SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Mutlu ol yeter!

İnsanın arkadaşlarıyla röportaj yapması başka bir keyif. Yine de bir gerçek var ki sürekli konuştuğun, müzik, hikaye ya da anılarını paylaştığın arkadaşına "gel ya bir röportaj yapalım" demek aklına gelmiyor insanın. Tuğrul mayıs ayında TRT 1'de "Payitaht Abdülhamid" dizisindeyken bir haber yapayım demiştim. Ben onu yazıncaya kadar dizi bitmiş :) Diyorum ya kendi içimizde bunları önemsemiyor olsak da güzel işler yapan dostlarımızı birbirimize anlatmamız gerekir diye düşünüyorum.

Tuğrul Altınkara; 1978 Iğdır doğumlu, 1996 yılından bu yana Türkiye'nin önde gelen radyolarında program yapıyor. Türkiye ve uluslararası çapta bir ok ödüle sahip. Dün akşam radyoya yayın için geçerken konuştuğumuzda "ya dur bari bu haberi atlamayayım" diyerek hemen ona sorularımı gönderdim. Bu arada Tuğrul, "Yuvam" dediği Radyo Tatlıses'e geri döndü. Hafta içi her akşam saat 20'de Radyo Tatlıses'te sevenleriyle buluşuyor.

İnsanın arkadaşı hem ünlü radyocu, hem de son zamanlarda televizyon ekranlarında reyting rekorları kıran dizilerin (Çukur, Payitaht Abdülhamid, Savaşın Efsaneleri, Kefaret vb) sevilen yüzü olunca biraz daha yakından tanımanızı istedim.

Tuğrulcuğum, bu kadar çok yönlü olmayı nasıl beceriyorsun?

Aslında benim yaptığım insanları, hayatlarını anlamak ve empati kurmak. Bu radyoda da oyunculukta da en önemli detaydır benim için. Kendini onların yerine koyarak duygularına tercüman oluyorum.

Yaklaşık bir yıl sonra Radyo Tatlıses'e geri dönmenin hikayesi nedir?

Biz aslında hiç ayrılmadık, İbrahim Abiyle gönül bağımız hiçbir zaman kopmadı, sürekli iletişim halindeydik. İbrahim Tatlıses'e olan sevgim ve saygımdan dolayı Radyo Tatlıses her zaman benim yuvam oldu. Yeni yayın döneminde de benim de kadroda olmamı istediler ben de "Yine yeniden kaldığımız yerden devam" diyerek dahil oldum.

Peki; radyocu ya da oyuncu olmasaydın ne olmak isterdin? Aslında anneler, babalar genelde çocuklarının doktor, avukat olmasını ister :)

Benim annem de "oğlum doktor olacak" derdi belki de o yüzden bilmiyorum ama hayat kurtarmak için ben de doktor olmak isterdim.

Programında hangi şarkıları dinleyeceğiz? Senden bizim için bir şarkı seçmeni istesem bu hangi şarkı olurdu?

Radyo Tatlıses pop müzik ağırlıklı olsa da müziği ayrıştırmak değil pekiştirmek taraftarı. Bu sebeple her tarz müziğe yer veriyorum.

Benim sizin için seçeceğim şarkı şu zor dönemde İbrahim Tatlıses "Mutlu ol yeter"

Hepimiz mutlu olalım Tuğrulcuğum. Yoğun temponda zaman ayırdığın için teşekkür ederim. O zaman sırada ki şarkı tüm okuyucularımız için gelsin.

"Mutlu ol yeter"

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Göbeklitepe'nin Gizemi

Göbeklitepe'nin Gizemi, İpek Kobaner'in ilk kitabı. İpek ile Mario Levi yaratıcı yazarlık atölyesinde tanıştık. Nişantaşı'ndaki atölyede Mario Hocamızın ağzından çıkan her söz, bir masanın etrafında kendi hikayelerini paylaşan kadınlar için çok önemliydi. İpek bu süreç içinde her zaman bakımlı, ilginç takıları ve geçmiş hayatından getirdiği üst düzey bürokrat havasıyla benim için bir başkaydı. Zaman ile atölye çıkışında arkadaş sohbetleri derinleşti. Bazen kahve bazen yemek derken keyifli anılarla bir grup kadın pandemiye kadar gelmiştik.

İpeğin kitabı çıkar çıkmaz bu söyleşiyi yapmak istesem de tam kapanma sebebiyle İstanbul'dan uzaklaştığım için bir araya gelemedik. Sonrasında da hem İpeğin hem de benim yoğun zamanlarım oldu. Nihayetinde daha fazla zaman geçmeden çevrimiçi bir söyleşiyle İpeğin kitabı "Göbeklitepe'nin Gizemi" ni sizlerle buluşturmaya karar verdim. Kitabı okumak, paylaşmak ve yorumlamak kadar yazarı da tanımanın önemli olduğunu düşünüyorum.

İpekciğim, kısaca seni tanıyabilir miyiz?

En zor soruyla karşı karşıyayım şu anda. Ama sanırım bu süreçte öğrendim bu sorunun cevabını. Osmaniye'de doğdum, büyüdüm. Babaannem şehrin ilk sinemalarını kurmuş, ben doğmadan çok önce, zamanının "Şehir" ve "Yazlık Aile Sineması" . Şehrin ortasında bir konak ve yan tarafımızda tüm renkleriyle sinema dünyası. Böylece hiç sokakta oynayamayan ama çok okuyan ve film seyreden bir çocuk oldum. Şunu belirtmeliyim ki üç erkek çocuğun içinde çok demokratik ama hafifçe pozitif ayrın görerek büyüdüm. Babamla sık sık Adana'ya gidip o hafta oynayacak filmleri seçerdik, çocuk aklımla ben seçtim sanıp, çok mutlu olurdum. Dolayısıyla şunu söylemeliyim ki kız çocuklarının kendine güvenmesi ve saygı duyularak yetiştirilmesi, dünyayı çok daha güzel bir yer yapabilir. Kitabımın da bir yerinde geçen, Adanalı sinemacıların Yeşilçam dünyasına yön verdiği bölümünün bizzat şahidiyim. Babamın bir Yılmaz Güney, bir Fatma Girik filmi siparişini verdiğini çok net hatırlıyorum.

İşte böyle bir çocukluk ama sanmayın ki okul hayatım sıkıntılı :) Çalışkan bir tipim, sınavda da o zamanın gözde okulu "Ekonomi Bölümü" nü kazandım. Ama şimdiki eşimle evlenip Ankara'ya geldiğimde, tekrar sınava girip Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümüne başladım. Bu günümün mimarı o yıllar ve o şahane hocalar ve o ekoldür. Sonrasında Yüksek Lisans ve Doktora çalışmalarıyla destekledim o eğitimi. Daha çok yöneticilik yaptığım bir iş hayatı ve sonrasında yani bu yıllarda tam zamanlı roman yazarıyım.

Kitap yazmaya pandemiyle birlikte mi karar verdin? Kitap yazma sürecin nasıl başladı?

Aslında bakarsanız ben hayatım boyunca yazdım. Sanat dergilerinde yazdım, gazete köşe yazarlığı yaptım, daha çok ciddiye aldığım bir hobi olarak sürekli yazdım. Okumak ve yazmak önemli bir yer tuttu hayatımda.

Roman yazmak ise bambaşka bir dünyaydı. İş hayatımı tamamlayıp İstanbul dönemim başlayınca ilk işim bir yazı atölyesine gitmek oldu. Hiç düşünmeden, hiç hesapsız, kalbimin sesini dinleyerek... Değerli hocam Mario Levi'nin adını duyunca başladığım ve çok doğru bir karar olduğunu şu an bildiğim bir çalışmanın içine girdim. Pandemiden önceydi. Önce öykülerle başladığım sonra roman yazmaya evrildiğim bir süreç.

İlk başlarda benim ailemin ilginç geçmişini yazmayı düşündüğüm ama sonra yazdığım mitolojik bir öyküyü okumamın ardından, yazar arkadaşlarımın da yoğun ısrarıyla arkeoloji ve mitoloji içerikli yazmaya karar verdim.

Bu durumda Göbeklitepe konulu bir roman yazmam kaçınılmaz olmuştu. Keşfedildiği günden bu yana takip ettiğim, defalarca gittiğim, mitolojisinden ve ezoterik anlatılarından çok etkilendiğim bu yeri yazmalıydım. Urfa ve Harran dinler tarihinin en önemli noktası ve yanı başında on iki bin yol öncesinin Göbeklitepe'si. Öyle bir harman ki beni içine alıp sürükledi doğal olarak. Medeniyetlerin beşiği olmuş Mezopotamya yani iki nehrin arası bereketli topraklar anlatmakla bitmez serüvenler barındırır.

Ben de arkeolojiye ilk başladığım yıl romandaki Tekin gibi mitoloji ile karşılaşmışım, Sümer kitabeleri oradaki anlatımların dünya tarihine kazandırdığı Anunnaki hikayeleri, Nuh Tufanı, Gılgamış Destanı, Enkidu bizi bizden almış gitmişti... Sümeroloji bölümüyle ortak derslerimizi iple çeker olmuştuk tabii. Bu arada 12.Gezegen, Tanrıların Arabaları gibi antik uzay konulu kitapları zorluklarla bulup bir solukta okumuştuk. Yani sonuç olarak bu kitabı yazmak benim kaderimde vardı desem çok mu abartılı olur?

Bir de unutmadan anlatmak isterim, romanı yazmayı yarılamışım "Atiye" dizisi başlamaz mı, eyvah dedim acaba aynı şeyleri mi anlatıyorum? Sonra yakın arkadaşlarıma "lütfen izleyip bana söyleyin" diye ricada bulundum. Derdim etkilenmemek tabii ki. Neyse ki konularımız ayrıymış. Çok rahatladım, o hızla devam edip sekiz ayda yazmamı tamamladım. Basım süreci de bir o kadar sürdü ama sonunda okuyucusu ile buluştu iki ay önce. Çok tatlı geri dönüşler aldım, Avrupa'da ilgi gördü, trendlere girdi. Çok mutluyum bu anlamda, su gibi akan heyecanlı aşk dolu bir macera romanı oldu. Harran Okulu'ndaki kimyacı Cabir'den, Sabiilere, erkek cemiyetlerinin izlerinin ilk başlangıcından Floransalı Mecidi ailesine ulaşmasına, Ayasofya'daki metinlerin yolculuğuna kadar birçok tarihi bilgiyi de olayların akışının içinde verdim. Çünkü bu romanı yazarken bir fikrim vardı.

"Göbeklitepe'nin Gizemi" pandemi sürecinde okuyucularla buluştu. Takip ettiğim kadarıyla da yoğun ilgi gördü. Sen bu ilgiyi bekliyor muydun?

Avrupalı, Amerikalı yazarlar bizden etkilerle oluşturduğu mitolojisini kullanarak tüm dünyayı etkileyen romanlar ve filmler yapıyor, neden bizde de olmasın diye düşündüm. Çünkü çoğu hikayenin kökeni ve daha fazlası bizde var. Bir "Melekler ve Şeytanlar" filmi izlenme rekorları kırıyor, kitabı çok okunuyor. Kendi kurguladıkları hikayelerini roman ve filmlerle beynimize kazıyorlar. Ama asıl hikaye buradan başlıyor ve bütün detayıyla bizim hikayemiz... Böyle düşününce de yazmak kaçınılmaz oldu benim için. İlgi görmesini de bu duruma bağlıyorum, bir roman tadı içinde bilgilenmeyi seviyoruz, ben de seviyorum, kendimden yola çıkıyorum.

Kitabın farklı ülkelerde ve farklı şehirlerde geçmesine rağmen kurgu çok güzel. Bu süreci nasıl planladın? Şehirleri kişisel ilgi alanına göre mi yoksa tamamen hayali olarak mı seçtin?

