SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Belgesel mi şekerim?

Pazartesi akşamı tarihi bir ana tanıklık ettiğimi düşünüyorum. Neden diyenleriniz olabilecektir. Gerçek şu ki tarihe bir anı yaşarken; yıllar sonra o anın içinde olduğunuzu bir film karesinin içinde görüyorsunuz. Sonrasında "ben de oradaydım" hissini çok yoğun yaşıyorsunuz. Tarihin her dönemine bakarsanız bu hep böyle. İnsan ancak yaşadıktan sonra anlıyor. Belgeseller, fotoğraflar, filmler, sesler, o döneme ait belgeler bizi geleceğe taşıyor.

Haldun Dormen'in 94 yıllık şahane yaşamını, tiyatroya ve insana olan tutkusunu, öğrencilerinin ve çalışma arkadaşlarının anlattığı duygu yüklü anılarla sarmalanmış, umut ve sevgi dolu "Yaparsın Şekerim" belgeselini izlediğimde hissettiklerim tam da böyleydi. Belgeselin yönetmeni sevgili arkadaşım Selçuk Metin ön gösterime davet ettiğimde heyecanım büyüktü. Haldun Dormen'in muhteşem hayatını aynı atmosferde izlemek bile insanı yükseltiyor. Böyle bir belgeseli hayata geçirmek hiç kolay değilken Zeynep Miraç'ın kaleminden çıkan senaryosuyla sihirli bir gece yaşanıyor.

Belgesel Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri'nin desteğiyle çekilirken 25 yıl öncesine Atatürk Kültür Merkezi'nde ki ilk gecede buluyorum kendimi. Siyah straplez elbisem ve siyah rugan ayakkabılarımla, topuz yaptığım saçlarımla geceye katıldığımı anımsıyorum. Belgeselde yer alan görüntüleri izleyen o koltuklarda oturanlardan biriyim ben de. Gözlerim doluyor. Hayat diyorum. Belki bundan 25 sene sonra bu belgeselin kareleri başka bir belgeselin içinde yer alacak kim biliyor?

"Yaparsın Şekerim" diyerek Türk Tiyatro tarihine damga vuran, binlerce tiyatrocuya emek veren, aile duygusuyla evinin kapılarını herkese açan, sahiplenen, yerinde duramayan, sürekli üreten, "deli" bir insan Haldun Dormen. İlham veren öyküsü, büyüleyen anıları, yakın dostları ve ailesinin anlatımıyla zaman kavramı kayboluyor. 94 yaşında, 70 yıldır sahnede olan Türk Tiyatrosu'nun duayeninin hayallerinin peşinde koştuğu yaşam hikayesini 135 dakikaya sığdırabilmek de Selçuk Metin'in başarısı.

Sevgili Selçuk Metin "Yaparsın Şekerim" galasının heyecanını geride bırakmadan yeni bir galaya hazırlanıyor. Pazartesi günü "Yıldız Kenter" "Caniko" belgeselini bizlerle buluşturacak. Kısmet olursa bu heyecanı ben de yaşayacağım.

Sevgili Selçuk Metin, lütfen belgesel çekmeye ve bizi üstatlarla buluşturmaya devam et. Hayal kurucu ve tutkulu insanlar bu dünyaya bahşedilen en özel hediyeler.

Ve Haldun Dormen'in rahmetli babası Sait Dormen olmasaydı nasıl bir yaşamı olurdu diye de merak etmiyor değil insan?

Baba olmak, baba olmak...

Kadın olup evlatlarına babalık yapan tüm annelerin, tüm babaların ve baba adaylarının "Babalar Günü" kutlu olsun.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Kadınlara Özel Eğitim

Kadınlara yönelik ve sadece kadınların katılabildiği eğitimler her geçen gün artıyor. Bu eğitimlerden bir tanesine de yaşadığım yerde hayata geçmiş durumda. "Kadınlara Özel Diksiyon Eğitimi" Yıllar yıllar önce Kuşdili Eğitim Merkezi'nde Tuna Huş, Gülgün Feyman, Gökhan İçöz'den eğitim almış biri olarak bu eğitim fazlasıyla dikkatimi çekmişti. Eğitim, Ahmet Furkan Başdemir tarafından veriliyordu. İşin güzel yanı şuydu ki Furkan'ı epey uzun zamandır takip ediyor ve çalışmalarını biliyordum. Lakin bu eğitimi verdiğini kaçırmışım. Malum sosyal medya her anı takip edebilmek çok mümkün değil.

Furkan ile aynı semtte oturduğumuz için "bir kahve içelim hem de bana anlat bakalım nedir ne değildir bu eğitim" dedim. Gerisini okuyacağınız satırlara bırakıyorum.

Sevgili Furkan, seni son beş yıldır takip ediyorum. Mezun oldun, yüksek lisans, iş vb. derken bugün 8 ödül almış bir iletişimcisin. Çok genç yaşına bir sürü başarı sığdırdın. Gençlere ilham olması adına kısaca kendinden bahsedebilir misin?

Öncelikle çok teşekkür ediyorum böyle güzel yorum kattığınız için. 9 Ocak 1995 yılında İstanbul'da doğdum. Aslen Diyarbakırlıyım. Öğrenci olduğum yıllarda hem üniversite radyosunda hem de Üsküdar Belediyesi radyosunda program yaptım. Aynı zamanda üniversite gazetesinden görevli olarak röportajlar gerçekleştirdim. Eğitim sürecimce birçok kurs ve eğitim kurumunda diksiyon, spikerlik, sunuculuk, seslendirme, liderlik eğitimlerini alarak mezun oldum. İş hayatına atıldığım 2019 yılından günümüze farklı televizyon kanallarında muhabir olarak çalıştım. "Yeni medya ve Gazetecilik" yüksek lisansım sonrası şu an bir haber sitesinde köşe yazarı olarak yazmaya devam ediyor, aynı sitenin Youtube kanalında program sunucusu ve koordinatörü olarak görevime devam ediyorum. 2022 yılında da Milli Eğitim Bakanlığı Halk Eğitim Merkezi'nde kadınlara özel diksiyon eğitmenliğine başladım.

Azimli ve çalışkan olduğun ortada. Ne güzel bunları duymak. Teknolojiyle birlikte medya, iletişim çok farklı yönlere gidiyor. Y kuşağı biri olarak sen bu değişimin neresindesin?

Tam ortasındayım diyebilirim. Kendime özellikle teknoloji dışında da vakit ayırmayı sevenlerdenim. Teknoloji dediğiniz gibi sürekli kendini güncelliyor. Büyük güncellemeyi özellikle pandemi döneminde hep birlikte gördük. Sosyal medyanın ne kadar büyük bir büyüsü olduğunu ve hayatımızı kolaylaştırabilecek tarafların daha da arttığı bir süreçle her geçen gün kat kat fazlasıyla karşılaşır olduk. Müzeler, kitaplar, sanat içerikleri gibi birçok zenginliği evimizden çıkmadan bir ekran içerisinde gördük ki bu muazzam taraflarından.

Her ne kadar teknoloji ile hayallerimiz farklı yönlere doğru yol alsa da senin en büyük hayalin neydi? Hayal ettiğin mesleği mi yapıyorsun. Yoksa...

Avukat olmak en büyük hayalimdi. Hiç aklımda medya sektörü yoktu ama tanıştıktan sonra severek yaptığımı fark ettim.

Televizyon ve Youtube programları ya da eğitim öncesi ritüellerin var mı? Yoksa her zaman işe hazır mısın?

Tabii ki işe gitmeden her sabah 6'da düzenli olarak sabah yürüyüşlerimi yapıyorum. Nefes egzersizi ve diyaframımı daha iyi açabilmek için alıştırmalar yapıyorum iş öncesi.

Ne güzel kendine zaman ayırman ve bunu yaşam tarzı haline getirebilmen. Bir gün ------- da olmak istediğin yer neresi? Kendini nerelerde görmek istiyorsun?

Mesleğimle birlikte akademisyen olarak görev yapmayı çok istiyorum. Ayrıca yemek yapmayı çok sevenlerdenim. İleride hobi olarak bir kebap dükkanı açmak hedeflerimin arasında.

Ha ha, Diyarbakırlı olmak burada devreye giriyor sanırım. Furkancığım, kadınlara özel diksiyon eğitimi verme fikri nereden çıktı?

Diksiyon eğitiminde aslında bir farkındalık yapmak istedim. Ev hanımları ve iş kadınlarını aynı ortam içerisinde bulundurmaya çalıştım. Aynı çatı altında eğitime başladık. Diksiyon kursunun ne olduğunu bilmeyen öğrencilerim vardı. Aklında olup sürekli erteleyende. Kadınların gücü bende birleşti bir aile olduk. İnanılmaz keyifli bir eğitim programı oldu.

Ne güzel kadın ve erkek gücünü bir araya getirmek. Farklı eğitimler düşünüyor musun? Ya da şöyle sorayım yakın gelecek planların neler?

Neden olmasın? Aklımda sürpriz fikirler çok var açıkçası. Diksiyon ile ilgili bir kitap yazıyorum. Çıkaracağım kitabımı en yakın zamanda duyuracağım.

Ahmet Furkan Başdemir'in eğitimi sonrası öğrencilerine de kısa sorular sordum. Üç farklı öğrencisinin cevapları için çok teşekkür ederim. Bir öğrencisinin dışında diğer isimlere yer veremiyorum anlayışınıza sığınıyorum.

Ahmet Furkan Başdemir'e ve öğrencilerine çok teşekkür ederim.

Kadınlara değer katan eğitimler ve eğitimciler artsın. Hepimizin bu tür güzel sesleri duymaya ihtiyacı var.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Efeler'den kadınlara...

Geçtiğimiz hafta Aydın Efeler'deydim. Ege Bölgesi'nde bir ilke tanıklık ettiğim ziyaretimden kalan anılarımı kısaca özetlemek istiyorum. Son yıllarda içinde "Kadın" olan çok sarsıcı -sonu ölümle sonuçlanmış- birçok olaya tanıklık ettik. Bu yazıyı yazarken içimde kelebekler uçuşuyor. İşin tersi de olabiliyormuş. Size anlatacaklarımda kadınları baş tacı eden bir ilçe ve hayata geçirdiği projeler var.

