Pazar 34 yıllık sakalını yalnızca askerde kesti

34 yıllık sakalını yalnızca askerde kesti

09.11.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kadri Özçaldıran: “74’ten beri sakallıyım! Bu sakalı niye tuttuğumu da hiç düşünmedim açıkçası. Bir tek askerdeyken, bir de başvuru formuna resim çektirmek için kestim. Beni tanıyanların yüzde 90’ı, hatta yeğenlerim bile, sakalsız halimi bilmez”

34 yıllık sakalını yalnızca askerde kesti

Boğaziçi Üniversitesi’nin geçen ağustosta göreve gelen yeni rektörü Prof. Dr. Kadri Özçaldıran‘la röportaj yapmak için odasına girdiğimde, neden anlayamadım, hummalı bir “Basın niye eğitim konusundaki demeçler dışında şeyler sorar?” tartışması başladı. “Basın bir rektörün hangi müziği dinlediğini niye merak eder ki?”
Neredeyse yarım saat, bu tarz soruların sorulması gerektiğini, sormam gerektiğini anlattım. Hafta sonu ekinde tam sayfa röportajda, böyle “insani” dokunuşların öneminden, ayrıca Boğaziçi’nin olağanüstü güçlü adından bahsettim.
Kahveler geldi, buzlar eridi; Kadri hoca basınla hiç olmadığı kadar uzun iletişim halindeydi. Belki benim Boğaziçililiğim, belki okulun sorunlarına vakıf oluşum nedeniyle akşam gideceği konsere kadar konuştuk. Uzun sakallarını, saçlarını karıştırması, koltuğa yarım oturması, zeki insanlara has o profesör dağınıklığıyla çok içtendi...

Akademisyen olmak ciddi bir seçim; siz bu yolu seçtiniz. Sonra da yöneticilik başladı. Bu biraz “akademisyenlik ruhunu” zedeleyen bir durum değil mi?
Yüzde 100 zedeler. “İdari işe karıştım, hâlâ akademisyenliğimi gayet iyi yapıyorum” diyen biri varsa, yüzde 99 yalan söylüyordur. “İyi” kısmını boşver, “Neden bir akademisyen idari göreve soyunur?” kolay bir soru değil. İnsanların değişik sebebleri olabilir.

Sizin sebepleriniz neler?
Ürettiğim bilgiyi, bir noktadan sonra amaç olarak tutmaktan vazgeçtim. Bunun yerine “Diğer arkadaşlara daha iyi bir ortam sağlayayım, bu tek başıma benim üreteceğim bilgiden daha faydalı olacaktır” dedim... Bu artık hiç de eskiden göründüğü kadar anlamsız görünmedi gözüme. İyi, benden çok daha iyi pek çok akademisyen arkadaşım var.

Boğaziçi Üniversitesi bilgiyi üreten bir kurum mu?
Kesinlikle. Bilgi üretimini daha iyi yapamaz mı? Tabii ki yapar ama burası bilimsel, felsefi, edebi, bilgiyi üreten bir kurumdur.

Bu tarz araştırmalar maddi olarak nasıl besleniyor?
TÜBİTAK, DPT ve Avrupa Fonları. Fen bilimlerindeki araştırmalar DPT’den para alır. Ama psikoloğun DPT’den para alması söz konusu değil. Ancak TÜBİTAK şu anda sosyal bilimcilere de kapılarını açtı. En azından toplum bilimcileri biraz para alabiliyor. Framework 7’da, yani Avrupa Fonları’nda da değişik programlar var. Bunun dışında da değişik destekler olabiliyor.

Elinize geçen kaynaklar yeterli olabiliyor mu peki?
Çok uzun yıllar “Para yok, ödenek yok” demekten dilimizde tüy bitmişti. Tabii araştırma parasından bahsediyorum. Şimdi gelmiş olduğumuz noktada para var. Bu AB’ye girme sürecimizle alakalı bir şey, fonlardan pay alma şansımız doğdu. “Ben ciddi bir bilim insanıyım, Türkiye’de bir üniversitede görevliyim, projeme fon bulamadım” gibi bir şey söz konusu değil. Hatta bildiğim kadarıyla TÜBİTAK’ın proje bulmakta zorluğu var. Bizim üniversitede konferans desteği makul durumdaydı. Her öğretim üyesi yılda bir, bazen iki kez yurtdışı konferanslarına gidebiliyor.

Bu sene ders veriyor musunuz?
28 yıldır ilk defa ders vermediğim bir dönem. Çok acı. Benim için çok acı.