Romanımın genel kurgusu ve kahramanlarım başlangıçta belliydi. Ama şehir seçimlerim NY hariç sevdiğim bildiğim şehirler hem de kitabı okuyanların tahmin edeceği gibi daha çok ley hatlarının üzerindeki yerler oldu. Hepsi kadim mekanlardı. NY ise Sabii olanların yerleştiği önemli yerlerden biri olduğu için tercih ettiğim bir şehir oldu.

Adana'da geçen uzun yıllar sonrası İstanbul'dasın. Kitapta da Ada'nın ailesinden bu izleri yoğun şekilde görüyoruz. Kitap kebabıyla, bici bicisiyle de bunu tam olarak hissettiriyor. Bu motifleri kitaba eklemek nereden aklına geldi? ,

Osmaniye doğduğum yer ve Adana uzun yıllar yaşadığım yer. Kendiliğinden elim oralara gitti, hem sevdiğim hem de çok iyi bildiğim için olabilir.

Göbeklitepe'nin gizemi hala çözülmüş değil. Dünyanın gözü de ilgisi de gerçekten üzerinde. Arkeolog / yazar kimliğinle sana sormak istiyorum. Göbeklitepe'nin sırları sence ne zaman çözülür?

Bu soruya cevap verirken aslında iki soruya da yani son soruya da cevap vermiş olacağım. Bu kitapla ilgili ne zaman konuşmaya başlasam bana öncesi, nasıl oldu da birden bu devasa yapılar ortaya çıktı diye soruluyor. Bir fikrim ve yorumum var. O da şimdi yazdığım romanda şekilleniyor. Gizemleri çözmek için tamamen tarihi bilgilerle ve mitolojik anlatımlarla ilerliyorum. Bilimsel bilgi ve sezgisel aklın yol göstericiliği üzerinden gidiyorum. Tarihin sorgulanması gerekir. Bize anlatılanla yaşanan tarih farklı olabilir, bu durum tarihi olaylarda defalarca karşımıza çıkar. Her büyük komutan kendi tarihçisini yanında bulundurup ve kahramanlıklarını yazdırırdı eski zamanlarda. O nedenle dogmatik değil, şüpheci bakmamız gerekir.

Son zamanlarda tarihi bize öğretildiği gibi yorumladığımızı çok sık düşünüyorum. Senin kitabında tarihin içinde başka gerçekler olabileceğini düşündürüyor. Sen bu konuda ne düşünüyorsun? Tarihi tam anlayabildik mi? Yoksa daha çok uzun bir yolun başında mıyız?

Zaten Göbeklitepe bilinen tarihi tamamen değiştirdi. Ama eski bilgiler halen değişmedi. Bu olmamalı. Tarih siyasetin malzemesi değildir. Tabii medeniyet "Yunan" dan başlatanlar için, her kurgusunu buna göre yapanlar için bu durum çok zor kabul görecek. Aksi halde hak iddia ettikleri her şey sorgulanıyor olacak. Burada büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün tarih araştırmalarını ve açtığı ufukları yol göstericim olarak düşünüyorum. Daha uzun bir yolun başındayız, çok çalışmamız gerekli.

Aslında bir roman daha ilerliyor o da İstanbul üzerine, onun içinde çok heyecanlıyım. Zaten heyecanlanmadığım bir konuyu asla yazamıyorum.

Kitabından bir karakter olman istense sen kimi seçerdin? Ve neden bu karakter diye sormak isterim.

Kitabımdaki bütün karakterleri çok severek oluşturdum. Adeta onlarla yaşadım, hissettim ev içinde Ada bugün şöyle dedi, şöyle yaptı gibi konuşmalarım çok oldu. Öyle oldu ki yaşadıklarını anlatırken parmaklarım düşüncelerimin hızına yetişemedi. Kalbim çarptı. Sabit'in annesini bekleyişini yazarken gözümden akan yaşları tutamadım. Ali Bey, kalbi kırık doktorumuz Cavidan, Sait ve onun muhteşem dedesi, hepsi ayrı ayrı etkiledi beni. Durum böyleyken birini tercih etmem öbürüne ihanet gibi olur. Hepsi ailemin bir parçası ve onları çok seviyorum.

İpekciğim, kitabın devamı gelecek mi? Yoksa bambaşka bir tarihi yerde olacağız?

"0n yılda on roman" sloganım var. Bununla ilgili çok önemli iddiam da var ama onu başka bir zaman saklayalım.

Sevgili İpek, her zaman güzel satırlarının okuyucusu olacağım. Yaratıcı yazarlık atölyesinde tüm yazar arkadaşlarıma söylediğim gibi yeni kitaplarında da ilk söyleşi benden :) Samimi ve keyifli satırların için çok teşekkür ederim.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

İyi ki varsın TOÇEV!

Geçtiğimiz hafta tam 27 yıldır okumak isteyen ama ailesinin maddi yetersizliği nedeniyle okuyamayan ya da çalışmak zorunda kalan çocuklara tüm eğitim hayatı boyunca maddi ve manevi destek veren Tüvana Okuma İstekli Çocuk Eğitim Vakfı (TOÇEV)'ndaydım.

Yağmurlu ve aşırı nemli bir İstanbul gününde Ortaköy sokaklarında kaybolarak TOÇEV buluşmamıza 20 dk geç kaldım. Bir labirentin içindeymişçesine bir üst sokaklarından dönmüş durmuşum. Sonunda çareyi bulunduğum yerden beni almalarını rica etmekte buldum. 350 metre ötemde ki bu sevgi dolu vakıfta sevgiyle karşılandım. Yağmur yağarsa endişesiyle her ne kadar içeride otursak da; açık balkondan gelen ıhlamur ve yasemin kokuları hafızamdan silinmeyecek... Sohbetimiz boyunca bardaktan boşanırcasına yağan yağmur hepimize öyle güzel duygular hissettirdi ki..

"Okumak her çocuğun hakkıdır" diyerek yola çıktığı günden bu yana her çocuğu birey olarak kabul edip toplumsal hayata kazandırılmaları için aralıksız çalışan TOÇEV'i bir de ben sizlere anlatmak istedim. TOÇEV İcra Kurulu Üyesi Aybike Yurtsever Guşa ve Dilek Ültanır'dan birebir çalışmalarını ve gelecek hayallerini dinledim.

1994 yılında Ebru Uygun tarafından kurulan TOÇEV'İn hikayesi 5 çocukla başlarken; 27 yılda 7,5 milyon çocuğa ulaşarak devam ediyor. Ebru Hanım'ın beş arkadaşı ile birlikte beş öğrenci alarak başladığı vakıf o günden bu yana maddi durumu yetersiz ailelerin çocuklarına destek oluyor. Eğitim hayatları boyunca bu çocuklara TOÇEV bir ailenin yapması gereken ne varsa onu yapıyor. Pandemiye kadar para yardımı yapmayan vakıf sadece pandemi sürecinde değişmek zorunda kalarak maddi destek vermiş. Saha çalışmalarına ve çocukların ziyaretine ara vermiş olsalar da hem aileler ile hem de kurumlarla iş birliklerine devam ediyorlar. Tüm etkinlikler de online olarak devam ediyor.

Hayal Kurabilen Çocuklar Yetiştirmek Arzusundayız

TOÇEV'in web sitesinde her ne kadar çocukları nasıl belirledikleri yer alıyor olsa da Aybike ve Dilek Hanım'dan bir kez daha dinlemek istedim. Psikolog eşliğinde yaptıkları ev ziyareti sonrası çocukların kullandığı eşyalardan, alışkanlıklarına, annesinin babasının hastalığı vb. her türlü detay üç sayfalık alım kriteri ile birlikte değerlendirme sürecine giriyor. Bunu yapma sebepleri seçimlerin objektif olmasını istemeleri. Bundan sonra çocuklar TOÇEV'le birlikte büyüyor. Temel amaçları sadece eğitime destek vermekten öte çocukların vizyonu açılarak hayallerinin daha farklı ilerlemesi.

Türkiye genelinde 400 çocuğu olan vakıf bireysel desteklerle birlikte sayısız proje hayata geçirmiş. 2004 yılında hayata geçirdikleri "Yaşasın Okulumuz" projesinde TV iş birliği ve SMS kampanyalarıyla 204 köy ilköğretim okulunun onarmaları büyük mutluluk.

Vakıf, sahada yürüttüğü aktif çalışmalarda eksikliklerin farkına vararak yeni projeler için fikirler üreterek hepsini farklı bir kurum ile buluşturmuş. Uluslararası kurumlarla da iş birliği yaparak 27 yılda 26 projeyi hayata geçiren TOÇEV'in 7,5 milyondan fazla çocuğa ulaşması ülkemiz adına çok değerlidir.

Derin sohbet ve bol gülümseme içeren buluşmamıza ait detayları da kısaca özetlemek isterim.

Ceza İnfaz Kurumlarında çalışan nadir Sivil Toplum Kuruluşlarından biri TOÇEV.

Aybike Hanım: Yaptığımız bir basın toplantısında ceza infaz kurumları ile ilgili bir konu çıktı karşımıza. Avrupa Birliği'nden fonlar alarak cezaevlerinde kalan çocuklarımıza yönelik projemizi başlattık. Böylelikle ceza infaz kurumlarında da TOÇEV olarak çalışmaya başladık. Bu projede Adalet Bakanlığı ile birlikte çalıştık.

Vakıf olarak projemizdeki temel hedefimiz cezaevlerinde anneleriyle birlikte yaşayan 0-6 yaş çocukların temel ihtiyaçlarının karşılanması, annelerin çocuklarıyla olan diyaloglarının ve davranış biçimlerinin güçlendirilmesi. Ayrıca ceza infaz kurumları çalışanları ile yapılacak çalışmalarla, mahkumlarda yaşadıkları zorluklar konusunda çözüm odaklı yaklaşımlar üretmeleri, yaşadıkları stresle baş etme yollarının anlatılmasını amaçlıyoruz.

Yaptığımız tüm projelerde ve attığımız her adımda barışçıl, birleştirici, eğitici, şeffaf ve sevgi dolu olmayı kendine görev edinen bir vakıf olarak da bu misyonumuzla herkese örnek olmayı hedefliyoruz. Türkiye'nin farklı bölgelerinde 7 farklı ceza infaz kurumuna gidiyoruz. Aşılanma sürecimiz sonrası pandemi şartlarına uygun olarak yeniden yeniden gitmeye başlayacağız.

YSM: Bundan sonraki süreçte birlikte de gidebiliriz. İzin verilen ölçüde hikayelerinizi paylaşmak isterim.

Dilek Hanım: Projenin kapanışında birlikte belki bir çalışma yapabiliriz. Okulların açılmasıyla birlikte projelerimiz hızlı bir şekilde başlayacak.

YSM: Tüm yapacağınız projelerinizde sizlere destek vermek isterim. Hangi şartlarla kabul ederseniz benden size tüm kapılar açık :)

Dilek Hanım: Çok teşekkür ederiz, desteğiniz bizim için çok değerli. Pandemi döneminde hem ailelerin hem de çocukların psikolojik olarak da çok fazla desteğe ihtiyaçları oldu. Maddi ve manevi olarak çocuklarımızın ve ailelerimizin yanında olmak için çok yoğun çalışmalar yaptık.

YSM: Hangi konuda özellikle desteğe ihtiyacınız oluyor? O konulardan da bahsedebilirseniz bağlantılarımız aracılığıyla yardımcı olmaya çalışalım.

Aybike Hanım: Bizim çeşitli dönemler, çocuklarımıza gönderdiğimiz destek paketleri var. Bunlar isteklerine göre standartlara uygun şekilde hijyen ürünlerinden kıyafete ayakkabıya kadar hepsi paketleniyor. Tamamen sıfır ürün gönderiyoruz. Bu ürünlerin temini bizim için önemli. Dolayısıyla ayni olarak bağışlara da ihtiyacımız oluyor.

