Pazar Ankara’ya adım attığım gün 27 Mayıs oldu

Ankara’ya adım attığım gün 27 Mayıs oldu

11.12.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:

Gazeteci Selahattin Duman belgesel yazarı oldu, ilk olarak Ankara’yı anlattı: “Benim için hiç zor olmadı. Zaten yapacak işim yoktu”

Ankara’ya adım attığım gün 27 Mayıs oldu

Milletçe belgesele çok meraklıyızdır” dersem, yalanın büyüğünü söylemiş olurum. Her ne kadar belgesel kanalları gittikçe bollaşıyor olsa da bir konuyu didik didik eden filmlerde kapılar kırılmıyor.
Onca bilgi fazla gelir bir kere, anlatım zaten akademiktir, sıkılıveririz. Ama kısa süre önce tamamlanan bir belgesel var ki, arkasındaki kalem itibariyle sular seller gibi seyredileceğe benziyor.
Selahattin Duman yazarlığın ardından aktörlüğü de eklemişti kariyerine. Şimdi ise belgesel yazarlığı girdi hayatına. Duman’ın yazdığı “Kasabadan Başkente, Başkentten Metropole”, bir Ankara belgeseli. Şehrin tarihini 17’inci yüzyıldan alıp
bugüne kadar getiriyor. Toplam altı bölüm, 200 dakika. Üç yönetmeni var: Saadet Özen, Hacı Mehmet Duranoğlu ve Beran Pekol.
İlk kez 27 Mayıs’ta ayak bastığı Ankara’nın siyasi olaylarının yanında şehrin en renkli figürlerini de anlatmış Selahattin Duman. “Ankara’nın İstanbul’a dönüşü zevklidir” derler ya, bu belgesel bu önyargıyı yıkabilir.


Nasıl oldu da bir Ankara belgeseli hazırladınız?
Ankara’ya dair hem ilgimiz hem de biriktirdiklerimiz vardı. Melih Gökçek ile yolumuz kesişti, o da heyecanlandı ve böyle bir proje yapmaya karar verdi. Türkiye’de şehir projeleri yapılmıştır ama içerikleri zayıftır. İlk kapsamlı şehir tarihi projesini yaptık. 1600’lerden alıp 1900’lere getiriyoruz Ankara’yı. Kurtuluş Savaşı, başkent olma hikayesi... Yeryüzünde bu kadar kısa sürede, 80-90 yılda bir kasabadan metropollüğe ve başkentliğe gelen başka bir coğrafya yok.

Belgesel yazmaya kolay mı ikna oldunuz, zor mu?
Benim için hiç zor olmadı. Zaten yapacak işim yoktu. Yola çıkarken acaba altından kalkar mıyız kaygısı vardı bende. Sonucu bitmeden görmek istemiyordum, müdahale etmemek için. İlk kez kaba kurgu bittikten sonra seyrettim, içime çok sindi. Ve iddia ediyorum, bu kadar güzel bir şehir belgeseli yapılmamıştır.

Farkı nerede?
Üslubu klasik akademisyen dilinin dışına çıkardık. Büyük kaynaklarla yapılmış belgeseller var, o dil yüzünden kimse seyretmiyor. Burada belgesellerde alışık olmadığınız keyifli bir dille karşılaşacaksınız.

Yazarken en zevk aldığınız dönem hangisiydi?
Nevzat Tandoğan dönemi. 18 sene Ankara valiliği yapmış. Meşhur Dr. Neşet Naci Arzan cinayeti var, öldüren Genelkurmay Başkanı’nın oğlu. O olayda Tandoğan hakim karşısına çıkarılıp sorguya alınıyor ama bunu gururuna yediremiyor. Nasıl halife için “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” diyorsak, İsmet Paşa’nın yeryüzündeki gölgesi de Nevzat Tandoğan. Hakim soruyor, “Ne iş yapıyorsun?” Ve Tandoğan intihar ediyor.

1600’lerden başlatıyoruz dediniz. Neler var o dönemde?
17. yüzyıla ait gravürler bulduk, keçileri resmediyor. Ankara’nın çok sembolü var; kedisi, tavşanı... Ama bence keçiyi geçecek bir sembol yok. Angora tüyü sadece Ankara keçisinden oluyor, başka yerde benzeri yok. Çeşitli Avrupa ülkeleri, krallar buna sahip olmak istiyorlar. Abdülhamid bu keçilerin değerini fark ediyor ve yurtdışına çıkmalarını yasaklıyor. Bu kez çocuk kaçırır gibi keçileri kaçırıyorlar. Hiçbir yerde yaşamıyor. Sonunda Güney Afrika’da tutuyor ve bugün piyasa onların elinde.

Bu belgeselde karşımıza ilk kez çıkacak görüntüler var mı?
Var tabii. Kurtuluş Savaşı Ankara’sının tamamının filmleri var. Bunun içinde Meclis de var, hükümet toplantısı da var, Mustafa Kemal’in 30 Ağustos konuşmasının görüntüsü var. Çarşısı, kalesi ve Ermeni kilisesinde Noel ayini var. Fransa’dan uzun yazışmalar sonucu toplandı bu görüntüler.

Nerede seyredeceğiz?
Belgesel artık Ankara Belediyesi’nin. Herhalde bir televizyon kanalıyla anlaşacaklar.