Efeler Belediyesi, sadece kadın emekçilerin çalışacağı ve belediyeye ait tarım arazilerinden üretilen, hasadı yapılan ürünlerin işleneceği Tarımsal Ürün Fabrikası'nı geçtiğimiz hafta hayata geçirdi. Açılış öncesi bizzat gezme imkanı bulduğum fabrikada güneş gibi etrafını aydınlatan kadınların mutluluğunu görmenizi isterdim. Üretim bantlarının başında çalışma heyecanıyla bizi karşıladılar. Hepsiyle konuşamamış olsam da birkaç kişi ile sohbet etme imkanı buldum. Hepsinin ortak söylemi; "

Bir kadını hayatın içine dahil etmek, kendi ekonomik özgürlüğüne kavuşturmak ne kadar önemlidir. Sosyal, ekonomik ve kültürel bir değişimin başlaması gelecek nesillere daha iyi bir yaşam bırakma adına atılan büyük adımdır.

Siz bu sözü duyduğunuzda ne hissettiniz? Ne kadarı size gerçek geldi? Ben size söyleyeyim tamamı gerçek. Mehmet Fatih Atay'ın sözlerinin arkasında durarak kadınlara yönelik bir sürü projeyi hayata geçmiş durumda. Pozitif ayrımcılık yaparken sadece kadınlarla kalmayıp, çocukları, gençleri, dezavantajlı bireyleri de düşünen bu güzel kalpli insanı tanımaktan mutluluk duydum. "Her geçen gün daha iyisini yapmak" yönünde dileği olan bir kişiyle kaç kez tanışırsınız?

Mehmet Fatih Atay ile yüz yüze yaptığımız sohbette ilhamını nereden aldığını sordum. Hayata geçirdiği projelerin özünde insanları dinlemek ve var olan ihtiyaçlardan yola çıkmak olduğunu anlattı. İhtiyaç duyulan hizmetleri hayata geçirmek ve verilen sözleri tutmak. Umarım çok kişiye ilham olur.

Yaşasın Kadınlar, Yaşatsın Kadınlar

Efeler'de; kadın emeği %100 desteklenirken, kadınların ihtiyaç duyduğu yerlerinde hayata geçirilmiş olması insanın gözlerini dolduruyor. "Kadın"ı merkezine alan diğer yerleri görünce "Bu yerler Tüm Türkiye'de olmalı" diye içimden geçirdim.

Kadınların birbiriyle ve çocuklarıyla hoşça vakit geçirebildiği kadınlara özel Hanımevi'nde kütüphaneden çocuk oyun parkına her yerde sıcacık sevgiyi hissediyorsunuz. Nasıl erkeklerin kahvehaneleri varsa burada da hanımevleri aynı görevi üstlenmiş. Kadınlar sosyalleşiyor, paylaşıyor. Hanımevinin üst katında yer alan sosyal destek merkezinde; beslenme ve diyet programlarından ücretsiz faydalanıyor, psikolojik destek alarak düzenli terapiye gidiyorlar. İlgi o kadar yoğunmuş ki, bu hizmetlerden yararlanmak isteyenler uzun bir bekleme listesine isimlerini yazdırmış durumda.

Hanımevi'nin etkisini üzerimden atmadan "Aydın'ın inciri meşhur, İstanbul'a götürmek için bir yere gidelim" dediğimizde kendimizi Efe Bakkal'da buluyoruz. Burada da kadınlar başrolde. Ülkemizin farklı yörelerindeki kadınların ürettiği ürünler değerinden satın alarak satışa sunulmuş. İncirden, erişteye, zeytinyağından kolonyaya hepsi el emeği göz nuru. Gelir yine üretici kadınlara.

Otizm Yaşam Merkezi, Kitap Kafe, Matematik Parkı, Bilim Parkı

Efeler'e giderken göreceklerim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Şimdi hem fikrim hem de ülkemiz için hayallerim var. İhtiyaçlara yönelik çözüm üretmenin, çocuklara, gençlere, kadınlara ve geleceğe doğru sürdürebilir bir kalkınma için tüm bireylere yönelik yenilikçi çalışmalar yürüten bir ilçenin varlığını biliyorum. Umut doluyorum. Hayata geçirdikleri her proje hayal ettikleri yeniliklerin teminatı olsun.

Hepimizin sevgiyle bütünleşen, adil, eşitlikçi, saygılı, duyarlı, koruyucu bir bakış açısıyla kadınları toplumsal, ekonomik ve mesleki olarak güçlendirmemiz gerekiyor.

Çocukların deneyimleyerek öğrenecekleri / yaratabilecekleri, yaşlı genç demeden herkesin kültür ve sanatla yoğurulacakları alanlar yaratmamız bizim geleceğe borcumuzdur.

Sevgili Efeler'in harika kadınları. Sizin ürettiğiniz salçaları, reçelleri, enginar ve şevketibostan konservelerini yerken kulaklarımda topuk sesleriniz olacak.

Sevgili Mehmet Fatih Atay, lütfen pozitif ayrımcılık yapmaya devam edin. Sizin gibi kadınların mutlu olması için gayret gösteren kişilere çok ihtiyacımız var.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Sakin ebeveyn olmak mümkün mü?

Ebeveyn olmak, sakin kalmak, kendini olduğu gibi kabul edebilmek. Size ne kadar yakın geliyor? Sakin kalmayı başarabilir misiniz? Daha sakin bir insan daha sakin bir ebeveyn olmak için Yasemin Meriç Kazdal'ın "Sakin Ebeveynlik" kitabı ile çocukluğunuza ve bugününüze doğru bir yolculuğa çıkmak ister misiniz? Bu yolculukta duygularınızı olduğu gibi yaşamaya hazır mısınız?

Sevgili Yasemin Hanım, çok uzun zamandır Instagram'da takipleşiyoruz. "Sakin Ebeveyn" kitabınız yüz yüze tanışmamıza vesile oldu. Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Kitabın ortaya çıkış hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?

Ben de sizinle yüz yüze tanışabildiğimiz için çok mutluyum. Sosyal medyanın insanları bir araya getiren bu yönünü seviyorum. İnanılmaz olumlu ve yüksek bir enerjiniz var, bana çok iyi geldiniz.

Çok teşekkür ederim Yasemin Hanım, duygular karşılıklı.

Sakin Ebeveyn kitabımın ortaya çıkış hikayesi yıllar öncesine kadar gidiyor. Birçoğumuzun hayatında "Annem gibi yapmayacağım, babam gibi olmayacağım!" dediği dönemler olmuştur diye düşünüyorum. Elbette benim de böyle dediğim çocukluk anılarım var. Yani bir anlamda Sakin Ebeveyn'in serüveni benim çocukluğuma kadar dayanıyor diyebilirim. Hepimizin kendi ebeveynlik serüveni bir noktada kendi çocukluğunda maruz kaldığı ebeveynlik tutumlarıyla kesişir, çatışır, bazen de örtüşür... Fakat kitabı yazmaya başladığım dönemi soracak olursanız; kendi kendime "Artık yaklaşımını daha büyük kitlelerle paylaşmak istiyorum" dediğim zamanlardan bahsedebiliriz. Çünkü "Sakin Ebeveynlik" yaklaşımının nasıl bir çerçevesi ve etkisi olduğunu yıllar boyunca Mavi Oda'da danışanlarıma anlattım. Son 6 yıldır çok sayıda atölye aracılığıyla daha fazla kişiye de geliştirdiğim bu yaklaşımı aktarabildim. Tüm bu süreçler boyunca aldığım geri bildirimlerden çok mutlu oldum. Artık daha fazla kişiye, aynı anda ulaşmaya olan arzum "Sakin Ebeveyn"i yazma sürecimdeki ilk adımım oldu diyebilirim.

Sakin Ebeveyn kitabınızı hayatınızın en sakin döneminde ve sizin için çok özel bir yerde yazdığınızı sohbetimiz esnasında öğrendim. Bu sakinlik ve huzur hali kitaba da yansıdı mı? Yoksa yıllardır var olan bilgi ve deneyimleriniz bir anda ortaya çıkarak kitap satırlarına mı dönüştü?

Evet, Sakin Ebeveyn'i benim için çok özel bir yer olan İzmir Foça'da yazdım. Ben neredeyse çocukluğumun tüm yazlarını Foça'da geçirdim. Orası benim için bir tatil beldesinden çok daha fazla anlam taşıyor. Çocukluğumun duyguları Foça'nın denizinde, sahillerinde, limanında, ekmek fırınında, hatta pazarında saklı duruyor sanki hala. Mesleğe başladığım 2004 yılından itibaren ilk kez aralıksız 4 ayımı orada geçirme fırsatım oldu geçen yaz. Pandemiyle birlikte seanslarımızı online yapabiliyor olmak bu fırsatı yarattı bana. Çocukluğumdan sonra yeniden bu kadar uzun süre orada olmak ama bu kez hem bir psikolog hem de bir anne olarak orada bulunmak, yetişkinliğimle çocukluğumun kavuşması gibi oldu. Sakin Ebeveyn'i yazmak için bundan daha iyi bir zaman olamazdı sanırım. Foça'nın havası, maviliği ve sakinliği içinde kitabımı yazmanın çok keyifli olduğunu söylemek isterim. Elbette ki yaptığımız, ürettiğimiz, ortaya koyduğumuz tüm işlere ruh halimiz yansır. Benim de Sakin Ebeveyn'i yazarken içinde olduğum sakinlik hali kitabımı da yansıdı. Sakinlik derken anlatmak istediğim durgun, stabil, yavaş gibi ruh halleri değil bu arada; Foça'da olduğum süre boyunca hayatımızda hep bir hareket, genel bir enerji yüksekliği vardı. Günümün bir kısmını terapi yaparak geçirirken bir yandan da ailemle, arkadaşlarımla ve elbette çocuklarımla vakit geçiriyordum. Üstelik yaz dönemi hareketliliği de tüm bunlara eşlik ediyordu. Ve ben, bulduğum her vakitte tüm duygularıma kucak açmış, enerjisini toplamış bir halde ve genellikle 3 yaşındaki kızım Mavi'nin uyku saatlerinde bilgisayarımın başına oturmuş bir Yasemin olarak kitabımı yazıyordum. Bu ruh halinin destekleyici etkisini oldukça hissettim ama tabii ki yıllardır gördüğüm yüzlerce danışan, yaptığım otuz bine yakın psikoterapi senası ve seneler süren eğitimlerimden kazandığım bilgi birikimi ve deneyimin Sakin Ebeveyn'i ortaya çıkaran temel yapı taşlarından olduğunu özellikle belirtmem gerek.

