26.01.2008 - 00:00 | Son Güncellenme:
Bütün o eşyaları, anlaşılabilir hüzünleriyle birlikte, Moskova'daki Pesçananya Sokak'ta Nâzım ile Vera'nın oturduğu evden getiren Vera'nın kızı Anna Stepanova, annesiyle Nâzım amcasının büyük aşklarını anlattı. Nasıl etmeli de ağlayabilmeli / farkına bile varmadan? / Nasıl etmeli de ağlayabilmeli / ayıpsız, / aşikare, / yağmur misali?" diye yazar "Ağlamak Meselesi" adlı şiirinde Nâzım Hikmet. "...Nâzım ve Vera, Moskova'dan İstanbul'a" sergisine adımınızı atar atmaz ayıpsız, aşikare, yağmur misali ağlamak işten değil. Bugüne dek, kitapları ve fotoğrafları üzerinden ilişki kurduğunuz Nâzım'ın yarım asrı devirmiş ceketlerine, kravatlarına, pijamasına, şapkalarına, daktilosuna bakarken... "Şehrime ulaşmadan bitirirken yolumu / Bir gül bahçesinde dinlendim senin sayende" dediği Vera'sının yine fotoğraflarından bildiğiniz gri mantosunun, kırmızı döpiyesinin sahicilerini şaşıkınlıkla izlerken... Yerde açık duran, Nâzım'ın yolculuklarında kullandığı o koca valize hayret ederken... Sanki birazdan içeri girecek Nâzım, "Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı memleketimin şarkıları ve tütünleri gibi" diyecek; köşedeki radyoyu açacak... Masanın önünde uzun boylu, iri yarı, çok güzel bir adam duruyordu. Bana doğru eğilip elimi öptü. Küçük bir Sovyet kızı için şoktu; ne olduğunu anlayamadım. O şaşkınlığımı, Nâzım'dan gelen güzel kokuyu, bir de kahverengi lekeleri olan yanağının yumuşaklığını hatırlıyorum. Nâzım Hikmet'le tanıştığınız günü hatırlıyor musunuz? Hayır. Zaten annemle babamın bir arada yaşadıkları dönemde de, çok yoğun çalıştıkları için ben anneannemin yanında kalıyordum. Annemle, babam bazen ayrı ayrı bazen birlikte beni ziyarete geliyorlardı. Boşanmalarını, annemin hayatına yeni birinin girmesini o süreçte çok yumuşak bir geçişle atlattım. Annenizle babanız boşanmış o sıralar. Yine de küçük bir kız çocuğu için annesini yabancı bir erkekle birlikte görmek... İçin için kızmış olabilir misiniz Nâzım'a? "O benim için Nâzım amcaydı, hep öyle kaldı" Nâzım Hikmet benim için Nâzım amcaydı; hayatıma öyle girdi. Hep de öyle kaldı. Baba gibi değilse de bir tür baba yarısı gibi hissettiniz mi Nâzım'ı? Tatil günleri gidiyordum yanlarına. Evleri her zaman çok kalabalık olurdu. Anlayamadığım bir hareketlilik; ateşli konuşmalar... Ama o hayatın içinde benim de bir yerim vardı. Pek çok şeyi paylaştık. Nâzım ile birlikte annemin iktidarına karşı işbirliği içindeydik. "Sana tonlarca dondurma alacağım Anuşka. Bütün dondurmalar senin" sözü aklımdadır hep. Bir gün, birlikte bir yaramazlık yaptık. Bir torba ceviz koydu önümüze annem; ceza olarak bunları kırmamız gerektiğini söyledi. Yere oturup cevizleri kapı aralığına sokup kırdık Nâzım'la. Biz cezamızı bile böyle çekiyorduk. Birlikte zaman geçirir miydiniz? "En küçüğümüz Nâzım'dı; en büyüğümüz de annem" Ölümünden üç-dört yıl önceydi ben Nâzım'la tanıştığımda. Sekiz yaşlarında olmalıyım. Ama daha onunla tanışmadan, çok önemli bir insan olduğunu biliyordum. Çünkü anneannem anlatmıştı. Evde sessiz