neler yiyebilirsiniz var :)

Afiyetle kalın,

Yeşim Mutlu

www.yesimmutlu.com

www.instagram.com/yesimmutlu

Yazının devamı...

Mesele “botoks”yaptırmak değil karar verebilmekmiş!

Botoks, 2000’li yıllarda tanıştığım kelime. O zamanlar merakımı gidermek için “Nörolog “ olan arkadaşıma sorduğumda “bana yaptırma “ demiş ve unutmuş gitmiştim.

Yıllarca botoksa karşı sempatim olmadı. Her geçen yıl mimik çizgilerim artarken botoks yaptırmayı düşünmedim.

40 yaş sonrası hayat her anlamda başkalaşıyor. Eskiler “40 yaşına kadar vücut sana bakar, 40’dan sonra sen vücuda” derlermiş. Çok da doğru söylüyorlar. Kişisel olarak 40+ nurtopu gibi rahatsızlıklara sahip oldum. Çok önemsiyor muyum hayır. Sağlıklı beslenme, düzenli takip vb derken hepsiyle geçinip gidiyoruz. Zaten yapım gereği hep iyi yöne bakmaya çalışırım. Çünkü hayatı seviyorum.

Prof Dr Ferit Demirkan ile geçtiğimiz yıl tanıştık. Kendisi benim tanıdığım ve etrafımda olan bir çok hekime göre “sağlıklı güzellik, güvenli estetik “ adına muhteşem işlere imza atıyor. Akademik kariyeri başarılarla dolu bir hekimin estetik uygulamalarına bakışı da doğal olarak farklı oluyor.

Prof Dr Ferit Demirkan doğal ve yerinde estetik bakış açısıyla verdiği bilgiler benim için çok değerli. Kişisel olarak gereksiz olan her şeye karşıyım. Zaten “kendin ol, doğal ol” mottomu herkes bilir. Bu sebeple de bu yaşıma kadar estetik adına hiç bir işlem geçirmedim.

Ferit Bey’in bir yazısını okuyunca ben de alarm çalmaya başladı. Yazıda bahsi geçen “35-45 Yaş Arası Yüz Gençleştirmede Muhteşem Dörtlü”nün hiç birini yaptırmamıştım.

Yüzümde gençliğin verdiği cesaretle sahip olduğum güneş lekelerine; hamilelik lekeleri eklenmişti. Bu lekelerden kurtulmak ve yenilenmiş bir cilde kavuşmak için işe Ferit Bey’in önerisiyle Obagi Blue Peel® ile başladık. iyi ki de yaptım cildim yenilendi :)

Botoks; sanki korkulu rüyam. Yaptırırsam yüzümün eski halini unutacağım endişem var. Şimdi düşünüyorum da bilmeden direnmek anlamsızmış. Etrafımda ki kadınların 20’li yaşlara yaptırdığı botoksu nihayetinde tanıştım. Yüzümün eski halini unuttum mu hayır :)

Botoks için insan heyecanlanır mı? Evet heyecanlanırmış. Oysa çok kısa , acısız bir uygulamaya neden bu kadar anlam yüklemişim.

Botoks yapılırken iğne ağrısından ziyade ilaca bağlı anlık şiddetli bir yanma hissettim. Benim gibi dayanıklı bir yapınız varsa anestezik kullanmanıza gerek yok. Ben kullanmadım. İğne izleri de 10 dk içinde kayboldu. Morluk , şişlik yaşamadım :) Sürekli aynaya bakıp aa bu kadar mı kolay dediğimi de buraya not düşeyim :)

Mimik çizgilerim botoks ile birlikte yerini pürüzsüz bir cilde bıraktı. Botoksun yüzü şişirdiğini sananlar varsa bunu unutun. Her anını izlediğim botoks damla dozlarla mimik kasların içine enjekte edildi. Kas hareketleri ortalama 4 ay bloke.. Henüz ikinci ayındayım . Yan etkisi yok. İşin güzel yanı kaşlarım daha güzel :) Çok gülen bir kadın olduğum için ifademde ki olumlu değişikliği de gözlemliyorum. Arkadaşlarım da yüzümde ki değişimi görünce onlarda botoks yaptırayım demeye başladılar. Onu bunu bilmem ama gerçekten işin ehli yapınca ne donuk surat ne de herkes birbirinin aynı lafını kimseden işitmedim. Hala “ben benim :) “

Bu yazıyı yazma sebebim pratik ve kolay uygulamalarla kendini daha iyi hissetmek varken benim gibi estetiğe hayır bakış açısı olan insanlara bu korkuyu atmalarına yardımcı olabilmek. Bir nevi kendime terapi.

Ferit Bey’ e sorduğum botoks ile ilgili sorularımı da eklersem hikayem daha çok içime sinecek.

Evet, botoks ( botulinum toksin ) bakterilerden elde edilen bir zehirdir. Evet botoks gerçekten bir zehir. Tıpta kullanılan zehirler var aslında :)

Botoks herkese yapılabilir. 18 yaş öncesi yapılması doğru değil. Zaten 18 yaşında botoks yapılmasını gerektiren bir durumda yok. 30 yaşa kadar da botoksa ihtiyaç yok. “Koruyucu botoks” diye bir pazarlama yöntemi var ama baktığınızda botoks yapılacak bir durum yok.

Kas hastalığı olanlara, kasların zayıflamaya meyilli olduğu kişilerde yapmıyoruz. Yine hamilelere botoks yapılmaz.

Botoks işleminin doktorlar tarafından yapılması gerekir.

Yapıldıktan sonra ilk etkiyi üç gün sonra görmeye başlarız. Bir haftada botoks oturuyor.

Botoks dozunda ve kişiye uygun şekilde kullanıldığında sihirli sonuçlar verebilir. Botoks’un yan etkisi uygulama yerinde ertesi gün oluşabilecek geçici morluklardır. Nadir durumlarda geçici kaş, göz kapağı düşüklüğü olabilir. Çoğunlukla kısmi bir düşme yaşanır ve sorun 3-4 haftada kendiliğinden çözülür.

