SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Çocuk Eğitim Derneği

Yarın 3 Aralık Dünya Engelliler Günü...

Türkiye'de "2020'nin Temmuz Ayında Ulusal Engelli Veri Tabanında Kayıtlı ve Engelli Sayısı 2 milyon 530 bin 376" olarak belirtilmiş. Bu rakam "Engelli Sağlık Raporu" almak için yetkili hastanelere başvurmamış ve hizmet almak için devletle temasa geçmemiş bireyleri kapsamıyor. (kaynak Doğruluk Payı) Tahminlere göre bu sayı çok daha fazla.

Engelli bireyler arasında "İşitme Engelliler" ile ilgili net bir veri bulunmuyor. TÜİK verilerine baktığımızda 15 yaş üstü bireylerin işitme cihazı kullanma oranı %3,9 (2008-2019) İşitme engellilerin, eğitim aldıkları, günlük yaşama ve çalışma ortamlarına uyum sağladıkları diğer ülkelerdeyse durum çok farklı. Maalesef ülkemizde işitme engellilerin büyük bir oranı liseyi bitirmiş olmalarına rağmen okumada ve yazmada zorluk çekiyor.

Günümüzde engelli bireyler adına birçok çalışma hayata geçiriliyor. Umarım hepsi çoğalarak artar. Bu sorumluluk hepimizin!

Bugün size işitme engelli çocukların eğitimlerini destekleyen, sessiz dünyalarına ortak olan "Çocuk Eğitim Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Dr Ömer Cenker Ilıcalı" ile yapmış olduğumuz söyleşiyi aktarmak istiyorum.

Ömer Bey, Çocuk Eğitim Derneği ile ilgili sorularıma geçmeden önce kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

1993 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde eğitimimi tamamlayıp, 1998 yılında Kulak Burun Boğaz Uzmanı ünvanını aldım. 2005 yılından itibaren, tedavilerini gerçekleştirdiğim işitme engelli çocukların eğitim meseleleriyle de ilgilenmeye başladım. Bu alanda hizmet vermek adına kurduğumuz Çocuk Eğitim Derneği'nin Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı yürütmekteyim.

Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı olmanızın bu derneği kurmanızda ve işitme engelli çocukların okul öncesi eğitimlerini desteklemek adına önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Çocuk Eğitim Derneği'ni kurma fikri ne zaman ve nasıl ortaya çıktı?

2005 yılında, işitme engelliler milli futbol takımı ve işitme engelliler camiasındaki çalışmalara gönül veren insanlarla bir araya geldik. Sağlık bizim için ilk basamaktı. İşitme engelinin erken teşhisi ve cihazlandırma konusunda çalışmalar yaptık. Ancak ülkemizde erken dönem işitme engelli bebek ve aile eğitimi konusunun yeterince ele alınmadığını gördük. 2005-2008 yılları arasında dünyanın birçok bölgesinden konusunda uzmanlaşmış eğitimciler ve akademisyenlerle, gerek ülkemizde gerekse yurt dışı ziyaretlerimizde bilgi alışverişi yapma imkanımız oldu. Bu çalışmalar sonucunda erken teşhis edilen ve cihazlanan işitme engelli çocuğun hiç vakit kaybetmeden eğitime başlaması gerektiği konusunda bir fikir birliğimiz oldu. Bu doğrultuda, 2008 yılında 0-6 yaş işitme engelli çocuk ve ailelerine eğitim ve sağlık alanında işaret dili ve sözel dil eğitimi veren bir merkez inşa ettik.

0-6 yaş işitme engelli çocukların eğitimi için kurduğunuz bu derneğin ilk günlerinde en büyük destekçileriniz kimlerdi? Yola kimlerle çıktınız? Kurumsal ya da kişisel destekleri halen devam ediyor mu?

Merkezimiz için yer tesis eden eski Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk'e çok teşekkür etmek istiyorum. Dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı rahmetli Kadir Topbaş da projemizi destekledi. Kendisini rahmetle anıyoruz. Sonrasında Ataşehir ilçe statüsüne kavuşunca, Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi ve ekibi de ilçe sınırlarında kalan derneğimizin tüm çalışmalarını destekledi. Kendileriyle halen, ilçede yaşayan ve engelli çocuğu olan aileler için birebir aile eğitimi ve psikolojik terapi destek çalışmaları yapıyoruz.

O dönem, Acun Medya'nın yapımcısı olduğu bir TV programının sponsorluğu kapsamında dernek binamız inşa edildi. Toplumca tanınan simaların, yerel yönetimlerin yanı sıra birçok bireysel ve kurumsal bağışçımız da oldu. Sosyal sorumluluk projeleri imece usulü yürüyen çalışmalardır. Kuruluş aşamasında bizleri destekleyen herkese gönülden teşekkür ediyoruz. Şu anda halen kurumsal ve bireysel destekçilerimiz ile çocuk ve aile eğitim projelerimiz devam etmektedir.

Kurulduğunuz günden bu yana aynı yerde olduğunuzu sohbetimiz esnasında öğrendim. İlk yıllarda ıssız bir arsa içinde, yol dahi yokken şu an etrafınız binalarla sarılmış durumda. Geçmişten günümüze hem coğrafi hem de dernek olarak değişim sizi nasıl etkiledi?

İlk zamanlar, yol ve ulaşım konusunda ciddi sıkıntılar yaşadık. O dönemlerde Ataşehir genç bir ilçeydi. Ulaşım bizler için çok önemli çünkü tüm çocuklarımızı İstanbul genelinden servislerle taşıyoruz. Servisin yetişemediği yerlerden ailelerimiz kendi imkanları ile merkeze gelmekte. Ulaşılabilir bir adreste olmak, işitme engelli çocuklarımız ve bizler için önemli.

Çocuk Eğitim Derneği olarak "İşitme Engelli" çocukların eğitiminde en çok hangi konularda zorlanıyorsunuz?

Eğitim alanında ciddi sorunlar yaşamaktayız. İlk olarak, erken dönem 0-3 ve okul öncesi dönem 3-6 yaş arası süreçte işitme engelli çocuklarımıza eğitim verecek, konuya özel akademik eğitim almış uzman sayısı az. Bu çocuklarımız, 7 yaş üzeri çocuklara eğitim verebilen işitme engelliler sınıf öğretmeninden ya da özel eğitim uzmanından eğitim almaktalar. Bu süreçte derneğimiz, öğretmenlerimize erken dönem ve okul öncesi dönem üzerine bilim kurulumuzdaki akademisyenlerimiz ve uluslararası ortaklarımızın olduğu platformlarda eğitimler aldırmaktadır.

Ülkemizde özel eğitime ihtiyacı olan çocuklara rehabilitasyon programları kapsamında 8 + 4 ders saati eğitim veriliyor olması, ders saatlerindeki eksikliği göstermektedir. İşitme engelli çocukların da yaşıtları ile aynı ders saatlerinde, aynı şartlarda eğitim almaları için derneğimiz, çocuk ve ailelere rehabilitasyon programı içinde yer alan saatlerin haricinde 18-36 saat arası ekstra eğitim vermektedir.

İşitme kayıpları erken teşhis edilebilirse, tıbbi önlemler ve eğitsel hizmetlerin sağlanabildiği takdirde çocukların hayata kazandırıldığını anlattınız. Özellikle 6 ay- 3 yaş arası erken çocukluk döneminde aile ve çocuk eğitimiyle bu çocukların yaşıtlarıyla paralel bir gelişim gösterdiğinizden bahsettiniz. İşitme engeline sahip çocukları olan aileler nasıl bir yol izlemeli? Neler yapmalı?

İşitme engeline sahip çocuğu olan aileler, mutlaka çocuklarını erken dönemde eğitime başlatmalılar. Bu süreçte çocukla birlikte aile bireylerinin de eğitim programına dahil olmalarını istiyoruz. Beyin gelişiminin en hızlı olduğu, soyut zekanın oluşumunda önemli adımların atıldığı 0-6 yaş arası bebeklik ve okul öncesi dönem sürecinde aileler, tüm dikkatlerini çocuklarının ve kendilerinin eğitimine vermelidir.

Samsung Electronics Türkiye ile işitme engelli çocukların okul öncesi eğitimlerini desteklemek adına Çocuk Eğirim Derneği iş birliğinde "Ses getirenler" projesini hayata geçirmiştiniz. Bugün proje hangi aşamada?

"Ses Getirenler 0-6 Yaş İşitme Engelli Çocuğu Olan Aileleri Uzaktan Eğitim" projesi 2017 yılında başladı. http://www.sesgetirenler.com eğitim sayfasında, işitme engelli çocuğu olan anneler ve babalar, kendileri gibi işitme engelli çocuğu olan ebeveynlerin çocuklarıyla yaptığı etkinlikleri izleyerek evde uyguluyorlar. Uzman akademisyenlerin işitme engelli çocuklarla ilgili tüm sorulara cevap verdikleri, konu anlatımlı bilgilendirici videolarımız var. İşitme engelli ailelerin kendi hikayelerini ve tecrübelerini paylaştığı videolarda bulunuyor. Ses Getirenler, ailelerin evde çocuğu ile birlikte yapacağı etkinliğin materyallerine kadar tüm bilgiyi ellerindeki telefondan, bilgisayardan internet aracılığı ile çok kolay bir şekilde ulaşabileceği bir eğitim portalı.

İşitme engelli çocukların eğitimi konusunda farkındalığı attırmak amacıyla bizlere neler düşüyor? Bireysel olarak biz size nasıl destek olabiliriz?

Ses, beyin gelişimimiz için önemli. Erken dönemde doğar doğmaz teşhis alan çocuklar ya da daha sonrasında farklı sebeplerden ateşli hastalıklar vb. nedenlerle işitme engelli olan bireyler, aileleri tarafından takip edilmeli ve kayıplar göz ardı edilmemelidir. Okuldan geçmiş dönemlerde yapmış olduğumuz taramalarda, ilkokul / ortaokul seviyesine gelmiş ve işitme kaybı olup, ailesinin ve taramaları yapanların dikkatinden kaçan işitme engelli çocuklar olduğunu tespit ettik. Burada öğretmenlerimize de ileri dönemde takip için büyük görev düşmektedir. Biz, farkındalık seminerleriyle, kurumsal iş birlikleriyle çevremizi bilgilendirmeyle devam ediyoruz.

Ömer Bey, siz neler eklemek istersiniz?