Dilek Hanım: Ticari bir şirkette çalışmak ile vakıfta çalışmak çok ayrı konular. Burada gönüllük öne çıkıyor. Topluma karşı sorumluluğumuz ortada. Elimizden geldiğince sponsorlu olarak desteklerimizi sağlayarak daha fazla çocuğa ulaşmak gibi hedeflerimiz var.

Aybike Hanım: Aslında konuyla ilgili çok soru geliyor. Manevi ailelerimiz çocukların durumlarına ilişkin sorular soruyorlar. Biz çocuklarımızın karnesine kadar düzenli bildirimlerimizi yapıyoruz. Başka bir vakıf hakkında olumsuz bir haber çıktığında dahi bize soru gelebiliyor. Bu bizi de etkiliyor. Vakfımızın her zaman şeffaf bir iletişimi var. Düşünün ki yeni neslin kariyer planları arasında vakıf yöneticiliği de yer alıyor. Bu da bize mutluluk veriyor.

YSM: Peki yeni hayaller neler?

Dilek Hanım: Aslında en büyük hedefimiz yeni başlattığımız "İyi ki varsın" SMS kampanyamızın yaygınlaşması. 3944'e tüm operatörlerden SMS göndererek çocuklarımıza 10 TL bağış yapılabiliyor. Bir de okulların açılmasıyla birlikte bekleyen projelerimizi hayata geçirebilmek. Pandemi şartları sebebiyle nasıl ilerleyeceğimiz konusunda belirsizlikler söz konusu. Okullar açılırsa o zaman projelerimizi çocuklara ulaştırmak üzere hızla çalışmalara başlayacağız.

Aybike Hanım: Biz birebir okulların içinde çalıştığımız için izinlerimizi alıyoruz. Okullara bir ekiple gidiyoruz. Eğitimlerimizi yapabilmek için ders saatlerinden zaman alıyoruz. Dolayısıyla her çalışma için MEB'den izin alıyoruz.

Gelecek hedeflerimiz arasında mevcut ve yeni projelerle saha çalışmalarına devam etmek, projelerin içerik/ölçümleme gibi detaylarını ödül programlarına dahil etmek ve vakıf misyonunun görünür kılmak yer alıyor.

Dilek Hanım: Biz çocuklarımıza her yaz kamplar yapıyoruz. Aslında bulundukları yerden ve ailelerinden uzaklaşmalarıyla biraz daha özgür olmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Pandemi öncesinde hep farklı yerlere götürüyorduk. Çocuklarımıza farklı konularda atölye çalışmaları yaparak özgüvenlerini tamamlayıcı aktiviteler yapıyorduk. Erasmus+ desteği ile yurt dışında kampa götürdüğümüz çocuklarımız oldu. Biz de pandemi nedeniyle çocuklarımızdan uzak kaldığımız için doğayla iç içe olmaya karar verdik. Her zaman vakıf olarak kendimize özel bir yer alma planımız da vardı. Manisa civarında kendimiz için bir bahçe bulup badem ağaçları dikmek için bir yer satın aldık. Buraya hem bahçesinde küçük bir yer yapıp çocuklarımızın gidebilecekleri kamp alanları organize etmek hem de ağaçlarımızdaki bademleri satarak sürdürebilir gelir kaynağı oluşturmak amacındayız. Badem bahçemizin adına da PAYAM dedik. Payam, badem demek :)

Hedeflerimiz arasında fidanları çoğaltarak sonrasında işler hale getirmek var. SMS kampanyamız sonrasındaki en büyük hedeflerimizden biri de bu. Bine yakın ağacımız olacak. Burada fideleri dikmek için de biraz bağışa ihtiyacımız oluyor. Dolayısıyla bu bahçemizin duyurusu ile bağışçılarımızı da harekete geçirmek isteriz.

YSM: Muazzam bir proje. Çok duygulandım ve çocuklar adına çok mutlu oldum. Bu yazıyı okuyan kişilerin PAYAM'a destek vereceklerinden eminim. Payam'da sanat gibi farklı konularda da eğitim verecek misiniz? Neler olacak?

Dilek Hanım: Tabii ki; birçok atölye çalışması planlıyoruz, çocuklarımız burada özgürce hayal kurabilsinler ve yaratıcılıklarını, duygusal zekalarını beslesinler istiyoruz.

Aybike Hanım: Biz aslında çocuklarımızı yaş gruplarına göre ayırıp bazı kamplara götürebiliyoruz. O kampların içinde de farklı atölye çalışmalarımız oluyor. Çocuklar bütün günü birlikte geçiriyorlar.

YSM: PAYAM beni çok heyecanlandırdı. Hemen hayal etmeye başladım. Çocuklara mentorluk yapabilecek kişilerle ilgili size destek olmak isterim. PAYAM belki "PAYAM Akademi" olarak eşsiz kişilerle buluşur ve çocuklara farklı dünyaların kapılarını açar :)

Aybike Hanım, Dilek Hanım sizin dışında kaç kişilik ekibiniz var?

Dilek Hanım: 17 kişilik bir ekibimiz var. Hepimiz de sahaya gidiyoruz. Ekibimiz genelde kadınlardan oluşuyor, işin özüne bakarsanız kadınlar daha etkin aslında. Genelde bu işte de anneler hakim oldukları için evlere girip çıkarken biz kadın kadınayız. (gülüşmeler) TOÇEV dev bir ekip gibi görünüyor ama sadece 17 kişiyiz.

YSM: Şu an aktif olarak 400 çocuğa destek verdiğinizi belirtmiştiniz. Bu çocuklar hangi illerde yer alıyor?

Aybike Hanım: Ağırlıklı olarak İstanbul, Adıyaman, Mardin, Ankara, Sinop, Samsun, Kırklareli, Antalya, Adana'da çocuklarımız bulunuyor. Bunların dışında farklı illerden de çocuklarımız mevcut.

YSM: Son olarak sormak isterim; TOÇEV ailesine gönüllü- destekçi olmak için ne yapmak gerekiyor?

Dilek Hanım: Tocev.org'dan Bize ulaşın / Gönüllümüz olun butonundan başvuru yapılabiliyor. Başvurular gönüllü koordinatörümüze ulaşır ulaşmaz, gönüllü ihtiyacımıza göre dönüş yapılıyor. Ayrıca direkt gönüllü koordinatörümüzün e-posta adresinden (tocev@tocev.org.tr) gönüllü adayları ulaşabiliyorlar.

Sohbetimiz TOÇEV'in Puduhepa ve Kız Kardeşleri'nin son bebeği "Asuman Baytop" bebeğin odaya girmesiyle daha da renkleniyor. Türk kadın botanikçi, bitki toplayıcısı ve eczacı olarak görev yapmış Türk florasına katkıları ile tanınan Asuman Baytop bebeğin; Tuvana Büyükçınar'ın tasarımı ile daha parlak bir gelecek hayali ile aydınlatmaya çalışılan tüm çocuklar için ilham olması amaçlanıyor.

Her güzel anın sona erdiği gibi TOÇEV'den heyecan ve coşkuyla ayrılıyorum. Tanıştığım kadınların işlerine olan inancı ve çocuklara kattığı değere şahit olmak başka bir deneyim.

Bugüne kadar sayısız STK'da gönüllü olarak yer aldım. Akif olarak devam eden gönüllüklerim var. Beni yakından tanıyanlar ya da destek verdiğim STK çalışmalarının içinde benimle yer alan dostlarım bunun dile getirilmesinden ne kadar hoşlanmadığımı bilir. Açıkçası pandemi öncesine kadar da fikrim çok farklı değildi. Yine aynı şekilde, bana takıldıkları gibi "sosyal sorunlu" olarak sessizce hayatıma devam edecektim. Ama pandemiyle birlikte bunu bir kenara bıraktım. Artık herkesin elini taşın altına koymasını istiyorum. Bu yazıyı okuyan bir kişi dahi "İyi ki varsın" SMS kampanyasına destek verse ne mutlu bana. Ha PAYAM ve diğer konularda sessiz kalacağımı da düşünmeyin. Sürekli size bu konuda yazmaya devam edeceğim.

Sorun benim sorunum değil derseniz bilemem ama sosyal sorumluluk hepimizin sorunudur.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Korona günlerinde tatil

Turizm sektörü Covid-19 sonrasında en çok zarara uğrayan sektörlerin başında geliyor. Pandeminin ilk yılında Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye'ye gelen turist sayısı 2020'de yüzde 69,14 düşerek 15,9 milyona geriledi. Avrupa ve Rusya tarafından tatil için çok tercih edilen ülkemiz seyahat kısıtlamaları sebebiyle turizmde ciddi zarara uğradı.

Türkiye ve dünya ülkeleri içinde bulunduğumuz pandemi sebebiyle turizm açısından sıkıntılı bir süreç yaşıyor. Turizm sektöründe çalışan milyonlarca insan diğer sektörlerde olduğu gibi gelir kaybına uğramış durumda. BM Dünya Turizm Örgütü (WTO) aşılamaların başlaması nedeniyle 2021'de seyahatlerde yavaş bir normalleşme bekliyor.

Salgının değiştiren, dönüştüren etkisiyle karantina, test zorunluluğu, sınır kapama vb. katı kısıtlamalarla geçen günlerimizin ardından artık tatile çıkmak ve yeni dünya düzeninin getirdiği yeniliklerle biraz olsun nefes almak istiyoruz. Tatil için otel seçiminden, seyahat araçlarına herkesin beklentisi ve cevap aradığı sorular farklı.

Geçtiğimiz hafta turizmci arkadaşım arkadaşım İrem Doğay ile instagram da canlı yayın gerçekleştirdim. Sevgili İrem, Aqua Fantasy Resort Hotel & Spa & Aquapark'ın Marka Direktörü olarak canlı yayında sayısız soruya cevap verdi. Pandemide tatile gitmek isteyen kişiler için önemli bir paylaşım olduğunu düşünüyorum.

Pandemi de otel seçerken nelere dikkat etmeli? Turizmde neler değişti? Gelin hepsini İrem Doğay'dan dinleyelim.

İrem'ciğim, kısaca kendinden bahseder misin?

Ankara doğumluyum. Önce kendi aile işletmemiz olan Özel Büyük Kolej'den akabinde Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi'nden mezun oldum. İş hayatını öğrenmek amacıyla Ankara'da çok farklı sektörlerde, farklı firmalarda değişik pozisyonlarda görev aldım. En son 2,5 sene büyük bir Amerika merkezli bir besin takviyesi firmasında pazarlama üzerine çalıştım. Hem sürekli eğitimler alıyor hem de sürekli eğitimler veriyordum. Orada çalışmaya devam ederken babamın yanında olmak için 2016 yılında Kuşadası'na taşındım. 1999'dan bu yana faaliyet gösteren Aqua Fantasy işletmemizde yönetimde ve Marka Direktörü olarak aktif rol almaya başladım.

İrem'ciğim, doğrudan konuya gireceğim. Covid-19 turizm sektörünü nasıl etkiledi?

Dünya genelini etkileyen pandemide en çok darbe alan sektörlerden birisi turizm oldu. Bu süreçte yeni normalin gerekliliklerine ayak uydurabilen turizm tesisleri bu dönemi en az hasarla geçirmeye çalışıyor. Biz de yapısal olarak 96.000 m2 arazide yayılmış olmamız ve pandemiden önce de çok sıkı hijyen kriterleriyle çalışıyor olmamızın verdiği avantajla çok hızlı ve kolay adapte olabilen tesislerden biri olduk. Ama uluslararası seyahat yasaklarından ve %50 kapasite hizmet verme zorunluluğundan kaynaklı tüm turizmciler gibi evvelki yıllara kıyasla ciddi bir düşüş yaşadık.

Salgın sonrasındaki döneme odaklandığımızda turizmde ne gibi değişiklikler göreceğiz?