Botoks sonrası günlük hayata devam edilebilir. İlk 4 saat içinde botoks uygulanan bölge ovuşturulmaktan kaçınılmalıdır.

Botoksun normalde etkisinin 6 ay sürmesi gerekir. Yapılan botoks uygulamasının eğer daha az sürede etkisi azalıyorsa o zaman botoks da bir sorun var demektir. Bu da genellikle soğuk zincir dediğimiz depolama saklama süreçlerinin aksamasından kaynaklanır . Bir de beklemiş botoksla yani aynı gün açılıpta kullanılmamışsa botokslarda etki kaybı gözükebilir . Çok nadiren botoksa karşı antikor oluşması nedeniyle de etkisizlik olabileceği düşünülüyor . Çok rastlanan bir olay değildir.

Botoks ile birlikte cilt yenileme yöntemleri birlikte kullanılmamalıdır. İşlemlerden önce botox yaptırılması gerekir.

Ferit Bey’e hem uygulama hem de merak ettiğim tüm sorulara sabırla verdiği cevaplar için teşekkür ederim. Mesele “Botoks”yaptırmak değil karar verebilmekmiş!

YSM

http://www.yesimmutlu.com

http://www.instagram.com/yesimmutlu

Yazının devamı...

Kanada eğitim sistemi, tüm avantajları ile Türkiye’de!

Üç çocuklu bir anne olarak en zorlandığım konulardan bir tanesi okul seçimi. Büyük kızım Melis; hamileyken evimizin iki alt sokağında bulunan , sürekli önünden geçtiğim “acaba burada okur mu” dediğim ilkokuldan mezun. O zaman ilkokul ve ortaokul 8 yıldı. Daha sonra da lisede hazırlık okuyarak farklı bir kültürün parçası oldu. Şu an üniversitede ve her iki okulun senteziyle eğitimine devam ediyor.

Maya Su ve Mira’nın eğitimi için yaşadığım yeri değiştirdim. Ev ve okul yakın olmalı bakış açım hiç değişmediği için yaşamış olduğum muhitten bambaşka bir muhite geçtim. Toplamda 22 yıllık anne olarak okul seçimiyle ilgili epey anım var.

Şu an her iki kızımın ilk okul öğrenimi devam ediyor olsa da 4+4+4 sisteminden dolayı diğer okullarıda tanımaya özen gösteriyorum. Okul seçimiyle ilgili bakış açım net: okulun çok kültürlü, çok dilli ve yaratıcı öğrenme programları olması gerekiyor.

Her okul doğal olarak farklı bakış açısına sahip. Bir çok okulda kendilerini tanıtmak amacıyla kampüslerinde yönetim ekibi ve akademik kadrosu ile tanıtım günleri düzenliyor.

Geçtiğimiz hafta merak ettiğim; son günlerde bir çok kişinin farklı platformlarda konuştuğu ve hakkında bir çok yorum okuduğum “Kanada Okulları”nın blogger davetini aldığım da sorularımı çoktan hazırlamıştım. Kanada Okulları Türkiye Koordinatörü Ayşen Karşit ve Kanada Okulları Eğitim Direktörü Heather Jones ev sahipliğinde gerçekleşen toplantı için kendilerine teşekkür ederim.

Masada ki tüm kadınlar anne ve farklı yaş aralıklarında çocuklara sahip olunca çok sorulu, çok konuşmalı saatler geçirdik. Herkesin çok sorusu ve takipçilerinden de bir o kadar soru gelince aklımdan kalanları daha çok kişiye ulaşması adına paylaşmak istedim.

Kanada Okulları’nın dünyanın çeşitli ülkelerinde Kanada Eğitim Bakanlığı’nın girişimi ve desteğiyle okullar kurduğunu Türkiye’de de Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği içinde olduğunu öğrendim. Kanada bu eğitim sistemini, uzun yıllardır dünya genelinde 14 ülkede uyguluyormuş.

Kanada Okulları’nın açılması da uzun bir araştırma ve hazırlık süreci sonunda hayata geçirilmiş. Daha detaylı bilgi isterseniz mail olarak iletebilirim. Burada ki en önemli detay diğer okullara göre bana bu geliyor. Bu okuldan mezun olmanız halinde-herhangi bir sınav söz konusu olmadan - çocuğunuzun eğitiminize Kanada’da devam edebiliyorsunuz. Ayrıca belirtmek isterim ki ‘Kanada Devlet Okulu’ haklarına sahip öğrenciler bu eğitim için belirli bir ücret ödeyecek.

Geçtiğimiz yıl Levent ve Çamlıca’da açtığı anaokullarından blog yazarı arkadaşlarımın yazılarından sonra “neden ilk okul açmıyorlar “ diye düşünmüştüm. Sanki içime doğmuş 2016-2017 Eğitim Öğretim Yılı’nda Ulus Kampüsü’nde ilk Kanada İlkokulu’nu açıyor. Bu okulu ilk görenlerden olmak yazacaklarımı anlatmama kolaylık sağlıyor. Ulus’ta açılacak ilkokulun yeşillikler içinde kaybolan binasını ve manzarasını görünce bir an çocuk olmak istedim.

Okulun avantajları kendilerinden hem dinlediğim hemde -yanlış bir bilgi aktarmamak adına -yazılı olarakta aldığım bilgilere göre birebir yazıyorum.

Dünyanın en iyi ilk 10 eğitim sistemi arasında yer alan Kanada eğitim sisteminin bir parçası olan Kanada Okulları'nın yapılandırılmasında kimler olduğunu anneler özellikle sorunca kendilerinden bizzat bu isimleri aldık.

Kanada Okulları yönetiminde görüş ve önerileriyle söz sahibi olan Yüksek İstişare Konseyi, kendi alanlarında uzman profesyonellerden oluşuyor. Yüksek İstişare Konseyi üyeleri, Kanada Okulları’nda Kanada eğitim sisteminin uygulanması, Kanada ve Türk eğitim sistemlerinin uyumla birleşimi, öğrencilerin eğitimlerine Kanada’da devamı gibi birçok konuda görüş ve çalışmalarıyla yönetim sürecine katkıda bulunuyor.