Üniversite giriş sınavınıza birkaç gün kalmışken anne ve babanızın boşanacağını öğrendiğinizi kitabı okurken öğrendik. Yaşadığınız bu durum sonrası zor günler geçirdiğinizi de okuduk. Siz kendi yaşamınızda bu zorlukların nasıl üstesinden geldiniz / geliyorsunuz?

Birçok kişinin geldiği gibi; yaşayarak ve deneyimleyerek... Her bir yaşanmışlığın bize kattığı öyle çok şey oluyor ki. Annemle babamın oldukça zamansız boşanma kararıyla çok sarsılmıştım ama sanki onların hikayesinin bitmesiyle benim hikayem başladı. Üniversite sınavı sonrası gemiyle İstanbul'a geldim. Annem, teyzem ve en yakın arkadaşımla. Hayatımın ikinci evresinin başlangıcıdır o gemi yolculuğu. Sabaha karşı güverteden denize bakıyorduk arkadaşımla, yunusları görmüştük, hayatımın en unutulmaz ve mutlu anlarından biriydi. Bir yandan çok üzgündüm; büyüdüğüm şehri, İzmir'imi, evimi, çocukluğumu hatta ailemi bırakıyordum geride. Bir yandan da içimde bir mutluluk ve heyecan vardı. O gün fark etmedim ama yıllar sonra anladım ki zorlukların üstesinden gelmek için denize bakmak, yunusları görmek lazım, üzüntüye hapsolmak yerine içinizi heyecanla doldurabilen ayrıntıları kaçırmamak lazım. Bir döngünün olduğunu unutmamak lazım. Gece ve gündüz gibi.

İki çocuk annesi olarak "Sakin Ebeveyn" kitabını yazarken en çok neye dikkat ettiniz? Çocuklar çok hızlı büyüyorlar :) Çocuklarınız yıllar sonra kitabınızı okuduklarında sizce çocukluklarından izler bulacak mı?

Elbette ki kitabımda zaman zaman kendimden ve çocuklarımdan söz ettim. Kendi yaşam deneyimlerimden ve çocuklarımla olan ilişkimden örnekler verdim. Zaten kitabımı hem teorik hem de kendi ebeveynlik deneyimlerimin toplamıyla yazdım. Dolayısıyla okurum, kitabın başından sonuna kadar buralardan renklerle karşılaşıyor. Ama ben dikkat ettiğim ve gözettiğim çok önemli bir nokta var; Gizlilik. Çocuklarımın, danışanlarımın ve kendi deneyimlerimin gizliliğine özen gösterdin kitap boyunca. Hatta danışanlarımdan neredeyse hiç bahsetmedim. Onların gizliliği ve terapistleriyle paylaştıkları her şey sadece terapi odasında kalmalı diye düşünüyorum.

Çocuklarımın Sakin Ebeveyn'i okuduğunda rahatsız olabileceklerini, üzülebileceklerini veya incinebileceklerini düşündüğüm herhangi bir şeyi de kitapta hiç anlatmadım. Bunun yanı sora tabii ki kitabı okudukça onlara karşı olan ebeveynlik tutumlarımdan, bazı anılarımızdan izler bulabileceğiniz kısımlar da var.

Kitabı yazmaya başlamadan en büyük düşüm, kitabı okuyan herkesin samimi bir dil hissetmesiydi. Bir uzmanın üstten bakışıyla yazılmadı çünkü Sakin Ebeveyn. Bir çocuğun duygularıyla, bir annenin kaygılarıyla bir psikoterapistin donanımıyla ve bir insanın tüm gerçekliğiyle yazdım kitabımı. Bunu okurumun da hissetmesini çok istedim. Beni tanıyanlar ve özellikle danışanlarım kitabı okuduktan sonra sanki ağız birliği etmişçesine şöyle söylediler bana; "Sanki Yasemin'in sesiyle okuyor gibiydim..." Bu geri bildirim çok kıymetli benim için. Düşlediğim o samimiyetin ve gerçekliğin okura geçtiğini düşündürüyor bana. Çok mutlu hissediyorum.

Sizin anneniz ile ilişkiniz nasıldı? Yeni nesil annelik kavramı çok konuşula dursun bizi büyüten geleneksel annelerin hayatımızda önemli yeri olduğunu düşünüyorum. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Annemle ilişkim bir film gibiydi, tıpkı birçoğumuzun olduğu gibi. Öyle bir film ki içinde hemen hemen her duygu var. Güven, sevgi, hayal kırıklığı, mutluluk, öfke... Kitabı okuyanlar aslında annemi az çok tanımış olacaklar çünkü Sakin ebeveyn'i onunla başlatıp onunla bitiriyorum. Bazı özelliklerin ya da bazı tutumların aynı anda hem iyi hem de kötü olabileceğini ben annemle olan ilişkimde çok kez deneyimledim. Benim annem asla geleneksel bir anne olmadı. Her zaman çağının önündeydi. Uçuk kaçık, gözü pek, tutkulu, çalışkan ve "güçlü" bir karakterdi. Bu bir kız çocuğu için hem müthiş bir rol model hem de zorlayıcı bir çıta. Ama beni ben yapan çok önemli bir etken annemle olan ilişkim. Keza aynı şekilde babamla olan ilişkimde. İşte tam da bu nedenle anne baba tutumuna dair bir kitap yazdım. Çok seviyorum ikisini de. İnsan psikolojisine dair yıllardır eğitim alsam da en önemli bilgileri onlarla olan ilişkimde öğrenmişim aslında. Hatta hala öğrenmeye devam ediyorum. Bu soruyu cevaplarken bir yandan da kendi çocuklarım yıllar sonra benimle ilgili böyle bir soruyu nasıl cevaplar acaba diye düşünüyorum. Ebeveynlik çılgınca bir şey. Ebeveynlik üzerine kafa yoran, araştırmalar yapan, kitap yazan bir ebeveyn olmaksa daha da çılgınca O.

Sayısız kuruma eğitim veriyor, seminerler düzenliyor, sivil toplum örgütleri için gönüllü çalışmalar yapıyor, çizgi film danışmanlığı ve içerik hazırlıyorsunuz. Tv programlarına ve kitaplara danışmanlık yapıyor, çok sayıda uzmanın çalıştığı bir psikoterapi merkezini yönetiyor ve aynı zamanda çocuk, yetişkin ve ailelere farklı terapi ekollerinin tekniklerini kullanarak psikoterapi uygulamaya devam ediyorsunuz. Bu yoğun temponun içinde siz nasıl sakin kalıyorsunuz? Sakin bir ebeveyn misiniz? :)

Evet dediğiniz gibi oldukça yoğun bir temponun içindeyim sürekli. Ama kendime ve çocuklarıma ayırdığım zaman da bu temponun bir parçası her zaman. Yani, vakit buldukça ailemle ve kendimle ilgilenmiyorum. Aileme ve kendime ayıracağım vakti de özenle organize ediyorum. Regüle olduğum yanı duygularımı düzenlediğim, enerjimi yenilediğim, dinlendiğim, kahkaha attığım zamanlar olmasa böyle yoğun bir temponun içinde herkesin yaşayabileceği gibi ben de kendimi kaybedebilirim. Zaman zaman dikkatimin dağıldığını hissettiğimde biraz daha durup kendimi dinlemeye ihtiyacım olduğunu fark ediyorum. Böyle anlarda yaşadığım duyguları fark etmeye çalışıyorum ve her birine kucak açıyorum. Sakinleşiyorum ve yoluma devam ediyorum. Sakin bir ebeveyn olup olmadığımla ilgili kısma geldiğimde ise evet sakin bir ebeveyn olduğumu düşünüyorum. Ama daha da önemlisi sakin bir ebeveyn olabilmek için en büyük adım zaten. Yani boş vermemekten bahsediyorum. "Aman neyse işte" dememekten. Kendimi kandırmamaktan... Bu yaklaşımı ortaya koyarken en başta kendimi ve kendi ebeveynlik serüvenimi göz önüne alarak yola çıktım. Yıllar boyunca hatalarımı eksikliklerimi fark ettim. Zorlayıcı ve destekleyici duygularımı fark edip onlara kucak açtım ve hem kendimi hem de Sakin Ebeveynlik yaklaşımımı geliştirerek bugüne kadar getirdim.

Aldığınız eğitimleri yazmaya kalksak sayfalara sığdıramayız :) Akademik olarak psikoloji eğitimi alan gençlere neler önerirsiniz?

23 senedir psikoloji üzerine okumaya, eğitim almaya, düşünmeye ve çalışmaya devam ediyorum. Bu öyle bir alan ki araştırmanın, öğrenmeni ve deneyimlemenin sonu yok. Sanırım ömrümün sonuna kadar insan canlısını anlayabilmek için düşünmeye, dinlemeye, okumaya ve çalışmaya devam edeceğim. Genç meslektaş adaylarına ilk önerim çok kıymet verdiğim bir hocam olan Prof. Dr. Kadir Özer'den eğitim ve süpervizyon aldığım dönemlerde öğrendiğim ve tüm meslek hayatım boyunca bana yol gösteren şu söz olur; "Bilmeme cesaretini göstermek" Bilmemek, merak etmek, emin olmamak, esnek olmak, zihnimize ve duygularımıza esnek olmak için izin vermek çok önemli. Yani tek bir kuramı öğrenip diğer her şeye kendilerini kapatmasınlar. Biz psikologların, özellikle psikoterapistlerin çok farklı alanlarda da kendimizi zenginleştirmemizde fayda var. Tarih okumak, farklı kültürleri araştırmak, felsefe okumak, mitoloji bilmek, edebiyatla ve sanatla ilgilenmek... Bunların hepsi bizi zenginleştirir. Kendi zihinsel kalıplarımızdan çıkmamıza yardımcı olur. Onlarca meslek içi eğitim alıp az önce saydığım alanların hiçbiriyle ilgilenmemiş bir psikoterapistin çok eksik kalabileceğini düşünüyorum.

Yasemin Hanım, sıcacık ev sahipliğiniz ve samimi cevaplarınız için çok teşekkür ederim. Sizinle tanıştıktan sonra kitabınızı sizin sesinizle okuyor gibi hissettim. Siz, sizde var olan bu sakinlik enerjisini kitapta sevgiyle paylaşıyorsunuz. Kendi adıma çok şanslıyım sizinle bu özel anı paylaştığım için. İyi ki varsınız...

Son söz olarak söylemek isterim ki; "Sakin Ebeveynlik" ile bir kitap okuyup hayatınız değişmeyecek. Ama var olan ilişkileriniz yeniden gözlemlerken size sakin kalmak ve düşünmek eşlik edecek.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Kenan Yavuz: "Biz samimiyet müzesiyiz!"