Turizmin önceliklerinin değişeceği kanısındayım. Yabancı turistlerde her şey dahil sistemi yine tercih alanı olacaktır ancak yerli turistte "camping" ve "kiralık yazlık" kavramları tekrar trend olmaya başladı. Pandemi ile öne çıkan mesafe ve yüksek hijyen standartları uygulamalarının sektörde kalıcı bir iz bırakacağını ve pandemiden sonra da aranan kriterler arasında yer almaya devam edeceğini düşünüyorum.

Geçen sene Temmuz-Eylül ayları arasında 17 milyon kişi seyahat etmiş. Seyahat etmek isteyenler "Güvenli turizm nasıl olacak" diye sorarken; sizin otel misafirlerinizin beklentileri hangi yönde değişti?

Hijyen konusunda zaten çok üst seviyede hizmet verdiğimiz için ek talepler gelmiyor. Mesafe konusunda da 96.000 m2'lik bir alana yayılmış olmanın ve otel tesisleri harici Aqua Park'ı da ücretsiz kullanıyor olmalarının avantajıyla, misafirlerimize arzu ettikleri konfor ve sağlık güvenliğini rahatlıkla sağlıyoruz. Ek olarak ağırlıklı çocuklu ailelerin tercih ettiği bir otel olarak yönetmeliklerin izin verdiği oranda çocuk aktivitelerimizi de sürdürmeye devam ediyoruz.

Ancak şu anki kısıtlamalar sebebiyle tekerrür misafirlerimiz bizde geçmiş yıllarda deneyimledikleri yetişkinlere yönelik akşam animasyonu ve akşam aktivitelerini talep ediyorlar. Yasakların kalkmasıyla birlikte, en güvenli şekilde bu aktiviteleri de programımıza dahil edeceğiz.

Gelelim en çok sorulan soruya. Pandemi de otel seçerken öncelikler neler olmalı?

Özellikle içinde bulunduğumuz pandemi döneminde önceliğin hijyen ve mesafe olması gerektiğini düşünüyorum. Hijyenden kastım yalnızca oda temizliği vb. değil. Gelen alan, mutfak, tepeden tırnağa hijyen. Bu konuda tatile çıkmayı düşünenlerin rezervasyon yaptırmadan önce gitmeyi düşündükleri tesisin uygulamalarıyla ilgili detaylı bilgi edinmelerinin önemli olduğu kanısındayım.

Geçtiğimiz yıl ulaşım, konaklama, ve yeme-içme sektöründe uygulanması gereken kuralları belirleyen; temizlik, hijyen, güvenlik, sosyal mesafe vb. konuları içeren "Güvenli Turizm Sertifikası" hayata geçirildi. Sizin güvenli turizm sertifikasınız var mı?

Tabii ki var :) Geçen sene haziran ayında operasyona başlamadan önce sertifikamızı aldık. Bu sertifika zaten her ay denetlenerek aylık yenilenmesi gereken bir sertifika. O zamandan beridir her ay tekrar denetimden geçiyoruz. Zaten sertifika için ilk gerekliliklerde bile kalite müdürümüz sertifika harici 40 küsur madde daha ekledi ve daha da güvenli olması için bunların da uygulanmasını istediğini belirtti. Hijyen anlamında çok katı bir ekiple çalışıyoruz. Hem uluslararası yüksek kriterlerde çalışmamız, hem de ağırlıklı çocuklu ailelere hizmet vermemiz sebebiyle hijyen konusunda çok katı kurallara bağlı hareket ediyoruz.

Pandemiyle birlikte değişen dünya düzeninde her geçen gün dijitalleşiyoruz. Turizmde ne gibi değişiklikler söz konusu? Siz ne gibi değişiklikler yaşadınız? Pandemi sizi daha da dijitalleştirdi mi?

2019 senesinde var olan tesisimiz ikiye bölerek iki farklı konseptte hizmet vermeye başlamıştık. Bu bölünme sürecinde 335 odada yeni konsepte uygun dijital odalar üretmiştik. Otelde misafirlerimizin hizmetine sunduğumuz interneti güçlendirmek adına çok ciddi yatırımlar yaptık. Amacımız ailesiyle tatildeyken çalışmak zorunda kalan misafirlerimize aradıkları ofis ortamını sunabilmekti. Hiç bilmeden pandemiye hazırlıklı girmiş olduk.

2020'de pandemiyle birlikte odalardaki broşürleri kaldırarak televizyonlardaki info kanalımızdan gerekli bilgilendirmeyi yapmaya başladık. Restoran ve barlarda elden ele dolaşan menüler yerine 2020 sezon başından itibaren kullanımı çok pratik ola QR kodlu menüler kullanmaya başladık. Var olan web sitemiz dışında aplikasyonla hizmet vererek misafirlerimizle dijital ortamda iletişim kurmaya ağırlık veriyoruz.

Temizlik, hijyen, maske vb. derken çevreye karşı sorumluyuz. Tatil için seçtiğimiz otellerde çevre hepimizin hassas noktası. Siz de katı hijyen kurallarınız olduğunu belirttiniz. Bu kadar yoğun tüketimde çevreyi korumak adına neler yapıyorsunuz? Pandemi sonrası sizce neler yapılmalı?

Özellikle menü ve broşürlerle ilgili bahsettiğim gibi gereksiz kağıt kullanımını minimize etmeye çalışıyoruz. Bu bilinç tüm alanlarda da geçerli. Bütün yazışmalarımızı ve kayıtlarımızı dijital ortamda sürdürüyoruz. Misafirlerimizi de teşvik etmek için tesisimizin pek çok noktasına geri dönüşüm kutuları yerleştirdik ve bu malzemeleri tekrar kullanıma kazandırıyoruz.

Su tüketiminin büyük bir kısmını ozmoz sistem ile kullanıma hazırlayıp arıtma suları dahil uygun noktalarda kullanarak değerlendiriyoruz. Hem gereksiz su tüketiminin önüne geçmek hem de Mavi Bayraklı denizimizi korumak adına tekrar doğaya kazandırıyoruz.

Doğayla iç içe bir ortamda konumlanmış durumdayız. Bizi çevreleyen bu güzelliği korumak adına ilaçlamalarımızı da "doğa dostu" çevreye zarar vermeyen profesyonel kimyasallarla sağlıyoruz.

Diğer bir yandan kendi sera ve arazilerimizde kendi tarımsal üretimimizi yaparak bu ürünleri misafirlerimize sunuyoruz. Plajımız mavi bayrağa sahip olduğu gibi otel olarak yeşil Yıldızlı Çevreye Duyarlı Konaklama tesisi belgesine sahibiz. Ek olarak da Travelife Gold turizmde sürdürebilirlik ödülümüz bulunmakta. Biz her zaman çevreyi çok önemsedik. Pandemi sonrası da aynı duyarlılıkla hareket ediyoruz.

Pandemiyle birlikte tatil için gelen kişiler / turistler özellikle neleri görmek istiyorlar?

Bizi tercih eden misafirlerimizin önceliği dünya ve Avrupa'da en iyi aquapark ödüllü olan bol kaydıraklı, yetişkin ve çocuk havuzları, tembel nehir ve dalga havuzu içeren su parkımız tabii ki. :)

Aquapark hariç 10 restoran, 12 bar ve 9 havuzu misafirlere en verimli olacak şekilde yönetmelikler doğrultusunda etap etap kullanıma açıyoruz. Kum plajlı deniz her zaman misafirlerin olmazsa olmazı. Yaş ve konuşulan dillere göre ayrılan (beş adet) çocuk kulüplerimiz de çocuklu ailelerin tercihi. Pandemi sürecinde evden tatile giden yıolculukta tüm talepleri karşılamak birinci amacımız.

Pandemi ve turizm ile ilgili işin uzmanı olarak siz neler eklemek istersiniz?

Sonuç olarak dünya çapında kritik bir dönemden geçiyoruz. Herkes kendi sağlığından sorumlu ancak biz (turizmciler) bizi tercih eden herkesin sağlığından sorumluyuz. Bu sebeple çok yüksek kriterlerde hijyen uygulamaları ve yönetmeliklerin izin verdiği ölçüde olabilecek en eğlenceli hizmeti veriyoruz. Misafirlerimize unutulmaz, keyifli ve de en önemlisi sağlıklı bir tatil için elimizdeki bütün imkanları kullanıyoruz.

Sevgili İrem'in söylediklerini özetlersem korona günlerinde tatil; yeni normalin içinde anormal önlemlerle karşımıza çıkıyor. Tatile gideceklerin beklentilerinde değişiklikler kadar turizmcilerinde çevrimiçi dünyaya uyumlandığını görüyoruz. Eğlenmeye, keyif almaya özlem duyduğumuz şu zamanlarda turizm hizmetlerinde güven, sağlık ve hijyen temaları en çok dikkat edilenler. Güvenli turizm sertifikası kadar doğaya ve insana saygılı oteller tercihimiz.

Tatile çıkan herkese iyi tatiller diliyorum.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Geçmişe gelecek sağlamak

İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni hiç gezdiniz mi? Bugüne kadar gezmediyseniz bir gününüzü ayırıp mutlaka gezmenizi öneririm.

Dün ülkemizin tarih ve sanat varlığını korumak, gelecek nesillere kültür mirasını aktarmak amacıyla düzenlenen Heritage İstanbul'un İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde gerçekleşen basın toplantısına katıldım.

Yağmurlu bir İstanbul sabahında tarihi yarımadaya ulaşmanın ne kadar zor olduğunu ancak İstanbul'da yaşayan bilir dersem diğer şehirlerde yaşayanlara haksızlık etmiş olmam. Hakikaten bu şehirde yaşamanın bedeli var. Trafik bunun en başında geliyor. Pandemi de toplu taşıma araçlarını hiç kullanmadığım için bugün de aracımı bir yere bırakıp tramvay ile devam etme düşüncesini daha gitmeden aklımdan silmiştim. Nihayetinde müzeye ulaşır ulaşmaz toplantı başladı. Müzenin o keyifli bahçesinde sabah kahvesi içme hayalim ne yazık ki üç yudumdan öteye geçemedi...

Yıllarca sayısız etkinliğe katılan biri olarak pandemide zoom dışında ilk kez canlı bir organizasyonun içinde olmak çok başka hissettirdi. Sanki yüzyıllardır dışarıya çıkmıyor hissini yaşıyorsanız inanın yalnız değilsiniz. Maskeli, mesafeli de olsa insanlarla bir toplantıyı dinlemek ve o akışın içinde yer alıyor olma hali bile değişik bir deneyimdi. Hayatın içinde olmak ne güzelmiş!

5.kez düzenlenen Heritage İstanbul 23-25 Haziran 2021 tarihlerinde Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre Merkezi'nde gerçekleşirken sayısız etkinlik izleyicilerle buluşacak. Ana konular arkeoloji, müzecilik, restorasyon, teknoloji etrafında toplanırken; 13 Haziran 1881 yılında Osman Hamdi Bey tarafından açılan müzenin -ne büyük tesadüftür ki- 14 Haziran 2021'de Arkeolog Nezih Başgelen'in konuşmasında yer vermesi, 130 yıl sonra aynı mekanda bu ruhu hissetmek çok değerliydi benim için.

Basın toplantısına katılan İstanbul Vakıflar 1.Bölge Müdürü Hayrullah Çelebi, İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanı Oktay Özel, İBB Kültür A.Ş. Genel Müdürü Murat Abbas, TG Expo Genel Müdürü H. Cem Şenel ve Heritage Projeleri Kurucusu Osman Murat Akan'ın konuşmalarının kısaca özeti; kültürel miraslarımızın korunması, İstanbul'da devam eden restorasyon çalışmaları, Kent Müzesi, Tasavvuf Müzesi, Sanat Müzesi gibi birçok müzenin yakın zamanda İstanbul'a kazandırılacağı, kültürel değerlerin anlaşılarak koruma bilincinin geliştirilmesi için özel çalışmalara yapılacağı yönündeydi.