“Öğrenciler ‘Kadri Baba’ diyorlar”

Öğrencilerle çok iyi ilişki kuruyorsunuz; hatta size “Kadri Baba” diyorlar.
Doğru, iyi ilişki kuruyorum ama onun ötesinde en severek yaptığım şey ders vermek.

Öğrencilerinizle dostluk ilişkiniz devam ediyor mu?
Tabii ki. Evime gelen 92 mezunu da 2002 mezunu da var. Küçük bir balkonum vardı, mezunlarım kendi deyişleriyle bana “staja” gelirdi!

Boğaziçi Üniversitesi’nin rektörü seçilmek kolay bir şey mi sizce?
Çok zor bir şey. Seçmenler için sorunları iyi tespit etmek, onları seslendirmek, çözüm yolları üretmek ve söylemek gerekiyor. İnsanların da buna ikna olması gerekiyor. Bunun herhangi bir seçim sürecinden farklı olduğunu düşünmüyorum; bir kasabada belediye başkanlığı seçimleri de aynı şekilde ilerliyor. Tabii Boğaziçi’nde, dünya koşullarında çok nitelikli 400 kadar arkadaşa bu mesajları vermek gerekiyor. Dünya çapında okullardan mezun, son derece donanımlı ve üstün nitelikli insanlara mesajınızı aktarıyorsunuz.

Dolayısıyla siz bir yerde son derece donanımlı, zeki, kültürlü insanları yöneten bir CEO’sunuz...
Bir yerde öyle. Bugüne kadar gelen kültürü içinde, Boğaziçi Üniversitesi genç öğretim görevlilerinin yaşam koşullarını yükseltmek için ciddi kararlar almıyordu. “Hiç almıyordu” demiyorum ama bu geldiğimiz noktada, Princeton’dan, Harvard’dan bir öğretim görevlisi arkadaşı buraya getirebiliyoruz. Dünyanın en güzel kampüslerinden biriyiz, ismimiz var, getirebiliyoruz. Ama devlet üniversitesiyiz, maddi olanaklarımız belli; özellikle İstanbul koşullarında... Öğretim görevlilerinin yaşam koşullarının iyileştirme işine el atmak, bence bu üniversitenin kendi kalitesinin sürmesi açısından çok önemli.

Bir önceki rektör Ayşe Soysal’la dost musunuz?
Tabii. Rektör seçildiğim zaman beni ilk arayan ve tebrik edenlerden biriydi.

“Türban tavrımız Boğaziçi mantığına aykırı değildi”


Son türban olaylarında okulun içinde “liberal olmamak”la suçlandınız. “Boğaziçi geleneğine ters düşüyor” denildi. Bu sizce doğru mu?
Yanlış. Yüzüme karşı söyleseler, sabaha kadar tartışacak mühimmata da sahibim ayrıca. “Yeterince liberal değil” falan, bunlar tartışmaya açık tanımlamalar. Türban konusundaki tavrı yanlış anlatmış, hatta anlatamamış olabiliriz; hepsi zaten buradan çıktı.

Türban konusundaki tavrınız neydi?
Bir devlet kurumu olarak, Boğaziçi Üniversitesi’nin Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve AİHM’nin içtihatlarına saygı gösterme zorunluluğu vardır. Bunların haklı olduklarına inanırım, inanmam; o benim kişisel duruşum. Biz öğrencilere sadece kampüste “olmaz” denen bir simgenin yasak olduğunu söyledik. “Bunun yasak olduğunu bilin, üzerini kapüşon veya şapkayla örttüğünüz takdirde ne yaparsanız yapın” dedim. “Hâlâ ben bunu simge olarak kullanıp kampüse böyle gireceğim diyorsanız, o zaman rektör olarak zor durumdayım” dedim. Bunu böyle kabul edersem, kararları ciddiye almıyor durumunda kalırım.

Sizin yapmaya çalıştığınız neydi?
Çocuklara “Burası Boğaziçi Üniversitesi, öğrencilere ve onların seçimlerine saygılıyız. Eğer seçiminiz buysa, ‘Bunun birtakım kanunlara aykırı olduğunu biliyoruz, yine de bunu kullanmak istiyoruz’ derseniz, buna saygı göstereceğim. Bir rektör olarak saygı göstereceğim. Yeter ki siz bunu bana deklare edin” dedim.
Bu Boğaziçi mantığına aykırı bir şey değil. Burada birey yetiştiriyoruz; toplumlar, gruplar yetiştirmeyiz. Her zaman da bireyin haklarına, seçimlerine saygılıyız. Yeter ki bana bunu bilinçli yaptığını söyle... Ben de seni imzalı kağıdınla içeri alayım.