Geçtiğimiz hafta Avrupa'da Yılın Müzesi seçilen Kenan Yavuz Etnografya Müzesi'nin kurulduğu günden ödüle giden ve günümüz yolculuğunu anlatan "Bir Sahiplenme Hikayesi" belgeseli Grand Gera'da gerçekleşen bir gala gecesiyle izleyiciyle buluştu.

Müzenin dün, bugün ve yarınına odaklanan belgesel Kenan Yavuz'un geçmişe duyduğu özlem kadar çok kişinin köklerinde var olan Anadolu insanı ve yaşam vurgusuna dikkat çekiyor. Yaşanmışlıkların belgesele dönüşünü izlemek benim için çok anlamlıydı. Bahsi geçen hikayeleri bizzat yerinde dinlemiş mekanların içinde geçmişe doğru bir yolculuğa çıkmıştım.

Belgesel ile birlikte Yavuz ailesinin sevgi ve yaşanmışlıklarla bezeli kapıları tüm ziyaretçilere açılacak eminim.

Kenan Bey, Avrupa'da Yılın Müzesi "Kenan Yavuz Etnografya Müzesi" olarak 2021 Silletto ödülünü siz kucakladınız. Yeniden çok tebrik ederim. Müzenizi yerinde görüp, unutulmaz anılar yaşadığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Belgesel öncesi söyleşiyi hayata geçirmek isterdim ama kısmet bugüneymiş.

Kenan Bey, 'Kenan Yavuz Etnografya Müzesi'ni hayata geçirmek hep hayaliniz miydi? Hayalleriniz müze kurma fikri oluşmadan önce ne yöndeydi? Bir gün ödül alacağınız hiç aklınıza geldi mi?

O topraklarda her çocuğun hayali, şehre gitmek ve hayatın kurtarmak idi. Modern yaşamın temel unsurları olan elektrik, iletişim araçları, sosyal mekanları olmadığı bir ortamdan ayrılma tutkusu her genç için son derece anlaşılabilir bir amaç idi. Benim çocukluk ve gençliğimde aynı hayal ile geçti. Kurduğum her hayalin sonunda köyüme dönüş yapmak vardı benim hayallerimde. Şehre gideceğim, okuyacağım, başarılı olacağım, para kazanacağım ve köyüme dönüp bir şey yapacağım.

Adını ve içeriğini bilmediğim bu geri dönüşün bir müze ile ete kemiğe bürünmüş olması bir sürükleniş oldu. Ödül ise kesinlikle amaçlanmış bir sonuç değildi. merakı bizi ödül başvurusuna itti. En azından kendimizi kontrol etmiş ve gelecek olan saha ziyaretlerinden faydalanır, yabancısı olduğumuz bir Dünya'dan insanlar tanır, onların görüşlerinden de faydalanırız diye düşündük. Son derece amatör olarak başladığımız bir sürecin, bir köy müzesinin böyle bir ödülle buluşabileceğini hiç düşünmedik, hayal bile edemedik. Çok uçuk geliyor hala bize. Zira ödül sürecine müracaat eden devasa profesyonel çalışmalar var, birçoğu ülkelerin devlet müzeleri, büyük bütçeli ve çok imkanlı müzeler. Bunların arasından sıyrılmak olsa olsa bir rüyada olabilirdi. 2020 ve 2021 yılları arasında ülkemizden çok başarılı iki müze daha vardı. Bizi özel diğeri devlet müzesi olan bu iki müzemiz mansiyon alırken, bize büyük ödülün verilmesi hala inanabildiğimiz bir şey değil.

Köklerinize sahip çıkarak doğduğunuz köyü dünyanın en özel yerlerinden biri haline getirdiniz. "Bize gelen bizi yaşar." bakış açınızla müzeniz köyün mimari dokusunu bozmadan gelenekleri yaşatıyor. Sizinle birlikte köy ve Bayburt çok güzel gelişmelere tanıklık ediyor. Geçmiş ve günümüzde inanılmaz işlere imza atmış bir iş insanı olarak size sormak istiyorum şehir ve köy yaşamı arasında sürdürebilirliği nasıl sağladınız?

Benim kuşağım, modernite öncesi yaşam ile modern yaşamı birlikte yaşayan son kuşak olacak. Benim erken dönem gençlik yıllarım gaz lambası ile, tarlada saban tutmak ile, tırpan biçmek ile, lastik ayakkabı ile çamurlu sokaklarda yürümek ve lastik ayakkabımı oyuncak araba yapıp oynamak ile geçti. Aynı yaşam içinde şimdi teknoloji ve dijital bilgi çağını yaşıyoruz. Böylesine sert bir dönüşümü yaşayan bir kuşağın temsilcisi olmak, toprağıma, köyüme, köklerime olan bağlılığım sanırım bu projeyi ortaya çıkardı. İçinde yaşamadan, hissetmeden, dokunamadan olabilecek bir proje değil bu. Para harcayarak sadece bina yapar, içine satın aldığınız eseler koyarsınız, ancak ruhu olmaz onun. Bizim müzemizin ruhu var, insanları kuşatıyor onları yaşatıyoruz çünkü en başta biz yaşıyoruz ve ziyaretçilerimizde bizimle beraber yaşıyorlar. Müzemizin gelecekte sürdürebilir bir yapıda olması için vakıf şemsiyesi altına aldık. Kurumsal bir yapı içinde geleceğe taşınan bir müze olacak inşallah.

Doğduğunuz topraklara saygınız ortada. Müze ziyaretçileri için konaklama tesisiniz temmuz ayında hizmete girmişti. Loruhan'da da sürdürebilirlik izlerini görüyoruz. Yıkılan köy evlerinden çıkan taşlarla örülen duvarlar, yüzyıllık kapılar insanı büyülüyor. Bütüncül bakış açınızı nereden alıyorsunuz?

En çok üzüldüğüm şey, köylerimizin betona boğulması, bölgemizin en önemli özelliği taş evler. Lakin beton taşı yendi ve yok etti. O muhteşem konaklar, bahçeler, çeşmeler yok oldu. Dönüşümü var olan güzelliklerimizi geliştirerek yapmak yerine, elimizde olanı yok ederek, yıkarak yapıyoruz. Bu bizi köksüz, kuru, içi boş bir toplumsal yapıya doğru sürüklüyor. Bu radikal dönüşüm, dilimizi, davranış biçimimizi, sosyal dokumuzu, edebiyatımızı, şiirimizi her şeyimizi tahrip ediyor. Zaman ve mekan ilişkisi kopunca savrulduk. Biz müzemiz ile mekansal bozulmanın önemine dikkat çekmek istiyoruz. Sonuçlar ortada ve son derece rahatsız edici bir durumda olduğumuzu kendimize itiraf etmemiz gerekiyor.

Ödülü aldığınız günden bu yana müzenizde ne gibi değişiklikler yaşadınız? Müzeye yeni eklemeler söz konusu mu?

Ödül sonrası müzemize ve bölgemize doğal olarak bakış değişti. Altyapı yatırımları arttı, yollarımız güzelleştirildi. İletişim alt yapımız ilgili kurumlarca en üst düzeyde iyileştirildi. Yurt dışından büyük ilgi gördük. Bu yıl içinde Avrupa'da yapılacak iki büyük kültür organizasyonuna konuşmacı olarak davet aldık. Başka ödül süreçlerinden davet alıyoruz. Ülkemizden bu ödüle başvuran müzelerimize yardımcı oluyoruz. Önümüzdeki dönemde çok fazla sayıda projemiz var. Bu yıl Avrupa'nın ödüllü müzeleri ile köyümüzde bir çalıştay yapacağız. Yaptığımız belgesel ilk gösteriminde büyük beğeni aldı. Yerli ve yabancı platformlarda belgeselimiz yayınlanacak. 21 Mayıs 2022 tarihinde Cemal Reşit Rey salonunda ödül gecesi yapacağız. Yabancı ve yerli paydaşlarımızı, iş dünyasını, sanat ve medya dünyasını davet ederek kendimizi anlatacağız. Güzellikler paylaşarak çoğalır. Hiçbir başarı tek başına olmaz ve sürdürebilir olmaz. Biz bir sosyal sorumluluk projesiyiz. Bizimle birlikte olmak isteyen herkes bize heyecan verir. Başarı bir kez olur ise o başarı olarak tanımlanamaz. Sistematik bir yaklaşım ile biz başarımızı tekrarlanabilir kılmak istiyoruz.

Dünyanın en prestijli ödülüne sahip olmak nasıl bir duygu? Yeni ödüller duyacak mıyız sizden?

Amacımız ödül almak olmadı hiçbir zaman. Bundan sonrada yapacaklarımızı ödül almak için yapmayacağız. Zira ödül bir sonuçtur. Biz yapacağız, bizi bulur ve ödüllendirirseler bundan gurur duyarız. Tek başımıza değiliz. Biz samimiyet müzesiyiz.. "Köylü Milletin Efendisidir" diyen kurucu liderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün felsefesine oturan bir yapıyız. Biz bir köy müzesiyiz. Köylü olmanın verdiği muhteşem gurur ile yolumuza devam edeceğiz.

Kenan Yavuz Etnografya Müzesi ve Bayburt ziyaretim sonrası günlerce kendime gelemedim. Anılarım hala çok canlı. Kişisel olarak Anadolu insanının sıcaklığı ve samimiyeti beni çok etkiledi. Müzenizin her köşesinde bunu hissediyoruz. Sizi bu kadar farklı ve unutulmaz kılan nedir?

Anadolu; misafir demektir, paylaşmak demektir, tevazu ve samimiyet demektir. Biz doğal olarak bildiğimiz gibi yaşıyor, misafirlerimiz ile paylaşıyoruz. "Bize gelen bizi yaşar" düsturu ile hareket ediyoruz. Aman şunu yapalım böyle şiveleyelim de hoşlarına gitsin gibi suni bir gündemimiz yok.

Tandırımızı yakarız, ekmeğimizin arasına tereyağını sürer paylaşırız.

Kenan Yavuz Etnografya Müzesi'nin dün, bugün, yarınına dair "Bir Sahiplenme Hikayesi" belgesel gösteriminiz geçtiğimiz hafta gerçekleşti. Bu belgesel çekilirken siz neler hissettiniz?