“Şehir 1970’lere kadar pandispanya kokardı”


Sizin tarihinizde Ankara nasıl bir yer tutuyor?
Ankara kokusu hep burnumda kalan bir şehirdir. Babam Afyon’da doktordu, 24 saatte ancak gidebiliyorduk Ankara’ya. Bugün üç saat. Şehre ilk girdiğimde burnuma inanılmaz güzel bir pandispanya kokusu geldi. Hiç unutmadım. Ankara, 1970’lerde hava kirliliği gelene kadar o kokuyu muhafaza etti. Şimdi yok.

Ankara’ya ilk gidişinizi hatırlıyor musunuz?
Hatırlamamak ne mümkün. Ankara’ya ilk ayak bastığım gün 27 Mayıs İhtilali oldu. Maarif Koleji sınavına gidiyordum. Otobüsle yola çıktık, sallana sallana giderken Polatlı yakınlarında durdurdular. Radyoda Türkeş’in sesi duyuldu, otobüste bir panik oldu. Bizi yol kenarına dizdiler, bırakmıyorlar şehre.

“Seçimler yapılıp demokrasiye geçilene kadar buradasınız!

Geri mi döndünüz?
Kamyonlar, otobüsler anormal bir konvoy oluştu. Bir yüzbaşı cakalı cakalı ortada geziyor. Bizim otobüste enteresan görüntülü bir adam vardı, o yüzbaşıya dedi ki: “Biz burada daha ne kadar duracağız?” Yüzbaşı cevap verdi: “Seçimler yapılıp demokrasiye geçilene kadar”. “Altı ay sonra olsa, o zamana kadar burada mı bekleyeceğiz?” diye sordu adam, “Ben gidiyorum” dedi. Çantasını aldı otobüsten, yürümeye başladı. Yüzbaşı önce tehdit etti, baktı olmuyor adamı ikna etmeye çalıştı. Saatler sonra bizi almaya tren gönderildi Ankara’dan, bizi kompartmanlara kilitlediler.

Yalnız değilsiniz herhalde. Kim var yanınızda?
Halam, amcam, ben, babaannem. Babaannem müfrit Demokrat Partili. “O papaz yaptı” deyip duruyor İsmet Paşa için. Amcam öğrenci, panik içinde susturmaya çalışıyor. O yola çıkmamızı sağlayan adam da bizim kompartımandaydı, sonradan öğrendim ki milli boks takımının antrenörüymüş. Saatler sonra Ankara’ya indik ki, bütün arabaların bagajları açık.

O niye?
Demokrat Partilileri kaçırmasınlar diye. Sonra zar zor büyük amcamın evine gittik, işte orada geldi o pandispanya kokusu burnuma.

“Yakın tarihe meraklı olup da Ankara’yı es geçmek olmaz”

Ankara’da ne kadar yaşadınız?
Gazetecilik mektebine gittikten sonra 17 sene kaldım Ankara’da. Orada evlendim, çocuğum oldu. Aslında bizim kütüğümüz Ankara’da. Babamın memuriyetinden dolayı çocukluğum Afyon’da geçti. Liseyi bitirene kadar neredeyse Afyon dışına çıkamadım. Bırak Ankara’yı, Eskişehir’e gitmek bile maceraydı. Hele ki Ankara... İlk defa belediye otobüsü görüyorsun. Taşrada fayton kullanılıyordu. Troleybüs diye bir şey görüyorsun, ki boynuzlu derlerdi.

Yıllar içinde Ankara’yla ilgili biriktirdikleriniz var mıydı?
Yakın tarihle ilgili her türlü malzemeyi biriktiririm. Türkiye’de yakın tarihe meraklı olup da iki şehri es geçme imkanı yoktur: Biri İstanbul, diğeri de Ankara.

Ankara’ya adım attığım gün 27 Mayıs oldu


Meclis binası inşaatında çalışan Macar işçiler (1924)



“Gazetecilikten nefret ederim”


Belgesel yazarlığı yeni bir kariyer mi sizin için?
Belgesel yazarlığı zor. İyi bir yazar neyi biriktiriyorsa onu yazar. O marifet değil. Marifet, izletmek. Benim için fazla beklentiye sebep vermeyecek bir hobi diyelim. Heyecan verici. Mesela ben gazetecilik mesleğini 40 küsur senedir yapıyorum, hiç heyecan duymadım. Hiç de sevmedim.

Şaka mı yapıyorsunuz?
Çok ciddi söylüyorum. Ben kimseye gazeteciyim demem. Gazetede çalışıyorum derim. Elimden başka iş gelmiyordu, en iyi yaptığım iş buydu. Yoksa nefret ederim gazetecilikten.

Nasıl oluyor?
Can Bartu nasıl futboldan nefret ediyorsa benimki de öyle...

Bundan sonrası için nasıl bir belgesel var hayalinizde?
Abdülhamid’e dair bir belgesel. Onun saltanatını kronolojik sırayla, anlaşılır bir dilde anlatmak isterim. Anlaşılmamış bir değer olduğunu düşünüyorum, siyasal yargılar sonucu bilerek mahkum edilmiş biri. Hakkında ne biliyorsak tersine sahip.