12.09.2012 - 19:16 | Son Güncellenme:
NEŞE MESUTOĞLU / nese.mesutoglu@milliyet.com.trFOTOĞRAFLAR: GARBİS ÖZATAY
Dormen Tiyatrosu’nun Türk Tiyatrosu’ndaki yerini nasıl görüyorsunuz?
Birçok yenilik getirdik. Doğal oyunculuk anlayışının ve rejinin öncüsü olduk... Özellikle sufleyi kaldırınca herkes dehşete düştü. “Ben suflör kullanmam” dediğimde kıyamet koptu. Benim tiyatromda hiçbir zaman suflör olmadı. Bir tek Cahide Sonku için mecburen kullandılar ama benden gizlediler.
Mustafa Alabora, “Tiyatro kültürü, yazarlarıyla vardır” diyor. Türk tiyatro yazarlarının yetiştirilmesi konusunda ne dersiniz?
Doğru söylemiş Mustafa, dünyada tiyatro demek, yazar demek. Türk yazarlarını öne çıkaran birçok tiyatro var. Biz de Dormen Tiyatrosu’nda dört Turgut Özakman, bir Yaşar Kemal, dört Refik Erduran oyunu oynadık. Ama asıl iki önemli şey yaptık.
Neydi bu iki önemli şey?
Birincisi; batılı müzikali tanıttık. İkincisi; farsın nasıl oynanması gerektiğini gösterdik... Hâlâ farsı doğru oynamıyorlar. Müzikali de doğru oynamıyorlar bence. Bakıyorsunuz, uzun bir es var. Bugünkü seyircinin sahnede ese tahammülü yoktur. Filmlerde bile buna dikkat ederler. Bir sahnenin sonunda, sonraki sahnenin sesi başlar. Artık kimsenin beklemeye tahammülü yok. Onun için uzun konuşanlara şaşırıyorum. Karşısındakinin dinlemeyeceğini nasıl anlamıyorlar?
Birçok kişi sizi saygıyla anlatıyor. Bir star avcısı olduğunuz da muhakkak...
Pek azı olmadı ama çoğu oldu. Nisa Serezli, Allah rahmet eylesin, onda bir şey görmemiştim mesela. Yanılmışım. Ufak tefek roller veriyordum ama kadın birdenbire parladı! Çok zeki ve yetenekliydi. Bütün dezavantajlara rağmen; kısa boylu, çok fazla güzel olmayan, konuşma bozukluğu olan bir sanatçı olmasına rağmen; sahnede devleşiyordu. Son yıllarında sokakta “Size dokunabilir miyiz?” diyorlardı. Efsaneydi.
‘Dadı’ dizisi, orijinalinden kaliteli bir yapım oldu. Orijinaline beş dakika tahammül edemiyorsunuz. Ama Türk yapımı Dadı’nın tekrarı bile izleniyor. Siz nasıl tepkiler aldınız?
Çok iyi tepkiler aldım. Hâlâ da “Pertev” diyorlar bana. Bizim oyuncularımız, bazı prodüksiyonlarımız rahat rahat yurt dışında oynayıp büyük olay yaratabilir. New York’ta Maria Callas’ı oynayan sanatçı, yılın en iyi oyuncusu ödülünü kazanmış mesela. İzledim... Yıldız (Kenter) ondan 10 kat daha iyidir. Hakikaten bazı oyuncularımız dünya çapında. Benim yaptığım bazı rejiler de bence dünya çapında. Ben New York’ta gayet rahat bir müzikali sahneye koyabilir ve başarı kazanabilirim. Bundan yüzde 100 eminim. Nitekim yaptık.
Nerede, nasıl?
Necati Cumalı’nın ‘Nalınlar’ isimli eserini İngilizceye çevirttim. ‘Turkish Clogs’ adıyla Yıldız Kenter, Göksel Kortay, Nevra Serezli, rahmetli Kerem Yılmazer, Nüvit Özdoğru, 1978’de İngiltere’yi
41 gün dolaştık. İngiltere’de ilk defa oluyor bu. Yabancı bir grup kendi oyunlarını İngilizce oynuyor. Bütün oyuncular Türk. Yazar Türk. Bir müzikali İngilizce oynamışız... Kültür Bakanlığı’ysa, “İngilizce oynamışsınız. Niye para verelim ki?” dedi.