Show Radyo'dan Aslıhan Saraçoğlu'nun kültürel müzik mirasıyla ilgili sorusu üzerine Kültür A.Ş. Genel Müdürü Murat Abbas'ın gelecek sene için "sponsorluk" sözü güzel bir anı olarak kalacak.

Tarihi değerlerimize sahip çıkmak, korumak için atılan her adım önemli.

Bir belgeselde izlediğim ve çok etkilendiğim restorasyon çalışmalarının şu an İstanbul'un farklı noktalarında devam ediyor olması insana "yaşasın tarihi değerlerimiz yeniden hayat buluyor" diye beni mutlu ediyor. Her ne kadar teknolojiyi çok seviyor ve yoğun bir şekilde bu hayatın içinde var olsam da diğer yanım kültür ve sanatla huzur buluyor. Açıkçası kendimi bu değerlerden uzakta hiç göremiyorum. Yazmak, okumak, fotoğraflamak, paylaşmak kadar tarih ile bütünleşmek; geçmişe ve yaşanmış kültürlere dair hayaller kurmak insanı -beni- çok başka alemlere taşıyor.

Restorasyon çalışmalarında uzmanların işlerini nasıl titizlikle ve anne şefkatiyle yaptıklarını en son mayıs ayında Troya Müzesi'nde gözlemlemiştim. Kültürel hazinelerin korunması, geleceğe aktarılırken tarihin harap olan bölümlerinin daha fazla tahrip olmadan aslına uygun biçimde yenilemeleri sizce de çok ilham verici değil mi? Düşünsenize yüzyıllar öncesine ait eserler avuçlarınızın içinde! Geçmiş ve gelecek arasında muazzam bir deneyim.

Geçmişe gelecek sağlamak yaşadığımız her ana değer vermekten geçiyor. Dünya ve gelecek nesiller için şimdi koruma ve sahip çıkma zamanı. Sürdürebilirlik bakış açısı fuar içinde geçerli.

Tarih yeniden yaşansa ve yazılsa siz o tarihin içinde dünyaya nasıl bir eser bırakırdınız?

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Geçmişten geleceğe TROYA-3

Troya Müzesi Müdürü Rıdvan Gölcük ile söyleşimizin üçüncü bölümünde Troya Müzesi'nin açıldığı günden bugüne tarihi değerlerini ve gelecek hayallerini sizlerle paylaşacağız.

Rıdvan Bey, Troya Müzesi Resmi Açılışının sizce tarihi değeri nedir?

10 Ekim 2018 yılında müze kapılarını açıyor. 18 Mart 2019 günü sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan özel bir açılış yapıyor. Bunu çok önemsiyorum.

Romalı İmparatorlar için Troya'ya gelmek bir yarış. Hadrian, Caesar ve Caracalla burada olmak istiyor. Eğer buradan geçerseniz o tarihin içinde yer alma şansınız var. Büyük İskender buradan geçiyor. Hatta geliyor tapınakta dua ederken diyor.

Fatih Sultan Mehmet, Mustafa Kemal Atatürk Troya'dan geçiyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın burada yer olması önemli. 1000 yıl sonra da burada liderler olmalı. Açılış için seçilen tarih 18 Mart. Çanakkale Savaşlarının yıl dönümünde. Her iki savaşı her iki dönemi kardeş görmek, birbirinin devamı görmek refleksi açılış için seçilen tarih bu açıdan da önemlidir. Tarihsel bir gönderme yapılıyor.

Müzeyi gezmeye başladığımızda bizim ilk eserimiz Gülpınar'dan çıkmış Ana Tanrıça heykelidir. Ana Tanrıça Anadolu'yu anlatır. Bu çok önemli simgedir. Son eserimizde Çanakkale Savaşlarında savaşmış bir subayın kıyafetidir. Anadolu'yu anlatan Ana Tanrıçayla başlayıp, Anadolu için canını vermiş subayın kıyafetiyle son bulur. Tarihsel göndermeyi çok anlamlı buluyorum. Anadolu'yu anlatırken kronoloji ile duvarlar çekmemeliyiz. Ahmet Bey Hekabe'nin o göğsünü gösterişini yorumlarken arada kronoloji var mıydı? Hikayeyi zamansız anlattı.

Söyleşinin en başında Troya 3.0.'dan bahsettik. Geçmişten aldığımız kültürel birikimle geleceği inşa edebilirsiniz. Ben buna çok inanırım. Bu ödül Troya Müzesi için milattır. Bu takdir ödülünün üzerine yeni ödülleri ekleyip geliştirmek gerekir. Bunda da bize düşen ne varsa yapmak isterim. Geçmişe bağlılığınız ve hayalleriniz benim için çok değerlidir. Çanakkaleli olarak ben de buna çok değer veriyorum. Tarihi bilinci yaratmak hepimize düşer. Rıdvan Bey, Troya Müzesi'nin gelecek hayalleri neler?

Müze henüz bitmedi. Biten şey mimari projedir. Ömer Selçuk Baz müzenin mimarı. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2011 yılında yarışma projesi açıyor. Katılan kişilere Troya Müzesi için şu metinleri okuyun, İlyada okuyun, Troya kazılarını okuyun deniyor. Herhangi bir mimari istekte bulunulmuyor. Mimarlar tasarımda serbest. 132 proje başvuruyor. Yarışma projesi bir yandan da risk birinci seçilen proje uygulanacak. Yarışma jürisi genel müdürlükten bir kişi dışında tamamen bağımsız mimarlardan oluşuyor. Siz çıkan sonucu size göre beğenmeyebilirsiniz. Çıkan sonucu beğenmeseniz dahi uygulamak zorunda kalacağınız çok cesur bir iş. Ömer Bey'in projesi birinci seçiliyor.

Proje şu anlamda kıymetli, neden buraya müze yapılıyor? Çanakkale Arkeoloji Müzesi bu bölgeyi temsil edecek yetenek ve olanaklarda değildi. İnsanların yaz aylarında sıklıkla bir haftalık tatili var. Şort, terlik haliyle tarihi alanlarda da iyi vakit geçirmek istiyor. Tarihi alanlara gidenlerde temel duygu monumental yapı görmek. Ayasofya'yı, Efes'i gördüğünüzde çok etkilenirsiniz. Fakat Troya kentine geldiğinizde çoğunlukla ilk gelenlerde bir hayal kırıklığı oluyor. Neden? Brad Pitt'in TROY'unu izlemişsiniz. Filmde arkada müzik o kadar görsel şölen var ki nefis. Bir geliyorsunuz kerpiçten yapılmış sur. Efes gibi Bergama gibi ayakta sütunlar görmüyorsunuz.

Troya çok üst üste kurulmuş bir kent. Schilemann'ın yarattığı müthiş bir dağınıklık var. Troya Ören Yeri / kenti dilsiz bir kent gibi çok az konuşuyor. Onu konuşturabilmek için öncesinde bir metin okumak vb. yetmiyor. Alanın profesyonellerinin bile anlamakta çok zorlandığı bir kent. Orada konuşmayan bir yer var. Ama, hemen Ören yerinin yanı başında bir müze. İşte Troya Müzesi o ören yerinin dili. Onun anlatmakta zorlandığı ne varsa onu konuşturan yer. Monumental yapı görme ihtiyacı dedik ya. Geldiniz mimari olarak büyük bir mimari. İddialı bir dile sahip. Hatta jüriden birisi -rahmetli Cengiz Bektaş olabilir- bu formu görünce "Tam infobox olacak, orayı konuşturacak" diyor.

Troya Müzesi'nin sosyal medyayı çok aktif ve verimli kullandığını görüyorum. Bugün sizinle burada Twitter'da müze ödül heyecanınızı paylaştığınız bir tweet yani sosyal medya aracılığıyla bir araya geldik :) Neleri doğru yaptınız da bu seviyeye geldiniz?

Sosyal Medya ile ilgili şöyle bir durum vardı. Bizim sosyal medyada ana izleyici kitlemiz, dert edindiğimiz ama çözemediğimiz de bir şeydi. 44 yaş ve üstüydü. Neden takip ettiğini, işini gücünü oturtmuş ve hayatta neleri istediğiniz biliyor vb. normal diyorduk. Ama daha gençler neden bizi takip etmiyor? Buna hazır kolay cevap verebilirsiniz. O kolay cevap şu gençler sanata kültüre bu kadar meraklı değiller!

Pandemi döneminde şöyle bir şey oldu. Pandemi sebebiyle 18 Mart 2020 günü müze kapıları kapandı. Tamam kapanacağını önceden bakanlığımız bildirmişti. Şok yaşadık, şimdi ne yapacağız? Koca bir binanın içinde biz bizeyiz. Sonra birkaç arkadaş sohbet ediyoruz dedik ki; "Müze turnike mi demek? Turnike kapanırsa, müze kapanırsa müzenin işi kenara atılır mı? Hayır bizim sorumluluklarımız devam ediyor. Sonra bir motto yazdık; "Biz kapanmadık, yeni bir kapı açtık."


Sonra Instagram canlı yayınlarına başladık. Ne oldu? İzleyici kitlemiz bugün hala 24-34. Ana izleyici kitlemis aynı şekilde devam ediyor. Demek ki gençler hep oradaymış, gençlerin bu alana hep ilgisi varmış. Gençler bize şu dersi verdi. "Biz hep buradaydık, biz ilgiliyiz, siz doğru kanalla bize ulaşmadınız." dedi. Pandemi bu açıdan bizde fırsata dönüştü. Oandemi sayesinde o gençlerle doğru iletişim kurma fırsatını yakaladık.

Başarınız ortada, tebrik ediyorum. Sosyal medya hesaplarınızın arkasında kim var? hesap yönetimi nasıl yapılıyor?

Sosyal medya ile kurumsal iletişimimiz sürdürmek konusunda profesyonel bir desteğimiz yok. Sosyal medya hesaplarımızı ben ve Müze Uzmanı'mız Osman Çapalov ikimiz yönetiyoruz. Tüm o kurumsal iletişimi bir yandan yürütürken arama kanalı verilerini vb. sıkı takip ediyoruz.

Dert edindiğimiz durumlardan bir tanesi Google. Çoğunlukla "Truva" kelimesi ile aranıyorduk. Biz müze ismimiz gibi TROYA kelimesinin öne çıkmasını istiyorduk. İKinci sırada Troia vardı. Troya üçtü. Sergilerle, etkinliklerle, projelerle arama kanalı verilerinde birinci sırada TROYA çıkıyor. Fotoğraflarımız 5 milyon kez görüntülendi. 4.4 milyon kadar arama alıyoruz. Google'dan verileri sürekli takip ediyoruz. Son üç aylık verilerimize göre fotoğraflarımız 1.14 milyon kez görüntüleme almış. Pik yaptığı gün ödül aldığımız günden bir sonraki gün. Dolayısıyla düştüğümüz anları biliyoruz. Ona göre hemen içerik paylaşmaya çalışıyoruz. Web sitemiz geçmişte açılmıştı, yeniden revize ediyoruz. 2019 Ağustos ayında Troya Müzesi'nde göreve başladığımda takipçi sayısı 1010 idi. Bugün itibarıyla 9532 olmuşuz. Özel sponsorluk kullanmıyoruz. Osman'la beraber şekillendirmeye çalışıyoruz. Profesyonel değiliz ama samimiyetle paylaşıyoruz.

Gerçekten harikasınız. Gerçek deneyim yarattığınızda samimi olması gerekir. Diğer türlü uygun ve hoş olmayan bir paylaşım ortaya çıkıyor. Bu müze bundan sonra neyi başarmalı? Yakın gelecekteki projelerinizden biraz bahseder misiniz?