Aile eğitimi çok önemli. Ailelerimiz, erken dönemde işitme engelli çocuklarına düzenli olarak eğitim aldırmalı ve kendileri de bu eğitimlere dahil olmalıdır. Özel eğitim alanında hizmet verecek tüm uzmanlar konuya ve yaş aralığına özel akademik eğitim almalıdır. Özel eğitime ihtiyaç duyan çocukların ders saatleri arttırılmalıdır. Kaynaştırma eğitimindeki diğer öğretmen ve uzmanlar, farklılıklar konusunda sürekli eğitimler almalılar. Ayrıca her ilde, her engel grubuna özel, erken çocukluk ve okul öncesi dönem eğitimi veren uzmanlar bulunduran eğitim merkezlerinin açılmasını istiyoruz. Bütün bunların dışında, işitme engelli eğitimi yeniden değerlendirilerek, dünya standartlarında yeni bir organizasyon biçimine kavuşturulmalı. Milli Eğitim ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın iş birliği ile hazırlanacak, uygulanabilir, denetlenen ve geliştirilebilen yeni bir müfredat ve uygulayıcılara ihtiyacımız var.

Engelli bireyleri düşünerek ve düşleyerek hayata tutunmaları için çalışan tüm STK'lara; bu röportaj için sevgili arkadaşım ÇED Yönetim Kurulu Üyesi ve TV8 & Acun Medya İnsan Kaynakları Direktörü Ayşin Altuniç Güven'e, ÇED Yönetim Kurulu Başkanı Dr Ömer Cenker Ilıcalı'ya, ÇED Genel Müdürü Melike Argiş'e çok teşekkür ederim.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

İletişim sanattır

Heyecan dolu bir günü geride bırakırken, duygularımı yaşadıklarımı nasıl anlatacağım? İnsan hayat denen yolculuğunda yaşadıklarını nasıl anlatır? Herkesin hayalleri, hikayeleri farklıyken başrolünde yer aldığı kendi hikayesini nasıl anlatır? İşte tüm bu düşüncelerle bu yazıyı yazmak hiç kolay olmadı.

Her ay farklı sanatçıların öğrencilerle buluşacağı İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Sanat Günleri'nin açılış konuğu olarak "İletişim Sanattır" söyleşisiyle heyecan ve gurur dolu bir günü geride bıraktığımı söylemek isterim.

Üniversite buluşmalarında her zaman çok heyecanlanırım. Kendi öğrencilik yıllarım ve acemiliklerim gelir aklıma. İçimdeki çocuk; diye sorduğunda Herhalde hiç inanmazdım, "hadi canım sen de" der geçerdim. Bugün kendime diyorum ki hayallerin, hikayelerin ve yenilgilerin olmasa bunu yaşayamazdın Yeşim.

Benim hikayem sadece tutkudan ibaret. Kurumsal hayatı bıraktığım, 35 yaşından sonra çıktığım fotoğraf yolculuğunda inandığım değerler, duygular ve bir o kadar da iç sesimi dinleyerek geride bıraktığım yıllara baktığınızda bir gün bile pişmanlığım yok. Nasıl iyi fotoğraflar gerçek hikayeler anlatıyorsa benim de 35 yaş sonrası hikayem fotoğraf. Fotoğrafın iletişimsel gücüne sonsuz inanıyorum. İletişim nasıl sosyal yaşamın temel koşuluysa benim hayat akışımda da fotoğrafla değişti hayatım.

İnsanın var olma yolculuğunda kendini sorgulaması kadar bunu anlatacak bir dili olması nasıl anlamlıdır bana göre. Ve sanat; sürekli değişim geçirse de her zaman insanın kendini ifade etme aracı olarak var olacaktır. Günümüzde NFT ile sanat dünyası yeniden şekilleniyor olsa da hepimiz sanatla birlikte değişiriz. İletişim insanların yaşamlarını sürdürebilmesi için bir ihtiyaçsa sanatta bir kimliktir. Fotoğrafsa iletişim kurmak için evrensel bir araçtır.

Dün iletişim fakültesi öğrencilerinin aldıkları eğitimi pratiğe nasıl döktüklerine şahit oldum. Benzersiz iş çıkaran tüm öğrencileri kutluyorum. Emeği geçen herkese de kocaman teşekkür ediyorum.

Hazirana kadar devam edecek "Sanat Günleri"ni hayata geçiren, heyecanıma ortak olan, ilgisi ve bilgisiyle her an destekleyen İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr Celalettin Aktaş'a çok teşekkür ederim. İnanın işleri "iletişim" olan öğrenci ve akademisyenlerin huzurunda hikayenizi paylaşmak hele "İletişim Sanattır" diye konuşmak hiç kolay değil. Yaşam pratiğimi anlatırken akademik olarak sürçülisan ettiysem affola :)

18 Mart 2021'de ajandama yazdığım O gün hangi duygularla bunu yazdım şimdi anımsamıyorum. İşte dün çok yükselme halindeydim. İletişim çok büyük hızla değişirken; sanat bizi her zaman en güzel duygulara sürüklesin.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

İyi ki çekmişsin Selçuk Metin!

Hayat her zaman siz plan yaparken başınıza gelenlerden ibaret. Evrenin matematiği kusursuz işliyor. Doğru zamanda, doğru yerde olduğunuz zaman hayat akışında olması gereken oluyor. Bu okuyacağınız söyleşi bunun en güzel örneklerinden.

Sevgili Selçuk Metin ile dostluğumuz yıllar öncesine dayanır. Fotoğraf dünyasının bana getirdiği çok güzel insanlardandır. Bir araya geldiğimiz tüm zamanlarda yapmış olduğu işlerle her zaman bizi büyülemiştir. Kendisinin sıkı hayranıyımdır.

Yönetmenliğini üstlendiği; sinema, tiyatro ve kabare denince akla ilk gelen üstat Metin Akpınar'ın yaşamını anlatan "İyi ki Yapmışım" belgeseliyle herkesin gönüllerinde taht kuran Selçuk ile ağustos ayında bu söyleşiye karar verdik. Selçuk bu süreçte bir belgeseli daha hayata geçirme telaşındayken usta tiyatrocu Ferhan Şensoy'un vefatıyla çok derinden etkilendi. Yayınlamayı erteledik. Ah hayat...

Geçtiğimiz akşam tam 30 yıl sonra sahneye çıkan Metin Akpınar'ı "Metin Akpınar ile Muhabbet" 'de izlemek için kendisiyle buluştuğumuzda;

"Selçuk artık röportajı yayınlasak" dedim.

"Olur" dedi.

ve oldu, yayındayız :)

Gelin çok değerli sanatçıların belgesellerine imza atan yönetmen Selçuk Metin'i yakından tanıyalım.

2005 yılında ilk fotoğraf sergimizin video klibini yaptığın günden bu yana hayat ikimiz de de çok değişti. Son günlerde "İyi ki yapmışım" belgeseli ile gündemdesin. Ama gel önce biz seni konuşalım :) Selçuk Metin kimdir? Neler yapar? Hayata nasıl bakar?

Şu aralar pek bir şey yapamıyor maalesef. Peş peşe gelen projelerden başını kaşıyacak vakti yok. Yıllardır fotoğraf çekemiyor. Gerçi drone ile tanıştığımdan beri drone daha çok keyif aldığım bir hobi oldu. Koşa koşa gidip ehliyet alsam da onu da kullanmak iş dışında pek mümkün olamıyor. İş iş iş... Bu aralar böyle, ama işin çok keyifli yanları var elbet. Türkiye'nin en önemli sanatçılarının portreleriyle meşgul olmanın güzel yanları çok fazla. Onları daha yakından tanımak, saatler süren sohbetler. Bugüne kadar çok az kişinin gördüğü çekmecelerde kalmış fotoğraflar, onlara dokunmak o anları hissetmek ayrı bir mutluluk.

Profesyonel iş hayatında muazzam işlere imza attın. İçlerinde seni en çok heyecanlandıran ve bir daha yaşasam dediğin anlar hangisiydi?

20 yıldan fazla süren İKSV kariyerimde çok fazla unutulmaz an oldu elbette. Sophia Loren, John Malkoviç, Claudia Cardinale, Gérard Depardieu, Catherine Deneuve, Harvey Keitel gibi dünya starlarının yanı sıra Türkiye'nin neredeyse tüm büyük sanatçılarının kısa filmleri çok keyifliydi. Hele hele o filmlerin gösterildiği film festivali açılış gecelerindeki heyecan hiç bitmedi. 1998 yılında başlayıp tam 21 yıl süren açılış gecesi heyecanı son yılda bile ilk gün yaşadığım heyecanla aynıydı. Her yıl Nisan ayında tekrarlanan ama heyecanı hiç düşmeyen iki saat. Bir daha yaşasam dediğimse Sophia Loren ile karşılaştığım andır.

Bireysel olarak ta birçok reklam filmi, tanıtım filmi derken muazzam belgesellere imza attın. Yaratma enerjin nereden geliyor? Seni neler besliyor?

Enerji sanırım içerden gelen bir şey. Boş duramıyorum pek. Biraz mesleki deformasyona da uğradığımı kabul etmem gerek sanki. Çok uzun zamandır film izlemedim mesela, bir filmi izlerken bazen kendimi konudan uzaklaşmış bulabiliyorum. Bunu nasıl kurgulamış, bunu nasıl çekmiş derken filmin koptuğu anlar olmuyor değil. Ama elbette beslenme yaptığım araştırmalarla oluyor. Son yıllarda belgesellere yöneldiğimden üzerinde çalıştığım projeler beni dolduruyor sanırım. Ama müzik bambaşka bir yerde tabii ki. Zaten filmde de öyle değil mi?

Sevgili Selçuk, usta sanatçı Metin Akpınar'ın yaşamını konu edinen "İyi ki yapmışım" belgeseli ile Netflix'e hızlı bir giriş yaptın. Bu kadar ilgi göreceğini hiç düşündün mü? Neler hissediyorsun?

Öncelikle çok mutluyum, benim kadar Metin Bey'de çok mutlu. Filmin Netflix'te yayınlanana kadar çok uzun bir serüveni var aslında. 2018 yılı sonlarında başladım projeye. Daha önce ilk tanışıklığımız Haldun Taner belgeseliyle olmuştu Metin Akpınar'la. O belgeselin ardından 3 yıl kadar bir süre sonra kapısını çaldım ve kendisine bir belgesel yapmak istediğimi söyledim. Hemen kabul etmedi elbette, bir hafta bir süre istedi benden. Cevap verene kadar geçirdiğim 7 gün çok zor geçti diyebilirim. Acaba ne diyecek, kabul edecek mi? Kabul ettikten sonra da bir yıla yakın süren "Perşembe" günlerimiz oldu. Neredeyse her hafta perşembe günleri saat:14.00'te çaldım kapısını, bazen gece 2-3'lere kadar çalıştık. Sohbetler, arşivindeki fotoğrafların taranmasını hepsini Metin Bey'in evinde yaptık. Bu çalışmalar bittikten sonra da Zeynep Miraç dahil oldu aramıza senaryomuzu şekillendirdik. Zeynep'le çalışmak büyük şanstı. Çünkü onun Metin Akpınar'a olan sevgisi kadar konuya olan hakimiyeti senaryonun başarısını yarattı.