olmamı, özellikle Nâzım amca çalışırken gürültü yapmamam gerektiğini sıkı sıkı tembih etmişti. Ama bu tembihlere uymak çok zordu. Çünkü üçümüz birlikteyken en küçüğümüz hep Nâzım oluyordu, en yaramazımız; beni sürekli haylazlık yapmaya teşvik ediyordu. Ben ondan birazcık daha büyüktüm. En büyüğümüz ise annemdi; kesin kuralları vardı. Onun ünlü bir şair olduğunu ne zaman fark ettiniz? Bu atmosferi ikiye ayırmak azım. İlk bölüm Nâzım'ın yaşadığı dönemdeki evin atmosferi. Çok canlı, neşeli, bol konuşmalı... Ama Nâzım Hikmet'in Sovyetler Birliği'ndeki konumunu da iyi anlamak lazım. Sovyet yönetimiyle aykırı düştüğü durumlar da oldu; bunun beraberinde getirdiği, üzüntüler, sıkıntılar, hayal kırıklıkları hep o evin duvarları arasında yaşandı. Eve pek çok insan toplanıp ateşli konuşmalar başladığında, bazen biri kalkar kocaman bir yastığı alıp telefonun üstüne kapatırdı. KGB telefonları dinlerdi çünkü. Bir dolu hayal kırıklığı, ideallerinin boşa çıktığını anladığı zamanlar oldu ama genelde mutlu bir evdi ve o mutluluğun kaynağı da Nâzım ile Vera'nın birbirlerine duyduğu aşktı. Nasıl bir atmosferi vardı o evin? "Nâzım Hikmet, Vera'nın pilavlarına bayılırdı" Annemin pilavına bayılırdı Nâzım; törensel bir havada hazırlanır ve zevkle yenirdi o pilavlar. Nâzım'ın sevdiği Rus böreklerinden de sık sık yapardı annem. Ama yemek konusunda daha çok kavgaları hatırlıyorum. Nâzım tatlıyı çok seviyordu. Annem de sağlık açısından fazla yemesine karşıydı. Çünkü her defasında dozunu kaçırıyordu. Hep Nâzım'dan saklanan ama onun bir şekilde bulduğu tatlıları hatırlıyorum. Ve Vera'nın yemekleri de önemli tabii... Evin havası tamamen değişti çünkü annemin psikolojisi değişti. Nâzım'ın ölümünden sonraki ilk bir yıl hiç uyumadı. Geceler boyu oturup Nâzım ile kağıt üzerinde sohbet ediyordu. Önümüzdeki ay, Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkacak "Bahtiyar Ol Nâzım" kitabı da o kağıt üzerindeki sohbetlerden oluştu. Annem, Nâzım'a yazarak akıl sağlığını koruduğunu söylerdi hep. İlk altı ay her gün mezarlığa gitti. Yaşamının sonuna kadar da Nâzım Hikmet'in kendisini orada beklediğine inandı. İnandığı bir başka şey de, ölümünden sonra Nâzım'ın evde yaşamaya devam ettiğiydi. Adımlarını, ayak seslerini duyduğunu söylüyordu. Nâzım öldükten sonra evin atmosferinde ne gibi değişiklikler meydana geldi? Nâzım ölmeden önce evin gizli köşelerine hediyeler saklamış. Bir gün annem bir kitap buluyor; Nâzım kitabı annemin 45'inci yaşı için imzalamış ve saklamış. Halbuki Nâzım öldüğünde annem 31 yaşındaydı. Bu hediyelerden daha sonra da çok sayıda çıktı. Hem sevindirdi hem çok yaraladı annemi. Annem bunları kitabında da anlatıyor. Niye böyle hissediyordu? Annemin, Nâzım'ın ölümünden sonra ona yazdığı defterlerden oluşuyor. İlk dönemlerde Sovyetler, bunların kitap olarak basılmasına ve Türkiye'ye gelmesine izin vermiyor. Çünkü kitabı okuduğunuz zaman da göreceksiniz, o mektuplarda Sovyetler'in o dönemiyle, yönetimiyle ilgili de bir dolu şey var. İzin çıktıktan sonra bunların küçük bir bölümü 1988'de