Kanada Okulları Yüksek İstişare Konseyi:

Notlarım şimdilik bu kadar. Kanada Okulları ve kayıt süreçleri ile ilgili daha fazla ayrıntılı bilgiye web sitelerinden ulaşabilirsiniz. Bu davete ilişkin videolar , soruların canlı cevapları facebook sayfamda mevcut oradan da izleyebilirsiniz.

Herkesin evladı için en iyisini hayal ettiği okula kavuşabilmesi dileğimle,

Yeşim Mutlu

www.yesimmutlu.com

instagram.com/yesimmutlu

Yazının devamı...

Generali Sigorta Vice Ceo’su Petar Dobric ile Röportajdaydık!

İtalyanları ve İtalyan kültürünü seviyorum. En büyük kızımın bunda etkisi çok. İtalyan lisesi mezunu olmasının yanı sıra kış döneminde ERASMUS programıyla Roma’daydı. Evimizin içinde sürekli ah Roma, ah Venedik, ah Amalfi :)

Bazı insanlar vardır sizi başka dünyalara ve hayallere götürür. Mart ayında davetlileri olarak katıldığım etkinlikte tanıştığım ve hayallerinden etkilendiğim Petar Dobric’i anlatacağım size. Kendisi de İtalyan olunca :) etkinlik sonrası röportaj için buluştuğumuzda Roma ile başladık sohbetimize. Aşağıda okuyacağınız tüm satırlara kahkahalar ve kahve eşlik etti. Zamanın su gibi aktığı nasıl geçtiğini anlamadığımız saatlerde bol bol İtalya’dan ve köklerinden bahsettik. Anlatacaklarım unutulmaz bir günden kalan hoş anılar. Fotoğraf çekmek için dolaştığımız sokaklarda yol boyunca da hızlı adımlarla hareket ederken de konuştuk çokca :) Petar’ın yüklü programı olmasa iki saat değil saatlerce dolaşabilirdik.

Ülkemize hayran Generali Sigorta Vice Ceo Petar Dobric ile aramızda geçen konuşmalarımızı aktarıyorum. Bazı süprizler var ki onlarda bende gizli kalsın. Bu röportajın tek bir sözünü dahi yazmayarak kendisine haksızlık etmek istemiyorum. Bugüne kadar ki en uzun röportajım. Bu röportajda bize eşlik eden ve her anı kaydeden Sevgili Sahra Altunbaş’a da ayrıca teşekkür etmek isterim.

YSM : Çok güzel bir etkinlikte tanıştık. Öncelikle teşekkür ederim.

Petar: Çok teşekkürler.

YSM : Merak ediyorum, İstanbul’a gelme hikayeniz nasıl başladı?

Petar: İstanbul’a gelmeden önce Türkiye’ye hiç gelmemiştim. 3.5 yıl önce İstanbul’a gelişim ilk tecrübemdi. İlk gördüğüm andan itibaren İstanbul’a hayran kaldım. Çünkü İtalya’ya çok benziyor. Şehrin dışında bir ruhu ve kalbi var. Roma gibi.

YSM: Bir İtalyan olarak kendine yakın hissettin mi burayı?

Petar: Evet, ilk olarak insanlar çok iyi. Bu, şehre dair en iyi kısım. İnsanlar çok arkadaş canlısı. Yabancılara karşı çok misafirperverler ve yardımseverler. Geçekten yardımcı olmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Avrupa’da bunun eksikliği var. Diğer bir şey ise İstanbul’un tarihi. Napolyon, dünyanın tek bir ülke olacağından bahsediyor ve bu ülkenin başkenti İstanbul olmalı diyor. Kendisine tamamen katılıyorum. İstanbul dünyanın başkenti olabilecek bir yer.

YSM: Gerçekten mi, Roma değil mi?

Petar: Gerçekten Roma değil. Çünkü İstanbul’da daha çok tarih ve kültür var. Farklı yerlerden gelen çok insan var. Daha çok etnik kültür var ve otantik insan var. Bu sebeple İtalya’dan farklı olarak daha çok farklı mutfak da var. Osmanlı İmparatorluğu ile de alakalı bir şey. Denizin olması çok güzel, deniz hayranıyım. Ayrıca Avrupa’dan da uzak değilsiniz. Bence tüm Avrupalılar İstanbul’u ziyaret etmeli. Bütün Avrupalıları İstanbul’u ziyaret etmeleri için davet ediyorum. Bence bu her Avrupalı için bir zorunluluk.

YSM : Evli misiniz?

Petar: Evet, iki kızım var.

YSM: Çocuklarla yaşam nasıl, nasıl dengeliyorsun? İş hayatın yoğun, aile hayatı nasıl oluyor?

Petar: Bir klonum var. Bir klonum iş ile ilgileniyor diğeri ise aile ile. Şaka tabii ki. Bence İstanbul size özel ve iş hayatınızı dengeleme konusunda fırsatlar sunuyor. Çünkü iyi organize olmanız gerekiyor. Örneğin İstanbul’da bir ev aradığım zaman, işime yakın olmasını istiyordum. Ama ofisime 20 km uzaklıkta bir ev buldum. 35 dakika sürüyor yol. Organizasyonun yanı sıra öncelikler önemli. Gündüzleri kızlarıma vakit ayırıyorum, onlarla kahvaltı ediyorum ve onları okula uğurluyorum. Daha gençken çalışmaya daha erken başlıyordum tabii, şimdi daha fazla fırsatım oluyor vakit ayırmaya. Çok uyumayı sevmiyorum, 6.15 gibi uyanıyorum. Akşamları da 1’de uyuyorum. 5-6 saat uyuyorum. Mottom şu şekilde : daha az uyursanız daha çok yaşarsınız. Yapacak çok şey var. Birçok eğlenceli aktivite var. Örneğin bu restoran gibi. Neden çok uyuyayım ki. Gündüzleri de başka işlerim var. Çocuklarımla da ilgileniyorum.