Sanırım uzun bir belgesel oldu :) Anlatacak, paylaşacak o kadar çok şey var ki... Bunu tek bir belgesele sığdırmak imkansız. Habitat TV ekibi ile önce türkü söyleyip kaynaştık, sonra da çalıştık. "Neyse halim çıksın falim" misali neysek oyuz diyerek çektik.

Çok harika oldu, biz beğendik gari gerisi izleyiciye kalmış. E ne dedik "Bize gelen bizi yaşar"...

Sevgili Kenan, Sibel, İrfan, Gözde, Furkan Yavuz sizleri müzeniz sayenizde tanıdım şimdi ailem gibi oldunuz. İyi ki varsınız...

Kenan Bey, çok teşekkür ederim hikayenizi paylaştınız, güzel ailenizle birlikte hep birlikte olalım.

Umarım bu satırları okuyan sizlerin belgeseli izleme şansınız olur. Emin olun "Köklere Dönüş" ve aidiyet duygusunu tüm hücrelerinizle hissedeceksiniz. Belgesele konu olan müzeyi, Yavuz Ailesini, Bayburt'un muazzam doğası ve insanının sevgisini yerinde yaşamanız dileğim.

"Seni sevirem Bayburt" yeniden görüşmek üzere.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

2022 güzellik trendleri

Pandemiyle birlikte hayatımıza gelen değişiklikler ve stres; kendimize, sağlığımıza ve cildimize daha özenli ve derin bakmamıza sebep oldu. Bugünlerde her üç kelimemizden biri sağlık olsun!

2020'nin güzellik ve bakımda ana konusu cilt sorunları, 2021'e doğru ilerleyen maskeler ve sivilceler nedeniyle oluşan maskelenme ve tahrişti. Maske takmak ve stres nedeniyle ciltte hassasiyet ve iltihaplanma bir diğer önemli endişeydi. Evden çalışan çoğunluğun artan stresi ve mavi ışığa maruz kalması da ciltte hasara yol açtı. 2021'de yükselişe geçen cilt bakım konseptleri 2022'de hızlanarak büyümeye devam ediyor.

Yeni yılın ilk yazısında University of Georgia'da Moleküler Tıp ve İmmünoloji Uzmanı olan, aynı zamanda ABD'de "AveSeena" markasını yaratarak kozmetik sektöründe "Immünokozmetik" hakkında autor kabul edilen Dr Ebru Karpuzoğlu ile 2022 güzellik trendlerini konuştuk.

Ebru; çok yakın arkadaşım olduğu için merak ettiğiniz sorular olursa bana iletebilir ya da Instagram hesabından kendisine ulaşabilirsiniz.

Ebrucuğum, seninle sağlık, kozmetik ve makyaj konuşmak benim için terapi gibi. Pandeminin ilk gününden bu güne kadar sağlıkta tüm gelişmeleri senin aracılığınla takip ediyorum. 2022'nin ilk günlerinde bize sağlıklı güzellik ve kozmetik trendleriyle ilgili neler söyleyebilirsin?

Yeşimciğim emin ol, 2022'de var olan tüm trendler değişecek. Güzellik ve sağlık sektörünün biz tüketiciler üzerinde çok güçlü bir etkiye sahip olacağına inanıyorum. Bu yıl tüketiciler sağlık, güvenlik, bağışıklık, terapötikler ve genel zindelik ile güçlü bir bağlantıya sahip markalar ve ürünler arayacak.

Güzellik ve Wellness sahnesinde cilt bakımı küresel genişlemede her zaman öncüdür. 2022'de bu sektörde hangi yenilikleri göreceğiz?

Pandemi öncesi çok fazla ürün kullanılan 10 adımlı Kore cilt bakımı rutini gibi çok adımlı rutinlerden kaçındığımız bir yıl başlıyor.

Sadelikte hayat var: Ciltminimalizmi

2021'de başlayan "Skinimalism" olarak adlandırılan "Ciltminimalizmi" olarak bizim burada (ABD) tanımladığımız kavramın 2022'de yükselişi olacak.

Ciltminimalizmi; kendi cilt ihtiyaçlarımıza dayalı ürün kullanımına daha sağlıksal ve sezgisel bir yaklaşım. Cildin sadece görünüşü değil bütünsel sağlığına önem veren bir güzellik değişimi. Yurt dışında sayılı cilt bakım markaları artık nicelikten çok kaliteye öncelik vererek ürünlerini bu yönde doğru değişime sokuyorlar. Bu hareketin ana merkezinde maske takma, agresif cilt bakımının aşırı kullanımı, pandemik stres ve kirliliğe maruz aklma gibi faktörlerin neden olduğu artan hassasiyet, inflamasyon ve irritasyonlar ve bunu yatıştrma ihtiyacı var. Çok ürün değil, az ama öz ve konsantre ürün kullanarak cilt bakım rutinini sadeleştirme 2022'de cildimize hayat verecek.

2021'de bir yandan "Immünokozmetik" kavramıyla ilgili bilimsel çalışmalar yaparken diğer yandan sayısız konferansa katıldın. Dünyanın en önde gelen kozmetik markaları içinde tek Türk bilim kadını olarak bize "Immünokozmetikler" nedir biraz anlatabilir misin?

Yeşimciğim, teşekkür ederim. İstersen immünokozmetik ile ilgili ayrıca bir yazı hazırlayayım :) Kısaca tabii ki aktarırım.

Ciltten öte bariyer koruma : İmmünokozmetikler

Cildimiz bizi devamlı dış etkenlerden koruyor. Cildimizin bu koruyucu fonksiyonunun kalbinde ise cilt bağışıklık sistemimiz var. Sağlıklı ve güçlü bir cilt bağışıklık sistemi hem cilt mikrobiyomunu ve cilt bariyerini destekleyerek bütüncül bir cilt sağlıyor ve koruyor.

Sağlıklı bir bağışıklık sistemi ne yapar? Bizi virüslerden, bakterilerden ve her türlü iç ve dış saldırganlardan korur. Pandemi döneminde devamlı kaldığımız stres, elektronik cihazlardan gelen mavi ışık, çevre kirliliği ve diğer birçok faktör cildin bağışıklık (immün) sistemini bir çeşit kronik bombardımana tutarak düşük dereceli sistemik bir inflamasyon ortamı oluşturmakta ve bu da "inflammaging". Bu durumu kronik inflomasyona bağlı yaşlanma=inflammaging olarak adlandırıyoruz.

Cilt bağışıklık sisteminin aşırı uyarılması bu kronik, düşük dereceli iltihaplanma durumuna inflammaging neden oluyor. Bu da cildin yüzeyinde aşırı kuruluk, hassasiyet, irritasyonlar, kızarıklık, kıırşıklık, kolajen ve elastin parçalanması ve diğer yaşlanma işaretleriyle kendini gösterebilir.

Bu son iki yılda, cildimiz aşırı temizleme, peeling yapma, çok fazla maske kullanma, devamlı yüzümüze dokunma döngüsünden geçtik ve cilt bağışıklı sistemimiz, mikrobiyomumuz ile sağlığımız arasındaki simbiyotik ilişkiye daha fazla dikkat etmemiz gerektiğinin farkına vardırk. Yoğun şekilde inflammaging işaretlerinin cilt bariyerlerimizi inciterek cildimizde daha fazla kendini gösterdiğini hepimiz fark ettik. Bu noktada sağlıklı yaşamı destekleyen cilt bağışıklık sistemine itina gösteren "Immünokozmetik" lerle yepyeni bir kavram 2022'de sahneye giriyor.

Bu cilt bariyerleri ve inflammaging belirtilerine karşı koruyan ürünler, cildimizin nem, sebum dengesi gibi iyi maddeleri içeride ve kötü bakteri veya dış tahriş edici maddeler gibi zararlı maddeleri dışında tutmak ve cilt bariyerlerimizi güçlendirmeye ve desteklemeye ayrdımcı olmak için tasarlanmıştır. Bu çok işlevli ve çok hedefli formülleriyle daha az ürün kullanarak cildin tümcül esenliğini (wellness) destekleyen gelişmiş mavi ışık korumasını, strese bağlı inflammaging etkilerini en aza indirmeyi hedefleyen immünokozmetik ürünlerini ve markalarını izlemeye alın diyoruz.

O zaman 2022'de daha çok bütüncül bakış açısıyla cilt bakımında büyük değişiklik yaşanacak diyebilir miyiz?

Kesinlikle! Bugüne kadar sadece cildin üst görüşüne odaklanan yüzeysel cilt ürünlerinden tüketiciler dünya çapında uzaklaşıyor. Google trendde son 12 ayda yüzde 5000'in üzerinde büyüyen "cilt mikrobiyom bakımı" ve diğer arama kavramları bize 2022'de açık seçik tüketicilerin cildi yeniden dengelemeyi ve güçlendirmeyi amaçlayan cit bakımı ürünlerindeki talep artışını gösteriyor. 2022'de hem yüzey bariyerlerini, cilt mikrobiyomunu hem de cilt bağışıklık sistemini mutlu ve dengeli tutacak immünokozmetiklerin yükselişini göreceğiz. Global tüketicilerin %70'den fazlasının sağlık konusunda daha bilinçli hale gelmesi ve daha sağlıklı ürünler talep etmeleri bu trendin kesinlikle kalıcı olduğunu gösteriyor.

Ebrucuğum, bitkisel doğal vb. içinde yeşil olan ürünlere ilgi çok artmış durumda. Hatta" ..... bitkisel, .....welness" vb sayısız kozmetik ürünleri karşımıza çıkıyor. Yeşil ürünler, yeşil güzellik için neler söyleyebilirsin?

2022 trendleri yeşil yıkama maskaralıklarına hayır diyor!. Sadece bitki veya doğal içerik malzemeleriyle sürdürebilir ambalaj kullanılarak yapılan güzellik ürünleri "Yeşil Güzellik" hareketi altında toplanıyor. Gayet iyi niyetli olan bu hareket pazarlama hareketlerine kurban gidiyor. Bazı markalar ürünlerindeki tüm içerik maddeleri bu yeşil güzellik tanımına uymasa bile bu kavramı kullanmasına "yeşil yıkama (greenwashing) deniyor. Tüketicler artık bu pazarlama hilelerini istemiyor ve sağlıklı güzellik söz konusu olduğunda daha bilimsek destekli gerçekler ve saydamlık istiyorlar.

2022'de kullanılmış ve eskimiş "yeşil, temiz, organik ve doğal" gibi kelimelerin gözden düşüşünü göreceğiz. Bununla birlikte tüketiciler içeriklerin kalitesinden etkilerinin bilimsek olarak gösterildiğine kadar ürünleri hakkında daha çok bilgi edinmek istediklerini göreceğiz.