Milliyet'te özetler halinde yayımlandı. Sonra da Cem Yayınevi'nden Ataol Behramoğlu'nun çevirisiyle "Nâzım'la Son Söyleşimiz" adında kitap olarak çıktı. Annem hayattayken, defterlerini bana birçok kez gösterip onlar üzerinde çalışılması gerektiğini söyledi. Üzerinde düzeltmeler yapılmış birçok el yazısı vardı, eklenmiş notlar. Annemin ölümünden iki yıl önce bütün o notları bilgisayara geçirdim. Annem üzerlerinde çalışmayı hep erteledi. Sonra hastalandı ve bana "Bu kitabı sen yapacaksın" dedi. İki sene kadar çalıştım bu kitap üzerinde. Kronolojik bir düzende yazıları sıraladım. Kitap hep annemin Nâzım ile konuşmaları şeklinde geçiyor. "Böyleydi Nâzım", "Hatırlıyor musun Nâzım?" üslubu içinde ama beraberinde belgeleri de vererek.Kitabı Nâzım ile Vera'nın aşkı olarak da okuyabilirsiniz, Sovyetler Birliği'nde bir aydının, idealleri uğruna mücadele veren bir komünistin çektikleri ya da o zamanki entelektüel ve komünist çevrenin birbirleriyle ilşkileri olarak da. Bu kitap, "Bahtiyar Ol Nâzım". Biraz anlatır mısınız? İki kez evlendim. Şimdi yalnız yaşıyorum. 23 yaşında bir kızım var. Evli misiniz? "Rus kadınları hâlâ Nâzım ile Piraye'nin aşkını kıskanır!" Annem Nâzım'ın ölümünden sonra bir daha aşık olmadı. Çünkü Nâzım'ın yerini doldurmak mümkün değildi. Benim önümde de onların aşkı gibi öyle bir örnek vardı ki, etkilenmemek imkansızdı. Onların yaşadığı gibi bir aşk yaşamayı hayal ederdim hep ama olmadı. Annem öyle bir aşk tarifi yapmıştı ki Nâzım ile ilişkisi üzerinden, ona ulaşmak hayaldi gerçekten de... Rus kadınları hâlâ, hayatta olmadıkları halde o ikisinin aşkını kıskanır, imrenerek hatırlar; düşünün. Nâzım ve Vera'nın aşkı, sizin ilişkilerinizi de etkiledi mi, bir rol model olarak? Pesçananya Sokak'ta Nâzım ile Vera'nın oturduğu o evde yaşıyorum. Kaderim beni hep o eve geri gönderiyor. Evliliklerim sırasında, farklı evlerde yaşadım. Boşandıktan sonra kendi evime yerleştim. Ama annem ölmeden iki yıl önce, hastalandığında yanına taşındım. Yani son dokuz yıldır aralıksız o evde yaşıyorum. Şu anda nerede yaşıyorsunuz? "Nâzım literatüründe Galina için yazılmış tek dize yoktur!" Şu an bir şey söylemek istemiyorum. Bu, üstünde çok ciddi düşünülmesi gereken bir konu. O evi müze yapmak gibi bir düşünceniz olmadı mı hiç? Kitapta da göreceksiniz, annem ve Nâzım, İlya Ehrenburg'un evine gidiyorlar bir akşam. Nâzım hayatındaki kadınları anlatıyor Ehrenburg'a. Galina'nın adını geçirmiyor. Sigara almak için değilse de Galina'dan kaçıp kurtulmak için öyle söylediğini düşünebiliriz. Ama gitmeden önce kendisine doktor olarak da eşlik etmiş bir kadın, zorda kalmasın diye birlikte yaşadıkları evi, arabasını, eşyalarını ona bırakıyor. Ve ardından beş parasız halde, annemle birlikte yeni bir hayata başlıyor. Bir Dr. Galina efsanesinden söz edilir. Bir gün Nâzım sigara almak üzere Galina'nın yanından ayrılır, geri dönmez; Vera'ya gider... Evet. Annem bunu hep anlatırdı. Anlattığı bir başka şey de Piraye'ye duyduğu saygıdır. Annem, Nâzım'ın Münevver'e olan aşkını, ondan bir oğlu olduğunu her zaman