YSM: İnanılmaz bir enerji. Hiçbir yardımcı kullanmamanız alkışı hak ediyor. Her şeyi kendiniz yapmanız, çocuklarınızla kahvaltı sonrası onları okula hazırlamanız. Peki bu enerjiyi nerden buluyorsun?

Petar: Gerçekten arkadaşlarım ve iş arkadaşlarım çok iyiler. Takım çok önemli, Sahra çok iyi bir örnek. İşini çok iyi yapıyor. Enerjiyi sanırım güneşten alıyorum. Her zaman böyleydim. Öğrenci iken iki işim vardı. Gündüz ve akşam çalıştığım işim vardı. Üç saat uyuyordum. Bir otelde resepsiyon görevlilerin başındaydım akşamları. Gündüz de sigorta firmasındaydım.

YSM: O zaman motto’nuz “Hayat çok güzel”.

Petar: Uyumamalısınız çok, yoksa çok şey kaçırıyorsunuz.

YSM: Haklısınız :)

Petar: Hayat çok kısa. Ortalama 90/100 yıl yaşıyoruz. Çok fazla yapacak şey var ve çok fazla tanışacak güzel insan var. Özel hayat ve iş hayatı var. İş hayatımda da çok eğleniyorum. Ama bu otomatik bir şekilde olmuyor. Çok çalışmanız, detaylara dikkat edip her şeyi analiz etmeniz gerekiyor. Birçok şeyi iki, üç kez kontrol etmeniz gerekiyor. Uyumaya çok zaman yok.

YSM : Sigorta dünyasında 94-97 yılları arasında sağlık müşavir yardımcısı olarak çalıştım. Sigorta dünyasındaki tepe yöneticileri biraz cool’durlar. Siz hiç öyle değilsiniz.

Petar: Size bir hikaye anlatayım o halde. Bir arkadaşım vardı Illy Cafe’da çalışan. Ben akşam yemeği için onun mekanına gidiyordum. Illy’nin hep ne kadar iyi olduğundan, Brezilya’dan nasıl kahveyi getirdiklerini ve nasıl Brezilya’da toprak aldıklarını anlatırdı. Tüm akşam sadece kahveden bahsederdi. Kahve hepimiz için önemli. Bende çok severim. Kahve nedir? Kahve sadece bir kapta içtiğimiz normal bir içecek. Bir akşam oradan çıkıp eve giderken kahveye karşı ne kadar tutkulu olduğunu düşündüm. Sadece bir kap normal bir içecek üretmekten hissettiğini.

Ben ne yapıyorum? Sigorta nedir? İlk olarak insanların başına kötü şeyler gelmesini engellemek. İkincisi ise insanların başına kötü bir şey geldiğinde onların yanında olmak. Bu hem maddi hem sağlık anlamında yanlarında olmak. Çok güzel bir iş. Tek eksik olan şey, şu ana kadar hep eski ve geleneksel yollarla yapıldı. Sigorta firmaları hala 20-30 yıl önceki şekilde çalışıyorlar.

Türkiye ‘de yeni bir girişimimiz olacak. Kara kutu gibi düşünün. Araçlara kurduğumuz özel bir araç. Yeni araçlarda bu üretimden içlerinde bulunmakta. Bu aygıt, bir kaza durumunda arabanın nerde olduğuna dair sinyal gönderiyor, kazanın şiddetini algılayabiliyor. Gerekli durumlarda ambulans gönderme özelliği var. Bazı kazalarda hareket edememe durumları olabiliyor. Arama yapmanıza gerek kalmadan sadece tek tuşa basarak ambulans çağırabiliyorsunuz. Bu şekilde insanların hayatlarını kurtarabiliyor. Bu teknolojiyi kazaların olmasını engellemek için kullanmak istiyoruz. Örneğin, daha önce bulunduğum ülkede, Macaristan’da bu sistemler otomatik olarak hava durumuna da bağlanıyordu ve ne zaman fırtına olacaksa müşterilere uyarı SMS’i gidiyordu. Teknoloji ile çok şey yapabiliyorsunuz.

YSM: Bu sistem Türkiye’de olacak mı?

Petar: Tabii ki. Zor bir şey değil. Avrupa’da 8 senedir 1 milyondan fazla kutumuz var.

YSM: Bu Türkiye’de eşsiz bir şey. Bunu hemen yapmanız lazım. Mükemmel bir şey. Bunu düşünemiyorum, hayal edemiyorum.

Petar: Dürüst olmak gerekirse, hepimiz adına çok güzel olacak. Sigorta güzeldir, ancak bir müşteri gibi düşünmelisiniz ve teknolojiyi de bunun içine yerleştirmelisiniz.

Mesela “Kara Kutu” Birinci ve en önemli olarak insanların güvenliğini sağlamada yardımcı olması. İkinci olarak, çalıntıya/hırsızlığa karşı olan özelliği. Eğer bir araba çalınırsa arabanın yerini tespit edebiliyoruz. Türkiye’de insanlar arabalarını çok seviyorlar, hatta bazen kendilerinden bile çok. Bu özellik ile arabayı durdurma imkanımız bile var. Bir hırsızın arabanızı çalması durumunda arabanızın nerde olduğunu bulup güvenli bir şekilde motorunu durdurup ve oraya polis gönderebiliyoruz. Akıllı telefonlarımız ve akıllı saatlerimiz var. Şimdi de akıllı arabalarımız olacak, bizimle konuşan ve polislerle konuşan. Örneğin, bir çocuğunuz var ve çocuğunuz büyüdüğünde dışarı çıkacak. Araba size aitse ve legal bir takip izni ile bir anne olarak çocuğunuzun aracı ile nereye gittiğini görme imkanınız oluyor.