Filmimizi 2020 başlarında bitirdik ama bu kez de korona başladı. Tam gösterimler yapacağız, festivallere katılacağız derken evlere hapsolduk. 2020 yazında korona biraz rahatlayınca ilk gösterimimizi İstanbul Film Festivali'nin kapanış gecesinde yapabildik. Ve yine evlere kapandık. Bu süreçte Türkiye'deki dijital kanallar artmaya başladı, birkaç teklif aldık açıkçası ama ilk günden beri hedeflediğimiz Netflix sonunda oldu. Filmin Netflix'te yayınlanması, geniş kitleler tarafından izlenmesi adına çok önemliydi bizim için. Şu anda 27 ülkede yayında. Ve ne olursa olsun bu bir belgesel ve bir belgeselin uzunca bir süre ilk 10'da olması, üst basamaklarda yer alması gurur verici elbette. IMDB'de 8.5 gibi hayli yüksek bir puan alması da ayrı bir mutluluk.

Evet. Çünkü Metin Akpınar gibi bir sanatçının değeri tartışılmaz. Kendi deyimiyle "sanat tüketicisinin" ona olan ilgisi, sevgisi ve güveni çok sağlam. Çünkü Zeynep Miraç'ın söylediği gibi o

Tek kelimeyle müthiş bir belgesel. Çok sevdiğimiz Metin Akpınar'ı daha çok daha çok sevdik. Geçmişten günümüze yaşanmışlıkları öyle güzel anlattın ki... Belgeseli izlerken tarihte yolculuğa çıktık. Sen belgeseli çekerken bu tarihin içinde Metin Akpınar ile yaşamak nasıl bir duyguydu?

Metin Bey ile ilk karşılıklı oturup konuştuğumuz günden itibaren hep aklımda Türkiye tarihiyle birlikte günümüze gelmek vardı. Zeynep'le ilk konuşup senaryoyu teklif ettiğimde, onunla da fikrimiz örtüştü. Neticede bu bir ekip işi, kafalarımız çok uyuyordu zaten. Ben ilk günden beri hep Zeynep'le çalışmayı istemiştim ama o dönemde onun başka işleri vardı. Hem kızı Ela daha çok küçüktü, hem de bir kitap üzerinde çalışmaktaydı. Belgeselin yapımı için çok uzun süre maddi destek bulamamız, en sonunda kendi imkanlarımızla filme çekmeye karar verişimiz belki de bizim bir araya gelmemize neden oldu. Çok da iyi oldu.

Metin Bey'e bu süreci yaşamaksa anlatabilecek bir his değil açıkçası. Her sohbetinizde farklı şeyler duyduğunuz, birçok konuda uzmanlık derecesinde bilgili sonu gelmeyen bir ansiklopedi gibi Metin Bey. Evinde geçirdiğimiz çalışma dönemlerinde onun elinden pişmiş yemekler yemek, tüm gece Türkiye tarihinde yaşanmış olayların tanığıyla kimi zaman birebir şahitliğiyle perde arkasını duymak elbette çok enteresan oldu benim için. Ama en çok Türk Tiyatro tarihine dair perde arkasında yaşananları bizzat Metin Bey'den dinlemek çok başkaydı. Hele hele dilinden hiç düşmeyen Zeki Alasya anıları ve anlatımları bana hala onunla yaşadığını hissettiriyor. Basında yazılanlar gibi değil hiçbir şey, belgeselde Zeki Alasya'nın kaybını anlatırken sözünün altı gerçekten çok dolu.

Farklı ülke izleyicileri ya da Türk izleyiciler neler düşünüyor bilmiyorum ama ben belgeseli izlerken çok duygulandım. Yeri geldi gözlerim yaşardı. Bu kadar yaşayan ve hissettiren bir kurgu nasıl ortaya çıktı? Sende kalan izler nasıl?

Bir defa izlerin silinmesi mümkün değil. Metin Bey'le bir mücadele verdik biz ve gerçekten çok yakınlaştık. Biz çalışmaya başladıktan yaklaşık bir yıl kadar sonra bir dava süreci yaşandı, tüm Türkiye üzüldü bence. Ama o günlerde yakınında olan kişilerden biri olarak ben ayrı etkilendim süreçten., Metin Bey hep dimdik ayakta ve söylediklerinin arkasındaydı. Ama eşi Göksel Hanım bu süreçten en çok etkilenen isim oldu. 60 yıl aynı yastığa baş koyduğu eşinin yaşadığı bu süreç belki de onu belgeselimize dahil edememizle sonuçlandı. İlk günlerde belgesel için en çok heyecanlanan isimlerden biri olan Göksel Hanım'ı ne yaptıysam filme dahil edemedim ne yazık ki.

Sanırım Metin Bey'le yaşadığımız bu süreç belgesele de yansıdı, Türkiye gibi belki de; bir ileri iki geri! Bu ülke sanat hayatı muhteşem başarılarla dolu, Türk tiyatrosunun 25 yılına damgasını vurmuş sanatçısına teşekkürü adliye koridorlarında etti. Ama her şeye rağmen duygusu yüksek herkese dokunan bir belgesel oldu bence. Bunu sosyal medyadan takip ediyorum, gelen yüzlerce mesajda dikkatimi çeken bir nokta var. Filmin her dakikasından paylaşımlar yapılmakta neredeyse, tüm katılımcıların söylediklerinden alıntılar yapılıyor Bu da filmin yönetmeni olarak bana ayrı bir mutluluk veriyor elbette.

Selçukcuğum; belgesel boyunca öyle derin sözler var ki.... Hem fotoğraflar hem de akan söyleşiler insanda dolu dolu bir yaşamdan kesitleri gözler önüne seriyor. Kaç fotoğraf karesi arasından o kareleri seçtin? Kaç saat çekim yaptın?

Yaklaşık iki bin beşyüze yakın fotoğraf taradık ve toplamda 27 saat kaydımız var. Metin bey'in konuşması yaklaşık 7 saat. Elbette bazı fotoğraf ve video kayıtlarının kalitesi çok kötü olduğundan kullanamadık. Ancak en çok üzüldüğüm Zeki Alasya ile olan "Güle Güle" filminden kullanamadığım sahne oldu. Telif iznini alacak yapım şirketini bulamadığımız için çıkarttığım sahne içimde bir yara olarak kaldı maalesef.

Çok samimi, çok içten, çok duygu yüklü bir belgeseldi. Tüm ekibin emeklerine sağlık. Yaşayan efsaneleri yaşarken çekmeye devam ettiğini biliyorum. Hatta söyleşi için konuşurken Genco Erkal'ın hayatını anlatan "Genco" belgeselinin gösterimi söz konusuydu (Selçuk ile biz bu söyleşiyi ağustos ayında yaptık eylül ayında Genco gösterime girdi) . Başka kimler Selçuk Metin belgeseli olarak karşımıza çıkacak?

Evet aslında 20 yıllık kariyerime tek başına devam etme kararımın altında yatan sebep bu. Bizi biz yapan sanatçıların hikayelerini kendinden dinlemek. Türkiye'de sanatçı olmanın zorluklarını, mutluluğunu birebir onlardan duymak. İşte bu sebeple çıktım yola. Genco Erkal filmimiz galasını yaptı, şimdi sırada bitmek üzere olan ve çok heyecanlı bir diğer isim Haldun Dormen belgeseli var. Türkiye'de sanat tiyatrodan ibaret değil elbet henüz kesinleşmese de klasik müziğe yönelecek gibiyim biraz. İsimler netleşmeden projeler başlamadan açıklamak doğru değil diğer isimler de sürpriz olsun. Ama hayli uzun bir süre çok yoğun günlerin geçeceğini söyleyebilirim.

Selçuk, üstatların belgeselleri sonrası sana sormak istiyorum: Bir ömür nasıl yaşanır?

Bir hayat dimdik yaşanır, eğilmeden bükülmeden. Sevdiğin işi yaparak, keyif alarak ve yaptığın iş ne olursa olsun özen göstererek. Severek yaşanır, eşini, çocuklarını, komşularını, ülkeni, içine çektiğin nefesi. Kısaca, insan olmaya çalışarak yaşanır.

Sevgili Selçuk sana çok teşekkür ederim. İznin olursa Selçuk Metin imzası taşıyan diğer belgesellerin hikayelerini paylaşmak isterim.

Tabii ki Yeşim, hep birlikteyiz...

Saygılı, sevgili, sanat dolu yeni söyleşilere...

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Hayat besinim "başarı"

demiş Atalarımız. Avukat Sedef Selçuk Çelik ile de tam böyle oldu. Bundan iki hafta kadar önce Ferhat Göktaşlar (arkadaşım) ile bir araya gelmiştik. Sohbet sırasında podcastten bahsederken "Benim avukatım da podcast yapmaya başladı" dediği an konu çok ilgimi çekti. Açıkçası çevremdeki avukatlardan henüz podcast kaydeden yoktu.

"Ferhat, beni tanıştırır mısın? Merak ettim, neden podcast yapıyor " diye sordum.

"Bakarız, sorarım vb." dedi geçtik. Konuyu akışa bıraktık.

Geçen hafta Ferhat (Göktaşlar) Sedef Hanım ile beni bir araya getirmek için gün ve saat ayarlamaya çalıştı. Açıkçası ne saatler ne de gün tutmayınca "Zorlamayalım olacaksa olur olmazsa da kalsın" dedim. Olacakmış hem de ne güzel olacakmış.

5 Kasım 2021 cuma günü sadece ismini bildiğim ve podcast hikayesini merak ettiğim kadın ile buluşmak için evden çıktım. Randevularıma geç kalmayı sevmediğim gibi bekletilmeyi de hiç sevmem. Maalesef zamanından çok önce çıkmama rağmen Bahçeşehir- Mahmutbey arası farklı üç kaza sebebiyle trafik durmuş. Kaçacak başka yol yok mecbur bekliyorum. "İçimden diyorum yahu bu işte bir iş var. Buluşmaya gidemiyorum bile. Ya çok kötü geçecek ya da çok güzel geçecek..." Sonuçta geç kaldım. Geç kaldığım gibi 150 metre alan içinde yeri bulamayıp döndüm durdum, kabus gibiydi. Bu arada sesim stresli, vücudumun her noktasından gerilim fışkırıyor. Sonunda Yeşilköy'de bulunan ofislerine ulaştım. Kapıdan girdim muazzam bir terasa aldılar beni. Oh güneş, mis gibi hava derken tüm stresim geride kaldı. Sedef Hanım'ın nazik karşılaması ve güler yüzüyle ortam iyice aydınlandı. Sohbet henüz koyulaşmadan, daha neden podcast kısmına gelmeden Sedef Hanım'ın Çanakkale'li olduğunu öğrendim. İşte o andan sonra ne stres kaldı ne de diğer hisler.