2022'de bilimi, şeffaflığı ve etik pazarlamayı yanına alan ürün ve markalar kazanacak.

Anlattığın tüm yeniliklere bakarsak 2022'de çok amaçlı ürünleri, ciltminimalizmini, immünokozmetikleri ve bilimle harmanlanmış şeffaf ürünleri göreceğiz. Hem immünolog hem de ABD'de alanında en önde gelen kozmetik uzmanı olarak bize neler önerirsin?

Yıllar boyunca pazarlamacılar tarafından her küçük sorun için farklı bir cilt bakım ürünü satın almamız gerektiğine ikna edildik. Bir yığın para harcadık ve katmanlar halinde kremler ve temizleyiciler kullandık. Sonuçta geçici yüzeysel düzelmeler, kafa karışıklığı ve bol miktarda tıkanmış gözenekler ve inflamasyonlara yol açtı. Birçok insan pahalı, karmaşık ve takip edilmesi zor +10 adımlık rutinlerden uzaklaşıyor.

2022'de çok amaç : tek ürün

Yukarıda da bahsettiğimiz ciltminimalizmi akımı tam gücüyle ilerliyor. 2022 kuru ciltten kırışıklıklara ve yaşlılık lekelerine kadar çeşitli endişeleri gideren çok amaçlı kremler, yüz yağları, maskeler ve serumlar cilt bakımına modern ve etkili bir yaklaşım getiriyor. Bu çok kullanımlı, çok fonksiyonlu ve çok işlevli cilt ürünleriyle cildinize, programınıza ve cüzdanınıza iyi gelen basitleştirilmiş cilt bakım rutinlerine sevgi göstereceğiz. Tek bir etkin içerik malzemesi yerine, aynı anda birden çok işleve hizmet eden vitaminler, peptidler, iyi yağlar ve botanik içerikler aracılığıyla cilt bariyerleri, mikrobiyom ve bağışıklık (immün) esenliğini destekleyen bileşenler bu cilt bariyerlerini desteklemeye yardımcı olacak. Ayrıca çok amaçlı cilt bakım ürünleri, canlandırıcı, anti-influmatuar, cilt bariyerleri ve mikrobiyomu güçlendirici ve nemlendirici faydalarından ödün vermeden size para, zaman ve yerden tasarruf ettirecek 30 tane değişik kremin fonksiyonunun tek krem içine toplandığını ve tek bir krem kullandığınızı düşünün, çok daha kolay ve etkili değil mi?

Ebrucuğum, çok teşekkür ederim. Kozmetik ve güzellikle ilgili son yenilikleri senden öğrenmek çok keyifliydi. Görünen o ki; 2022 cilt ürünleriyle cilt sağlığımızı desteklemek, korumak ve iyileştirmeye daha fazla odaklandığımız, kendimiz ve tüm vücut esenliğimiz için en iyiyi markalardan talep ettiğimiz bir yıl olacak.

Sağlıklı güzellik her zaman bizimle olsun.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Sonia Serpil Aslan: "Üretmekten asla vazgeçmeyelim"

Sonia Serpil Aslan... 2021'de Kelimat Sanat Galerisi'nin bana kazandırdığı muazzam kadın. Aylardır bu söyleşiyi yapmak için bir araya gelmeye çalıştık. Üç kez randevulaştık, üçünde de bir aksilik çıktı. Bu süreçte benzerliklerimizi, hayallerimizi ve hayata bakışımızı derinden keşfe çıktık. 2021'in bana verdiği en güzel hediyesin Sonia... Sevgili Sonia'nın da dediği gibi duygularımızla çıktığımız bu yolculukta sanat ve farkındalık her zaman bizimle olsun.

Sevgili Sonia Serpil Aslan; Türkiye'den dünyaya açılan çok değerli bir heykel sanatçısısın. Eserlerin dünyanın dört bir yanında ve ülkemizde sergileniyor. Yine de "adettendir" diyerek kısaca seni tanıyabilir miyiz?

Sanatçının kendisini tanımlaması durumuna çok sıcak bakmamakla birlikte çok az bahsedeyim o zaman :) Akademik kariyerini sanatın disiplinlerarası birçok alanında tamamlayan ve psikolojiden beslenen, meraklı, öğrenmeye aç, yaptığı işle kendini bulmak isteyen, izleyiciye verdiği hissiyatta huzur bulmak, üretmenin heyecanında kendini keşfetmek, ürettiği eserleriyle iz bırakacak kadar değerli hissetmek, hafızalarda kalacak kadar da var olmak isteyen bir bireyim sadece.

Heykeltıraş olmaya ne zaman karar versin? Sanatın hangi alanları özellikle ilgini çekiyor?

Bu aslında bir karar mekanizmasıyla ortaya çıkan bir durum değildi. Bu benim varoluş sürecimle ilgili.

Çok küçük yaşlardan itibaren kendimi sanatın herhangi bir dalı resim veya müzik ile ifade edip bu konuda da kendi içerisinde yaratışsal bir yeteneğe sahiptim, bunu dışavurabiliyordum diyebilirim. Etrafımdaki kişilerin benim yaptıklarına şahit olunca "bu kız büyüyünce çok yetenekli bir sanatçı olacak kesin" cümlelerini rahatlıkla görüp söyleyebildiği bir çocukluk geçirdim. Bunun dışından bildiğim tek şey vardı o da evrenden ayrılmadan önce bir şeyler yapmak istiyorum. Yaratmak, üretmek, ve ürettiklerimle bir yol göstermek ve insanlara görünenin ötesinde farklı bir seçenek sunmak istiyordum. İşte bu noktada varoluşsal sürecimi sorgulayıp sanatçı olmaya karar verdiğimi söyleyebilirim.

Sanatın ilgilendiğim alanları ise kendimi ifade etme aracı olarak kullandığım yöntemler oluyor. Bugün 3 boyutlu heykel fikrinden yola çıkıyorum yarın sadece resim yapabilirim veya bir video çekip veya performans gerçekleştirerek de kendimi ifade etmeyi tercih ediyor olabilirim. her şey ifadelerden ibaret. Kendi yaşantında ve yaşadığın gezegende değiştiremediğin şeyleri yaratarak, üreterek halüsinatif bir ortamda tek başına kendi oluşturduğun gerçekliğin içinde değiştiriyorsun, dönüştürüyorsun. Ve seçtiğimiz sanatın alanı da sadece ifade aracın olmuş oluyor.

Bilinçaltı, rüya, kimlik, cinsellik, toplumsal yargılar, travma, ölüm, spiritüalizm, okült gibi kavramları tercih ettiğini sanat dünyası biliyor olsa da sana direkt sorayım psikoloji ve felsefe hayatının neresinde?

Tam da merkezinde diyebilirim. Bu kavramlardan yola çıkarak ürettiğim eserlerim sizdeki bir duyguyu tetikleyebiliyorsa mesela sanatın iletişim gücünü kavramanızı sağlıyor. Siz izledikçe ortaya çıkan eseri inceledikçe sizi dönüştürüyor. Ve o eser size hayatınıza bir şey katıyor. Bir farkındalık... İşte ben de bu farkındalık hissini insanlara eserlerimle toplum içindeki normalize edilmiş normları, tabuları hatta dayatılan saçmalıkları fark ettirerek gösterebildiğimi düşünüyorum. Hayatta ger birimizin ucundan tutması gereken bir şeyler var. Çünkü aktivite olduğumuz kadar hayatı değiştirebildiğimiz etkileyebildiğimiz kadar iyi bir yaşantımız olacak. Doğru bilgiye ulaşmak için çok araştırmak, çok okumak, yenilmemek hatta biraz paranoyak olmak şart. Ben de biraz öyleyim. Eserlerimin hayata katkısı olsun, işe yarasın. Sizlere dokunsun. Duygularınıza, hayatınızda seçimlerinizde sizi tetikleyen ufacık unsurlardan biri olsun. Şöyle düşünün bir dünya görüşüm ve sahip olduğum bilgiler var, yaratıcılığımla birlikte tüm bu meraklarımı da harmanlayarak eserlerim sayesinde onları insanlara ulaştırarak aktarmış oluyorum. İşte bu noktada psikoloji ve felsefe en azından benim hayatımın tam merkezindedir.

Amigdala ve Eudaimonia serilerinde de nörobilim ve ruh sağlığı terimlerini tercih etmen çok ilgi uyandırmıştı. Sergilerinin isimlerini seçerken neler hissediyorsun?

Bu terimleri seçtim çünkü ben psikoloji ile beslenen ve yoluma bunu da dahil ederek devam etmek isteyen bir sanatçıyım. Ama bu yolculuk herkes için farklı olabilir. Vazgeçmediğiniz sürece iyi bir şeyler yapmak için daima bir fırsatınız var. Hiçbir şey için geç kalmış hissetmeyin yeter.

Hissiyat meselesine gelirsek bende her şey merakla başlıyor. Merak ediyorsunuz ve neyi merak ediyorsanız merak ettiğiniz şeye dönüşürsünüz. Bugünkü dünya merak ediyor mu yoksa merak edilenler üzerinden kendilerine bir dünya mı yaratıyorlar? Neyi merak etmemiz gerekiyor? İşte ona siz karar vereceksiniz. Sanatçı ortaya koyduğu eserlerle sadece kendi deneyimlerinden bahsedebilir ben de öyle yapıyorum.

Neyi meral etmek istiyorsanız neyi ifade etmek istiyorsanız siz seçeceksiniz ve karar verdiğiniz seçtiğiniz üzerine düşündüğünüz sizin seçtiğiniz her konu size yapışacak. Merakın dinlemeyi seçtiğin şeydir. Neyi merak ettiğini seçeceksin ve seçtiğin her şey sana bir şey katacak. Bir düşünce bir anlam bir farkındalık sonra bunu açığa çıkartacaksın. Yani ben içsel duygularımla senkronize olup bu duyguları açığa çıkarmakla başlıyorum aslında.

2021'de üç sergini gezme imkanı buldum. 2021 senin için nasıl bir yıldı? Pandemide evde kalmak ve sanatla yoğrulmak sende nasıl duygular bıraktı?