YSM: Türkiye’de bu konu ile alakalı başka konular da olur. Eşler gibi :)

Petar: Biz çocukların güvenliğinden konuşalım daha iyi. Nasıl kullandığını da görebiliyorsunuz. Aracın hızını, ne kadar fren yaptığını gibi. Çocuğunuzun güvenliğini daha fazla sağlamak için. Sigorta teknoloji ile daha çok koruma üzerine olacak, kazadan sonra yardımcı olmak yerine. Çocuğunuzun tehlikeli bir şekilde araç kullandığını gördüğünüzde ona göre önlem alabiliyorsunuz. Riskleri ve kazaları engelleme şansınız oluyor.

YSM : Bunları duyacağımı tahmin etmiyordum bilmediğim için. Bu şekildeki yenilikler her zaman ilgimi çeker.

Petar: Biz sigortacı değiliz. Biz yenilikçi insanlarız :)

YSM : Kesinlikle. Muazzam bir deneyim. İnsanlarda çok ciddi bir lovemark yaratır. Geleceği yaratıyorsunuz.

Petar: Bence bu sigortanın görevi olmalı. Data sizde, datayı ve aracı biliyorsunuz.

Geçen hafta Barcelona’daydım, hayat sigortası hakkında bir konferanstı. Günümüzde bile yapabileceğiniz ve satın alabileceğiniz online genetik testler var. Angelina Jolie’nin de yaptığı gibi. 100 dolar civarı ücreti. Sanırım adı “Genetical Marker Test”. Hastalıklarınızı ve hangi hastalıkların oluşabileceğini görebiliyorsunuz. Amaç, hastalıkların daha oluşmadan engellenmesi. 22 yaşınızda da buna bakabilirsiniz, 40’lı 50’li yaşları beklememek gerekiyor. Hastalık oluştuktan sonra. Hastalık oluşmadan önce engellemek çok daha kolay.

Biz de buna benzer olarak kara kutuyu geliştirdik arabalar için.

YSM : Merakla “kara kutuyu” bekleyeceğim. Ağırlıklı olarak sizde kasko ve trafik sigortanızı görüyorum. Peki sektör pazar payınız nasıl?

Petar: Nereden baktığınıza bağlı. İki yıl önceye kadar pazarda çok küçük bir oyuncuyduk. Farklı firmalarla birleşmeye çalıştık. Ancak bu işe yaramadı. İki yıl önce doğal bir şekilde büyüme yolunu seçtik. Nerdeyse sıfırdan başladık. Pazar payımız sanırım %0.3 civarıydı. Şimdi %1.5’un üstündeyiz. Hedefimiz üç yıl içerisinde ilk 10’da yer almak. Daha yeni başladık, sıfırdan. İki yılda iyi bir iş çıkardık. Gelecek üç yılda bizi daha da büyüme bekliyor. Kara kutu ve bu gibi teknolojik projeler bize bu büyüme imkanını verecek.

YSM : Generali Sigortanın gücü gördüğüm kadarıyla kendinizden geliyor. Rakiplerinize göre benzersiz görüyorum sizi. Aslan Gücü :) Rakiplerinizin arkasında dev holdingler var. Mesela bankaya gidiyorsun, ev kredisi mi alıyorsunuz hemen poliçeniz hazır, araç kredisi mi alıyorsun trafik ve kaskonuz hazır bir nevi zorunlusunuz. Ama Generali sigortayı tercih eden kişiler gerçekten istedikleri ve kendilerine uygun olduğu için siz tercih ediyor. Bu da sizin farkınız.

Petar: Tamamen katılıyorum. Bunun en güzel yanı Türkiye’de en eski sigorta firmasıyız. Avrupa’da da üçüncü büyük sigorta firmasıyız. Küçük bir oyuncu değiliz aslında. Birçok farklı ülkede sistemin nasıl olduğunu biliyoruz. Önümüzdeki yıllarda bu bilgimizi Türkiye marketine de aktarmak istiyoruz. Müşteri odaklı bakmak istiyoruz, kazaları ve hastalıkları önleyici çalışmalar yapmak istiyoruz. Ana mesajımız; büyük, bilgili ve Türkiye’de müşteriler için yatırım yapmak isteyen bir firmayız. Bu bize sadece daha fazla pazar payı sağlamakla kalmayacak aynı zamanda müşterilerin gözünde daha farklı bir oyuncu olarak yer edinmemizi sağlayacak. Örneğin, müşterilerin Apple hakkında düşündüğü gibi.

YSM : Fark yaratırsanız zaten bu ortaya çıkıyor. Apple ihtiyaç duyulan bir şey üretmedi, ona ihtiyaç duyar hale getirdi. Mesela araç koltuğu çocuklar için çok yeni. 2010 yılında zorunlu hale geldi. Güvenlik koltuğu seçimi ile alakalı, 2016’dayız daha yeni yeni bilinçlendirme kampanyaları başladı, 6 sene geçmiş.

Mesela “Kara Kutu “ benzersiz olduğu için beni çok büyüledi. Siz daha hasarı baştan engelliyorsunuz.

Petar: Benim rüyam sigortanın sadece hasar ödemesi yapması değil ama sigortanın kaza yapmamayı öğretmesi , 100 yıl nasıl yaşayacağımızı öğretmesi, çocuklarınızı araçla alakalı veya seyahatle alakalı risklerden nasıl koruyacağınızı öğretmesi gerçek kaza anına gelmeden. Barcelona’da bir matematikçi bize 100 yıl nasıl yaşayabileceğimizin formülünü vereceğini söyledi. Gerçekten her şeyi açıkladı. Eğer formülünü uygularsanız 100 yıl yaşama ihtimaliniz yüksek. Ancak ne yediğiniz, ne kadar hareket ettiğiniz ve genetik özellikleriniz önemli. Bugünün teknoloji sayesinde hepsini ucuz bir şekilde öğrenebiliyorsunuz. Düşünün ki sigorta müşterilerin başına gelebilecek kötü şeyleri engelliyor. İnsanlar buna çok daha fazla ödeyebilirler çünkü örneğin bir hasar olduktan sonra arabanızı tamir ediyoruz ancak arabanız zarar görmüş oluyor eskisi gibi olmuyor. Sigortacılık buraya gidiyor.