Bir efsanenin izinde New York gezisi New York’a sizin öncülüğünüzde özel bir kültür turu düzenleniyor. Neler yapacaksınız katılanlarla?
Benim öncülüğümde değil. Beni sadece beraberlerinde götürüyorlar. Elimden geldiği kadar, New York’ta yaşamış ve orayı seven bir insan olarak fikir vereceğim. Benim hoşuma giden ve onların da hoşlanacağını sandığım lokantalara gideceğiz. Tabii ki herkesi memnun edemeyeceğiz. Çünkü seyahat güç bir iş. Birisi odasını beğenmeyecek, birisi “Neden bu oyuna geldik?” diyecek, birisi “Haldun Bey neden benim yanıma oturmuyor?” diyecek. Hazırlıklı olmak lazım. Gidilecek güzel oyunlar seçtik. ‘Once’ isimli bir oyun var mesela, duydum ki senenin en iyi müzikaliymiş. Altı ödül kazanmış. Ama bizim seyircilerimiz beğenmeyebilir. Ricky Martin’in oynadığı Evita’ya gideceğiz. Ben gördüm Evita’yı ama onlar memnun olacaktır diye gideceğim tekrar. Sonra Cirque Du Soleil’i yerinde göreceğiz. Metropolitan Operası’na gideceğiz. Biraz da kültürel bir gezi olacak yani.
Seyahate katılacak olanlara tavsiyeleriniz var mı?
Ben oyuna elbiseyle giderim. Tişörtle ve normal gömlekle gitmem. İstanbul’da da dikkat ederim. Matineye gitmiyorsam kıyafet giymeye çalışırım. Cirque du Soleil’e rahat bir kıyafetle gidebilirsiniz ama Metropolitan’a giderken koyu renk elbise isteniyor. Almazlar yoksa.
Bazı lokantalara da almıyorlar. Kravatsız gidemiyorsunuz. New York’ta oyundan sonra yemeğe gitmek hoştur. Tiyatroya gidenlerin yüzde 90’ı, oyundan sonra yemek yemek ister. Onun için bütün lokantalar 20.00 ve 22.30 olarak iki servis yapar.
Mezunu olduğunuz Yale Üniversitesi Drama Okulu da sizin için bir davet hazırlıyor. Katılımcılar ona da gelebilecek mi?
Ben Yale’e gitmek istedim, telefon ettim. Oradaki bir arkadaşım, “Konuşma yapmak istiyor” demiş. “Çok memnun oluruz ve onun şerefine bir davet vermek isteriz” dediler. O davete isteyen katılabilecek galiba... Sonuçta bir okul daveti. Eskiden başarı kazanmış talebelerini karşılayan bir davet olacak. Ben 1949’da başlayıp 1952’de mezun oldum. Sınıf arkadaşlarımdan kalanlara bir öğle yemeği vermek istiyorum.
“İstanbul, yaşamak istediğim tek şehir. New York’ta İstanbul’daki geçmiş yok. Oturup kalkıp İstanbullu olduğuma şükrediyorum. ‘Nerede eski İstanbul?’ diyor herkes. Ben buna da karşıyım. Eski İstanbul 800 bin kişilik büyük bir kasabaydı. Arada bir konser olunca bir ay ondan bahsedilirdi. Şimdi kimin geldiğinden bile haberim olmuyor.”
“BARIŞ iÇiN YAŞIYORUM”
Azınlıkların Türk tiyatrosunda çok büyük etkisi olduğuna inanıyorum. Tiyatroyu, sanatı, İstanbul’u, hatta Türkiye’yi renklendirdiler. Cumhuriyet tarihinin en büyük üç hatası, azınlıkları kapsar: Dersim Olayları, 6-7 Eylül, Varlık Vergisi... Rumların buradan gitmesi için çok sebepleri vardı. Ben din ve dil birliğine, barışa inanan bir insanım. Barış için yaşıyorum. Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin Türk tiyatrosuna çok büyük katkısı vardır. Onların yok olması çok büyük bir kayıptır. Hem tiyatro adına, hem yaşam adına...