İmzalı kağıtlarla ne olacaktı?
Gidip de kimselere verecek, gammazlayacak değilim. O aslında öğrencinin eğitiminin de bir parçasıydı. “Bireyim, seçim yaptım, sorumluluklarını kabul ediyorum.”

Belki de yeterince anlatılamadı...
Burada öğrencilerle öğretmenler ve yöneticiler arkadaştır. Ertesi gün çocukları çağırdım; rektör şapkasını ve Kadri şapkasını anlattım. “Tamam hocam” dediler. İş tatlıya bağlandı.

Daha sonra basında “ara formül bulundu” diye haberler çıktı.
Pek öyle değil aslında. Tartışmalar bir simge üzerinde döndü. O sorun da bir gün sonra çözüldü.

“44 yaşıma kadar sadece jean giydim”

Hocam bugün jean var üzerinizde.
Bugün rahatsızım, jean pantolonla rahat ettiğim için giydim. Ama 44 yaşıma kadar, mostralık birkaç koyu renk pantolon hariç, sadece jean giydim. İdarecilik maalesef bu konuda insanı etkiliyor; daha dikkatli olmak adına, daha efendi gözüken “cheenos” pantolonlara terfi ettim. Üstelik cheenos daha rahat! Bir de kot pantolon fiyatları acayip arttı. 17 dolarlık pantolon nasıl 100 dolar olur?
Ayrıca benim gençliğimi geçirdiğim jean nosyonu yok oldu. Amerikan işçi sınıfı pantolonu, bir şekilde butik işi oldu. Galiba orada biraz soğumaya başladım.

Eğitim ve eğitimcilik dışında yaptığınız bir şeyler var mı?
Biraz klasik; müzik ve kitap. Yıllarca plak dinledim. Şimdi bahçeden iki çocuğa “LP” diyelim, “O ne abi?” der. Neyse; en çok klasik müzik ve 60’ların rock’ını dinlerim. Biraz da caz.

Klasik müzikte kimleri dinlersiniz?
Bach, Beethoven ve romantikler. Haydn, Mozart da dinliyorum ama Mendelssohn, Mahler, Schubert çok daha ağır basıyor.

Kitaplar?
Sanırım bir şekilde gene klasikler. Tolstoy, Dostoyevski, Kafka... Şimdilerde daha fazla non-fiction okuyorum. Sosyal bilimlere, felsefeye her zaman çok yakın oldum; Marx’ı doktora tezim gibi iyi bilirim.

Genelde pozitif bilimciler çok fazla sosyal bilimlerle ilgilenmez...
Doğru genelde ama benim durumumda değil. Sosyal bilimlere kesinlikle çok yakınım.

Bir de sakalınız var; hep öyle gördüm sizi.
Hem de 74’ten beri! Bu sakalı niye tuttuğumu da hiç düşünmedim açıkçası. Bir tek askerdeyken, bir de başvuru formuna resim çektirmek için kestim. Beni tanıyanların yüzde 90’ı, hatta yeğenlerim bile, sakalsız halimi bilmez.

ABD’de Obama’nın Başkan seçilmesine ne diyorsunuz?
Obama süper. Kesinkes çok mutluyum. Zaten ben de “Black is beautiful / Siyah güzeldir” sloganını çıkaran jenerasyondanım.

34 yıllık sakalını yalnızca askerde kesti


Prof. Dr. Kadri Özçaldıran: “28 yıldır ilk defa ders vermediğim bir dönem. Bu benim için çok acı.”

Kadri Özçaldıran kimdir?
1956’da İzmir, Karşıyaka’da dünyaya geldi. ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Atlanta’da, Georgia Institute of Technology’de elektrik mühendisliği ve uygulamalı matematik konularında mastır yaptı; aynı üniversitede elektrik mühendisliği doktorasını tamamladı. Şubat 1987’de Türkiye’ye döndü. Boğaziçi Üniversitesi
Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde öğretim üyesi olarak işe başladı. 2000’de bölüm başkanı, 2006’da Mühendislik Fakültesi dekanı oldu. Geçen ağustos ayında rektör seçildi. Halkla ilişkiler şirketi sahibi Perran Ersu Özçaldıran ile evli.