YSM : Çalışanlarınız oldukça enerjik ve mutlu görünüyorlar. Bunun için ne yapıyorsunuz?

Petar: Takım odaklı biri olmam ve motivasyona değer vermem çalışanlarımla güvene dayalı bir iletişim kurmam ve çalışanlara sorumluluk alma imkanı sağlamak diyebilirim. Çalışanlara yakın olmak çok önemli. Türkiye’deki çalışanlar işe kalplerini koyuyorlar. Avrupa’da bunu bulmak çok zor zira onlar zaten hazır olana varlıklı bir çevreye doğuyorlar. Türkiye’de insanlar Avrupa ve Amerika’da neler oluyor merak ediyorlar, daha iyisini yapmak için çalışıyorlar, yeniliklere açık ve hemen motive olabiliyorlar. Bu nedenle hedeflerimize ulaşmada bu takımla birlikte çalışmak cok güzel benim yaptığım ise bir fikilere varsa onu harekete geçirmek üzere onları destekliyorum. Fikir olarak kalmaması için motive etmeye çalışıyorum.

YSM : Şirket içinde çalışanlara yönelik ne gibi aktivite ve imkanlar sunuyorsunuz?

Petar: Elbette bunları önemsiyoruz. Insan Kaynakları birimimizin bu anlamda güzel projeleri oluyor, daha da olacak önümüzdeki dönemde. Yalnız özellikle belirtmek isterim Generali Sigorta olarak son 4 yıldır değişim ve dönüşüm geçirdiğimiz bir dönemdeyiz. Büyük teknolojik alt yapı yatırımları yaptık, Türkiye’deki ilk online sigortacılık konseptini yarattık. 158 yıldır Türkiye’de var olan bir şirket olarak aynı zamanda en yenilikçi projelere imza atan tek şirketiz. Çok güzel planlarımız var. Adım adım ilerliyoruz. Şirket içinde “Relax Room” adını verdiğimiz tamamen eğlence ve dinlenmeye ayrılmış özel alanımız var. Sosyal sorumluluk projemiz yakında lanse edilecek, çalışanlara yönelik yenilikçi özel aktivite ve iç organizasyonlarımız da olacak. Bu projeler hemen hemen bir çok şirkette olandan farklı olacak. Biz bir aileyiz ve bir aile olarak birbirimize yakın olmak, açık iletişim kurmak, şirket yöneticilerimizin tüm çalışanlara yakın olması şirket içindeki motivasyonun temelini oluşturuyor. Açık ofis ortamı yöneticilerin ayrı odası olmaması bu açıdan fayda sağlıyor. Çok özel partiler yapıyoruz hatta çoğu sürpriz oluyor, tüm çalışanlarımızın her kademeden katıldığı partiler düşünün. Piknik organizasyonları vs. Ödül sistemimiz çok güzel işliyor, güzel projeler çıkartan tüm çalışanlarımız ödüllendiriliyor bu çok önemli, “teşekkür etmek “ çok önemli benim için mesela. Çalışanlara yönelik mesajları ben kendim hazırlıyor ve paylaşıyorum daha sıcak ve samimi olması için. Hersey kalpten gönülden olmalı diye düşünüyorum. Önümüzdeki dönemde şirket için çalışanlarımız için özel kampanyalar yapacağız bunlardan biri İtalya seyahati olacak.

YSM: Tüm dünyadaki trend zaten uzun yaşam, sağlıklı yaşam. Kazasız ve pozitif. Peki siz ne yapıyorsunuz? Meditasyon, yoga? Veya kendinizle nasıl hesaplaşıyorsunuz.

Petar: Teknem yok ancak yelken yapıyorum dinlenmek için. İstanbul’da yapma fırsatım olmadı.

YSM : Belki sizinde bir Generali Yelken Takım’ınız olur.

Petar: Bunu düşünüyordum. Takımımı bir gün yelken yapmaya götürmek istiyorum.

YSM : Türkçe öğrenmeyi düşünüyor musunuz?

Petar: Çok istiyorum ancak itiraf ediyim bu konuda çok fırsatım olmadı. Bildiğim birşey var en iyi yabancı dil lokal bir kız arkadaş ile öğreniliyor. Bunu eşime önerdim ancak izin vermedi O

YSM: Eklemek istediğiniz birşey var mı?

Petar: Evet. Sigortacılık sektöründe yaratıcı ve yenilikçi projelere başlamak için İstanbul, Türkiye en uygun yer. Çünkü insanlar çok genç, meraklı ve asıl önemlisi de sigortacılığın geçmişini ve geleneksel versiyonunu bilmiyorlar. Türkiye’deki nüfusun yüzde 50 si genç nüfusu oluştuyor ve bu kişiler daha sigortacılık ile tanışmamış durumdalar. Bu anlamda bizim için beyaz bir sayfa gibiler sigorta için. Teknolojiyi seviyorlar, cool şeyleri seviyorlar. Eminimki biz de bu nüfus için Apple gibi onların dünyasında sigortacılık alanında farklı algılanıyor olacağız.

Yeşim Mutlu

www.yesimmutlu.com

http://www.instagram.com/yesimmutlu

Yazının devamı...

Müzisyen Anne Ahu Kahraman Yıldırım ile Röportajdaydık!

Ahu Kahraman Yıldırım; nam-ı diğer Müzisyen Anne. Yaşam dolu, sözünün eri, düşüncelerini açıkça ifade eden ve yaşadığı bir çok olaya rağmen dimdik ayakta duran harika bir kadın. Kendisiyle nerede, ne zaman, nasıl tanıştık ben çoktan unuttum. Sosyal medyanın getirdiği güzel kadınlardan. Evet, sosyal medya her zaman kötü insanlara kapı açmıyor. Bazen kimin hangi amaçla sizinle arkadaş olduğunu ya da yaklaştığını bilmiyorsunuz. Ahu gerçekten böyle olmadı bu güne kadar. Hatta kendisiyle röportaj yapmam için defalarca takılmışlığı vardır. Zaman bu zamanmış, güzel bir bahar sabahında fotoğraflarını çektik. Tatlı tatlı sohbet ettik. Anneler günü öncesi yeniden annelik heyecanı yaşayan bu güzel kadını anlatmak istedim size.