Bulunduğu bölge açısından çok ama çok önemli olmalı. İstanbul Arkeoloji Müzesi, Anadolu Medeniyetler Müzesi, İzmir Arkeoloji Müzesiyle bu müze aynı şeyi anlatmamalı. Troya'nın karakteristik bir tarafı var. Biz bir coğrafyanın içinde kuruluyoruz. Başarması gereken şeylerden birisi kırsal kalkınmaya destek vermek. Duvarları içine çekilen bir müze olmamalı.

Bölgede son beş yıllık 2019 nüfus verileri de dahil; Tevfikiye Köyü, Çıplak Köyü, Kalafat Köyü 2015 tarihinden 2018 tarihine kadar köyler sürekli kente göç veriyor. 2018 yılında sihirli bir durum oluyor. 2018 yılında göç duruyor. 2019 yılında tüm köylere kentlerden köye göç başlıyor. Çünkü Troya Müzesi kırsal kalkınmayı destekliyor.

Müzenin açıldığı günün üzerinden bir yıl geçmeden Troya Örenyeri ve Troya Müzesi 800.000 kişiyi bu bölgeye çekiyor. Sadece çektiği nüfus ile mi alakalı bu kırsal kalkınmaya destek vermek. Tabii ki hayır. Troya Müzesi'nin kendi arazisi üzerinde, bakanlığın arazisi üzerinde köylerimizden tek bir kuruş kira almadan köylülerimize arazi tahsis ediliyor. Opet ile, Valilik ile, Halk Eğitim Merkezi ile ortaklaşa o araziler üzerine Troya Mimari formunda hiçbir ücret almadan satış dükkanları inşa ediliyor. Hiçbir kira almadan köylülerimize o dükkanlar tahsis ediliyor. Hiçbir ücret almadan Troya hediyelik eşya yapım kursları veriliyor. Müze ve Ören yerinde hediyelik eşya mağazamız var. kendi mağazamızdan çok daha düşük fiyata satmalarını sağlayarak kendi aleyhimize ticari eşitsizlik yaratıyoruz. Onları desteklemek amacıyla; kentten köye göçü başlatan unsurlardan bir tanesi bu oldu. Planlanmış bir hareketti. Restoran, köy pansiyonculuğu konusunda eğitim alındı. Köy pansiyonculuğu için belgeleri çıkarıldı.

Kırsal kalkınmayı her zaman desteklemeliyiz. Troya Müzesi diğer müzelere benzeyemez Karakteristik bir özelliğimiz var. İnşallah yakın zamanda konferans salonunda söyleşilerimiz başlayacak. Kazı başkanımız Rüstem Aslan kazıları anlatacak. Belki ondan önce Tevfikiye Köyü'nden bir köylü teyzemiz çıkacak tarhana nasıl yapılır bu müzenin konferans salonunda anlatacak. Şu gördüğünüz bahçede "Domates nasıl kurutulur?" onu anlatacak. Modern tanımıyla "workshop" diyelim, köyden gelen o teyzelerimiz bu müzeye gelenlere bahçede bu workshopları yapacak. Dilerlerse de Çıplak Köyü'nde - Opet'le ortaklaşa bir proje devam ediyor- Troya Ekmeği yapılacak. Özgün Anadolu buğdayından Troya ekmeği yapılacak. Burada üretilenler burada satılacak. Tüm köyün adeti, geleneği, göreneği bu köyün içinde yaşamaya devam edecek. Bulunduğumuz bölge ile kurduğumuz bağ son derece önemli.

Hassas noktalardan birisi de müze buraya insan çekecek ama bu köylerin köy kalabilmesi, bu ölçeklerle kalabilmesi ana hedeflerimizden birisi. O yüzden sürekli yerel kültürü desteklemeye devam edeceğiz. Çünkü çevremizin değişmeden bozulmadan böyle korunmasını istiyoruz. Milli Park olması sebebiyle de her şey çok kontrollü. İmar çok kontrollü. Yeniköy'de Papaz Plajında, Çıplak Köyünde, Kumkale'de yapılacak her ne varsa tüm o işler içinde müzenin fikir ve onayı gerekiyor.

Tarih yazımı sürecini çok çok önemsediğimizi size sürekli söylüyorum. Hep buna ilişkin veriler çıkartmak zorundayız. Buna ilişkin verileri nasıl çıkartacağız.? Bizim için Müze insanların vitrinlerin önünden gelip geçtiği bir yer değil. Biz enstitü müze olmak istiyoruz. Assos Kazılarından çıkan herşey, Alexandria Troias kazısından çıkan her şey, Maydos'tan çıkan tüm bölge, Kara Biga'da yüzey araştırmasından çıkan her şey sene sonunda buraya geliyor. Burası Çanakkale'nin hafızası. Bir hafıza mekanı. Buraya toplanıyor, istiyoruz ki bilgi burada işlensin, yorumlansın ve buradan yeniden dağılsın. Bunu roman yazarı alıp kullansın, gazeteci kullansın, öğretmenler kullansın. Biz bu üretimi yapmaya başladığımızda - ki başladık 2.Troya Sempozyumu geride kaldı- çarpan etkimiz çok büyüyecek.

Pandemi olmasaydı köy okullarında yeni bir program başlayacaktı "Sınıf Arkadaşım Homeros". Çünkü bizim hikaye yazarlarına, yeni destan yazarlarına ihtiyacımız var. Gösterdiğimiz performansla alanımızı ne kadar doldurabilirsek yine Çanakkale'den hikaye anlatıcı o çocuklar içinden çıkacak :). Nuri Bilge Ceylan Öyle değil mi? Bu topraklara dair hikayeler anlatmıyor mu?

Troya Müzesi Müdürü Rıdvan Gölcük ile Troya Müzesi'nde gerçekleştirdiğimiz bu söyleşi için çok teşekkür ederim. Troya 3.0. ve tarih yazımına katkıda bulunacak ne varsa hep birlikte yapalım.

"Çanakkale" tarihi çağların başlangıcından günümüze önemli kültürlere ev sahipliği yapmıştır. Tarihinden günlük yaşamına çok renkli mirasın izlerini taşıyan ÇANAKKALE her zaman hikayeler anlatmaya devam edecek. Doğduğum topraklara elimden ne gelirse yapmak benim gönül borcumdur. Gelin bu hikayeyi beraber yazalım.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Geçmişten geleceğe TROYA-2

Troya Müzesi, Müze Müdürü Rıdvan Gölcük ile geçmişten geleceğe Troya söyleşimizin ikinci bölümündeyiz. Müzede kuş sesleri arasında geçirdiğim saatleri ve müzeyi sizlerle aktarmaya günler yetmez :)

Rıdvan Bey; Troya Müzesi tarihi kimliğimize sahip çıkmamız için muazzam bir köprü olabilir. Sizce kendi tarihimizi yazmakta geç mi kaldık?

Troya Müzesi'nde vitrinlerimizin birisinde kubbeli fırın vardır. Troya-4'den çıktığını Blegen söylüyor; o da 2000 küsur yıllık hikayedir. Koffman da ilk kez Troya-3 katmanında rastlandığını söylüyor. Kubbeli fırın; şimdi zaman zaman ziyaretçilerimize rehberlik yaparken diyorlar ki Neden bunu soruyorlar biliyor musunuz? Köyde de aynı fırın var. Diyor ki; köyde ki fırını neden buraya koydunuz? :) O fırının Troya 3-4 katmanından gelmiş olabileceğini düşünmüyor. O kazıdan çıkan bir fırının modeli evet ama fırından çıkan ekmeği, pideyi yemek için Tevfikiye ve Çıplak Köyü'ne gideceksiniz. O fırın hala var. Bizde o akış harika. Troya Müzesi, bizim kimliğimizin içerisinde. İnsanın kendisini doğru anlatabilmesi için kimliğini bilmesi lazım.

Yurt dışında büyükelçiliklerimiz var, katiplerimiz var, Yunus Emre Enstitüsü, Diyanet vb. birçok görevlimiz var. Bunların temel amacı ülkemizi doğru anlatmak. Kültürel diplomasi ülkenin kültürünü tanıtmayı hedefliyor. Görevlilerimiz Türkiye'yi tanıtmak istiyorlar. Ülkemizi tanıtabilmemiz için kendi kimliğimizi bilmemiz gerekiyor. Bu sebeple Troya'nın Türkiye kimliğinde yer almadığını düşünüyorsanız eksik düşünürsünüz.

İstanbul'da doğdum, büyüdüm. Mahalleden çocukken geçiyorum, kadınlar birbirine "Şu geçen Hilmiye'nin oğlu değil mi?" diye sorarlardı. Heredot'u açın Likya'da çocuklar annelerinin adıyla anılır. Güncelde kadın konusunda yaşadığımız sorunlar var. Ama bu toprakların böyle sorunu yoktu. Çocuklar annelerinin adıyla anılırdı. Eğer kimliğimizin içinde bu unsurları iyi tanımazsak kendimizi iyi anlatamayız.

Müzede ziyaretçilere rehberlik yaparken Troya Savaşı, Çanakkale Savaşı gibiydi. Troya Savaşı çok önce olmasına rağmen tersten benzetme yapıyorum diyorum. Rahmetli Turgut Özal'ın "Tarih ve Miras" adında bir kitabı vardır. Rahmetli Turgut Özal kitabında şöyle der: "Çanakkale Savaşı'da tıpkı Troya Savaşı gibi bir kahramanlık destanıydı. Bu toprakların savunmasıydı. Biz Troya'yı Yunan kenti Yunan kültürü sandık, sanmakta da haksız değildik. Batı bakış açısı böyle bir tarih yazımı sağladı. Bizse gerçeği / tarihi yazmakta eksik kaldık.

Troya tarihini yazarken sizce nelere dikkat etmeliyiz?

Seneca'nın "Troya'lı Kadınlar Sonatı" diye bir kitabı vardır. Kitabın ilk sayfasında Troya'nın düşüşü ile ilgili Karşıdaki Yunan kahramanları konuştururlar. Yunan Kahramanları Troya'lılar için: "Pis barbarlar, pis Asyalılar, pis Anadolular" der. Kendi kimliğine ait hiçbir zaman görmez.

Troya'da bambaşka bir kültür vardır. Troya gerçekten Asya'nın direği Anadolu'nun direğidir. Çanakkale Savaşı'nda Fransızların ilk çıkarma yaptığı yer Kumkale. Niçin Kumkale? Troya Savaşı'nın geçtiği yer. Neden çıkartma oraya yapılıyor. Diyor ki yine geldik. Tarihsel gönderme yapıyor. Geçmişte nasıl Troya'yı yıktıysak yine geldik diyor.

Boğaza giren gemilerden birinin adı "Agamemnon" Yunan komutanının adı. Mondros Mütarekesini imzalatmak zorunda kaldıkları geminin adı o.

Batı bizim hikayemizi hiçbir zaman Troya'nın hikayesi dışında görmüyor. Ortaçağda birçok belge var. İtalyanlar bir Türk denizciyi esir almışlar. Belgelerde denizci için Troyalı (Türk) yazıyor. Ortaçağda özellikle Troyalların köklerinin Türklerden geldiğine inanılıyor. Troya düştüğünde Kafkaslar'a kaçan bir kahraman var adı Turcos. Etimolojik benzerlikler sebebiyle Troya'nın kökenlerinin Türk olduğuna inanıyorlar.

Fatih Sultan Mehmet'in 1462'de (Midilli'nin Fethi) Midilli Adasına yürürken buraya gelip söylediği hiç tesadüfi hikaye değildir.Yine İtalya'da Papa ordusunu Osmanlı'ya karşı topluyor. Fatih Sultan Mehmet'in Papa'ya yazdığı mektup Montaigne'nin denemelerinde geçer. "

Biz Anadolu köklerimize ne kadar sahip çıkar ve gerçek kimliğimizi ne kadar ortaya koyarsak Anadolu köklerimize o kadar bağlanırız. Toprağı senin görmezsen toprağa iyi davranamazsın. Temel problem bu. O medeniyeti başkasının sanıyorsan olmaz. İslam olmak, Türk olmak içimizde var ama anne sütü İslam'dan çok önce bir kavramdır.