Sevgili Sedef Selçuk Çelik; kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

Ben, hayat besini başarı olan bir kadınım. Elde ettiğim her başarının sonucunda iyi bir şeye hizmet etmiş olmayı, mutlaka insanları ve kendimi mutlu etmeyi, ve bir şey üretmeyi hedeflerim. Bu şey bir nicelik olabileceği gibi bir fikir bir duygu da olabilir. Kısaca ben bu hayatta düştüğüm yerden bir avuç toprak ile kalkmayı kendime felsefe edindim. Bu felsefe benim pratik zekamı geliştirdiği kadar üretkenliğimi de arttırdı. Benim işimde kaosu iyi bir şekilde yönetebilmek çok önemli. Bu nedenle önüme gelen olayda sadece mevcut deliller ile yola çıkmak yetmeyebiliyor, kazanmak için bazen kurduğunuz cümle, sorduğunuz soru elinizdekilerden daha önemli olabiliyor. Bu felsefe ile yola çıktığımda daha üretken ve daha başarılı olduğumu gördüm. En başında da söylediğim gibi hayattaki hedeflerim için çok güzel bir yol oldu.

Üniversite eğitiminiz sonrası hayat yolculuğunuz nasıl değişti?

Benim küçüklüğümden beri hayalim psikolog olmaktı. Bu hayalim hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra devam etti. Ancak iş hayatına atılınca gördüm ki aslında her davanın temelinde psikolojik bir süreç var ve meslek dilinde buna "kaos" deniyor. Şimdi kurduğum bu altyapıda bana danışan müvekkillerimi yaptığımız görüşmelerde önce yargılamanın psikolojik süreci için hazırlıyorum ve böylece bu süreci iki taraflı olarak daha sağlıklı yönetiyoruz. Bu yöntem ile her müvekkil kazandığımda işimden çok ailemin büyüdüğünü hissediyorum. Onlar da aynı fikirde olunca mesleğimi daha büyük bir aşk ile idame ettiriyorum. Her gün büyük bir şevk ile güne başlayıp büyün yorgunluğuna rağmen aynı şevk ile günü tamamlıyorum. Aslında söylediklerim bu soruya tam cevap vermiyor, hayat yolculuğum çok çetrefilli ve zor ama bu okuyucuya bireysel tecrübemi gösterecek ancak benim verdiğim cevapta vermek istediğim bir mesaj var; bu mesajı Pierre Corneille'nin bir sözü ile açıklamak istiyorum;

Sonuç her zaman bir son değildir, siz bu sonucu mutlu sona çevirebilirsiniz. Bunun için yapmanız gereken tek şey; her ne iş yapıyorsanız yapın bunun içinde bir arka bahçe oluşturmak. Bu arka bahçede ürettikleriniz ile elde ettiğiniz şeyi sevmeyi hedefleyin. Bunu ben denediğimde işe yaradı, eminim deneyen herkes başarılı olacaktır.

Özgeçmişinize baktığımızda "Sermaye Piyasası Uzmanlığı"ndan, sağlık hukukuna geniş bir yelpazeye rastlıyoruz. En çok hangi alanda avukatlık yapmaktan keyif alıyorsunuz?

Bu soruya da bir hikaye ile başlamak isterim.

"Muhammed Celalettin Rumi ve daha çok bilinen adı ile Mevlana, bir cuma günü camiye giderken atının önünü biri keser, Şems- Tebrizi...

Ey Selçuklunun ulu hocası, Beyazıt Bestami der ki "Ben Rabbimi hakkı ile bildim ", Hazreti Muhammed (S.a.v) der ki "Ben Rabbimi hakkı ile bilemedim." Şimdi sorarım sana Beyazıt Bestami mi büyük, Hazreti Muhammed (S.a.v) mi büyük?

Mevlana biraz da öfkelenerek cevap verir; Bestani bir kıyıdan denize baktı ve gözünün gördüğü kadarıyla ben Rabbimi hakkı ile bildim dedi, ancak Muhammed o denizin içine daldı yüzdü, yüzdü ama sonunu bulamadı. Tabii ki Hazreti Muhammed büyüktür.

Şems cevap verir; Ey Mevlana madem böyle diyorsun öyle ise neden kıyıda dolaşıyorsun?"

Maalesef Türk toplumunda bilgiye dinleyerek ulaşmak daha fenomen bir yaklaşım. Kitap okuma alışkanlığımız bir sebep ile gelişmedi, bu nedenle okuyarak değil dinleyerek öğrenmeye çalışıyoruz ve başkasının anladığı kadarından anladığımız kadarını biliyoruz. Ben buna karşıyım bu nedenle merak ettiğim her konuda eğitim alıyor ve okuyorum. Genellikle iş davaları, boşanma davaları, tazminat davaları ve sağlık hukukunu ilgilendiren davaların daha yoğun olduğu için İş Hukuku ve Aktüerya Hukuku Bilirkişi Eğitimi, Pozitif Psikoloji ve İlişki Danışmanlığı, Sağlık Hukuku eğitimleri aldım. Bilirkişilik yapmıyorum ama her davada usulen alınan bir bilirkişi raporunu incelerken ve eleştirirken bu eğitimlerden edindiğim bilgilerim bana oldukça fazla yardımcı oluyor.

Lisans üstü eğitimimi İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde Sermaye Piyasası Uzmanlığı bölümünde tamamladım. Bu alan oldukça spesifik ve hukukun dışında düşünülür. Çünkü biz hukukçular birçok davayı deliller üzerinden değerlendiririz. Cloud sistemi henüz hukuk içerisinde tam olarak yerini bulamadı. Ben kendimdeki açıktan yola çıkarak para piyasasını ve varsayımlar üzerinden düşünmeyi öğrenebilmek için bu eğitime ihtiyaç duydum. Bugün yüksek lisans eğitimden öğrendiğim bilgi ve deneyim sayesinde müvekkil şirketlere daha ufku açık bir danışmanlık sunabiliyorum. Bu eğitim benim bakış açımı genişletti ve hukukun dışında müvekkillerime projelerinde de danışmanlık hizmeti vermemi sağladı.

Keyif aldığın alan sorusunun cevabını vermekte güçlük çekiyorum, bir alan belirtsem diğer alana ayıp etmişim gibi geliyor. Bu nedenle bu soruya hukuku ilgilendiren bütün alanlardan keyif alıyorum olarak cevap veriyorum. İmkansız dursa da her davada mutlaka aldığım bir eğitimin işe yaradığını görüyorum. Yeni meslektaşlarıma şiddetle sadece sevdikleri değil merak ettikleri her alanda gerekiyor ise ekstra eğitim almalarını öneriyorum.

Eşiniz Çağrı çelik ile aynı ofisi paylaşıyorsunuz. İş hayatını eve taşıyor musunuz? Ya da evi işe taşıdığınız oluyor mu? (Gülüşmeler)

Mesleğimin 13.yılı içerisindeyim, bunun 6 yılı Av. Çağrı Çelik ile aynı ofiste geçti. İmkansız gibi duruyor ama şimdiye kadar hiç sorun yaşamadık :) Tıpkı doktorlarda olduğu gibi bizde de müvekkil mahremiyeti çok önemli, her müvekkil ofiste ikimizi görüyor ancak her birimiz kendi müvekkilimize hizmet veriyoruz. Bu halde birbirimizi aynı ofiste günlerce görmediğimizi biliyorum. İşleyişteki yerinizi doğru belirleyip karşılıklı saygı çerçevesinde çalıştıkça inanın hiç sorun olmuyor. Prensip olarak eve iş taşımasak da bazı davalar da birbirimize fikir alışverişi ile destek veriyoruz.

Az önce eşiniz Çağrı Bey'in "Eşim o kadar yoğun ki çok zaman ona ulaşamıyorum, eşimi göremiyorum" sözlerine bizzat şahit oldum. Görünen o ki temponuz çok yüksek. Allah bozmasın. Oğlunuz Aden'in doğumu öncesi doğal doğum yapabilmek için "Doula" eğitimi aldığınızdan bahsettiniz. Nasıl bir deneyimdi? Anne olmak hayatınızı nasıl değiştirdi?

Şimdiye kadar anlattıklarım mesleki vizyonum ile ilgiliydi. Ama bu soru bu hayatta edindiğim en muhteşem deneyime ilişkin bir soru. Az önce de bahsettiğim gibi merak ettiğim her konuda eğitim almayı amaçladım aynı zamanda yaptığım işi en iyi ve doğru şekilde yapmak da amaçlarım arasındaydı. Doulalık eğitimi aslında kendi deneyimim ile ilgiliydi. Sonrasında 0-7 yaş eğitim koçluğu eğitimi de aldım. Ancak Aden'e hamile olduğumu öğrendiğimden bu yana şunu anladım ki annelik bir üçüncü kişinin sana öğretebileceği birşey değil. Bana göre bir anneye anneliği sadece çocuğu öğretebilir. Bir anne ise çocuğuna sadece iyi bir insan olmayı ve mutlu olmayı öğretebiliyor.

Genelde her anne bu sözü kullanır;

Ben de bu annelerden biriyim, sadece bir farkla; anne olabilmek için illa doğurmak gerekmiyor, annelik hormonu size sadece korku ve kaygıyı getiriyor, bunun dışındaki bütün duygular ona her baktığında büyüyerek çoğalıyor. Herhangi bir canlıya sahipseniz ve onun gelişimi, sağlığı, mutluluğu konusunda korkup kaygılanıyorsanız siz annesiniz. Ben anne olmadan önce sadece tatlı güzel bebekleri severdim ve anneleri eleştirirdim. Ancak anne olduktan sonra bütün bebekleri ve bütün anneleri sevdim. Bendeki en köklü değişim bu oldu. Bunun dışında Aden'in bana bir emanet olduğu bilinci ile hareket etmeye çalışıp onun için aldığım kararlarda kendi doğrularımın önüne onun üstün yararını geçirmeye çalışıyorum.

Çok kısa bir süre önce podcast yayınlarınız başladı. Yolunuz podcast ile nasıl kesişti?

Bu konuda Ferhat Göktaşlar ve Haldun Altılar'ın çok büyük etkisi var. İkisine de sizin aracılığınız ile teşekkür etmek isterim.

Aslında röportajın her alanında değindiğimiz her konuda eğitim almanın çok okumanın e güzel meyvesi bu benim için. Ben öğrenmek kadar paylaşmayı da seviyorum. Şu anda bu podcastler ile hukuki olarak hem merak edilen soruları cevaplayıp dinleyenleri bilgilendiriyoruz. Hem de ben hörgücümdeki bütün bilgileri daha fazla kişiye ulaştırıp bir nebze de olsa yararlı olduğumu hissediyorum.

Podcast fikri Ferhat Göktaşlar ile bir sohbetimizde o anda oluştu. Sonrasında Haldun Altılar'ın teklifi ile çalışmalara başladık. Kayıtlar, çalışmalar çok güzel gidiyor, umarım dinleyenlerde aynı şeyi düşüneceklerdir.

Açıkçası bir avukat olarak konuşma yeteneğiniz ortada. Alanınızda uzman olmanın ötesinde podcastleriniz de neler dinleyeceğiz? Hukuk kadar bize neler anlatacaksınız?

