Dilara Koçak

Dilara Koçak

bilgi@mezurasaglik.com.tr

Tüm Yazıları

Türkiye, OECD ülkeleri arasında obezitede zirvede! Hâl böyle olunca Sağlık Bakanlığı ‘İdeal Kilonu Öğren Sağlıklı Yaşa’ uygulamasıyla kamusal alanlarda boy ve kilo ölçümleriyle tespitlerde bulunmaya başladı. Çünkü obezite artık bir halk sorunu. Peki, bu sorunun kaynağına baktık mı?

Obezite pandemisinde zirvedeyiz

Konu vücut ağırlığı olduğunda çoğu zaman sadece tartıdaki rakamlar konuşur: Kaç kilosun, kaç kalori aldın, kaç kilo verdin? Ama karşımızda bu hesapların ötesinde giderek büyüyen bir tablo var: Obezite artık sadece bireysel bir sorun değil, toplumsal bir kriz.

Haberin Devamı

Sağlık Bakanlığı’nın başlattığı ‘İdeal Kilonu Öğren Sağlıklı Yaşa’ uygulamasıyla vatandaşların boy-kilo ölçümleri bazı sokaklarda yapılmaya başlandı. Bu uygulama aslında sadece bir ölçüm değil, aynı zamanda toplumsal bir mesaj; öyle ki obezitenin ülkemizde artık sadece bireysel bir mesele değil, halk sağlığı sorunu olduğu vurgulanıyor. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de tıpkı bir pandemi gibi etkisi giderek artıyor. Evet, ölçüm önemli! Farkındalık yaratmak çok kıymetli. Ama sadece ölçmek değil, sorunun nedenini anlamak da gerekiyor. Gelin bu artışın sebeplerini detaylı olarak ele alalım.

Obezite pandemisinde zirvedeyiz

Neden artışta?

Türkiye, OECD ülkeleri arasında obezite oranı en hızlı artan ülkelerden biri, hatta birincisi. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Türkiye, yüzde 66.8 ile Avrupa’da ilk sırada yer alıyor. Türkiye’de 2030 yılında 16 milyon kadının obez olması bekleniyor, erkeklerde ise bu sayı 11 milyon olarak tahmin ediliyor. Maalesef obezite pandemisinde rekor ülkemizde yer almaya devam ediyor. Peki neden? Obezite ekonomik koşulların, eğitim düzeyinin, gıda sistemlerinin ve yaşam tarzlarının ortak sonucu. Uygun fiyatlı ve kolay ulaşılabilir gıdalar genellikle yüksek kalorili ve düşük besleyicilikte olabiliyor.

Bugün birçok birey, ekonomik nedenlerden kaynaklı alışveriş ederken yüksek şekerli, yüksek yağlı ürünlere yönelmek zorunda kalabiliyor. Çünkü fiyat/kalori dengesinde en ucuz olan, çoğu zaman en zararlı olan oluyor. Hâlbuki obeziteyle mücadele etmek için önce bu tablonun değişmesi gerek. Bu, sadece “daha az ye daha çok hareket et” diyerek çözülecek bir konu değil! Bunu, gıdanın kalitesine erişimi artırarak, gıda okuryazarlığını güçlendirerek ve destekleyici politikalarla sağlanacak bütüncül bir dönüşüm olarak görmek önemli. Bu nedenle toplumsal olarak gıda okuryazarlığı seviyesinin de artması gerekiyor.

Haberin Devamı

Son olarak gelelim fiziksel aktiviteye. Son yıllarda ekran sürelerimiz artarken, hareket alanlarımız daraldı. Aynı zamanda hızlı yaşam temposunda yemek, artık ihtiyaç değil araya sıkıştırılan bir göreve dönüştü. Bunların hepsi bir araya geldiğinde kilo değil, sistemsel bir dengesizlik tartıya yansıyor.

Çift taraflı zorluk

Obeziteyle mücadele sadece bireyin ne kadar yediğiyle değil, neye ulaşabildiği ve neye maruz kaldığıyla da doğrudan bağlantılı. Beslenme biliminde artık çok net biliyoruz ki lif oranı yüksek, antioksidan kapasitesi güçlü sebze ve meyveler, kilo kontrolünden insülin direncine, bağırsak sağlığından iltihapla mücadeleye kadar birçok alanda koruyucu rol oynuyor.

Haberin Devamı

Ancak iş uygulamaya geldiğinde tablo bu kadar net değil. Daha fazla sebze meyve tüketimini artırmalıyız derken, pestisit konusu ise endişelendirmeye devam ediyor. Greenpeace Türkiye’den “Pestisitler ve Çocuklar” raporunda, 155 ürünün yüzde 61’inde çoklu pestisit kalıntısı bulunduğu açıklandı. Pestisit kalıntısı limit aşımı ile yasaklı ya da ruhsatsız pestisit kullanımına en fazla salamura yaprak (yüzde 80), yeşil sivri biber (yüzde 70), ıspanak (yüzde 67), kıvırcık marul (yüzde 40) gibi gıdalar yer alıyor. Peki, ne yapmalı? Bu noktada bir çelişki gibi görünen ama aslında farkındalıkla çözülebilecek bir durumla karşı karşıyayız. Hem daha çok sebze-meyve tüketmeliyiz hem de bu ürünlerin kaynağına, temizliğine ve üretim yöntemine dikkat etmeliyiz.

Yapay zekâya diyet yazdırmak çözüm değil

Son dönemde çokça karşılaştığımız bir diğer konusu ise “Yapay zekâya diyet yazdırdım.” “Yapay zekâ ile kilo verdim.” “Benim yerime algoritma plan yaptı.” Gerek sosyal medyadan, gerek yakın çevremden bu konu ile ilgili birçok dönüş alıyorum. Ben de bu soruyu, son zamanlarda genel işlerimde bana yardımcı olan yapay zekâya sordum. Kendisinden şu yanıtı almak ise oldukça sevindiriciydi (!): “Yapay zekâ genel bilgiler verebilir ama seni tanımaz. Senin sağlık geçmişini, hormon durumunu, psikolojik yeme alışkanlıklarını, yaşam stilini bilmeden önerilen diyetler sadece tahmin olur. ‘Teknoloji bir araç olabilir ama diyet veya beslenme planı bir veritabanı değil, bir insandır. Beslenme planı parmak izi gibidir, kişiye özeldir.”

Anlayacağınız yapay zekâ da benimle aynı görüşte. Yaşam tarzı, sağlık geçmişi, hormonal durumu, sosyal çevresi, psikolojik yapısı... Tüm bunları hesaba katmadan yazılan bir diyet, sadece kalori matematiği ile oluşturulan ve enerji açığı yaratılan bir sistem. Ve en önemlisi ise sürdürüle-bilirlikten oldukça uzak. Yapay zekâ bilgi almak, örnek menü görmek ya da bir alışkanlığı merak etmek için elbette size yardımcı olabilir. Öyle ki evinizde olan malzemeyi yazdığınızda size bir tarif önermesi en sevdiğim özelliklerden. Ama bireysel beslenme planı için bir beslenme uzmanı değerlendirmesinin şart olduğunu hatırlayın. Çünkü beslenme, ‘veriye’ değil, kişiye özgüdür.