Troya Müzesi 2020 Avrupa yılın Müzesi Özel ödülü'nü ülkemize kazandırdı. Bu ödülü pandemi sürecinde almanızda çok değerli. Sizin ve müze çalışanlarının duyguları nasıl?

Troya Müzesi olarak Avrupa'dan aldığımız ödülü şöyle kıymetli görüyorum, özel bir anlamı var. Batı hep kendi Troya hikayesini yazdı. Destan köklerine bakalım. Troya'dan Aeneas kaçıyor. Roma İmparatorluğu'nun kurucusu. İtalyanların kurucusu Troyalı. Troyalı Aeneas'ın torunu Brutus adaya (İngilitere'ye) yürüyor. Brutus'un askerlerine briton adı veriliyor. Biritanya adı Troyalı Brurus'tan geliyor. Brutus adadaki ilk kenti kuruyor Nova Troya (Yeni Troya) ismini veriyor. Bugünkü Londra.

İngilizler kurucu köklerini Troya'dan, İtalyanlar kurucu köklerini Troya'dan, Ortaçağda Venedik Şehir Devleti, Germenler, Frenkler hepsi birbirini Troya'ya bağlamak konusunda yarışıyor. Hiçbir gerçek bağları yok. Sonradan yazılmış tarih yazımı böyle bir şey. Tarihte atalarını seçiyorlar. Bu ata gösterişli olmalı, bu ata iyi medeniyet kurmuş olmalı vb.

Biz gerçekte bu toprakta aynı medeniyetlerden beslenenler olarak orada tarih yazımında gerçeği kaçırıyoruz. Biz tarih yazımında uzak kalmışız. İşin içinde okunacak çok hikaye var. Ödül bu sebeple çok önemlidir. Batı hep kendi Troya'sını kutsadı. Kendi Troya filmini çekti, kendi Troya müzikalini besteledi, kendi Troya operasını yaptı. Hepsi kendi Troya'sını anlayabildiği kadar anlattı. İlk kez TROYA ödül aldı. O Troya Anadolu Troya'sıydı, o Troya Türklerin Troya'sıydı. Batı ilk kez kendi Troya'sı dışında bir Troya'ya ödül verdi. Bu sebeple bu ödül çok önemliydi.

"2020 Avrupa Yılın Müzesi Özel Ödülü" Troya'nın oldu. Tabii ödülü önemli kılan bir diğer şey de 2020 yılının ödülü olması. 2020 yılı yüz binlerce insanın öldüğü, insanların evlerine kapandığı, müzelerin kapılarına kilit vurduğu, bazı müzeler -özellikle batıda- tamamen kapandı. Hatta battılar, bazıları da koleksiyonlarını satmaya başladı. Böyle bir dönemde böyle kaotik dönemde Troya markası, Troya kimliği o kadar öne çıktı ki, bu karanlık dönem içinde müzemiz bizim için bir parlayan yıldız oldu. Bu sebeple de aldığı ödülün çok önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Ödül karanlık günlerde geldi, bizim için ayrı anlamı var.

Rıdvan Bey, çok haklısınız. Kendimizi iyi tanımazsak iyi anlatamayız. Bu ödül bizim kimliğimizi ortaya koymak konusunda çok önemli. Ahmet Bey'in müzede göğüs metaforunu yorumlaması da ayrı bir değerdir. Müze olarak siz yerele gerçek hikayeyi anlatmaya başlıyorsunuz. Sizce Homeros'un İlyada'sını nasıl yorumlamalıyız?

Tarih yazımının bir kısmını müze olarak biz yazmaya çalışıyoruz ama bu bizim boyumuzu aşan bir durum. Ahmet Bey tarih yazdı işte. Ahmet Bey makale yazmadı, tez yazmadı karşısında yazılmış onlarca makale varken dedi ki; hayır bu böyle değil, böyle. Onun için çok kolay çünkü o kültürün içinden geliyor.

Sohbetimiz sırasında Ayazma'da gerçekleşen güzellik yarışması dediniz ya; Netflix'de Troya var. Paris öyle kötü anlatılıyor ki... Paris, neredeyse yarı sapık bir adam. Neredeyse hayvanlar gibi çayırda koşturan bir adam. Bulunduğumuz topraklar sebebiyle güzellik yarışmasını yorumlamaya çalışalım. "Paris'in kaderi" denilen şey Troya'nın yıkılmasının başlangıç hikayesi bu.

Akhilleus'un annesi Thetis ve babası Peleus evlenecekler. Zeus diyor ki; nifak tanrıçası Eris'i çağırmayalım ki ortalığı karıştırmasın. Eris durumu sonradan öğreniyor ben size gösteririm diyor. Altından bir elma ve "en güzeline" yazıyor. En güzelini seçelim meselesi oluyor. Zeus seçim yükünün altına girmiyor. Karısı Hera orada. Karısının en güzel olduğunu düşünmüyor ki elma senin deyip olayı çözebilir. Hera, Afrodit, Athena arasında seçim yapılması gerekiyor. Paris'i buluyorlar. Paris güzellik Tanrıçası Afrodit'i seçiyor. Paris aslında o seçtikten sonra en güzelini seçmiş olmuyor. Afrodit zaten güzellik tanrıçası. Tabii bu süreçte rüşvetler birbiri ardına sıralanıyor. Athena ben sana savaşlarda yenilmezlik veririm diyor. O çağ erkeği için müthiş bir teklif. Hera diyor ki; ben sana Asya krallığını veririm. Tüm toprakların kralı olursun. Afrodit diyor ki; ben sana güzel bir kadın, evlilik vaat edebilirim. Batı okuması Paris'in durumunu kadına çok düşkün vb. olarak ifade ediyor. Paris en güzelini seçti. Zaten güzellik tanrıçası olanı seçti yani liyakatli bir seçim yaptı. Liyakatli seçimin cezasını da Hera ve Athena tüm Troya Savaşı boyunca Akhalara yardım ederek veriyor. Bu liyakatli seçim sebebiyle Truva düştü.

Tarihi böyle okumaya başlasak! Paris'in kadın düşkünü vb. olmasını bir kenara bıraksak seçimini doğru yaptı desek. Acaba Anadolu başka yaptığı hangi liyakatli seçimler sebebiyle hep cezalandırılmaya çalışıldı mı? Bu toprakların kaderinde bu var mı? Hikayeye böyle bakarsınız Anadolu insanının yaptığı seçimler sonucunda cezalandırıldığını birçok olaylar karşısında görürsünüz.

"Troya'yı hep birlikte baştan yazabiliriz" diyebilir miyiz? Çanakkale'nin gerçek tarihini gerçek hikayesini yaratabilir miyiz? Farklı gerçek anlatılabilir mi? Gerçek Troya sizce mümkün mü?

Kalemi eline kim alıyorsa bundan sorumludur. Bir süre sonrada gerçek doğru olmaya başlıyor. Alev Alatlı'nın çok sert bir tespiti vardır. Doğru olduğuna yüzde yüz katılıyorum. Batı tarih yazımında herkes kendini Troya'ya bağlamaya çalışıyor, kendine tarih yazıyor. Alev Alatlı diyor ki; "Atanı seçeceksin. Doğru olmasına gerek yok. Senin için gerekli olması önemli ve seçtiğin atana küfür etmeyeceksin" Batının yaptığı tarih yazımı tam da bu. Arkeolojiye başlıyor diyor ki biz harikayız, çok iyiyiz. Peki ne yapacağız? Kim bizim atamız olsun? Yunan topraklarında iyi bir gelişmişlik düzeyimiz var, tamam bu bizim atamız olsun. Batı Anadolu'ya geçiyor. Kent planı önce Batı Anadolu'da gerçekleşiyor. Yunan filozof falan deriz. Hiçbir Yunan filozofu bilinmezken bunlar Miletten İyonya'dan çıktı, doğa filozofları buradan çıktı.

Ama batı ne yapıyor? Ben kendimi Anadolu'ya bağlayayım diyemeyeceği için buraya "Yeni Yunanistan, Doğu Yunanistan" diyelim diyor. Sanki Anadolu'da hiçbir akış yokmuş gibi çok az bilim adamı bunun tersini söyledi. Söyleyenlerden Kara Athena'nın yazarı Martin Bernal'dır. Kara Athena Yunan kültürünün içinde Kuzey Afrika öğelerine kadar olduğunu söyler. Girit'te kazılar yapılıyor. Ne kadar Kuzey Afrika etkisi varsa takip ediyorlar. (Arkeolog Evans yapıyor) Yunan alfabesinden bahsediyoruz. Alfabe Fenike alfabesinden geliyor, içine sesli harfler ekleniyor. İşte batı tarih yazımında kendi atasını böyle seçiyor.

Çalınan kültürel mirasımız gibi çalınan kimliğinizde önemli. Ahmet Bey "Troya'ya Yunan kent değil mi?" dediğinde kimliğimizi çaldırmışız demek. Kimlik çalındığında da şu oluyor, kimliğinizi çalan o benim atam diyor. Kültürel bir üstünlük duygusu yaratılıyor. O kültürel üstünlük duygusu yaratıcılığı teşvik ediyor, kendini iyi hissediyorsun. Karşı tarafta kimliğini mirasını çaldıran da yetersiz hissediyor. O yetersizlikte sana bana çocuklarımıza sirayet ediyor. Çünkü sana tarih yazımında birşey bırakmamışlar. Diyorsun ki; biz göçebe insanlarız. Çok hatalı, eksik bir tarih yazımı. Bu sebeple kendine güven duymuyorsun. Harika müthiş gençler yetiştiriyorsunuz. Üniversiteye adım atıyorlar, entelektüel anlamda donanımlı ama eksik olan şey kendini iyi hissetmiyor. Kendini iyi hissetmemesinin sebebi de bu.

Ne arkeoloji sadece arkeoloji, ne müzecilik sadece müzecilik. Bizim için harika fırsatlar tanıyor. Biraz geç kaldık ama çalışmak için yola devam etmek için asla geç değil.

Üçüncü ve son bölümde Troya Müzesi'nin açılıştan günümüze ve geleceğe hayallerini bulacaksınız.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Geçmişten geleceğe TROYA

Avrupa Müze Forumu /EMF) tarafından verilen ve en saygın müzecilik ödüllerinden olan "Avrupa Yılın Müzesi Ödülleri"nde Troya Müzesi ve Odunpazarı Modern Müzesi özel ödüllere layık görüldü.

2020 Avrupa Yılın Müze Ödülü'nü alan Troya Müzesi 7 Mayıs 2021 günü tüm haber kanallarında yer alırken; müze müdürü Rıdvan Gölcük'ün 8 Mayıs günü Twitter'dan paylaştığı duygu dolu satırlar sonrası kendisiyle hemen iletişime geçtim.

yazan müze müdürünü ve Troya Müzesi'nin hikayesini yazmak istedim. Troya Müzesi'ne giderek tarih, tutku ve hayallerine sımsıkı sarılmış Rıdvan Gölcük'ten Troya'dan ödüle uzanan süreci dinledim. O kadar uzun bir sohbet oldu ki size üç bölüm halinde aktarabileceğim.

Rıdvan Bey ile Troya Müzesi'ni gezerken anlattığı çocukluk hikayesiyle "Troya Müzesi" söyleşisine başlamak isterim.

1981 İstanbul doğumlu Rıdvan Bey, 10 yaşındayken bugün yaptığı mesleği, müzeciliği, arkeolojiyi hayal etmiş.

Sizin için Troya Müzesi ve Troya ne anlam ifade ediyor?

Şu an günümüz Troya'sını Troya 3.0; diye adlandırıyorum. Modern söylemle sanayi 3.0-4.0 vb. Troya 1.0 Homeros'un İlyada'sı. Troya diye bir şeyin varlığından bizi haberdar eden metin. Bu hikayenin bu kadar popüler olmasını sağlayan şey o. Fakat o bir mitti. Kent var mı yok mu bilmiyoruz.