Röportajı paylaşmadan önce tüm annelerin, anne adaylarının anneler gününü kutlarım. Tüm annelere sevgilerimle…

Müzisyen Anne kimdir? Kısaca kendini tanıtır mısın?

1981 İstanbul doğumluyum. İlkokuldan sonra orta, lise, üniversite eğitimlerimi Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Piyano bölümünde tamamladım.Yaklaşık 15 seneye yakın konservatuvar eğitimi aldım. Esas branşım okul öncesi müzik öğretmenliği değil, konser piyanistliğidir.

8 senelik evliyim Lal isminde bir kızımız, Chopin isimli bir köpeğimiz var.

Etiler Müzik Okulunu kurmak aklına nasıl geldi? Sektörde doğal olarak rakiplerin var :) Etiler Müzik Okulunun diğerlerinden farkı nedir?

Ben okul açmadan önce ana okullarında müzik öğretmenliği yapıyordum. 5 yıldızlı otellerin lobilerinde çay saatlerinde piyano çalıyordum. Açık söylemem gerekirse maddi anlamda çokta iyi bir gelirim vardı.

Ben o dönem nişanlıydım ve evlendikten sonra daha düzenli bir işim olsun istedim. Bir gün piyano öğretmenliği için Etiler’de çok eski ve isim yapmış bir müzik okuluna iş başvurusu yaptım. Oraya gittiğimde konservatuvarda okurken bir çoğu sınıf arkadaşım olmuş ama mezun olamadan okuldan atılmış insanların eğitmen olduğunu gördüm. Hatta bunların ana dalı piyano bile değildi. Onları işe aldıklarına göre beni de alırlar kesin diye içimden geçirdim. Okulun sahibi beni görüşmeye aldı. Önce küçümser bir tavırla baştan aşağı süzdü. “Bakalım bu parçaları çalabilecek misin “ diyerek önüme benim piyanoya ilk başladığım yıllarda çaldığım çocuk parçalarını koydu. Resmen mesleğime bir hakaretti ama sonuçta o patrondu. Ben hepsini çaldım. “Bu seferde sen çok süslüsün, kendini süslemekten ders vermeye vaktin olacak mı “dedi ? Ve benim iş başvurumu red etti. İşe alınmamak değil ama bana gösterdiği tutum çok gücüme gitti. Hele ki eğitmen olarak aldığı insanların okuldan atıldığını, doğru düzgün piyano eğitimleri bile olmadığını biliyor olmam çok acıydı.

İş görüşmesinden çıkınca sokağından başında durup,okula bakıp resmen intikam yemini ettiğim günü dün gibi hatırlıyorum. Ben bu okuldan daha iyisini kurmalıydım. Ben güler yüzlü sevecen ,mütevazi bir patron olmalıydım.Ve en önemlisi olmayan bir konseptte orijinal bir okul açmalıydım. Allah yüzüme güldü. O dönem Yamaha Müzik Okulu Türkiye’de şube açacaktı. İlk şubesini Fenerbahçe’de açılan okulun şubesini açmak için sınavlara girdim 50 kişi içinden seçildim. Almanya’dan okul öncesi müzik eğitimleri ile ilgili çeşitli eğitimler aldım. 2009 senesinde açılan okulumuz diğer tüm şubeleri geride bıraktı.Tabiki bu kurulum aşamasında eşimin desteği çok büyük. Biz karı koca yıllarca çok zorluk çekerek bu okulu bir yerlere getirdik, evliliğimizin ilk 5 yılı tatile bile gitmedik.

Neden Etiler Müzik Okulu?

Şu anda Türkiye’nin 6 aylık bebeklerden itibaren eğitim veren ilk ve tek aile & çocuk müzik eğitim merkeziyiz.London College Of Music Yetkili eğitim ve sınav merkezi olma hakkını da aldık.Yurt dışına öğrenci yetiştiriyoruz. Her sene sonunda ve ortasında mutlaka öğrencilerimize konser verme imkanı tanıyoruz, öz güvenlerini geliştiriyoruz.

Birçok müzik okulu ve ritim atölyesi açılıyor. Rakiplerimi hep takip ediyorum. Hep bir adım önde olabilmek için araştırıyorum , çalışıyorum. Okulumuzda en iyi eğitmenler görev yapıyor. Hem enstrümanlarımıza çok hakimiz, hem çocuklar ile ilişkilerimiz çok iyi. Onların dünyasından anlayan öğretmenler seçiyorum. Çocukların karakterine göre eğitmen yönlendirmesi yapıyorum. Böyle olunca velilerin ve çocukların memnuniyeti artıyor.Zaten deneme dersi yapmadan okula kayıt kabul etmiyoruz. Herkesi okula kabul etmiyoruz. Velilerle bire bir sürekli iletişimdeyim. Çocukların durum grafiğinde dalgalanmalar gördüğüm zaman aile ile hemen bağlantıya geçiyorum. Okulun telefonlarına bile ben bakıyorum. Tanıtım için stant açınca asla elemanlara teslim etmem. Karı koca kurarız, başında bekleriz, biz kaparız. Bu okul benim çocuğum gibi. Kimselere emanet edemiyorum.

Aile gibiyiz. Butik hizmet veriyoruz. Gerçi çok şükür öğrenci sayımız epey arttı, butik okul sayısını aştık ancak hala hizmet kalitemiz butik. Okul sahibiyim diye arama kimse ile mesafe koymuyorum. En önemlisi okulumuzda sadece müzik eğitimine yer veriyoruz. Günü kurtarmak için her türlü aktiviteyi merkeze sokmuyoruz. En iyi bildiğiniz işi yapınca piyasanın en iyi müzik okulları arasına giriyorsunuz. Ve en önemlisi biz olduk artık demiyoruz. Hala kazandığımız parayı işimize yatırıyoruz.