Podcast, şu anda dünya üzerinde ciddi anlamda ilgi çeken bir platform. Ben boş zamanlarımda kitap okurum ama artık yürürken, araç kullanırken bile ya kitap ya da podcast dinlemeye başladım. "Biz neler yapabiliriz?" diye beyin fırtınası yaparken aslında birçok konuda konuşabileceğimizi keşfettik. Genellikle hukuk alanında merak edilen sorulardan yola çıkarak belirlediğimiz podcast içeriklerini yine sosyal platformlardan dinleyenlerden gelen sorulara bulduğumuz başlıklar altında genişletiyoruz. Dinleyenler ve sorusu olanlar e-posta ve Youtube kanalım üzerinden bize sorularını ulaştırıyor. Biz de bu podcast içeriklerinde bu sorulara cevap veriyoruz. Hukuk kadar aynı bu röportajda olduğu gibi olayların psikolojik ve sosyolojik tarafını da konuşuyoruz. Bu harika mecrada bulunmaktan dolayı gerçekten çok mutluyum.

Meditasyon yapmayı, nefes tekniklerini ve kitap okumayı sevdiğinizi konuşmamız sırasında öğrendim. (Sizden de hiçbir şey kaçmıyor Yeşim Hanım, gülüşmeler) Yoğun temponuz içinde kendinize zaman ayırabiliyor musunuz? Neleri yapmak size keyif veriyor?

Her ne kadar soruları pozitif tarafından bakarak cevaplasam da aslında avukatlık bir üçüncü kişinin derdine ortak olmak demek. Bu nedenle profesyonel bakış açısı ile bakıldığında olayları kişiselleştirmek doğru olmasa da her davada mümkün olmuyor. Mesela bir davamda, teknik bir cihazdan dolayı çıkan yangında vefat eden 5 yaşında bir kızın ailesi üzerinde oluşturduğu zararı doğru hesaplayabilmek için aktüerya bilirkişi eğitimini aldım. Hakim teknik bilgi içeren konularda bilirkişiye başvurur ve aslında böyle bir davada bu hesabı bir Aktüerya bilirkişisi yapıyor. Ama ben bilmediğim bu konuda yetersiz hizmet verebilirim ve müvekkilimin hakkını alamamasına sebep olabilirim kaygısı ile 9 aylık hamile iken bu eğitimi almıştım. Bu gibi üzücü hikayelere kayıtsız kalamadıkça üzerinizde ciddi ve tanımlayamadığınız bir stres birikiyor. Bizler gündelik hayatta beden temizliğini yeterli görsek de aslında zihin ve kalbin de temizlenmeye arınmaya ihtiyacı var. Nasıl bir bilgisayar fazla dolunca kolay işlemleri yapamaz hale gelir, nasıl bir telefonun ahizesi toz ile dolduğunda söylediğiniz tam olarak anlaşılmaz ise zihnimiz de tanımlayamadığımız travmalar ile dolduğunda bizler de yetersiz kalırız. Bu bağlamda meditasyon sadece avukatların değil bütün insanların ihtiyaç duyduğu bir arınma şekli haline geliyor.

Yoga, Nefes Egzersizi, Reiki, Quantum, Theta Healing, meditasyon eğitimleri ve seansları aldım.Bu eğitimlerde amaçladığım bana en iyi geleni bulmaktı. Eğitimlerin sonunda şuna karar verdin. Bu eğitimlerin size kattığı yegane alışkanlık pozitif düşünmek. Röportajın başında da söylediğim gibi önce bu hayatta derdimi de dersimi de sevmeyi öğrendim. Çözüm ararken "Her şerde bir hayır vardır" diyerek başlayıp; bundan daha iyi nasıl olabilir sorusu ile o hayrı bulmaya çalıştım. İnanır mısınız çoğunlukla bu soruma cevap buldum. Bulamadıklarımı zamana bıraktım ve bu zamanın sonunda o hayrın beni bulacağına inandım. Buldu da... Günlük rutin olarak erken uyanıp haftanın 6 günü güne spor ile başlıyorum. Sonra gün başlıyor ve günlük temponun sonuda Aden ile en az 1 saat kaliteli zaman geçiriyorum. Bu beni yeterince medite ediyor. Eğer daha fazlasına ihtiyacım var ise yürüyorum. Bilimsel olarak yürümek daha sağlıklı düşünmeyi sağlıyor.

Çok uzun zamandır özellikle anne olduktan sonra her konuda ticari düşünüyorum. Bunu duyan herkes önce bu cümlede geçen ticari kelimesini parasal bir değer olarak algılıyor. Bu cümlede anlatmak istediğim şey aslında farklı; bahsettiğim ticari düşünmenin karşılığı yarar aslında. İlla karşılığının maddi bir değer olmasına gerek yok. Bir kişi ile sohbet ederken ya da herhangi bir şey yaparken sonucunda bir yarar elde etmeyi amaçlıyorum. Örneğin negatif konuşan, düşünen kişilerle zaman geçirmemeye çalışıyorum. Çünkü fark etmeden etkileniyor ve zihin sohbet arasında geçen cümleleri kopyalıyor. Bunun yanında geçirdiğiniz zaman totalde verimsiz geçiyor. Bana göre o günü zararlı kapatmak demek. Farklı bir anlatımla eğer sohbetten keyif aldıysam, bir şeyler öğrendiysem o gün kendimi karda hissediyorum.

Yıllardır kick box, yoga ve cardio yapıyorum. Her fırsatta kitap okuyup yürüyorum. Bir de sevdiğim insanlarla güzel yemekler yiyorum, sohbet ediyorum. Meditasyon dendiğinde insanların aklına hep saydığım çalışmalar sessiz ortamlar gelir benim için namaz kılmak, Aden ile oyun oynamak, yürümek ve sevdiğim insanlarla sohbet etmek de bir meditasyon.

Son olarak siz neler eklemek istersiniz? Benim bu hayatta keşfettiğim en güzel dua " Allah seni iyi insanlarla karşılaştırsın"dır. Çünkü iyi insanlarla karşılaştığında şans, bereket ve mutluluk beraberinde geliyor. Bunu kaç kişi için tekrarladıysam benim hayatımı da en az o kadar güzel insan girdi. Siz de bunlardan birisiniz.

Ah çok teşekkür ederim, ne mutlu bana ki aynı dua benim de duamdır :)

Ben güçlü kadınları 'demir gibi'tabiri ile tanımlarım. Bana zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Daha çok sohbetlerimiz olacak ama bu sohbeti şöyle sonlandırmak istiyorum. Sizi tanımakla 'demir gibi' bir kadınla daha tanışmış oldum. Bunun için çok mutluyum. Çok teşekkür ederim.

Sedef kadar bu söyleşi aracılığıyla kendisini tanımaktan çok mutluyum. O gün biz iki Çanakkaleli kadın memleketimizden, geçmişimizden ve geleceğimize okuduğunuz satırlar kadar koyu bir sohbete daldık. Sedef'in podcast yayınına yetişebilmesi için yola çıkması gereken zamanın son anına kadar konuştuk, güldük ve bu söyleşi için fotoğraf çektik. İnsanın karşısına her zaman toprağından çıkıp topluma yararlı, harika işler başarmış güçlü kadınlar çıkmıyor. Bildiğim şu gerçek var. Sedef'de bende içimizdeki gücü her zaman Çanakkale'den alıyoruz. Çünkü "Çanakkale Geçilmez" .

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Hayat sanatla güzel

Tarihi yarımada her zaman beni büyüler. İstanbul'u İstanbul yapan öğeler burada yer alırken her noktasında ayrı bir tarih gizlenir. İstanbul'un ilk kurulduğu ve geliştiği yerlerde ne hikayeler barınır. Öğrencilik yıllarımda içinde yaşarken tarihi bu kadar derinden hissettiğimi anımsamıyorum. İnsan yaşını başını aldıkça geçmişine duyduğu özlem kadar tarihine de daha çok bağlanıyor.

Öğrenciliğim boyunca Vezneciler Kız Yurdu (ana konaklama yerim) yaz aylarında Çemberlitaş ve Fındıkzade kız yurtlarında kaldığım için her yere yürüyerek giderdim. Şimdi düşünüyorum da okula yürüyerek gitmek ve tarihin içinden geçmek büyük lüksmüş. Sultanahmet, Ayasofya, Gülhane Parkı her zaman çay içtiğimiz ve kendimizi hadi dışarı çıkalım dediğimiz yerlerdi. Taksim ve Boğaz hafta sonları için tercih ederdik o zamanlar. Hayat ne çok hızlı geçiyor!

Dün Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Müzesi Sanat Galerisi üç sanatçının yer aldığı resim sergisinin açılışına katıldım. Neriman Şahin, Fikret Dadaloğlu, Bahar Akdeniz'in eserleriyle sonbahara sezonunda sanatseverlere "merhaba" diyen basın Müzesi'nde olmak benim için çok önemliydi.

Sanatı, sanatçıyı her zaman desteklememiz gerektiğini her zaman söylüyorum. Korona salgını sebebiyle tüm sektörler gibi sanatçılarımız da derinden etkilendi. Son zamanlarda yüzümüzü güldüren gelişmeler olsa da pandemi hala devam ediyor. Şu gerçek var; hepimiz pandemiyle yaşamayı öğrendik. Sanatta artık "sosyal mesafeli, maskeli ve hijyenik" Tüm kurallara dikkat edilerek art arda sergiler açılıyor. Basın Müzesi'nde de durum aynı. Tüm önlemlerle müzeyi gezebiliyoruz.

Serginin açılışında konuşan TGC Genel Sekreteri Sibel Güneş " Basın Müzemizin harap halinde olan binası kamuya yararlı bir dernek olan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin kısıtlı olanaklarıyla 1984-1988 yılları arasında onarıldı. 33 yıldır da kimseden yardım almadan TGC'nin çabalarıyla ayakta duruyor.

Salgının yarattığı kapanma sürecinden sanat dünyası da tüm sektörler gibi çok etkilendi. Ancak tüm önlemlerimizi alarak Müzemizin galerisinde açılan sergilerle sanatın aydınlığında tekrar buluşuyoruz. Neriman Şahin, Fikret Dadaloğlu ve Bahar Akdeniz'i çalışmalarından ötürü kutluyoruz Tüm sanatçıları tarihi yarımadanın görülmesi gereken en önemli binalarından biri olan gazeteciliğin hafızası Basın Müzesi'nin Sanat Galerisi'ne bekliyoruz." derken herkese açık çağrıda bulundu.

Sanata ve sanatçıya değer veren her kurum benim için çok değerlidir. Her zaman sanatı üreten, sanatı destekleyen ve sanatı büyütenlerin başımın üzerinde yeri var.

Fotoğraf sanatçısı olarak en kısa zamanda Basın Müzesi'nde kollektif bir sergi açmayı hayal ediyorum. Tarihi Yarımada'da sergi açmak hayali bile beni heyecanlandırıyor.

