Hayatımın en etkileyici tanımlamalarından birisini 2009 yılında duymuştum:
“Her insanın içerisinde bir teşhirci bir de röntgenci taraf vardır, sosyal medya ikisini de beslediği için tüketimin kayıp halkası olabilir.”
Macar bir sosyoloğun bu sözlerini okuduğumda Twitter’ın Türkiye’deki üye sayısı 30 bin civarındaydı.
Instagram ve Tik Tok daha ortada yoktu.
Youtube’daki içerik bugünün milyonda biriydi.
Facebook istatistikleri üye sayısı olarak dünyada 4. olduğumuzu söylüyordu.
O zaman sosyal medyada yaptığımız en ayıplı iş, haziranda piyasa çıkan Farmville oyununa gerekenden fazla zaman harcamaktı.
***
Tüm bu yazdıklarımın üzerinden 16 yıl geçti.
Sosyal medyada yediğimiz etleri teşhir ettiğimiz de oldu, Nusret’in etlerle tokat üzerinden kurduğu ilişkiyi seyrettiğimiz zamanlar da...
Öyle bir zamana geldik ki, hayvan eti teşhirciliği yetmeyince kendi etimizi teşhir etmeye başladık.
İlgi çekmeye çalışan manken adayları, varlıklı koca arayan yırtma derdindeki kızlardan söz etmiyorum.
Toplumun en saygın meslekler listesinde yer alanların da teşhiri bir araç olarak kullandığı zamanlardayız.
Eskiden tek tük örnekler vardı, şimdi çizgi aşıldı, iş bambaşka bir yere gitti.
***
Kadın programları denilen programları seyrediyor musunuz?
Uzun bir uçuşta karşıma çıkan iki videoyu seyrettikten sonra algoritma önüme sık sık düşürüyor bu programların videolarını.
Tik Tok’ta 3-5 kere konuştuktan sonra hiç tanımadığı bir adama kaçmak için eşini-çocuğunu geride bırakanlar ne kadar çokmuş.
Tüm kaçışlarda otobüs biletini yollayan internet çapkınları, az hayal ile başlayıp çok hayal kırıklığıyla sona eren ve dönüş otobüs biletini genellikle terk edilen eşin almak zorunda kaldığı akıl ve mantık dışı hikayeler.
İlk Facebook cinayetlerinden birisinde hayatını kaybeden kadının tek “suçunun” mezun olduğu kapalı lise grubuna kocasını almamak olduğunu hatırlayınca, vardığımız noktaya dair fazlasıyla fikir sahibi oluyoruz.
Saçma bir uçtan başka saçmalıktaki bir uca savrulmak için 10 yıl yetti de arttı bize.
***
İçimizdeki röntgencinin bize verdiği en büyük zararı en sona sakladım.
Uzun zamandır kendimiz için bir hayat yaşayamaz olduk.
Bir manzarayı seyretmek, keyfine varmak yerine, onun fotoğraf ya da videosunu çekip hemen paylaşmak, sonra da kaç beğeni aldığını kontrol etmek, hikayelerde yer alıyorsa kimler görmüş diye ikide bir telefonu kontrol etmek oldu tatile gitmek.
İnsanın gözü birbirine değmez oldu, markası ne olursa olsun, gözlerimiz en çok Güney Kore’de imal edilmiş ekranlarla temas kuruyor artık.
Materyal o kadar çok ki, önce 3 satırlık notları okumayı bıraktık, şimdi 30 saniyelik video bile uzun geliyor bize.
Kelimelerin gücünden vazgeçmek, hayatı videoların paylaşım süresine endeksli yaşamak ne büyük saçmalık aslında.
Ama içimizdeki röntgenci öyle güçlü ve biz o kadar sınır tanımıyoruz ki, Türkiye’de yoğun bakım servislerine girişte mecburen cep telefonlarını topluyor hastane görevlileri.
Hayata tutunmaya çalışan ve sevdiğimizi söylediğimiz insanları bile en zayıf anında teşhir etmeden duramıyoruz bir türlü.
***
İnsanlık bugüne kadar kendi yarattıkları içerisinde sadece zaman kavramına mağlup olmuştu, ikincisi de sosyal medya oldu.
Gözünü ekrandan ayırmayan ebeveynlerin çocuklarına telefonu bırak, ders çalış dediğine çok şahit oluyorum, “gel beraber ders çalışalım” demeyi maalesef unuttuk çoğumuz.
Aynı odada hiç konuşmadan herkesin elindeki ekrana baktığı bir düzen, evleri yuva olmaktan çıkardı, bina haline getirdi.
Daha acısı hepimiz pasif eylemciler konumuna düştük.
Fahiş fiyat uygulayan bir restoranı, Maliye’ye şikâyet etmek yerine, Maliye’yi etiketleyerek paylaşıp, sonuç almayı umuyoruz.
Ekonomiye, siyasete, eğitime dair ne düşünüyorsak sadece sosyal medya üzerinden yazıyor sonra da niye böyle diyoruz.
Böyle, çünkü sanal bir dünya orası.
Böyle, çünkü emek vermeden cümlelerle ülke ya da dünyanın düzelmesini beklemek iyimserlik değil tembellik ya da saflıkla açıklanabilir.
Sosyal medya tepkisi suç işleyip serbest kalanların durumunun tekrar ele alınmasından başka bir işe yaramadı bugüne kadar ama yaşam biçimimizi fazlasıyla değiştirdi.
***
2009’la başladım 2009’da bitireyim.
2009’da sosyal medya demek içeriğini sadece kullanıcıların oluşturduğu bir medya düzeni demekti.
Bugün bambaşka bir hale geldi.
Avlanan bazen tüketim alışkanlıklarımız, bazen fikrimiz ama çoğunlukla bedenimiz oluyor.
Üstelik ava giderken avlanıyoruz.
Ne yazık ve çok yazık.