anladı ve kabul etti. Ama hiçbir zaman Galina gibi bir kadının Nâzım'ın hayatında ne işi olduğunu anlayamadı. Son derece tatsız, birçok çirkinliği olan bir kadın olarak hatırladı hep Galina'yı. Evde partinin demirbaşı olanlar dışında kalan eşyaları almakla kalmayıp, Nâzım'a ait birçok değerli eşyayı sattığını da duydum. Nâzım'ın 1953-57 yılları arasındaki bloknotları, Brecht'ten gelen mektuplar, telefon defterleri, adres defterleri, Rusya Edebiyat ve Sanat Devlet Arşivi'nde. Bunları oraya annem vermediğine göre Galina'nın verdiği düşünülüyor. Başka kimsede olamaz çünkü. Dr. Galina'nın Pesçananya Sokak'taki eve Nâzım ile Vera şehir dışında olduğu sırada girip her şeyi götürdüğünü yazmışsınız katalogda. Bir de afiş asmış "Lanetle yaşayın!" diye. Nâzım Sovyetler'e geldiğinde hastaydı. Bu hasta şair misafirin yanına, bizim özel haber alma birimlerimiz, genç bir kadını tırnak içinde doktor sıfatıyla verdiler. Tüm Nâzım literatüründe Galina için yazılmış bir tek dize bulamazsınız. Nasıl bir ilişkiydi yaşadıkları? "Nâzım sadakatte sizin deyiminizle sütten çıkmış ak kaşık gibidir" Ehrenburg ile yaptığı konuşmada Nâzım "Benim karşısında suçlu olduğum tek kadın Piraye'dir" der. Münevver ile olan ilişkisinde ise Münevver tamamen kendi iradesiyle verdi kararını. Erkeklerin sadakatsizliğinde, kadınların rolüne bakarsak, Münevver'i de suçlamamız gerekiyor. Sonuçta Nâzım'a geldiğinde, hayatında bir başka kadın olduğunu biliyordu. Buna rağmen Nâzım ile olmaya kendi karar verdi. Münevver'i bırakıp Sovyetler'e giderken de kaçtığı Münevver değil, ölümdü aslında. Tarih boyunca aldatan erkekleri Nâzım ile kıyaslayacak olursak, Nâzım Hikmet sizin deyiminizle sütten çıkmış ak kaşıktır. Çünkü o kadar zor ve çetrefilli bir hayatı vardı ki, bunu da göz önünde bulundurmak lazım. Bizde, özellikle kadın okurları arasında, Nâzım'a sadakat anlamında şüpheyle bakılır. Piraye'yi Münevver ile, Münevver'i Dr. Galina ile, sağlığıyla da yakından ilgilenen Galina'yı Vera'yla aldatmış şeklinde bir liste sıralanır... Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? "Mezarının Türkiye'ye getirilmesi için doğru zaman olmadığını düşünüyorum" Henüz olmayan böyle bir öneriye verebileceğim bir cevap yok şimdilik. Annemin konumunu da anlamanızı rica ediyorum. Nâzım'ın ölümünden sonra ondan kalan her şeye gözü gibi bakıp onları korumaya çalışırken çok yalnızdı, yanında kimse yoktu. Ne Moskova'daki Türk büyükelçiliği ne de Türkiye'deki resmi makamlardan herhangi birileri anneme destek verdi. Sergidekiler, Nâzım'a ait eşyaların küçük bir bölümü. Türkiye'de bir Nâzım Hikmet Müzesi kurulması şartıyla sözgelimi, tamamını Nâzım'ın kendi ülkesine göndermeyi düşünür müsünüz? Aslında şu durumda konuşulması gereken şey Nâzım Hikmet'in mezarının Türkiye'ye gelip gelmemesi değil. Bugün eğer Nâzım Hikmet'i konuşacaksak, onun sanatıyla, bilinmeyen yönleriyle ülkesine gelmesini sağlamak üzerinden bir konuşma yapmalıyız. Bu konuda elimden geleni yapmaya hazırım.Bugün Nâzım Hikmet Moskova'da çok önemli bir mezarlıkta Vera ile birlikte gömülü. Artık Nâzım'ın mezarlığı, Gogol'ün, Çehov'un mezarlarının olduğu yerde bizim kültürlerimiz arasında köprü kuran bir anıt olarak duruyor. Konuya bu çerçeveden de bakmak ve eğer Nâzım'ın ülkesine dönmesi isteniyorsa bunu daha önemli konular üzerinden yapmak lazım. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Nâzım'ın mezarının Türkiye'ye gelmesi konusunda sizin görüşünüzü alacağını söyledi. Cevabınız ne olacak? Sizin vasiyet olarak algıladığınız şiiri 1953 yılında sanatoryumda yatarken, ölüme kendini çok yakın hissettiği, son derece duygusal zamanlarında yazmış. Daha sonra ölümüne kadar geçen zamanda yazdığı başka şiirler de var; "iki vatanım var" dediği şiirleri... "Cenaze Merasimim" şiirinde "Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar" diyor. 53'te yazdığı bir şiirden yola çıkarak mezarının getirilmesi gerektiğini düşünmek Türk toplumunda Nâzım'ın az bilindiğini gösteriyor bir anlamda. Bu mezarı getirme isteğinin arkasında Nâzım'ın "Vasiyet" şiiri olduğunu siz de biliyorsunuz... Kendi bağırlarından çıkmış değerlere toplumlar vaktiyle haksızlık etmiş olabiliyor. Ama bunları mezarını taşıyarak telafi etmek yoluna gitmemek lazım. En verimli çağlarından birini yaşadığı Rusya gerçeği de Nâzım'ın yaşamında var, bunu göz ardı etmek ne kadar doğru olur bilmiyorum. Türkiye'deki gelişmeleri çok yakından izliyorum. Bütün bunların ışığında Nâzım'ın mezarının Türkiye'ye getirilmesi konusunda radikal kararlar almak için doğru zaman olmadığını düşünüyorum. Az bilmek değil de ona olan gecikmiş bir vefa borcu duygusu ya da tam tersi iyi bildiği bir şairini mezarı yoluyla ve yine gecikmiş de olsa kendi topraklarında manevi anlamda ağırlama arzusu belki. "Annem, babama dönmeyi hiç düşünmedi!" Annemin kitabında da okuyacaksınız. Halen hayatta olan Solin isimli bir bestecimiz var. Nâzım'ın ölümünden birkaç gün önce kaydedilmiş bir konuşmada Nâzım, Solin'e artık yaşama direncinin kalmadığından söz eder, sadece Vera için gücünü toplamak zorunda hissettiğini söyler. Bunu Solin'den de öğrenebilirsiniz. Annenizin ölümünden sonra Türk basınında, Nâzım'ın ölümünden kısa süre önce Vera ile aralarının kötü olduğu yazıldı. Hatta annenizin babanıza dönmek üzere olduğu haberleri çıktı. Nâzım öldükten sonra babam anneme geldi "Nâzım Hikmet öldü, bizim de seninle ortak bir yaşamımız vardı. Bir çocuğumuz var üstelik. Gel yeniden bir hayat kuralım" dedi. Ama annem bu teklife hiçbir şekilde sıcak bakmadı. Babanıza dönmeyi hiç düşünmedi mi yani? Tüm kalbimle söylüyorum; annemle Nâzım'ı birlikte buraya getirmiş olmanın bahtiyarlığını yaşıyorum. İkisi birden İstanbul'dalar; hem de ilk tanıştıkları günlerdeki genç halleriyle. Nâzım ile Vera'yı bu sergiyle İstanbul'a getirmiş gibi hissediyor musunuz? Bitirdin dokuzunu Anuşka / sanırsam oldukça değişecek / yüzün gözün / boyun bosun / aklın fikrin / doksanını bitirdiğinde./ Bitirdin dokuzunu Anuşka / değişmesin yüreğinin içindeki billur çekirdek / doksanını bitirdiğinde. 12/XI/1961 - Moskova / Nâzım Hikmet Nâzım'dan Anna'ya doğum günü şiiri