Enerjin çok güzel, sürekli pozitif enerji saçıyorsun. Bunu neye borçlusun?

Çok teşekkür ederim. Böyle yorumlar alınca çok mutlu oluyorum. Bence benim pozitif enerjimin en önemli kaynağı ailem. Çok mutlu bir ailede büyüdüm ben. Elbette her ailede olan maddi sıkıntılar,vs bizde de oldu ama annem,babam kardeşimle beni çok sevdi. Hiç birşeyimiz eksik büyümedik. Ne çok fazla ne çok eksik yaşadık. Sevgiyi saygıyı aileden aldık. Mesela ben çok tembel bir öğrenciydim yıllarca karnemde zayıflar vardı. Sınıfta bile kaldım. Kardeşim benim tam tersimdi. O hep okul birincisi oldu. Ama babam ikimizi hiç ayırmadı. Hiç karşılaştırmadı. Benim kendime olan öz güvenimi hiç kırmadı. Beni ben olduğum için sevdi.Ben de kendimi çok sevdim sayesinde. Hatalarımla,günahlarımla,başarılarımla mutluyum. İnsanları çok seviyorum.V e hep çok sevilmek istiyorum. Elbette benimde kızdığım üzüldüğüm anlar var. O anlarımı bile saklamadan herkesle paylaşıyorum. Hayatta hiç politik olamadım. Keşke biraz olabilseydim belki bu kadar yalnız kalmazdım. En sinir olduğum şey birinin bana kırılıpta nedenini söylemeden soğuk soğuk davranmasıdır. Kimsede arayıpta “Ahu sana çok kırıldım çünkü ….. yaptın “ diyecek yürek kalmamış. Bundan çevremde pek arkadaşım yok. Zaten çocukluğumdan beri en yakın arkadaşlarım hep erkek oldu benim. Kadınların gereksiz hırs ve kıskançlıklarına hiçbir anlam veremedim. Enerjimi insanların negatif düşüncelerine harcamak yerine işime harcıyorum. Bu yüzden 7 gün durmadan çalışıyorum sanırım. Çünkü durmak bana iyi gelmiyor. Allahtan dünyanın en saf şeyi çocuklarla çalışıyorum. Hepsini çok seviyorum. Kendi kızımı yetiştirirken de en çok mutlu olması için uğraşıyorum. Yoksa öyle herşeyin organiğini takip eden saatli yemek yedirip yatıran bir anne hiç olmadım olacak vaktimde yoktu.

Müzik senin yaşam parçan haline gelmiş. Hiç albüm yapmayı düşündün mü?

Ben kendimi çocuklara adadım. Bu yüzden yetişkin albümü değil ama çocuk şarkıları albümü yapmak istiyorum. 10 Yıl önce piyasaya çıka bir çocuk şarkıları albümünün aranjörlüğünü yapmıştım.

Kendine ait bestelerin var mı?

Çok aşk acısı çektim ama hiç içimden beste yapmak gelmedi O Okulumuzda okul öncesi ritim eğitimlerinde kullandığımız eğitim şarkılarını besteliyorum. Hatta sadece bizim okulumuzda kullanılması için yazdığım 3 adet okul öncesi müzik eğitim kitabım var.

Müzisyen Anne olmasan ne olurdun? Hayallerin neler?

Tiyatrocu olmak çok isterdim. Hatta bir dönem konservartuvarda piyanoyu bırakıp tiyatro bölümüne geçmek istemiştim, ailem izin vermemişti. Ama ben Müjdat Gezen Sanat Merkezi Tiyatro Bölümü Akşam okuluna gidip diplomamı aldım. Gerçi ülkemizde maddi anlamda bir getirisi yok maalesef tiyatro mesleğinin. Ancak elin yüzün düzgünse bir dizi de iş bulursan şanslısın. Ama yine de en büyük hayalim televizyonda bir çocuk programım olması. Sırf bu hayalin peşinde yıllarca olur olmadık bir sürü yarışma programına katıldım. Yemekteyiz, Evim Şahane vs vs. Belki bir gün biri beni keşfeder de bir program yaptırır diye süründüm durdum. Hala bu hayattaki en büyük hayalimdir. İnanmayı bırakmadım. Eminim birgün biri bana bu şansı verecek. Kendimi ispat edeceğim. Şimdilik “Dikkat Anne Çıkabilir “ismini verdiğim stand showlar ile annelere özel gecelerde güldürmek için sahneye çıkıyorum.

Müzisyen Anne’nin yeni projeler var mı?

Var tabi. Öncelikle 12 mayıs benim doğum günüm :) Ve bugün www.muzisyenanne.com açılacak. Bu sitede ben çocuklar için müzikalleri duyuracağım, gittiğim müzikli oyunlar hakkında yorumlar yazacağım. Mesleğimle ilgili bir blog olacak daha çok. Ama hayatımla ilgili gittiğim yerler ve davetler hakkında da ufak yazılar paylaşmaya devam edeceğim.

Ve tabiki tv de çocuk programı projemi asla askıya almayacağım. Her türlü girişimim sürecek. Ama kısmetten öteye yol yok. Biz projeler yapıyoruz ama herşeyin hayırlısı. Allah izin vermedikçe hiçbir proje gerçeğe dönmüyor. Bu sebeple allah herkesin gönlüne göre versin inşallah.

Tüm annelerin,anne adaylarının anneler gününü kutlarım.Mutlu huzurlu sağlıklı nice anneler gününe inşallah.

En derin sevgi ve saygılarımla, Ahu KAHRAMAN YILDIRIM @muzisyenanne

Yeşim Mutlu

http://www.yesimmutlu.com

http://www.instagram.com/yesimmutlu

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.