Sergi açılışı sebebiyle tanıştığım genç sanatçılarla beraber olmak ve sanat ruhunu sonuna kadar hissettiğim bu yerde olmak benim için çok değerliydi.

TGC Genel Sekreteri Sibel Güneş, Basın Müzesi Müdürü Saadet Altay, Müdür Yardımcısı Nedim Kavuk, Amil Üçbaş ve sevgili dostlarım Aliye / Mustafa Üçbaş'a davetleri için çok teşekkür ederim.

Sanatçılara ait izlenimlerim arasında;

Neriman Şahin'in her eserinde yer alan minik evleri, selden yangına duygularını aktardığı renkli dünyası,

Fikret Dadaloğlu'nun buram buram İzmir Özemiş'i anlatan Anadolu kokan resimleri, derin hayalleri ve hayal ötesi İstanbul tasviri,

Bahar Akdeniz'in sürrealist , soyut çalışmaları ve pandemi de başladığı farklı portre yorumları bende kalan izler oldu.

Sanat hayatımızın vazgeçilmezi olsun.

Sanat ile kalalım.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Babakale'de...

Babakale'yi bilir misiniz? Türkiye'nin en batı ucu ve Asya Kıtası'nın bittiği yer olarak bilinse de Babakale bunların çok ötesinde. Çanakkaleli biri olarak 2004 yılına kadar ben de Babakale'ye yolumu hiç düşürememiştim. Sonrasında farklı yılların yaz aylarında uzun süreli olarak Babakale'deydim. 2005 yılında Akliman'a inerken, yapımı devam eden evlerden birinde şimdi kuzenim yaşıyor. Ve o zamanlar "burada kimler yaşayacak acaba" dediğim evlerde kızlarımla birlikte unutulmaz anılarımız var.

Ağustos ayında Babakale'ye bir hafta ayırdık. Çocuklar küçükken yaşadıklarını hatırlayamıyorlar. Haliyle de Babakale onlar için bir anlam ifade etmiyordu. Şimdi sorsanız en mutlu oldukları yerlerden bir tanesi. Hatta bir gün Babakale limanında denize girerken söyledikleri "çok mutluyum çok" sözlerini hiç unutamayacağım. Bu sözler taşların üzerinde havlularını sermiş, denizdeki taş ve deniz kestanelerine ayaklarına batmadan denize girmek için uğraşan, ne şezlong, ne şemsiye ne kumu olmayan, çok kişinin "Babakale'de deniz var ama yüzebileceğiniz sahili yok ki" dediği sadece yerli halkın denize girebildiği bir yerde denize giren çocuklara ait. Dünyanın en bakir koyundaymışçasına, balıklar kadar özgürce yüzen, kayaların içinde eğlenen çocuklarım. Ruhunuz Babakale kadar özgür / özgün kalsın.

Babakale turizmin hırçın yapılaşmasından nasibini almamış nadir yerlerden. Tam bir balıkçı kasabası. Günümüzden yıllar öncesine geriye dönüp baktığımda değişen çok az şey var. Farklı şehirlerden köye yerleşim ve kendi kitlesini yaratan bir değişim olsa da Çanakkale'de tüketilen yerlere ( Bozcaada, Assos vb.) dönüşmesi için henüz zaman var. Zaten konaklama için çok fazla tercihiniz yok. Yıllar önce kaldığım Uran Motel kapanmış. Ev pansiyonculuğu yeni başlamış. Sakinlik, huzur, romantizm, deniz ve güneş en büyük ilham kaynağı Babakale'de.

Babakale her zaman hayatımda özel bir yere sahip. Bu son gidişimizde kızların da hayatına unutulmaz anılar bıraktı. Bebeklikten bu yana geldikleri bu yeri şimdi onlar da çok seviyor. Bir kızım ilk adımlarını Akliman'da atmıştı, diğer kızım ilk kez merdivenlerden burada düşmüştü. Avuç avuç kum yedikleri, dalgalarla dans edip, köpeklerle yakalamaca oynadıkları yere büyümüş olarak gitmeleri çok başkaymış. Yıllar sonra Babakale'ye ve yaşanmışlıklara baktıklarında neler hissedecekler kim bilir!

Bu gidişimizde kızlarla birlikte Chat Kapı Guest House'da kaldık. Son bir yıldır çok kez gitmeye niyetlenip gidemediğimiz özel yerlerdendi. Geçtiğimiz yıl gün batımına gidebilmiştik sadece. Nihayet herkesin Bülent Abisi sevgili dostumuz Bülent Özak'a misafir olabildik. Pandemide çok yoğun misafir ağırlayan Bülent, ağustos ayını sakin geçirmek istese de Chat Kapı'nın sakin kalma hali yok. Zaten orada bir gün batımı yaşayıp bir de "Kırmızı Oda"da dolunayı seyrederseniz ömrünüzün sonuna kadar ayrılmak istemeyeceğinizi size söyleyebilirim.

Yolu Chat Kapı ve Bülent'ten geçenlerin hikayesi dostlukta buluşuyor. Chat Kapı sadece konaklama yeri olarak hizmet verdiği için mutfak, teras ve yıldızlı teras herkesin ortak kullanımına açık. Teras derken sıradan bir yer aklınıza gelmesin. Tüm köye en yukarıdan bakan bu özel yerde ne masalar, ne sohbetler, ne aşklar, ne insanlar gelip geçiyor. Konakladığımız sürece yıldızları yakalayacak kadar yakın olduğumuz seyir terasını kimlerle paylaşmadık ki! Bir gece öyle kahkaha atmışız ki ertesi sabah köyden "bu gece biraz daha az sesli güler misiniz?" ricasını duyduk :)

Bir de Muhteşem var! Sen ne harika insansın Muhteşem! Bülent'in en büyük yardımcısı ve Babakale'deki şansı. Yarı filozof, tam balıkçı, Seda'nın aşkı, koyunlarının çobanı, oğlunun kızının babası. "diyen Nietzsche satırlarını bir de siz Muhteşem'den okuyun. Bazı insanların hayat yolculuğu farklı akar. Muhteşem'in hayatı her ne kadar Babakale'de akıyor olsa da sevgi, iyilik ve paylaşımcı yönüyle yolu Babakale'den geçen herkesin hayatında farklı bir yeri oluyor buna eminim. Bir insana adı bu kadar mı yakışabilir. Asıl adı Muhterem olsa da o Babakale'nin Muhteşem'i. Çünkü o herkesin hayatında muhteşem anılar bırakıyor.

Ya Rabbim!

Bir sabah terasta cümbür cemaat kahvaltı ederken Bülent büyük telaş içinde telefonunu getirdi. "Yeşim, allah aşkına instagram da bizi paylaşma. Bir sürü mesaj geliyor. Ben bu işlerden hiç anlamıyorum. Bir de başıma iş çıkarma dedi." Ne olduğunu anlamadığımız gibi Bülent'in haline mi gülsek, söylediklerine mi gülsek bilemedik. Bülent'in herkesi ailesiymiş gibi ağırladığı bu güzel yerin herkes tarafından keşfedilmesini istemiyorken bir yandan da kendime saklamakta haksızlık geliyordu. Aylardır hayalini kurduğum kırmızı odaya kavuşunca heyecanımı da az çok hikaye ile paylaşmıştım. Nereden bilecektim bu kadar mesaj geleceğini...

Bülent'e; "Ee ne güzel, herkes bilinmek için uğraşıyor fena mı işte" dedi herkes. Demez olaydık; "Kendin ettin kendin buldun. Al şimdi Instagram'la ne yapacaksan yap" diyerek elime telefonu tutuşturup gitti. Bülent işte...

Telefonunu geçtiğimiz yıl denize düşürdüğü -şimdi balıklar rezervasyon alıyor diye sürekli ona takılıyoruz- pandemi sürecinde İstanbul'a gitmediği ve kimsenin ona telefon gönderip onu son teknolojiyle uğraştırmasını istemediği için Bülent'in neredeyse nesli tükenmiş cihaz ile benim uyum sağlayabilmem epey sürdü. Eh telefon garip, klavye garip, emojiler kayıp derken mesaj yazmak paylaşmak kabus. Gayri ihtiyarı ağzımdan "Ya Rabbim" çıkmış. Bülent; tam o sırada yanıma geldiğinden ağzımdan çıkan kelimeyi duyunca " ne oldu" diye panikledi. Ben de "Ne olacak canım, bu telefon ile işimiz Allaha kalmış" diye dertlenince herkes gülmeye başladı. Bülent yeni bir telefon alıncaya kadar o telefonun adı "Ya Rabbim"

The Chat'lak

Bir akşam yemek için Karayal'de yer ayırttık. Babakale'de ne yenir derseniz cevabım balık ve Kaleder Cafe'nin ev yemekleri olur. (Kaleder'de hayata lezzet katan kadınların hikayelerini ayrıca yazacağım.) Karayel'e girdiğimde rezervasyonumuzu Bülent Özak yaptırdı, nerede oturacağız diye ilk gördüğüm kişiye sorarken" Ha bizim Chatlak mı?" dediler. Kim pardon dememe kalmadan biz "Bülent'e Chatlak" deriz deyince bende taşlar yerine oturdu. O gece yemekte konumuz The Chatlak ve yolu Chat Kapı'dan geçen güzel insanlardı. Bu arada Bülent'in kendisi bir film karakteri kadar renkli. Bir gün hayat hikayesini bana anlatması için sözünü aldım. Hoş bir hafta içinde yıllardır Chat Kapı'ya gelenlerden Bülent'i dinlediğim gibi paylaşımcı hayatına şahit oldum. Chat Kapı gelinen bu yerde dostlara, dostların dostlarına ve yeni dostlara kapılar hep açık.

Şehirden uzakta, nefes alabildiğiniz, yapaylıktan uzak, doğal ve gerçek insanlarla köy yaşamında farklı bir deneyim yaşamak istiyorsanız Babakale sizi bekliyor. Giderseniz dostlarımı da bulun, benden selam söyleyin.

Babakale'ye yeniden ne zaman giderim henüz bilmiyorum. Bir sonraki yazımda sizi el yapımı bıçak ustası ve Kaleder Cafe'nin güzel insanlarıyla buluşturacağım.