2021 benim için sanatsal anlamda çok yoğun ulusal sergilere katıldığım ve uluslararası "Artist talking" sunumları yaptığım yoğun ve dolu dolu geçen bir yıldı. Bunda pandeminin katkısı var mıydı? Şüphesiz öyle. Pandemiyle birlikte içine girdiğimiz yalnızlık duygusu bende tamamıyla kendi ni görmek ve etrafındakiler görmek algısı üzerine şekillendi. Daha çok yalnız kaldığımız zaman daha da çok üretmeye düşünmeye hayal kurmaya başlıyorum. Ve böylece birtakım düşünceleri kurcalamaya başlıyorum. Dünyanın niye böyle olduğunu hesaplamaya çalıştığımda ise kendime dönüyorum. İnsanı insan yapan şey seçimlerdir. Seçmeyi becerebiliyorsan insan oluyorsun. Mecburiyetin olmadığı halde bir şeyleri öğrenmeye ihtiyaç duyarsan eğer doğru yoldasındır. Kendin için doğru bir süreçtesindir çünkü gelişebildiğin kadar insansındır. Bu duyguların bende tetikledikleri olgularla yeni sergi süreçlerim başladı ve gelişti.

Sergilerinin gelirinin bir kısmını farklı kurumlara bağışladığını geçmiş söyleşilerinden öğrendim. Sosyal sorumluluk bakış açısı ve STK desteği hepimizin içinde olması gereken bir durum diye düşünüyorum. Sen sosyal sorumluluk projelerine nasıl bakıyorsun?

Kesinlikle katılıyorum. Günümüzde sosyal sorumluluk projeleri sanatın ve sanat eğitiminin bireysel ve toplumsal yararlarının günümüzde daha iyi anlaşılması üzerine ortaya çıkarak yaygınlaşmıştır. Sosyal sorumluluğun en önemli amacı toplumsal fayda ve geleceğe umutla bakacak bireylerin yetişmesini sağlamaktır. Sosyal sorumluluk projelerinin insanlara sağladığı en önemli fayda ise duyarlılık geliştirmesidir. İçinde yaşadığı toplumu olumlu yönde dönüştürecek bir şeyler yaptığını hisseden sanatçılar toplumsal koşulları ve eşitsizlikleri değiştirmek için ciddi bir çaba sarf etmiş oluyorlar. Bu da çok önemli bir adım. O yüzden sosyal sorumluluk projelerinde yer almak benim için çok önemli ve değerli.

Özel hayatında Sonia nasıl bir kadın? Aile olmak, anne olmak ve sanat camiasını nasıl dengeliyorsun?

Duygu yüklü bir kadınım her şeyden önce. Aslında zaten gündelik yaşantımız içerisinde sürekli duygu yüklemeleri yaşıyoruz. Hassas kalpler için dünya cehennemdir derler işte ben maalesef o kadar hassas biriyim. Geliştikçe daha hassaslaşırsınız. Derin bir bakış açım vardır. Yüzeyselliği sevmem ve özel hayatımda da bu tarafım ağır basar. Zaten çocuk heykelleri üreten bir kadınım. Kadın ve çocuk konusunda aşırı hassasım.

Aile kavramı benim için çok değerlidir. Çocuklarım... Arel ve Ares... Onların değeri, varlığı paha biçilemez ve benden -kendim olma durumunda bile- daha önemlidirler. Yani benim için evrendeki her şeyden daha önemlidirler. Evet bana kattığı müthiş duyguların yanı sıra ötekileştirecek derecesinde başkalaştırdığım ve kutsallaştırdığım bir kavram da değildir annelik. Bir de bu kavramla birlikte kadın organizmasının kendisinin anlamını bir tekrardan düşünmesinin zamanı geldi diye de düşünüyorum. Çünkü sen kadınsın ve sadece dekolteden, bacak güzelliğinden veya güzel bedenden ibaret bir şey değilsin. Sen çok daha güzel değerli bir şeysin. Sen toplumdaki en önemli şeysin. Çünkü toplumu doğuran şey sensin. Bunun yanında anne kavramı ise kutsallaştırdığım bir olgu değildir. Annelik deneyimseldir. Bana, kadınlığıma, ruhuma şüphesiz katkıları olmuştur. Benim için anne olmak çok özeldir ama anne olmayı tercih etmeyen insanlar içinde bir eksik değildir. Bunu da özellikle belirtmek isterim. Sanatımda ise dengeyi kurarken "mecburiyetin olmadığı halde bir şeyleri öğrenmeye ihtiyaç duyarsan eğer doğru yoldasındır Sonia" derim kendime. "Kendin için doğru süreçtesindir" der ve yoluma devam ederim. Çünkü gelişebildiğin kadar insansındır. Evrenden ayrılmadan önce bir şeyler yapmak istiyorum. Yaratmak, üretmek ve ürettiklerimle bir yol göstermek, bir seçenek sunmak istiyorum. Dolayısıyla bu bir transformasyon. Bir şeyden baka bireye dönüşüyorsun. Ve bunu öyle köklü bir şekilde yaşıyorsun ki (biteysin, kadınsın, annesin, sanatçısın) sadece sahip olduğun bilgiler değil dünyayı algılayışında değişiyor. Hayat zaten katman katman değil mi? Önemli olan bu katmanda emek ve çaba vererek yolculuğa devam ediyor olmamız.

Bir konuşmamız sırasında Versace markasını çok sevdiğinden bahsetmiştin (gülüşmeler) Hayal edelim dünyaca ünlü bir marka için eser üretmen gerekse sen hangisi olmasını isterdin?

Kesinlikle Versace :) Sanırım bu markaya karşı kendimi içselleştirdiğim bir olgu var. Ciddi bir marka takıntısı olan biri değilim ama bir iki marka konusunda hassasım diyelim. Versace de bunlardan biri :)

Sanat dünyasının hatırı sayılır sergilerinde yer alan bir Türk Sanatçısı olarak sanatçı olmak isteyen gençlere neler önerirsin?

Hayatı iyi deneyimleyebilmek için içerisinde bulundukları beden araçlarını iyi kullanmaları gerektiğini ve bunu yaparken de çaba sarfetmeleri gerektiğini söyleyebilirim. Çünkü çabasız bir ömür nasıl yaşanır ki? Biz çabaya geçtiğimiz zaman, birtakım duygular ve bilgiler emek verdiğimiz zaman yaşama motive oluyoruz. Öbür türlü, hiçbir şey yapmak istemeyeceğimiz bir zaman diliminde yaşamışlık olurdu. Adanmışlık duygumuz olmalı. Adanmışlık duygusunun hayatta katkısı olacak bir yanı olmalı. Ve gençlere şunu söyleyebilirim. Hayatınızda size yaşam sevdası ve yaşama heyecanı verecek gerçekten birlikte öğrenebileceğiniz insanlar olsun. Bu insanları bulup onlarla bir arada olmaya devam edebilmek önemli. Yani aynı kaynaktan gelen insanları bulun. Yalnız değilmişim duygusunu yaşatsın bu durum size. Yeni insanlar katabilmek kendinize. Çünkü biz biribirimize düşünce ve duygu bulaştırabilen varlıklarız. Ve bununla bağlantılı olarak da başarıyı herkes kendi içsel dünyasında tanımlasın. Ve bu başarı illa bir prototipe oturtulacaksa her kişinin kendi potansiyelini en üst seviyede doldurmasıyla ilgili olsun. Ve tabii her ne seçimde bulunurlarsa bulunsunlar hayatlarındaki tercihlerini aşkla yapsınlar, aşkla tutkuyla bu inançla yeni yeni adımlar atsınlar hayatlarında. Bu onlara kendi başarı süreçlerinin kapısını açacaktır. Başarı dediğim şey para değil burada... Öncelik para olmaz, olmamalı. Cevap bir ilişki kurma biçimi, bir bağ, bir aktarım. Siz kendiniz için hayata katkısı olacak iyi bir şey dizayn edin. Ve size bu niye olmaz diye açıklama yapan insanları dinlemeden o şeyi gerçekleştirmek için çabalayın. Çok güzel cevabını alacaksınız.

2021'in son söyleşisini yapmak seninle kısmet oldu :) 2022 hayallerini ve okuyucularımız için 2022 dileklerini alabilir miyim?

En büyük dileğim farkındalığımızı geliştirmek olsun. İnsanın kendi öz çabası insanın en iyi arkadaşıdır. Eğer sen en iyi arkadaşına emek vermiyorsan kendi öz çabanla iletişime geçmiyorsan, birtakım duygu ve düşüncelerin neden var olduğunu merak etmiyorsan zaten kendi öz çabana emek vermeyen bir varlık olarak demek ki böyle bir farkındalığı hak etmiyorsundur. Her farkındalık, insanı geliştirecek her şey gibi hak edilmeli. Yani bunu önce hak etmeliyiz. O yüzden hak etmediğin her şey zaten senden alınacak. Ama hakediyorsan eğer, hak ettiklerinin hiçbirisini zaten sen hiç kimse alamaz. Çünkü daima zaten kendi içinde taşıyacaksın. Öyleyse hak etmek için kendi öz çabamızla bir şeyler üretmekten vazgeçmeyelim.

Sevgili Sonia, güzel düşüncelerinle değer kattın, zaman ayırdın, paylaştın. Çok teşekkür ederim. Senin nezdinde tüm okuyucularımızın yeni yılını en içten dileklerimle kutluyor, sağlık başta olmak üzere herkesin hayal ettiği gibi yaşayacağı bir yıl diliyorum.

2022'in ilk yazısında görüşmek üzere.

Mutlu yıllar...

Yeşim Mutlu

@yesimmutlu @yesimmutlu71

Yazının devamı...

Emrah Koçak: "İşim sanat üretmek"

Kişisel dinamiğimde "Yeşim Mutlu ile Evden Sohbetler" pandemi de ortaya çıkan bir canlı yayın süreci oldu. Evden sosyalleştiğimiz günlerde bir ara beş canlı yayın yaptığımı biliyorum. Bu süreçte çevrimiçi birçok insanı tanıma imkanı buldum. Emrah Koçak ile de canlı yayın vesilesi ile tanıştık. Yayın sonrası hikayesini ele alayım, bir söyleşiye dökeyim istedim ama olmadı. O süreçte Emrah Koçak eserleri ile tanışarak en çok dinlediğim sanatçılardan biri haline geldi.

Sevgili Emrah Koçak ile kendimizi tesadüfler silsilesinde bulduk. İşin en güzel yanı da ikimizin de Çanakkale topraklarına olan bağımızdı. Bu sohbeti sizlere çok daha önce aktarmam gerekirdi. Kısmet bugüneymiş. Sevgili Emrah; geç olsun ama güç olmasın değil mi?