Troya ile ilgili ikinci büyük kırılma Troya kazılarıdır. Troya kazıları ile böyle bir kentin var olmuş olabileceğini öğrendik. Mitostan logosa, mitten birime giden bir yolculuk. Bu ikinci büyük kırılma anıydı. Bana kalırsa 2018 yılında Troya Müzesi'nin açıldığı tarihe kadar yeni bir kırılma noktası olmadı. Yeni kırılma noktasının tam size anını anlatayım. Benim için önemli bir andır.

Karşımızda 438 kişilik nüfusa sahip Tevfikiye Köyü var. Bu kübik yapı bulunduğu coğrafyaya yabancılaşmaya çok müsait. Biz de o yabancılaşmayı yaşamamak için köylerimizle sık bağlantı kurmaya çalışıyoruz Bir gün karşı köyümüzden Ahmet Bey ile sohbet ettik. "Müzeye geldiniz mi daha önce?" diye sordum. "Gelmedim" dedi. "Bir gün gelin lütfen size rehberlik yapayım" dedim. Sonra bir gün müze içinde başka bir gruba rehberlik yaparken Ahmet Bey'in çıkmak üzere olduğunu gördüm. Hemen yanına gittim. "Müzeyi nasıl buldunuz?" diye sordum. Ahmet Bey; "Müdür Bey müze harika olmuş. Köyümde böyle bir müze var gurur duyuyorum. İçindeki Yunan eserleri çok güzel" dedi. Ahmet Bey ne güzel sohbet ediyorduk içindekiler niye Yunan eseri oldu? Ahmet Bey; "Troya kenti bir Yunan kenti değil mi? Homeros, Hector bir Yunan. Haliyle bu eserler Yunan eseri değil mi? diye cevapladı.

Troya 3.0 tam burada başlıyor. Ahmet Bey'e İlyada'yı okuyup okumadığını sordum. Okumadığını söyledi. Ahmet Bey size İlyada'dan bir sahneyi anlatayım, sonra batılı yorumu bu sahne hakkında ne söylüyor onu söyleyeyim. Çünkü batılı yorumun ne dediği şu açıdan önemli. Homeros İzmirli, anlattığı savaş Çanakkale'de diyor. Batı diyor ki batının ilk ozanı, bizim yazılı edebiyatımızın başlangıcı "bizim" diyor. Bizim diyorlar daha iyi yorumlayanın onlar olması bekleniyor. Batılı yorumu söyleyeyim sonra sizin yorumunuzu alayım. Ahmet Bey "tamam" dedi.

İlyada'da bir sahne vardır, benim için çok meşhur bir sahne. Troya surları önünde bizim Troya'lı Hector gözünü Yunan kahramanı Akhilleus'a dikmiş. Onunla birebir kahramanlık mücadelesi yapacak. Babası Priamos ile annesi Hekabe surların üzerinden Hektor'u izliyorlar. Yunan Akhilleus'ta çok güçlü ve vahşi bir adam. Babası Hektor'a "Oğlum surlardan içeri gir ve bizleri düşün." Bu arada surlara Troya çok güveniyor. 10 yıl boyunca o surlar devrilmiyor.

Baba Priamos Hector'u ikna edemiyor. Her Anadolu ailesinde olduğu gibi sonra anne Hekabe gözüküyor. Öyledir ya ailelerimizde de önce baba gözükür, baba halledemezse sorun çözücü annedir. Anne Hekabe; "Hector, surlardan içeri gir. Çoluğunu çocuğunu düşün." Hector hiç oralı değil. Hekabe refleks bir hareketle göğsünü açıyor ve "Oğlum bu memeye saygı duy, çocuklukta burada geçirdiğin günleri hatırla ve içeri gir."

Homeros'un İlyadası'ndaki sahne bu. Yazdığı tarihte Hekabe'nin bunu annenin göğsünü göstermesinin ne anlama geldiği çok belli ki hiçbir açıklama gereği duymamış.

Ahmet Bey'e dedim ki; sahne bu. Batılı yorumu ne söylüyor onu söyleyeceğim. Konu hakkında yazılmış tez var. Tez diyor ki; anne Hekabe neden göğsünü gösterip "Oğlum bu memeye saygı duy, çocuklukta burada geçirdiğin günleri hatırla ve içeri gir." tezin ana sonucu şu oluyor. Hekabe; erotik olarak oğlunun dikkatini dağıtmak istedi. Karşı tezde anne kaç yaşında kaç yaşında kaç çocuk doğurdu nasıl etkileyecek. Mesele Hector'u annesi etkiler mi etkilemez mi?" ye geliyor. Ahmet Bey, batılı yorumu bu. Sen ne düşünüyorsun diye sorduğumda adamın neredeyse tansiyonu çıktı. "Olur mu böyle şey. Ana sütü hakkından bahsediyor, süt helalliği hakkında konuşuyor." dedi. Şimdi Troya 3.0 geliyor. Ahmet Bey, 5 dakika önce burası bir Yunan kentiydi. Bunlar Yunan kahramanıydı, Hector ve eserler Yunan'dı. Nasıl anladın? Ahmet Bey o kadar sinirli ki; " Olur mu Müdür Bey, siz nasıl anlıyorsunuz? Sizin içinde öyle değil mi? Dedim ki yüzde yüz böyle anlıyorum. Siz ayaküstü bu metni ilk defa duydunuz. Orasının bu topraklara ait olmadığını düşünüyordunuz. Sen nasıl yorumluyorsun benim için bu önemli. Ahmet Bey dedi ki; "Çocukluğumda Karamenderes nehrini çok severdim. Troya kentinin hemen yanı başında akıyor. Oraya girmeyi çok seviyordum ve bahçeden kaçıyordum. Annem çok korkuyordu birazcıkta bataklıktı nehir tabii. Annem kaçtığımı görünce başına bir şey gelir, gidersen sana sütümü helal etmem falan diye bağırırdı.

Ahmet Bey bak şimdi başka olay daha çıktı. Diyorsun ki;

1- Hector'la aranızda 3000 yıl fark var. Aynı köyde aynı yerleşimde ikinizde annenizden aynı lafı duydunuz.

2- Karamenderes'i çok mu seviyorsun. Çok seviyorsun. İlyada'da Karamenderes'in adı Skamender. Hector Karamenders'i o kadar sever ki Hekabe oğluna "Skamenderli" diyor.

Hektor'la aynı nehre, aynı tutkuyla bağlısınız. İşte bu Troya 3.0.

Bu müze ve proje sayesinde hikaye/destan ilk defa o kültürden beslenenler, aynı kültürden gelenler tarafından yorumlandı. Bugüne kadar biz İlyada yorumlarında hep batı yorumunu okuyorduk. Hep onların gördüğü İlyada'yı görüyorduk.

Troya Müzesi kadar açıldığı bölgede yaşayan kişilerin tarihi değerleri, Ahmet Bey'in doğduğu topraklara ve erken yaşlardan itibaren yaşadığı benzer olaylara bakarak TROYA'da yeni bir tarih yazılıyor diyebilir miyiz?

Troya Müzesi; iyi bir mimari proje ama iyi bir mimari proje olarak kalmasını istemiyoruz. İçinde iyi bir müzecilik var ama şu meseleyi sıkça vurguluyoruz "yeni bir tarih yazımı" Bugüne kadar ki tarih yazımı Homeros'un anne Hekabe'nin göğsünü neden açtığını yorumlarken batı yorumunu eleştirmiyorum. Ama batı kültüründe ana sütü helalliği yok. Bilmiyor o zaman Freudcu yaklaşım var. Freudcu yaklaşımla çözüyor. Ama bizim Tevfikiye Köyümüzü buraya çağırdığımız zaman; Homeros'tan bir metni ayaküstü okuyorsunuz ve ayaküstü doğru yorumluyor. Hakkında binlerce sayfa tez yazmaya gerek kalmıyor. İşte bu Troya 3.0.


Peki, Ahmet Bey'in hikayesinde olduğu gibi Troya ilk defa bu kültürden gelenler tarafından yorumlanmaya başlıyor. Troya Müzesi'nin geçmişinde buna benzer başka ait olaylar var mı?

Bu hadise tek midir? Değildir, Polyksena Lahdimiz var. Biliyorsunuz daha öncede müzeyi gezdiniz gördünüz. Müzenin en özel eserlerinden birisi. Priamos'un kızı Polyksena'nın Akhilleus'un oğlu tarafından kurban edilmesini anlatıyor. Onun üzerinde bazı sahneler var. Polyksena'nın kız arkadaşları Polyksena'nın kurban edilişini izliyorlar. Saçlarını çekiyorlar, göğüslerine vuruyorlar ve yere diz çökmüş bir kız var dizlerini dövüyor. Batılı izleyiciler lahdi incelerken diyor ki; "Neden saçını çekiyor? Neden göğsünü vuruyor?" İlyada çevirilerinde yabancı bir metne çevrildiğinde orayı yorumlarken çok üzüldü diyor. Oysa çok üzülmedi, ağıt yakıyor. Polyksena Lahdi 2500 yaşında ve biz saçını çekenin, göğsünü yumruklayanın ne demek istediğini o kadar iyi biliyoruz ki bugün allah korusun kötü bir haber yaşasak ana haber bülteninden bir annenin feryadını görsek aynı feryat deriz çünkü aynı kültürden geliyoruz.

1994 yılında bir kaçak kazı sonucunda Polyksena Lahdi ortaya çıkıyor. Müzeci arkadaşlar oraya gidiyor, kazı yapılıyor 1 ay kadar kazı sürüyor. Rapor yazmak zorundalar. Stilistik olarak lahit yorumlanıyor ama aynı zamanda sit alanı ilan edilecek. Ama hangi parselde? Hemen muhtara gidiyorlar. Muhtara diyorlar ki Ada, parsel numarası ne? Muhtar diyor ki; "Burada parsalizasyon geçmedi." O zaman mevkii adı ne? Muhtar diyor ki: "Kızöldün Tepesi" Muhtara diyorlar ki "Muhtar Bey, lahdin üzerinden bu ad var. Bu arada lahit tümülüsün (tepecik) içinden çıkıyor. Muhtar Bey, lahitte gördüğünüzü sormuyoruz. Bu mevkinin gerçekte adı ne. Muhtar yine "Kızöldün Tepesi" diyor. Ya Muhtar Bey, siz gördüğünüzü söylüyorsunuz diye ısrar ediyorlar. Muhtar; "Hayır o tepe biz de Kızöldün Tepesi'dir." diyor. Muhtara itimat etmiyorlar hemen Orman Bölge Müdürlüğü'ne gidiyorlar. Haritayı açıyorlar ve haritada lahdin bulunduğu yeri "Kızöldün Tepesi" olarak görüyorlar.

Malazgirt bizim için önemli bir tarihtir. Ama bizim Anadolu ile tanışıklığımızın bu tarihte olmadığını gösteren şeylerden bir tanesi; Ahmet Bey'in 2750 yıllık metni ayaküstü duyar duymaz doğru yorumlamasıdır. İlyada'da Hektor'un anne Hekabe'den duyduğunu Ahmet Bey kendi annesinden duydu. Düşünün ki; 2500 yıllık mezar üzerinde yaşayan köylümüz kulaktan kulağa gelmiş şekilde "Kızöldün Tepesi" diyor. Nasıl bunu bilebilir ki? Nasıl öncesine hakim olacaktı? Bizim Anadolu ile bağımızın çok eski olduğunu gösteren örneklerden birisi de budur.

........... devam edecek.

Söyleşinin devamında Troya Müzesi Müdürü Rıdvan Gölcük ile Troya'nın yeni tarih yazımı ve müze için çok önemli olan

Yeşim Mutlu

@yesimmutlu

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.