Görüşmek üzere.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Düğün stresine son

Düğün... İki insanın birlikte yaşama kararının ailesi, sevdikleri ve dostlarıyla kutladıkları özel bir gün. Farklı kültürlerde farklı şekillerde kutlanırken, herkesin kendi ritüellerine ve yaşam tarzına göre semboller ön plana çıkar. Pandemiyle birlikte düğünlere epey ara verilmişti. Kısıtlamaların kalkması ile birlikte çok sayıda mutlu ana şahit olduk. Bir anne olarak ben de bu mutluluktan nasibimi aldım. Artık üç kızım bir oğlum var :)

Düğün kararından düğüne kadar bitmek bilmeyen bir telaş yaşanır. En özel gün bazen kabusa da dönüşebilir. İşleri kolaylaştıran, hizmet alınan birçok firma olsa da düğün süreçlerinde gelin, damat ve misafirlere kolaylıklar sunan dijital bir uygulama nasıl olur? diyen iki girişimci kadın; Nesrin Karaoğulu Otuzoğlu ve Fatma Yılmaz Öztürk ile dijital döneme uyum sağlayan bolomio uygulamasını konuştuk. Hem web tabanlı hem de app olarak geliştirdikleri uygulamayla her iki tarafında yanında olmayı hedefleyen Nesrin ve Fatma Hanım, herkesin dilediği gibi en güzel anlarında yaşadıkları tüm negatif deneyimleri çözmek üzere çıktıkları yolculuğu bizlerle paylaşıyor. Düğün sonrası bu uygulamanın varlığını bilmek bile içime su serpiyor. Bu sebeple sizlerle paylaşmasam olmazdı.

Hem kurumsal hayata devam eden hem annelik serüveninde yol alan hem de girişimci bir kadın olarak sizi tanıyabilir miyiz?

Nesrin Karaoğulu Otuzoğlu: Aslen Ardeşen, Rizeliyim. Doğanın hem çok güzel hem de çok zor olduğu bir coğrafyada büyüdüm. Çok çalışmak bizim genlerimizde var. Ayrıca mücadeleci ruha sahip olmayı ise sanırım geldiğim iklim ve coğrafyadan aldım. Peyzaj mimarıyım ve bu konuda öğrenciliğimden beri çalışıyorum. Yeni şeyler beni hep heyecanlandırmış, başarma ve sonuca ulaşma azmi ise en büyük motivasyon kaynağım olmuştur. Adaplant olarak 17 yılda Türkiye Fidancılık piyasasının standartlarını ve sektör konumlandırmasına şekil vermede öncülük ettik. Yeni fikirler beni hep heyecanlandırmıştır. Eğer fikre inanmışsam hemen harekete geçmek benim en büyük motivasyon kaynağım.

Globalleşen dünya ile birlikte dünyadaki işin işleyiş biçimi değişiyor. Yeni dünya düzeninde her şeyi dijital olarak yapmak artık vazgeçilmezimiz. Başta oğlum olmak üzere yeni nesil gençliğe baktığımda hepsinin pırıl pırıl ve dijital bir gençlik olduğunu görüyorum. Bu dijital çağa ayak uydurarak bir şeyler yapmak istiyordum. Dijital etkinlik planlama düşüncesiyle yola çıktığımızda henüz pandemi başlamamıştı. Çok doğru bir dönemde yerimizi aldık.

Düğün planlama uygulaması fikri nasıl ortaya çıktı?

Nesrin Karaoğulu Otuzoğlu: Aslında çok uzun zamandır olan bir fikirdi bu hatta olgunlaşması ve çalışmaya başlamamız pandemi öncesinden başlıyor. Her düğün katılından gözlemlediğimiz problemleri her iki taraf içinde nasıl çözeriz diye düşünürken Fatla ile benim aklımıza gelen fikirler bütündür. Düğün sahipleri için kimlerin geleceğini bilmek hazırlıklar aşamasında bütçeleri yönetebilmek, katılanlar içinde hediyeleri temi etmekten takı merasimine kadar olan düğün sahibinin stresini arttıran detayları tespit ettik ve uygulamamızı buna göre şekillendirdik. Herkesin dilediği gibi en güzel anlarında yaşadıkları tüm negatif deneyimleri çözmek üzere başladık bu yolculuğa.

bolomio'nun anlamı nedir? Simgenizde nar görüyorum, bize hikayesini anlatabilir misiniz?

Fatma Yılmaz Öztürk: Tam olarak kelime karşıtı budur diyeceğimiz bir anlamı yok :) Ancak bolluk, mutluluk duygusunu yansıttığını düşündüğümüz bir isim seçmeye çalışırken "bolomio" ortaya çıktı ve çok da güzel hissettik. Bu doğrultuda da iyi bir deneyim araştırması yaptık. Yaklaşım 100 düğün sürecini yaşayan aile bireyleri ile tek tek görüşmeler yaptık. Düğün başta olmak üzere tüm kutlamaların aslında hep bolluk üzerine olduğunu ve dileklerin paylaşımı üzerine temel bulduğunu görünce de fikrimizi bu çerçevede "nar" simgesi üzerine kurguladık. Simge olarak nar hem bir yüzük hem de bir taç anımsatması da vermek istediğimiz mesaj için önemli bir etken de oldu diyebilirim.

Varsayalım uygulamayı indirdim, düğünü nasıl planlayacağım?

Fatma Yılmaz Öztürk: Uygulamayı indirmeden de her şeyi yapabilirsiniz. Her düğüne katılan için uygulama indirtmek de zor bir deneyim herkes için. Bu yüzden yapımızı temelde web sitesi üzerinden yaptık. Yapılması gereken çok basit bolomiocom üzerinden iletişim bilgilerinizle kayıt oluyorsunuz. Etkinliğiniz ile ilgili detayları (yer, zaman vb.) girerek bir etkinlik sayfası oluşturuyorsunuz. Buradan göndereceğiniz davetiye paylaşımını dilediğiniz gibi süsleyebilir ister Whatsapp'dan isterseniz bolomio'dan paylaşarak hem davete katılımları alabilir hem de dilek listesine davetlilerin uzaktan katılım yapmasını sağlayabilirsiniz. Hatta video, resim ya da mesajları ile davetlileriniz size dileklerini o anda iletebilirler.

Hangi konularda düğün sahiplerine yardımcı oluyorsunuz?

Nesrin Karaoğulu Otuzoğlu: Bu sürece giren her iki tarafında birçok dileği oluyor. Bunların kimisi manevi, kimisi de maddi. Tüm sürecin getirdiği zorluklar bunların yaşanmasına engel oluyor. Kimin katılacağını görmek, kutlama anında hediye vermek/almakla zaman kaybetmek o anların dilediğiniz gibi olmasını engelliyor. Pandemi ile birlikte insanlar bu anlardan daha çok mahrum kaldı ve her saniyesi daha da önemli hale geldi. Dilek listesi ile gelin ve damat aslında zaten yaptıkları bütçe kalemlerini oluşturuyor. Düğün öncesinde, esnasında ve sonrasında tüm mutlu anıları kendilerine ait bolomio sayfalarında paylaşabiliyor.

Sadece düğün-gelin-damat kısmı değil bir de davetli kısmı var. Onlar için de ne gibi kolaylıklar sunuyor?

Nesrin Karaoğulu Otuzoğlu: Hemen şunu belirteyim ki biz bugün evlilikle ilgili kutlamaları kapsıyoruz. Ancak deneyimleri aldıkça doğum günü gibi tüm kutlama anlarının da ortak noktası olmak için çalışmalarımıza başladık. Davetlilerin katılımlarını belirtmesi bunu yaparken de mesajlarını hatta isterlerse video olarak iletebilmesi, düğünün tüm adımlarında güzel anlara şahit olacakları fotoğraf, beğeni gibi paylaşımlarda bulunabilmeleri, sonradan çekilen görüntüleri etkinlik sayfasından alabilmeleri kolaylıklardan bazıları. Ama tabii en önemli kolaylığı hediyelerinin gönderimini uygulama üzerinden yapabiliyor olmaları.

Hediyeler de mi dijital? Bir dilek listesi vb. mi hazırladınız? Biraz bahsedebilir misiniz?

Fatma Yılmaz Öztürk: Hediye konusunda çok uzun bir çalışma yaptık. Düğün hazırlığındaki her çift ister istemez bir kağıda bütçelerini belli başlıklarda yazıyor. Örneğin beyaz eşya 10 bin TL, mobilya 3 bin TL gibi. herkes de bunu biliyor. İşte de tam burada "Dilek Listesi" devreye giriyor ve davetliler de buradaki listede istedikleri dileğe o anda kredi kartları ile hediye olarak katkılarını gönderip hediyelerinin gönderimini sağlayabiliyor. Burada da güvenilir bir iş ortağı seçmek ve kanunlara uymak bizim ilk şartımızdı. Kanuna %100 uyumlu ve sıfır riskle yapabilecekleri tüm altyapıyı hazırladık. Sistem bileşenlerinde bir banka, bir de elektronik para altyapı sağlayıcı iş ortağımız var. Özetle hem BDDK hem de Merkez BAnkası'na tabii güvenilir bir yapı geliştirdik. Artık kimse davetiyesine IBAN yazmak zorunda kalmayacak, uygulamamız ile hediyelerini diledikleri gibi gönderebilecekler.

Evlilik hazırlıklarında olanlara neler söylemek istersiniz?

Nesrin Karaoğulu Otuzoğlu: Değerli hocamız İlber Ortaylı'nın sevdiğim bir sözü var evlenen çiftlere, "mobilyacı gezmeyin dünyayı gezin" diyor. Bizim tavsiyemiz de; "evlilik kutlama demektir, mutluluk demektir" Bu anların tadını içlerine sindirerek yaşasınlar. Bizler bu anları arttırmak için uğraşıyoruz. Umuyoruz ki üyelerimizin çocuklarının da diş buğdayı kutlamalarını beraber yaparız.

Fatma Yılmaz Öztürk: Düğün stresini geride bıraksınlar. bolomio ile bu heyecanın tadını çıkarsınlar. Hem geriye sadece anılar kalmıyor mu?

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

"Bildiğin Gibi Değil"

Geçtiğimiz günlerde sevgili Anıl Budak ve Buket Kılınç ile "Altın Melek Ödülleri"nin jüri toplantısında beraberdik. Öncelikli sohbetimiz ödül töreni olsa da sevgili Anıl ve Buket'i bulunca sağlık çalışanlarına adadıkları "Bildiğin Gibi Değil" single ile ilgili hemen köşeye sıkıştırdım.

Yeni projelerini, hayatı ve hayallerini konuştuğumuz keyifli bir Bebek gününden kalanları gelin size aktarayım.

Sevgili Anıl Budak, Sevgili Buket Kılınç nasılsınız? Hayat nasıl gidiyor?

Anıl Budak: Öylesine zor, öylesine bilinmeyen günler yaşadık ki şu zaman diliminde iyiyim demeye korkuyor insan. Ama yüksek sesle söylüyorum iyiyim. Zorlu pandemi sürecinde her birimiz ekonomik ve psikolojik olarak sıkıntılı günler yaşadık. Geleceğe umutla bakabilmek içinde önce kendi psikolojimizi sağlam tutmamız gereken günler bu günler. O yüzden de iyiyim diyorum. Açıkçası sen de çok iyi bilirsin ki Yeşim, üretmeden yaşayamayanlar grubundayım. O yüzden pusla yaşadığımız bu günlerin sonrasının güzel olacağına inancım tam.

