15.07.2012 - 18:32 | Son Güncellenme:
NEŞE MESUTOĞLU / nese.mesutoglu@milliyet.com.trFotoğraflar: Garbis Özatay
Yurt içi ve yurt dışında bugüne kadar 110 sergi açan, 50’den fazla kitabı olan Akyıldız, “63 senedir çiziyorum. Daha yapacak çok şey var” diyor.
Ressam olmaya nasıl karar verdiniz? Aileniz destekledi mi? Trabzonluyum ben. Ofluyum. İlkokulda, ortaokulda, lisede, hocalarım hep beni resime teşvik ederdi. Ailemse maalesef, köstek oldu. Babam Osmanlı’nın son devir tüccarlarındandı. Dört hanım, 16 çocuk sahibi bir derebeyi. Hali, vakti yerindeydi. Beni ticaret lisesine gönderdi. Ama tek idealim ressam olmaktı.
İstanbul’a yolunuz nasıl düştü? 15 yaşında İstanbul’a geldim. 1949’da Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdim. Bizi lisede yetiştirenler Osmanlı’nın son zamanlarının klasik hocalarıydı. Akademide aradığımı bulamadım, devam etmedim. 50’li yıllarda değerli ressamlar vardı. Hikmet Onat, Naci Kalmukoğlu, İlham Hulusi... Onların atölyelerine gidip geliyordum. Onları benimsedim. Babıali’de resim ve afiş atölyesinde ressam olarak çalıştım. Mecmualara, dergilere resim çizdim uzun yıllar. 1951’de Ressam Cemal Atölyesi’ni açtığımda 17 yaşındaydım.
O zamanki İstanbul’dan unutamadığınız neler var, en çok ne dikkatinizi çekmişti? Sergileri takip ederdim. Her hafta Fransız Konsolosluğu’nda muazzam resim sergileri olurdu. Şimdi pek yok.Akademi’de neden aradığınızı bulamadınız? Klasik resmi seçtim ben. Realiteyi, gerçeği çalışıyorum. Akademiyle tarzımız çok ayrı. Farklı işler yapıyoruz. Benim ifadelerimden rahatsız olan modern sanat grubu var. Ben resmi deklare ediyorum, teknolojiyi değil.
Genç gravür sanatçılarının yetişmesi zor mu?Ben bu alanda dünyada tekim. Belgesel mahiyette resim yapılmıyor bu devirde. Akademilerde gravür çalışmaları var ama benzetme yok, kafasındaki tasarımı kazıyor. Oysa ben kağıdın üzerinde müsveddeler yapıyorum, perspektifi tespit ediyorum, kurşun kalemle bunu tespit ettikten sonra, çini mürekkeple tek tek çiziyorum.
Varlık Yayınları’ndan çıkmış pek çok kitapta imzanızı görüyoruz...Başta Varlık Yayınları’na olmak üzere, 35-40 sene içinde 2 binin üzerinde roman kapağı çizdim. Bütün dünya klasiklerini çizdim. Kapaklar konuya uygun olsun diye hepsini okudum. Gece gündüz okurdum. Kurşun kalemle birkaç seçenek yapıyordum. Karar verileni hazırlıyorum. Kapaklarının arkasında adım yazar. Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘35 Yaş’ isimli şiir kitabının kapak tasarımı bana ait.
Bir binayı resmetmek ne kadar zaman alıyor? Binanın karşısında eskiz yaparım. Sonra fotoğrafını çekerim. Atölyeme taşırım. Bir bina, bir buçuk ay gibi bir zaman alır. Daha sonra matbaaya verilir. Bunu çizen klasik resmi çok iyi bilmeli. Mimarlığı olmalı. Gerçekçiliği ve tarihi sevmeli. Maddiyatı önemsememeli. Londra’da hayret ettiler bana. “Sen Türkiye’de nasıl yetiştin?” dediler.
63 senedir çiziyorum. Daha yapacak çok şey var.
Yeni bir projeniz var mı? İki sene önce Başbakanlık’la bir program yaptık. Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar tarihi Türk eserlerini çiziyorum. Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan’a gittim.
Gelirinizi devlet nasıl sağlıyor? Biz hazır kuvvet gibiyiz. Önemli bir binanın resmi çizileceği zaman davet ediliyoruz. Örneğin Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi’nin çalışması bittiğinde devlet, tahsisatı mestureden bir şey verecek tabi. Ama proje bitmediği için henüz almadım. Valiliklerden alıyorum ama çok mütevazı rakamlar... Neden mi? Herkes çizdirsin diye. Türkiye’de çizilecek o kadar çok tarihi değer var ki. Ben de çizerken keyif alıyorum. Bu benim için kültürüme hizmet etmek demek.
KiMiN iÇiN NE DEDi?
İhap Hulusi: O zamanki dünyanın en büyük afiş ressamıydı. Şişli’de atölyesi vardı. Uzun yıllar Milli Piyango afişlerini çizmiştir ve tahsilini Almanya’da yapmıştır. Çok muazzam bir ressamdı.
Cahit Sıtkı Tarancı: Hayata küsmüş, yüzü gülmez bir adamdı. Somurtkan değil ama hüzünlü bir mizacı vardı. Zaten bütün şiirlerinde hep ölüm vardır.
Orhan Kemal: “Bir gayya kuyusu” derler. Çok derin bir insandı. Yaratılıştan derya bir adamdı. Hal, hatır sorar, resimlerime iltifat ederdi.