Sevgili Emrah Koçak, hayat hikayenle başlayalım mı?

İstanbul'da doğdum. Klasik müzikle tanışmam Şişli Terakki'de ortaokul yıllarımda oldu, gitar ile tanışmam ise 20'li yaşlarımda... Solağım, o yıllarda Unkapanı'ndan aldığım orta kaliteli bir gitarın tellerini ters yönde bağlayarak gitara kendi kendime başladım ve çok kısa sürede o dönemde kafelerde çalana arkadaşlarıma eşlik eder hale geldim. Zaten çok sevdiğim ve tutkunu olduğum müzikten bir de iyi para kazanmaya başlayınca eğitimini alarak mesleki anlamda bu işi yapmaya karar verdim. İlk ciddi klasik gitar derslerine Utku Özkanoğlu ile başladım. Daha sonra İstanbul ve Atina'da girmiş olduğum sınavlar ile Thames Valley University London College Of Music Klasik Gitar performansında lisans diplomamı aldım. Diplomama YÖK'ten denklik gelmeyince İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Gitar Bölümü'ne girdim. Burada da Erdem Sökmen ile çalıştım. Bu çok keyif alarak eğitim aldığım okulu maalesef bitirebilmiş değilim. Bir yandan aktif performans hayatım ve aile hayatım devam ederken bir yandan da konservatuarda ders tamamlamak 30'lu yaşlarda biraz zor oluyor.

2006'dan bu yana yurt içi ve yurt dışında stüdyo gitaristi olarak çalışıyorsun. Çok sayıda sanatçı ile çalıştın. Çok kişinin eserlerinde görünmez kişi sensin :) Biraz bunu konuşalım mı? Kimlerle çaldın, hangi şarkılarda imzan var?

Açıkçası çok çeşitli tarzda yüzlerce sanatçı var. Müslüm Gürses, Yıldız Tilbe, Oğuzhan Koç, Sinan Akçil, Berdan Mardini, Grammy ödüllü Jimmy Burney, Faslı Asmaa Lazraq şu an ilk aklıma gelenler. Bizler stüdyo kayıtlarında şarkıların düzenlemesini yapan aranjörlerle genelde muhatabız ve kime çaldığımızı pek bilmeyiz. Hemen hemen her gün bir stüdyodan diğerine koşturuyorum. Çaldığım şarkıların listesini yapmam ya da takip etmem imkansız, çok çalışıyorum. Ancak şarkının künyesinde adım yazıldığında ya da sosyal medyada etiketlendiğimde haberim oluyor. Arada radyolarda televizyonda denk geldiğimde "Aa bu şarkıyı ben çalmıştım" diyorum. Popüler müzik mutfağında çalışıyorum ama popüler müzik dinleyicisi değilim. Tabii sadece Türkiye'deki şarkılara çalmıyorum. Arap ülkeleri başta olmak üzere Amerika, Hindistan, İsveç'ten aranjör arkadaşlarıma da buradan gitarlar kaydedip yolluyorum.

Handel'in keman için yazdığı üç eser, klasik gitar için uyarladın ve sonrasında dünyanın en prestijli gitar ve klasik müzik kanallarında performansın yayımlanmaya başladı. Bu noktaya ulaşmak hiç kolay değil. Rica etsem hikayesini paylaşabilir misin?

Klasik gitar eğitimine başlamamla beraber klasik gitar repertuarı ile de tanıştım. Ortaokuldan beri klasik müzik dinleyen ve içinde olan biriyim. O yıllarda çoğu yaşıtımın aksine evde Mozart'ın piyano eserlerini, Beethoven'ın keman konçertolarını, Handel'in opera aryalarını dinlerdim. Gitarı çözmeye başlayınca da repertuarda olmayan ve sevdiğim eserleri gitarda nasıl çalarıma kafa yormaya başladım. Handel bana göre sadece yaşadığım, adına sonradan Barok dediğimiz dönemin değil insanlık tarihinin en melodik, zirve bestecilerinden birisidir. Bizim gitarcılıkta çağdaş Bach daha popülerdir, fakat ben Bach'ın gitar uyarlamalarını bir türlü sevemedim. Girdiğim akademik sınavlarda da Bach yerine hep Handel'den kendi düzenlemelerimi çaldım. Bu hali hazırda düzenlediğim eserlerden üç tanesini 2020'de kayıt ettim ve dijital olarak bir şirkete bağlı olmadan dağıttım. Videoları da dünyanın en prestijli gitar kanallarından, projeyi de anlatarak Siccas Guitars'a yolladım. Çok çabuk cevap verdiler ve üç videoyu da kendi kanallarından yayımlamak istediklerini söylediler. İlk olarak Allemande yayınlandı. Yayınlandığı akşam 10.000'dan fazla izlenmesi vardı. Beni Instagram da bir anda takip etmeye başlayanlar, yazanlar, yorumlar. Müthiş bir duyguydu...

Ben aynı zamanda klasik repertuarın ünlü eserlerini de DNA'larına sadık kalarak değiştirip çalıyorum. Bunlardan ilki Francisco Tarega'nın "Lagrima"sı yine ünlü klasik müzik kanallarından Wocomo Music'te yayınlandı, şimdi ikincisi geliyor. Karakter olarak var olanla uğraşmayı pek sevmiyorum, yeni şeyler yapıyorum, kimsenin yapmadığı şeyler yapıyorum, risk alıyorum ama mutluyum.

Gitar performansların TRT 3, ABC Radio, Scala Radio, Nacional Clasica vb. farklı ülkelerde dünyanın en büyük klasik müzik radyolarında çalınıyor. Ülkemizde sanatçı olmak çok zorken sen çok özel bir alanda eserlerinle uluslararası bilinirliğe sahipsin. Bugünleri hiç hayal etmiş miydin?

Dediğim gibi farklı, daha önceden olmayan şeyler yapıyorum. Bu yüzden dikkat çekti ve çekmeye devam ediyor. Saydığın bu önemli klasik müzik radyolarında listelere girdim. "Three Handel Pieces On Guitar" bu radyolarda çalıyor, istek alıyor. Arjantin Nacional Clasica'da bana özel bir program yapıldı. İtalya'da 2 platformda. Amerika'da Broadwayworld'de uzun uzun röportajlar verdim. Sosyal medyada İrlanda'dan Kanada'ya, İtalya'dan Şili'ye kadar birçok ülkeden müzisyen ve müzik eleştirmeninden çok güzel tepkiler alıyorum. Hayal etmiş miydim? Evet, yani yaptıklarımın farkındayım, mutlaka bir şekilde dikkate alınacaktım, "Türk" olmama rağmen.

Pandemiyle birlikte hepimiz zor günlerden geçtik. Sanatçılar en çok etkilenen grupların başında geldi. Sen bu süreci nasıl atlattın? Ya da şöyle sorayım bu süreç sen de ne gibi değişikliklere yol açtı?

Süreç maddi ve manevi anlamda hepimizi zorladı. Sahne işlerimizden aylarca uzak kaldık. Ben bir şekilde ayakta kalabilen, idare edebilen şanslılardanım. Aslında klasik müzik projelerimi piyasada çalma işlerimden kendimi emekliye ayırınca, 60'lı yaşlardan sonra yapmayı planlıyordum. Sonra pandemi geldi ve anladım ki yarın diye bir şey yok. Beklemenin de bir anlamı yok. Yapmak istediğim ne proje varsa hemen hayata geçirmeliyim dedim.

Dijital sanat /NFT) ve sanal evren (Metaverse) son zamanlarda fazlasıyla konuşulmakta. Hatta geçtiğimiz ay Universal Music şirketlerinden 10:22PM, "Kingship" adlı NFT maymunlardan oluşan yeni bir grup oluşturduğunu, Metaverse'de konserler vereceklerini de açıkladılar. Sen NFT ve Metaverse'e nasıl bakıyorsun? Yeni bir eser mi yaratmayı düşünüyorsun yoksa var olan eserlerinle mi ilk etapta olacaksın?

Yepyeni düzenlemeler yapıyorum ve bunlar ile NFT platformunda olacağım. Bunları dijital ya da fiziki olarak çıkarmayacağım, sadece burada satışa çıkacak, kişiye özel...

"Mayısın Selamı" albümünü 2016'da çıkarmıştın. Ardından Handel single geldi. Yakın gelecekte albüm planın var mı? Yoksa dijital mi ilerleyeceksin?

Granados ve Chopin düzenlemelerim var. İçinde bunlarında olduğu 8 şarkılık bir albüm yapacağım. Bir aksilik olmazsa 2022 sonuna yetiştirmeyi planlıyorum, tabii terzi kendi söküğünü dikemezmiş. Başkalarına çalmaktan kendime çalmaya fırsat bulmam lazım :)

Senin eserlerini dinledikçe belgesel, reklam filmi, dizi müziği vb. hayal ediyorum hep. Bu yönde çalışmalar yapıyor musun? (Gülüşmeler) Google yapmadığımı da söylemek isterim. Sana sormak istedim açıkçası...

Aslında yıllardan beri yaptığım çalışmalar var ama maalesef bu işlerde yaptığınız işin kalitesinden ziyade networkünüzün ne kadar kuvvetli olduğu önemli. Acı gerçekler.. Torpil, adam kollama vs. duvarlarını aşamadım ve artık bu alanda çabalamayı bıraktım. Olur da bir teklif gelirse özellikle sinema müzikleri için net çok iyi yaparım. Hali hazırdaki çalışmalarım zaten hakkımda fazlası ile bilgi veriyor.

En favori sanatçıların kimler? Favori bestecilerin, kimleri çalmaktan ve dinlemekten hoşlanıyorsun?

Dinlemekten bu ara en keyif aldığım gitaristler Marcin Dylla ve Yan Kok. Kontrtenor Philippe Jaroussky'ın fanıyım. Gülsin Onay'ın Chopin yorumları muhteşem. Latin müziğini çok seviyorum. Marc Anthony, Rick Martin, Thalia, Gloria Estefan çocukluktan bu yana dinlediğim isimler. Fernando Sor, Dilermanda Reis, Kaspar Mertz, Tarrega.. Bunları gitarcılar bilir.

Eklemek istediklerin...

Her zaman müzikle kal Yeşim, tabii ki sevgili okurlar da. Müzik hepimize iyi gelir.

Teşekkürler Emrah Koçak. Yine, yeniden yeni başarı hikayelerinde görüşmek ve paylaşmak üzere...

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.