Buket Kılınç: Hepimiz "Hayat nasıl gidiyor" sorusunu milattan önce, milattan sonra gibi pandemiden önce ve pandemiden sonra olarak cevaplamaya başladık. Dünyada bir virüs ortaya çıkacak ve aylarca sevdiklerimizden, işimizden ayrı kalarak evlerimize tıkılacağız, dünya adeta duracak, birbirimizden korkarak kaçacağız deselerdi asla gerçeklik payını düşünmeyip, yeni bir gerilim dizisi için en az iki sezon iyi giderdi diye düşünürdük.

Bir diş hekimi olarak maske benim hayatımın hep bir parçasıydı. O yüzden maskeyle yaşamayı çok yadırgamadım. Yaşamın içinde doğal seleksiyon vardı. Psikolojik olarak güçlü durmak bile bağışıklığı güçlendiriyor, bu savaştan elenmeni engelliyordu. O nedenle motivasyonumu hep yüksek tuttum bu süreçte.

Hepimiz küresel bir salgının içinde farklı deneyimler yaşadık. Siz bu süreci nasıl yönettiniz?

Anıl Budak: Tarihler 2020'nin Ocak ayını gösterdiğinde "Çin'de bir şeyler oluyordu. Bölgeler kapatılıyor ve kırmızı alarm veriliyordu. Mart ayına geldiğimizde salgın hepimizin kapısını bir bir çalar olmuştu. Biz de kapılarımızı sımsıkı kapattık. Ne olduğunu anlamaya çalıştık. Çünkü ezberimizde olmayan bir süreçle baş başa kalmıştık. Bu süreçte ailemize, sevdiklerimize ve arkadaşlarımıza hasret kaldık. Sabrı öğrendik, özgürlüğün kıymetini daha da iyi anladık. Öncelikle süreci psikolojik olarak ayakta kalarak geçirmeye çalıştım. Çünkü ciddi bir bilgi kirliliğiyle karşı karşıya kalmıştık. Her taraftan farklı sesler çıkınca insanlar arasında da karamsarlık hakimiyetini arttırmıştı. Bu yüzden öncelikli olarak çoklu seslere kulakları tıkayıp doğru bilgi akışını takip ederek süreci yönetmeye çalıştık. Aslında bu tip zor süreçler beraberinde dersler ve mesajları da beraberinden getirir. Kim bu mesajları ne kadar almış, kim ne dersler çıkarmış bunu önümüzdeki dönemde göreceğiz.

Buket Kılınç: İnsanların 1,5 metreden birbirinden kaçıştığı bu zor dönemde, diş hekimi olduğum için insanlarla sosyal mesafem sadece 10-15 santimdi. Yani şu dönemde en yapılmayacak meslek bizimkisiydi. Kendimi bir diş hekimi değil de bir astronot gibi hissederek ve giyinerek, hiç covid geçirmeden bu zamanlara kadar gelebildim. Hastalarımla da bu süreci birlikte çok bilinçli yürütebildiğimiz için çok teşekkür ederim.

İnanılmaz tedbirlerle, hiç durmadan pandemi öncesindeki gibi bir dönem geçirdik. Moralimizi hiç bozmadık. Kaçamadığımız ya da karşı koyamadığımız bu süreçte imkanlar doğrultusunda projeler geliştirdik. Bütün dünya aynı anda aynı zorlukları yaşıyordu ve aynı psikolojik travmadan geçiyordu. Önemli olan bunu bir an önce kabul edip, ayakta durmanın ve güçlü kalmanın formüllerini hızlıca bulabilmek ve uygulayabilmekti. Çünkü çoğu kişi için bu süreci kabullenmek bile aylar aldı. Pandemi başından şu döneme kadar tam anlamıyla uyguladığım şey, her açıdan kendimi uyumlandırmak oldu. Dilerim önümüzdeki günler hepimiz için daha olumlu olur. Birbirimize sımsıkı sarılmaya eskisinden daha çok ihtiyacımız var çünkü.

İkinizde farklı alanlarda başarılı isimlersiniz. Son zamanlarda da ortak projelerinizle anılıyorsunuz. "Anıl Budak ve Buket Kılınç" nasıl yan yana geldi?

Anıl Budak: Öncelikle güzel sözlere teşekkür ederiz. Başarılı addetmeniz onur verici. Hep söylerim dünya sanıldığı kadar büyük değildir diye. Buket Hanımla bir ödül töreninde bir araya gelip hasbihal ettik. Güzel bir dostluk kurduk. İçerik olarak gazetecilik ve diş hekimliği farklı meslek grupları gibi gözükse de iki mesleğinde işi insanla. İnsan iletişimini bilen iki kişinin bir araya geldiği ve ürettiği noktada başarı da olur dedik ve yeni fikirler ürettik. Geldiğimiz noktada geriye dönüp baktığımızda yanılmadığımızı görüyoruz.

Buket Kılınç: Sevgili Anıl'la hayatı aynı şekilde yorumluyoruz. İkimiz de insan ilişkilerine inanılmaz değer veriyor ve hayatımızda insan biriktirmeye önem veriyoruz. İkimiz de yeni şeyler üretmekten inanılmaz besleniyoruz ve bu heyecan bizi hep daha iyiye götürüyor ve muhteşem projeler kendiliğinden çıkıveriyor. İyi ki de o ödül töreninde karşılaşmışız. Aldığım bir ödül bir ömürlük dost kazandırdı bana. Evet bu iki isime dikkat edin, daha çok projede bir arada göreceksiniz :)

Sağlık çalışanları için "Bildiğin gibi değil" adında bir single çıkardınız. Beklediğiniz ilgiyi gördünüz mü? Yoksa konuşmak için çok mu erken?

Anıl Budak: Bu proje için öncelikle Ahmet Özden'e teşekkür ederek başlamak lazım. "Bildiğin Gibi Değil"in doğuşundan Ahmet ağabeyin imzası var. Uzun yıllar önce tanıdığım, kişiliğiyle, ağabeyliğiyle farklı bir profili olan bir insan Ahmet Ağabey. Kariyerinde birçok starla çalışmış bir müzik üstadıyla böyle bir projede olmak çok heyecan vericiydi. Buket Hanımla yaptığımız tüm işlerde kıstasımız güzel iş çıkarmaktı. Bu projede bir tık daha fazlasını yapmayı hedefledik. İlk kez yaptığımız bir işte sadece 2 provayla asıl kaydı tamamladık. Sanatçı dostlarımız beni gayet iyi anlayacaktır. 2 prova kaydı ile çıkarmak büyük başarıdır. Şarkımız yaklaşık 1 aydır tüm dijital platformlarda yerini aldı. Gelen verilere göre de dinlenme sayıları beklediğimizin çok çok üzerinde. Açıkçası geri dönüşlerden çok mutluyuz. Ancak bizim esas kıstasımız bu şarkının bir farkındalık yaratmasıydı. Şarkımızın isminde de olduğu gibi ezberimizde olmayan bu süreci hep birlikte yaşadık. Hepimiz bu zor günleri bembeyaz hayaller kurarak geçirdik. İnşallah da en kısa zamanda eski güzel günlerimize hep birlikte döneceğiz. Tekrar bu vesileyle tüm sağlık çalışanlarımıza şükranlarımızı sunuyoruz.

Buket Kılınç: Bu şarkının her kelimesini, her notasını, her detayını bizim için bir araya getirip; bizim hislerimiz ve ruhumuzu tamamıyla şarkıya geçirdiği için müzik insanı Ahmet Özden'e öncelikle çok ama çok teşekkür ederim. Bu şarkı, pandemi süresince vefakarca çalışan sağlık çalışanlarımıza ithaf edeceğimiz için bizi ayrıca heyecanlandırıyordu. Amacımız meslek değiştirelim, piyasada şarkıcı olarak biz de yer edelim değildi tabii ki. Hayatımızda tatlı bir anı olarak kalacağını düşündüğümüz bu şarkının bu kadar beğenileceğini açıkçası tahmin etmemiştik. Herkese destekleri ve ilgileri için çok teşekkür ederiz. Ayrıca bir klip müjdemiz var. "Bu şarkı klipsiz kalmamalı, klip istiyoruz." diyen dostlarımızı da kırmayıp, önümüzdeki günlerde klip çekimlerine başlıyoruz.

Radyo programınız ve single dışında sizi farklı projelerde de görecek miyiz?

Anıl Budak: "Bildiğin Gibi Değil" için tek isim iki doğru proje diyoruz. Geçtiğimiz yılı iki ödülle kapatan bir radyo programı yaptık FIX Radyo'da. Gerçekten buradan tüm dinleyenlerimize teşekkür ederiz. Dijital bir platformda olduğumuz için dünyanın birçok noktasından dinlendik. Çok da güzel mesajlar aldık. Bunun sebebi klasikleşen formatlardan uzak durup yeni nesle de hitap eden işlerin içerisinde olmamızdı. Yeni sezonda da FIX Radyo ailesinin içerisinde olacağız ve bu ay içerisinde 3.sezonumuza "merhaba" diyeceğiz. "Bildiğin Gibi Değil"i radyo ayağından sonra şarkı formatına dönüştürdük sizin de söylediğiniz gibi. Şimdi yeni proje var mı dediğinizde açıkçası önce ben de bu soruyu kendime sordum. İç sesimin yanıtı şu oldu: 'Proje biterse hayatta biter.'

Buket Kılınç: "Bildiğin Gibi Değil"in tatlı bir hikayesi var. Her şey bizim bile bilmediğimiz şeylerin her an olabildiği bir radyo programıyla başladı. Dinleyenlerimizin bizi mesajlarıyla şaşırttığı, konuklarımızın bir radyo programının ötesinde kendilerini çok samimi bir ortamda buldukları güzel bir formatımız var. Pandemide bu program açıkçası bize, konuklarımıza ve dinleyenlerimize çok iyi geldi. Bu süreçte herkesin uzakta da olsa bir yerlerde mutlu, sıcak, yaşayan sesler duymaya ihtiyacı vardı. O sebeple biz her çarşamba en enerjik halimizle yanındaydık bizi dinleyenlerin. Aynı ismi paylaşan singlemız da biraz önce bahsettiğimiz gibi bizi bir o kadar heyecanlandıran bir projeydi. Şimdi yine bu kış sonuna doğru "Bildiğin Gibi Değil"in üçlemesi gelecek. Yine aynı isimle fakat yepyeni bir projeyle karşınızda olacağız. Her şeye kolayca ulaşabildiğimiz ve bu yüzden kolayca tüketebildiğimiz bir hayat döngüsündeyiz, o sebeple ne kadar üretebilirsek o kadar iyi nedenlerimiz olur yaşamak için.

Sevgili Anıl ve Buket'e keyifli sohbetleri için çok teşekkür ederim. Hayatlarımıza iyilik ve sevgi aktaran güzel iki insanın kliplerini merakla bekliyorum.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.